NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

p ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: p
Bulunan Sonuç: 3104

p

kıs. pursuit.

p

kıs. pawn, phosphorus, pressure, prisoner.

p

kıs, müz. yavaş.

p

kıs. father, pastor, president, priest, prince, prompter.

p

kıs. after, by, by weight, fint, for, page pert, participle past penny pint population.

p ,p

i. ingiliz alfabesinin on altıncı harfi . Mind your p's and q's Davranışlarına dikkat et.

p.i.

kıs. Philippine Islands.

p.o., p.o.

kıs .Post Office, postal order.

p.p.

kıs. past participle postpaid.

p.p.c.

kıs. pour prendre conge veda etmek için.

p.p.m.

kıs. parts per million.

p.r.

kıs. Puerto Rico.

p.s.

kıs. postscript.

p.s.

kıs. postscript, public school.

p.t.o.

kıs. Please turn over. Lütfen sayfayı çeviriniz.

pa

i., k.dili baba.

pa

kıs. per annum.

pa

kıs. passenger agent, post adjutant, power of attorney purchasing agent.

pa

kıs. Pennsylvania, press aslent, public address.

pabulum

i. besin maddesi, yiyecek, gıda.

pace

i. adım, hatve; bir a dımda katedilen mesafe; gidiş, yürüyüş; rahvan yürüyüş; yürüyüş sürati. keep pace with ayak uydurmak. put one through his paces bir kimsenin kabiliyetini denemek. set the için pace yarış veya yürüyüşte sürati tayin etmek ,örnek olmak.

pace

z., (edat), Lat. izniyle (karşı fikirde olan bir kimseyi ima ederek).

pace

f. yürümek, gezinmek; rahvan gitmek (at); ağır ve düzenli adımlarla yürümek; adımlayarak ölçmek; belirli bir düzene sokmak; spot koşu süratini tayin etmek. peced s. rahvan yürüyüşlü; adımlayarak ölçülmüş; örnek olan kimsenin yardımı ile yapılmış.

pacemaker

i. örnek alınan kimse; kalbin atış hızını ayarlayan gudde; kalbin atış hızını ayarlayan cihaz.

pacha

bak. pasha.

pachyderm

i., zool. fil ve suaygırı veya gergedan gibi kalın derili hayvan; vurdumduymaz kimse.

pacific

s. uzlaştırıcı barıştırıcı, sulhçu, barışçı; sakin Pacific Ocean Pasifik Okyanusu, Büyük Okyanus.

pacification

i., ask. bir mahalde düşmanı yok etme; kontrol altma alma; barışma; uzlaştırma.

pacifier

i. barıştıran kimse; emzik.

pacifism

i. barışseverlik, barışçılık. pacifist i barışçı kimse.

pacify

f. barıştırmak, uzlaştırmak; yatıştırmak, teskin etmek.

pack

i. bohça, çıkın; denk; paket (sigara); takım, sürü; köpek sürüsü; buz kütlesi; iskambil destesi; buz torbası; tampon; hastanın battaniyeye sarılması; hazır durumda paraşüt. pack animal yük hayvanı. pack ice bir araya toplanıp kitle haline gelmiş buz parçalan. pack rat bir cins büyük fare, zool Neotoma. pack trail kervan yolu. pack of lies bir sürü yalan.

pack

f. denk etmek; bavula veya sandığa koymak; hazırlamak, toplamak (bavul); taşımak; ambalaj yapmak; sıkı sıkıya doldurmak; paketlemek; denk yüklemek; eski ve kullanılmayan maden damarlarını taşla doldurmak; sıkışmak; gitmek, savuşmak, defolmak; bir araya sıkışmak. pack a wallop (argo) bomba gibi patlamak. pack off göndermek, defetmek, kovmak. send him packing bir kimseye acele yol vermek, pılıyı pırtıyı toplatıp defetmek. packed s. paketlenmiş; ağzına kadar dolu.

package

i. paket, bohça; paket etme; denk balama; ambalaj ücreti; denk sandığı; ünite. package deal takımı ile alışveriş.

packboard

i. sırtlık.

packer

i. ambalaj veya paket yapan kimse veya alet; yük hayvanıyle eşya taşıyan kimse.

packet

i. paket, çıkın, bohça; den. belirli günlerde yola çıkan posta gemisi.

packhorse

i. yük beygiri.

packing

i. eşyayı bavula veya sandığa koyma; denk yapma, paket etme, ambalaj; salmastra, tıkaç, conta, tampon. packing box, packing case eşya sandığı. packing house büyük mezbaha. packing needle çuvaldız.

packsaddle

i. semer.

packtrain

i. hayvan kervanı.

pact

i. pakt, antlaşma, sözleşme, mukavele, ahit, misak.

pad

i. ufak yastık gibi şey; zool. bazı hayvanların yumuşak tabanı; kağıt destesi,bloknot, blok; ıstampa; nilüfer çiçeğinin su yüzünde duran yaprağı; semer yastığı; (argo) mesken. launching pad bak. launching.

pad

i. ayak sesi; haydut, yol kesen kimse.

pad

f. (-ded, -ding) içine pamuk doldurup yastık haline getirmek, takviye etmek; (bir konuşma veya yazıyı) şişirmek padded s. yastıklı, takviye edilmiş; şişirilmiş.

pad

f. (-ded, -ding) yaya yürümek, yaya olarak yolculuk etmek; sessizce yürümek.

padding

i. vatka; doldurmak için kullanılan yumuşak madde; abartma.

paddle

i., f. uzun saplı bel; kısa kürek, kayığın kenarına dayamadan kullanılan kürek; tokaç, çırpıcı tokmağı; yandan çarklı vapurda çark kanadı; f. kısa kürekle yürütmek veya yürümek; ağır ağır kürek çekmek; çarkların hareket etmesiyle yürümek; k.dili kıça şaplak atmak. paddle box davlumbaz, yandan çark mahfazası. paddle wheel geminin yan çarkı. paddle one's own canoe kendi işini kendisi görmek.

paddle

f. sığ suda gezinmek; suda oynamak; sendeleyerek yürümek (çocuk veya ihtiyar).

paddock

i. ahıra yakın etrafı çevrili küçük çayır veya otlak.

paddy

i. kabuklu pirinç, çeltik; çeltik tarlası. paddy wagon A.B.D., (argo) emniyet arabası.

paddywhack

i., ing., k.dili şiddetli öfke; A.B.D., k.dili pataklama.

padishah

i. padişah.

padlock

i., f. asma kilit; f. asma kilitle kilitlemek, asma kilit vurmak.

padre

i. papaz.

padrone

i. (çoğ. -ni), patron; gemi sahibi veya kaptanı; otel, han veya pansiyon işleten kimse.

paean

i. şükran veya zafer şarkısı.

pagan

i., s. putperest kimse; kâfir veya münkir kimse; s. putperestlikle ilgili; dinsiz, putatapan, kâfir. paganism i. dinsizlik; putperestlik. paganize f. dinsizleştirmek, putperestleştirmek.

page

i., f. iç oğlanı; resmi kıyafetli el ulağı, otel garsonu; uşak; f. hoparlör ile çağırmak.

page

i., f. sayfa; matb. bir sayfalık dizgi; kaydetmeye değer bir olay; f. kitap sayfalarını numaralamak; matb. sayfa halinde dizmek. page through kitabı okumadan sayfalarını çevirmek.

pageant

i. alay, tören; gösteri, temsili tören; nümayiş; debdebe, tantana. pageantry i. debdebeli tören veya gösteri.

paginate

f. kitap sayfalarını numaralamak. pagina'tion i. kitap sayfalarını numaralama.

pagoda

i. pagoda.

pah

(ünlem) püf! (iğrenme veya hakaret ifade eder).

pahlavi

i. Pehlevi.

paid

bak. pay.

pail

i. kova, gerdel. pailful s. bir kova dolusu.

paillasse

i. ot minder, ot şilte.

paillette

i. payet, pul.

pain

f. agrı veya acı vermek; eziyet etmek, keder vermek, üzmek. pained s. canı acımış; karamsar.

pain

i ağrı, acı, sel; dert, keder, elem, ıstırap, azap; çoğ. özen, ihtimam, itina, zahmet meşakkat; çoğ. doğum sancıları. on pain of cezasıyle. take pains zahmet çekmek, dikkat etmek.

painful

s. ıstırap çektiren; zahmetli, güç, meşakkatli; üzücü, kederlendirici. painfully s. ıstırap vererek, meşakkatle. painfulness i. acı, ıstırap.

painkiller

i., A.B.D., k.dili ağrı dindirici ilâç.

painless

s. acısız, ağrısız; ıstırap vermeyen. painlessly z. ıstırap çekmeden azap çektirmeden, acı vermeksizin. painlessness i. acı çektirmeme, ıstırap vermeme.

painstaking

s., i. özenen, dikkat sarfeden; zahmet çektiren; i. özenme, itina etme.

paint

i. boya; kozmetik, düzgün, allık; makyaj. paintbox i. boya kutusu. paint brush i. boya fırçası.

paint

f. boyamak, boya vurmak; boya ile resmini yapmak; tasvir etmek, resmetmek; boya gibi sürmek; boyayarak süslemek; düzgün sürmek; boya ile resim yapmak; makyaj yapmak.

paint horse

A.B.D. benekli at.

painter

i. ressam; nakkaş.

painter

i., den. filika pariması, pruva halatı .

painting

i. resim, tablo; ressamlık; nakkaşlık; resim yapma sanatı.

pair

f. çift çift koymak veya düzenlemek; çiftleştirmek; çift olmak, eş olmak; çiftleşmek. pair off çiftlere ayırmak.

pair

i. (çoğ. -s) çift, iki adet; bir erkekle bir dişiden ibaret bir çift; karı koca; gözlük veya makas gibi iki parçadan meydana gelen alet; iskambil oyununda eşdeğerde olan iki kâğıt; (konuşma dilinde bazen sayılardan sonra çoğul anlamında tekil olarak kullanılır: four pair of shoes). pair of compasses pergel pair of pajamas. pijama. pair of pants pantolon. pair of scissors makas. pair of trousers pantolon. bridal pair gelin ve güvey.

paisley

i. şal deseni; iskoçya'da bir şehir.

pajamas

i., çoğ. pijama.

pal

i., f. (-led, -ling) k.dili arkadaş dost; f. arkadaş olmak.

palace

i. saray; saray gibi bina; muhteşem ev; k.dili lüks eğlence yeri veya galeri.

paladin

i. imparator Şarlman'ın maiyetinde bulunan on iki efsanevi asilzadeden biri; macera peşinde koşan şovalye, kahraman.

palanquin palankeen

i. tahtırevan.

palatable

s. lezzetli, damak lezzeti veren; makbul, hoşa giden.

palatal

s., i. damağa ait; dilb. dilin damağa dokunmasıyle çıkarılan (ses); i. damaksı ses, damak sessizi.

palate

i. damak; tat alma duyusu; zevk, haz, hoşlanma. cleft palate doğuştan yarık damak. hard palate damak, sert damak. soft palate damağın geri kısmı, yumuşak damak, damak eteği.

palatial

s. saray gibi, muhteşem.

palatinate

i. palatinlik, palatin sıfatına sahip olan hükümdarın ülkesi; palatin'in rütbe veya görevi; b.h. Palatin'lik'te oturan kimse. the Palatinate Alman'ya'da Ren nehri kıyısında bulunan bir eyalet.

palatine

s., i. damakla ilgili veya damağa ait; i. damak kemiği. palatine bone damak kemiği. palatine vault damak kemeri.

palatine

s., i. hükümdar yetkisine sahip (asilzade); saraya mensup; b.h. Palatinlik'e ait; i. imparator sarayında memur; kendi ülkesinde hükümdar yetkisine sahip olan kimse, palatin; b.h. Roma'daki yedi tepenin ortasında bulunan tepe; vaktiyle kadınların kullandığı ve omuza alınan bir çeşit kürk.

palaver

i., f. laf boş lakırdı, palavra; pohpohlama, slang. yağ çekme; yerlilerle turistler arasındaki görüşme; f. boş laf etmek, palavra atmak; yaltaklanmak.

pale

i. sivri uçlu kazık, parmaklık çubuğu; etrafı parmaklık veya çitle çevrilmiş yer; belirli kimselerin oturmasına tahsis edilmiş mıntıka; hudut, sınır; yetki; sınırlandırılmış herhangi bir şey. beyond the pale yetkisi dışında, salâhiyeti haricinde; toplum düzenine aykırı. within the pale sınırı içinde; yetkisi dahilinde.

pale

s. solgun; renksiz, soluk mat, donuk. palefaced s. beti benzi atmış rengi uçmuş. palely z. solgun bir şekilde renksiz olarak. paleness i. solgunluk, renksizlik, matlık.

pale

f. beti benzi atmak, sararmak, donuklaşmak; saranmak, donuklaştırmak.

paleface

i. Amerika yerlilerinin beyazlara verdiği kabul edilen soluk benizli sıfatı.

paleo-

(önek) eski zaman.

paleography

i. eski devirlere ait yazı (kitabe, el yazması kitap); eski devirlere ait yazıları okuma veya inceleme ilmi. paleographer i. eski devirlere ait yazıları okuma bilgini. paleographic(al) s. eski devirlere ait yazılarla ilgili.

paleolithic

s. taş devrine ait, yontma taş devrine ait.

paleology

i. tarihten evvelki zamanlara ait incelemeler, arkeoloji paleolog'ical s. arkeolojik. paleologist arkeolog.

paleontology

i. eskivarlıkbilim, paleontoloji. paleontolog'ical s. paleontoloji ile ilgili. paleontol'ogist ' paleontoloji bilgini.

paleozoic

i., s. jeol. paleozoik.

palestine

i. Filistin.

palestinian

s. i. Filistin'e ait; i. Filistinli.

palestra

i. eski Yunanistan'da spor salonu.

palette

i palet, ressamların boyalarını karıştırmak için kullandıkları levha; bir ressam özgü renkler.

palfrey

i., (eski) binek atı, özellikle kadınların bindiği ufak at.

palimpsest

i. eski zamanda üzerindeki yazı silinerek yeniden başka yazı yazılmış parşomen.

palindrome

i. tersinden de aynı şekilde okunabilen kelime, cümle veya mısra. msl. makam, radar.

paling

i. çit yapmaya mahsus kazıklar; çit.

palingenesis

i. yeniden doğma; tenasuh, ruh göçü, ruh sıçraması; biyol. üremede atasal özelliklerin yeniden meydana çıkması.

palinode

i. şairin evvelce yazdığı bir şiirdeki ifade veya fikrin aksini savunduğu şiir; tekzip, inkâr.

palisade

i., f. şarampol, parmaklık, çit; savunmada kullanılan siper kazığı; çoğ. kayalık uçurum; f. etrafına kazıklar dikerek çit çevirmek.

palish

s. oldukça donuk, renksiz gibi, solgunca.

pall

f. yavanlaşmak, tatsızlaşmak; zevkini kaybetmek, bıkmak; usandırmak, bıktırmak. It has palled on me Gına geldi Bıktım artık.

pall

i. siyah çuha veya kadifeden tabut örtüsü; kasvetli hava.

palladium

i. Pallas Atene'nin Truva'nın güvenliğini sağlayan heykeli; her hangi bir güvenlik unsuru.

pallas

i., mit. tanrıça Atene'nin diğer ismi; astr. Merih ile Erendiz arasındaki asteroitlerden biri.

pallbearer

i. cenaze merasiminde tabutu taşıyan veya yanı sıra giden kimse.

pallet

i. ot şilte, ot minder.

pallet

i., mak. çömlekçi spatulası; ciltçilikte altın yaldızı yerleştirmeye mahsus yassı fırça, tezhip fırçası; mak. cep saati çarkını tanzim eden ufak parça; ressam paleti; istif rafı.

palliate

f. hafifletmek (hastalık, zorluk), teskin etmek, yatıştırmak; (kaba hat veya hakareti) mazur göstermek. palliation i. özür; hafifletme.

palliative

s., i. hafifletici; özür kabilinden; i. hafifletici şey.

pallid

s. solgun, benzi atmış, sararmış, silik.

pallor

i. solgunluk, beniz sarılığı.

palm

f. avuç içinde saklamak; avuç ile dokunmak veya okşamak. palm off hile ile kabul ettirmek, slang. sokuşturmak, kazıklamak.

palm

i. aya, avuç içi; geyik boynuzunun yassı kısmı; el boyunda uzunluk ölçüsü (yaklaşık olarak yirmi cm); el genişliğinde uzunluk ölçüsü (yaklaşık olarak dokuz cm); kürek palası veya ona benzer herhangi bir şey. grease one's palm rüşvet vermek. have an itching palm para hırsı olmak.

palm

i. hurma ağacı; palmiye; hurma ağacının yaprağı veya dalı; zafer alameti; zafer. palm branch zafer alameti olan hurma dalı. palm oil hurma yağı. Palm Sunday paskalyadan evvelki pazar günü. carry off the palm galip gelmek, zafer kazanmak. coconut palm hindistancevizi ağacı. date palm hurma ağacı. dwarf palm bodur hurma ağacı, bot. Chamaerops homilis. wild palm yabani hurma ağacı. yield the palm bir diğerinin üstünlüğünü kabul etmek.

palmar

s. avuç ile ilgili.

palmate , mated

s. aya şeklindeki; bot. palmiye yaprağı şeklindeki, elsi, palmat; zool. perdeayaklı. palm civet, palm cat misk kedisi, zool. Viverra civetta.

palmer

i. Kudüs'ten hurma dalı ile dönen hacı. palmer worm elma yapraklarına zarar veren bir çeşit tırtıl, zool. Dichomeris ligulella.

palmetto

i., s. herhangi bir palmiye ağacı; palmiye ağacının yapraklarından dokunmuş ince hasır; s. bu hasırdan yapılmış.

palmist

i. el falına bakan kimse. palmistry el falı.

palmy

s. palmiyeleri çok olan; muhteşem, gönençli, refah içindeki. palmy days refah günleri, iyi günler.

palomino

i. beyaz yele ve kuyruklu altın rengi at.

palooka

i., A.B.D. (argo) beceriksiz boksör.

palp , palpus

i. (çoğ. palpi) zool. dokunaç. palpiform s. dokunaç gibi.

palpable

s. hissedilir, dokunulabilir; aşikar, açık, sarih; dokunarak hissedilen; tıb. el muayenesi ile hissedilen. palpably z. el ile hissedilerek; aşikar olarak, açıkça.

palpate

f., s., tıb. el ile dokunarak muayene etmek; s., zool. dokunaçlı palpa'tion i. dokunma; tıb. el ile dokunarak muayene.

palpitate

f. yürek gibi hızlı çarpmak, nabız gibi atmak heyecandan titremek. palpita'tion i. çarpıntı, halecan.

palpus

bak. palp.

palsy

i., f. inme, nüzul, felç; f. felce uğratmak.

palter

f. aldatmak, oyun etmek. palter with gereken önemi vermemek, küçümsemek.

paltry

s. değersiz, kıymetsiz, önemsiz. paltriness i. değersizlik, kıymetsizlik, önemsizlik.

paludal

s. bataklıklara ait; bataklık gibi.

paludism

i., tıb. sıtma.

pam

i., iskambil ispati valesi; bir iskambil oyunu.

pampa

i. pampa. pampas cat Arjantin'e mahsus ufak yabani kedi, zool. Felis pajeros pampas grass. Güney Amerika'ya özgü tepesi püsküllü uzun bir çeşit kamış, bot. Cortaderia selloana.

pamper

f. refah ve bolluk içinde büyütmek, lüks hayata alıştırmak pohpohlamak, şımartmak.

pamphlet

i. broşür, küçük kitap, risale.

pamphleteer

i., f. broşür yazan kimse (baz. aşağ); f. broşür yazıp yayınlamak.

pamphylia

i., tar. Antalya yöresinin eski ismi.

pan

i. tepsi, tava; kefe, terazi gözü; maden cevherini ayırma işinde kullanllan demir tava; eski tüfeklerde falya tavası; tuzlada tava; kafatası; buzul parçası. a flash in the pan kuru gürültü, sonuç vermeyen gayret.

pan

f. (-ned, -ning) toprağı yıkayarak altın çıkarmak; tavada pişirmek: leğende yıkamak; maden cevherini yıkamak; edeb, k.dili tenkit etmek. pan out A.B.D., k.dili netice vermek; başarıya ulaşmak muvaffak olmak .

pan

f. (-ned, -ning) foto sinema makinasmın objektifini bir yandan öbür yana döndürmek .

pan

i. tembul (yaprak) .

pan

i., mit. Pan (ormanlar otlaklar, sürüler ve çobanlar tanrısı).

pan

bak. panchromatic

pan-

(önek) bütün.

panacea

i. her derde deva .

panache

i. miğfer üstündeki sorguç; şevk, canlılık.

panada

i .tirit.

panama

i. Panama. Panama Canal Panama Kanalı.

panamanian

s., i. Panamalı.

panamerican

s. bütün Amerika devletlerine veya haklarına mahsus veya ait.

panbroil

f., ahçı. kalın bir tavada yağsız veya az yağla pişirmek.

pancake

i., ahçı. gözleme; taş pudra; hav. uçağın yere düz olarak düşüşü.

panchromatic

s., foto. bütün renklere hassas olan (filim)

pancreas

i., anat., zool. pankreas. pancreat'ic s. pankreasa ait.

panda

i. panda, zool. Ailurus fulgens. giant panda Çin ve Tibet'te bulunan bir cins iri panda,zool. Ailuropoda melanoleuca.

pandanus

i. bilhassa Malaya'da bulunan ve kama şeklinde yaprakları olan bir bitki.

pandean

s., mit. tanrı Pan'a ait. Pandean pipes bak. panpipe.

pandemic

s., tıb. bir veya bir kaç memlekete birden sirayet eden; genel, umumi, evrensel.

pandemonium

i. bütün şeytanların bulunduğu yer, cehennem; karışıklık veya kanunsuzluğun hüküm sürdüğü yer; velvele karışıklık, kargaşa.

pander

i., f. muhabbet tellâlı, pezevenk; f. pezevenklik etmek. pander to someone's tastes yaltaklanmak. panderer i. pezevenk.

pandora

i., Yu. mit. Pandora, insanlara ceza olarak Zeus tarafından gönderilen güzel kadın. Pandora's box Pandora'nın sandığı.

pandour

i. (eski) Avusturya ordusunda bulunan bir çeşit Hırvat neferi; hoyrat ve yağmacı asker.

pandowdy

i., A.B.D. bir çeşit elma pastası.

pandurate , panduriform

s. keman şeklinde (yaprak).

pane

i. pencerenin bir camı; düz yüzey; levha, tabaka.

panegyric

i., s. övgü, methiye, sitayiş, sena kaside; s. övgü niteliğinde. panegyrical s. öven, metheden; methiye gibi. panegyrist i. kaside yazan veya okuyan kimse, methiyeci. pan'egyrize f. övmek.

panel

f. (-ed, -ing veya -led, -ling) aynalık tahta ile süslemek (kapı); iskoç., huk. resmen itham etmek. paneling i. aynalık tahtalan; kömür madenini bölmelerle ayırma.

panel

i. kapı aynalık tahtası, kapı aynası; kadın etekliğini genişletmek için uzunluğuna konan kumaş parçası; üzerine resim yapılan ince tahta; pano, duvar panosu; semerin altına konan keçe, belleme; huk. jüri heyetinin isim listesi; huk. jüri heyeti. panel discussion açık oturum.

panelist

i. açık oturumda konuşmacı.

panetrable

s. delinebilir, nüfuz edilebilir; anlaşılır; tesir edilebilir penetrability i. nüfuz imkânı; delinme kabiliyeti.

pang

i. ani olarak şiddetli ağrı, sancı, spazm.

pangolin

i., zool. Asya ve Afrika'ya mahsus karınca yiyen sırtı pullu bir cins memeli hayvan.

panhandle

i., f. tava sapı; A.B.D. ileri doğru uzanan dar kara parçası; f., (argo) dilenmek.

panic

s., i., f. (-icked ,-icking) panik hissi ile ilgili, panik hissi veren; i. panik, ürkü, ani ve şiddetli korku; piyasada panik, fiyatlarda düşme korkusu; f. paniğe kaptırmak; tiyatro, (argo) heyecanlandırıp coşturmak (seyircileri). panicstricken s. paniğe kapılmış. panicky s. yersiz korkuya kapılmış.

panicle

i., bot. birleşik salkım, panikul. panicled, paniculate s. piramit şeklinde çiçeği olan.

panjandrum

i. kendini önemli veya yüksek gören memurlara verilen takma ve güldürücü ad.

pannier

i. erzak taşımaya mahsus küfe; eskiden kalçaları yüksek göstermek için kadın etekliğine konan balina kemiğinden yapılmış kafes.

panoply

i. tam zırh takımı; tamamiyle örten herhangi bir şey. panoplied s. tam silahlı, muhteşem surette giyinmiş.

panorama

i. panorama, umumi manzara, genel görünüş; bir şehrin veya tabii bir manzaranın uzaktan görünüşünü canlandıran resim; durmadan değişen sahne veya olaylar; bir konunun etraflı olarak incelenmesi. panoramic s. panoramik.

panpipe

i. Pan kavalı, çok borulu kamış mızıka.

pansy

i. hercai menekşe, alaca menekşe, bot. Viola tricolor; A.B.D., (argo) homoseksüel erkek.

pant

f., i. solumak, nefes nefese kalmak; nefesi kesilmek; özlemini duymak, hasretini çekmek; şiddetle çarpmak, hızla atmak (kalp); i. soluma, nefesi kesilme; yürek çarpıntısı.

pantalettes

i., çoğ. eskiden giyilen uzun ve bol paçalı kadın külotu; bu külotun kenarına geçirilen farbala.

pantaloon

i., (tiyatro) çağdaş pandomimde soytarının yerini alan ihtiyar bunak adam. pantaloons i. eski moda pantolon.

pantechnicon

i., ing. her türlü eşya satılan mağaza; eşya taşımaya mahsus yük arabası veya kamyon.

pantheism

i. panteizm, kamutanrıcılık, vahdeti vücut. pantheist i. panteist, kamutanrıcı. pantheistical s. panteizme ait, kamutanrısal.

pantheon

i. panteon.

panther

i. panter, pars, kaplan familyasından yırtıcı bir hayvan.

panties

i., çoğ. kadın külotu.

pantile

i. kenarları üstüste gelince S şeklinde kıvrımlar yapan dam kiremidi.

pantoffle

i. terlik, pantufla.

pantograph

i. pantograf.

pantomime

i., f. pandomima; f. pandomima oynamak. pantomimic(al) s. pandomima kabilinden. pantomimist i. pandomima oyuncusu, pandomimci.

pantry

i. kiler.

pants

i., çoğ., A.B.D. pantolon; don, külot.

panturanianism , panturanism

i.Turancılık. PanTuranian s. Turancılıkla ilgili.

pantyhose

i. külotlu çorap.

pantywaist

i. pantolonu tutturmak için eteği düğmeli çocuk bluzu; (argo) kadın gibi adam, efemine erkek.

panzer

i., ask. motorize kuvvet.

pap

i. çocuklara ve hastalara mahsus lapa veya sulu yemek; meyva püresi; (argo) memurlara sağlanan imtiyaz veya yarar.

pap smear pap test

tıb. rahim kanserini teşhis için yapılan test.

papa

i. baba (bilhassa çocuk dilinde).

papacy

i. papalık rütbesi; Katolik kilisesi reisliği; papalık sistemi.

papal

s. papaya veya papalığa ait; Katolik kilisesine ait.

paparazzo

i.,it. (çoğ. -zi) meşhurlann peşinde dolaşan fotoğrafçı.

papaver

i., bot. haşhaş ve gelincik familyası.

papaveraceous

s. haşhaş ve gelincik cinsine ait.

papaw , pawpaw

i. Kuzey Amerikaya mahsus bir ağaç, bot. Asiminia triloba; bu ağacın meyvası.

papaya

i. Güney Amerika'ya mahsus bir çeşit ağaç, bot. Carica papaya; bu agacın meyvasu.

paper

i., s. kâğıt; kâğıt tabakası; senet, hüccet, bono; kâğıt para, bankınot; gazete; herhangi bir yazı, tez, tebliğ; deste (iğne); duvar kâğıdı; (argo) paso; çoğ. hüviyet kartı; çoğ. bir kimsenin toplu mektupyazı ve hatıraları; geminin sefer kağıtları; s. kağıttan yapılmış; kağıt üzerinde kalan, hükmü olmayan; kağıda benzer, ince, da yanıksız. paper clip raptiye, tel raptiye. paper credit vadeli senet ile kredi. paper mill kağıt fabrikası. paper money kağıt para, bankınot. paper profits kağıt üzerindeki tahmini kazanç. blotting paper kurutma kağıdı, papye buvar filter paper süzgeç kâğıdı. linen paper ketenden yapılmış dayanıklı kâğıt. litmus paper turnusol kâğıdı. on paper kâğıt üzerinde kalan, hükmü olmayan, icra olunmayan.

paper

f. üzerine kâğıt kaplamak, kâğıtlamak; kâğıt. yapıştırmak.

paperback

i. karton ciltli kitap.

paperbound

s. karton ciltli.

paperhanger

i. duvar kâğıdı yapıştıran kimse.

paperknife

i. kağıt açacağı.

paperweight

i. kâğıtların uçmasını önlemek için üzerine konan ağırlık.

paperwork

i. kırtasiyecilik.

papery

s. kağıt gibi, ince.

paphlagonia

i., tar. Kastamonu yöresinin eski ismi.

papiermache

i., Fr. karton piyer.

papilionaceous

s. kelebeğe benzer; bot. kelebek şeklinde çiçeği olan, kelebeksi.

papilla

i. (çoğ. -lae) meme; kabarcık; anat., zool. dil üzerinde bulunan kabarcık gibi şeylerden biri, mukoza uzantısı; bot. bitkilerin üzerinde bulunan kıl gibi kabarcık. papil papillary, papillose s. kabarcıkları olan; kabarcığa benzer.

papist

i., (aşağ) Katolik. papism i. Katoliklik. papistic(al) s. Katolik kilisesine veya ayinlerine ait. papistry i. Katolik mezhebi.

papoose

i. Kuzey Amerika kızılderililerinin çocuklarına verilen isim.

pappus

i., bot. komposit familyası bitkilerinin kaliksinde meydana gelen şemsiye biçimindeki kıllı uzuv, papus. pappose s. papuslu.

pappy

i., k.dili baba.

paprika

i. acısı az bir çeşit kırmızı biber.

papula

(çoğ. -lae), papule (çoğ. -s) i. kabarcık.

papyraceous

s. kağıdımsı, kağıt gibi ince.

papyrus

i. (çoğ. -ri) papirüs, Nil sahillerinde biten ve eski zamanlarda işlenerek kâğıt gibi kullanılan bir çeşit saz bot. Cyperus papyrus; bu sazdan yapılan kâğıt; papirüs üzerine yazılmışı yazı.

par

i. eşitlik, musavat; hisse senetleri ve kıymetli kağıtların itibari değerleri; golfta topun deliğe girebilmesi için gerekli vuruş sayısı. above par tic. itibari kıymetten daha yüksek. at par. başa baş. below par tic. itibari kıymetten düşük. par value itibari kıymet. on a par with eşit derecede veya kıymette. up to par itibari kıymetini bulmuş, yeterli, normal.

para-

(önek) yakın; ötesinde; ikinci derecede; benzer.

parable

i. içinde hakikat payı olan kısa alegorik hikâye; ifade edilmek istenileni benzetme veya kıyas yoluyle anlatan söz veya konuşma; mesel.

parabola

i., geom. parabol.

parabolic. -ical

s. benzetme veya kıyas yoluyle ifade edilen; geom. parabolik. parabolically z. benzetme veya kıyas yoluyle ifade ederek.

paraboloid

i., geom. parabolit.

parachute

i., f. paraşüt; f. paraşütle atlamak; paraşütle indirmek. parachutist i., ask. paraşütçü.

paraclete

i. şefaatçi; yardıma çağrılan kimse. the Paraclete Ruhulkudüs.

parade

i. gösteri, numayiş, alay, tören, geçit resmi; ask. yoklama için askerlerin sıra ile geçmesi; geçit resmi yapılan meydan; gezinti yapılan yer. parade ground tören meydanı. parade rest askerlerin rahat vaziyetinde kalmaları. make a parade of gösteriş yapmak. on parade sergi halinde, açıkta.

parade

f. gösteriş yapmak; tören için askeri sıraya dizmek; saflar halinde geçirmek; gösteriş yapmak için dolaşmak; kibirle göstermek; gösteri yaparak sokakları dolaşmak; yoklama veya talim için toplanmak.

paradigm

i. örnek, numune; gram çekim listesi.

paradise

i. cennet, Aden, cennet bahçesi; cennet gibi yer. fool's paradise boş emeller üzerine kurulmuş mutluluk.

paradox

i. paradoks, mantığa aykırı görünen fakat hakikatte doğru olabilen düşünce; birbirini tutmaz sözler; birbirine aykırı söz ve davranışlar; karakterinde birbirine aykırı hususlar olan kimse. paradox'ical s mantığa aykırı görünen. paradox'ically z. birbirine zıt olarak, aykırı düşerek.

paraffin

i., f. mum, parafin; f. parafin tatbik etmek. paraffin i., paraffin oil ing. gazyağı.

paragon

i. mükemmel olduğu kabul edilen örnek, numune; matb. yirmi puntoluk harf, irice bir çeşit harf.

paragraph

i., f. paragraf, bent, fıkra; paragraf işareti; f. yazıyı paragraflara ayırmak; bir paragrafta ifade etmek. paragraph'ic (aI) s. fıkra kabilinden. pa ragraphist i. fıkra yazarı.

paraguay

i. Paraguay.

parakeet

i. bir çeşit ufak papağan, muhabbetkuşu.

paraleipsis

i., kon. san. bir hususu ihmal eder gibi görünerek dikkati özellikle o nokta üzerine çekme.

parallax

i., astr. paralaks. parallac'tic s. paralaks bakımından, paralaks ile ilgili.

parallel

s., i. paralel, muvazi, koşut; aynı, benzer; aynı amaç veya sonuca yönelen i. birbirine paralel doğru veya düzeyler; benzerlik; nazire; coğr. paralel; ask. cephe hendeği; elek. paralel bağlantı. parallel with, parallel to paralel olarak. parallel bars barfiks. draw a parallel mukayese etmek, karşılaştırmak, kıyaslamak.

parallel

f. paralel olarak koymak; kıyaslamak, mukayese etmek; benzer olmak, müşabih olmak.

parallelepiped

i., geom. altı yüzü paralelkenar olan cisim, paralelyüz.

parallelism

i. paralel oluş, paralellik, muvazilik; benzerlik.

parallelogram

i., geom. paralelkenar, paralelogram.

paralogism

i. mantığa aykırı düşünüş, yanlış ifade olunan muhakeme.

paralysis

i., tıb. felç, inme, nüzul.

paralytic

s., i. inmeli, felçli, kötürüm; i. felçli kimse.

paralyze , ing -ise

f. felce uğratmak; kuvvetini kırmak, sakatlamak, tesirsiz hale getirmek.

paramagnetic

s. mıknatıs tarafından çekilme hassası olan, mıknatısla çekilebilen, paramagnetik. paramag'netism i. paramagnetizm.

paramaribo

i. Paramaribo, Surinam'ın başkenti.

paramatta

i. pamuk ve yünden yapılmış ince elbiselik kumaş.

paramecium

i. (çoğ. -cia) zool. paramisyum.

parameter

i., mat. parametre.

paramilitary

s. askeri niteliği olan fakat orduya bağlı olmayan (kuruluş, örgüt).

paramnesia

i. tıb. paramnezi; psik. görmüşlük duygusu.

paramount

s. âlâ, fevkalade, üstün, faik: rütbece üstün olan.

paramour

i. aşık, sevgili, metres, gayri meşru karı ve koca.

paranoia

i., tıb. paranoya, delilik. paranoiac s., i., tıb. paranoya ile ilgili; i. paranoik hasta; evhamlı deli. par'anoid s. paranoya ile ilgili.

paranymph

i. sağdıç.

parapet

i. siper, istihkam siperi;dam kenarındaki alçak duvar korkuluk duvarı. parapeted s. korkuluk duvarı olan.

paraph

i. imzayı takip eden çizgi.

paraphernalia

i., çoğ. zata mahsus eşya; teçhizat; huk. evli kadının şahsi malları.

paraphrase

i., f. açıklama, şerh, tefsir, izah; başka kelimelerle izah etme; f. açıklamak, tefsir etmek, şerh ve izah etmek.

paraphrastic ,-tical

s. açıklayıcı, şerh kabilinden. paraphrastically z. açıklayarak, şerh mahiyetinde.

paraplegia

i., tıb. belden aşağısnın felce uğraması, yarım felç.

parapsychology

i. parapsikoloji, telepati gibi tabiatustü ruh kuvvetlerini inceleyen araştırma dalı.

parasang

i. fersah.

paraselene

i. ay halesinin içinde bazen görülen parlak nokta, yalancı ay.

parasite

i. asalak, parazit, tufeyli. parasitic(al) s. parazit, asalak. parasitically z. parazit olarak. parasit'icide i. parazitleri öldüren şey. parasitism i. parazitlik, asalaklık; tıb. vücutta parazitlerden ileri gelen hastalık. parasitol'ogy i. parazit ilmi.

parasol

i. güneş şemsiyesi, güneşlik.

parasympathetic

s. otonom sinir sistemine ait, parasempatik.

parasyphilis

i., tıb. frengi hastalığını takibeden marazi durum.

parataxis

i., gram aralarında bağlaç olmayan yan yana sıralanmış kelime veya cümle düzeni. paratactic s. aralarında bağlaç olmadan sıralama kabilinden, böyle sıralanmış.

parathyroid glands

paratiroid bezleri.

paratroops

i., çoğ., ask. paraşütçü kıtası. paratrooper i. paraşütçü asker.

paratyphoid

i. paratifo.

paravane

i. paravan, gemi pruvasının iki tarafına takılıp mayınlara karşı kullanılan torpil şeklinde cihaz.

parboil

f. yarı kaynatmak.

parbuckle

i., f. fıçıyı araba veya gemiye yüklemeye mahsus halat; f. bocurgat halatı ile yüklemek.

parcel

i., f., s., z. paket bohça, çıkın; miktar, takım; huk. parça, kısım, parsel; f. kısım veya hisselere ayırmak; paket yapmak;den. halat üzerini katranlı bezle örtmek; s., z. kısmen. parcel post paket postası.

parcenary

i., huk. müşterek varislik, ortak malsahipliği. parcener i. müşterek vâris.

parch

f. kavurmak, kavurup kurutmak, yakmak; aşırı sıcaktan kavrulmak, çok kurumak. parchedness i. kavrulmuşluk.

parchment

i. parşömen tirşe; parşomen kâğıdı; parşömen üzerine yazılmış yazı.

pardner

i., A.B.D., leh. arkadaş.

pardon

f., i. affetmek, suçunu bağışlamak; i. af suçunu bağışlama, mağfiret; günah çıkarma; afname. I beg your pardon Affedersiniz. Pardon me Pardon. pardonable s. affolunabilir. pardoner i., tar. Katolik kilisesinde günahların affını satmaya yetkili olan kimse; affeden kimse.

pare

f. kabuğunu soymak; yavaş yavaş eksilmek. pare off, pare away yontmak.

paregoric

i. kâfurlu afyon tentürü.

parenchyma

i., bot. parankima yemişlerde ve taze dal ile yapraklarda lifli kısımların arasını dolduran hücresel doku; anat., zool. parankima, özekdoku.

parent

i. anne veya baba; ata, cet; sebep olan şey, kaynak, memba; koruyucu kimse, hami olan kimse; çoğ. ana baba, ebeveyn. parent teachers' association okul aile birliği. parentage i. analık ve baballk hali; soy, nesep nesil. parental s. ana babaya ait. parentally z. ana babaya yakışır şekilde. parenthood i. analık veya babalık hali.

parenthesis

i. (çoğ. -ses) parantez, ayraç; cümle yapısı yönünden konuyla ilişkisi olmayan söz ara cümle parantez cümlesi; parantez işareti, ( ); aradaki olay; fasıla, aralık. put in parentheses parantez içine almak. parenthesize f. parantez içine almak. parenthet'ic(al) s. parantez kabilinden; ara olay gibi. parenthetically z. parantez olarak.

paresis

i., tıb. hafif felç, parezi; frenginin sebep olduğu felç ve akıl hastalığı.

parexcellence

Fr. başlıca, belli başlı, fevkalade, mükemmel.

parget

f., i. sıvamak, sıva ile süslemek; i. alçıtaşı; sıva, baca sıvası; sıva süsü.

parhelion

i. (çoğ. -lia) meteor yalancı güneş, güneş halesindeki parlak leke.

pari passu

Lat. eşit adımlarla, aynı hızla.

pariah

i. parya; en aşağı tabakadan biri; toplum dışı bırakılmış kimse. pariah dog Asya ve Afrika'da yaşayıp leşle beslenen adi sokak köpeği.

parian

s., i. Paros Adasına ait; en iyi cins beyaz porselenle ilgili; i. en iyi cins beyaz porselen; Paros'lu kimse. Parian marble Paros Adasında çıkan güzel beyaz mermer.

paries

çoğ. parietes i. biyol. çeper, cidar, duvar.

parietal

s. anat., zool. parietal herhangi bir organın duvarlarına ait; bot. çepersel, bilhassa yumurtalık çeperine ait; A.B.D. üniversite sınırları içinde oturma veya idareye ait. parietal bones biyol. kafatasnın yan kemiği; çeper kemiği. parietal lobe çeper lobu, beynin yan çıkıntılarından biri.

parimutuel

i. at yanşlarında kaybedenlerin paralarının kazananlara dağıtıldığı bir çeşit müşterek bahis.

paring

i. kabuğunu soyma; soyulmuş kabuk parçası. paring knife patates soyacak bıçak paring machine kabuk soyma makinası.

paris

i. Paris sehri; Truva kralı Priam'ın oğlu. Paris blue koyu mavi; mavi boya. Paris green arsenikli olup böcek öldüren açık yeşil boya. Paris white kap parlatmak için kullanılan bir çeşit tebeşir tozu. plaster of Paris alcı Parisian s., i. Paris'e ait; i. Parisli kimse.

parish

i. bir papazın idaresindeki mıntıka; ing. kaymakamlığa benzer bir idari bölge; bir kiliseye mensup olan cemaat. parish clerk kilise katibi; papaz muavini. parish school kilise okulu. on the parish kilise yardımıyle geçinen. parish'ioner i. bir kilise cemiyetinin üyesi.

parity

i. eşitlik, müsavat; tam benzerlik; tic. fiyat birliği. parity price endeks rakamına göre tayin edilen fiyat seviyesi.

park

i., f. park, umumi bahçe; ask. ordu mühimmatının biriktirildiği yer; lunapark; vahşi hayvanlar için çitle ayrılmış geniş saha; f. arabayı park etmek: A.B.D., (argo) koymak; bir araya biriktirmek; park içine koymak. parking lot araba park yeri. parking meter araba park yerlerinde para toplayan sayaç.

parka

i. parka; Eskimoların giydiği kürk ceket.

parkinson'sdisease , parkinsonism

i. ellerin titremesi ve yüz kasla rındaki kontrolün kaybolması ile belirlenen sinir hastalığı.

parkway

i. ekspres yol.

parl

kıs. parliament parliamentary.

parlance

i. konuşma tarzı; tabir.

parlay

f., A.B.D. kazanılan parayı bir sonraki yarışa yatırmak.

parley

i., f. toplantı, tartışma, münakaşa, mükâleme; f. ateşkes devresinde düşman ile barış görüşmeleri yapmak; özellikle düşmanla müzakere etmek.

parliament

i. Parlamento; ingiltere Millet Meclisi; k.h. resmi meclis. parliamentar'ian i. parlamento usullerini bilen kimse, parlamenter. parliamen'tary s. parlamentoya ait. parliamentary procedure parlamento usulleri.

parlor , ing -our

i. oturma odası, salon; bir otelde umumi salon. parlor car rahat koltuklarla döşenmiş vagon.

parlous

s., z., (eski) tehlikeli; zor, müşkül; çok zeki açıkgöz, kurnaz, becerikli; müthiş, hayret verici; z. fazlasıyle, aşırı derecede.

parmesan

s. italya'da Parma şehrine ait. Parmesan cheese parmıcan peyniri.

parnassus

i. Orta Yunanistan'da dokuz güzel sanat tanrıçasının meskeni olan Parnas dağı. Parnassian s., i. Parnas dağına ait; i. Parnasyen şair, 19. yüzyıl ortalanna ait Fransız şiir ekollerinden birine mensup şair.

parochial

s. bir kilise cemaatine ait; dar fikirli, mahdut görüşlü. parochially z. dar fikirle, mahdut görüşle.

parody

i., f. edebi bir eserin gülünç şekilde taklidi hezel; beceriksizce taklit; müz. bir parçanın gülünç şekilde taklidi; f. gülünç bir taklit eseri yazmak. parodist i. hezel yazan kimse.

parol

i., s., huk. davada müdafaa veya itham yollu söz; s. sözlü, şifahı.

parole

i., f. şartlı olarak mahkumun tahliyesi; vait, söz verme; özellikle esir düşen askerin veya bir mahpusun kaçmayacağına dair verdiği söz; şeref sözü; ask. muhafızlara veya nöbetçilere verilen günlük parola; f. mahkumu şartlı olarak serbest bırakmak. on parole şeref sözü vermesi üzerine (serbest bırakmak).

paronomasia

i. kelime oyunu.

paronym

i. aynı kökten gelen kelime.

parotid

s., i., anat. kulakaltı tükürük bezleri ile ilgili, bu bezlerin etrafında bulunan; i. kulakaltı tükürük bezleri.

paroxysm

i., tıb. şiddetli ve ani nöbet; feveran, galeyan, ani boşalma . paroxymal s. şiddetli nöbetle ilgili; galeyana gelme ile ilgili.

parquet

i., f. parke, parke döşeme; tiyatroda orkestranın bulunduğu kısım ile. parter arasındaki yer; f. parke döşemek. parquetry i parke.

parricide

i. kendi ana veya babasını öldürme; kendi ana veya babasını öldüren kimse. parrici'dal s. ana veya baba katline ait.

parrot

i., f. papağan; dudu kuşu; başkalarının söz ve davranışlarını düşünmeden taklit eden veya tekrarlayan kimse; f. papağan gibi tekrarlamak veya tekrarlatmak.

parry

f., i. bertaraf etmek (darbe); kaçamak cevap vermek; i. bertaraf etme, darbeyi savma; kaçamak cevap.

parse

f., gram. bir cümle veya kelimeyi gramer aşısından incelemek.

parsec

i., astr. bir uzunluk ölçüsü 3,26 ışık yılı.

parsi , parsee

i. iran'dan Hindistan'a hicret etmiş olan Zerdüştlerden biri. Parseeism i. bu Zerdüştlerin dinsel inanç ve gelenekleri.

parsimonious

s cimri, pinti, aşırı hasis.

parsimony

i. hasislik, pintilik, cimrilik, tamahkarlık.

parsley

i. maydanoz, bot. Petroselinum crispum cow parsley, wild parsley yaban maydanozu, bot. Anthriscus sylvestris. fool's parsley küçük baldıran, bot. Aethusa mountain. parsley dağ kerevizi, bot. Petroselinum oreoselinum.

parsnip

i. yabani havuç, kara kavza, bot. Pastinaca sativa. water parsnip su kerevizi, bot. Sium latifolium.

parson

i. vaiz rahip parson's nose k.dili tavuk gerisi.

parsonage

i. papaz evi.

part

kıs. participle, particular.

part

i., z. parça, kısım, cüz; birbirine eşit olan kısımlardan her biri; uzuv; mat. fasıl; hisse, pay; rol; görev; müz. fasıl, parti, belirli bir salgı veya sese mahsus kısım; semt, taraf; saçların ayrıldığı yer; z. kısmen .part and parcel esas kısım. part müsic müz. birkaç ses veya çalgı için yazılmış parça. part owner hissedar. part singing birkaç sesle şarkı söyleme. part writing müz. kontrpuan. parts of speech sözbölükleri. aliquot part mat. tam bölen. a person of part kabiliyetli kimse, çok cepheli adam. component parts bir bütünü meydana getiren kısımlar. for my part bana kalırsa, benim fikrimce, bence. foreign parts dış ülkeler, yabancı memleketler. for the most part çoğunlukla, ekseriya, esas itibariyle. in part kısmen; bazı hususlarda. in good part tatlılıkla, gönül hoşluğuyle. in parts parça parça, kısım kısım. on the part of tarafından. play a part bir rolü oynamak. spare parts yedek parçalar. take part in katılmak, iştirak etmek. take the part of birinden yana çıkmak, bir kimsenin tarafını tutmak; rolünü almak. the greater part çoğunluk, ekseriyet. the outer part dış kısımlar. the privy parts edep yerleri.

part

f. kısımlara ayırmak, taksim etmek; ayırmak, bölme ile ayırmak; bölmek; ayrılmak; parçalanmak, taksim olunmak; ayrılıp gitmek, uzaklaşmak. part company birbirinden ayrılmak, ilişkisini kesmek. part from -den ayrılmak. part with bırakmak. Let us part friends Dost olarak ayrılalım Dost kalalım.

part time

s. günün bir kısmında olan veya yapılan, part taym: part time work, part time student.

partake

f. (took, taken) katılmak, iştirak etmek; hissedar olmak, paylaşmak .partake of iştirak etmek (yemeğe); çeşnisi olmak; mahiyetinde olmak.

parted

s. ayrılmış; bot. hemen hemen dibine kadar ayrılmış (yaprak) (eski) ölmüş.

parterre

i. muntazam tarhlara bölünmüş çiçek bahçesi; (tiyatro) parter.

parthenogenesis

i., biyol. kendiliğinden. üreme, cinsi munasebet olmadan vaki olan doğum, partenogenez.

parthenon

i. Partenon.

parthian

s., i. Partiya'ya veya Partlılara ait; i. Part'lı kimse, Part. Parthian shot Partların kaçarken attıklan ok gibi ayrılırken söylenen keskin söz.

partial

s. kısma ait, kısm?; kısmen etkili olan; cuzi, genel olmayan; taraf tutan, tarafgir; meyilli. partial eclipse astr. kısmen tutulma. partially z. kısmen; tarafgirlikle, bir tarafı tutarak.

partiality

i. bir tarafı tutma, tarafgirlik; tarafgirlikten ileri gelen haksızlık; yeğleme; özel sevgi.

particepscriminis

Lat., huk. suç ortağı.

participant

i. iştirakçi; s. paylaşan, katılan.

participant

i. s. katılan kimse.

participate

f. katılmak, iştirak etmek, hissedar olmak, ortak olmak, pay almak. participate with a person in a thing bir kimse ile bir şeye iştirak etmek. participa'tion i katılma, iştirak; ortaklık.

participle

i., gram. ortaç sıfat-fiil. present participle -en yapılı ortaç. part participle -miş yapılı ortaç. participial s. ortaç kabilinden.

particle

i. cüz, zerre, tanecik, atom; gram. edat, ek, takı.

particolored

s. rengârenk, alaca, iki veya daha fazla rengi olan.

particular

s., i. belirli, muayyen, özel, hususi, has, mahsus; her bir; zata mahsus, şahsi; dikkate lâyık; titiz, meraklı, dikkatli; ayrıntılı, teferruatlı, etraflı; huk. ferdi, mahalli, kısmi;i. madde, tafsilâtın bir maddesi, husus; çoğ. ayrıntılar, tafsilât. in particular özellikle, bilhassa. particular'ity i. hususiyet; husus; titizlik. particularly z. özellikle, bilhassa, hususi surette; ayrıntılı olarak.

particularism

i. bir kimsenin kendisini belirli fikir veya partiye adaması.

particularize

f. ayrı ayrı söylemek veya göz önünde bulundurmak; ayrıntıları ile anlatmak, isim zikretmek, şahıslar üzerinde durmak. particularization i. ayrı ayrı mütalaa etme; isim zikretme.

parting

i., s. ayrılma; veda etme; ayrılma yeri; ayıran sey, bölünme çizgisi; (eski) ölüm; s. ayrılırken yapılan; ayıran; bölen. partina shot bak. Parthian shot.

partisan , partizan

i., s. partizan, taraftar; ask. gerillacı, çeteci; s. partizanla ilgili. partisanship, partizanship i. partizanlık, taraftarlık.

partition

i., f. taksim; bölme, duvar, tahta perde; kısımlara ayırma veya ayrılma; huk. bir malın müşterek sahipleri arasında taksimi; kısım, parça; f. parça veya hisselere ayırmak; duvar ile bölmek.

partitive

s., i. kısımlara ayıran; gram. bir bütünün parçasını belirten (kelime).

partly

z. kısmen, kısmi, bir dereceye kadar.

partner

i., f. ortak, şerik, arkadaş; karı veya koca; eş; dans arkadaşı; f. ortak etmek veya olmak; ortağı gibi davranmak. partnership i. ortaklık, şirket.

partridge

i. keklik, zool. Perdi perdix; kekliğe benzer birkaç çeşit kuş. gray partridge sil, keklik, zool. Perdix perdix. redlegged partridge kına keklik, kızıl keklik, zool. Alectoris rufa. rock partridge kınalı keklik, kırmızı keklik, zool. Alectoris graeca. partridgeberry i. keklik üzümü, bot. Mitchella repens. partridge wood doğramacılıkta kullanılan çizgili ve çok sert bir seşit kereste.

parturient

s. doğurmak üzere olan; bir fikir veya plan meydana getirmek üzere olan.

parturition

i. doğurma, doğum.

party

i. parti, ziyafet, toplantı, eğlence; siyasal parti; kurum, cemiyet; ask. birlik; huk. taraf; kontratı akdeden taraflardan her biri; iştirakçi; k.dili şahıs. party line birkaç abonenin birden. bağlandığı telefon hattı; komşu mülkleri birbirinden ayıran hudut çizgisi; parti siyaseti. party wall huk. ortak duvar.

parvenu

i. sonradan görme kimse yeni zengin olmuş kimse, hacı ağa.

parvis

i. katedral veya kilise önündeki avlu; kilise önünde bulunan sütunlar veya kemer altı.

pas

i., Fr. dansta adım veya figür; dans; ileri geçme hakkı.

paschal

s. Musevilerin Fısıh bayramına ait; paskalyaya ait.

pasha , pacha

i. paşa. pashalik, pashalic i. paşalık.

pasqueflower

i. rüzgâr çiçeği, bot. Anemone pulsatilla.

pasquinade

i., f. herkesin görebileceği bir yere yapıştırılmış hakaretli hicviye; f. hakkında hakaretli hiciv yazmak.

pass

i. geçiş, geçme; paso, şebeke; sınavda geçme; boğaz, geçit, dar yol; ask. hatlardan geçme izni; hal, durum; meç hamlesi; hokkabazların kaybetme oyunu; top oyunlarında topu elden ele geçirme, pas. free pass ücretsiz giriş sağlayan paso. bring to pass sonuçlandırmak. come to pass olmak, meydana gelmek. hold the pass geçidi tutmak. make a pass vurmaya çaşışmak; (argo) çalım atmak.

pass

f. üstünden, içinden veya yanından geçmek; geçirmek; gezdirmek, dolaştırmak; geçirmek (zaman); söz vermek; huk. hüküm vermek, intikal etmek, karar vermek; beyan etmek, söylemek (fikir); ileri gitmek, aşmak; boşaltmak, tahliye etmek; kabul ve tasdik etmek veya ettirmek; sınavda geçmek; ihmal etmek; spor pas vermek; paylaşmak; geçmek, mürur etmek (zaman); halden hale girmek; vaki olmak; elden ele dolaşmak, tedavül etmek; sürmek (para); kabul olunmak; başarmak, muvaffak olmak; bitmek, sona ermek; engelle karşılaşmamak; boşaltmak, akıtmak; briç pas'' demek; sırasını atlatmak; hamle yapmak (eskrimde); devretmek. pass a dividend kâr hisselerini ödememek. pass away ölmek; sona ermek. pass beyond geçmek, üstün olmak. pass by yanından geçmek, geçip gitmek. pass for diye geçinmek. pass muster yoklamayı atlatmak; yeterli olmak, geçmek. pass off sona ermek; geçirmek, sürmek (sahte para); geçmek; ...diye geçinmek, kendini ...diye satmak. pass on gecikmeyip gitmek; ileri gitmek; ölmek; geçirmek, başkasına vermek. pass out dışarı çıkmak: k.dili bayılmak, kendinden geçmek. pass over atlayıp geçmek, üstünden geçmek; öbür tarafa geçmek; ihmal etmek, görmemek; göz yummak. pass the buck sorumluluğu başkasının üzerine atmak. pass the hat yardım toplamak. pass the time of day selâmlaşmak. pass through içinden geçmek; nufuz etmek. pass up k.dili yararlanmamak, istifade etmemek, fırsatı kaçırmak. pass upon karar vermek.

pass

kıs. passive.

passable

s. geçirilebilir, geçer; kabul edilir, geçerli, muteber; fena olmayan; içinden geçilebilir. passably z geçerli olarak.

passacaglia

i. (eski) bir ispanyol dansı; bu dansın müziği.

passage

i. geçme, gitme; yol, tarik; boğaz, geçit; pasaj; yolculuk, seyahat; geçiş hakkı, müruriye; koridor, dehliz; bent, parça, paragraf, fıkra; bir tasarının kabul edilip yürürlüğe girmesi; bağırsakların işlemesi. passage money navlun, yol parası. passage way i. pasaj, geçit. a stormy passage fırtınalı deniz yolculuğu. bird of passage göçmen kuş; göçebe kimse.

passbook

i. hesap cüzdanı.

passe

s. geçmiş, eski; geçkin, modası geçmiş.

passementerie

i. sırma, dantela, boncuk gibi elbise süsü.

passenger

i. yolcu, seyyah gezmen. passengermile i. yolcu başına bir mil hesabı ile yapılan mesafe ölçüsü. passenger pigeon nesli tükenmiş bir yaban güvercini.

passepartout

Fr. bantla çerçevelenmiş camlı resim; bir binadaki bütün kilitleri açan anahtar ana anahtar.

passer-by

i. (çoğ. passers-by) yoldan gelip geçen kimse.

passerine

i., s., zool. tüneyen ötücü kuş; serçegillerden herhangi bir kuş; s. tüneyen ötücü kuşlar takımına ait; serçe gibi.

passfail

s. ancak geçti ve geçmedi diye değerlendirme yapan karne sistemi.

passible

s. hassas, duygulu, kolay müteessir olur. passibil'ity i. hassasiyet.

passim

z. (kitapta) çeşitli yerlerde.

passing

s., i. geçen, geçici; çabuk geçen (zaman); rasgele olan; i. gitme, göçme, ölme; geçit; intikal. passing grade geçer not. passing tone müz. ahenkli olmayıp iki nota arasında geçiş olan nota. in passing geçerken; tesadüfen.

passion

i. kuvvetli his, hırs; tutku, ihtiras, aşk; hiddet, öfke; ıstırap, elem; özlem, iştiyak; aşırı heves; delilik; b.h. Hazreti isa'nın çarmıha gerilmesinde çektiği ıstırap. passion flower çarkıfelek çiçeği, bot. Passiflora Passion Music Hazreti isa'nın çarmıha gerilmesini canlandıran müzik parçası. Passion Play Hazreti isa'nın çarmıha gerilmesini canlandıran piyes. Passion Sunday paskalyadan iki hafta önceki pazar günü. Passion Week paskalyadan bir önceki hafta. passioned s. hırslı, hiddetli. passionless s. soğukkanlı, hislerine hâkim, heyecansız.

passionate

s. aşırı tutkuları olan; çabuk öfkelenen, hiddetli; heyecanlı, hararetli, ateşli, şiddetli; şiddetle aşık. passionately z. tutkuyla; hararetle, ateşli olarak. passionateness i. ihtiraslı oluş, ateşli oluş.

passive

s., i. pasif, eylemsiz, faaliyeti olmayan, dış etkiler karşısında hareketsiz kalan; gram. edilgen, meful, meçhul; ikt. faizsiz; dayanıklı, uysal; tıb. atıl; i., gram. edilgen fiil. passive commerce tic. ihraç mallarını yabancı gemilerle nakletmek suretiyle yapılan ticaret. passive obedience inanç veya prensiplere aykırı olsa da tam itaat. passive resistance pasif mukavemet, eylemsiz direniş. passively z. pasif olarak. passiveness i. pasif oluş passiv'ity i. dış etkiler karşısında hareketsizlik; boyun eğme; dirençsizlik.

passkey

i. kapı anahtarı; bir binanın bütün kapılarını açan anahtar, ana anahtar.

passover

i. Musevilerin Fısıh bayramı; Fısıh bayramında kurban olarak kesilen kuzu.

passport

i. pasaport; bir memleketin karasularına girmek veya çıkmak için bir gemiye verilen izin kâğıdı; giriş vesilesi.

password

i. parola.

past

s., i., z., (edat) geçmiş, geçen, olmuş, sabık; i. geçmiş zaman, eski zaman; bir kimsenin geçmişi; fiilin geçmiş zaman kipi; z. geçecek şekilde; (edat) -den daha ötede veya öteye; ötesinde. past master mason locasının eski reisi; usta adam, mesleğini iyi bilen kimse. ten past three üçü on geçe. He is past hope ümitsiz durumda.

pasta

i. makarna.

paste

i., f. kola; hamur; macun; lapa; çömlekçi çamuru; elmas taklidi cam; f. kola ile yapıştırmak; üstüne yapıştırmak; (argo) yumruk atmak.

pasteboard

i., s. mukavva; hamur tahtası; (argo) kartvizit, iskambil kâğıdı; s. mukavvadan yapılmış; dayanıksız.

pastel

i. pastel kalemi; pastel ile yapılmış resim; fantezi hikâye, zarif ve hayal mahsulü yazı; pastel renk.

pastern

i atın ayağına bukağı takılan yer, bukağılık.

pasteurism

i. özellikle kuduz hastalığını Pasteurun keşfettiği usule göre bir seri iğneyle tedavi.

pasteurization

i. pastorize etme.

pasteurize

f. pastörize etmek. pasteurizer i. pastörize makinası.

pastiche

i. muhtelif eserleri taklit edip hicvederek yapılan müzik parçası veya resim.

pastil , pastille

i., tıb. pastil; bir çeşit şekerleme.

pastime

i. eğlence .

pastor

i. papaz. pastorate i. papazlık.

pastoral

s., i. çobanlara ve kırlara ait: papazlığa ait; i. köy veya çobanların hayatını tasvir eden şiir veya resim, pastoral şiir ve resim.

pastorale

i köy hayatım tasvir eden şarkl, parça veya piyes

pastrami

i. sığır pastırması.

pastry

i. hamur işi, pasta. pastry cook hamur işi aşçısı.

pasture

i., f. çayır, otlak, mera; f. çayırda otlamak veya otlatmak. pasturage i. otlak. put out to pasture emekliye ayırmak.

pasty

i. etli börek.

pasty

s. hamur gibi, macun kıvamında; solgun. pastyfaced s. uçuk benizli.

pat

s., z. tamamen uygun; basmakalıp; yeterli; z. değişmez bir şekilde; kusursuz olarak. patly z. uygun olarak; basmakalıp bir şekilde. patness i. vaktinde oluş, uygunluk.

pat

f. (-ted, -ting) i. el ile veya yassı bir şey ile hafifçe vurmak; ayağı hafif hafif yere vurmak; hafif adımlarla koşmak; i. fiske, hafif vuruş; yalın ayağın çıkardığı ses; ufak kalıp (tereyağı). pat on the back tebrik etmek.

patagium

i. (çoğ. -gia) zool. yarasa veya uçan sincabın kanat zarı; kuş kanadının zarı.

patch

i., f. yama; parça; eski zamanda kadınların süs olarak yüzlerine yapıştırdıkları ufak siyah ipek parçası; yapıştırma ben, leke; arazi parçası; f. yamalamak, yama vurmak; uzlaşmak. patch cord bağlama teli. patch panel bak. patch board. patch together, patch up acele ve kabaca düzeltmek, hale yola koymak, tamir etmek .patchedup s. derme çatma; uzlaşmalı.

patchboard

i., (kompütör) bağlama panosu.

patchwork

i. kumaş artıklarından dikilmiş yorgan; uydurma iş; yama işi.

patchy

s. yamalı; derme çatma yapılmış; huysuz; bozuk düzen, karman çorman.

patd

kıs. patented.

pate

i., Fr. börek, talaş kebabı gibi içinde tavuk veya et bulunan börek. pate de foiegras kaz ciğeri ezmesi, pate.

pate

i., (alay) baş, kafa; beyin, akıl.

patella

i., anat. diz kapağı; eski Roma'da ufak sahan veya herhangi bir yayvan kap.

patency

i. aşikarlık; tıb. açıklık, büyümüşlük.

patent

s. herkes tarafından anlaşılabilir, herkese açık, aşikar; tıb. açık.

patent

i., f. patent, imtiyaz, ihtira beratı; imtiyazlı ihtira; arazi için verilen imtiyaz; imtiyazlı arazi; f. patent almak; imtiyazla temin etmek, imtiyazım vermek veya almak. patent rights patent hakkı.

patent

s. patenti olan, patent hakkından yararlanan; imtiyazlı. patent leather rugan (deri). patent medicine mustahzar, hazır ilaç; kocakarı ilâcı. patently z. açıkça, aşikar olarak.

pater

i., ing., k.dili peder, baba.

paterfamilias

i. evin erkeği, aile reisi.

paternal

s. babaya ait, babaya mahsus, babaya yakışır; baba tarafından olan; babadan kalma. paternally z. babaca, baba gibi, pederane.

paternalism

i. (bir memleket, iş yeri, toplumu) pederane bir şekilde idare etme.

paternity

i. babalık sıfatı, bir çocuğun babası olma; baba tarafı; kaynak; yazı sahibi.

paternoster

i., Lat. Hazreti isanın öğrettiği Rabbin duası; tespih; tılsım olarak okunan herhangi bir dua.

path

i. yol, yaya yolu, patika, tarik; bir konuda takip edilen yol, hayat yolu. the beaten path herkesin geçtiği yol, işlek yol.

path

kıs. pathological, pathology.

pathetic

s. acıklı, dokunaklı, etkileyici, tesirli, heyecan verici. pathetically z. dokunaklı veya etkileyici bir surette; heyecanlandırarak.

pathfinder

i. yol açan kimse, kaşif.

pathogen

i., tıb. hastalığa sebebiyet veren mikrop veya virüs.

pathology

i. patoloji, hastalıklar bilimi; bir hastalığın seyri. pathologist i. patolog, hastalıklar bilimi uzmanı. pathological s. patolojik. patholog'ically z. patolojik olarak.

pathos

i. merhamet ve sempati gibi his uyandırma gücü veya yeteneği.

pathway

i. yayalara mahsus yol, patika.

patience

i. sabır, tahammül, sebat, dayanma; informal. dişini sıkma; ing. tek kişi tarafından oynanan bir iskambil oyunu, bot. patience dock labada (Rumex patientia), Karabuğdaygiller familyasından, dere kenarı veya sulak çayırlarda kendiliğinden yetişen bir bitki türüdür.

patient

s., i. sabırlı, dayanıklı, mütehammil; azimli, sebatkâr; i. tedavi altında bulunan hasta. patiently z. sabırla, tahammülle.

patina

i. (çoğ. -nae) tunç veya bakır eşya üzerinde hâsıl olan yeşil küf; zamanla ve kullanma dolayısıyle görünüşü güzelleşen herhangi bir yüzey.

patio

i. evlerde üstü açık iç veya yan avlu, teras, veranda.

patois

i. bir bölgeye mahsus agzı; bozuk dil.

patriarch

i. bir aile veya kabilenin ilk atası, cet, ata; yaşlı ve hürmete layık adam; b.h. patrik. patriar'chal s. patriğe ait; hürmete lâyık. patriarchate i. patriklik; ataerki, pederşahilik.

patrician

s., i. asilzadelere ait; i. asilzade, eski Roma'da soylular sınıfına mensup kişi.

patricide

i. babayı öldürme; baba katili.

patrimony

i. babadan intikal eden miras; kilise vakfı patrimo'nial s. bu yolla intikal eden miras kabilinden.

patriot

i. vatanperver kimse, yurtsever kimse. patriot'ic s. yurtsever, vatanperver. patriot'ically z. vatanperverane. patriotism i. vatanperverlik, yurt sevgisi.

patristic, -ical

s. (eski) kilise ileri gelenlerine veya onların yazdıklarına ait.

patrol

i., f. (-led, -ling) karakol, askeri devriye; ileri karakol, keşif kolu; devriye gezme: f. devriye gezmek. patrolman i. polis, devriye polis. patrol wagon tutukluları karakola götürmeye mahsus polis arabası.

patron

i. hami, veli; patron, efendi; daimi müşteri; sanatkar himaye eden kimse. patron saint bir kimse veya meslek veya kurumu himaye ettiği farzolunan aziz, koruyucu melek olduğu kabul edilen aziz. patronage i. hamilik, himaye, koruma, yardım; birisini göreve atama hakkı; müşteriler, müşteri oluş; hor görme. patronize f. himaye etmek, korumak; büyüklük taslamak, hor görmek; müşterisi olmak.

patronymic

s., i. baba veya soy ismine ait; i. şahıs isminden yapılan soyadı Peterson.

patsy

i., (argo) avanak kimse; kadınsı erkek.

patten

i. nalın, takunya.

patter

f., i. yağmur gibi pıtır pıtır ses çıkarmak, pıtırdamak; kısa ve süratli adımlarla yürümek; i. pıtrırtı, ses.

patter

f., i. çabuk çabuk konuşmak; mırıldar gibi söylemek; i. bir komedyen veya sihirbazın kullandığı konuşma tarzı; çok çabuk söylenen şarkı.

pattern

i., f. örnek, numune, model, misal; kalıpla basılarak çıkarılan veya kalıp şeklinde olan model; şekillerin düzeni; şablon; A.B.D. bir elbiselik kumaş; kurşun saçmasının hedef üzerinde bıraktığı izler; f. bir örneği kopya etmek, modeline göre yapmak; şekillerle süslemek.

patty

i. yassı köfte; küçük börek. pattycake i. bebeklerin el çırpma oyunu. pattypan i. birkaç bölümü olan küçük börek tepsisi. patty shell içi sonradan doldurulacak pişmiş hamur veya tart.

patulous

s. açık, yayılmış; bot. yaygın.

paucity

i. azlık, nadir oluş, kıtlık, yetersizlik.

paulownia

i. mor çiçekli bir süs ağacı, bot. Paulownia.

paunch

i. karın, karın nahiyesi; göbek; iri karın; geviş getiren hayvanların işkembesi. paunch mat den. seren veya armayı aşınmadan koruyan alavere paleti.

pauper

i. fakir kimse, yoksul kimse; hükümetin beslediği fakir kimse. pauperism i. fakirlik, yoksulluk. pauperiza'tion i. fakirleştirip sadakaya muhtaç hale getirme. pauperize f. sadakaya muhtaç hale getirmek.

pause

i., f. durma; sekte, durgu; gram. durma işareti, nokta; fasıla, aralık; müz bir noktanın üzerine veya altına konan uzatma işareti; f. kısa bir zaman için durmak, duraklamak, olduğu yerde kalmak; tereddüt etmek, duraksamak.

pavane

i. 16. yüzyılda revaçta olan bir dans; bu dansın müziği.

pave

f. asfalt veya taş ile döşemek; düzeltmek. pave the way for herhangi bir şey için hazırlık yapmak.

pave

i., Fr. kaldırım; kıymetli taşları yüzük üzerine yan yana kakma.

pavement

i. yolu kaplayan suni yüzey veya maddeler, asfalt, beton, taş, çakıl; bu maddelerle döşenmiş yol.

pavilion

i., f. büyük çadır; çadır gibi şey; bir park veya bahçede bulunan kulübe, pavyon; köşk; hastanelerde asıl binadan ayrı pavyon; kulak kepçesi; kıymetli taşın alt kısmı; f. çadır veya pavyonda barındırmak; çadır gibi örtmek.

paving

i. yol döşeme; yol döşemede gerekli olan maddeler. paving stone kaldırım taşı

pavior,-ingiour

i. kaldırımcı.

pavonine

s. tavus kuşuna ait, tavuskuşuna benzer; tavus kuşu kuyruğunu andıran.

paw

i. hayvan pençesi; k.dili el, özellikle kaba el.

paw

f. pençe atmak; kabaca ellemek; ön ayak ile yeri eşelemek.

pawl

i., f. kastanyola, ırgat kastanyolası; f. kastanyola ile sıkıştırmak.

pawn

i. rehin, rehine; rehine koyma. in pawn rehinde pawn broker rehinle ödünç para veren kimse, tefeci. pawn shop tefeci dükkânı pawn ticket rehin senedi veya makbuzu.

pawn

f. rehine koymak; malını veya canını tehlikeye atmak.

pawn

i., satranç piyon, piyade, paytak; bir işe alet edilen fakat önemsenmeyen kimse.

pawnee

i., huk. rehinle ödünç para veren kimse.

pawner

i. mülkünü rehin eden kimse. pawpaw bak. papaw.

pax

i. barış. Pax vobiscum selâmün aleyküm.

pay

f., den. kaynamış katranla kalafat etmek.

pay

i. ödeme, tediye, verme; ödenen sey, ücret, maaş; bedel, karşılık; ceza veya mükâfat. pay dirt işletme zahmetine değer miktarda maden ihtiva eden toprak; herhangi kârlı bir şey. pay office vezne dairesi. pay phone umumi telefon. be in the pay of hizmetinde olmak, emrinde çalışmak. hit veya strike pay dirt başarılı olmak.

pay

f. (paid) ödemek, tediye etmek; karşılığını vermek; karlı olmak, yararlı olmak; etmek. pay as you go vakti geldiğinde derhal ödemek. pay a visit ziyaret etmek. pay in para yatırmak. pay off maaş vermek; öç almak, acısını çıkarmak; A.B.D., k.dili işe yaramak; A.B.D., (argo) rüşvet vermek. pay one's respects saygılarını sunmak. pay one's way masraflarını ödemek, borca girmemek. pay out ödemek; den. laçka etmek; kalama etmek (halat, zincir). pay the piper masrafı yüklenmek. pay through the nose fazlasıyle ödemek, burnundan fitil fitil gelmek. pay up borcunu ödemek.

payday

i. tediye günü, maaş veya ücretin verildiği gün.

payeble

s. ödenebilir; ödenmesi gereken, verilecek; karlı, kar sağlayan. pay able at sight görüldüğünde tediye olunur. payable on demand ibrazında tediye olunur. payable to bearer hamiline tediye olunur. payable to order emre tediye olunur.

payee

i. kendisine borç ödenen kimse, alacaklı kimse.

paylotld

i. bir taşıtın taşıdığı gelir getiren yük, bir roketin taşıdığı yük.

paymaster

i. maaş katibi; veznedar.

payment

i. ödeme, tediye; ücret, maaş; taksit.

paynim

i., (eski) kâfir veya putperest kimse; Hristiyan olmayan kimse.

payoff

i. ücret ödeme; k.dili ödül veya ceza; k.dili sonuç, netice, bir meselenin sonu; çıkış noktası; A.B.D., (argo) rüşvet.

payola

i., A.B.D., (argo) rüşvet.

payroll

i. maaş veya ücret bordrosu; maaşlann toplamı.

pazzaz

i., (argo) canlılık, cazibe.

pb

kıs. lead.

pc kıs.

percent, petty cash, post card.

pd

kıs. paid.

pea

i. (çoğ. -peas, -pease) bezelye, bot. Pisum sativum; bezelye türünden herhangi bir sebzenin içi, nohut, börülce; bezelye içi şeklinde herhangi bir şey. pea green bezelye yeşili, açık yeşil. pea soup bezelye çorbası; koyu sis. as like as two peas tıpkı birbirine benzer, bir elmanın iki yansı. blackeyed pea, cowpea i. börülce, bot. Vigna sinensis .everlasting pea kedi çanağı, bot. Lathyrus latifolius. green pea bezelye. sweet pea ıtırşahi, bot. Lathyrus odoratus.

peace

i. huzur, sükun, rahat; barış, hazar, sulh, selâmet; asayiş; sukunet; barış anlaşması; barışma, uzlaşma; iç huzuru. Peace be with you Selâmünaleyküm. peace offering barış ve uzlaşma gayesiyle verilen hediye. peace pipe dostluk ve banş çubuğu (Kızılderililerde). at peace barış halinde; huzur içinde, rahata kavuşmuş. hold one's peace susmak, bir şey söylememek. justice of the peace sulh hâkimi. keep the peace sulhu korumak. make peace with bir kimse ile barışmak.

peaceable

s. sulh taraftarı, barış sever; sakin. peaceableness i. barışseverlik. peaceably z. sulh ile, sükunetle. Peace Corps Barış Gönüllüleri.

peaceful

s. rahat, asude, sakin; mulâyim, yumuşak başlı, uysal. peacefully z. sükunetle, uysallıkla. peacefulness i. sükunet, uysallık.

peacekeeper

i. arabulucu kimse veya grup.

peacekeeping

i. ateşkesten sonra tarafların antlaşma koşullarına uymasını sağlama.

peacemaker

i. barıştırıcı kimse, uzlaştırıcı kimse.

peacetime

i. hazar, barış, sulh dönemi.

peach

i. şeftali: şeftali ağacı; şeftali rengi; (argo) çok güzel şey veya kimse, özellikle güzel kadın. peach blossom şeftali baharı; açık pembe renk. peach blow açık pembe porselen cilâsı. peach tree şeftali ağacı, bot. Prunus persica.

peach

f. (argo) ihbar etmek, ele vermek, haber vermek.

peachy

s. şeftali gibi; (eski), (argo) mükemmel, âlâ.

peacock

i., f. tavus, zool. Pavo cristatus; f. kurum satmak slang. kasılmak. pea cock blue tavusun boynunda olduğu gibi çok parlak mavi renk.

peafowl

i. tavus.

peahen

i. dişi tavus. pea jacket göğsü çift düğmeli kalın yünden kısa gemici ceketi.

peak

i. sivri tepe, dağ zirvesi, zirve; can alacak nokta, en mühim nokta, en başarılı zaman; den. gizin cundası, yelkenin çördek yakası; den. demirin tırnak ucu. peak load elek. en fazla tahmil miktarı. peaky s. sivri tepeli.

peak

f. eriyip zayıflamak.

peak

f., den. sırığın ucunu serene yaklaşacak vaziyette dik durdurmak.

peaked

s. zayıf düşmüş, bitkin halde. peakedness i. bitkinlik, zafiyet.

peal

i., f. birkaç çanın bir arada veya birbiri arkasından çalınması; birkaç çandan ibaret takım; yüksek ve devamlı ses; top veya gök gürlemesi gibi ses; f. ses vermek, (çan) çalınmak.

peanut

i. Amerikan fıstığı yerfıstığı, bot. Arachis hypogaea; k.dili önemsiz kimse; çoğ., A.B.D., (argo) önemsiz miktarda para. peanut brittle yerfıstığından yapılan sert bir şekerleme. peanut butter çekilmiş fıstıktan yapılmış tuzlu ezme. peanut gallery k.dili sinemada en arka balkon. peanut oil yerfıstığından çıkarılan yağ.

pear

i. armut; armut ağacı, bot. Pyrus communis. wild pear ahlat.

pearl

i. inci; inci gibi şey; inci rengi; sedef; matb. beş puntoluk harf. pearl barley kabuğu soyulmuş ve yuvarlak hale getirilmiş arpa. pearl diver, pearler i. inci avcısı. pearl fish incibalığı, zool. Alburnus lucidus. pearl fishery inci avcılığı; inci avlanan yer. pearl gray inci rengi, mavimtırak açık gri . pearl oyster inci istiridyesi. pearlweed, pearlwort i. mercan otu, bot. Sagina procumbens pearly s. inci gibi; incilerle süslenmiş pearly gates cennet kapısı.

pearl

f. incilerle süslemek; inciye benzetmek; inci avlamak. pearlash i. kalya taşı.

pearlite

i., mad. bir nevi sert karbonlu pik demir.

peasant

i. köylü, rençper; k.dili budala kimse. peasantry i. köylüler, köylü takımı.

pease

i., çoğ. bezelye. peasecod i. bezelye kabuğu.

peashooter

i. üflenince bezelye atan oyuncak boru.

peat

i. çürümüş bitkilerden elde edilen yakacak, yer kömürü turba. peat bog turbalık. peat moss turba hasıl eden yosun. peaty s turbalı.

peavey

i. ormancılıkta kütük çevirmek için kullanılan ucu demir çengelli sopa.

pebble

i., f. çakıl taşı, ufak yuvarlak taş; gözlük camı yapımında kullanılan bir çeşit neceftaşı; pürtüklü deri; f. deriyi pürtüklü hale getirmek. pebbled s çakıl döşeli. pebbly s. çakıllı; üstü pürtüklü.

pecan

i. Güney A.B.D.'ye mahsus ve cevize benzer bir ağaç, bot. Carya illinoensis; bu ağacın meyvası.

peccable

s. günah işleyebilir. peccant s. günahkâr; kabahatli, suçlu; fasit; tıb. hastalık getiren.

peccadillo

i. hafif suç, kabahat.

peccary

i. Güney Amerika'ya mahsus ve domuza benzer bir hayvan.

pechemelba

peşmelba, şurup ve şeftalili dondurma.

pechysandra

i. sütleğene benzer bir bitki, bot. Pachysandra terminalis.

peck

i. kilenin dörtte biri miktarında bir hacim ölçü birimi, 0,009 metre küp; kayda değer miktar, büyük bir miktar.

peck

f., i. gagalamak; gaga ile vurarak delik açmak; gaga ile toplamak; sivri uçlu bir şey ile çabuk çabuk vurmak; i. gagalama; sivri uçlu bir şey ile vuruş. peck at kuş gibi az yemek. pecking order üstün asta hükmettiği ast-üst düzeni.

pecten

i. (çoğ. pectines) zool. ibik; kuşların ve sürüngenlerin gözlerinde bulunan renkli perde.

pectin

i., kim. bazı ham meyvalarda bulunan jelatinli bir madde, pektin.

pectoral

s., i. göğüs boşluğuna ait; göğüse veya akciğer hastalıklarına ait (ilaç); göğüs üzerinde taşınan, boyuna asılan (süs): göğüsten veya gönülden gelen.

peculate

f. iç etmek, zimmetine geçirmek. peculation i. zimmetine geçirme.

peculiar

s., i. mahsus, hususi; acayip, garip, tuhaf, alışılmamış; i. acayip insan, garip huy ve davranışlan olan kişi. peculiarness i. acayiplik, tuhaflık.

peculiarity

i. hususiyet, özellik; acayiplik.

peculiarly

z. özel olarak, bilhassa; alışılmışın dışında.

peculium

i. özel mülk; (Roma huk.) aile reisi tarafından kendisine tabi olanlara verilen mülk, efendinin kölesine bağışladığı mülk.

pecuniary

s. paradan ibaret, parayla ilgili, maddi; karşılığı para cezası olan. pecuniar'ily z. paraca, para yönünden.

pedagogical

s. çocuk terbiyesi ile ilgili, pedagojik; kurumlu peda.

pedagogically

z. pedagojik olarak. pedagogy i. pedagoji, eğitim bilimi, çocuk terbiyesi. pedagogics i. pedagoji ilmi.

pedagogue

i. pedagog, terbiyeci; dar görüşlü öğretmen.

pedal

i., f. (-ed, -ing veya -led, -ling) s. pedal, ayakla işletilen manivela; bisiklet pedalı; org veya piyano pedalı; f. ayakla işletmek (bisiklet, makina); s. ayağa ait, ayak ve benzeriyle ilgili. pedal notes müz. sürekli olarak kalın perdede çalınan notalar. pedalpushers i., çoğ. balıkçı pan tolon.

pedant

i. bilgiçlik taslayan kimse; lüzumsuz teferruat üzerinde ısrarla duran ilim adamı. pedan'tic s. bilgiçlik taslayan. pedan'tically z. bilgiçlik taslayarak. ped'antry i. bilgiçlik taslama.

pedate

s. ayağı olan, ayaklı; bot. ayaksı, pedat.

peddle

f. seyyar satıcılık yapmak; önem siz şeylerle meşgul olmak; bir yerden bir yere dolaşarak satmak, azar azar satmak. peddling s. önemsiz, ehemmiyetsiz, çok az miktarda. Peddle your papers A.B.D., (argo) Defol buradan! çek arabanı!

peddler , ing. pedlar

i. seyyar satıcı, gezici esnaf, çerçi.

pederast

i. kulampara, oğlancı, ibne, homoseksüel (erkek). pederasty kulamparalık, ibnelik.

pedestal

i., f. heykel veya sütun tabanı, kaide; esas, temel; f. sütun üstüne koymak. set on a pedestal idealize etmek, yüksek paye vermek.

pedestrian

i., s. yaya, yayan giden kimse; s. yürümeye ait, yaya yürüyen, piyade; ağır, sıkıcı; adi. pedestrianism i. ağır ve adi yazı üslubu.

pediatric

s., tıb. çocuk bakımına veya tedavisine ait. pediatrics i., tıb. çocuk bakımı veya tedavisi ilmi.

pediatrician

i. çocuk doktoru, çocuk hastalıkları mütehassısı.

pedicel

i., bot. çiçek sapı, pediçel.

pedicle

i., anat. büyük bir cismi destekleyen ufak sap gibi uzuv.

pedicular

s. bite ait. pediculosis i. bitlenme.

pedicure

i., f. pedikür, ayak ve tırnaklarının bakımı; ayak ve hastalıklarının tedavisi; pedikürcü; f. ayak hastalıklarını tedavi etmek.

pedigree

i. şecere, nesep, asıl, soy; nesep şeceresi. pedigreed s. soyu belli, nesebi sahih.

pediment

i. bina cephelerindeki üçgen şeklinde kısım, alınlık; kapı üstündeki üçgen şeklinde süs.

pedlar

bak. peddler.

pedology

i. çocuk bilimi, çocuk bilim, pedoloji.

pedology

i. toprak ilmi.

pedometer

i. adımları sayarak mesafe ölçen alet, pedometre.

peduncle

i., bot. çiçek sapı, pedünkül; zool. destek sapı veya buna benzer uzuv; anat. beyin sapı. peduncular s. çiçek veya meyva sapma ait. pedunculate s. çiçek veya meyva sapı olan; böyle sap. üzerinde duran.

pee

i., f., k.dili çiş, idrar; f. işemek.

peek

f., i. gözetlemek, gizlice bakmak; i. gözetleme, göz atma.

peekaboo

i. çocuklara ce yapılan oyun.

peel

f., i. kabuğunu soymak; derisini yüzmek; kabuğu veya derisi soyulmak (güneş yanığından); k.dili soyunmak; i. meyva veya sebze kabuğu. keep one's eyes peeled tetikte olmak. peel off askeri uçuşlarda gruptan ayrılıp inişe gecmek. peeling i. soyulmuş kabuk.

peel

i. fırıncı kureği; den. kürek palasu.

peel

i. ingiltere ile iskoçya arasındaki sınırda bulunan kare şeklinde eski kule.

peeler

i., ing., (argo) polis.

peen

i. çekiç başının aksi ucu.

peep

f., i. civciv veya fare gibi cik cik diye ses çıkarmak; ince ve cırtlak sesle konuşmak; i. civciv sesi.

peep

f., i. kapı aralığından gizlice bakmak, gözetlemek, slang. dikizlemek, röntgencilik etmek; aşılmak (çiçek); i. kaçamak bakış; bir yarık veya delikten gözetleme. peep hole i. gözetleme deliği. peeping Tom röntgenci. peep of day gün ağarması. peep show büyüteçle küçük bir delikten seyredilen resimler. peep sight tüfekte delikli arpacık.

peeper

i. gizlice gözetleyen kimse; (argo) göz.

peeper

i. civciv gibi öten hayvan; bir çeşit kurbağa.

peer

i. akran, küfüv, emsal; kanun önünde aynı haklara sahip olan kimse; ingiliz asılzadesi.

peer

f., into ile gözetlemek, tecessüsle bakmak; bir delikten bakmak veya çıkmak; out ile aralıktan bakmak, çıkmak.

peerage

i., ing., asılzadelik; asılzadeler sınıfı; asılzadelerin nesep kitabı.

peerless

s. emsalsiz, eşsiz. peerlessly z. emsalsizce. peerlessness i. emsalsiz oluş.

peeve

f., i., k.dili sinirlendirmek, hırçınlaştırmak; sinirlenmek, huysuzlaşmak; i. yakınma. peeved at -e küskün.

peevish

s. titiz, huysuz, ters, aksi, hırçın. peevishly z. huysuzca, hırçınlıkla. peevishness i. huysuzluk, aksilik, hırçınlık.

peewee

s., i. çok ufak; i. ufak boylu kimse, ufak şey.

peg

i. tahta çivi; askı, kanca; mec. sebep, vesile, bahane; ing. sodalı viski veya konyak; derece, mertebe; müz. yaylı çalgılarda akort anahtarı. peg leg k.dili tahta bacak; tahta bacaklı adam. pegtop s. paçası dar olan. peg top topaç. clothespeg i., ing. elbise askısı; çamaşır mandalı. around peg in a square hole bulunduğu yere yakışmayan kimse. take one down a peg bir kimseyi küçük düşürmek.

peg

f. (-ged, -ging) tahta çivi ile mıhlamak, yerine mıhlamak; çiviler çakarak yerini işaret etmek; alıp satmak suretiyle fiyatlarda istikrar sağlamak; k.dili atmak. peg away (at) istikrarlı bir ,sekilde çalışmak.

pegasus

i., mit. kanatlı at; ilham perisi; astr. kuzey takımyıldızlarından biri, Pegasus.

pegboard

i. delikli askı tahtası; delikli tahta üzerinde tahta çubuklarla oynanan oyun.

peignoir

i. sabahlık.

pejorative

s., i. küçük düşürücü, alçaltıcı; yermeli; i. alçaltıcı kelime. pejoration i. kötüleşme; dilb. bir kelimenin anlamının kötüleşmesi.

peking

i. Pekin.

pekingese

s., i. Pekinli; i. Pekin köpeği; Pekinli kimse.

pekoe

i. yüksek kaliteli siyah çay orangepekoe çay fidanının tepedeki en küçük yapraklarından meydana geien üstün kaliteli siyah Hint ve Seylan çayı.

pelage

i. memeli hayvanların kürkü.

pelagic

s. engin denizlere ait, açık denizlerde yaşayan.

pelargonium

i. sardunya.

pelasgian , pelasgic

s. tarihten önceki devirlerde Doğu Akdeniz, Ege Denizi ve Yunanistan'da yaşamış olan Pelasgi kabilesine ait.

peldicle

i. ince zar; kim. sıvıların yüzeyinde bulunan zar gibi ince tabaka.

peleemount

Kuzey Martinique'de faal bir yanardağ.

pelerine

i. pelerin.

pelf

i. para, servet, vurgunla kazanılan servet.

pelican

i. kaşıkçıkuşu, pelikan, zool. Pelecanus onocrotalus. Dalmatian pelican tepeli pelikan, zool. Pelecanus crispus.

pelisse

i. içine veya kenarlarına kürk geçirilmiş manto; kadın pelerini.

pellagra

i., tıb. vitaminsizlikten ileri gelen bir hastalık, pelagra. pellagrous s. pelagra hastalığına tutulmuş.

pellet

i., f. küçük topak; taş gülle; ufak kurşun, saçma; f. topak haline getirmek.

pellitory

i. yapışkanotu, bot. Parietaria officinalis.

pellmell , pelimell

z., s., i. karma karışık, allak bullak, altüst paldır küldür, acele ile; s. karmakarışık; i karmakarışlık.

pellucid

s. yarı şeffaf, ışık geçiren; anlaşılması kolay, açık.

peloponnesus

i. Mora Yarım adası Peloponnesian s. Moralı, Mora'ya ait.

pelt

i. post, hayvan derisi; deriden yapılmış giysi; insan derisi.

pelt

f., i. taşlamak; atmak; topa tutmak; koşmak, seğirtmek; i. dövme, topa tutma; şiddetli darbe; sürat, hız.

peltate

s., bot. sapma alt yüzünün ortasından bağlı (yaprak), kalkanımsı.

peltry

i. hayvan deri veya postları.

pelvis

i., anat. kalça kemiği arasındaki boşluk, havsala, pelvis, leğen; anat., zool. leğen kuşağı kemikleri. pelvic arch veya girdle anat., zool. leğen kuşağı kemikleri. pelvic cavity alt karın, havsala, pelvis.

pemmican

i., A.B.D., Kan. kurutulmuş ve dövülmüş ete eritilmiş yağ ve kurutulmuş meyva katarak yapılan bir çeşit pastırma.

pemphigus

i., tıb. cilt üzerinde kabarcıklı sivilceler çıkmasına sebep olan tehlikeli bir hastalık.

pen

i., f. (-ned, -ning) mürekkepli kalem, yazı kalemi; tüy kalem; yazıda üslup; yazar, muharrir; yazı yazma sanatı edebiyat; (kuşlarda) kanat veya kuyruk tüyü; dişi kuğu; f. mürekkepli kalemle yazmak; yazıya geçirmek, kâğıda dökmek. pen and ink i., s. kalem ve mürekkep; s. mürekkepli kalemle yazılmış veya çizilmiş penholder i. kalem sapı; kalem koyacağı. pen name takma ad, müstear isim. pen point kalem ucu. pen portrait yazı ile tarif. fountain pen dolmakalem, stilo.

pen

i., f. (pent veya penned, -ning) ağıl, kümes ve kafes gibi evcil hayvanların barındırıldığı yer; (argo) tevkifhane; ask. denizaltıların tamirine mahsus dok; f. kapatmak, hapsetmek; ağıla koymak.

penal

s. cezaya ait, ceza kabilinden. penal code ceza kanunları. penal colony mahkumların gönderildiği sürgün yeri. penal servitude ağır hapis cezası. penally z. ceza olarak, ceza kabilinden.

penalize

f. cezalandırmak.

penalty

i. ceza; para cezası; (spor) penaltı.

penance

i., f. bir günah işlemiş olmaktan dolayı hissedilen pişmanlığı belirten davranış; kil. itiraftan sonra günaha kefaret olsun diye papaz tarafından verilen ceza; f. bu suretle ceza vermek. do penance kefaret olarak ceza çekmek.

penates , penates

i., çoğ. eski Romada aile ve ev mabutları.

pence

bak. penny.

penchant

i. eğilim, meyil, temayül; siddetli arzu, işler durumda, nüfuz edici şekilde, etkileyici bir surette.

pencil

i., f. (-led, -ling) kurşun kalem; küçük resim fırçası; renkli kalem; taş kalem; makyaj kalemi; fiz. ışın demeti; edeb. kalem; f. kurşunkalem ile yazmak veya çizmek; renkli kurşun kalem ile boyamak. pencil sharpener kalemtıraş. indelible pencil sabit kalem.

pend

f. askıda olmak, muallakta olmak (karar).

pendant

i. asılı şey; pandantif, boyuna takılan zincirin ucundaki sallantılı süs; sallantılı küpenin ucundaki süs; avize; saat mahfazasının halkası; eş veya benzer olan şey.

pendent

s. asılı, sarkık, sarkan, muallak; askıda olan, muallaktaki, karar verilmemiş; gram. tamamlanmamış (cümle) . pendency i. sarkıklık, asılı olma. pendently z. asılı halde.

pendentelite

f. huk. davası görülürken.

pendentive

i., mim. bingi.

pending

s., (edat) henüz bir karara bağlanmamış, askıda olan, muallakta olan; asılı, sarkan; (edat) esnasında, müddetince, vuku buluncaya kadar, beklerken.

pendragon

i. (eski ingilterede) hükümdar veya başbuğ.

pendulous

s. sarkan, asılı, sallanan; muallakta olan.

pendulum

i. rakkas, sarkaç, saat rakkası; sürekli olarak değişen şey. compensation pendulum ısı değişmesinden etkilenmeden belirli bir uzunluğu koruyan rakkas. torsion pendulum yay ile hare ket eden daire şeklinde rakkas. pendulum of popularity kamuoyunun aksi yönlerde değişmesi.

peneplain

i., jeol. peneplen.

penetrate

f. girmek, içine işlemek; nüfuz etmek, tesir etmek, etkilemek; delip geçmek; anlamak, idrak etmek.

penetrating

s. içine işleyen; nüfuz edici, delip geçen; zeki, anlayışlı; etkili, tesirli; keskin. penetratingly z. içine işler durumda.

penetration

i. içine işleme, nüfuz etme, girme; etki, tesir; feraset,zekâ, anlayış.

penetrative

s. delici, nüfuz edici; keskin.

penguin

i. penguen.

penicillin

i. penisilin.

peninsula

i. yarımada. peninsular s. yarımadaya ait. Peninsular Campaign Gelibolu muharebesi.

penis

i. (çoğ. -nises, -nes) erkeklik uzvu, tenasül aleti, kamış, penis, slang. yarak.

penitent

s., i. pişman, tövbekar, nedamet getiren; i. pişman olan kimse, tövbekar kimse; kil. papaz tarafından kararlaştırılan cezayı çeken kimse. penitence i. nedamet, pişmanlık. penitently z. pişmanlıkla.

penitential

s. pişmanlıkla ilgili, nedamete ait.

penitentiary

i., s. hapishane, cezaevi; s. pişmanlığa ait; ağır suçla ilgili.

penknife

i. (çoğ. -knives) çakı.

penman

i. (çoğ. -men) yazar, muharrir, hattat.

penmanship

i.yazı yazma sanatı; el yazısı, hattatlık.

penna

i.(çoğ. pennae) kuşun şeklini belirleyen tüylerden herhangi biri.

pennant

i., den. flandra, flama, dar ve uzun bayrak; süs için kullanılan ufak bayrak; müz. çengel.

pennate

s. kanatlı; tüylü; bot. bak. pinnate.

penniless

s. parasız, meteliksiz, cebi delik.

pennon

i. üç köşeli uzun bayrak; bayrak, sancak; den. flandra, flama; kanat.

penny

i. (çoğ., A.B.D. pennies, ing. pence) ingiltere'ye mahsus ufak bakır para, peni, sterlinin yüzde biri; Amerika'da bir sent; az miktarda para; para. penny pincher cimri kimse. penny post eskiden in giltere içinde bir penilik pul ile giden posta. pennywise and poundfoolish ufak şeylerde tutumlu olup büyük şeylerde müsrif olan (kimse). A penny for your thoughts. Ne düşünüyorsunuz? Peter's pence Katolikler tarafından Papa için verilen para. a pretty penny k.dili epeyce para, külliyetli miktarda para. tenpenny nail 7,5 cm. uzunluğunda iri çivi. turn an honest penny dürüstçe ve alın teri ile para kazanmak. turn up like a bad penny kalp para gibi dönüp dolaşıp sahibine dönmek.

pennyaliner

i. satır başına bir peni ücret alan yazar, kalitesiz yazar.

pennyroyal

i. yarpuz, kabak, yaban fesleğeni, filiskin, bot. Mentha pulegium.

pennyweight

i., kıs. dwt yirmi dört buğday ağırlığında eczacı tartısı (1,56 gram).

pennyworth

i. bir peni karşlılığında satın alınabilen şey.

penology

i. suçlunun cezalandırılması ilmi; hapishane yönetimi bilimi. penologist i. ceza uzmam.

penpal

i. birbirlerini tanımadan mektuplaşanlardan her biri, mektup arkadaşı.

pensemble

Fr. genel etki.

pensile

s. havada asılı; asılı yuva yapan (kuş).

pension

i., f. emekli aylığı; f. emekli maaşı vermek, aylık bağlamak. pension off emekli aylığı bağlayıp işten çıkarmak.

pension

i. pansiyon; yatılı okul; pansiyon ücreti.

pensionary

s., i. emekli aylığı alan, mütekait; i. uşak; ücretle çalışan kimse.

pensioner

i. emekli aylığı alan kimse, mütekait kimse; darülacezede yaşayan kimse; yatılı okul öğrencisi.

pensive

s. dalgın, endişeli, düşünceli, kara kara düşünen pensively z. dalgın dalgın, kara kara düşünerek. pensiveness i. dalgınlık, düşünceli hal.

penstock

i. su değirmenine suakıtan oluk; suyun yolunu değiştirmeye mahsus kapı

pent

bak. pen. s. kapatılmış. pent up bir yere kapatılmış, hapsedilmiş; kapanık; dışarı vurmayan.

pentacle

i. tılsım olarak kullanılan beş köşeli yıldız.

pentad

i. beş sayısı; beşli küme; beş kişilik grup; beş senelik süre; kim. beş değerli eleman.

pentagon

i., geom. beşgen, beş köşeli şekil. the Pentagon A.B.D. Milli Savunma Bakanlığı binası; A.B.D.'nin askeri liderliği. pentagonal s. beş köşeli.

pentagram

i. beş köşeli yıldız.

pentahedron

i. beş yüzlü şekil.

pentameter

i., (şiir) beştefileli mısra.

pentane

i., kim. petrolde bulunan uçucu bir gaz.

pentastich

i. beş mısralı (şiir), beşli, muhammes.

pentastyle

s., i., mim. önü beş sütunlu (bina).

pentateuch

i. Kitabı Mukaddeste Eski Ahdin ilk beş kitabı.

pentathlon

i., (spor) pentatlon.

pentecost

i. şavuot, Tevrat'ın verildiği gün, Musevilerin Haftalar Bayramı; Hlristiyanların paskalyadan elli gün sonraki Hamsin yortusu. Pentecos'tal s. bu yortuya ait; çok duygusal ayinleri ve tutucu dini akideleri olan Hristiyan mezheplerine ait.

penthouse

i. çatı katı, çekme kat; sundurma, önü açık ve bir tarafı duvara yapışık meyilli çatı.

penult

i. kelimenin sondan bir evvelki hecesi.

penultimate

s., i. sondan bir evvelki; i. kelimenin sondan bir evvelki hecesi.

penumbra

i., astr. güneş veya ay tutulmasının başında veya sonunda görülen hafif gölge; yarı gölge; yarı aydınlık yarı karanlık.

penurious

s. hasis, cimri, pinti, tamahkar; az, kıt; fakir. penuriously z. cimrilikle, tamahkârca. penuriousness i. hasislik, pintilik.

penury

i. aşırı fakirlik, yoksulluk, ihtiyaç, sıkıntı; yeterli olmayış, kifayetsizlik.

peon

i. Latin Amerika'da amele, gündelikçi; Hindistan'da piyade neferi; el ulağı; yerli asker; eski efendisine olan borcunu ödeyinceye kadar ona esir gibi hizmet eden kimse.

peonage

i. kulluk, kölelik, borcunu ödemek için esir gibi çalışma.

peony

i. şakayık, bot Paeonia oflicinalis. garden poony ayı gülü, bot. Padus officinalis. wild peony yer şakayığı, bot. Paeonia officinalis.

people

i., f. ahali halk; ulus, millet, kavim; ırk; tebaa; taraftarlar; aile, bir kimsenin yakınları; insanlar, beşer; çoğ. uluslar, milletler, kavimler; f. insanla doldurmak. good people, little people irlanda'da cinler. people's front bak. popular front.

pep

i., f. kuvvet, enerji; çeviklik, azim, şevk; f., up ile hareketlendirmek. pep pill amfetaminli hap. pep talk k.dili moral verici kısa konuşma.

pepper

i., f. biber, bot. Capsicum; karabiber, bot. Pipernigrum; biber fidanı; kırmızıbiber; f. üzerine biber ekmek, biberlemek, biber gibi ekmek; üzerine kurşun ; veya taş yağdırmak; (bir yazı veya konuşmayı) çekici duruma sokmak. pepperand salt s. tuz biber rengindeki, siyah ve beyaz benekli. pepper mill biberi çekmek için kullanılan el değirmeni. pepper pot biberlik; biberli türlü yemeği. black pepper kara biber. cherry pepper mercan biberi, bot. Capsicum cerasiforme. green pepper yeşil biber, dolma biberi. red pepper, cayenne pepper kırmızıbiber, Arnavut biberi, bot. Capsicum annuum. water pepper su biberi, bot. Polygonum hydropiper.

pepperbox

i. tepesi delikli biberlik; çabuk öfkelenen kimse.

peppercorn

i. çekilmemiş biber, dövülmemiş biber, tane biber; önemsiz kimse veya şey. peppercorn rent huk., (eski) yalnız itibari mahiyeti olan kira bedeli.

peppergrass

i. tere, acı tere otu.

peppermint

i., s. nane, bot. Mentha piperita; naneşekeri; naneruhu; s. naneli.

peppery

s. biberli; sert, keskin; titiz, sert huylu, geçimsiz.

peppy

s., k.dili canlı, enerjik,şevkli.

pepsin

i mide usaresinin hazım kolaylaştıran bir maddesi, pepsin.

peptic

s., i. hazmı kolaylaştıran, hazım, sindirici, hazımla ilgili; i. hazmı kolaylaştırıcı madde.

peptone

i. pepsinin tesiri ile hazımdan hasıl olan bir madde. peptonize f. pepsin tesiri ile hazmı kolaylaştırmak.

per

(edat) vasıtasıyle, eliyle; tarafından. perannum (an'lm) senelik, her sene. per capita (kap'ltı) nüfus başına; eşitlik üzere. per contra diğer taraftan. perdiem günlük geçim masrafı; her gün, günde; hakkıhuzur. per se (sey) kendiliğinden, haddi zatında.

per-

(önek) içinden; tamamen; dışarı; çok.

pera

i. Beyoğlu.

peradventure

z., i., (eski) belki, olabilir, şayet, kazara; muhtemelen; i. şüphe; belirsizlik; tahmin, ihtimal.

perambulate

f. şurasını burasını gezmek, dolaşmak; etrafını gezmek; gözden geçirmek, teftiş etmek. perambu la'tion i. gezme, dolaşma. perambulator i., ing. çocuk arabası.

percale

i. ince ve sık dokunmuş pamuklu bez.

perceive

f. anlamak, idrak etmek, farkına varmak, sezmek, görmek. perceivably z. gözle görülecek şekilde, hissedilecek derecede.

percent

z., s., i. yüzde.

percentage

i. yüzde yüzdelik, yüzde hesabına göre oran; kısım, nispet; k.dili kâr.

percentile

i. frekans toplamlarının her yüzde birine tekabul eden x'' kıymeti.

percept

i., psik. anlayış, idrak; idrak yolu ile hissedilen şey, algı.

perceptible

s. anlaşılabilir, idrak edilebilir, algılanabilir, duyulur, farkına varılır. perceptibil'ity i. duyulabilme, görülebilme; duyuş, seziş. perceptibly z. gözle görülecek şekilde, hissedilecek derecede.

perception

i. idrak, algı; anlama kabiliyeti, anlayış, seziş; huk. kira tahsili.

perceptive

z. anlama kabiliyeti olan, idrak kabilinden. perceptively z. idrak ederek. perceptivity i. idrak kabiliyeti, anlayış.

perceptual

i. idrakle ilgili.

perch

i. tünek; oturulacak herhangi bir yüksek yer; beş metrelik uzunluk ölçüsü; atlı arabanın ön ve arka dingillerini birbirine bağlayan orta kol.

perch

i. tatlı su levreği. European perch kalinos, zool. Perca fluviatilis.

perch

f. kuş gibi konmak, tünemek, tüneklemek.

perchance

z. belki, şayet, ihtimal ki, muhtemelen.

percheron

i. Fransa'dan gelme kuvvetli ve iri yapılı bir at.

percipient

s., i. anlayışlı, idraki keskin; i. anlayışlı kimse, idraki kuvvetli kimse. percipience i. idrak, anlayış, seziş.

percolate

f. süzmek, filtreden geçirmek; süzülmek, sızmak. percola'tion i. süzme, süzülme, filtreden geçirme veya geçme. per'colator i. süzgeçli kahve ibriği; süzen herhangi bir şey.

percuss

f. kuvvetli ve çabuk vurmak; tıb. muayene gayesiyle parmaklarla veya bir aletle hafif hafif vurmak.

percussion

i. vurma, çarpma; tüfek kapsülünü vurma; tıb. perküsyon, parmaklan birbirine vurarak organların durumunu muayene usulü; müz. piyano veya davul gibi bir çalgıya vurarak ses çıkarma. percussion cap tüfek kapsülü. percussion instrument vurularak çalınan müzik aleti. percussive s. vuru kabilinden.

perdition

i. helak, mahvolma, harap olma; ruhun mahvolması, cehennem azabı.

perdu

s. saklı, gizli, gözle görülmez.

perdurable

s. dayanıklı; sürekli, daimi, baki, ebedi, ölmez.

pere

i., Fr. baba, peder.

peregrinate

f. yolculuk etmek, seyahat etmek; katetmek, aşmak. peregrination i. yolculuk, seyahat.

peregrine

s., i. ecnebi, yabancı; i. doğan. peregrine falcon bak. falcon.

peremptory

s. kati, kesin, müspet, mutlak; inatçı; otoriter, diktatörce, mütehakkim; münakaşa kaldırmaz. peremptory writ huk. celpname. peremptorily z. kesin olarak, münakaşaya yer bırakmayacak şekilde; diktatörlükle.

perennial

s., i. bütün yıl boyunca devam eden; müddetli; uzun süren, daimi; bot. iki yıldan fazla yaşayan; i., bot. çok senelik bitki. perennially z. uzun bir süre devam ederek, yıllarca.

perf.

kıs. perfect.

perfect

f tamamlamak, bitirmek, ikmal etmek; tekamül ettirmek. perfectibil'ity i. kemale erme kabiliyeti. perfectible s. tamamlanabilir; tekâmül ettirilebilir. perfective s. mükemmelleştirici; tamamlayıcı. perfectively z. tamamlayıcı olarak; mükemmelleştirici surette.

perfect

s., i. tam, mükemmel; kusursuz; iyice öğrenilmiş (ders); bot. olgun; aynı çiçekte hem erkeklik hem dişilik uzvu olan, tam; k.dili pek çok, müthiş; gram. geçmiş; i., gram. geçmiş zamanlı fiil; geçmiş zaman. perfect circle tam daire. perfect nonsense saçma şey. perfect pitch bak. absolute pitch. perfectly z. tamamen; mükemmel olarak. perfectness i. mükemmellik, kusursuzluk.

perfection

i. kemal, mükemmellik, tekâmül; bitirme, ikmal, tamamlama; kusursuz kimse veya şey; kusursuzluk.

perfectionism

i., fels. günahsız hayatın kabil olduğunu kabul eden kuram; hayatın en yüksek gayesinin ahlâki kemale erişmek olduğunu kabul eden kuram. perfectionist i. bu nazariyeler taraftarı; her şeyin mükemmel olmasın aşırı derecede isteyen kimse.

perfervid

s. hararetli, ateşli, şevkli, gayretli.

perfidious

s. hain, sadakatsiz. perfidiously z. haince, sadakatsizce. perfidiousness i. hıyanet, sadakatsizlik.

perfidy

i. hıyanet, hainlik; vefasızlık, sadakatsizlik.

perfoliate

s., bot. sapı sarmalayarak büyüyen.

perforate

f. delmek, bir baştan öbür başa delmek; sıra sıra delikler açmak (pulda olduğu gibi); içine işlemek, nufuz etmek. perfora'tion i. delme, delik. per'forator i. delme makinası, delgi, zımba.

perforce

z. çaresiz; zorunlu, mecburi, zaruri.

perform

f. yapmak, icra etmek; yerine getirmek, icabını yapmak (görev); ifa etmek; sahnede oynamak, rolünü yapmak; canlandırmak; ses veya çalgı ile müzik yapmak; çalmak.

performance

i. gösteri, temsil; eğlence programı; iş, fiil, amel; eser; huk. ifa, icra, yerine getirme, yapma, çalışma, işleme. benefit performance yardım için yapılan gösteri veya temsil. first performance gala. put up a good performance başarmak.

performer

i. artist, oyuncu; sahneye çıkan kimse, icracı; yerine getiren kimse.

perfume

i. parfüm, esans; güzel koku, rayiha, ıtır.

perfumery

i. parfümeri; parfüm, koku; ıtriyat; mağazada parfümeri kısmı.

perfunctory

s. düşünülmeden ve mekanik olarak yapılan: dikkatsiz, baştan savma; sıkıcı, formalite icabı. perfunctorily z. formalite icabı olarak; dikkatsizce, baştan savma. perfunctoriness i. formalite icabı yapma; dikkatsizlik, kayıtsızlık.

perfuse

f. serpmek; sıvamak, üzerine sürmek; üzerine dökmek.

pergamum -mus.

i. Bergama'nın eski ismi.

pergola

i. pergola, üstü gül veya sarmaşık ile kaplı kameriye.

perhaps

z. belki, muhtemelen.

peri

i. peri .

peri-

(önek) etrafında, ötesinde, ilerisinde.

perianth

i., bot. çiçek örtüsü.

pericardial , diac

s. perikardiyal, kalp dış zarına ait.

pericarditis

i., tıb. kalp dış zarının iltihaplanması, perikard iltihabı.

pericardium

i., anat. kalp dış zarı, perikard, yürek perdesi, dış yürek zarı.

pericarp

i., bot. meyva örtüsü, perikard.

perichondrium

i., anat. kıkırdak zarı.

pericope

i. kutsal yazıların küçük bir pasajı.

pericranium

i., anat. kafatasının dış zarı.

peridot

i. perido.

perigee

i., astr. ay yörüngesinin yer yüzüne en yakın olan noktası, hadid noktası.

perihelion

i., astr. bir gezegen veya kuyruklu yıldız yörüngesinin güneşe en yakın olan noktası, hadid noktası

peril

i., f. (-ed, -ing. veya -led, -ling) tehlike, tehlikeye maruz kalış; f. tehlikeye atmak at. one's peril mesuliyeti altında.

perilous

s. tehlikeli, korkulu perilously z. tehlikeli bir şekilde, korkulacak surette. perilousness i. tehlike, korku.

perimeter

i., geom. iki boyutlu bir cismin çevresi veya çevre uzunluğu; tıb. görüş sahasını ölçme aleti. perimetric(al) s. iki boyutlu bir cismin çevresine veya çevre uzunluğuna ait.

perineum

i. (çoğ. -nea) tenasül uzuvları ile makat arasındaki kısım, apışarası, perine.

perineuritis

i., tıb. perinevr iltihabı.

perineurium

i., anat. sinir dokusunu çevreleyen zar, perinevr.

period

i. devir, tam bir devir, bir devrin müddeti; devre; belirli bir sürenin sonu; bir gezegenin güneş etrafındaki devir süresi; jeol. devir, çağ; kon. san. tam cümle: nokta; fizyol. âdet, aybaşı, hayız.

periodic

s. bir devre ait veya mahsus; belirli aralıklarla vuku bulan; peryodik; kon. san. tam bir cümle ile ifade edilen. periodic table kim. periyotlar tablosu. periodicity i. belirli aralıklarla vuku bulma.

periodical

i., s. dergi, mecmua; s. belli zamanlarda çıkan. periodically z. belirli fasılalarla, muayyen zamanlarda.

periodontics

i. diş kemik ve etlerinin hastalıklarını inceleyen diş bilimi dalı.

periosteum

i. (çoğ -tea) anat. kemik diş zarı, periyost, simhak.

periostitis

i., tıb. kemik dış zarı iltihabı.

peripatetic

s., i. gezginci, bir yerden bir yere yaya dolaşan; b.h. Aristo felsefesine ait; i. Aristo felsefesi taraftarı kimse; gezginci adam.

peripheral

s., i. dış yüzeye veya kenara ait; anat. periferik, çevresel; i. kompütörde bilginin verildiği veya alındığı kısım.

periphery

i. dış sınır çizgisi veya düzeyi; bir cismin dış yüzü; geom. bir şeklin çevresi.

periphrasis

i. (çoğ -rases) kon. san. dolambaçlı ve uzun sözlerle ifade, dolaylı anlatım. periphrastic s. dolambaçlı olarak ifade edilmiş.

periscope

i. periskop.

perish

f. ölmek; mahvolmak, yok olmak, telef olmak, zail olmak.

perishable

s., i. mahvolabilir; kolay bozulur, dayanıksız; ölümlü, fani; i., çoğ. çabuk veya kolay bozulabilen gıda maddeleri.

perisperm

i., bot. dış besidoku, perisperm.

peristalsis

i. (çoğ. -ses) fizyol. mide ve bağırsakların sindirim esnasında yaptığı sığamsal devinim peristalsis.

peristaltic

s., fizyol. solucan halkalarının hareketine benzeyen ve içindeki maddeleri aşağı doğru iten mide ve bağırsak hareketlerine ait, sığamsal, peristaltik.

peristyle

i., mim. bina veya iç avluyu çevreleyen sıra sutunlar; sutunlarla çevrelenmiş yer.

peritoneum

i. (çoğ. -nea) anat. karınzarı, periton. peritoneal s. peritona ait.

peritonitis

i., tıb. karınzarı iltihabı, peritonit.

periwig

i. peruka, takma saç.

periwinkle

i. Cezayir menekşesi, bot. Vinca rosea.

periwinkle

i. bir cins ufak deniz salyangozu, zool. Littorina.

perjure

f. yalan yere yemin ettirmek. perjure oneself yalan yere yemin etmek. perjured s. yalan yere yemin etmekten suçlu; yalan, yalan şahadete dayanan.

perjury

i. yalan yere yemin; yeminli yalan; huk. şahit sıfatıyle yalan yere yemin etme.

perk

f., s. başını dik tutmak; s. neşeli, şen; hoppa. perk up şen görünmek; canlı durmak, neşelenmek, gönlü açılmak; neşelendirmek.

perk

f., k.dili kahveyi filtreden geçirmek.

perk

ing., bak. perquisite.

perky

s. hoppa, havai, canlı, kendinden emin. perkily z. havai bir tavırla, hoppaca; canlı olarak. perkiness i. havailik, hoppalık; canlılık.

permafrost

i. arktik bölgesinde devamlı don altında kalan toprak alt tabakası.

permanent

s. sürekli, daimi, aynı halde veya vasıfta kalan. permanent press ütü istemez. permanent wave permanant, bozulmayan. ondule permanence, -cy i. süreklilik, devam, sebat, istikrar. permanently z. sürekli olarak, daima, her zaman için.

permanganate

i., kim. permanganat.

permeable

s. nüfuz edilebilen, geçirgen. permeabil'ity i. nüfuz edilme kabiliyeti, nüfuziyet, geçirgenlik.

permeate

f. mesamatını doldurup geçmek, nüfuz etmek, içinden geçmek; içine geçip yayılmak. permea'tion i. nüfuz etme, içinden geçme; içine geçip yayılma. per mill binde nispeti.

permissible

s. caiz, müsaade edilebilir, hoş görülebilir. permissibly z. hoş görülebilecek şekilde, müsaade edilir surette.

permission

i. izin, müsaade, ruhsat; icazet.

permissive

s. izin veren, müsaade eden; ihtiyari, seçimli, keyfi; fazla sıkı olmayan, serbest bırakan.

permit

f. (-ted, -ting) izin vermek, müsaade etmek, ruhsat vermek; fırsat vermek, imkân vermek, bırakmak; kabul etmek; razı olmak.

permit

i. permi, izin tezkeresi, ruhsatname, icazet. residence permit ikamet tezkeresi.

permutation

i. değim, becayiş, mübadele, tebeddül, değiş tokuş; mat. bir seride yapılabilen sıra değişiklikleri.

permute

f. değiş tokuş etmek, mübadele etmek, sırasını değiştirmek. permutable s. değiştirilebilir. permutably z. değiştirilebilecek şekilde.

pernicious

s. zararlı, tehlikeli; kötü; öldürücü, mahvedici, habis, kinci. pernicious anemia tıb. anemi pernisyoz, sonucu genellikle kötü olan ağır bir çeşit kansızlık. perniciously z. zarar verici surette, tehlikeli olarak, öldürücü durumda. per niciousness i. tehlike, zarar; kötülük; öldürücü oluş.

perorate

f. sıkıcı konuşma yapmak, nutuk soylemek; konuşmayı resmi bir şekilde sona erdirmek. perora'tion i. sıkıcı hitabe; konuşmanın özeti ve sonu.

peroxide

i., kim. peroksit; oksijenli su. peroxide blonde saçlannın rengini. peroksit ile açmış sarışın kadın.

perpend

f., (eski) etraflıca düşünmek, zihinde tartmak, mülâhaza etmek.

perpend

i. duvarın iki yanından görünen taş.

perpendicular

s., i. dikey, şakuli, düşey, amudi; mim. amudi tezyinat tarzına ait; dik, doğru; i. dikey çizgi, şakuli hat; şakul ipi, dikey doğrultusunu gösteren alet; dik duruş. perpendicular'ity i. dikey oluş, şakuliyet; amudiyet. perpendicularly z. dikey olarak.

perpetrate

f. (fena bir şey) yapmak, icra etmek, işlemek. perpetra'tion i. yapma, (suç) işleme, irtikâp. perpetrator i. fail, (suç) işleyen kimse.

perpetual

s. daimi, sürekli fasılasız, aralıksız; ebedi, baki; müebbet; bot. yediveren perpetual motion daimi hareket. perpetually z. daima, sürekli olarak.

perpetuate

f. ebedileştirmek, daimi hale getirmek, devam ettirmek, idame etmek. perpetua'tion i idame; huk. tespit.

perpetuity

i. ebediyet, sonsuz zaman, devam, beka; karar; devam eden şey; daimi irat. in perpetuity ebediyen, her zaman için, daimi olarak.

perplex

f. zihnini karıştırmak, şaşırtmak, allak bullak etmek, hayrete düşürmek; karıştırmak, muğlak bir hale getirmek.

perplexed

s. zihni karışmış, şaşırmış; karışık.

perplexing

s. şaşırtıcı, zihni karıştırıcı. perplexingly z. şaşırtıcı bir şekilde.

perplexity

i. şaşkınlık, karışıklık; zihni karıştıran şey.

perquisite

i. maaştan ayrı gelir; muntazaman verilen bahşiş; bir kimsenin hakkı olan imtiyaz.

perron

i., mim. binanın önünde veya bahçede bulunan merdivenli sahanlık, çıkma merdiven, binek merdiveni.

perry

i. armut şarabı.

pers.

kıs. person, personal.

perse

s., i. koyu grimsi mavi; i. bu renk veya bu renk kumaş.

persecute

f. zulmetmek, eza etmek, gadretmek; baskı yapmak, tazyik etmek, sıkıştırmak; bir fikre veya dine olan inancından dolayı eza etmek veya öldürmek. persecu'tion i. zulum, zulmetme.

perseid

i., astr. her sene 10 ağustosa doğru görülen kayan yıldızlardan biri.

perseverance

i. sebat, azim, taannüt; ısrar.

perseveration

i. psik. bir düşünce veya harekete fazlasıyle saplanıp kalma.

persevere

f. sebat etmek, azimle devam etmek, ısrar etmek. persevering s. sebat eden. perseveringly z. sebatla, azimle.

persia

i. iran'ın eski ismi.

persian

s., i. iran'a ait, iranlı; i. iranlı, Acem; iran dili, Farsça, Farisi. Persian carpet iran halısı. Persian cat Ankara kedisi. Persian Gulf Basra körfezi, iran körfezi. Persian lamb iyi cins astragan kürk. Persian lilac mor leylâk, bot. Syringa persica Persian morocco iran sahtiyanı.

persiflage

i. yazı ve konuşmada lâubalilik önemsemeyiş.

persimmon

i. hurma, Trabzon hurması, Japon inciri, bot. Diospyros.

persist

f. kalmak, daim olmak; ısrar etmek, üstelemek, üzerinde durmak, inat etmek, sebat etmek. persistencei sebat, ısrar inat, devam etme. persistent s. ısrar eden, inatçı; devamlı. persistently z. ısrarla, üzerinde durarak, inatla; devamlı olarak.

persnickety

s., k.dili titiz, meraklı, kılı kırk yaran; aşırı dikkat ve ihtimam isteyen.

person

i. şahıs, kimse, adam kişi, fert; şahsiyet, sıfat; huk. kanuni hakları ve vecibeleri olan şahıs veya grup; gram. şahıs. first person gram. birinci şahıs. in person şahsen, bizzat.

persona

i. piyes veya romanda kişi; psik. etrafa karşı takınılan tavır. persona grata Lat. makbul şahsiyet, saygıdeğer kişi. persona non grata Lat. istenmeyen kişi.

personable

s. hoş görünen, cana yakın.

personage

i. şahsiyet, önemli kişi, muhim şahsiyet; sahnede canlandırılan şahsiyet.

personal

s., i. şahsa ait, şahsi, zati, özel, hususi, zata mahsus; huk. şahsi eşyaya ait, menkul eşya ile ilgili; gram. uç şahıstan birine ait; i. gazetede belirli bir sahıs hakkında çıkmış olan yazı; huk şahsi eşya. personal appearance bir filim artistinin sinema veya tiyatroya şahsen gelmesi; kıyafet, sima, dış görünüş. personal effacts özel eşya. personal identity fels. şahsiyetin istikrarı. personal pronoun gram. şahıs zamiri. personal property şahsi menkul eşya .personal remarks başkası hakkında kötü şahsi sözler.

personality

i. kişilik, şahsiyet, ferdiyet; şahıs, zat; gen. çoğ. hakaret niteliğinde söz.

personalize

f. şahsına mal etmek; şahıslandırmak, kişilik kazandırmak.

personally

z. şahsen, bizzat; kendine gelince.

personalty

i., huk. şahsi mal; menkul mal.

personate

s., bot. maskeli, personat.

personate

f., (tiyatro) bir karakteri canlandırmak; huk. aldatmak amacıyle kendini başka bir şahsiyet olarak göstermek; bir diğerinin hüviyetini benimsemek. persona'tion i. başka bir kimsenin hüviyetini benimseme.

personify

f. canlandırmak, şahıslandırmak, şahsiyet vermek; tecessüm ettirmek, cisimlendirmek. personifica'tion i. şahıslandırma, canlandırma; cisimlendirme.

personnel

i. personel, bir müessesenin bütün memurları, müstahdemler.

perspective

i., s. perspektif; görüş açısı; s. perspektife göre resimlendirilmiş. perspective view mesafelere oranla görünüş, perspektif manzara.

perspicacious

s. keskin zekâlı, anlayışlı. perspicaciously z. keskin zeka ile, anlayışla.

perspicacity

i. keskin zekâ, anlayış; nufuz edebilme yeteneği.

perspicuous

s. açık, vazıh. perspicu'ity i. açıklık, vuzuh.

perspiration

i. ter; terleme.

perspire

f. terlemek, ter dökmek.

persuade

f. ikna etmek, inandırmak; gönlünü yapmak, razı etmek; kandırmak. persuadable s. kandırılabilir, ikna edilebilir.

persuader

i. inandırıcı veya ikna edici kimse; A.B.D., (argo) tabanca.

persuasible

s. ikna edilmesi mümkün; kandırılır.

persuasion

i. inandırma, ikna etme; kandırma veya ikna etme kabiliyeti; kanaat, inanç, itikat; mezhep, din, akide

persuasive

s., i. kandırıcı, ikna edici. persuasively z. ikna edici şekilde. persuasiveness i. ikna edebilme gücü.

pert

s. arsız, şımarık, küstah, yılışık. pertly z. arsızca, küstahça. pertness i. arsızlık, küstahlık.

pertain

f., to ile mahsus olmak, ait olmak; ilgili olmak, alâkalı olmak, raci olmak; uygun olmak, münasip olmak.

pertinacious

s. sebatkar, azimli, inatçı, ısrar eden. pertinaciously z. ısrarla, azimle, inatla.

pertinacity

i. azim, sebat, inatçılık.

pertinent

s. alâkalı, ilgili; uygun, muvafık. pertinencecy i. ilgi, münasebet; uygun olma. pertinently z. alakalı olarak, ilgili olarak; uygun olarak.

perturb

f. zihnini karıştırmak, altüst etmek, rahatsız etmek. perturbable s. rahatsız edilebilir, altüst edilebilir.

perturbation

i. rahatslzlık, huzursuzluk, ıstırap; karışıklık; heyecan; astr . bir gökcisminin hareketinde başka bir gök cisminin etkisi ile meydana gelen düzensizlik.

pertussis

i., tıb. boğmaca.

peru

i. Peru.

peruke

i. özellikle 17. ve 18. yüzyıllarda erkeklerin giydikleri peruka, takma saç.

perusal

i. dikkatle okuma, mütalaa.

peruse

f. dikkatle okumak, mütalaa etmek, incelemek.

peruvian

s., i. Perulu, Peruya özgü

pervade

f. istilâ etmek, kaplamak, yayılmak.

pervasive

s. yayılmış kaplayan, şümullu. pervasively z. yayılarak, kaplayarak, şümullü olarak.

perverse

s. ters; aksi; yoldan çıkmış, ahlâksız, sapık, huysuz, kotü huylu. perversely z. aksilikle; ahlâksızca. perverseness, perversity i. sapıklık, ahlâksızlık; yoldan çıkma; aksilik.

perversion

i. sapıklık, cinsel sapıklık; ifsat etme, ayartma; dalâlet; ters anlam verme.

pervert

f., i. saptırmak, ifsat etmek, ayartmak, dalâlete sürüklemek; alçaltmak; ters anlam vermek, yanlış izah etmek; i. cinsi sapık kimse .perversive s. yanıltıcı.

perverted

s. sapık; sapkın, doğru yoldan çıkmış, kötü.

pervious

s. geçiş imkânı veren, nüfuz edilebilir. perviousness i. geçiş imkânı verme, nüfuz edilebilme.

pesach

i. Fısıh .

peseta

i. İspanya'da para birimi, peseta; bir ispanyol parası.

pesky

s., A.B.D., k.dili sıkıntı veren, sinir bozucu.

peso

i. İspanyolca konuşan bazı memleketlerin para birimi, pesa.

pessary

i, t/b rahim ağzına konan lastik halka

pessimism

i bedbinlik, kötümserlik, karamsarlık; fels. dünyanın esasında fena olduğunu kabul eden kuram.

pessimist

i. bedbin kimse, kötümser kimse, her şeyin karanlık tarafını gören kimse.

pessimistic

s. bedbin, kötümser, karamsar. pessimistically z. bedbince, karamsarlıkla.

pest

i. baş belâsı; sıkıcı şey veya kimse; zararlı şey veya kimse; veba, taun. pesthouse i. bulaşıcı hastalıklara ve özellikle vebaya mahsus eskiden kullanılan hastane. pesticide i. böcek zehiri.

pester

f. sıkmak, sinirlendirmek, sıkıntı vermek, baş ağrıtmak, usandırmak, taciz etmek.

pesthole

i. pis ve mikroplu yer, hastalık bulaştıran yer.

pestiferous

s., k.dili baş belası, başkalarına sıkıntı veren; bulaşıcı, hastalık nakleden; ahlâksızlık yayan, toplumu ifsat eden. pestiferously z. ahlaksızlık yayarak; baş belâsı olarak.

pestilence

i. salgın ve çok tehlikeli hastalık; veba, taun; zararlı veya tehlikeli şey.

pestilent

s. bulaşıcı hastalık getiren; tehlikeli, öldürücü; ahlâka zararlı; k.dili sıkıcı. pestilen'tial s. veba getiren, veba nev'in den; ahlâk bozucu; sıkıcı.

pestle

i., f. havaneli, havan tokmağı; f. tokmak veya havaneliyle dövmek.

pet

i., s., f. (-ted, -ting) evde beslenen ve çok sevilen hayvan; sevilen kimse veya şey; s. evcil; gözde, en çok sevilen; f. sevmek, okşamak. pet aversion, pet hate en çok nefret edilen şey veya kimse. teacher's pet öğretmenin gözdesi.

pet

i. öfke, kızgınlık, sinirlenme. in a pet kızgın.

petal

i., bo.t taç yaprağı, çiçek yaprağı, petal. petaled s. taç yaprakları olan. petaloid s. taç yaprağına benzer.

petard

i., ask. eskiden kapı veya duvar yıkmak için kullanılan barut kutusu; bir çeşit fişek. hoist with veya by one's own petard kazdığı kuyuya kendi düşmüş.

petcock

i .ufak valf.

peter

f., k.dili, out ile tavsamak, hızı azalmak; tükenmek.

petiole

i., bot. yaprak sapı, petiol. petiolar s., bot. yaprak sapına ait. petiolate s. saplı, sapı olan.

petit

s. küçük, ufak. petit jury bir davada son kararı veren on iki kişilik juri heyeti. petit mal tıb. sara hastalığının hafif şekli. petit point etamin veya kanaviçe üzerine yapılan kanaviçe işi.

petite

s. ufak, ince, narin .

petition

i., f. rica, istirham; temenni, dilek, niyaz, dua; arzuhal, istida dilekçe; f. rica etmek, istirham etmek; talepte bulunmak; dilemek, niyaz etmek; dilekçe vermek. petition in bankruptcy borçlu veya alacaklı tarafından yapılan iflas talebi.

petitioprincipii

Lat., man. tartışma konusu olan bir meselenin hiç bir delile dayanmadan doğru olduğunu iddia etme.

petrel

i., zool. yelkovankuşuna benzer herhangi bir deniz kuşu.

petrifaction

i. taş kesilme, taşlaşma; taş kesilmiş şey, fosil. petrifactive s. taş haline getiren.

petrify

f. taş haline getirmek; aşırı derecede hayrete düşürmek, aklını başından almak, sersemleştirmek; taşlaşmak.

petrochemistry

i. petrokimya.

petroglyph

i. tarihöncesinde yapılmış taş resim.

petrograph

i. kayaya oyulmuş resim veya yazı.

petrography

i. kayaları sınıflandırma.

petrol

i., İng. benzin; eski petrol.

petrolatum

i., ecza. saf vazelin.

petroleum

i. petrol. crude petroleum ham petrol.

petroogy

i. kaya ilmi.

petrous

s. kayaya benzer; kaya gibi, taş gibi.

petticoat

i. iç etekliği, jupon; etekliğe benzer şey; (şaka) kadın; elek. fincan, cam izolatör. petticoat government kadın hâkimiyeti.

pettifog

f. (-ged,-ging) teferruata boğulmak; hukuki işlerde hile yapmak; ufak tefek hukuki işlere bakmak.

pettifogger

i. aşağı sınıf avukat; madrabaz dava vekili; iş simsarı; aşırı derecede teferruatla uğraşan kimse.

pettish

s. alıngan, hırçın, huysuz. pettishly z. alınganlıkla, huysuzlukla. pettishness i. alınganlık, huysuzluk, hırçınlık.

pettitoes

i., çoğ. domuz paçası; çocuğun ayak parmakları.

petto

i. göğüs, bağır. in petto kendine; saklı.

petty

s. önemsiz, ehemmiyetsiz, adi, olağan, ufak tefek; ikinci derecedeki; pireyi deve yapan. petty cash küçük kasa; ufak kasa defteri. petty jury bak. petit jury. petty larceny çok değerli olmayan bir şey çalma. petty officer den. assubay, erbaş. pettily z. önemsiz olarak; habbeyi kubbe yaparak. pettiness i. küçük şeylerle uğraşma; aşağılık.

petulant

s. huysuz, ters, titiz, alıngan, sinirli. petulance, -cy i. terslik, huysuzluk. petulantly z. huysuzca, titizlikle, alınganlıkla.

petunia

i. petunya, boruçiçeği.

petuntse , -tze

i. Çinlilerin porselen yapmakta kullandıkları feldispat.

pew

(ünlem) Of! Püf!

pew

i. kiliselerde oturacak sıra.

pewee , peewee

i., zool. bir çeşit sinekyutan.

pewit

i. kızkuşu, zool. Vanellus cristatus; kara başlı martı; sinekyutan.

pewter

i. kurşun ve kalay alaşımı; bu alaşımdan yapılan kap.

peyote

i., İsp., bot. içinde narkotik madde bulunan bir cins kaktüs.

pf.

kıs. pfennig.

pfc.

kıs., ask. Private, first class.

pfennig

i. fenik, Alman markının yüzde biri.

ph

kim. pH

phaeton

i. fayton, payton, üstü açık atlı binek arabası. ,

phage

(sonek)

phago-

(önek) yiyici, yiyen, obur.

phagocyte

i., tıb. yutarhücre, fagosit. phagocyto'sis i. fagositlerin mikropları yok etmesi.

phalanger

i., zool. kuskusgillerden Avustralya'ya mahsus bir çeşit ufak keseli hayvan.

phalanges

çoğ., bak. phalanx.

phalanx

i. (çoğ. -es, phalanges) eski Yunanistan'da sık saflarla yürüyen mızraklı ve kalkanlı asker alayı; elbirliği ve azimle çalışan örgüt; anat. parmak kemiği.

phalarope

i. deniz çulluğuna benzer bir kuş, zool. Phalaropus lobatus.

phallic

s.erkeklik uzvuna ait.

phallism

i. penisle sembolize edilen doğanın verimliliğine tapınma.

phallus

i. bazı dinlerde erkek tenasül uzvunun timsali; biyol. erkeklik uzvu, kamış, penis; bızır; embriyonda cinsiyet yapısı.

phane

(sonek) benzer, görünüşünde.

phanero-

(önek) görünen.

phanerogam

i., bot. çiçekli bitkilerden her biri, fanerogam. phanerog'amous s. fanerogama ait.

phantasm

i. fantezi, hayal; kuruntu; hayalet, tayf.

phantasmagoria

i. rüyada olduğu gibi bir seri tutarsız hayal; bir projektörle duvara yansıtılan ve ani olarak büyüyüp küçülen şekiller; hayalet. .

phantasy

bak. fantasy.

phantom

i., s. aslı olmayan bir şeyin gorünmesi, hayal, aldanış; görümsü, hayalet, tayf; görünüş, şekil; s. hayalet gibi.

pharaoh

i. firavun.

pharaonic

s. firavunlara ait veya benzer.

pharisaic,-ical

s. Ferisilere ait; ikiyüzlü, mürai. Pharisaic Judaism. Musevi dini. pharisaically z. ikiyüzlülükle, mürailikle. Pharisaism i. Ferisilere mahsus tavır ve davranış; k.h. ikiyüzlülük, mü- railik.

pharisee

i. eski Musevilerde dini bir tarikata mensup kimse, Ferisi; k.dili kendini beğenmiş mürai kimse, ikiyüzlü kimse.

pharm

kıs. pharmaceutics, pharmacy.

pharmaceutic ,- ical

s. eczacılığa ait; ilâç kullanımına ait. phar- maceutic chemistry farmasotik kimya. pharmaceutically z. eczacılık usullerine göre. pharmaceutics i. eczacılık.

pharmacist

i. eczacı.

pharmacology

i. farmakoloji, eczacılık ilmi. pharmacologist i. farmakolog, eczacılık uzmanı.

pharmacopoeia

i. ilâçların bileşimini ve hazırlanma usullerini anlatan kitap; bir eczanede bulunan ilâçların toplamı.

pharmacy

i. eczacılık; eczane.

pharos

i. fener, fener kulesi; b.h. İskenderiye'ye yakın Faros adasında eski zamanlarda bulunan fener kulesi.

pharyngeal

s., anat. gırtlağa ait.

pharyngitis

i., tıb. farenjit, gırtlak iltihabı.

pharyngoscope

i. gırtlak muayenesine mahsus alet.

pharyngotomy

i., tıb. gırtlağı yarma ameliyatı.

pharynx

i., anat. farinks, yutak.

phase

i., f. safha, görünüş; astr. ay veya diğer bir gezegenin değişik görünümlerinden her biri, faz; fiz., zool., kim. faz, safha; f., A.B.D. herhangi bir şeyi safhaları ile hazırlamak veya sunmak. phase down yavaş yavaş azaltmak. phase in yavaş yavaş kullanmaya başlamak. phase out safha safha bitirmek. phase meter iki ayrı elektrik akımı arasındaki faz farkını olçmeye mahsus alet.

phd

kıs. Doctor of Philosophy doktorluk payesi.

pheasant

i. sülün, zool. Phasianus colchicus. peacock pheasant yaban tavusu, zool. Polyplectron napoleonis.

phenix

bak. phoenix

phenobarbital

i., kim. uykusuzluk ve asabiyet hallerinde kullanılan bir uyku ilâcı.

phenol

i., kim. fenol.

phenology

i., biyol. kuşların göçmesi ve ağaçların tomurcuklanması gibi olaylar üzerindeki iklimsel etkilerden bahseden bilim dalı.

phenomenal

s. doğal olaylarla ilgili veya bu olaylar kabilinden; olağanüstü, harikulade, hayret verici. phenomenalism i., fels. olaycılık phenomenally z. harikulade bir şekilde.

phenomenology

i. doğal olayları inceleme ilmi.

phenomenon

i. (çoğ.- na) görüngü ve olay, fenomen; olağanüstü şey, harika.

phew

(ünlem) Of ! (sabırsızlık veya tiksinme belirtir)

phial

bak. vial.

philander

f. kur yapmak, flört etmek, kadın peşinde koşmak. philanderer i. kur yapan adam, kadın peşinden koşan adam.

philanthropic , -ical

s. hemcinsine karşı şefkat gösteren, iyiliksever; insan sevgisine ait. philanthropically z. hayırseverlikle, hayır işleri için.

philanthropist

i. hemcinsine şefkat gösteren kimse, hayır sahibi; insanları seven kimse.

philanthropy

i. insanseverlik, hayırseverlik.

philately

i. pul koleksiyonculuğu, posta pullarını toplama merakı. philatelist i. pul meraklısı.

phile

(sonek) seven, meraklısı, destekleyen: bibliophile kitap seven kimse.

philharmonic

s. filarmonik, müzik seven. philharmonic orchestra filarmoni orkestrası.

philippic

i. bir kimseyi tenkit niteliğinde olan sert nutuk.

philippineislands

Filipin Adaları.

philippopolis

i. Filibe'nin eski ismi.

philistine

i., s. Filistinli; estetik anlayış ve zevkten yoksun kimse; s. Filistinlilere ait; kültürsüz, inceliği olmayan.

phillipsscrew

mak. başı x şek linde oluklu vida. Phillips screwdriver yıldız tornavida.

philological

s. filoloji ile ilgili.

philology

i. filoloji; dilbilim; klasik ilim. philologist i. dil bilgini, filoloji uzmanı, dilci.

philomel

i., (siir) bülbül.

philomela

i., mit. düşmandan kurtulsun diye bülbül şekline sokulmuş bir prenses.

philopena

i. içi çift çıkan yemiş üzerine oynanan bir çeşit lâdes oyunu; lades oyununu kazanana verilen hediye.

philoprogenitiveness

i. çocuk sevgisi.

philosopher

i. filozof; hayatını felsefe ve mantık üzerine düzenleyen kimse; güçlükler karşısında filozof gibi kendine hâkim olabilen kimse. philosopher's stone. simyada iksir, başka madenleri altına çevir diği farzolunan tılsımlı taş.

philosophic ,-ical

s. felsefeye ait; felsefi, filozofça; akıllıca, sakin, düşünceli. philosophically z. filozofça, düşünerek. take (it) philosophically umursamamak.

philosophize

f. filozofça konuşmak veya düşünmek; felsefeyle meşgul olmak.

philosophy

i. felsefe; pratik zekâ; ağır başlılık. moral philosophy ahlâk ilmi. natural philosophy eski biyoloji, tabiat bilgisi.

philter , philtre

i., f. aşk iksiri, karşısındakinde aşk uyandırmak gayesiyle içirilen tılsımlı içki; f. aşk iksiri içirmek.

phlebitis

i., tıb. filebit, flebit.

phlebotomy

i., tıb. damardan kan alma. phlebotomist i. kan alma mutehassısı. phlebotomize f. kan almak.

phlegm

i. balgam; soğukkanlılık; kayıtsızlık, kaygısızlık.

phlegmatic ,- ical

s. soğukkanlı, ağır tabiatlı, sakin, kendine hâkim. phlegmatically z. soğukkanlılıkla.

phloem

i., bot. damar dokularının kalburlu borular kısmı.

phlogiston

i. simyacıların yanma olayının esası olarak kabul ettikleri uçucu madde. phlogistic s. bu madde ile ilgili.

phlox

i. Kuzey Amerika'da bahçelerde yetişen bir çiçek. bot. Phlox.

phobia

(sonek) aşırı derecede korku veya nefret.

phobia

i. fobi, fobya, korku, belli bir şey veya duruma karşı duyulan aşırı korku.

phoebe

i. bir çeşit sinekyutan, zool. Sayornis phoebe.

phoebus

i., mit. güneş tanrısı Apollo; ( şiir )güneş.

phoenicia

i., tar. Fenike. Phoenician s., i. Fenikeli, Fenike'ye ait; i. Fenike dili; Fenikeli kimse.

phoenix

i. anka, ölümsüzlük sembolü olarak kabul edilen ve Arabistan çöllerinde yaşadığı farzedilen çok güzel bir kuş.

phon.

kıs. phonetics

phonate

f. seslendirmek. phona'tion i. seslenim.

phone

i., dilb. ses.

phone

i., f., k.dili telefon; f. telefon etmek.

phoneme

i. fonem.

phonemics

i. fonem bilimi; fonem sistemi.

phonetic

s. fonetik, sesçik. phonetic alphabet fonetik alfabe. phonetic spelling fonetik imlâ. phonetically z. fonetik olarak. phonetics i. sesbilim, fonetik.

phonic

s. sese ait, sesli. phonics i. okuma öğretirken kullanılan fonetik kuralları; akustik ilmi.

phonogram

i. fonogram, bir hece veya sesi gösteren işaret.

phonograph

i. pikap, fonograf. phonograph'ic s. fonografa ait veya fonograf ile yapılan. phonograph'ically z. fonografik olarak.

phonography

i. steno: pikap yapımı.

phonology

i. fonoloji.

phonoscope

i. ses dalgalarını gözle görülen şekiller halinde kaydeden alet.

phony

s., i., A.B.D., (argo) sahte, düzme, kalp; i. sahte şey; kendine sahte sıfat veren kimse.

phosphate

i., kim. fosforik asit tuzu, fosfat; fosfatlı suni gübre; asit fosforikle yapılan şurup.

phosphene

i., fizyol. kapalı göze tazyik sonucunda meydana gelen ışıklı hayal.

phosphine

i., kim. hidrojen ile fosfor kanşımından meydana gelen sarmısak kokulu ve çok zehirli bir bileşim.

phosphor

i. fosforlu madde.

phosphoresce

f. karanlıkta fosfor gibi ışıldamak. phosphorescence i. ısı vermeden fosfor gibi karanlıkta ışıldama. phosphorescent s. fosfor gibi ışıldayan.

phosphorous

s., kim. fosforlu.

phosphorus

i. fosfor.

phot.

kıs. photograph, photography.

photo

i., k.dili fotoğraf. photo finish fotofiniş,

photobiotic

s. yalnız ışıkta yaşayan.

photocell

i. fotosel.

photochemical

s.ışığın kimyasal etkilerine ait.

photochemistry

i. fotokimya.

photocomposer

i., matb. filim ile dizme aleti.

photocomposition

i., matb. ışık dalgalarının tesiri ile fazla elektrik akımı geçirme özelliği.

photocopy

i. ışık ile kopya, fotokopi. photocopier i. fotokopi makinası.

photodynamics

i. ışınların bitkilerin hareketi ile olan ilgisini tetkik eden ilim dalı.

photoelectric

s. ışınlar ile elektriğin ortak etkilerine veya birinin diğerini hasıl etme gücüne ait, fotoelektrik. photoelectric cell fotosel.

photoelectrotype

i. fotoğrafçılık işlemi ile yapılan klişe; bu klişeden çıkarılan resim.

photoengraving

i. fotoğraf vasıtasıyle klişe çıkarma işi; böyle bir klişeden yapılan resim.

photoflood

i. fazla ışık veren lamba.

photog.

kıs. photograph, photographic, photography.

photogenic

s., biyol. ışık husule getiren veya saçan; fotojenik, fotoğrafta güzel çıkan. photogenically z. fotojenik olarak.

photograph

i., f. fotoğraf; f. fotoğraf çekmek. color photograph renkli fotoğraf. instantaneous photograph. enstantane. photograph'ic s. fotoğrafla ilgili. photograph'ically z. fotoğrafla; fotoğrafta olduğu gibi.

photographer

i. fotoğrafçı.

photography

i. fotoğrafçılık.

photogravure

i. fotogravür, fotoğrafla klişe yapma işi; fotogravürle çıkarılan klişe.

photoheliograph

i. güneşin fotoğraflarını çekmeye mahsus teleskop.

photojournalism

i. gazetede çok fotoğraf kullanma.

photometer

i. ışıkölçer, fotometre. photometry i. ışınların kuvvetini ölçme; bununla uğraşan optik dalı.

photometrical

s. ışıkölçerle ilgili.

photomicrograph

i. mikroskop ile büyütülmüş şeylerin fotoğrafı.

photon

i., fiz. foton, ışık enerji birimi.

photooffset

i. foto ofset.

photophobia

i. ışıktan korkma, Işık fobisi.

photoplay

i. filme alınan sahne oyunu.

photoreceptor

i. ışığa hassas olan alıcı sinir.

photosensitive

s. ışığa hassas.

photosphere

i. fotosfer, ışıkküre.

photostat

i. fotostat, negatife lüzum kalmadan doğrudan doğruya fotoğraf çeken makina; böyle çekilen fotoğraf. photostat'ic s. fotostatik.

photosynthesis

i., biyokim. karbon özümlemesi, fotosentez.

phototaxis

i., biyol. organizmanın ışığa karşı hareketi.

phototelegraphy

i. telle resim gönderme usulü.

phototelescope

i. gökcisimlerinin fotoğrafını çekebilen teleskop.

phototherapy

i., tıb. ışın ledavisi.

phototransistor

i. aldığı ışına göre elektrik akımı ileten transistor.

phototropic

s. ışık tesiriyle yön değiştiren.

phototropism

i., biyol. ışıkgöçüm.

phototype

i. fotoğraftan yapılan klişe; böyle klişeden basılan resim.

phototypography

i. klişe kullanarak tipo dizgisine uygun yapılan herhangi bir baskı işlemi.

phrase

i., f. ibare; deyim, tabir; müz. cümle; seri halinde dans figürü; f. uygun cümle veya kelimelerle ifade etmek; müz. bir parçayı cümlelemek. phrase book hazır cümle kitabı. phrasemongeri. süslü cümleler kullanan kimse. prepositional phrase edat ile başlayan ibare.

phraseological

s. ifade tarzına ait.

phraseology

i. cümle tertibi usulü, ifade tarzı, şive; terim veya deyim.

phrasing

i. deyim kurma tarzı; müz. cümleleyiş.

phratry

i., sosyol. aşiret, boy, uruk.

phreatic

s. yeraltı suyu ile ilgili.

phrenetic

bak. frenetic.

phrenic

s. zihne ait; anat. diyaframa ait, frenik. phrenic muscle anat. diyafram kası.

phrenitis

i., tıb. beyin humması; menenjit; diyafram iltihabı.

phrenology

i. frenoloji.

phrygia

i.,tar. Frikya, Kütahya ve Afyonkarahisar yöresinin eski ismi. Phrygian s., i. Frikya'ya ait; i. Frikyalı; Frikya dili.

phthisic

i., s., tıb. verem; devamlı zayıflama; nefes darlığı, astım; s. veremli; astımlı.

phthisis

i., tıb. verem.

phycology

i. botaniğin deniz yosunlarını inceleyen dalı.

phylactery

i. Musevilikte Kitabı Mukaddes'ten kısa bir parça taşıyan deri kutu; muska, hamail, tılsım.

phyletic

s., biyol. filuma ait; ırka özgü.

phyllome

i., bot. yaprak veya yapraksı şey.

phyllopod

i., zool. yaprak ayaklı.

phyllotaxis , phyllotaxy

i., bot. yaprak dizilişi.

phylloxera

i. flokseride familyasından üzüm kütüklerini tahrip eden pek küçük bir böcek, bir çeşit fidan biti.

phylogeny

i., biyol. bitki veya hayvan tipinin gelişim tarihi.

phylum

i. (çoğ.- la) biyol. kol, filum.

phys.

kıs. physical, physician, physics.

physcist

i. fizikçi .

physic

i., f. (-ked,- king) tıp ilmi, hekimlik; dahilden verilen ilâç; mushil: f. dahili ilaç vermek; müshil içirmek; amel vermek.

physical

s. maddi, maddeye ait; cismani, bedensel; fiziksel, fiziki, tabiat ilmine ait .physical education bedeneitimi. physical examination sıhhi muayene. physical geography fiziki coğrafya. physical sciences tabii ilimler. a physical impossibility fiziksel imkânsızlık. physical therapy fizik tedavisi. physically z. bedenen, vücutça.

physician

i. doktor, hekim.

physics

i. fizik.

physiognomy

i. fizyonomi; dış görünüş. physiognom'ical s. simaya veya görünüşe ait.

physiography

i. doğayıtanımlama; fiziki coğrafya.

physiologic ,ical

s. fizyolojik, diriksel. physiologically z. fizyoloji kaidelerine göre, fizyolojik bakımdan.

physiology

i. fizyoloji. physiologist i. fizyolog.

physiotherapy

i. fizik tedavisi.

physique

i. bünye, vücut, beden yapısı.

phytogenesis

i. bitkilerin başlangıç ve gelişimi ile uğraşan ilim.

phytography

i. bitkileri tanımlama ve sınıflandırma.

phytology

i., (eski) botanik, bitkibilimi.

phytopathology

i. bitki patolojisi.

pi

i. Yunan alfabesinin on altıncı harfi; mat. pi.

pi ,pie

i., f. birbirine karışmış matbaa harfi; f. harfleri birbirine karıştırmak.

pia mater

anat. beyin zarlarından biri.

piacular

s. kefaret eden; kefarete muhtaç, günahkâr; suçlu

pianissimo

s., z., müz. çok hafif (sesle), kıs. pp.

pianist

i. piyanist.

piano

s., z., müz. hafif (sesle), kıs. p.

piano

i. piyano. piano stool vida ile alçalıp yükseltilebilen piyano taburesi. grand piano kuyruklu piyano. upright piano düz piyano, dik piyano.

pianoforte

i. piyano.

piaster , tre

i. kuruş; bazı memleketlerde esas para biriminin yüzde biri.

piazza

i. bilhassa italyan şehirlerinde meydan, piyasa yeri; üstü kapalı direkler altı; A.B.D. ev balkonu, veranda.

pica

i. on iki puntoluk matbaa harfi.

pica

i., tıb. tebeşir ve çamur gibi yenmez şeylere karşı duyulan anormal iştah.

picador

i., İsp. boğa güreşlerinde boğayı kargı ile kışkırtan atlı.

picaresque

s., edeb. külhanbeyler veya sabıkalılar arasında geçen.

picaroon

i. korsan.

picayune

i., s., A.B.D. önemsiz kimse veya ,şey; s. önemsiz, küçük, değersiz, hakir. not worth a picayune beş para etmez, hiç bir değeri olmayan.

picayunish

s. önemsiz, değersiz.

piccalilli

i. baharatlı karışık turşu.

piccolo

i., müz. pikolo, tiz sesli küçük flüt.

pick

i. kazma; kürdan; mızrap; seçme hakkı veya fırsatı; elle toplanan meyva miktarı; ucu sivri bir şey ile, dürtme.

pick

f. seçmek; delmek, delik açmak; kazmak; yolmak, koparıp toplamak; çıkartmak; azar azar yemek; aşırmak, çalmak; anahtarsız açmak (kilit); gagalamak; müz. telli çalgıları parmaklarla çalmak. pick a fight kavga etmek. pick and choose istedigi gibi seçmek. pick at ile oynamak; iştahsızca yemek; A.B.D., k.dili dır dır etmek. pick off koparmak; birer birer vurup düşürmek (tabanca ile). pick on seçmek; k.dili durmadan kusur bulup azarlamak, dır dır etmek. pick one's way engelleri yenerek kendine yol açmak. pick out seçmek, ayırmak; müz. ağır ağır nota çıkarmaya çalısmak. pick over ayıklamak. pick to pieces çekiştirmek; çürütmek (sav). pick up kaldırmak, toplamak; devşirmek; rasgele bulmak; pratik olarak öğrenmek, kulaktan öğrenmek (dil); almak; toplanmak; k.dili iyileşmek; ilerlemek, gelişmek; hızlanmak. a bone to pick paylaşılacak koz.

pickaback

z. omuzda, sırtta.

pickaninny

i., asağ. zenci çocuk .

pickax

i. kazma.

pickedover

s. elde kalan, elenmiş.

picker

i. toplayıcı şey veya kimse; pamuk atma makinası; herhangi bir deliği temizlemeye mahsus alet.

pickerel

i. Kuzey Amerika'ya mahsus bir tür turnabalığı, zool. Esox lucius.

picket

i., f. kazık; ask. ileri karakol, posta; inzibat postası; grev gözcüsü; f. kazıklarla etrafını çevirmek, kazık dikerek çit yapmak; hayvanı iple kazığa bağlamak; nöbetçi veya karakol koymak; karakol vazifesini yapmak; grev gözcülüğü yapmak. pick et fence kazıklardan yapılmış çit. picket line grev gözcülerinin meydana getirdiği hat. picket rope hayvanı kazığa bağlayacak ip.

picking

i. toplama; toplanılan şey; çoğ. toplanılacak artıklar; aşırma; aşırılan şey. slim pickings k.dili kıtlık, darlık, imkânsızlık.

pickle

i., f. salatalık turşusu; salamura; k.dili sıkıntılı veya güç durum, varta: madeni eşyayı temizlemeye mahsus asitli karışım; ing., k.dili afacan çocuk; f. turşusunu kurmak, salamura yapmak; asitle temizlemek. pickled s. turşusu kurulmuş; rengi ağartılmış (tahta); (argo) sarhoş, slang turşu.

picklock

i. anahtarsız kilit açan kimse; hırsız; maymuncuk, tavşan anahtarı.

pickmeup

i., k.dili canlandırıcı içki.

pickpocket

i. yankesici.

pickup

i. hız alma, hızlanma; pikap kolu; radyoda mikrofon tertibatı; alıcı veya kaydedici cihaz; oto pikap; k.dili gelişme, ilerleme; oyunda top yere dokunduktan sonra tutma veya vurma; k.dili canlandırıcı şey; (argo), slang avlanacak keklik, kaldırma.

picnic

i., f. piknik; kolay veya hoşa giden iş; f. pikniğe gitmek, piknik yapmak.

picot

i. piko.

picotee

i. ebrulu karanfil, bot. Dian thus caryophyllus picric.

picrik acid

kim. pikrik asit.

pictograph

i. harf yerine resim kullanılan yazı, resimyazı.

pictorial

s., i. resimlere ait; resimli; resim gibi, resim şeklinde ifade edilmiş; grafik halinde; i. resimli dergi. pictorially z. resimlerle; resim gibi.

picture

i., f. resim, tasvir, suret, timsal; tanımlama, tarif; filim; gorüntü; f. tanımlamak, tarif veya tasvir etmek, resmetmek; canlandırmak, tasavvur etmek, hayal etmek. picture book resim kitabı, resimli kitap. picture frame resim çerçevesi. picture gallery resim galerisi. picture postcard kartpostal. picture tube kineskop. picture window manzara seyredebilmek için büyük pencere. come into the picture ortaya çıkmak. draw a picture resim çiz mek; göz önüne sermek. moving pictures sinema. the pictures İng. sinema. the picture of health sıhhat numunesi.

picturesque

s. pitoresk, resim konusu olmaya elverişli, renkli, etkili; güzel; canlı, kuvvetli (ifade). picturesquely z. pitoresk bir şekilde. picturesqueness pitoresk oluş; güzellik, canlılık.

piddle

f. hafife almak, etkisiz bir şekilde yapmak; su dökmek, işemek. piddle around boşuna uğrasmak. piddling s. önemsiz, ehemmiyetsiz, küçük, bayağı.

pidgin

i. milletlerarası yardımcı dili olarak kullanılan karışık dil. Pidgin English Uzak Doğu'da kullanılan ingilizceden bozma karışık dil.

pie

i., ahçı. tart; (argo) kolay şey; (argo) rüşvet. as easy as pie çok kolay. pie plant A.B.D., leh. ravent.

pie

i. saksağan.

piece

i. parça, kısım, bölüm; dama taşı; satranç piyadeden yüksek taş; tüfek, top; müz. parça; piyes; resim; numune, örnek; madeni para. piece goods tic. metreyle satılan kumaş. piece of eight İspanyol doları, sekiz riyal'den ibaret dolar. give one a piece of one's mind paylamak, azarlamak. break to pieces parça parça etmek; parçalanmak. by the piece parça başına. go to pieces parçalanmak; k.dili (kendini) dağıtmak. of a piece with aynı, tıpkısı, benzer. speak one's piece kendi fikrini belirtmek.

piece

f. parça eklemek, parça vurmak, yamamak, parçalarını bir araya getirerek tamir etmek; birleşmek. piece on eklemek, ilâve etmek piece. out parça ilâve ederek tamamlamak. piece together parçaları bir araya getirmek.

piecemeal

z., s. parça parça, yavaş yavaş; s. parçalardan yapılmış.

piecework

i. parça başı iş.

pied

s. benekli, alaca. Pied Piper Fareli Köyün Kavalcısı. pied wagtail ak kuyruksallayan, zool. Motacilla alba.

piedmont

s., coğr. dağ eteğindeki.

pier

i. iskele, rıhtım; kemer veya köprü payandası; iki pencere veya kapı arasında bulunan duvar.

pierce

f. delmek, içine işlemek, delip geçmek, delik açmak; nüfuz etmek; sırrını anlamak, içyüzüne vâkıf olmak; etkilemek, tesir etmek; bıçaklamak.

pierian

s. Müzlerin oturduğu farzedilen Pieria ülkesine ait; şiir veya edebiyatla ilgili.

pietism

i. dindarlık, kuvvetli inanç; softalık, aşırı dindarlık. pietist i. aşırı dindar kimse, softa. piestis'tic(al) s. dindarca, sofuca.

piety

i. Allaha karşı hürmet; kendini Allaha adama; dindarlık; takva; ana babaya hurmet; dindarca davranış.

piezo-

(önek) basınç.

piezoelectricity

i. pizoelektrik.

piezometer

i. basıölçer.

piffle

f., i., k.dili saçmalamak, boş laf etmek; i. saçma söz, herze .

pig

i., f. (-ged,- ging) domuz; domuz yavrusu; domuz eti; domuz gibi adam; mad. pik, pik demiri; A.B.D., (argo) polis memuru; A.B.D.,( argo) düşük kadın; f. yavrulamak (domuz). pig iron pik demiri. pig it domuz gibi yaşamak. pig Latin uydurma bir dil (birinci ses kelimenin sonuna getirilir ve ay ilâve edilir: igpay atinlay). buy a pig in a poke malı görmeden satın almak; körükörüne alışveriş etmek. guinea pig bak. guinea roast pig domuz kızartması.

pigeon

i. güvercin, zool. Columbidae; kumru; (argo) kolay aldanan kimse. carrier pigeon, homing pigeon posta güvercini. clay pigeon kurşun hedefi olarak makina ile fırlatılan tabak.

pigeonbreasted

s. göğüs tahtası dar ve çıkıntılı olan.

pigeonhearted

s. korkak, ödlek.

pigeonhole

i., f. güvercin yuvası: yazı masasında kâğıt gözü; f. yazı masasının kâğıt gözüne yerleştirmek; tasnif etmek, sıralamak; bir yana atmak, hasıraltı etmek.

pigeonlivered

s. korkak.

pigeontoed

s. ayak parmakları veya ayakları içe dönük.

piggery

i. domuz ahırı, domuz ağılı .

piggin

i. çamçak, tahta maşrapa.

piggish

s. domuz gibi; obur; pis; bencil. piggishly z. domuzcasına, domuz gibi. piggishness i. domuz gibi oluş; domuzluk etme.

piggy

i. küçuk domuz; obur kimse; haris kimse. piggy bank domuz şeklinde kumbara.

piggyback

z. sırtta.

piggybacking

i., A.B.D. açık yük vagonuyle yüklü kamyon nakletme.

pigheaded

s. inatçı, ters.

pigment

i. renk maddesi, boya maddesi; toz boya; biyol. hayvan veya bitki dokularına renk veren madde, pigman. pig mentary s. renk maddesine ait; pigmanlı. pigmenta'tion i. boyadan meydana gelen renklilik; biyol. hücrelerin renkli madde hâsıl etmesi. Pigmy

pigmy

bak. pygmy.

pigmy

bak. Pygmy.

pignut

i. Amerika'ya mahsus bir çeşit ufak ceviz; bir çeşit yer fıstığı.

pigpen

i. domuz ağılı.

pigskin

i. domuz derisi; A.B.D., k.dili Amerikan futbol topu.

pigsty

i .domuz ağılı; domuz ağılına benzer pis ev .

pigtail

i. başın arkasından sarkan saç örgüsü.

pigweed

i. kazayağı, bot. Cheno podium.

pika

i. ıslıklı tavşan, zool. Ochotonus.

pike

i. turnabalığı, zool. Esox lucius.

pike

i., f. kargı, mızrak; kazma; sivri uç; ana yol, asfalt; paralı ana yol; f. kargı ile delmek veya öldürmek.

pikeman

i. kargılı asker.

piker

i., A.B.D.,( argo) ihtiyatla oynayan kumarbaz; herhangi bir işte ucuza kaçan kimse.

pikestaff

i. tahta kargı sapı; ucu demirli baston. plain as a pikestaff apaçık, meydanda, aşikâr.

pilaf

i. pilav.

pilar

s. saçlı, saçlara ait.

pilaster

i., mim. gömme ayak, plastro; duvara yapışık sütun. pilastered s. böyle sütunları olan.

pilchard

i. sardalya.

pile

i., f. temel veya iskele yapımında kullanılan büyük kazık; f. kazık kakmak; kazıklara dayamak. pile driver kazık varyosu, şahmerdan.

pile

i. tüy; kuş tüyü; hav.

pile

i., f. yığın, küme; k.dili büyük meblağ; çok büyük bina; ölü yakmaya mahsus odun yığını; fiz. atom reaktörü: (argo) servet, dünyalık; f. yığmak, kümelemek. pile in dolu,smak pile off, pile out inmek, hep birlikte inmek. pile on üşüşmek; tepeleme doldurmak. pile up yığmak, biriktirmek; yığılmak, birikmek; k.dili kazada çarpıp ezmek.

pileated

s., bot., zool. tepeli.

piles

i., çoğ., tıb. basur memesi, hemoroid

pileum

i. (çoğ. -lea) biyol. kuş başının üst kısmı.

pileus

i. (çoğ.-lei) bot. mantarın şemsiye şeklindeki başı.

pilewort

i. basurotu, bot. Ranun culus ficaria .great pilewort sıracaotu, bot. Scrophularia.

pilfer

f. çalmak, aşırmak, slang yürütmek. pilferage i. çalma; çalınan şeyler.

pilgrim

i. hacı, kutsal bir yeri ziyaret eden kimse; yolcu, seyyah; b.h., çoğ. 1620 yılında Mayflower gemisi ile Amerika'ya göç eden ingilizler. pilgrimage i. hac; kutsal bir yeri ziyaret; uzun ve çetin bir yolculuk .

piliferous

s. tüylü, havlı.

piling

i. temel kazıkları; kazık çakma.

pill

i., f. hap; hazım ve tahammülü güç bir şey;( argo) çekilmez kimse. the pill doğum kontrol hapı. a bitter pill yenilir yutulur olmayan bir şey, kabulü güç iş.

pillage

i., f. yağma, çapulculuk, talan; çapul malı, ganimet; f. talan etmek, yağma etmek, soymak, ganimet olarak almak.

pillar

i., f. direk, sütun; dikme, dik meye benzer şey; f. sütunlarla tutmak veya süslemek .pillar box ing posta kutusu. Pillars of Hercules Cebelitarık boğazının iki tarafındaki yüksek kayalıklar. a pillar of society topluma dayanak olan kimse, nüfuzlu kimse .from pillar to post bir güçlükten diğer bir güçlüğe; kapı kapı (dolaşma).

pillbox

i. hap kutusu; ask. küçük istihkam.

pillion

i. at binicisinin arkasında ikinci bir biniciye mahsus yastık; motosikletlerde buna benzer yer.

pillory

i., f. eskiden kullanılan ve boyun ve kolları geçirmeye mahsus delikleri olan suçluları teşhir aleti; f. bu alete bağlayarak teşhir etmek; teşhir etmek, elale min maskarası etmek.

pillow

i., f. yastık; yastık gibi herhangi bir şey; den. cıvadra ıskaçası; f. yastığa yatırmak; altına yastık koymak. pillow block mak. şaft kovanı. pillow lace kopanaki. pillowy s. yastık gibi.

pillowcase

i. yastık yüzü.

pilose ,pilous, pileous

s. kıllı, tüylü. pilosity i. tüylülük.

pilot

i., f., den. kılavuz: dümenci; pilot; rehber; A.B.D. lokomotif mahmuzu; f. kılavuzluk etmek, rehber olmak, yol göstermek; (uçak) kullanmak. pilot engine kılavuz lokomotif. pilot fish Malta palamudu, zool. Naucrates ductor. pilot light şofbende devamlı olarak yanan kuçük alev; kontrol lambası. drop the pilot kılavuzu salıvermek. pilotage i. kılavuzluk; kılavuz ücreti.

pilothouse

i. kaptan köşkü.

pilous

bak. pilose.

pilule

i. hap, ufak hap.

pimento

i. yenibahar, bot. Pimenta officinalis; tatlı taze kırmızı biber, bot. Capsicum annuum.

pimp

i., f. pezevenk, muhabbet tellâlı kadın simsarı; f. pezevenklik etmek.

pimpernel

i. farekulağı, bot. Anagallis

pimple

i., tıb. sivilce pimpled, pimply s sivilceli.

pin

i., f. (-ned, -ning) toplu iğne; askı çivisi; mil; broş, iğne; kuka, lobut; kenetleyici veya bağlayıcı şey; oklava; değersiz şey; çoğ, k.dili bacaklar; müz. telli çalgılarda akort anahtarı; f. toplu iğne ile tutturmak; iliştirmek, tutturmak, tespit etmek; elini kolunu bağlamak, hareket serbestisini sınırlamak; kapmak; A.B.D., (argo) nişanlanmaya söz vermek. pin down mecbur etmek; teferruatmı araştırmak. pin money harçlık; bir erkeğin karısına verdiği cep harçlığı. pin on mesul tutmak, pin one's faith on birisine veya bir şeye çok güvenmek. pin up yere düşmesin diye toplu iğne ile tutturmak. belaying pin den. armadura çeliği. pins and needles karıncalanma, uyuşma. on pins and needles huzursuz, endişeli, diken üstünde.

pina

i., İsp. ananas; ananas şurubu. pina cloth ananas yaprağının liflerinden dokunan ince kumaş.

pinaceous

s., bot. çamgillere ait.

pinafore

i. çocuk önlüğü, göğüslük.

pinaster

i., bot. bir cins fıstık çamı.

pinball

i. bir çeşit kumar otomatı.

pincenez

i., Fr. kıskaç gözlük, kelebek gözlük.

pincers

i., çoğ. kerpeten; zool. kıskaç; ask. kıskaç hareketi.

pinch

f. çimdiklemek, kıstırmak; sıkıştırıp acıtmak, ıstırap vermek, ağrı vermek, acıtmak; açlık veya ıstırap ile zayıflatmak; (argo) çalmak, aşırmak;( argo) tutuklamak, ele geçirmek; den. rüzgâra karşı gitmek; vurmak, sıkmak; cimrilik etmek.

pinch

i. çimdik; tutam; kısma, kısııma; sıkıntı, ihtiyaç, zaruret, darlık; (argo) hırsızlık; (argo) tevkif. a pinch of salt bir tutam tuz. in veya at a pinch ihtiyaç karşısında, icabında. take it with a pinch of salt ihti yatla dinlemek.

pinchbeck

i., s. altın taklidi olarak kullanılan bakır ve çinko alaşımı; taklit şey; s. taklit, adi.

pinchcock

i. lastik boruya sıkıştırılarak sıvının akmasına engel olan kıskaç, pens.

pinchers

i. kıskaç çoğ. kerpeten; zool. kıskaç.

pinchhit

f., (beysbol) sırası olan oyuncu yerine vuruş yapmak; başkasının görevini yapmak. pinchhitter i. acil durumda başkasının görevini yapan kimse.

pincushion

i. iğnedenlik, iğne yastığı.

pine

i. çam, bot. Pinus; çam ağacı; fıstık çamı, bot. Pinus pinea pine barren çamlık kumsal. pine cone çam kozalağı. pine needle çam iğnesi. pine tar çam katranı. Aleppo pine Halep çamı, bot. Pinus halepensis. ground pine bak. ground Scotch pine sarıçam, bot. Pinus sylvestris. stone pine fıstık çamı, bot. Pinus pinea wild pine katran çamı, bot. Pinus rigida.

pine

f.,( away ile) üzülmek, bitkin bir hale gelmek, zayıflamak, bitmek; (for ile) özlemek; hasret çekmek.

pineal

s. kozalaksı. pineal gland anat. beyin epifizi.

pineapple

i. ananas, bot. Ananas comosus.

pinfeather

i. yeni yeni biten kuş tüyü.

ping

i. kurşunun havada çıkardığı ses, buna benzer herhangi bir ses.

pingpong

i. pingpong, masa tenisi.

pinguid

s. yağlı, kaygan.

pinhead

i. topluigne başı; ufak ve önemsiz şey; (argo) aptal kimse.

pinhole

i. iğne ile açılmış delik, ufak delik.

pinion

i., f., zool. kanat; iri kanat tüyü; kanat tüyleri; kanadın kuşun gövdesinden en uzak olan mafsalı; f. kuşun uçmasını engellemek için kanadının ucunu kesmek; bir kimsenin elini kolunu bağlamak; bağlamak.

pinion

i., mak. büyük dişli çarka uyan küçük dişli çark .

pink

i., s. pembe renk; karanfil, bot. Dianthus; en üst derece; İng. tilki avcılarının giydikleri kırmızı ceket; İng. tilki avcısı; k.dili, aşağ. solcu; s. pembe in the pink of condition sıhhatça en iyi durumda. pink tea A.B.D., k.dili kabul günü. pinkish s. pembemsi, pembemtırak. pinkness i. pembelik.

pink

f. bıçaklamak; ufak delikler açmak; kenarını kertikli kesmek; İng. süslemek, tezyin etmek. pinking shears surfle makası.

pinkeye

i., tıb.bulaşıcı.

pinkie , pinky

i., A.B.D., k.dili serçe parmağı.

pinko

i., A.B.D., (argo), aşağ solcu.

pinna

i., bot. bileşik yaprağın bir yapracığı, yapracık; kulak kepçesi; zool. kanat, balık kanadı; pines, zool. Pinna nobilis.

pinnace

i., den. büyük filika .

pinnacle

i., f., mim. bina ve duvar üzerine süs için yapılan sivri tepeli kule; doruk, tepe, zirve; en yüksek nokta veya devir; f. sivri tepeli kule yapmak; en yüksek noktaya ulaştırmak.

pinnate , pinnated

s., bot. sapının iki tarafında tüy gibi yaprakları olan, tüysü.

pinnatifid

s., bot. yarıkları orta damara yakın gelen (yaprak).

pinnule

i., bot. bileşik yaprakların tekrar tekrar bölünmesinden meydana gelen yapracık; zool. küçük kanat gibi organ veya kısım.

pinon

i. A.B.D.'de yetişen bodur ve meyvaları yenir çam ağacı, bot. Pinus edulis; fıstık çamı, bot. Pinus pinea.

pinpoint

i., f. iğne ucu; ufakşey; f. kesin olarak yerini belirtmek.

pinprick

i. iğne batması; sinirlendirici ufak şey .

pint

i. yarım litrelik sıvı olçü birimi, bir galonun sekizde biri, A.B.D. 0,473 litre, İng. 0,550 litre .

pintail

i. kılkuyruk, zool. Anas acuta.

pintle

i. mil, eksen; dümenin erkek iğneciği.

pinto

i., A.B.D. benekli ufak cins at; bir cins benekli fasulye.

pinup

s., i. duvara asılabilen; A.B.D., (argo) cazibeli; i. duvara asılan seksi kadın resmi.

pinwheel

i. çarkıfelek; fırıldak.

pinworm

i. küçük bir çeşit bağırsak solucanı, sivrikuyruk, askarit.

piny

s. çamlık; çam kokulu.

pioneer

i., f. yol açmak için önden giden kimse, öncü; ask. istihkâm taburunda er; f. yol açmak, öncülük etmek; akıncı ruhu ile işe girişmek.

pious

s. Allaha saygı gösteren; dindar, takva ehli; dindarlık perdesi altında yapılmış. piously z. takva ile, dindarca piousness i. takva, dindarlık.

pip

i. elma ve portakal gibi meyvaların çekirdeği;( argo) olağanüstü şey; harika kimse.

pip

f. (-ped, -ping) yumurtadan çıkmak için kabuğunu delmek; civciv gibi ''cik cik diye ses çıkarmak.

pip

f. (-ped, -ping) İng.,( argo) yenmek; sınavda kalmak; hafifçe değip geçmek, sıyırmak (kurşun); öldürmek; ölmek pip out ölmek, son nefesini teslim etmek.

pip

i. zar veya domino üzerindeki nokta; radyoda saati bildiren hafif vuruşlardan biri; bir salkım çiçeğin tomurcuklarından her biri; bazı çiçeklerin kökü; teğmenlere takılan yıldız işareti.

pip

i., bayt. tavuklarda görülen dilaltı hastalığı, kurbağacık.

pipe

i. boru; kaval, düdük; org borusu; pipo, çubuk; bir çubukluk tütün; den. silistre, silistre ile verilen kumanda; nefes borusu; 550 litrelik şarap fıçısı; çoğ., müz. gayda pipe clay lüleci çamuru, kil. pipe dream boş emel, hülya pipe organ borulu org. pipe stem pipo sapı. Put that in your pipe and smoke it (argo) ister inan ister inanma iş böyle .

pipe

f. düdük çalmak; düdük çalarak kumanda vermek; borularla teçhiz etmek; elbiseyi şeritle süslemek; den. silistre ile çağırmak .pipe down! (argo) sus kes se- sini. I pipe up k.dili söz söylemek.

pipefish

i. yılan iğnesi. zool. Syng nathus ophidion.

pipefitting

i. boru donanımı.

pipeline

i. petrolü uzun mesafelerden nakleden boru, petrol hattı; gizli bilgi iletme vasıtası.

piper

i. gayda çalan kimse; kavalcı; güvercin yavrusu; soluğan. at Pay the piper and call the tune parayı veren dudüğü çalar.

pipette

i. pipet.

piping

s., i. kaval çalan; ıslık çalan (rüzgâr), düdük gibi ses çıkaran, tiz, kulak tırmalayıcı; i. kaval çalma; kaval ile çalınan hava; borular; şerit, harç, sutaşı; pasta üze- rine krema ile yapılan şerit şeklinde süs; kulak tırmalayıcı ses. piping hot çok sıcak; buram buram .

pipit

i. incirkuşu, zool. Anthus red throated pipit kızıl gerdanlı incirkuşu, zool. Anthus cervinus. tawny pipit kır incirkuşu, zool. Anthus campestris.

pipkin

i. küçük toprak kap güveç; çamçak.

pippin

i. lezzetli birkaç çesit elma; çekirdek; (argo) harika kimse veya şey.

pipsqueak

i. kısa boylu insan; değersiz kimse.

piquant

s. mayhoş; etkileyici, cazip, tesirli, merak uyandırıcı. piquancy i. cazibe; mayhoşluk.

pique

i. pike (kumaş).

pique

i., f. incinme, kırılma, darılma; f. hatırını kırmak, incitmek, darıltmak; tahrik etmek, kışkırtmak. pique oneself övünmek, kendini bir şey zannetmek.

piquet

i., Fr. bir çeşit kâğıt oyunu, piket.

piraeus

i. Pire limanı.

piranha

i. piraya, zool. Pygocen trus pırava.

pirate

i., f. korsan; korsan gemisi; f. korsanlık etmek; başkasının eserini izin almadan yayımlamak. piracy i. korsanlık; izinsiz olarak yayımlama, intikal.

pirogue

i. ağaç kütüğünden oyulmuş kayık.

pirouette

i., f. tek ayak üzerinde veya parmak uçlarında dönüş yapma; f. ayak parmakları üzerinde dönüş yapmak.

piscary

i., huk. başkasının karasularında balık tutma hakkı; balık avlama yeri.

piscatorial , piscatory

s. balıklara veya balıkçılığa ait; balıkçılıkla geçinen.

pisces

i., çoğ., astrol. Balık burcu; zool. balıklar.

pisciculture

i. balık uretimi.

piscine

s. balık gibi; balığa ait.

piscivorous

s., zool. balık yiyen, balıkla beslenen.

pish

( ünlem ) Öf ! Püf ! (iğrenme belirtir).

pisidia

i. Burdur yöresinin eski ismi.

pisiform

s. bezelye şeklindeki.

pismire

i., (eski), leh karınca.

piss

f., i., kaba su dökmek, işemek; i. idrar, çiş, sidik. pissed off kaba kızgın.

pistachio

i. şamfıstığı, Antep fıstığı; şamfıstığı ağacı; şam- fıstığı yeşili.

pistil

i., bot. pistil, dişi organ, boyuncuk ve stigmadan ibaret dişi çiçek organı. pistillate s., bot. dişi organı olan.

pistol

i., f. (-led,-ling) pistol, tabanca, revolver, piştov; f. tabanca ile vurmak. pistol grip tüfeklerde tabanca kabzasına benzer yer. pistol shot tabanca ateşi; ta- banca menzili. pistolwhip f. tabanca namlusu ile vurmak.

piston

i., mak. piston; müz. nefesli çalgılarda piston. piston crown mak. piston başı. piston ring piston yayı. piston rod piston kolu.

pit

f. (-ted, -ting) çukura yerleştirmek; çukurlaştırmak; ufak çukurlarla doldurmak; dövüş meydanına çıkarmak (horoz); bir birine karşı kışkırtmak; çekirdeklerini çıkarmak; tıb. geçici olarak çukurlaşmak. pit one against another birbiriyle mücadeleye sokmak, kapıştırmak .

pit

i. şeftali gibi etli meyvaların çekirdeği.

pit

i. çukur; hendek şeklinde tuzak; cehennem; horoz dövüştürülen yer; anat. koltuk altı gibi çukur yer, koltuk altı; çiçek bozuğu gibi ciltte kalan küçük çukur; düz bir satıh üzerindeki girinti veya çukur; İng. tiyatroda parter ile orkestra arasındaki yerler; A.B.D. borsada bölüm. pit viper çıngıraklıyılan. clay- pit kil yatağı. gravel pit çakıltaşı yatağı.

pitapat , pittypat pat

z., i., f. birbirini takip eden vuruşlarla; i. hafif hafif çarpma; f. hafif hafif çarpmak.

pitch

i., f. zift, kara sakız; bazı ağaçlardan çıkan çamsakızına benzer bir madde; f. ziftlemek, ziftle kaplamak. pitch pine çıra; çıralı çam as black as pitch simsiyah, zift gibi.

pitch

f. atmak, flrlatmak; kurmak (çadır); müz. tam perdesini vermek; düşmek, birdenbire düşmek; den. baş kıç vurmak (gemi); ( beysbol) atıcı vazifesini görmek; karar vermek; sendelemek; aşağıya meyletmek. pitch in k.dili beraber çalışmak; girişmek. pitch into üstüne saldırmak, atılmak. pitch on rasgele seçmek. pitch woo (argo) sevişmek. pitched battle meydan savaşı.

pitch

i. alçalma veya yükselme açısı; en üst veya alt derece; (vida) adım; atım, atış; atılan şey; den. geminin baş kıç vurması; meyil, eğim; müz. perde; işportacının tezgâh yeri; A.B.D., k.dili satış taktiği. pitch accent dilb. ses tonu ile vurgulama. pitch pipe müz. ses perdesini gösteren düdük, akort düdüğü. absolute pitch müz. bir sesi tam istenilen perdede söyleme veya kulaktan anlama kabiliyeti. sales pitch malı methederek yapılan satış reklâmı standard. pitch müz., A.B.D. A perdesi için saniyede 440 çevirim .

pitchandtoss

i. yazı tura atma oyunu.

pitchblack

s. simsiyah.

pitchblende

i. uranyum ve radyumlu maden cevheri.

pitchdark

s. zifiri karanlık.

pitcher

i., A.B.D. testi, surahi, ibrik; maşrapa; bot. ibrik şeklinde yaprak. pitcher plant bot. yaprakları ibrik şeklinde olan bitki. Little pitchers have big ears. Ço- cukların kulağı delik olur.

pitcher

i., (beysbol) topu atan oyuncu; bir cins golf sopası. pitcher's mound (beysbol) atıcının durduğu tümsek yer.

pitchfork

i., f. saman tırmğı; f. saman tırmığı ile savurmak.

pitchman

i.,( argo) seyyar satıcı, işportacı.

pitchstone

i. gevrek ve camsı volkanik kaya.

pitchy

s. zift gibi; karanlık, kasvetli, kara. pitchiness i. ziftli oluş; karanlık.

piteous

s. merhamet uyandıran, acınacak halde olan, hazin.

pitfall

i. gizli tehlike veya güçlük; tuzak.

pith

i., f. yumuşak ve süngerimsi doku; bot. birtakım ağaçlarda gövde veya dalın içindeki yumuşak öz; zool. kuş tüyünün yumuşak özü; kemik iliği; öz, cevher kuvvet, ruh; f. hayvanı omuriliğini kesmek suretiyle öldürmek; omuriliği veya beyni tahrip etmek; bitkinin sapından yumuşak özü çıkarmak. pith helmet mantara benzer maddeden yapılmış güneş şapkası, kolonyel şapka.

pithecanthropus

i. evrim teorisinde insanla maymun arasında olduğu farzolunan insan.

pithy

s. özlü, özü çok; kuvvetli, etkileyici, tesirli, az ve öz. pithily z. kuvvetle, etkileyici olarak. pithiness i. kuvvet, etkileyici oluş, tesir.

pitiable

s. acınacak halde olan, merhamet uyandıran, acıklı. pitiably z. acınacak halde.

pitiful

s. merhamet uyandıran, acınacak halde olan; değersiz, aşağılık. pitifully z. merhamet uyandırarak. pitifulness i. acınacak hal.

pitiless

s. merhametsiz, taş yürekli, kalpsiz. pitilessly z. merhametsizce. pitilessness i. merhametsizlik.

pitman

i. maden ocağı işçisi; krank mili.

piton

i. dağcılıkta kullanılan madeni mıh, piton.

pittance

i. az miktarda gelir.

pitterpatter

i. hızlı ve hafif patırtı.

pituitary

s. tıb. balgam salgılayan; biyol. sümüksü. pituitary gland, pituitary body hipofiz guddesi. pituitous s. balgama ait.

pity

i., f. acıma merhamet, şefkat; acınacak şey; f. acımak, merhamet etmek. feelpity for acımak. for pity's sake Allah aşkına out of pity merhameten, acıyarak. take pity on merhamete gelmek. What a pity! Ne yazık! Vah vah!

pivot

i., f. mil, eksen, mihver; f. mil üzerine yerleştirmek; mil veya eksen üzerinde dönmek. pivotal s. mil kabilinden, mile ait; asıl, esas.

pix

i., çoğ., A.B.D., (argo) sinema; resimler.

pixilated

s., k.dili kaçık, çatlak, delidolu; (argo) sarhoş.

pixy , pixie

i. peri.

pizza

i. pizza.

pizzicato

i.,s., z., müz. tellerin parmak çekişleriyle seslendirilmesi, pizzikato; s. pizzikato usulünde çalınan; z. pizzikato usulünde

pk

kıs. pack, park, peak, peck.

pk

kıs. psychokinesis.

pkg

kıs. package(s).

pl

kıs. place, plate, plural.

placable

s. kolay yatışır, kolay affeder; teskin edilmesi mümkün.

placard

i., f. yafta, afiş, levha, ilân levhası; f. afişlerle ilân etmek; üzerine yafta yapıştırmak.

placate

f. teskin etmek, yatıştırmak. placative placatory s. yatıştırıcı.

place

i. yer, mevki, mahal, mekân, mevzi; küçük sokak veya meydan; semt, şehir, kasaba; ev; mat. hane; mevki, memuriyet, görev, vazife. place card davetlilerin sofradaki yerlerini gösteren kart. place in the sun iyi durum. place kick (spor) saha üzerine konulmuş olan topa vuruş. give place to öncelik tanımak; yer vermek. go places ( argo) başarıya ulaşmak. high places yüksek. out of place yersiz, münasebeti olmayan. take place vaki olmak, meydana gelmek.

place

f. koymak, bir yere koymak, yerleştirmek; bir memuriyete veya işe koymak; vermek, yatırmak (para); atamak, tayin etmek; çıkarmak, tanımak; koşuda ikinci gelmek;( spor) birinci, ikinci veya üçüncü gelmek; derece almak; bırakmak; sınıflandır- mak. place a bet bahse girmek. place an order sipariş vermek, ısmarlamak.

placebo

i. (çoğ. -bos, -boes) hastaya ilâç diye verilen tesirsiz madde.

placement

i. koyma, yerleştirme.

placenta

i., anat. meşime, son, plasenta; zool. etene; bot. bitki tohumunu etrafındaki zarfa bağlayan kısım. placental s. plasentaya ait.

placer

i. nehir sularının getirdiği altınla karışık aluvyon. placer mining böyle birikintiden altın ayırma işlemi.

placer

i. derece veya yer alan şey veya kimse.

placet

i., Lat. kabul, tasvip, tensip; olumlu oy.

placid

s. sakin, yumuşak, uysal, halim selim. placidity i. skunet, yumuşak başlılık, huzur placidly z süku- ünetle, uysallıkla.

placket

i. giyside fermuar yeri; eteklik cebi.

placoid

s., zool. tabak şeklindeki; köpekbalığı gibi tabak şeklinde pulları olan.

plagiarize

f. bir başkasının eserini kendisininmiş gibi yayımlamak, intihal etmek. plagiarism i. intihal; intihal edilmiş eser. plagiarist i. intihal eden kimse. plagiary i başkasının eserini kendisine mal etme, intihal.

plague

i., f. belâ musibet; taun, veba; k.dili baş belâsı, dert; f. uğraşmak, rahatsız etmek; eziyet vermek, başına bela kesilmek; belâsını vermek. Plague take it I Plague on it! Allah belâsını versin! black plague kara veba. white plague verem.

plaguy

s., k.dili sıkıcı, baş belâsı olan.

plaice

i. pisibalığı zool. Pleuronectes platessa.

plaid

s., i. ekose; i. ekose kumaş; ekose desen; İskoçya dağlılarının kullandıkları ekose şal.

plain

s., z., i. düz; sade, şatafatsız, süssüz, basit; açık, vazıh; dobra dobra söylenmiş; alelade; baharatsız, sade (yiyecek); z. sadece; i. ova, düzlük. plain dealing dürüstlük; doğru iş. plain living basit yasayış. plain sailing k.dili güç tarafı olmayan iş. plain text çözülmüş şifre. in plain words açıkça, vuzuhla; sadelikle, sussüz olarak. plainness i. düzlük; sadelik, süssüzluk; açıklık, vuzuh.

plainclothes man

sivil polis; detektif.

plainsong

i., müz.( eski )bir tarz kilise müziği.

plainspoken

s. açık sözlü.

plaint

i. şikâyet, yakınma; feryat, figan.

plaintiff

i., huk. davacı.

plaintive

s. yakınan sızlanan, kederli. plaintively z. sızlanarak.

plait

i., f. örgü; kıvrım, pli, kırma; f. örmek; kıvrım yapmak.

plan

i., f. (-ned,- ning) plan; kroki, taslak; tertip, niyet maksat, fikir; yol, usul, tarz; f. planını çizmek; plan kurmak, tasarlamak; tertiplemek düzenlemek; düşünmek, niyetlenmek, working plan ilk tasarı, ge- çici. plan planner i. plan yapan kimse.

planar

s. düzeysel.

planarian

i., zool. planarya.

plane

i., geom. düzlem, müstevi; düzey; safha, derece; tayyare, uçak. inclined plane geom. eğik düzlem on the same plane aynı düzeyde, müsavi, aynı derecede.

plane

i., plane tree çınar, bot. Platanus.

plane

i., f. rende, marangoz rendesi, planya; bir çeşit mala; f. düzeltmek, rendelemek; üstünu temizlemek; den. suyun yüzünde uçar gibi gitmek.

plane

s. tamamıyle düz, dümdüz; mustevi, düzlem; yassı. plane angle geom. düzlem açı, basit açı. plane figure geom. düzlem şekil. plane geometry düzlem geometri plane table plançete.

planer

i., bak. planing machine.

planet

i. gezegen, seyyare.

planetarium

i. yıldızları ve güneş sistemini hareket halinde canlandlran cihaz; bu cihazın içinde bulunduğu bina.

planetary

s. gezegenlerle ilgili, gezegen gibi; seyyar, gezginci; dünyasaı. planetary gear mak. büyuk bir dişli çarkın içinde dönen küçük dişli.

planetfall

i. bir gezegene iniş.

planetoid

i., astr. küçük gezegen, asteroid planetoid.

plangent

s. dalga gibi çarpan veya döven, yankılanan; gurultulu.

planimeter

i. planimetre, düz bir alanın yüzolçümünü ölçen alet planimetry i. yüzölçümü ölçme usulu.

planingmachine

planya makinası, planya tezgâhı. planing mill kereste rendeleme fabrikası.

planisphere

i. düzlem küre.

plank

i. kalın tahta, döşemelik tahta; dayanak, destek; parti programında madde. walk the plank geminin yan tarafından uzanan kalasın üzerinden suya düşüp bozulmak.

plank

f. kalas döşemek, tahta kaplamak; kızartıp veya haşlayıp servis yapmak; k.dili fırlatmak. plank down, plank out hemen ödemek .

plankton

i. plankton.

planoconcave

s. bir yüzü düz obur yüzü içbükey olan.

planoconvex

s. bir yüzü düz öbür yüzü dışbukey olan.

plant

i. bitki, ot; fabrika, atelye; bir kurumun malı olan bina veya arazi; demir baş; teçhizat; (argo) hile oyun, tuzak; şakşakçı; seyircilerin arasında oturup rol ya- pan oyuncu; hikâyede sonradan etkisini gösteren belirsiz bir kısım. plant louse yaprak biti; bitkilere musallat olan bit., zool. Chermus sensitive plant kuseğen, küstümotu, bot. Mimosa pudica.

plant

f. dikmek, ekmek; kurmak, tesis etmek; tohumlarını atmak (fikir); denize balık tohumu ekmek; bahçe yapmak; mevzilendirmek; iskân etmek, yerleştirmek; (argo) aşketmek, indirmek, yapıştırmak (tokat); yutturmak. plant oneself dikilmek. plant out fideleri saksı veya limonluktan çıkararak toprağa dikmek.

plantain

i. bir çeşit müz., bot. Musa paradisiaca; bunun pişirilerek yenen meyvası.

plantation

i. koru, fidanlık; büyük çiftlik, geniş tarla, ekim alanı; istiridye yatağı; ekim.

planter

i. ekici, ziraatçı; tohum serpme makinası; büyük çiftlik sahibi; sömürge kurucusu .

plantigrade

s., i., zool. insan ve ayı gibi butun tabanına basarak yuruyen; i. tabanına ağırlık vererek yurüyen hayvan.

plaque

i. süs tabağı; madeni levha veya rozet.

plash

f. çalıları büküp örerek çit yapmak.

plash

f., i. su sıçratmak; i. su sıçratma; yağmurun şiddetli yağması.

plash

i. su birikintisi.

plasm

(sonek), biyol. plazma.

plasma

i. plazma; protoplazma; min. bir çeşit yeşil çakmaktaşı. plasmic plasmat'ic s. plazma veya protoplazma ile ilgili.

plasmodium

i. (çoğ.- dia) biyol. birkaç amipten oluşmuş mikrop, plazmodyum; sıtma asalağı, zool. Plasmodium.

plasmolysis

i., bot. plazma bozulumu.

plast

(sonek) canlı hücre.

plaster

i. sıva; alçı; tıb. yakı. plaster cast tıb. alçı. plaster of Paris alçı. court plaster yapıştırıcı bant. mustard plaster hardal yakısı. porous plaster yakı.

plaster

f. sıvamak, sıva vurmak; yakı yapıştırmak; yapıştırmak; (argo) tokatlamak, yumruklamak.

plasterboard

i. yapıda sıva yerine kullanılan suni tahta.

plastered

s.,(argo)sarhoş, kufelik.

plastic

s. i.plastik; naylon; şekil verilebilen; yoğrulabilen; i.plastik.plastic arts plastik sanatlar.plastic surgery plastik ameliyat.plasticity i.istenilen şekle konulabilme, yoğrulabilme.

plastron

i.ortaçağa mahsus madeni göülü; eskrim göğüslük.kadın elbisesinin göğüs süsü; kolalı frenkgömleğinin göğüs kısmı; zool. kaplumbağa ka- buğunun göğüs kısmı.

plat

i., f. (-ted, -ting) eski küçük toprak parçası arsa; plan, çap; f., (eski) şehir planı çizmek .

plat

i., f. saç örgüsü; f. saç örmek

plate

f. madenle kaplamak; zırh levhalarla kaplamak; matb. galvano klişe yapmak; baskı ile cila1amak (kağıt) .

plate

i. tabak; sahan; bir tabakdolusu şey; madeni levha; altın veya gümüş sofra takımı; kupa, şilt; maden baskı kalıbı; dişçi damak, takma diş, protez; mim. duvar tabanlığı; zırh levhası; böyle levhalardan yapılmış zırh; cam negatif; fotoğraf klişesi; (beysbol) kale işareti olan levha. plate glass dökme cam. gold plate altın kaplı madeni eşya. plateful i. bir tabak dolusu.

plateau

i. (çoğ.- teaus,- teaux) plato, yüksek düzlük, yayla; psik. bir kimsenin öğrenim süresi içinde hiç ilerleme kaydetmediği dönem; birkaç katlı sini takımı.

plated

s.kaplanmış; iki yüzü değişik dokunmuş.

platelet

i. plhtılaşmaya yardımcı olan kan elemanı, trombosit.

platen

i. matbaa makinasının baskı yapan levhası; daktilo makinasının silindiri.

plater

i. kaplamacı; maden levhaları yapan veya kaplayan işçi; (spor) ikinci sınıf yarış atı.

platform

i. platform, yüksekçe yer, kürsü; peron; tramvay sahanlığı; bir siyasi partinin resmen kabul ettiği prensipler, parti programı; plan, tasarı. platform car açık yük vagonu.

plating

i. madeni levha kaplama, kaplamacıllk.

platinotype

i. Işığm platin tuzları üzerindeki etkisi ile çekilen fotoğraf; böyle fotoğraf çekme işlemi.

platinum

i., kim. platin. platinum black kim. platinden çıkanlan siyah bir toz. platinum blond platine veya beyaza yakın sarı saçlı (kimse). platinum metals tabii ve kimyasal özellikleri platine benzeyen birkaç maden.

platitude

i. soğuk laf, yavan söz; adilik, bayağılık, tatsızlık. platitudinize f. tatsız laflar söylemek. platitudinous s. souk laftan ibaret.

plato

i. Eflatun, Plato.

platonic

s. Eflatun veya felsefesine ait, Platonik. platonic love saf aşk, manevi aşk, platonik sevgi. platonic relationship samimi arkadaşlık, içli dışlı olma.

platonism

i. Eflatun'un felsefesi, Eflatunculuk; Eflatun'dan kalma deyim. Platonist i. Eflatun felsefesi taraftarı. Platonize f. Eflatun felsefesini taklit etmek; bu felsefeye uydurmak; idealleştirmek.

platoon

i. askeri müfreze; takım.

platter

i., A.B.D. düz ve büyük tabak; k.dili plak.

platypus

i. Avustralya'ya mahsus bir hayvan, ornitorenk, zool. Ornithorhyn chus anatinus .

platyrrhine

s. delikleri birbirinden uzak ve geniş burunlu.

plaudit

i. alkış, takdir. plauditory s. alkış veya takdir anlamına gelen.

plausible

s. aklın kabul edebileceği, havsalaya sığan; makul, görünüşte makul veya haklı olan; itimat uyandıran; olasılı. plausibil'ity i. makul olma; olasılık. plausibly z. akla sığacak şekilde, makul olarak.

play

f .oynamak; eğlenmek; hareket etmek, sallanmak, kımıldanmak; çalgı çalmak; rol yapmak, temsil etmek, canlandırmak; kumar oynamak; su fışkırtmak (flskıye); hortumla fışkırtmak; ateş etmek (top); hareket ettirmek, gezdirmek; oyuna iştirak etmek. play at katılmak; yapar gibi görün - mek. play ball oyuna başlamak; işbirligi etmek. play down önemsememek. play both ends against the middle kendi çıkarı için başkalarını birbirine düşürmek. play fair hilesiz oynamak, doğru oynamak. play false hilekârlık etmek. play fast and loose kaygısızca hareket etmek. play havoc mah- vetmek. play high büyük kumar oynamak; briç karşısındakine kaybettirmek için yüksek değerli bir kart oynamak. play house evcilik oynamak. play into the hands of çıkar sağlayacak şekilde davranmak. play off berabere kalan bir oyunu sonradan tamamlamak. play on durmadan çalmak, çalmakta devam etmek. play on(veya) upon faydalanmak, istismar etmek. play politics siyasi çıkarlarına göre davranmak. play possum ölü veya uyuyor gibi davranmak. play second fiddle ikinci derecede rol oynamak. play the field birden fazla kimseyle aynı zamanda flört etmek. play the fool ahmakça davranmak. play the game dürüstçe hareket etmek. play the man erkekçe davranmak, mertçe hareket etmek. play the market spekülasyon yapmak. play up belirtmek, tebaruz ettirmek, üzerinde durmak. play up to yaltaklanmak. play with ile oynamak, kandırmak. play with oneself istimna etmek, kendi kendini tatmin etmek. played out bitkin bir hale gelmiş; işi bitmiş.

play

i. oyun, eğlence; sahne oyunu, piyes; şaka, latife; fiil, hareket; oynama, faaliyet; davranış; işleme; ilgi; hareket serbestliği. a play on words kelime oyunu. at play oynamakta, oyunda. child's play çocuk oyunu; çok kolay iş. come into play meydana çıkmak, kullanılmaya başlamak, etkili olmak. fair play oyunun hakçası, doğru oyun. foul play hileli oyun; alçakçasına iş, suikast. in play oyunda (top); şaka olarak. make a play for k.dili kazanmaya çalışmak; ayartmaya çalışmak .out of play oyun dışı bırakılmış.

play-by-play

s. dakikası dakikasına veren.

playable

s. oynanabilir; çalınabilir.

playback

i. banda aldıktan sonra sesi tekrarlama.

playbill

i. tiyatro afişi; oyun programı.

playboy

i. ciddi bir işi olmayan ve zevk peşinde koşan erkek; mirasyedi erkek.

player

i. oyuncu; aktör; çalgı çalan kimse, çalgıcı; eğlence ile vakit geçiren kimse; kumarbaz; (ing), (spor) profesyonel oyuncu; müzik aletini çalmak için kullanılan otomatik cihaz. player piano otomatik tertibatı bulunan piyano.

playfellow

i. oyun arkadaşı.

playful

s. oynamayı seven; şen, şakacı, latifeci. playfully z. şenlikle; şaka olarak. playfulness i. şen oluş, oyunculuk; şakacılık.

playgoer

i. tiyatro meraklısı .

playground

i .oyun sahası.

playhouse

i. tiyatro; çocukların içinde oynadıkları kuçük ev

playing card

oyun kâğıdı, iskambil kâğıdı.

playlet

i. küçuk piyes.

playmate

i. oyun arkadaşı.

playoff

i., (spor) rovanş maçı.

playpen

i. küçük çocuklar için etrafı parmaklıklı oyun yeri, park.

plaything

i. oyuncak.

playtime

i. oyun zamanı, tatil saati.

playwright

i. piyes yazarı.

plaza

i. meydan, çarşı yeri.

plea

i. yalvarma, rica; huk. dava; müdafaa; itiraz; mazeret, özür. court of common pleas medeni hukuk mahkemesi. special plea asıl davadaki maddelere ilaveten ortaya atılan yeni şikâyet maddesi.

pleach

f. (asma) birbiri arasından geçirerek örmek.

plead

f. (pleaded veya pled) yalvarmak, rica etmek, istirham etmek; huk. dava açmak; suçlamak veya savunmak; iddia etmek; mazeret göstermek. plead guilty huk. suçu kabul etmek. plead not guilty huk. suçu reddetmek. pleadable s. davada cevap veya özür olarak gösterilebilir. pleader i. avukat, dava vekili. pleading i. dava açma; layiha hazırlama usulü. special pleading bak. special pleadingly z. yalvararak pleadings i., çoğ., huk. layihalar.

pleasant

s. hoş, güzel latif, gökçe, tatlı, memnuniyet verici. pleasantly z. hoşa gider bir şekilde. pleasantness i. memnuniyet verici oluş, hoşa gitme.

pleasantry

i. şaka, şakacılık; neşe, hoşbeş.

please

f. sevindirmek, hoşnut etmek, memnun etmek; hoşuna gitmek; memnun edici olmak; istemek. Please give me the salt Please pass the salt (Lütfen) tuzu verir misiniz? please oneself canının istediği gibi hareket etmek hoşuna gideni yapmak. please the eye göze hoş görünmek, gözü okşamak. as you please nasıl isterseniz. be pleased with den. memnun olmak. if you please lütfen, rica ederim; isterseniz. when you please ne zaman isterseniz.

pleasing

s. hoş, sevimli, hoşa giden, memnuniyet verici. pleasingly z. hoşa gidecek surette, memnun edici şekilde, hoş.

pleasurable

s. hoşa giden zevkveren; tatmin edici. pleasurably z. hoşça, zevk verecek şekilde; tatmin edici bir şekilde.

pleasure

i., f. zevk, sefa, haz, lezzet sevinç, keyif, memnuniyet; emir, irade; f., (eski) zevk vermek; zevk almak. at pleasure isteğe göre. do (one) the pleasure of lütfunda bulunmak. It is a pleasure Benim için bir zevktir. take pleasure in -den zevk almak. What is your pleasure? Ne arzu edersiniz?

pleat

i., f. pli, plise; f. pli yapmak. plea'ter i. pli yapan şey veya kimse.

pleb

i., tar. eski Roma'da avamdan biri, plep.

plebe

i., A.B.D. askeri akademide birinci sınıf öğrencisi.

plebeian

s., i. adi, bayağı, avama ait; pleplere ait; i. aşağı tabakadan adam.

plebiscite

i. plebisit, bir mesele hakkında bütün halkın oy kullanması.

plebs

i. eski Roma'da avam tabakası; avam, halk.

plectrum

i., müz. mızrap, çalgıç.

pled

bak. plead.

pledge

f. rehine koymak; taahhüt etmek, kefalet etmek; ciddi olarak söz vermek veya verdirmek; şerefine içmek. pledger i. yeminli kimse.

pledge

i. söz, yemin, ant; rehin; taahhüt; şerefine içme; gizli bir örgüte girmeye yeminli kimse. hold in pledge rehin olarak tutmak. put in pledge rehine koymak take . the pledge yemin etmek, söz vermek (özellikle içki içmeme hususunda).

pledget

i., tıb. yara tiftiği veya sargısı.

pleiades

i., çoğ. Süreyya burcu, Ülker; yedi ünlü kişiden meydana gelen grup.

pleistocene

s.,i., jeol. pleistosene ait; i. pleistosen.

plenary

s. tam, bütün, tümel, külli; mutlak; bütün üyelerin hazır bulunduğu (toplantı, kurul).

plenilunar

s. ayın bedir haline ait, dolunaya ait.

plenipotentiary

s., i. tam yetkisi olan; i. tam yetkili elçi. minister plenipotentiary and ambassador extraordinary tam yetkili fevkalade elçi.

plenitude

i. dolu oluş, bolluk, mebzuliyet.

plenteous

s.çok, bol, bereketli. plenteous in mercy yarlıgaması bol.

plentiful

s.çok, bol, mebzul, bereketli, mahsuldar, verimli.plentifully z. bol bol, mebzulen.plentifulness i.bolluk, bereket, verimlilik.

plenty

i.,s., z. bolluk, mebzuliyet; s., k.dili pek çok, bereketli; z., k.dili bol bol, yetecek kadar, kâfi miktarda.

plenum

i. (çoğ.- nums, -na) Lat. doluluk; bir madde ile dolu yer; içinde atmosferden daha yüksek basınçlı hava bulunan herhangi bir şey; üyelerin hepsinin hazır bulunduğu toplantı; birleşik oturum (mec- lislerde) .

pleonasm

i. gereksiz söz, laf kalabalığı, kelime fazlalığı, haşiv, şisirme.

pleonastic

s. gereksiz sözlerle ilgili. pleonastically z. gereksiz sözlerle ifade ederek, lüzumundan fazla şey söyleyerek.

plesiosaurus

i., paleont. boynu uzun, başı küçük ve dört ayağı küreğe benzeyen bir çeşit sürüngen.

plethora

i. dolgunluk, fazlalık; tıb pletor, kan fazlalığı, kan toplanması .plethoric s. pletorik, kan toplanması kabilinden.

pleura

i. (çoğ.- rae) anat. pleva, akciğer zarı, göğüs zarı pleural s. göğüs zarına ait, plevral.

pleurisy

i., tıb. göğüs zarı iltihabı, zatülcenp. pleurit'ic(al) s. zatulcenp hastalığına ait veya bu hastalığa tutulmuş.

pleuropneumonia

i., tıb. zatulcenp ile beraber zatürree hastalığı bulunması.

plexiglass

i., tic. mark. cama benzer bir plastik çeşidi.

pleximeter

i., tıb. pleksimetre, göğüs muayenesinde hastanın göğsüne konulup üzerine hafif hafif vurulan ufak levha.

plexor

i., tıb perküsyon çekici.

plexus

i. (çoğ. plexus, plexuses) anat. örgü, pleksus, sinir ağı; ağ, şebeke . solar plexus bak. solar.

pliable

s. katlanabilir, eğilip bükülebilir; esnek; yumuşak, mulâyim, kolay kandırılabilir, uysal. pliabil'ity, pliableness i. esneklik, eğilip bükülme kabiliyeti; uysallık. pliably z. yumuşak başlılıkla.

pliant

s. esnek, eğilip bükülebilir; yumuşak, uysal, söz dinler. pliancy i. esneklik, eğilip bükülebilme.

plica

i. (çoğ.- cae) anat., zool. deri katmeri, büklüm; tıb saçları hasır haline getiren bir deri hastalığı, plika. plicate s. yelpaze gibi katlanmış; anat. büklümlü. plica'tion i. kat, katmer; katlama .

pliers

i., çoğ. kerpeten.

plight

i. kötü durum.

plight

f .teminat vermek, söz vermek. plight one's troth evlenme sözü vermek.

plimsoll

i., Plimsoll mark den. geminin kenarındaki su çizgisi.

plinth

i., mim. duvar etekliği, etek tahtası, etek silmesi; duvar çıkıntısı; (sütun veya heykel için) kaide.

pliocene

i., s., jeol. pliyosen; s. pliyosen devrine ait.

plod

f. (-ded, -ding) i. ağır ağır ve zorla yürümek; isteksizce çalışmak, esir gibi çalışmak; i. zahmetli yürüyüş veya iş; zahmele atılan ağır adımların sesi. plodder i. zahmetli bir işi sonuna kadar sebatla yürüten kimse. ploddingly z. ağır ağır ve sebatla.

plop

f. (-ped, -ping) i., z. ,'plof diye ses çıkararak düşmek; i. taş gibi bir cismin suya düşerken çıkardığı ses; z. ,'plof'' diye ses çıkararak.

plosion

i., dilb. ''b'' ve p seslerinde küçük patlama.

plosive

i., s., dilb. patlama yapan ses; s. bu seslere ait.

plot

f .(-ted, -ting) plan veya haritasını çıkarmak; plan veya harita üzerinde işaretlerle göstermek (nota); aradaki noktaları birleştirerek çizgi çizmek; entrika çevirmek, kötü niyetlerle plan yapmak. plotting paper kareli kâğıt. plotter i. plan yapan kimse; entrikacı.

plot

i. arsa, parsel; romanın konusu; fesat, entrika, suikast, gizli plan. plotless s. plansız (yazı veya hikâye).

plough

bak. plow.

plovdiv

i. Filibe şehri.

plover

i. yağmurkuşu, zool. Charadrius dotterel plover kalinis, zool. Eudromias morinellus.

plow

İng. plough i., f. saban; sabana benzer herhangi bir alet; lokomotifin önünde kar süpüren alet; atlarla çekilen kar supürgesi; f .saban ile toprağı işlemek, saban sürmek; gemi gibi yarıp geçmek; yol açıp arasından geçmek; (ing), (argo) sınavda çakmak, kalmak. plow back tekrar yatırmak (para). plow into k.dili hızla çarpmak; girişmek, plow the sands boşuna uğraşmak. plow through a book bir kitabı guçlükle okuyup bitirmek. plow under (A.B.D.) saban ile kazıp gömmek.

plowboy

i. çiftçi yamağı; köylü çocuk.

plowman

i. saban süren kimse; köylü, rençper.

plowshare

i. saban demiri, saban kulağı.

plowshoe

i. icabında saban demirinin toprağa batmasına engel olan ağaçayak.

plowstaff

i. sabanın sapı.

ploy

i .desise, manevra, hile.

pluck

i. yiğitlik, cesaret, yüreklilik; koparma, yolma; çekme; sakatat.

pluck

f. koparmak (çiçek, meyva), yolmak; çekmek, asılmak, zorlamak; tüylerini yolmak; (argo) yağma etmek, soyup soğana çevirmek; parmakla veya mızrapla çalmak (telli saz); aldatıp soymak; (ing), (argo) imtihanda çevirmek veya reddetmek. pluck off koparmak. pluck out çıkarmak. pluck up söküp çıkarmak, kökünden sökmek; cesaret vermek.

plucky

s. cesur, yiğit, yürekli.

plug

i. tapa, tıkaç, tampon; (elek) fiş; k.dili yararsız şey; oto buji; yangın musluğu; tütün parçası; (argo) övme; (argo) vuruş, vurma; (argo) yumruk, dayak; jeol. volkan ağzını kapatan sert kaya; k.dili yıpranmış veya soysuz at; (argo) piston; durmadan tekrarlanan reklâm. plug box maden ocağında su boşaltmaya mahsus boru. plug hat( eski), (argo) silindir şapka.

plug

f. (-ged, -ging) tıkamak, tıkaç ile kapamak; (argo) tabanca veya yumruk ile vurmak; k.dili dikkat ve sebatla çalışmak; durmadan reklamını yapmak. plug for (argo) için uğraşmak. plug in fişi prize sokmak; ilgilenmek.

plugugly

i., (A.B.D.), (argo) gangster.

plum

i. erik; erik ağacı; bonbon, şekerleme; çeşitli tonlarda mor renk; arzulanacak şey. plum pudding üzüm ve baharatlı Noel yortusu pudingi.

plumage

i. kuşun bütün tüyleri; süslü elbise, süs .

plumb

i., s., z. şakül, iskandil kurşunu; dikey duruş; s. dikey, şakuli, amudi; k.dili tam; z. dosdoğru, dimdik; k.dili tamamen, mutlak surette. plumb line şakül sicimi, şakül, çekül. out of plumb dikey olmayan, eğrice.

plumb

f. iskandil etmek, şaküle vurmak, şaküllemek: doğrultmak, düzeltmek; ölçmek, tartmak; en alt seviyesine erişmek; kurşunla kaplamak.

plumbago

i. kalem kurşunu; dişotu, bot. Plumbago europaea. plumba ginous s. grafite benzer; grafitli.

plumber

i. su borusu tamircisi veya tesisatçısı. plumber's helper musluk pompası.

plumbiferous

s. kurşun hâsıl eden, kurşunlu.

plumbing

i. bir binadaki boru tesisatı; kurşun ve lehim işleri; su tesisatım yapma; boru tesisatçılığı.

plume

i., f. tüy, kuştüyü; iri ve gösterişli tüy, tüy sorguç; mükâfat, şeref madalyası, nişan; bazı fidan tohumlarını havaya saçan tüy gibi kısım, sorguç; f tüylerle süslemek; tüylerini düzeltmek (kuş); bö- bürlenmek, kendini beğenmek, övünmek. plumeless s. tüysüz, sorguçsuz. plumelet i. tüycük, ufak tüy. plumose, plumous s. tüylü, tüye benzer. plumosity i. tüylülük.

plummet

i., f. şakül kurşunu, iskandil kurşunu, çekül; yük, ağırlık, sıkıcı ,şey, sıkıntı; f. dikine düşmek.

plump

s., f. dolgun, tombul, tıknaz, şişmanca;( informal) balık etinde; f. şişmanlatmak, şişmanlamak. plumpness i. dolgunluk, tombulluk.

plump

f., i., z. pat diye oturmak; birdenbire düşürmek; birdenbire ortaya atmak (laf); her bakımdan yardım etmek; i. bir denbire düşüş veya dalış; düşme sesi; z . birdenbire düşerek; açıkça, kabaca; baş aşagı.

plumule

i. tohumda gövde ve genç yaprakların taslağı, tümürcük; kuşun ince tuyleri.

plumy

s. tüy gibi, tüylü, tüylerle süslenmiş.

plunder

f., i. yağma etmek, talan etmek, soymak, zorla almak; i. yağma, talan, yağmacılık, çapulculuk; (A.B.D.) k.dili özel eşya, mal.

plunge

f., i. suya daldırmak; zorla suya batırmak; saplamak, sokmak; dalmak, içine atılmak; ileriye atılmak; k.dili büyük para koyarak kumar oynamak; i. dalış, suya atılış; yüzüş; dalma havuzu; k.dili tehlikeli teşebbüs, büyük kumar; kendini verme, atılma. plunge bath dalma havuzu. take the plunge tehlikeye veya ilerisi belli olma- yan. bir işe atılmak. plunger i. dalıcı; dalgıç; basma tulumba silindiri; k.dili kumarbaz kimse; ticarette büyük rizikolar altına gırmeyi seven kimse; musluk pompası.

plunk

f., i., z., k.dili mızrapla ses çıkarmak; birden. düşmek; i. ağır darbe; z. tam isabetle.

pluperfect

s., i., gram. belirli bir geçmişteki olaydan daha önce olmuş olayın hikâyesi, (kıs. plup).

plural

s., i. birden fazla; i., gram. çoğul, cemi. plural marriage birden fazla karısı olma. plural vote bir kimsenin birden fazla oy kullanma hakkı. plurally z. birden fazla olarak.

pluralism

i. çoğul olma hali; değişik milletlerden meydana gelen toplum; fels. çokçuluk. pluralist i., fels. çokçu. pluralis'tic s. değişik milletlerden olan; bütünlük gerektirmeyen.

plurality

i. adaylar arasında en fazla oy alma; birden fazla oluş; çokluk, ekseriyet; (A.B.D.) bir seçimi kazanan kimsenin ikinci gelen şahıstan fazla olarak aldığl oy sayısı.

pluralize

f. çoğul şeklini kullanmak, çoğul yapmak.

plus

(edat), s., i. ilavesiyle, fazlasıyle; ayrıca; s. fazla, ilave olan; k.dili den öte olan; i. sıfırdan yukarı, pozitif; pozitif cereyanlı; i. artı işareti ( +), artı; pozitif miktar; fazlalık . plus fours golf pantolonu. plus number sıfırdan yukarı sayı. plus sign artı işareti ( +). Two plus three is five iki ile üç beş eder.

plush

i., s. uzun tüylü kadife, pelüş; bu kumaştan yapılan pantolon; s. pelüşten yapılmış; (argo) lüks. plushy s. tüylü kadife gibi; (argo) lüks.

pluto

i., mit. ölüler diyarının ilâhı; astr. Plüton.

plutocracy

i. zenginler hakimiyeti, plutokrasi; servet sahipleri sınıfı, zengin takımı. plu'tocrat i. servetinden dolayı fazla nüfuzu olan kimse, plütokrat.

plutonian

s .ölüler diyarına ait; cehennemi.

plutonic

s., jeol. ısı etkisiyle oluşmuş (taş).

plutonium

i., kim. plutonyum .

pluvial

s. yağmurla ilgili, yağmurlu; jeol. yağmurun etkisiyle meydana gelmiş. pluvious s. yağmurla ilgili, yağmurlu.

pluviometer

i. pluviyometre, yağmurölçer.

ply

i., f. kat, katmer; meyil, eğilim, temayul; f. eğmek.

ply

f. işletmek, kullanmak; etmek, yapmak, bir faaliyeti devam ettirmek; birbirini takip eden hamlelerle yormak ve bunaltmak; taciz etmek, sıkıştırmak, (sual yağmuruna) tutmak; çalışmak; hedefe doğru ilerlemek; düzenli seferler yapmak, gidip gelmek; den. rüzgâra karşı gitmek, orsaya seyretmek. ply someone with liquor bir kimseye durmadan içki içirmek. plying between New York and London New York ile Londra arasında işleyen (gemi veya uçak).

plywood

i. kontrplak.

pm

kıs. postmaste,post mrortem, after noon.

pneuma

i. ruh, can.

pneumatic

s. hava veya diğer gazlarla ilgili; hava basıncı ile işleyen; içinde sıkıştırılmış hava bulunan; şişirilmiş lastik tekerlekleri olan; manevi, ruhsal. pneumatic tire şişirilmiş otomobil lastiği. pneu matic tube hava basıncı ile öteberi nakleden boru. pneumatically z .hava basıncı ile.

pneumatic

i. şişirilmiş otomobil lastiği.

pneumatics

i. hava ve diğer gazların mekanik özelliklerinden bahseden ilim dalı.

pneumococcus

i., tıb. pnomokok.

pneumogastric

s. akciğerlere ve mideye ait.

pneumonia

i., tıb zatürree, akciğer iltihabı. double pneumonia iki taraflı zaturree.

pneumothorax

i., tıb. plevra boşluğunda gaz toplanması; ciğer söndürme, hava verme.

pnompenh

i. PnomPenh, Kamboçya'nın başkenti.

poach

f. yumurtayı kırıp kaynar su veya süt içinde pişirmek. poached egg sıcak suya kırılıp pişirilmiş yumurta.

poach

f. yasak olan bölgede avlanmak; balık veya hayvan avlamak için yasak olan bölgeye girmek; bata çıka yürümek, ağır ağır ve ayaklarını sürüyerek yürümek; cıvık cıvık olmak (toprak). poachy s. çamurlu, batak .

poacher

i. yasak bölgede avlanan kimse; yasak yere giren kimse .

pochard

i. akgözlü ördek, pasbaş, zool. Aythya.

pock

i. çiçek hastalığının kabarcığı.

pocket

f. cebe yerleştirmek, cebe koymak; cebine atmak, (slang) iç etmek; gizlemek, saklamak, bastırmak.

pocket

i. cep; para, maddi imkân; çukur, gedik; bilardo masasının dört köşesindeki çukurcuklardan her biri; içinde maden cevheri bulunan ufak kovuk; hav. hava boşluğu; semt. pocket battleship cep zırhlısı. pocket money cep harçlığı. in one's pocket nüfuzu altında; içli dışlı olan.

pocketbook

i. cüzdan; ufak boy kitap, cep kitabı; cep defteri.

pocketknife

i. çakı.

pockmark

i. çiçekbozuğu leke. pockmarked s. çiçekbozuğu, çopur.

pocky

s. çiçekbozuğu, çopur.

poco a poco

İt., müz. yavaş yavaş, azar azar.

pod

i., f. (-ded,- ding) bot. bakla ve bezelyenin tohum zarfı; hav. uçak kanadı altında yakıt, tüfek ve makina yerleştirmek için bulunan çıkıntılı bölme; f. tohum zarfı husule getirmek; bezelye kabuklarını soymak.

pod

i., mak. burgu oluğu.

pod

i hayvan surüsu (özellikle fok, ba lığı ve deniz aygırı).

podagra

i., tıb.ayakta görülen gut hastalığı ,nıkris iileti.prodagric(al)s. gut hastalığı ile ilgili.

podesta

i. ortaçağda İtalyan şehirlerinde vali veya hakim.

podgy

s. şişman ve kısa boylu bodur. podgines i. şişmanlık.

podiatry

i., tıb. ayak hastalıkları bilgi ve tedavisi,podiyatri.

podium

i.çoğ.-dia) konuşmacının veya orkestra şefinin üzerinde durduğu yüksekçe platform, podyum.

podunk

i, geri kalmış herhangi bir küçük kasaba.

poem

i.şiir ,koşoşuk ,manzume,şairane ifade.prose poem mensur şiir, biçim,yapı veya duyusal içerigi bakımındam şiire benzeyen düzyazı.

poesy

i. i. şiir sanatı, şairlik;şiirler.

poet

i. şair ozan;şairane fikir ve ve hayal yaratma gücüne sahip olan kimse.poetessi. kadın şair. poet laureate İngiltere'de kral tarafından sarayın resmi şairi tayin olunan kimse.

poet

kıs. poetic,poetry.

poetaster

i. kalitesiz şair.

poetic,-ical

s.şiir veya şairliğe ait;koşuk dilinde,şiir niteliğinde,manzum;şiir gibi en ince duyguları ifade eden,şairane.poetic justice kaderin tecelli ettirdiği adalet. poeti licenceyazıda kurallara veya gerçeğe aykırı olduğu halde güzelliği veya tanımlayıcı niteliği yüzünden geçerrli sayılan deyim.poetically z.şairane koşuk kurallarına uygun olarak .poetics i. koşuk kural ve usulü;bundan bahseden kitap vezin tekniği.

poetize

f. şiir yazmak ,şiir söylemek;şiirle ifade etmek.

poetry

i. şiir, koşuk, nazım; şiir sanatı;şiirler ,manzumeler;şiir gibi herhangi birşey veya his.

pogostick

tabanı yaylı olup ayakları koymak için iki çıkıntısı bulunan ve bir kimsenin üstüne çıkarak birkaç zıplamayla yüriyebileceği sırık.

pogrom

i. planlanmış katliam kıyım (özellikle yahudilere karşı).

poignant

s. acı keskin ;şiddetli tesirli müessir,ıstıraplı dokunaklı ;kuvvetli,delip geçen.poignancy i. keskinlik,lezzet veren acılık;ıstırap.poignantly z. etkileyici olarak,dokunaklı bir şekilde,ıstırapla.

poinseteria

i.sıcak memleketlere mahsus ve çiçeklerinin altında iri kırmızı yaprakları olan bir bitki,bot.Euphorbia heterophylla.

point

f. işaret etmek, göstermek;yöneltmek;hedefe nişan almak;duvar taşları arasını çimento ve harç ile doldurmak;ucunu sivriltmek;hareketsiz durup avın yerini göstermek(av köpeği),ferma etmek.point at parmakla işaret etmek; tüfeğin namlusunu hedefe çevirmek.point a gun tüfekle nişan almak. point a moral ahlak dersi çıkarmak. point off büyük rakamları virgülle hanelere ayırmak. point out belirtmek. point to yönelmek.point up (A.B.D.) etkisini artırmak. point system matb. punto sistemi;körler için çıkıntılı noktaları olan alfabe sistemi;okullarda kredi sistemi.

point

i. sivri uç,burun denize uzanan burun;nokta;sivri uçlu şey;noktalama işareti;fonetik alfabediki işaret;gaye,maksat,hedef,bir sözün altında yatan maksat;belirli yer özel bir durum;buhranlı an;birşeyin tam zamanı;kaneviçe;derece (ısı);bazı oyunlarda sayı,puvan;den. pusula taksimatından biri,kerte;mat.tam sayı ile kesri ayırmak için aralarınakonan nokta;matb. punto;borsalarda esas tutulan birim,puvan;ferma (köpek).point of honor şeref meselisi. point of intersection geom.kesişme noktası.point of no return dönüşü olmayan nokta.point of order içtüzüğe uygunluk konusu.point of wiev görüş noktası.at the point tam o zaman.at the point of death ölüm halinde.beside point konu dışında.boiling point katnama noktası.carry one's point gayesine ulaşmak,istediğimi elde etmek.come to the point saadede gelmek.critical point nazik nokta,buhranlı nokta,tehlikeli hal veya devre.freezing point donma derecesi, donma noktası. his strong point onun kuvvetli tarafı. in point isabetli,yerinde. in point of bakımından. in point of fact hakikaten. make a point of bilhassa itina etmek, özenmek. melting point erime noktası.on the point of going gitmek üzere. Possession is nine points of the law. huk.Zilyetlik mülkiyet hakkının en büyük delilidir. stretch a point müsamaha etmek , göz yummak. to the point yerinde, isabetli.

point blank

i.,s.,z. doğrudan doğruya hedefe yapılan atış;s. yatay olarak atılan; doğrudan doğruya atılabilecek kadar yakın;açık,aşikar, dolaysız;z. doğrudan doğruya; yakından; açık olarak.

pointed

s. sivri uçlu; keskin, nüfuz edici, tesirli; özel anlam ifade eden, manalı. pointedly z. manalı olarak, belirli bir şahsı veya şeyi hedef alarak.

pointer

i. işaret eden kimse veya şey; işaret değneği, işaret parmağı; kısa tüylü bir çeşit av köpeği, zağar.

pointers

i. Büyükayı takımyıldızındaki işaret yıldızları.

pointless

s. ucu olmayan, uçsuz, ucu kor; manasız, etkisiz; gayesiz, maksatsız; sayı kaydedilmeyen, puvansız (oyun). pointlessly z. anlamsızca, manasız olarak. pointlessness i. anlamsızlık, manasızlık.

poise

f., i. denge sağlamak, muvazene temin etmek; hazır tutmak; dik tutmak, kaldırmak; dengeli olmak; asılı olmak, sarkmak; havada tutmak, havada duraksamak; i. denge, muvazene; istikrar; havada asılı kalma; temkin; sükun, huzur, kendine hâkim olma.

poison

i., f. zehir, ağı, sem; f. içine zehir katmak, zehirlemek; zehir içirmek; bozmak, ifsat etmek. poison gas zehirli gaz. poison hemlock. büyük baldıran, bot. Conium maculatum. poison ivy. Amerika,ya mahsus ve dokununca vücudu zehirleyen bir çeşit sarmaşık. poisonpen s. bir başkasının ismini lekelemek veya mutluluğunu bozmak için, genellikle imzasız olarak gönderilen (mektup). poison sumac (A.B.D.) zehirli somak bot. Rhus vernix. deadly poison. öldürücü zehir, keskin zehir. hate like poison şiddetle nefret etmek. slow poison ağır tesir eden zehir. poisoner i. zehirleyici şey veya kimse.

poisonous

s. zehirli. poisonously z. zehir tesiriyle, zehirli olarak.

poke

f. dürtmek, saplamak, dirsek vurmak; uzatmak, sokmak; dolaşıp bir şey araştırmak; karıştırmak; aylak aylak dolaşmak; ağır davranmak. poke fun at (bir kimse ile) alay etmek. poke one in the ribs bir kimsenin böğrünü dürtüklemek. poke one's nose into something bir işe burnunu sokmak.

poke

i. itme, dürtme; dirsek vurma; ağır ağır hareket eden kimse; k.dili tekme; hayvanların çitlerden geçememeleri için boyunlarına veya boynuzlarına geçirilen takım.

poke

i. torba, kese. buy a pig in a poke. bir şeyi görmeden satın almak.

poker

i. poker oyunu. pokerfaced s., k.dili tamamen ifadesiz (yüz).

poker

i. ölçer; dimdik veya kazık gibi duran kimse.

poky

s., k.dili durgun, cansız; pejmurde, kılıksız; çok ağır ve sıkıntı verici, bunaltıcı.

poky

i., (argo) hapishane, kodes.

polacca , polacre

i. Akdeniz'e mahsus üç direkli yelkenli, polaka.

poland

i. Polonya, Lehistan.

polar

s. kutba ait, kutbi, kutupta veya civarında bulunan; Kutupyıldızına benzer, yol gösteren, rehber; iki mıknatıs kutbuna ait veya benzer; tamamen birbirine zıt. polar bear beyaz kutup ayısı. polar distance. kutuptan öIçü!en mesafe, kutbi mesafe. polar lights kutup ışınları.

polarimeter

i., fiz. bir ışığın polarma oranını öIçen alet, polarölçer.

polaris

i. Kutupyıldızı.

polariscope

i. maddelerin özelliklerini polarılmış ışıkta incelemeye mahsus alet.

polarity

i. kutbiyet; bir mıknatısın kutupları gibi çekme veya itme özelliklerine sahip olma; birbirine taban tabana zıt iki ayrı eğilimin etkisiyle hareket etme hali.

polarize

f. bir ışının titreşimlerini belirli bir yöne çevirmek, polarmak; özel bir anlam veya yön vermek. polarized light polarılmış ışık. polariza'tion i. polarma.

polder

i. Hollanda'da deniz seviyesinden aşağıda olan ve denizden setlerle ayrılarak kurutulmuş olan tarla.

pole

i. kutup;mıknatıs kutbu;birbirine zıt iki kuvvetten biri;mat. iki vektörün kesiştiği sıfır noktası. celestial pole kuzey kutbu. positive pole müspet kutup.south pole güney kutbu. terrestrial pole arz kutbu. be poles apart birbirine zıt olmak.

pole

i.Leh,Polonyalı.

pole

i.,f. sırık,direk,kazık;beş metre boyunda bir uzunluk;bu uzunluğu ölçme aleti;olta kamışı;seren direği;f. sırıkla sandalı yürütmek; sırıklamak,sırıklarla donatmak, sırıklarla desteklemek.pole bean sırık fasülyesi. pole horse araba okuna bağlı atlardan biri.pole vault sırıkla yüksek atlama.

poleax

i., ask.uzun saplı balta, teber.

polecat

i. kokarca,Amerika sansarı, kır sansarı,zool. Mustela putorius.

polemic

s.,i. münakaşaya ait,tartışmalı, münakaşalı, ihtilaflı,münazaalı;i. polemiğe giren kimse, münakaşacı,münakaşayı seven kimse;tartışma, münakaşa.polemics i. münakaşa sanatı,polemik. polemical s. tartışmalı, münakaşalı. polemically z. tartışma şeklinde, münakaşa tarzında.

polestar

i. Kutupyıldızı;yönmetici unsur.

police

i.(çoğ. police)f. polis idaresi,inzibat kuvveti,emniyet amirliği dairesi;zabıta,polisler;ask. inzibat memurları;ask.garnizonun temizlik durumu;f. polis vasıtasıyla düzeni sağlamak;polis tayin etmak;ask. garnizonu temiz tutmak ,idare etmek.police commissioner polis komiseri.police court polis mahkemesi. police dog Alman köpeği.police squad polis müfrezesi.police state totaliter idare altında olan devlet(ör. T.C.).police station karakol.harbor police sahil muhafaza polisi. motor police motosikletli polis(ör. yunus).mounted police atlı polis.

policeman

i. polis ,zabıta memuru.

policlinic

i., tıb. poliklinik.

policy

i. siyaset , politika,idare, tedbir;takip edilen yol veya yön,hareket hattı.domestic policy iç politika,dahili siyaset.foreign policy dış politika, harici siyaset. public policy kamu yararını gözeten politika.

policy

i. sigorta mukavelenamesi, poliçe;piyangoda kazanan numaralar üzerine oynanan kumar. policy shop piyango biletleri üzerine kumar oynanan yer.endowment policy belirli bir sürenin bitiminde belirli bir meblağın ödenmesini icap ettiren hayat sigortası poliçesi.floating policy den. sig. dalgalı sigorta poliçesi. life insurance policy.

policyholder

i. poliçe hamili.

poliomyelitis,polio

i., tıb. omruilikteki gri maddenin iltihabı,çocuk felci.

polish

s.,i.leh,Polonya'ya veya Polonya halkına ait;i. polonya dili,Lehçe.

polish

f.,i. cilalamak,parlatmak,cila vermek,inceleştirmek,terbiye etmek,süslemek,cilalanmak,parlamak,daha iyi duruma sokmak.i. cila, perdah, cilalama,incelik, zarafet,nezaket, terbiye.polish off işini bitirmek;(bir rakibi yenip9başından defetmek. polish up iyice parlatmak,iyice cila vermek;daha iyi duruma getirmek.

polit.

kıs. political, politics.

polite

s. nazik, terbiyeli, kibar; yüksek seviyede. politely z. nezaketle, nazikane. politeness i. nezaket, incelik, kibarlık.

politic

s.,i. maharetli;siyasi, politik, tedbirli, ihtiyatlı, basiretli;kurnaz;iyi düşünülmüş.

political

s. devlete veya hükümete ait; siyasi, siyasete ait, siyasal;siyasi bir partiye ait. political agent siyasi delege. political economy iktisat ilmi. political science idari ilimler, siyasal bilgiler. politically z. siyaset bakımından.

politician

i. siyasetçi, politikacı, siyaset uzmanı; devlet adamı; kendi yararına politikayla meşgul olan kimse.

politics

i. politika, siyaset;parti entrikaları, siyasi desiseler;siyasi partilerin idaresi, politikacılık.

polity

i. hükümet şekli, idare şekli;devlet, hükümet.

polka

i. polka dansı; polka müziği. polka dot puanlı, benekli (kumaş).

poll

i. seçimde oylar; oy sayısı; gayri resmi anket; (eski) baş, kafa, kelle. poll tax oy kullanabilmek için ödenen bir vergi; şahıs başına ödenen bir vergi. the polls seçim; seçim sandığı, gayri resmi anketler.

poll

f. oyları toplamak, rey almak; (seçim listesine) kaydetmek; oy vermek; anket yapmak; (saç veya boynuz) kesmek.

pollack , pollock

i. bir çeşit balık, zool. Pollachius virens.

pollard

i., f. boynuzları dökülmüş veya kesilmiş hayvan; boynuzsuz soydan öküz veya koyun; budanmış ağaç; f. budamak, boynuzlarını kesmek.

polled

s. boynuzu, saçı veya başı kesilmiş, kel.

pollen

i. çiçeklerin üremesini temin eden toz, çiçek tozu.

pollinate

f., bot. tozaklamak pollina'tion i. tozaklama.

polliwog

i. kurbağa yavrusu, iribaş. pollock bak. pallack.

pollster

i. anket yapan kimse.

pollutant

i. kirleten şey, havayı veya suyu kirleten kimyasal madde.

pollute

f. kirletmek, pisletmek, murdar hale getirmek, telvis etmek; ırzına geçmek, iffetini bozmak pollution i. pisletme; murdarlık.

pollyanna

i. Polyanna, dünyayı hep güllük gülistanlık gören kız (E.H. Porter'ın aynı isimli romanının kahramanı). Dünyaya hep pozitif bakma felsefesine verilen sembol isim.

polo

i. polo, çevgen. polo pony. bu oyunda kullanılan bodur cins at. polo shirt. kalın tişort. water polo yüzerken oynanan bir çeşit top oyunu.

polonaise

i., müz. Polonya asıllı ağır ve ritmik bir dans, polonez; bu dansın müziği; bulüzü ve eteği birbirine bitişik olan ve eskiden giyilen kadın elbisesi.

polonium

i., kim. radyoaktif bir eleman, polonyum.

poltergeist

i. öcü, umacı, gürültülü hortlak.

poltroon

i. korkak adam, alçak adam, namert kimse. poltroonery i. korkaklık, alçaklık, namertlik.

poly-

(önek) çok.

polyandry

i. birden fazla kocası olma sistemi, çok kocalılık; bot. erciklerin çok ve serbest olması, poliandri. polyandrous i. çok kocalılık sistemine ait.

polyanthus

ii bir çeşit çuha çiçeği, bot Primula polyantha.

polychrome

s., i. çok renkli, çok renklerle resimlendirilmiş veya boyanmış; değişik renklerle basılmış (kitap); i. çok renkli sanat eseri. polychromat'ic s. çok renkli.

polyclinic

i., tıb. poliklinik, her türlü hastalığm tedavi edildiği genel hastane veya klinik.

polyester

i. polyester.

polygamy

i. poligami, aynı zamanda birden fazla karısı olma sistemi veya geleneği, çok karılılık, polygamist i. birden fazla karısı olan adam. polygamous s. bir den fazla karısı olan; zool. birden fazla eşi olan; bot. aynı bitkide erdişi çiçeklerin dışında hem erkek hem de dişi çiçekleri bulunan, poligam.

polyglot

s., i. birçok dil bilen; bir çok dilde yazılmış olan; birçok dili içine alan; i. birçok dil bilen kimse; birkaç dilde basılmış kitap; birkaç dilin birbirine karışmış hali, karmakarışık dil. polyglottism i. birçok dil bilme; birkaç dili birbirine karıştırma.

polygon

i., geom. dörtten fazla açısı olan düz şekil, poligon, çokgen; top ve tüfek atış tecrübesi yapılan meydan, atış yeri, poligon; çok köşeli cisim.

polygonal

s. çok köşeli, çokgen.

polygonum

i. çoban değneği.

polygraph

i. teksir makinası; nabız kaydeden cihaz, yalan ortaya çıkarmak amacıyla kullanılan aygıt; verimli yazar.

polygyny

i. aynı zamanda birden fazla karısı olma sistemi veya geleneği. polygynous s. birden fazla karısı olan.

polyhedron

i., geom. çok yüzü olan mücessem şekil. polyhedral s. çok yüzlü, çok düzlemli.

polymer

i., kim. elemanlarının ağırlık oranları bir olup da molekül ağırlıkları farklı olan bileşimlerden her biri, polimer. polymer'ic s. bu çeşit bileşimlerle ilgili; polimerik. polym'erize i. polimer halinde birleştirmek veya birleşmek. polymerization i. polimerizasyon.

polymorph

i., biyol. çok şekilli veya değişik safhalı organizma veya böyle bir organizmanın şekillerinden biri; kim. birkaç şekilde kristalleşebilen madde veya bu şekillerden biri.

polymorphous , polymorphic

s. değişik şekilleri olabilen veya değişik safhalardan geçen. polymorphism i. değişik şekilleri olma; değişik safhalardan geçme.

polynesia

i. Polinezya, Güney Pasifik'te bulunan adalar kümesi Polynesian s., i. bu adalara mahsus (dil veya sahıs) .

polynomial

i., s., mat. birden fazla terimi olan (ifade); polinom; biyol. ikiden fazla kelimeden meydana gelen hayvan veya bitki ismi.

polynuclear

s. birden fazla çekirdeği olan, polinükleer.

polyp

i. polip; tıb. ahtapot, polip.

polypetalous

s., bot. çok taç yaprağı olan (çiçek), polipetal.

polyphase

s., elek. çok fazlı.

polyphone

i. çeşitli sesleri gösteren harf veya işaret.

polyphonic

s. çok sesli, polifonik.

polyphony

i., müz. birbirine uygun muhtelif nağmelerin bir arada söylenmesi veya çalınması ile meydana getirilen ahenkli musiki parçası, polifoni; aynı harf veya işaretlerle birden fazla ses ifade etme.

polypody

i. bespaye, bot. Poly podium vulgare.

polypus

(çoğ. -pi) bak. polyp.

polysaccharide

i. yüksek molekül ağırlığı olan karbonhidrat, nişasta.

polysyllabic

s. çok heceli.

polysyllable

i. üçten fazla hecesi olan kelime.

polytechnic

s., i. bir çok sanat veya fene ait; i. bir çok sanat veya feni öğreten okul.

polytheism

i. çoktanrıcılık; birden fazla tanrıya inanma. polytheist i. birden fazla tanrıya inanan kimse.

polytonal

s., müz. çoktonlu.

polytonality

i., müz. birkaç perdeyi birden kullanma tekniği.

polytonic

s. birçok perdeleri olan.

polyunsaturated

s. (yemek yağlarından) damar sertliğine karşı koruyucu tipte olan.

polyuria

i., tıb. idrar çokluğu.

pomace

i. elma püresi veya posası; herhangi bir şeyin ezmesi veya posası.

pomaceous

s. elmaya mahsus, elmadan ibaret.

pomade

i., f. briyantin, merhem; f. merhem sürmek.

pomander

i. eskiden hastalığa karşı kullanılan baharatlı top; karanfil içine batırılmış elma veya portakal.

pome

i. elma, armut veya ayva tipinde meyva.

pomegranate

i. nar, bot. Punica granatum.

pomelo

i. greypfrut.

pomeranian

s.,i. Prusya eyaletlerinden Pomeranya'ya ait; i. Pomeranya halkından biri; Pomeranya kopeği.

pomiferous

s. elma veya armut cinsinden meyva veren.

pommel

i., f. (ed.,-i ng veya -led, -ling) kılıç veya kamçının topuz gibi kalın olan başı; eyer kaşı; f. dövmek, yumruklamak.

pomology

i. meyva yetiştirme bilgisi veya sanatı. pomolog'ical s. meyva yetiştirme ilmine ait. pomol'ogist i. meyva yetiştiren kimse.

pomp

i. tantana, debdebe, ihtişam, azamet; eski geçit töreni.

pompadour

i. erkeklerde saçları arkaya doğru tarama usulü; kadınlarda öndeki saçların altına ilâve bir kısımla kabartıldığı saç şekli; pembe veya kırmızı rengin bir tonu.

pompeii

i. İtalya'da eski Pompei şehri. Pompeian s., i. Pompei şehrine ait; i. bu şehir halkından biri.

pompom

i., İng. otomatik uçaksavar topu.

pompon

i. ponpon, yün veya tüyden yapılmış top şeklindeki süs.

pomposity

i. tantana, debdebe; azametli tavır.

pompous

s. azametli, gururlu; süslü; saltanatlı, tantanalı, debdebeli. pompousness i. tantana, debdebe; azametli tavırlar, azamet, ihtişam. pompously z. gururla.

poncho

i. Güney Amerika'da giyilen baştan geçme kepenek, panço; buna benzer yağmurluk.

pond

i. ufak göl, havuz; (şaka) okyanus. pondlet i. havuzcuk. pond life gölde yaşayan hayvancıklar. pond lily nilüfer çiçeği, göl süseni. pondweed i. su otu.

ponder

f. zihninde tartmak, düşünmek, düşünüp taşınmak.

ponderous

s. çok ağır; kütle halinde, masif; cansız, can sıkıcı; zihin yorucu. ponderos'ity, ponderousness i. ağırlık, siklet. ponderously z. cansız, sıkıcı bir şe kilde; ağır ağır.

pone

i. A.B.D.'nin güney eyaletlerine mahsus mısır ekmeği.

pongee

i. Çin ipeği, ham ipekten dokunmuş kumaş.

poniard

i, f. kama, hançer; f. hançerle yaralamak, hançerlemek.

ponsasinorum

Lat. eşeklerin köprüsü; geom. Öklid'in ikizkenar üçgenin tabanındaki iki açının birbirine eşit olduğunu kabul eden teoremi; acemilere uy gulanan test.

pontic

bak. Pontus.

pontifex

( çoğ. pontifices) i. eski Roma'da başkâhin.

pontiff

i. piskopos, özellikle papa.

pontifical

s., i. Papaya ait; papalık makamı veya yetkisi olan; gururlu; i., çoğ. piskoposun veya papanın resmi esvabı. pontificate i., f. piskoposun ve özellikle papanın makamı veya yetkisi veya hizmet süresi; f. itiraz kabul etmez şekilde konuşmak; salâhiyet taslamak; piskopos veya papa sıfatıyle ayin icra etmek.

pontonier

i., ask. dubalı köprüler yapan istihkâmcı.

pontoon

i. duba, tombaz. pontoon bridge dubalar üstüne kurulan köprü.

pontus

i. Pontus, Kuzeybatı Anadolu'da tarihi bir devlet. Pontic s. Pontus devletine ait, Pontus.

pontus euxinus

eski. Karadeniz

pony

i., f. bodur cins at, midilli; k.dili likor kadehi veya bir kadeh dolusu; İng., (argo) yirmi beş ingiliz lirası; A.B.D., (argo) Latince veya Yunanca ders kitabı tercümesi; açıklayıcı yardımcı kitap; f. yardımcı kitap kullanmakı pony express A.B.D.'nin batısında demiryolu yapılmadan evvel kullanılan süratli atlı posta sistemi. pony up A.B.D., (argo) para vermek.

pooch

i., (argo) it.

pood

i. 16,4 kiloluk bir Rus ağırlık ölçüsü.

poodle

i. uzun ve kıvırcık tüylü fino köpeği, kaniş.

pooh

(ünlem) Öf! (sabırsızlık veya küçümseme belirtir).

poohpooh

f. küçümsemek, alaya almak.

pool

i., f. bahis tutuşmada veya kumarda ortaya konulan para; on beş bilye ile oynanan bir çeşit bilardo; tic. rekabete meydan vermemek için mal fiyatlarını kontrol altmda tutan tüccarlar birliği; çalışma grubu, ekip; f. ticaret birliği kurmak amacıyle para koymak; ortaklaşa toplamak. pool table bilardo masası.

pool

i. küçük göl; havuz; su birikintisi; herhangi bir sıvı birikintisi; bir nehrin derin ve durgun kısmı.

poolroom

i. bilardo salonu.

poop

i., f., den. pupa, geminin kıçı; zarta; f. gemi kıçından içeriye dalga girmek; zarta çekmek.

poop

f., A.B.D., (argo) yormak, takatini kesmek. pooped s., A.B.D. bitkin bitap, takati kesilmiş.

poor

s., i. fakir, yoksul, muhtaç; zayıf; kıt, az; kuru, kuvvetsiz; sıhhati bozuk; zavallı, biçare; fena, adi, bayağı; rahatsız (gece); i., the ile fakir fukara. poor box sadaka kutusu. poor farm fakirlere iş bulunan ve bakılan kurum. Poor fellow! Vah zavallı! Vah biçare! poor house seyircisi az .poor laws fakirleri koruma kanunları. poor rate İng. halktan toplanan fakirlere yardım vergisi. poor white asağ. aşağı tabakadan beyaz bir kimse.

poorhouse

i. darülaceze, düşkünler evi.

poorly

z., s. kötü bir şekilde, başarısızlıkla: kusurlu olarak; s. k.dili hasta, rahatsız.

poorness

i. fakirlik, yoksulluk, züğürtlük.

poorspirited

s. korkak, ödlek, yüreksiz.

pop

f. (-ped,-ping) pat diye ses çıkarmak; patlamak; çabucak sokuvermek; patlatmak (mısır); ateş etmek. pop in uğramak. pop off k.dili birden gitmek, ölüvermek. pop out ağızdan kaçmak; fırlamak. pop the question k.dili evlenme teklif etmek.

pop

i. patlama sesi, tüfek sesi; gazoz.

pop

i. hafif klasik veya popüler müzik konseri.

pop

i., (argo) baba.

popcorn

i. patlamış mısır, cin mısırı.

pope

i., b.h. papa; Ortodoks papazı. pope's nose k.dili kuş kıçı, tavuğun gerisi. popedom i. papalık.

popery

i., aşağ. papalık sistemi: Katolik kilisesinin usul ve ayinleri.

popeyed

s. patlak gözlü.

popgun

i. oyuncak tüfek, mantarlı tüfek, patlangaç.

popinjay

i. züppe kimse: papağan şeklinde ok hedefi.

popish

s., aşağ. Katolik kiliselerine ait. zool. Lamna nasus

poplar

i. kavak bot. Populus. black poplar, Lombardy poplar kara kavak, bot. POpulus nigra. trembling poplar titrek kavak, bot Populus tremula. white poplar akçakavak, akkavak, bot. Populus alba.

poplin

i. poplin.

popover

i. pek hafif yumurtalı ekmek.

popper

i. patlangaç; mısır patlatmak için kullanılan kalbur.

poppet

i., İng. minyon kimse. poppet valve buharlı makinalarda kullanılan bir cins valf.

popple

f, i dalgalanmak; çağlamak; i. dalgalanma; çağlama.

poppy

i gelincikgillerden herhangi bir bitki, bot. Papaver; afyon; kızıl renk. opium poppy haşhaş, bot. Papaver somniferum. corn poppy, field poppy, red poppy gelincik, bot. Papaver rhoeas. poppy seed haşhaş tohumu.

poppycock

i., k.dili saçma.

poppyhead

i. haşhaş tohumu, haşhaş başı; mim. suslü başlık.

populace

i. halk, avam.

popular

s. herkes tarafından sevilen, popüler, revaçta olan;avama mahsus, halka ait; herkesçe anlaşılabilir; halkın kesesine elverişli, ucuz. popular election herkesin oyunu kullanabildiği seçim. popular front pol. faşizme ve gericiliğe karşı gelen ve gösterilerde bulunan solcu koalisyonu. popularity i. herkes tarafından sevilme, popüler olma, revaçta olma. popularly z. herkes tarafından sevilerek;halka hitap eder şekilde.

popularize

f. halkın rağbet edeceği şekle sokmak; halka hitap etmek; herkesin anlayacağı şekle sokmak. populari za'tion i. halkın benimseyeceği şekle sokma.

populate

f. nüfuslandırmak, şeneltmek, meskun hale getirmek; bayındırlaştırmak.

population

i. nüfus, şenlik; ahali, sekene; iskân. exchange of populations ahali mubadelesi.

populous

s. yoğun nüfuslu, meskun, ahalisi çok. populousness i. nüfus kalabalığı.

porbeagle

i. dik burunlu harharyas.

porcelain

s. porselen (eşya).

porcine

s. domuza ait, domuza benzer, domuzumsu.

porcupine

i. oklukirpi, zool.Hystrix cristastus. porcupine beater dişleri veya sivri uçları olan bir makina. porcupine fish kirpi balığı, zool. Diodon hystrix.

pore

i. gözenek, mesame; herhangi bir katı cismin üzerindeki deliklerden her biri.

pore

f. dikkatle bakmak, gözünü dikmek; on, over, upon ile derin derin düşünmek, mütalâa etmek, zihninde tartmak; üzerinde durmak; kendini vererek okumak veya çalışmak. pore one,s eyes out çok okuyarak gözleri yormak, göz nuru dökmek.

porgy

i. sinarit, zool. Pargus pargus.

pork

i. domuz eti; A.B.D., (argo) devlet işlerinde pek dürüst olmayan gayelere kullanılmak üzere ayrılan para. pork barrel A.B.D., (argo) bir milletvekilinin kendi seçim bölgesi için ayırttığı para. pork sausage domuz sosisi. pork tapeworm domuz tenyası, zool. Taenia solium. porker i. besili domuz.

porkpie

i. etli börek: basık tepeli şapka.

pornography

i. pornografi. pornographic s. müstehcen, açık saçık.

porous

s. gözenekli; suyu dışarı sızdıran, içinden hava veya su geçebilen. porosity i. gözenekli oluş. porously z. gözenekle.

porphyry

i. somaki, porfir. porphyrit'ic s. somaki; min. billurlu.

porpoise

i. yunusbalığı, zool. Phocaena phocaena; domuzbalığı, zool. Phocaena communis.

porridge

i., İng. su veya sütle pişirilmiş lapa.

porringer

i. çorba veya lapa kasesi.

port

i. liman; liman şehri. port authority. liman otoritesi, liman idaresi. port of call den. uğranılacak liman. port of entry ithalât limanı, gümrük dairesi olan liman. free port serbest liman, açık liman. home port demirleme limanı.

port

i. porto şarabı, genellikle koyu kır mızı renkte olan tatlı şarap.

port

i., f., den. geminin sol veya iskele tarafı; f. dümeni iskeleye kırmak; iskeleye dönmek (gemi). Helm to port Dumeni iskeleye kır. on the port bow pruvanın solunda (gemi).

port

i., den. gemi lombarı; lombar kapağı; mak. buhar, gaz veya su yolu (bilhassa valf içinde). port lid lombar ağzı, lombar kapağı.

port

i., f., ask. tüfek veya başka bir silâhın omuzdaki duruşu; duruş; fl tufeği namlusu sol omuza doğru olmak üzere eğri vaziyette tutmak.

port louis

Port Louis, Mauritius adasının baş kenti.

port-au-prince

i. Port-au-Prince, Haiti'nin başkenti.

port-of-spain

i. Port of Spain, Trinidad ve Tobago kolonisinin başkenti.

portable

s., i. taşınabilir, nakli mümkün, portatif; i. taşınabilir şey, portatif eşya. portabil'ity i. ta şınabilme, nakledilebilme.

portage

i., f., A.B.D., Kan taşıma, nakletme; karadan kayık nakliyatı; nakliyat yolu; nakliye, hamaliye, hamallık; f. kayık nakletmek.

portal

i. kapı, süslü ve büyük kapı; medhal, girilecek yer. portal-to-portal pay (maden ocağı veya fabrikada) işçinin işyerinde harcadığı zamana göre ödenen para.

portal

s., tıb. kapıya ait (karaciğer deki); tıb. bağırsaklardan karaciğere kan nakleden büyük damara ait. portal vein tıb. kapı toplardamarı.

portamento

i., İt., müz. portamento, ses kaydırması.

portative

s. portatif, taşınabilen, nakledilebilen.

portcullis

i. bir kale veya müstahkem yere girilmesini önlemek için indirilen demir parmaklık.

porte

i., the ile, veya the Sublime Porte Babıali, Osmanlı Devleti.

portecochere

i. konaklarda arabanın girip çıktığı büyük kapı; konak kapısı önünde bulunan arabaya binilip inilen bitişik ve üstü kapalı yer.

portemonnaie

i., Fr. ufak para çantası, para cüzdanı.

portend

f. önceden belirtmek veya haber vermek (özellikle kötü olayı).

portent

i. kısa zamanda meydana gelecek bir olayın habercisi veya delili; harika, acibe. porten'tous s. meşum, uğursuz; hayret verici, harikulade.

porter

i. hamal; siyah bira. porterage i. hamallık; hamal parası.

porter

i. kapıcı; A.B.D. yataklı vagonlarda hizmet eden görevli.

porterhouse steak

bir çeşit kalın ve yumuşak biftek.

portfolio

i. evrak çantası; makam, mevki, vazife; bir kimseye özgü tahvillerin tümü.

porthole

i., den. lombar; kale mazgalı.

portico

i. büyük bir binanın kapısı önündeki direkler altı, revak.

portiere

i. kapı yerine kullanılan perde.

portion

i., f. kısım, parça, cüz; porsiyon, bir tabak yemek; pay, hisse; kısmet, kader, nasip; drahoma, çeyiz; f., hisselere ayırmak, taksim etmek; parsellemek; miras bırakmak; kızına drahoma vermek. lega1 portion huk. mahfuz hisse.

portly

s. iri yapılı, cüsseli, şişman; heybetli, gösterişli. portliness i. cüsseli oluş; heybetli oluş.

portmanteau

i. (çoğ. -eaus, - eaux) İng. bavul.

porto-novo

i. Porto Novo

portrait

i. resim, tasvir, portre; kelimelerle çizilen portre. portrait gallery resim sergisi. portrait painter portre ressamı. portrait bust, portrait statue portre heykel. pen portrait yazı ile yapılan tasvir.

portraitist

i. portreci, portre ressamı.

portraiture

i. resim, tasvir, portre; resim sanatı; tarif, tanımlama, tavsif.

portray

f. resmetmek, resmini yapmak; tarif etmek, tanımlamak, tasvir etmek. portrayal i. resmetme, tanımlama, tarif etme.

portugal

i. Portekiz.

portuguese

s., i. Portekiz'le ilgili; i Portekizce; Portekizli; Portekizliler. Portuguese manofwar denizanası, zool. Phy salia.

portulaca

i. semizotu, bot. Portulaca sativa

pos.

kıs. positive, possessive.

pose

f. şaşırtmak, hayrete düşürmek, susturmak.

pose

f., i. vaziyet almak; vaziyet takınmak; gibi görünmek; belirli bir vaziyette dikmek, vaziyet vermek; arzetmek; soru halinde ortaya atmak; i. vaziyet, poz, duruş; takınılan tavır.

poser

i. poz veren kimse.

poser

i. şaşırtıcı soru veya mesele.

poseur

i. yapmacık tavırlar takınan kimse, (slang) numaracı.

posh

s., İng., k.dili lüks, modaya uygun.

posit

f. tespit etmek; önermek, var saymak, öne sürmek.

position

i., f. yer, mevki, mahal mevzi; yerleştirme, koyma; fikir, meram, iddia; sosyal pozisyon, içtimai mevki; mevki, iş, görev, vazife, memuriyet; duruş; vaziyet, durum; f. yerleştirmek; yerini bulmak. position paper belli bir sorun üzerinde bir grubun tezini sunan yazı. a man in my position benim durumumda veya mevkiimde olan adam. in a false position sahte bir vaziyette. in position tam yerinde. in a position to do something bir şeyler yapma yetki ve du rumunda. out of position yerinden çıkmış.

positive

s., i. kesin, kati, mutlak; olumlu, müspet; gerçek, hakiki; esaslı; şüphesiz, muhakkak; sarih, açık, vazıh; gerekli; emin; mat. sıfırdan büyük, pozitif; elek. müspet, pozitif, çekici; kim. kalevi; foto. müspet, pozitif; gram. müspet, olumlu; tıb. bir madde, durum veya hastalığın varolduğunu gösteren; i. müspet derece, sarih sıfat; ışıkları ve gölgeleri tabii halde gösteren fotoğraf; müspet elektrik akımı; kesin şey, kati şey. positive assertion kesin ifade. positive electricity pozitif elektrik akımı. positive proof kesin delil. positive sign toplam işareti, artı, zait, (+). a positive nuisance tam bela. positively z. muhakkak; katiyetle, kesin olarak positiveness i. katiyet, kesinlik.

positivism

i., fels. pozitivizm, olguculuk, müspetçilik, Auguste Comte felsefesi. positivist i. bu felsefe taraftarı, müspetçi, pozitivist. positivis'tic s. pozitivizm taraftarı olan.

positron

i., fiz. pozitron.

poss

kıs. possession, possessive, possible, possibly.

posse

i. heyet, takım; polis müfrezesi. posse comitatus ihtilal zamanında polis müdürünün yardıma çağırdığı halk. in posse huk. mümkün, kuvvede.

possess

f. sahip olmak, malik olmak, mutasarrıfı olmak; hükmetmek. possessed s. sahipli; soğukkanlı; mecnun; çılgın; azimkâr. possessed with niyetli, azimkâr; mecnun.

possession

i. malik olma, iyelik, sahip olma, zilyetlik; çoğ. servet, mal, mülk; cin çarpması, cinnet, delilik; kendine hâkim olma; müstemleke, sömürge. Possession is nine points of the law bak. point. give possession. vermek, teslim etmek, istimlâk ettirmek. in possession elde etmiş, elinde, tasarrufunda. take possession zaptetmek, almak.

possessive

s., i. malik olan; tahakküm edici: gram. iyelik belirten, mülkiyet ifade eden; i.- in hali possessive case -in hali. possessive relation isimle tamlama, izafet. possessively z. tahakküm ederek, sahip çıkarak. possessiveness i. tahakküm etme, sahip çıkma.

possessor

i. mal sahibi; huk. zilyet, malik sıfatıyle tasarruf eden kimse. possessory s. zilyete veya zilyetliğe ait.

posset

i. şarap veya bira ile kestirilmiş baharatlı sıcak süt.

possibility

i. imkan, olanak; gerçekleşmesi mümkün olan olay.

possible

s., i. mümkün, imkân dahilinde, muhtemel, kabil, akla sığar; i. mümkün olan şey, imkân. possibly z. belki, ihtimal, mümkündür ki.

possum

i., k.dili, bak. opossum. play possum ölü taklidi yapmak.

post

i., f. kazık, destek; f. yapıştırmak (ilân); afişlerle ilan etmek; kusurlarını açığa vurmak; adını listeye koymak; den. (geminin) geciktiğini veya battığını ilan etmek.

post

i., f. memuriyet, mahal, bir memurun tayin edildiği yer, hizmet; ordugah, kışla, askeri menzil; kol, karakol, devriye; polis noktası; yabancıların kurdukları alış veriş yeri; A.B.D. savaşa katılmış kimselerin kurdukları dernek; f. koymak, yerleştirmek; vazifelendirmek.

post

i., f., z., İng. posta; ing posta servisi, posta kutusu, postane; atlı postacı, posta tatarı; atlı postacının at değiştirdiği yer, menzil; f., İng. postaya vermek, posta ile göndermek; bilgi vermek, bildirmek; hesapları yevmiye defterinden ana deftere nakletmek; posta atlarıyle seyahat etmek; süratle yolculuk etmek, acele gitmek; z. posta atlarıyle; süratle, çabuk olarak. post card kartpostal, posta kartı. post chaise posta arabası. post exchange A.B.D. ordu kooperatifi, Orko. post office postane, abbr PTT. post road posta yolu. a heavy post mektupla dolu posta. morning post sabah postası. by return post ilk posta ile, acele.

post-

(önek), Lat. sonra.

postage

i. posta ücreti. postage due eksik ödenmiş posta ücreti; taksalı. postage due stamp taksa pulu. postage meter posta metresi. postage stamp posta pulu.

postal

s. posta ile ilgili. postal clerk postane memuru. postal convention milletlerarası posta anlaşması. postal money order, postal order posta havalesi. postal savings bank posta idaresine bağlı banka, tasarruf sandığı. postal union milletlerarası posta birliği.

postdate

f. üzerine ileri bir tarih atmak.

postdiluvian

s., i. Tufandan sonra yaşayan (canlı).

poster

i. yafta, afiş; yaftacı, yafta yapıştıran kimse; menzillerden at alarak seyahat eden kimse.

posterestante

Fr. postrestant.

posterior

s., i. sonra gelen, sonraki; gerideki; anat. kıça yakın; i., çoğ. insan kıçı, kaba etler. posterior chamber anat. ardoda. posteriorly z. sonradan gelerek.

posterity

i. zürriyet; gelecek nesiller, halefler.

postern

i., s. arka kapı; yan kapı; ufak kapı; s. arkadaki; yandaki.

postexilic

s. Babil sürgününden sonraki Yahudi tarihi ile ilgili.

postfix

i., f. (sonek); f. kelime sonuna ek ilave etmek.

postfree

s. posta ücretine tabi olmayan; İng. posta ücreti ödenmiş.

postglacial

s., jeol. buzul devrinden sonra.

postgraduate

s., i. üniversiteden mezun olduktan sonraki tahsile ait; i. doktora talebesi, üniversiteden mezun talebe.

posthaste

s., z., i. büyük bir süratle, çok acele, ivedilikle; i. sürat.

posthumous

s. babasının ö1ümünden sonra doğmuş; yazarın ölümünden sonra yayınlanmış; bir kimsenin ölümünden sonra vaki olan. posthumously z. ölümden sonra (özellikle yazarın).

postiche

s., i. bitiminden sonra eklenmiş; suni, yapmacık; i. taklit, yapmacık.

postilion

i. soldaki beygire binerek araba ve özellikle posta arabasına sürücülük eden kimse.

postimpressionism

i.,güz. san. özellikle yirminci yüzyılın başlarında Fransız sanatkarlarınca rağbet gören ve kübizm ile fütürizmi içine alan resim ekolü.

postliminium

i. harp esirlerinin ve ganimet olarak alınmış malların harpten sonra evvelki yerlerine veya hukuki sahiplerine iadesi kanunu, postlimini. post liminiary, postliminious s. bu kanunla ilgili.

postlude

i., müz. kilise ayini sonunda özellikle orgla çalınan parça.

postman

i. postacı, posta müvezzii.

postmark

i. posta damgası.

postmeridian

s. öğleden sonraya ait.

postmistress

i. postane müdiresi.

postmortem

s., i öldükten sonra; i. otopsi.

postnatal

s. doğumdan sonra.

postpaid

s., z. posta ücreti ödenmiş (olarak).

postpone

f. ertelemek, tehir etmek, geri bırakmak; ikinci planda bırakmak. post ponement i. erteleme, tehir, geri bırakma.

postposition

i. sonrasına koyma veya konma; bir kelime sonuna ilave edilen kelime veya ek.

postprandial

s. yemek sonrası.

postrnaster

i. postane müdürü.

postscript

i. not, dipnot, hamiş, haşiye, derkenar; kıs. p.s.

postulant

i. talip olan kimse; bir şey üzerinde hak iddia eden kimse; namzet, özellikle papazlığa namzet kimse.

postulate

f. talep etmek, istemek, dilemek; ispatsız olarak ifade etmek, kaziye diye kabul etmek; var saymak.

postulate

i., fels. önerme, kaziye, ispatına lüzum görülmeden kabul edilen mesele; kabulü zaruri olan esas, her şeyden evvel lâzım olan şart.

posture

i., f. duruş, poz, vaziyet; hal, işlerin gidişi; zihni vaziyet, tefekkür hali; f. suni vaziyet vermek veya almak.

posy

i. çiçek, çiçek demeti.

pot

i. kap, maden veya topraktan yapılmış yuvarlak kap, kavanoz; kadeh; bir kap dolusu; ıstakoz tutmaya mahsus sepet; baca başlığı; kumarda bir oyunda ortava konan paranın toplamı; k.dili büyük miktarda para; jeol. akıntının nehir dibinde açtığı yuvarlak çukur, bu çukurda bulunan çakıl; (argo) haşiş; bak. potentiometer. pot bottle takriben yarım litrelik şişe. pot cheese süzme peynir. pot hat melon şapka. pot liquor yemek suyu. pot roast ağır ateşte pişmiş et, kapama. pot shot sadece çantayı doldurmak maksadıyle avlama; kısa mesafeden silah atma; rasgele vuruş. chamber pot lâzımlık. chimney pot baca başlığı, ocak külâhı. go to pot bozulmak, mahvolmak. lobster pot ıstakoz sepeti.

pot

f. (-ted, -ting) yağ ve baharatla kavanoza basmak; kavanozda muhafaza etmek; saksıya dikmek; yemek için avlamak, tüfekle rasgele vurmak; bilardoda çukura düşürmek; k.dili kapıp cebe indirmek.

potable

s., i. içilebilir; i., çoğ. meşrubat, içecek.

potage

i., Fr. koyu çorba.

potash

i. potas, kalya taşı, potasyum hidrat.

potassium

i., kim. potasyum.

potation

i. içme; içki; içki âlemi.

potato

i. (çoğ. -toes) patates, bot. Solanum tuberosum. potato bug, potato beetle patatese zararı dokunan böcek, patates böceği. potato chip çips. potato race patates yarışı. potato rot daha toprakta iken patatesi çürüten hastalık. small potatoes adi ve önemsiz şey veya kimse. sweet potato bir çeşit tatlı patates, bot Ipomoea batatas, Hatay patatesi.

potbelly

i. göbek, büyük ve şiş karın; şişkin karınlı adam, göbekli kimse; kenarları şişkin soba. potbellied s. göbekli.

potboiler

i., k.dili yalnız geçim parası kazanmak maksadıyle yazılan kitap veya meydana getirilen sanat eseri.

potboy

i., İng. lokantada bulaşıkçı.

potency

i. kuvvet, kudret, güç; yetki, salâhiyet; etki, tesir; nüfuz; potansiyel; erkeğin cinsel iktidarı.

potent

s. kuvvetli, güçlü, kudretli; etkili, tesirli, nüfuzlu; yetkili, salâhiyetli; cinsi iktidarı olan (erkek). potently z. etkileyici surette; kuvvetle, tesirli olarak.

potentate

i. hükümdar, kral; büyük yetki ve otorite sahibi.

potential

s., i. kuvvetli olan; muhtemel; fiz. gizil, potansiyel; i. mümkün olan şey, imkân, ihtimal; güç, iktidar; gram. yeterlik fiili; elek. potansiyel, gerilim. potential energy gizilgüç, potansiyel enerji. potential mood gram. yeterlik kipi. reach its highest potential mümkün olan en yüksek kudretine erişmek. potential'ity i. mümkün olan hal veya keyfiyet, imkân. potentially z. kuvvede olarak, imkan dahilinde.

potentiometer , pot

i., elek. üç bağlantılı reosta; voltölçer.

pother

i., f. boğucu toz veya duman bulutu; telâş, gürültü, karışıklık, şamata; f. başını ağırtmak, üzmek, sinirlendirmek; gürültü etmek.

potherb

i. yemeğe tat veren maydanoz gibi yeşillik.

pothole

i. (yolda) derin çukur; kayalarda su ve çakılların açtığı çukur.

pothook

i. tencereyi ateş üzerine asmaya mahsus S şeklindeki çengel; özellikle el yazısı öğrenenlerin S şeklindeki çizgileri.

potion

i. ilâç dozu, bir defada verilen ilaç veya zehir; iksir.

potlatch

i. (Kuzey Pasifik sahilinde oturan Kızılderililerde) hediye; kış festivali; misafirlere hediye dağıtılan ve eşyanın tahrip olunduğu tören; k.dili parti, eğlence.

potluck

i. hazır bulunan yemek, Allah ne verdiyse .take potluck bulunan yemeği yemek.

potpourri

i., Fr. odaya güzel koku vermek için kavanoz içinde biriktirilen gül yaprakları ve baharat; müz. potpuri; edebi seçmeler, müntahabat, seçmeler.

potsherd

i. kırık çömlek parçası.

pott's disease

tıb. Pott hastalığı, omurga kemiğinin çürumesi.

pottage

i. türlü yemeği; sebze çorbası.

potted

s. saksıya konmuş; çömlekte pişmiş;( argo) küfelik olmuş.

potter

i. çömlekçi. potter's field fakirler için ayrılmış mezar. potter's wheel çömlekçi çarkı.

potter

bak. putter.

pottery

i. çömlek işi, çanak çömlek; çömlek imalâthanesi; çömlekçilik.

pottle

i. 1,9 litrelik sıvı ölçüsü; bu miktar sıvıyı içine alan kap; içki; İng. küçük kap veya sepet.

potty

s. İng., k.dili göze çarpmayan; hafif içkili; solak.

potty

i. çocuk lâzımlığı; lâzımlıklı iskemle.

pouch

i. kese, torba; küçük para kesesi; hartuç kesesi; posta torbası; göz altlannda meydana gelen torba gibi şişkinlik; tıb. içinde sıvı toplanmış ur, kese; zool. bazl hayvanlann yavrularını veya yiyeceklerini taşıdıkları cep.

pouch

f. torbaya koymak, cebe indirmek; yutmak; torba veya kese husule getirmek.

poult

i. palaz.

poulterer

i. tavukçu.

poultice

i., f. yara lapası; f. yaraya veya cerahatli yere lapa koymak.

poultry

i. kümes hayvanları. poultry farm tavuk çiftliği. poultry house kümes. poultry yard tavuklara mahsus avlu.

pounce

i., f. mürekkep kurutacak toz; kabartmalı bir düzeyin modelini çıkartmak için üzerine serpilen toz; f. toz serperek kurutmak veya cilâlamak.

pounce

i., f. yırtıcı kuş pençesi; saldırma, atılma, hamle; f. üzerine atılıp avlamak (av). pounce at, pounce on birden üstüne atılmak, hamle etmek; ani olarak gelmek.

pouncet box

kapağı delikli bir cins parfüm kutusu.

pound

i., f. ağır darbe, vuruş, hamle; vurulan yer, darbe izi; f. vurmak, dövmek ezmek; yumruklamak; havanda dövmek; dalgaya çarpmak (gemi); hızla çarpmak veya atmak (yürek); ağır adımlarla yürü- mek; güçlükle yürümek.

pound

i. libre, değişik zamanlarda ayrı yerlerde değişebilen ağırlık ölçüsü, 454 gram; ingiliz lirası; Türkiye ve Mısır gibi birkaç memleketin lirası. avoirdupois pound (16 ounces) 454 gram. apothe caries' pound, troy pound (12 ounces) 373 gram.

pound

i., f. başıboş veya sahipsiz hayvanların muhafaza edildiği belediyeye ait yer; hayvanların muhafaza edildiği veya tuzağa düşürüldüğü yer; f. ağıla kapamak; tuzağa düşürmek.

poundage

i. sahipsiz hayvanların belediyece korunduğu yerden çıkarılma ücreti.

poundage

i. sterlin başına alınan komisyon.

poundal

i., f. bir librelik bir cismi saniyede bir ayak süratle hareket ettiren kuvvet ölçü birimi, 13850 din.

poundcake

i. kek.

pounder

i. bir libre ağırlığında olan herhangi bir şey; (bileşik kelimelerde) birkaç libre ağırlığı ile ilgisi olan şey: twelve pounder on iki librelik mermi atan top.

pounder

i. darbe vuran şey veya kimse .

poundfoolish

s. para harcamasını bilmeyen.

pour

f., i. dökmek, akıtmak, boşaltmak; bardaktan boşanırcasına yağmak; dokülmek, akmak; çay servisi yapmak; i. dökülen miktar; akma, yağma; şiddetli yağmur. It never rains hut it pours. Hepsi bir arada gelir (bazen iyilikler bazen de aksilikler). pour cold water on pişmiş aşa soğuk su katmak. pour oil on troubled waters heyecanı yatıştırmak.

pout

i. yayın tipinden bir çeşit balık, zool. Gadus luscus .

pout

f., i. surat asmak, somurtmak; dudaklarını sarkıtmak; yüzünü ekşitmek; i. somurtma, surat asma, küs olma.

pouter

i. somurtkan kimse; kursağını şişirme kabiliyeti olan bir güvercin.

poverty

i. yoksulluk, fakirlik, parasızlık, zaruret, ihtiyaç; yetersizlik, kifayetsizlik, eksiklik. poverty line fakirlik ile orta hallilik arasındaki gelir sınırı. poverty-strick-en s. çok fakir, muhtaç, zarurete düşmüş, yoksul .

pow

kıs. Prisoner of War.

powder

i., f. toz, pudra; barut; f. üzerine toz ekmek; dövüp toz haline getirmek; toz haline gelmek; pudra kullanmak; eski (atı) hızla koşturmak. powdered milk süt tozu. powdered sugar pudraşekeri. powder flask, powder horn barutluk barut mahfazası. powder magazine baruthane. powder mill barut fabrikası. powder puff pudra ponponu. powder room bayanlara mahsus tuvalet. take a powder (argo) toz olmak, tüymek. powdery s. tozlu, toz gibi, toz halinde.

power

i. yetenek, kabiliyet; iktidar, kuvvet, kudret, güç; hüküm; etki, tesir, hakimiyet, nüfuz, yetki, salâhiyet; fiz. erk, erke; devlet, hükümet; huk. bir başkası adına herhangi bir işi yapma yetkisi, vekâlet, ve kâletname; melaike; mat. üs, bir sayının kendisiyle çarpılmasıyle meydana gelen sayı; makinanın işleme kabiliyeti, güç, takat; merceğin büyütme yeteneği. kuvvet power boat motorla işleyen vapur veya gemi. power lathe torna makinası. power of attorney vekâletname. power of life and death idam etme veya af yetkisi. power over a person bir kimseye hükmünü geçirebilme kuvveti. power plant elektrik santralı. power point İng. duvar fişi. power politics kuvvet politikası. power structure yetkili ve kuvvetli olan grup. power tool motorlu aygıt. come into power iş başına geçmek; iktidar mevkiine geçmek. electric power elektrik kuvveti. party in power iktidar partisi. raise to the tenth power mat. onuncu üse çıkarmak. the powers that be başta olanlar, yetkili şahıslar. water power su kuvveti. It is beyond my power. Elimde değil. More power to him. Allah gücünü artırsın. Tebrikler!

powerful

s. kuvvetli, kudretli; yetki veya nüfuzu olan; keskin, sert etkili, tesirli; k.dili çok miktarda. powerfully z. kudretle, kuvvetle. powerfulness i. kudretlilik, kuvvet.

powerhouse

i. elektrik santralı; (argo) olağanüstü enerjiye sahip kimse veya şey.

powerless

s. kuvvetsiz, kudretsiz, elinden hiç bir şey gelmeyen. powerlessly z. kuvvetsizce, eli kolu bağlı olarak. powerlessness i. kuvvetsizlik, eli kolu bağlı olma.

powwow

i., f., A.B.D., k.dili toplantı; Kızılderililerle yapılan toplantı; f. toplantıda tartışmak.

pox

i., tıb. çiçek gibi kabarcıklar meydana getiren hastalık; frengi.

pozzuolana

i. İtalya'nın volkanik topraklarında bulunan ve çimento yapımında kullanılan kırmızı toprak, puzolan.

pp.

kıs. pages, pianissimo.

pr

kıs. public relations.

pr.

kıs. pair, present, price.

practicable

s. yapılabilir, icrası mümkün; kullanışlı, elverişli. practicabil'ity i. kullanışlılık, pratiklik. practicably z. pratik surette, kullanışlı olarak.

practical

s. pratik, ameli; işe gelir, kullanışlı, elverişli, uygulanabilir; tecrübeli; işlek; fiili. practical joke eşek şakası. practical nurse pratikten yetişme hemşire. practically z. hakikaten, gerçekten; hemen hemen, yaklaşık olarak, takriben; faydalı surette, pratik olarak.

practicality

i. uygulanabilme, tatbik imkanı, elverişli olma; pratik iş.

practice

İng. practise i. tatbikat, uygulama; pratik; egzersiz, idman; alışkanlık, itiyat, adet; huk. dava açma usulü; sanat icrası; iş, müşteri çokluğu; çoğ. desise, hile, oyun. Practice makes perfect. Eg- zersiz veya idman yaparak ilerleme kaydedilir. Meşk kemale erdirir. Doctor Brown has a large practice. Doktor Brown'ın çok hastası var. in practice uygulamada, icraatta, tatbik mevkiinde. make a practice of doing something bir şeyi adet edinmek. out of practice melekesi körlenmiş, çoktan bırakmış. put into practice tatbik mevkiine koymak, uygulamasını yapmak. sharp practices hileli işler, dalavere. target practice atış talimi. the regular practice adet, alışkanlık, itiyat.

practice

İng. practise f. fiilen icra etmek, yapmak; çalışmak; uygulamak, tatbik etmek; bir meslekte çalışmak; pratik yapmak, egzersiz yapmak, talim etmek; kendini alıştırmak. Practice what you preach. Davranışlarınız sözlerinize uysun. Verdiğiniz telkini kendiniz tutun. practiced s. tecrübeli; alışık, talimli; idmanla elde edilmiş.

practitioner

i. pratisyen.

praemunire

i., İng., (eski) memleket dışında olan mahkemeye müracaat etme suçu.

praenomen

i. isim; eski Roma'da isim.

praetor

i. eski Roma'da hakim.

praetorian

s., i. imparatorun özel muhaflzlanna özgü; i. imparatorun muhafızlarından biri. Praetorian Guard eski Roma'da imparatorun muhafız kıtası; iktidarda bulunanların koruyucuları.

pragmatic

s. sebep ile sonuç arasındaki bağlantıyı araştıran çalışma ile ilgili; fels. pragmatizme ait; pratik. pragmatic sanction hükümdar fermanı.

pragmatical

s. pragmatik; pratik, ameli; günlük işlerle ilgilenen. pragmatically z. pragmatik olarak; ameli olarak, pratik olarak.

pragmatism

i., fels. pragmatizm, pragmacılık; pragmatik oluş. pragmatist i. pragmacı, pragmatist.

prague

i. Prag.

prairie

i., A.B.D., Kan. büyük çayırlık, ağaçsız geniş kır. prairie chicken A.B.D. çayır tavuğu, zool. Tympanuchus. prairie dog A.B.D. çayır köpeği, zool. Cynomys ludovicianus. prairie schooner A.B.D. eski zamanda kırları geçmeye mahsus üstü kaput bezi ile örtülü atlı araba.

praise

f., i. övmek, methetmek, sena etmek; hamdetmek, şükretmek; i. övgü, sena, medih, sitayiş; hamt, şükür.

praiseworthy

s. övülmeye değer, takdire layık. praiseworthily z. övülmeye layık bir şekilde, methe lâyık surette. praiseworthiness i. methe layık olma, değerlilik.

praline

i. cevizli şekerleme, pralin.

pram

i., İng., k.dili, bak. perambulator.

pram

i., den. düz tabanlı bir çeşit sandal.

prance

f., i. at gibi zıplayarak oynamak; zıplayarak oynayan ata binmek; caka satmak, gösterişli şekilde yürümek; atı zıplatıp oynatmak; i. zıplayıp oynama; caka satma.

prank

i., f. kaba şaka; oyun; f. oyun oynamak.

prank

f. çok süslemek, donatmak; gösteriş yapmak, caka satmak.

prat

i., (argo) kıç.

prate

f., i. gevezelik etmek, fazla konuşmak, boş laf etmek; i. gevezelik, boş laf.

pratfall

i., A.B.D., (argo) kıçüstü düşme.

pratincole

i. bataklık kırlangıcı, zool. Glareola pratincola.

pratique

i., Fr., den. pratika, karantinadan geçen gemiye verilen limana giriş izni.

prattle

f., i. çocukça ve safça konuşmak; gevezelik etmek; i. çocukça laf; boş lakırdı.

prawn

i. küçuk karides, deniz tekesi, zool. Palaemon serratus.

praxis

i. fiilen icra, uygulama, tatbikat.

pray

f. dua etmek, niyaz etmek; yalvarmak, istirham etmek; ibadet etmek, namaz kılmak. pray'er i. dua eden kimse.

prayer

i. dua, niyaz; temenni, rica; ibadet, namaz; dua edilen şey; huk. dilekçe, istida. prayer beads tespih. prayer book dua kitabı. prayer meeting dua meclisi. prayer rug seccade. prayer wheel (Tibet Budistlerine mahsus) dua yazılı kâğıtların sarıldığı dönen silindir.

prayerful

s. ibadetkar, zahit; dualı. prayerfully z. dua ile. prayerfulness i. ibadetkarlık.

pre-

( önek) önce, evvel, ön.

pre-adolescence

i. ergenlik çağı öncesi, 9-12 yaşlar arası.

pre-cambrian

s., jeol. kambriyum öncesine ait.

pre-med , premedical

s. tıp öğrenimine hazırlayıcı, tıp öğrenimi öncesi (kurslar veya öğrenci).

pre-raphaelite

i. Rafael öncesi sanat görüşünü izleyen ressam.

preach

f. va'zetmek; telkin etmek; nasihat etmek, öğüt vermek. preach against aleyhinde va'zetmek.

preacher

i. vaiz. preaching i. vaız, va'zetme; öğüt. preach'ment i. vaız; va'zetme; can sıkıcı nasihat, uzun ve sıkıcı sözler.

preachy

s. fazla nasihatli.

preamble

i. başlangıç, mukaddeme, önsöz.

preamplifier

i., (radyo) önamplifikatör.

prearrange

f. önceden düzenlemek, tertip etmek. prearrangement i. önceden alınan tertibat.

prebend

i., İng. katedralin papaza bağladığı tahsisat; bu tahsisatı temin eden vakıf; katedralden tahsisat alan papaz. prebendary i. katedralden tahsisat alan papaz.

precancel

f. pulları postalamadan önce damgalamak.

precarious

s. güvenilmez, istikrarsız, esassız, asılsız, kararsız, şüpheli; nazik, tehlikeli, rizikolu; (eski) başkasının keyfine tabi. precariously z. tehlikeli bir şekilde; istikrarsızca. precariousness i. tehlikeli hal, riziko.

precatory

s. niyaz kabilinden, yalvarma niteliğindeki.

precaution

i. ihtiyat, basiret, önceden alınan tedbir. precautionary s. ihtiyat kabilinden. precautious s. tedbirli, ihtiyatlı; ihtiyat kabilinden.

precede

f. önde olmak, önce gelmek, takaddüm etmek; önünden yürümek; önce vaki olmak.

precedence

i. önce gelme; üstünlük; önce vaki olma, takad- düm. take precedence takaddüm etmek, başta gelmek. order of precedence kıdem sırası.

precedent

s. önceki.

precedent

i. emsal, numune, örnek; evvelce vaki olmuş ve tekrar vuku bulması hak veya adet olan şey; teamül, yapılageliş.

preceding

s. takip edilen, önde bulunan. the preceding bundan evvelki, yukarıda gösterilen.

precentor

i. kilisede müziği idare eden kimse.

precept

i. emir, hüküm; ahlâki kural; yönerge, talimat; huk. mahkeme emri. precep'tive s. nasihat kabilinden, ihtar yollu.

preceptor

i. öğretmen, hoca; okul müdürü. preceptor'ial s. öğretmenle ilgili. preceptorship i. öğretmenlik, hocalık. preceptress i. kadın öğretmen; okul müdiresi.

precession

i. önce geliş, takaddüm; astr. presesyon. precession of the equinoxes astr. gün-tün eşitliği zamanının gerilemesi, presesyon.

precinct

i. mıntıka, bölge, yöre, havali; çevre; A.B.D. seçim bölgesi.

preciosity

i. aşırı titizlik.

precious

s., z., i. kıymetli, değerli; çok pahalı; ender; aziz, çok sevilen; aşırı itinalı, fazla nazik, müşkülpesent; k.dili rezil; z., k.dili çok, ziyadesiyle; i. sevgili. precious little çok az. precious metals altın ve gümüş gibi kıymetli madenler. precious stone kıymetli taş, mücevher. preciously z. değerli surette; fazla titizlikle. preciousness i. pahalılık; değer, kıymet; aşırı incelik.

precipice

i. uçurum; sarp kayalık.

precipitance , cy

i. acele, telâş; acelecilik. precipitant s., i. acele giden; acele yapılmış; i. kimyasal veya mekanik çökelme yapan bir madde.

precipitate

f. zamanından önce meydana getirmek; yüksek bir yerden aşağı atmak; acele ettirmek, hızlandırmak; kim. tortusunu ayırmak, teressüp ettirmek, çökeltmek; meteor. (yağmur veya kar şeklinde) yere düşmek, yağmak; fiz. buharı teksif etmek; yüksek yerden aşağı düşmek veya atılmak; körü körüne acele etmek; kim. çökelmek, çökmek. precipitable s. dibine çökebilir. precipita'tion i., meteor kar veya yağmurun yere düşmesi, düşen kar veya yağmur miktarı, yağış; tortunun dibe çökmesi, çökelme; baş aşağı gidiş veya düşüş; acelecilik, telâş.

precipitate

i., s. tortu, çöküntü, rüsup; s. aceleci; baş aşağı düşen veya akan; düşüncesiz; acele ile yapılmış; birdenbire gelen veya olan, ani. precipitately z. acele ile, telaşla. precipitateness i. acelecilik.

precipitous

s. dik, sarp; uçurum gibi, uçurumlardan ibaret; atılgan, aceleci. precipitously z. baş aşağı olarak; aceleyle, telâşla. precipitousness i. baş aşagı oluş; telaş, acele.

precis

i. özet, öz, hulâsa.

precise

s. tam, tamam, kati, kesin, sahih, çok dikkatli, dakik; kural dışına çıkmayan; kusursuz; kesinlik ve açıklıkla ifade edilmiş. precisely z. dikkatle, kesinlikle; tamamen; muhakkak. preciseness i. katiyet, kesinlik; dakiklik.

precision

i., s. dikkat, katilik, kesinlik; sıhhat; dakiklik; doğruluk, sarahat, vuzuh; s. dakik. precision bombing tam isabetli bombardıman.

preclinical

s., tıb. klinik devresinden evvel.

preclude

f. bir önceki hareketten dolayı imkânsız hale getirmek, engel olmak, mâni olmak; dışarıda bırakmak.

precocious

s. vaktinden evvel gelişmiş, erken inkişaf etmiş. precociously z. erken gelişerek.

precociousness , precocity

i. erken gelişme.

precognition

i. önceden bilme veya haberi olma; İskoç., huk. ilk soruşturma.

preconceive

f. önceden düşünüp hakkında fikir edinmek; peşin hüküm vermek. preconcep'tion i. önceden anlama; tarafgirlik; peşin hüküm verme; önyargı, peşin hüküm; yanlış fikir .

preconcert

f. önceden kararlaştırmak. preconcertedly z. önceden kararlaştırılmış bir şekilde .

precondition

i., f. peşin şart; f. önceden hazırlamak.

precook

f. önceden pişirmek..

precursor

i. haberci, müjdeci, muştucu. precursory s. önceden haber veren; ön, ilk.

predacious

s. yırtıcı, av ile geçinen; yırtıcı hayvanlara ait.

predate

f. erken tarih atmak; daha önce gelmek.

predation

i. saldırıp parçalama, yırtıcılık.

predator

i. yırtıcı kimse veya hayvan; yağma eden kimse.

predatory

s. yağmacılık veya soygunculukla geçinen; yırtıcı, avlanarak yaşayan.

predecease

f. (birinden) önce ölmek.

predecessor

i. birinden önce gelen kimse, öncel, selef; ata, cet.

predesignate

f. önceden tayin etmek.

predestinarian

s., i. kadere mahsus; kadere inanan; i. kadercilik- yanlısı. predestinarianism i. kadercilik.

predestinate

f., s. önceden mukadder kılmak, önceden nasip etmek; s. kısmet olan.

predestination

i. takdir, kader, kaza, nasip, kısmet; takdiri ilâhi.

predestine

f., bak. predestinate .

predetermine

f. önceden tayin veya takdir etmek; önceden kararlaştırmak. predeterminate s. önceden tayin olunmuş. predetermina'tion i. önceden tayin veya takdir.

predicable

s., i. iddia edilebilir, önermede hüküm ve isnadı mümkün, yüklemleşir; i. iddiası mumkün olan herhangi bir şey. predicabil'ity i. isnat imkanı.

predicament

i. kötü hal, bela; hal, halet, durum, vaziyet; man. cins, kategori.

predicate

f. doğrulamak, teyit etmek; belirtmek, ifade etmek, göstermek; dayanmak. predicate on dayandırmak, isnat etmek. predica'tion i. hüküm, isnat .

predicate

i., s., gram., man. yüklem, haber; bir önermede kabul veya reddedilmiş nokta; s. yüklemle ilgili.

predicative

s. tasdik edici, doğrulayıcı. predicatively z., gram. yüklem olarak.

predicatory

s. vaız niteliğindeki.

predict

f. bir şeyin vukuunu önceden haber vermek, kehanette bulunmak. prediction i. kehanet, önceden haber verme.

predigest

f. önceden hazmetmek, gıdayı suni hazma tabi tutmak. predigestion suni hazım.

predilection

i. taraftar olma, tarafını tutma, tercih.

predispose

f. önceden hazırlamak, peşinen taraftar olmak; anık kılmak. predisposi'tion i. meyil, eğilim, istidat, kabiliyet.

predominant

s. üstün, hâkim, faik, galip. predominance, cy i. üstünlük, galebe, faikıyet. predominantly z. üstün gelerek, hâkim olarak.

predominate

f. üstün olmak, faik olmak, galip gelmek; hâkim olmak. predominatingly z. galip gelerek; en fazla, başlıca, daha çok.

preeminent

s. üstün, mümtaz, seçkin, faik. preeminence i. üstünlük. preeminently z. en uygun olarak; en üstün şekilde.

preempt

f. önceden ayırmak; herkesten önce satın almak; herkesten önce satın alma hakkına sahip olmak. preemption i. herkesten önce satın alma hakkı. preemptive s. önceden satın almaya hakkı olan; ask. kendi memleketini korumak için önce davranan. preemptive strike öbür tarafın muh- temel saldırısına karşı önceden saldırma.

preen

f. gaga ile düzeltmek (tüy); saç düzeltmek; kendini tebrik etmek, kendi ile övünmek.

preexist

f. bir zaman veya olaydan önce mevcut olmak.

pref.

kıs. preface, prefix.

prefab

i. prefabrike yapı.

prefabricate

f. önceden hazırlamak, önceden imal etmek; bir binanın kurulmasını kolaylaştırmak için aksamını önceden hazırlamak.

preface

i., f. önsöz, mukaddeme, başlangıç; f. önsöz ile başlamak; kitabın önsözünü yazmak; önsöz yerine geçmek.

prefatory

s. önsöz niteliğindeki, mukaddeme kabilinden.

prefect

i. eski Roma'da vali, yüksek rütbede memur; baş memur, reis; Paris polis şefi; özel okullarda bazı sorumlulukları olan öğrenci.

prefecture

i. bir vali veya yüksek rütbeli memurun sorumlu olduğu bölge, makam, hizmet süresi.

prefer

f. (-red,- ring) yeğlemek, tercih etmek; daha çok beğenmek; huk. daha ziyade hak vermek; sunmak, arzetmek, takdim etmek; (eski) terfi ettirmek. prefer charges davacı olmak. preferred stock tic. imtiyazlı hisse.

preferable

s. tercih olunur, daha iyi. preferably z. tercihen.

preference

i. tercih; tercih hakkı veya yetkisi; rüçhan; tercih olunan herhangi bir şey; huk. tediye hususunda öncelik. give preference to tercih etmek have prefer ence over tercih hakkına sahip olmak. right of preference huk. rüçhan hakkı.

preferential

s. tercih hakkı olan; tercihli; tercih eden veya edilen. preferential tariff gümrükte rüçhanlı tarife, asgari tarife.

preferment

i. terfi, yükselme.

prefigure

f. önceden canlandırmak; önceden düşünüp hayal etmek. prefigura' tion i. önceden canlandırma. prefigurative z. ilerde vaki olacak bir olayı temsil eden.

prefix

f. (kelime başına) önek koymak.

prefix

i. önek, kelimenin başına ilave olunan ek; bir ismin önüne konan unvan.

preggers

s., İng., (argo) hamile.

pregnable

s. fethedilebilir, zaptedilebilir; hücum edilebilir.

pregnant

s. gebe, hamile; fikirlerle dolu, semereli; manalı, dolgun. pregnancy i. gebelik. extrauterine pregnancy karın gebeliği. tubular pregnancy dış gebelik. pregnantly z. gebe olarak; fikirle dolu bir şekilde, manalı olarak.

prehensile

s. (maymun kuyruğu gibi) sarılma ve kavrama hassası olan.

prehension

i. tutma, yakalama; anlayış, kavrayış.

prehistoric

s. tarihöncesi, tarihten önceki.

prehistory

i. tarihöncesi.

preignition

i. motorda erken ateşleme.

prejudge

f. önceden hüküm vermek, bir davayı ayrıntılarıyle dinlemeden hüküm vermek.

prejudice

i., f. önyargı, peşin hüküm; tarafgirlik; haksız hüküm veya işten gelen zarar; garaz; f. birine tesir ederek haksız hüküm verdirmek; haksız hüküm veya iş ile zarara uğratmak. prejudice against -e karşı haksız önyargı. prejudice in favor of lehine önyargı. without prejudice önyargısız; huk. haklarına dokunmaksızın. prejudiced s. tarafgir.

prejudicial

s. önyargılı; zararlı, muzır. prejudicially z. önyargıyla; zararlı surette. prejudicialness i. tarafgirlik; muzır olma, zarar.

prelate

i. yüksek rütbeli din adamı, piskopos. prelacy i. piskoposluk.

prelect

f. konferans vermek, ders vermek.

prelibation

i. önceden tatma.

preliminary

s., i. başlangıç olan, hazırlayıcı, ilk, ön; i., çoğ. başlangıç, ön hazırlık; eleme maçı; üniversitede ön sınav, yeterlik sınavı.

prelude

i., f. başlangıç, giriş; müz. peşrev, fasıl başlangıcı, prelüd; f. bir başlangıçla açmak.

prelusive,-sory

s. başlangıç olan. prelusively z. başlangıç olarak.

premature

s. vaktinden evvel olan veya gelişen; mevsimsiz; erken doğan. prematurely z. vaktinden evvel, mevsimsiz olarak, erken. prematurity i. vaktinden evvel gelişme, mevsimsizlik.

premeditate

f. önceden düşünmek, tasarlamak, amaçlamak. premeditated s. tasarlanmış, kasıtlı. premedita'tion i. tasarlama, kasıt; önceden düşünme.

premier

s., i. birinci, ilk; baş, asıl; i. başbakan. premiership başbakanlık.

premiere

i. bir piyesin ilk defa olarak oynanması, gala; (tiyatro) baş kadın oyuncu.

premillennial

s. kıyametten evvel gelecek bin seneden önce. premillennialism i. Hazreti İsa'nın kıyametten önceki bin seneden evvel geleceği öğretisi. premillenialist, premillenarian i. bu inanca bağlı kimse.

premise

f. tanıtma veya açıklama yoluyle önceden belirtmek; bir önerme veya tartışmanın nedeni olarak ileri sürmek.

premise , premiss

i., man. tasımda birleşerek bir sonuç meydana getiren her iki önermeden biri, öncül, terim; huk. bir feragatname veya vasiyette söz konusu olan ana madde; çoğ. bina ve müştemilâtı. in these premises bu duruma göre, bu şartlar altında. major premise man. büyük terim. minor premise man. küçük terim. on the premises bina müştemilâtı içinde.

premium

i. prim; (satışta) hediye; sigorta ücreti; bir şeye itibari değerinden fazla olarak verilen fiyat; hisse senetleri veya paranın mübadele farkı; değer; yarışmada verilen ödül. at a premium fazla fiyatla, itibari değeri üstünde; çok rağbette, çok aranılan.

premolar

s., i. köpekdişlerinin hemen yanındaki iki azıdişine ait; i. bu iki azıdişinden biri, küçük azıdişi.

premonition

i. önsezi; uyarma.

prenatal

s. doğumdan önceye ait.

prenomen

bak. praenomen.

preoccupancy

i bir mülkü başkasından evvel işgal etme.

preoccupation

i. zihin meşguliyeti.

preoccupy

f. başkasından evvel ele geçirmek; işgal etmek; zihnini işgal etmek. be preoccupied zihni meşgul olmak.

preordain

f. önceden buyurmak veya karar vermek, önceden nasip etmek.

preordination

i. önceden takdir.

prep

kıs. preparatory, preposition.

prep

s., k.dili hazırlayıcı.

prepackage

f. önceden tartıp paketlemek.

preparation

i. hazırlama; hazırlık; hazırlanan şey; hazır ilâç.

preparative

s., i. hazırlayıcı; hazırlık, hazırlama.

preparatory

s. hazırlayıcı, hazırlık niteliğindeki. preparatory school üniversiteye hazırlayan özel okul. preparatory to sending it gönderilmesi için hazırlık olarak.

prepare

f. hazırlamak; düzenlemek; donatmak; pişirmek; yapmak; hazırlanmak, hazır olmak.

preparedness

i. hazırlık, hazır olma; gerektiğinde savaşa hazır bulunma.

prepay

f. (-paid) parasını önceden vermek, peşin ödemek. prepayable s. peşin ödenir. prepayment i. peşin ödeme.

prepense

s., huk. önceden düşünülmüş, tasarlanmış, kasıtlı. malice prepense kasti kötülük.

preponderate

f. ağır çekmek; baskın gelmek, ağır basmak, galip gelmek; hâkim olmak. preponderance, -cy i. çoğunluk, üstünlük. preponderant s. ağır basan, baskın gelen, hâkim, galip. preponderantly z. üstün şekilde, çoğunlukla.

preposition

i. (edat) prepositional s. edat kabilinden.

prepositive

s., i., gram. nitelenen kelime önüne eklenmiş (kelime).

prepossess

f. meşgul etmek, zihnini işgal etmek; lehinde fikir hasıl ettirmek. prepossession i. tarafgirlik; zihin meşguliyeti.

prepossessing

s. cazibeli, alıcı. prepossessingly z. cazibeyle.

preposterous

s. akıl almaz, inanılmaz, mantığa aykırı, abes. preposterously z. mantıksızca.

prepotent

s. çok güçlü, nüfuzlu; biyol. dölüne daha fazla özellikler geçirme yeteneği olanç prepotency i. nüfuzluluk; biyol. dölüne kendi özelliğini geçirme yeteneği.

prepuce

i., anat. sünnet derisi, gulfe. prepu'tial s. gulfeye ait.

prerequisite

s., i. önceden gerekli olan (şey).

prerogative

i., s., huk. öncelik hakkı, ayrıcalık, yetki, hak; s. ayrıcalı.

presage

i., f. geleceği bildiren belirti; önsezi; f. olacağı önceden söylemek veya göstermek; kehanet etmek.

presbyopia

i., tıb. yaşlılık sonucu olarak yakını görme özelli- ğinin zayıflaması, presbitlik. presbyopic s. presbit.

presbyter

i. kilise ileri gelenlerinden biri; papaz; Presbiteryen kiliselerinde yönetim kurulu üyesi. presbyterial s. yönetim kuruluna ait.

presbyterian

s., i. ihtiyarlar meclisince yönetilen kilise sis- temine ait; i., b.h. bu sistemle yönetilen kilisenin üyesi.

presbytery

i. kilisede yalnız papazların girebildiği perdeli veya kapalı kısım; Presbiteryen kiliselerinde yö- netim kurulu.

preschool

s. okul öncesi.

prescience

i. önceden bilme.

prescient

s. önceden bilen.

prescind

f. ayrı olarak düşünmek; yerini değiştirmek, ortadan kaldırmak. prescind from (bir şeyden) dikkatini çevirmek.

prescribe

f. nizam koymak; emretmek; tıb. salık vermek, vermek (ilâç); huk. zaman aşımına dayanarak hükümsüz kılmak; zaman aşımına tabi olmak; zaman aşımı ile hak kazanmak.

prescript

s. yetkiyle kararlaştırılmış.

prescript

i. kanun, emir, yönerge, hüküm.

prescription

i. emir, talimat; tıb. reçete; huk. zaman aşımına dayanan hak; devam eden âdet.

prescriptive

s. sıkı kurallar koyan; âdet hükmüne geçmiş, yapılagelen; huk. zaman aşımıyle kazanılmış.

presence

i. huzur, hazır bulunma, varlık; duruş; hayal, görüntü. presence of mind serinkanlılık, soğukkanlılık. in the presence of a large company büyük bir topluluk önünde. saving your presence (eski) hâşa huzurdan, sözüm yabana, sözüm meclisten dışarı, affedersiniz. Your presencs is requested. Hazır bulunmanız rica olunur.

present

i. hediye, bahşiş, armağan.

present

f. takdim etmek, sunmak, arz etmek; tanıştırmak; huzura çıkarmak; göstermek; bir memuriyet için ismini arz etmek; nişan almak (tüfek). present a person with a thing, present a thing to a person birisine bir şey sunmak. present an appearance görünmek; hazır bulunmak. present arms ask. silâhı önde tutarak selâm vaziyetinde durmak. present oneself meydana çıkmak, görünmek. present some difficulty güçlük çıkarmak.

present

i. şimdiki zaman; şimdiki durum; gram. hal kipi, şimdiki zaman kipi. at present şimdiki halde, şimdiki durumda. for the present şimdilik, şu anda.

present

s. şimdiki; hazır, mevcut; gram. şimdiki zamanı gösteren. in the present case bu durumda; gram. şimdiki zaman kipinde. the present writer bu yazıyı yazan, imza sahibi. the present worth of şimdiki değeri.

present-day

s. şimdiki, günümüzün.

presentable

s. takdim olunabilir, sunulabilir; düzgün görünüşlü.

presentation

i. sunma, takdim; gösterme; huzura çıkma; verilme, sunulma; tiyatro oyunu; psik. kavrama gücü; tıb. doğumda ceninin duruş şekli. presen- tation copy hediyelik nüsha.

presentative

s., psik. akıl ile kavranır; hemen kavrayan veya hisseden.

presentee

i. görev veya ödenek alan kimse.

presentiment

i. önsezi.

presentive

s. bir fikir veya kavramı akla getiren.

presently

z. birazdan; şimdi, şimdilik; (eski) veya leh. derhal, hemen.

presentment

i. sunma, takdim; göz önüne koyma, sergileme; betimleme, resim; huk. büyük jüri raporu; tic. senet gösterme.

preservation

i. saklama, saklanma; muhafaza, koruma.

preservative

s., i. saklayan, koruyan; i. koruyucu şey, bozulmayı önleyici kimyasal madde.

preserve

i., gen. çoğ. reçel, şekerleme; av hayvanları için ayrılmış koru.

preserve

f. korumak, esirgemek, vikaye etmek; saklamak; reçelini yapmak; konsevesini yapmak; çürümesini veya bozulmasını önlemek, sağlam tutmak, dayandırmak. preservable s. korunabilir, saklanabilir; konservesi yapılabilir. well preserved dinç, genç kalmış.

preshrunk

s. dokuma sırasında çektirilmiş (kumaş).

preside

f. başkanlık etmek; nezaret etmek.

presidency

i. başkanlık, reislik; başkanlık süresi; b.h. eskiden Hindistan'da en büyük üç eyaletten biri (Madras, Bombay ve Bengal).

president

i. başkan; baş, reis; şef, amir.

presidential

s. başkanlığa ait.

presidial , presidiary

s. garnizona ait, garnizonu olan.

presidio

i. garnizonlu küçük kale.

presidium

i. Rusya'da hükümet yönetim kurulu.

press

i. basın, basılmış şeyler ve özellikle gazeteler; basın mensupları; gazete yazısı; matbaa makinası; matbaa, basımevi; baskı tezgâhı; pres, cendere, mengene; sıkıştırma; kalabalık, yığışma; sıkışma, acele, baskı, iş çokluğu; baskı sanatı; elbise dolabı; (giyside) ütü. press agent (sanatçının) basın sözcüsü. press association basın kurumu. press box herhangi bir yerde basın mensuplarına ayrılan yer. press clipping gazet. kupür. press conference basın toplantısı. press gallery basın locası. press of canvas yelkenin rüzgârın elverdiği kadar açılması. press proof matb. son prova, makina provası. press release basın bildirisi. freedom of the press basın özgürlüğü. go to press matbaaya verilmek, basılmak. hat press şapka kalıbı. hay press ot presesi. in press basılmakta. off the press bas- kıdan çıkmış. oil press yağhane. the press of modern life zamanın gerektirdikleri. the yellow press günlük olayları abartmalı ve hissi bir dille yayımlayan gazeteler.

press

f. basmak; sıkmak, sıkıştırmak; sıkıp suyunu veya yağını almak, özsuyunu almak; sıkıştırmak, baskı yapmak, zorlamak, üstüne düşmek, ısrar etmek; sıkıca sarılmak; zorlamak; hızlı sürmek, çok koşturmak; ütülemek; kitle halinde ilerlemek. press forward hızla ilerlemek. Don't press your luck. Şansına güvenme. Time is pressing. Vakit dar.

pressed

bak. press; s. sıkışmış; bastırılmış. pressed brick fırına sürülmeden önce kalıba konulmuş tuğla. be pressed for time vakti olmamak, acele işi olmak.

presser foot

dikiş makinasında ayak.

pressing

s. acele, evgin; sıkı. pressingly z. sıkıştırarak, acele ile.

pressman

i. basımcı; İng. gazeteci, muhabir; ütücü.

pressmark

i. kütüphanelerde kitabın hangi rafa ait olduğunu belirtmek üzere kitap içine konulan işaret.

pressroom

i. basım odası.

pressure

i. baskı, tazyik, basınç; hücum; basınç kuvveti. pressure cabin hav. tazyikli kabin. pressure cooker düdüklü tencere. pressure gauge basıölçer, manometre. pressure group hükümete tesir etmeye çalışan nüfuzlu grup; kendi çıkan için meclise veya umuma baskı yapan grup. pressure point tıb. deride basınca karşı hassas olan nokta. atmospheric pressure hava basıncı. blood pressure tansiyon. bring pressure to bear zorla yaptırmaya çalışmak, sıkıştırmak. financial pressure para sıkıntısı. high pressure yüksek basınç. hydrostatic pressure sıvı maddelerin basınç kuvveti. low pressure alçak basınç. standard pressure standart basınç. work at high pressure son süratle çalışmak. work under pressure baskı veya zor altında çalışmak.

pressurize

f. tazyik altında tutmak; hav. yüksek uçuşlarda uçağın içindeki havayı yeterli basınçta tutmak.

presswork

i. matbaa işi, basım işi; basılmış şeyler.

prestidigitator

i. hokkabaz, el çabukluğu ile hüner gösteren kimse. prestidigita'tion i. hokkabazlık.

prestige

i. prestij, itibar, nüfuz, tesir, ün, şöhret. prestigious s. prestijli, tanınan.

prestissimo

z., s., İt., müz. çok hızlı.

presto

z., İt., müz. presto.

presume

f. farzetmek, tahmin etmek; ihtimal vermek; haddini aşmak, cüret etmek, cesaret etmek. presume on istismar etmek. presumably z. tahminen, galiba.

presumption

i. haddini bilmeyiş, haddini aşma, cüret, küstahlık; zan, farz, tahmin; huk. bilinen gerçeklere dayanarak çıkarılan sonuç, ipucu.

presumptive

s. muhtemel; zan ve karşılaştırmaya dayanan. presumptive evidence durum ve şartlardan çıkarılan kanıt. heir presumptive bak. heir.

presumptuous

s. küstah, mağrur, kibirli. presumptuously z. küstahça. presumptuousness i. küstahlık.

presuppose

f.önceden farzetmek; gerekmek.

presupposition

i.önceden farzedilen şey.

pretend

f.yapar gibi görünmek, yalandan yapmak, taslamak; taklit etmek, benzetmek; (to ile) iddiada bulunmak. pretend illness yalandan hasta olmak, sayrımsamak. pretend to be a scholar bilginlik taslamak. pretend to the throne tahtta hak iddia etmek.

pretender

i. hakkı olmadan bir şeyi isteyen kimse, özellikle krallık tahtında hak iddia eden kimse.

pretense

İng. pretence i. hile, bahane, hileli söz. false pretenses sahte görünüş, sahte tavır. make a pretense of yapar gibi görünmek, yalandan yapmak. on the slightest pretense en ufak bahane ile.

pretension

i. iddia, hak iddiası, istek; haksız istek veya iddia; gösteriş.

pretentious

s. gösterişçi, kurumlu. pretentiously z. gösterişle. pretentiousness i. gösterişçilik.

preter-, praeter-

(önek) -den öte, ötesinde.

preterhuman

s. insanüstü.

preterit

s., i., gram. geçmiş zamanı gösteren; i. geçmiş zaman kipi.

pretermit

f. (-ted, -ting) vaz geçmek; ihmal etmek; göz önünde tutmamak. pretermission i. ihmal; vaz geçme.

preternatural

s. olağandışı; doğaüstü.

pretext

i. bahane, sözde sebep.

pretor

bak. praetor.

pretoria

i. Pretoria.

prettify

f. güzelleştirmek, gereğinden fazla süslemek.

pretty

s., z. güzel, hoş, sevimli, latif; iyi, âlâ; k.dili epey büyük; z. oldukça, epeyce, hayli. pretty difficult hayli güç. pretty much the same hemen hemen aynı, yine öyle. pretty well suited iyi uymuş. a pretty mess berbat iş. cost a pretty penny çok pahalı olmak. sitting pretty k.dili cebi dolu.

pretzel

i. üstü tuzlanmış bir çeşit gevrek halka.

prevail

f. yenmek, galip olmak; hakim olmak; yürürlükte olmak; yaygın olmak, âdet olmak; başarmak, etkili olmak. prevail on razı etmek, ikna etmek, gönlünü yapmak. prevail over, prevail against galip gelmek.

prevailing

s. galip gelen, hâkim olan, üstün gelen; en sık esen (rüzgar); geçerlikte olan, yaygın. prevailingly z. galip gelerek; en çok, genellikle.

prevalence

i. hüküm sürme, hakim olma; yaygınlık.

prevalent

s. olagelen, hüküm süren, etkili, yaygın, âdet hükmünde olan. prevalently z. genellikle; hâkim olarak.

prevaricate

f. yalan söylemek; kaçamaklı cevap vermek, kaçamaklı sözle aldatmak. prevarica'tion i. yalan. prevaricator i. yalancı kimse.

prevenance

i., Fr. başkalarının ihtiyaçlarını evvelden düşünme.

prevenient

s. önünden giden, önce gelen; koruyucu. prevenience i. önce gelme, önceden yapma.

prevent

f. önlemek, engellemek, durdurmak, önünü almak. preventable s. önlenebilir, önüne geçilebilir, durdurulur. prevention i. önleme, engelleme.

preventive

s., i. önleyici, engelleyici; i. önleyici şey; önleyici tedbir. preventive detention A.B.D. suçluların, yeni suç işlememesi için, yargılanıncaya kadar hapse atılması. preventive measures önleyici tedbirler. preventive war önleme savaşı. preventively z. önleyici surette.

preventorium

i. prevantoryum.

preview

i., sin. gelecek programdan gösterilen parçalar.

previous

s. evvel, evvelki, eski, sabık; k.dili vaktinden evvel olan. previous to this bundan evvel. move the previous question mecliste görüşmeyi kısa kesmek için meselenin oya konup konmaması. ko- nusunda oya baş vurmak. previously z. önceden, evvelce.

prevision

i. basiret, sağduyu; önceden görme, önsezi.

prewar

s. savaş öncesine ait.

prexy

i., (argo) başkan; rektör.

prey

i., f. av; f. av ile beslenmek. prey on avlamak; sıkmak, sıkıntı vermek. bird of prey yırtıcı kuş.

priapism

i., tıb. tenasül uzvunun cinsel zevk bulunmaksızın dik durması.

price

i., f. paha, fiyat; değer, kıymet; rüşvet; mükafat;f. fiyat koymak, paha biçmek; k.dili fiyatını sormak. price ceiling azami fiyat, tavan fiyatı. price cutting fiyat kırma. price fixing asgari veya azami fiyat koyma, narh. price list fiyat listesi, tarife. price range fiyat dağılımı. price rigging kanundışı ve gizli olarak. asgari fiyat üzerinde anlaşma. price tag fiyat etiketi; fiyat. price war rekabet için maliyetin altında satış. at any price her ne pahasına olursa olsun. beyond price paha biçilmez; rüşvet almaz. cost price maliyet fiyatı. current price cari fiyat, piyasa fiyatı. high price yüksek fiyat. low price düşük fiyat. normal price normal fiyat. reduced price indirimli fiyat. price out of the market yüksek fiyat konulduğu için satamamak. set a price on one's head bir kimsenin ölüsünü veya dirisini teslim edene para mükâfatı vaat etmek. without price paha biçilmez.

priceless

s. değer biçilmez, çok kıymetli; k.dili çok komik, gülünç.

prick

i. iğneleme, iğnelenme; sivri uçlu alet; diken; A.B.D., (argo) penis; diken batması gibi ağrı; iğne delmesi, diken batması; (eski) üvendire. prick of conscience vicdan azabı.

prick

f. hafifçe delmek, iğne veya diken sokmak; mahmuzla dürtmek; vicdan azabı vermek; batma acısı duymak. prick out a pattern iğne batırarak el işi modeli yapmak. prick the bubble önemli sanılan birinin foyasını meydana çıkarmak; bir ümidi boşa çıkarmak. prick up one's (its) ears kulak kabartmak; (hayvan) kulaklarını dikmek.

pricker

i. dürten veya iğne gibi batan şey; diken.

pricket

i. iki yaşında erkek geyik; şamdan iğnesi.

prickle

i., f. karıncalanma; diken, sivri uç; f. hafifçe batırmak, diken sokmak; iğnelenmek, karıncalanmak.

prickly

s. dikenli; karıncalanan, iğne gibi batan. prickly ash dikenli dişbudağa benzeyen bir ağaç, bot. Xanthoxylum americanum, prickly heat isilik. prickly pear hintinciri, frenkinciri, firavuninciri, bot. Opuntia ficus india. prickliness i. dikenlilik; küseğenlik.

pride

i., f. gurur, kibirlilik, kibir, azamet, övünme, iftihar; iftihar edilecek şey; (eski) görkem, saltanat, debdebe; aslan sürüsü; f. tüylerini kabartmak (kuş). pride oneself on something bir şey ile övünmek. pride of place en yüksek mevki. false pride boş gurur. humble one's pride birinin kibrini kırmak. take pride in (bir şey) ile iftihar etmek.

priest

i. papaz, rahip, karabaş. parish priest mahalle papazı.

priestcraft

i., aşağ. papazlık sanatı.

priestess

i. tapınakta dinsel törenleri yürüten kadın.

priesthood

i. papazlık; papazlar.

priestly

s. papaz gibi; papaza yakışır, papaza ait.

prig

i. biçimci ve tutucu ukalâ. priggish s. ukalâ. priggishly z. titizlikle. priggishness i. kibirlilik.

prig

f. (-ged, -ging) i., İng., (argo) çalmak, aşırmak, yürütmek; i. hırsız.

priggism

i. kendini beğenmişlik, ukalâlık.

prim

s., f. (-med,- ming) fazla resmi, çok ciddi, usule fazla meraklı; f. çok resmi davranmak, ciddi tavır takınmak. primly z. fazla resmi olarak. primness i. fazla ciddiyet.

prima facie

Lat. dış görünüşe göre, yüzünden, ilk bakışta. prima facie evidence huk. karşıtı ispatlanıncaya kadar geçerli olan delil.

primacy

i. önce gelme, ileri gelme; baş papazlık; papalık.

primadonna

primadonna; k.dili sinirli ve kibirli kimse.

primage

i. gemiye yükletilen mallara iyi bakılsın diye eskiden gemicilere ve süvariye verilen para; kaptan aidatı.

primal

s. esasi, asli; baş, başlıca.

primary

s., i. asıl, ana, asli, birinci, esasi; başlıca, ileri gelen; ilkel, ilksel, iptidat; i. birinci sırada olan şey; A.B.D. parti adaylarının seçimi. primary coil transformatörde ana sargı. primary school ilkokul. primar'ily z. evvela; aslında.

primate

i. baş piskopos; zool. primat.

prime

f. kullanıma hazırlamak; top veya tüfeğe ağızotu koymak; (boya) astar vurmak; talimat vermek, ne söyleyeceğini öğretmek (şahit); içki içirip sarhoş etmek. prime the pump tulumbanın silindirine su döküp işlemeye hazırlamak; ticareti hızlandırmak için para sarfetmek (devletçe).

prime

i. hayatın olgunluk devri; bir şeyin en mükemmel olduğu devir; başlangıç; seçkin şey; mat. asal sayı; dakika için kullanılan (') işareti. the prime of life hayatın en dinç ve güzel devresi.

prime

s. baş; birinci; ilk; asıl, asli; mat. asal (sayı). prime cost asıl fiyat, maliyet. prime meridian baş meridyen. prime minister başbakan. prime mover ana kuvvet. prime number asal sayı.

primer

i. tüfeğin ağızotu, falya barutu.

primer

i. okuma kitabı; herhangi bir konu hakkında kısa ilk kitap. great primer matb. on sekiz puntoluk harf. long primer matb. on puntoluk harf.

primeval

s. ilksel, ilkel.

priming

i. işlemeye hazırlama (tulumba); yemleme, ağızotu, falya barutu; astar boya.

primiparous

s. ilk defa çocuk doğuran; ilk doğuma ait. primipara i., tıb. ilk defa doğuran kadın, yalnız bir çocuk doğurmuş olan kadın.

primitive

s., i. ilk, asli, eski, evvelki; iptidai, ilkel, ilksel; basit, kaba, eski usul; gram. kurala bağlı olmayan, türetilmemiş; i. kurala bağlı olmayıp işitilerek öğrenilen kelime; mat. bir denklemin basit ve esas şekli; ilkel sanata benzer resim yapan ressam veya yaptığı resim; ilkel insan. primitively z. ilkelce. primitiveness i. ilkellik.

primitivism

i. ilkelcilik. primitivist i. ilkelcilik yanlısı.

primogenitor

i. ilk cet, ata.

primogeniture

i. ilk evlât olma; huk. büyük evlât hakkı.

primordial

s., i. başlangıçta mevcut olan, ilk; esasi; biyol. bir fert veya uzvun ilk büyüme devresinde görülen; i. temel ilke.

primp

f. itina ile giyinip makyaj yapmak.

primrose

i., s. çuhaçiçeği, bot. Primula veris; s. çuhaçiçeğine ait; çiçekli, çiçeği çok; açık sarı. the primrose path zevk ve sefa yolu.

primummobile

ana kuvvet, hareketin ilk kaynağı; doğudan batıya doğru yirmi dört saatte dönerek gökcisimlerini taşıyan hayali gök küresi.

primus inter pares

Lat. eşleri arasında birinci olan kimse.

prin

kıs. principal, principle.

prince

i. prens; kral, hükümdar, emir; soylu kimse; bir meslekte başta gelen kimse. Prince Albert redingot. prince consort hükümdar kraliçenin kocası olan prens. Prince of Darkness şeytan, iblis. Prince of Peace Hazreti İsa. Prince of Wales İngiltere veliahtı, Gal prensi. prince regent vekil prens. princedom i. prenslik. princelet, princeling i. küçük prens, genç prens.

princely

s. prense ait; prense yakışır, asil, soylu; hatırı sayılır, cömert, princeliness i. prens gibi olma, prens tavrı; soyluluk; cömertlik.

princess

i. prenses.

princesse

s. prenses biçimi (elbise).

principal

s., i. baş, ana, başlıca, büyük, asıl, en mühim; i. başkan, şef, patron; yönetici; müdür, okul müdürü; vekil tutan kimse, müvekkil; asıl mesul kimse; sermaye, anamal, ana akçe, ana para; düelloda karşılaşan taraflardan biri. principal parts gram. İngilizce fiillerin çekim şekilleri. principally z. genellikle; çoğunlukla, ekseriyetle. principalship i. müdürlük.

principality

i. prenslik.

principle

i. prensip, ilke; dürüstlük, ahlâk; öz; köken, temel neden; kural. active principle müessir madde. refuse on principle prensibine uygun olmadığından reddetmek. principled s. prensip sahibi olan.

prink

f. gösteriş için süslenmek.

print

i. bası, tabı; basma, matbua; taşbasması resim; basılı resim; gazete, dergi; iz; basma işi kumaş; basma kalıbı; foto. negatiften yapılmış resim; gazete kâğıdı, üçüncü hamur kâğıt. in print basılmış, satılmakta. out of print baskısı tükenmiş. rush into print yayımlamakta acele etmek.

print

f. basmak; yayımlamak; küçük harflerle yazmak, matbaa harfleriyle yazmak; klişeden basılmış resim çıkarmak; foto. negatiften resim çıkarmak; matbaacılık yapmak.

printer

i. basımcı, matbaacı; telgraf alıcısı; kompütörde istenilen bilgiyi kâğıda geçiren aygıt. printer's devil matbaacı çırağı. printer's ink baskı mürekkebi. printer's mark kitap üstüne basılan basımevinin damgası.

printing

i. basma, tabetme; baskıcılık; baskı sayısı; matbaa harfleriyle yazılmış yazı. printing machine İng. elektrikli matbaa makinası. printing press matbaa makinası.

printout

i. komputör ve başka makinalardan çıkan yazılı bilgi.

prior

s. evvel, evvelki, sabık. prior to his death ölümünden evvel.

prior

i. manastırda baş rahip. priorate, priorship i. manastır baş rahibinin rütbe veya makamı. prioress i. kadın manastırı baş rahibesi.

priority

i. zaman veya rütbe bakımından önce gelme, kıdemlilik; üstünlük hakkı. give priority to öncelik tanımak. in order of priorities önem sırasına göre.

priory

i. manastır.

prism

i., geom. biçme, prizma; prizma şeklinde şeffaf cisim. right prism geom. dik biçme.

prismatic , -ical

s. prizma şeklindeki, biçmesel, prizmatik; şeffaf prizmadan oluşan (renk). prismatically z. prizma şeklinde olarak.

prison

i., f. hapishane, cezaevi; tevkifhane; f. hapsetmek. prison breaker hapishane kaçağı. put in prison hapsetmek.

prisoner

i. tutuklu kimse; esir. prisoner of war savaş esiri. prisoner's base köşe kapmaca oyunu. political pris- oner siyasi tutuklu.

prissy

s., k.dili kadın gibi; fazla titiz.

pristine

s. eski zamana ait, asıl, eski; bozulmamış.

prithee

( ünlem), (eski) lütfen, rica ederim.

prittleprattle

i. kuru laf, boş lakırdı.

privacy

i. özellik; gizlilik; kişisel dokunulmazlık. in absolute privacy tamamen mahrem olarak, sır olarak.

private

s., i. özel, hususi, kişisel; gizli, mahrem; gayri resmi; i., ask. nefer, er, asker; çoğ. edep yerleri. in private mahrem olarak, özel bir şekilde. privateness i. mahremlik, özellik, gizlilik. private car özel araba. private detective özel detektif. private enterprise özel girişim, özel sektör. private life özel hayat. private ownership özel iyelik. private property özel mülk, özelge. private school özel okul.

privateer

i. hükümet izniyle savaşan korsan gemisi. privateering i. hükümet izniyle korsanlık yapma.

privation

i. yoksunluk, mahrumiyet, ihtiyaç, sıkıntı.

privative

s., i. mahrum edici, yok eden; olumsuz, menfi; i. olumsuzluk belirten ek veya kelime.

privet

i. kurtbağrı, kurt baharı, bot. Ligustrum vulgare.

privilege

i., f. ayrıcalık, imtiyaz; özel izin, müsaade, ruhsat; görev dolayısıyle muafiyet; hak; f. imtiyaz vermek; muaf tutmak. privileged s. imtiyazlı; müşerref.

privily

z. gizlice; özel olarak.

privity

i. gizli bilgi; huk. ortak çıkarlara dayanan ilişki.

privy

s., i. sır ortağı olan; özel, kişisel; i., huk. ortak; ayrı kulübede tuvalet, ayakyolu. privy council özel meclis; b.h. İngiltere'de devlet danışma meclisi. privy purse İng. hükümdarın şahsına mahsus para dairesi. privy seal İng. ikinci derecede önemli olan evraka basılan kral mührü, küçük ferman mührü. Lord Privy Seal İng. ferman mührü emini.

prix fixe

Fr. kesin fiyat; fiks menü.

prize

i., f., s. ödül; çok istenilen şey; f. çok değer vermek; paha biçmek, kıymet takdir etmek; s. ödül olarak verilen; ödül kazanan; mükemmel. prize fight mükâfatlı boks.

prize

f., i. ganimet almak; zaptetmek; manivela ile kaldırmak veya açmak; i. ganimet (gemi). prize court savaş ganimetleri mahkemesi.

pro

(edat), z., i., Lat. için; z. lehinde; için; i., gen. çoğ. lehte olanlar. pros and cons lehte veya aleyhte olan öneriler.

pro

i., k.dili profesyonel atlet; profesyonel kimse.

pro forma

Lat. âdet yerini bulsun diye. pro forma invoice tic. proforma.

pro rata

Lat. nispet üzere.

pro-

(önek) önünde; önce vaki olan; ileri; lehinde, hesabına, için; yerine; nispetle.

prob

kıs. probable, probably, problem.

probabilism

i., fels. olasıcılık, probabilizm.

probability

i. olasılık, ihtimal; muhtemel şey. in all probability her ihtimale göre. What are the probabilities? Tahminler nedir?

probable

s. olasılı, muhtemel. It is more than probable... Büyük bir ihtimalle... probably z. belki de, galiba.

probang

i., tıb. boğaza kaçan bir şeyi çıkarmaya mahsus cerrah mili.

probate

s., i., f. onaylama yetkisine ait; i. vasiyetnamenin resmen onaylanması; f. vasiyetnameyi resmen onaylatmak. probate court veraset mahkemesi. probate duty bir nevi veraset vergisi.

probation

i., huk. hafif bir suçtan dolayı gözaltına alınma; (memuru) deneme süresi; gözaltı; kanıtlama; huk. vasiyetnamenin onaylanması. probation officer hafif suçluyu gözaltında bulunduran memur. probational, probationary s. deneme ile ilgili.

probationer

i. gözaltında olan hafif suçlu; deneme devresinde olan kimse.

probative , probatory

s. denemeye ait.

probe

f., i. araştırmak, incelemek; sonda ile yoklamak, sondaj yapmak; i. cerrah mili, sonda; A.B.D. araştırma; insansız uzay roketi.

probity

i. doğruluk, dürüstlük.

problem

i., s. sorun, mesele; mat. problem; s. problemli. problem child problem çocuk. problem play bir sorunu işleyen oyun, tezli piyes.

problematic,-ical

s. şüpheli.

probono publico

Lat. halkın yararına.

proboscidian

s., zool. hortumlu memelilere ait; hayvan hortumuna ait; hortumlu.

proboscis

i., zool. hortum, fil hortumu; böceklerde hortum; (şaka) burun.

proc

kıs. procedure, proceedings, process.

procaine

i., ecza. prokain.

procambium

i., bot. bitkinin damar ve kambiyum dokularını teşkil eden gelişmemiş filiz kökü.

procedure

i. işlem, muamele; huk. davaya bakma usulu; iş görme usulü. procedural s., huk. dava usulune ait.

proceed

f. ileri gitmek, ilerlemek; yol tutmak, usul takip etmek; (from ile ) çıkmak, meydana gelmek, baş göstermek, türemek; huk. dava etmek, dava açmak.

proceeding

i. muamele; huk. dava muameleleri, yargılama usulleri; çoğ. tutanak; ilerleme, ileri gitme. legal proceedings dava muameleleri. summary proceedings kendi yetkisi dahilinde derhal verilen ceza.

proceeds

i., çoğ. hâsılat, kazanç, gelir.

process

i., s., f. yöntem, metot, yol, usul; süreç, vetire; işlem; ilerleme; huk. belge; celpname, çağırı kağıdı; dava muamelesi; biyol. yumru; s. özel işleme tabi tutulmuş; f. muamelesini yapmak; özel işleme tabi tutmak; huk. tebliğ etmek; dava açmak. chemical process kimyasal işlem. legal process tebligat belgesi. process server mahkeme tebligatını sahibine ileten kimse. in process of construction inşa halinde, yapılmakta. in the process of time zamanla, zaman geçtikçe.

procession

i., f. alay; oluş, meydana çıkma, baş gösterme; f. alay ile yürümek.

processional

s., i. alay çeşidinden; i. dinsel tören esnasında okunan ilâhi.

proclaim

f. ilân etmek; beyan etmek; ilân ederek kanunen yasaklamak; ifşa etmek, açığa vurmak.

proclamation

i. ilân; beyanname, bildiri.

proclitic

s., i. vurgu bakımından sonradan gelen kelimeye bağlı (sözcük).

proclivity

i. eğilim, meyil.

proconsul

i. eski Roma'da konsül vazifesini yapan memur, prokonsül; umumi vali; b.h., paleont. insan ve maymunların atası sayılan miyosen devri primatı. proconsular s. prokonsüle ait. proconsulate, pro- consulship i. prokonsüllük.

procrastinate

f. sürüncemede bırakmak, ağırdan almak, geciktirmek; ertelemek, tehir etmek. procrasti- na'tion i. sürüncemede bırakma; erteleme. procrastinator i. işini tehir eden kimse.

procreate

f. döllemek; hâsıl etmek, doğurmak, yaratmak procreant s. meydana getiren, verimli. procreative s. dölleyici; doğurgan. procrea'tion i. dölleme; doğurma, meydana getirme.

procrustean

s. zulüm ve cebirle yola getiren.

procrustes

i., Yu. mit. boylarını yatağına uydurmak için misafirlerinin kol ve bacaklarını çekip uzatan veya kırıp kısaltan efsanevi dev.

proctor

i., f., huk. bir çeşit dava vekili; üniversitede disiplini sağlayan memur; f. (sınavda, sınıfta) disiplini sağlamak.

procumbent

s., bot. sürüngen (sap); yüzükoyun.

procurable

s. bulunur, tedarik olunur, elde edilir.

procurance

i. tedarik, elde etme.

procuration

i. tedarik, elde etme; huk. vekillik, vekalet; vekâletname; pezevenklik.

procurator

i. eski Roma'da maliye memuru; huk. vekil.

procure

f. tedarik etmek, elde etmek, edinmek, kazanmak; istihsal etmek; ettirmek, yaptırmak; pezevenklik etmek. procurement i. tedarik; istihsal.

procurer

i. tedarik eden kimse; muhabbet tellâlı, pezevenk. procuress i. pezevenk kadın.

procyon

i., astr. Prosyon, Küçük köpek takımyıldızında en büyük yıldız.

prod

f. (-ded,- ding) i. dürtmek; üvendire ile dürtmek; tahrik etmek, kışkırtmak; i. üvendire ile dürtme; hatırlatıcı şey.

prodigal

s., i. müsrif, savurgan tutumsuz; çok bol; i. müsrif kimse. prodigal son hayatı ciddiye almayan kimse, mirasyedi kimse. prodigally z. müsrifçe; cömertçe.

prodigality

i. israf; bolluk; eli açıklık, aşırı cömertlik.

prodigious

s. çok büyük, iri, kocaman; şaşılacak, müthiş. prodigiously z. çok büyük olarak; müthiş surette. prodigiousness i. büyüklük, irilik; harikuladelik.

prodigy

i. dahi; mucize, harika; olağanüstü şey.

prodromal

s., tıb. ilk belirtiye ait.

prodrome

i., tıb. hastalığın ilk belirtisi, prodrom.

produce

i. mahsul, ürün, hasılat; zerzevat, sebze.

produce

f. meydana getirmek; vermek, mahsul vermek; göstermek, meydana koymak, ortaya çıkarmak; doğurmak; yapmak, üretmek, imal etmek; uzatmak; sonuç çıkarmak; sahneye koymak.

producer

i. müstahsil, üretici, fabrikatör; hasıl eden kimse, meydana getiren kimse; sin. yapımcı, prodüktör; karbon monoksit gazının istihsal olunduğu ocak. producer goods hammadde, üretim maddeleri.

product

i. ürün, mahsul, hasılat; sonuç, netice; mat. çarpım.

production

i. imal, üretim, istihsal; ürün; eser; sahneye koyma; uzantı (çizgi); huk. ibraz.

productive

s. verimli, bereketli, mümbit; yaratıcı. productive of meydana getirici. productively z. verimli surette.

productivity

i. verimlilik.

proem

i. mukaddeme, önsöz, giriş, başlangıç; şiir mukaddemesi. proemial s. başlangıca ait.

prof

i., k.dili profesör.

prof.

kıs. professor.

profanation

i. hürmetsizce kullanma, kutsiyetini bozma.

profane

f., s. bulaştırmak, pisletmek, kirletmek; hürmetsizce kullanmak: kötüye kullanmak, suiistimal etmek; s. kâfir, zındık; adi, bayağı; mukaddes olmayan, cismani, dini işlerden ayrı olan; küfür kabilinden. profanely z. hürmetsizce. profaneness i. kutsal olmayan şey; küfür.

profanity

i. sözle hürmetsizlik, ağız bozukluğu, küfür.

profess

f. itiraf etmek, açıkça söylemek; iddia etmek, savlamak, taslamak; (inancını) ikrar etmek.

professed

s. iddia edilen, savlanan; açıklanmış, alenen itiraf edilmiş; sözde.

professedly

z. iddiaya göre; sözde.

profession

i. diploma gerektiren meslek; meslek, sanat, iş kolu; iddia; itiraf; söz; inancın açıklanması.

professional

s., i. mesleğe ait, mesleki; ustalıklı; meslek sahibi olan; profesyonel; i. profesyonel kimse. profession- ally z. meslek bakımından, meslekçe, iş için; ustalıkla.

professionalism

i. profesyonellik.

professor

i. ordinaryüs profesör; sözlerle açıklayan veya iddia eden kimse. professorship i. ordinaryüs profesörlük; profesörlük.

professorial

s. profesöre ait. professorially z. profesörce.

proffer

f., i. arzetmek, teklif etmek, önermek; i. teklif, önerme.

proficiency

i. ehliyet, maharet, beceriklilik, ustalık.

proficient

s., i. ehliyetli, mahir, usta; i. uzman, mütehassıs. proficiently z. maharetle, ustalıkla.

profile

i., f. yüzün yandan görünüşü, profil; yüzün yandan çekilen resmi; kısa biyografi, karakter portresi; mim. bir binanın dikey görünüşünün mimari ay- rıntılarını gösteren şekil; grafik, çizge; f. profilini yapmak.

profit

f. kâr getirmek, kazanç getirmek; kazanmak, istifade etmek; faydası olmak, işe yaramak.

profit

i. kâr, kazanç; menfaat, fayda, yarar. profit motive kâr güdüsü. profit sharing kârı bölüştürme. profit and loss account kâr ve zarar hesabı. gross profit brüt kâr. net profit net kar. paper profits muhtemel kâr.

profitable

s. kârlı, kazançlı, faydalı. profitabil'ity i. kazançlılık, fayda. profitably z. kazançla, menfaatle, karlı olarak.

profiteer

f., i. hal ve keyfiyetlerden yararlanarak haddinden fazla para kazanmak; i. vurguncu kimse, fırsatçı kimse. profiteer İng. i. vurgunculuk.

profitless

s. karsız; faydasız.

profligate

s., i. uçarı, haylaz; günahkâr; edepsiz; i. müsrif kimse, hovarda. profligacy i. ahlâksızlık; günahkârlık; utanmazlık; hovardalık. profligately z. hovardaca, haylazca.

profound

s., i. çok derin; çok malumatlı; engin; çok büyük; i. derinlik, abis; derya, umman. profoundly z. de- rinden; esaslı olarak, tamamen. profoundness i. derinlik.

profundity

i. derinlik, şümul, genişlik.

profuse

s. çok, bol; müsrif; cömert; verimli. profusely z. bol bol. profuseness, profusion i. bolluk; müsriflik.

prog

f. (-ged, -ging) i., leh. aşırmak maksadıyle araştırmak; i. özellikle dilencilik veya hırsızlıkla ele geçen yiyecek.

progenitor

i. cet, ata, dede.

progeny

i. soy, nesil, torunlar.

progesterone

i., biyol. yumurtalıkta bulunan ve gebeliğe tesiri olan bir hormon, projesteron.

proglottid,-tis

i., zool. bağırsak kurdunun parçalarından biri.

prognathous

s., anat., zool. sivri çeneli.

prognosis

i. (çoğ. ses) tıb. bir hastalığın müddeti hakkında hekim tahmini, prognoz; tahmin, kıyas.

prognostic

s., i., tıb. prognozla ilgili; neticeyi önceden gösteren, kılavuzluk eden; i. alâmet, belirti; kehanet; tıb. prognoz için hüküm verdirecek belirti.

prognosticate

f. ileride meydana geleceğini söylemek; belirtisi olmak; belirtisinden anlayıp söylemek, ilerisini tah- min etmek. prognostica'tion i. kehanet, önceden tahmin; belirti. prognosticator i. kehanet eden kimse.

program

İng. programme i., f. (-med, -ming) program; (elektronik hesap makinaları) çalışma yönergesi, düzen; f. programlamak, program yapmak; düzenle- mek. program music olaylar sırasına veya bir sahne serisine göre düzenlenmiş müzik.

progress

f. ilerlemek, ileri gitmek, gelişmek; devam etmek.

progress

i. ilerleme, ileri gidiş, yükselme, gelişme.

progression

i. ileri gidiş, devam; mat. dizi. arithmetical progression aritmetik dizi. geometrical progression geometrik dizi. progressional s. ilerlemeye ait.

progressive

s., i. terakki eden, ileri giden, ilerleyen; ilerlemekte olan; tedrici; terakkiye müsait; ilerici; genişleyen, yavaş yavaş artan; i. siyasette terakki taraftarı, erkinci. progressively z. ilerledikçe, devamlı olarak. progressiveness i. ilericilik.

prohibit

f. yasak etmek, engel olmak, resmen menetmek; mani olmak.

prohibition

i. yasak; yasak emri; içki yasağı. prohibitionist i. içki yasağı taraftarı.

prohibitive , prohibitory

s. yasaklayıcı; engelleyici. prohibitive price satışa mâni olacak kadar yüksek fiyat, aşırı fiyat. prohibitively z. yasak edilecek derecede; engelleyecek şekilde. prohibitiveness s. yasaklayıcılık; engelleyici oluş.

project

i. plan, proje, tasarı.

project

f. ileriye doğru atmak; sondurmak, çıkıntılı yapmak; atmak, fırlatmak; plan kurmak, tasarlamak, düşünmek, tasavvur etmek; (film, resim) perdede göstermek; mat. bir düzlem üzerinde simetrik bir şekil vücuda getirmek için belirli bir şeklin her noktasından düz hatlar çizmek; çıkıntı teşkil etmek, fırlak olmak; psik. kendi fikir veya güdüsünü başkasına yüklemek; uzaktan duyulabilecek şekilde konuşmak.

projectile

s., i. fırlatıcı; atmayla meydana gelen; i. mermi, top güllesi, tabanca kurşunu, fırlatılan taş veya mermi.

projection

i. fırlatma, atma, atış; çıkıntı, sondurma, fırlak yer; proje, tasarı, oranlama; projeksiyon, izdüşüm; sin. gösterim. projection booth gösterim odacığı. map projection harita çizme usulü, haritada kullanılan izdüşüm sistemi, projeksiyon. Mercator's projection Merkator projeksiyonu.

projective

s. izdüşüm kabilinden ve bundan meydana gelen, izdüşel.

projector

i. projektör, sinema makinası; bir şeyi zihninde kuran kimse, proje düzenleyen kimse, plan yapan kimse; fener kulesinde kullanllan ışık aynası.

prolapse

f., i., tıb. yerinden oynamak, sarkmak, düşmek; i. düşme, inme, sarkma.

prolapsus

i., tıb. yerinden düşme, sarkma.

prolate

s., geom. iki ucu kabarık (sferoid), yumurta şeklindeki; uzanmış, uzatılmış.

proleg

i., zool. bazı böcek larvalarının karın civarında bulunan ayağa benzer çıkıntılardan biri.

prolegomenon

i. (çoğ, -na) gen. çoğ. başlangıç, önsöz, prolog, ki- taplarda uzun giriş. prolegomenous s. önsöz kabilinden.

prolepsis

i. önceden belirtme; muhtemel itirazları önceden sezerek cevaplandırma.

proletarian

s., i. ücretle çalışan sınıftan; i. proleter, emekçi.

proletariat

i. avam; işçi sınıfı, proletarya.

proliferous

s. üretken; bot. tomurcuklar verme suretiyle çoğalan. proliferate f. çoğalmak, üremek; bot. tomurcuk vererek çabuk çoğalmak.

prolific

s. doğurgan; mahsuldar, bereketli; verimli, semereli. prolifically z. verimli olarak, bereketli surette.

prolix

s. uzun, ayrıntılı; yorucu, baş ağrıtıcı, sıkıcı. prolix'ity, prolixness i. söz uzunluğu. prolixly z. uzun uzadıya, ayrıntılı olarak.

prolocutor

i. taraftarlık eden kimse; bazı meclislerin reisi.

prologue

i., f. başlangıç, giriş, önsöz; prolog, piyes girişi; f. önsöz olarak söylemek.

prolong

f. uzatmak, sürdürmek. prolongation i. uzatma, sürdürme.

prolusion

i. önsöz olarak yazılmış yazı.

prom

i., A.B.D. k.dili üniversite balosu.

promenade

i., f. gezme, gezinti; gezme yeri, mesire; büyük balo; f. gezinmek; birini gösteriş için gezdirmek. promenade concert halkın gezinmesine müsaade edilen konser. promenade deck gezinti güvertesi, üst güverte.

promethean

s., Yu. mit. gökten ateşi çalıp insana veren Prometheus'a ait veya ona benzer; özgürlük, yaratıcılık ve yiğitlikle ilgili.

prominent

s., meşhur, mühim; göze çarpan; çıkıntılı, ileriye fırlamış. prominence i. şöhret, ehemmiyet; göze çarpan şey; burun, dil, çıkıntı, tümsek; astr. güneş üzerindeki ateş parçalarından biri. prominently z. göze çarpacak surette; ehemmiyetle.

promiscuity

i. karmakarışıklık; rasgele cinsi münasebet.

promiscuous

s. karışık, karmakanşık; farksız; herkes ile yapılan; k.dili rasgele; rasgele cinsel ilişkide bulunan. pro - miscuously z. ayrımsız olarak.

promise

i. söz, vaat, taahhüt,vaat edilen şey;ümit verici şey. breach of promise cayma, sözünden dönme; özellikle evlenme vaadini tutmayış. express promise kesin söz. implied promise ima edilen vaat, zımni vaat. keep a promise sözünü tutmak.

promise

f. söz vermek, vaat etmek; göstermek; ümit vermek, taahhüt etmek, temin etmek. Promised Land Filistin; vaat edilmiş toprak; cennet, saadet yeri. It promises to be a fine day. Hava iyi olacağa benziyor.

promisee

i., huk. kendisine bir şey vaat edilen kimse.

promisor

i., huk. vaatte bulunan kimse, taahhüt altına giren kimse.

promissory

s. verilen sözü içine alan; sig. kontrat imzalandıktan sonra yapılacak şeyler hakkındaki (taahhüt). promissory note huk. bono.

promontory

i., çoğ. dağlık burun.

promote

f. ilerletmek, kıymetini ararmak; geçirmek; rütbesini yükseltmek, terfi ettirmek, terakki ettirmek; tutunmasını sağlamaya çalışmak.

promoter

i. destekleyen kimse; teşebbüs sahibi, kurucu; tutunmasını sağlamaya çalışan kimse.

promotion

i. terfi, yükselme veya yükseltme; geçme; tesis; satış artışını sağlayan unsurlar.

promotive

s. desteklemeye vesile olan.

prompt

s., i. çabuk, acele, hemen olan, hazır; i., tic. vade; sahnede oyuncuya hatırlatılan söz. prompt note vadeli senet. promp'titude, prompt'ness i. çabukluk; tam vaktinde gelme veya yapma; dakikası da- kikasına yapma. prompt'ly z. derhal, çabucak, bir an evvel.

prompt

f. harekete getirmek, teşvik etmek, kışkırtmak; hatırlatmak, suflörlük etmek. prompt'book i. suflörün defteri. promp'ter i. suflör.

promulgate

f. resmen ilân etmek, neşretmek, duyurmak, bildirmek; huk. yürürluğe koymak (kanun). promulgator i. neşreden kimse, ilân eden kimse. promulga'tion i. resmen yürürlüğe koyma; duyuru.

pron

kıs. pronoun, pronunciation.

pronate

f., biyol. elleri veya ön ayakları avuç içi veya tabanı yere doğru çevrilmiş vaziyette tutmak veya o vaziyete getirmek, içe dönmek veya döndürmek. prona'tion i. elleri bu vaziyete getirme. prona'tor i., anat. pronator.

prone

s. yüzükoyun yatmış; başını ileriye doğru aşağı eğmiş; mütevazı; eğik; kabiliyetli, eğilimli, mütemayil. prone'ness i. temayül; eğilme; yüzükoyun yatma.

prong

i., f. çatalın sivri uçlarından biri; sivri uçlu alet; sivri uç; boynuz çatalı; f. çatal ile delmek, çatal saplamak.

prongbuck,pronghorn

i. Güney Amerika'ya mahsus çatal boynuzlu bir geyik,zool. Antilocapra americana.

pronominal

s., gram. zamir kabilinden, zamire ait. pronominally z., gram. zamire ait olarak.

pronoun

i., adıl, zamir. demonstrative pronoun işaret zamiri. indefinite pronoun belirsizlik zamiri. interrogative pronoun soru zamiri. personal pronoun şahıs zamiri. possessive pronoun iyelik zamiri. reflexive pronoun dönüşlü zamir. relative pronoun ilgi zamiri.

pronounce

f. telaffuz etmek, söylemek; beyan etmek, resmen bildirmek, kararı bildirmek; (nutuk) vermek. pronounce able s. telaffuzu mümkün. pronouncement i. resmen bildirme; bildiri.

pronounced

s. belli, belirgin, bariz, aşikâr; kati, kesin. pronouncedly z. belirgin bir şekilde.

pronto

(zamir) hemen, derhal, çabuk. (Daha yayın olarak Amerikan İngilizcesinde kullanılır.)

pronunciamento

i. hükümet beyannamesi.

pronunciation

i. telaffuz, söyleniş, söyleyiş.

proof

(sonek) geçirmez.

proof

i., s. ispat, delil, kanıt, tanıt; imtihan, tecrübe, deneme; matb. prova; ayar; alkol derecesi; mat. sağlama; s. dirençli, kuvvetli, dayanıklı; geçirmez; miyar olarak kullanılan; belirli ayarda olan. artist's proof basma resmin ilk provası. proof positive kati delil. proof sheet matbaa provası. burden of proof huk. tartışılan şeyi ispat etme zorunluğu. He was proof against bribery. Rüşvete boyun eğmedi.

proofread

f. provaları düzeltmek, tashih yapmak.

proofreader

i. matbaa provasını düzelten kimse, düzeltmen.

prop

f. (-ped,- ping) i. destek yapmak, desteklemek, sırık ile tutmak; himaye etmek, tutmak; dayamak; i. destek, dayak, ayak, payanda; çamaşır sırığı; hami olan kimse, yardımcı kimse, destekleyici şey veya kimse.

prop

i. sahne donatımı.

prop

i., k.dili uçak pervanesi.

propaedeutic

s., i. hazırlık dersi ile ilgili; yeni bir ilme başlangıç olan; i. ilk ders, hazırlık dersi. propaedeutics i. herhangi bir ilimde ilk çalışma, başlangıç.

propaganda

i. propaganda; herhangi bir prensibi yaymaya çalışan teşkilât. propagandist i. bir prensibi yay- maya çalışan kimse, propagandacı. propagandize f. propaganda yapmak.

propagate

f. çiftleştirmek; üretmek, çoğaltmak, husule getirmek; yaymak, neşretmek, dağıtmak; nakletmek; geçirmek; sirayet ettirmek, bulaştırmak; kalıtım yoluyle geçirmek; yavrulamak, türemek, ço- ğalmak. propaga'tion i. yavrulama, üreme; neşir; yayma. propagative s. çiftleştirici; neşredici.

propane

i., kim. propan.

propatria

Lat. vatan aşkına, vatan uğruna.

propel

f. (-led, -ling) ileriye doğru sürmek; itmek, sevketmek.

propellant

i. ileriye sevkedici şey; kurşunu veya uzay gemisini ileri süren kuvvet.

propellent

i., s. ileriye sevkedici şey; s. itilebilen; yürütücü, sevkedici.

propeller

i. ileriye yürüten şey, vapur veya uçak pervanesi.

propensity

i. eğiklik, eğilim; eski arzu, istek.

proper

s. münasip, layık, yakışır, uygun; has, hususi, kendine mahsus, zati; doğru, gerçek, tam; hürmete lâyık; asıl (yer); (eski ) güzel, fevkalade. proper fraction tam kesir. proper name özel isim. the proper time uygun zaman. properly z. uygun şe- kilde; hakkıyle, haklı olarak; doğru olarak.

property

i. mülkiyet; mal, mülk, emlak, arazi; hususiyet, özellik; mahiyet, tabiat; sahne donatımı. property man sahne eşyalarını temin eden kimse. property qualification bir kimseye oy hakkı sağlayan mülk sahipliği. property tax emlâk vergisi.

prophecy

i. kehanet; keramet; ilham; tahmin.

prophesy

f. kehanette bulunmak, keramet göstermek, önceden haber vermek, gaipten haber vermek; peygamberlik etmek, kehanette bulunmak; tahminde bulunmak.

prophet

i. peygamber, nebi, resul; bilhassa Allah için söz söyleyen kimse, kâhin, kehanet sahibi. prophetess i. kadın peygamber, nebiye.

prophetic

s. kehanette bulunmayla ilgili; gelecek için isabetli (tahmin); peygambere veya kehanete ait; peygamberlik kabilinden; kehaneti olan. prophetically z. isabetli olarak; kehanetle.

prophylactic

s., i., tıb. hastalıktan koruyan; i. koruyucu ilaç; prezervatif.

prophylaxis

i., tıb. hastalıktan koruma veya korunma usulü.

propinquity

i. yakınlık, hısımlık, akrabalık.

propitiate

f. teskin etmek, yatıştırmak; teveccühünü kazanmak; tövbe etmek. propitiable s. yatıştırılabilir, teskini kabil; teveccühü kazanılabilir. propitiative s. yatıştırıcı; tövbe eden.

propitiation

i. öfkesini yatıştırıp teveccühünü kazanma; tövbe etme.

propitious

s. uygun, elverişli, ümitli; merhametli, cömert, lütufkar. propitiously z. uygun bir şekilde. propi- tiousness i. lütufkârlık; ümit vericilik.

propjet

i. jetli pervane düzeni; bu düzenle çalışan uçak.

propolis

i. arıların kovanlarını sıvadıkları bir reçine, arı reçinesi, kara mum.

proponent

i., s. öneren kimse, teklif eden kimse; taraftar kimse; s. savunan; taraftar.

propontis

i. Marmara Denizinin eski ismi.

proportion

i., f. oran, nispet: çoğ. bir cismin genişlik, uzunluk ve derinliği, ebat, boyutlar; hisse, pay; uygunluk; mat. iki çift nicelik arasındaki nispet eşitliği, oran- tı; orantı kuralı; f. orantı kurmak; birbirine uyumlu kılmak. proportion of births to population nüfusa göre doğum nispeti. a large proportion of the profits karın önemli miktarı. in proportion to nispetle, nazaran. all out of proportion tamamen nispetsiz.

proportional

s., i. orantılı; i. bir başkasıyle orantılı olan nicelik veya sayı. proportional representation pol. nispi temsil. proportionally z. nispeten.

proportionate

s. orantılı. proportionateness i. orantılılık.

proposal

i. teklif; teklif etme; evlenme teklifi.

propose

f. teklif etmek, arzetmek; kurmak, niyet etmek; evlenme teklif etmek.

proposition

i., f. teklif etme; teklif; k.dili teşebbüs; bir meseleyi arzetme; k.dili uygunsuz teklif; mat. mesele, nazari dava; man. önerme, kaziye; f., k.dili uygunsuz bir teklifte bulunmak. propositional s. teklif kabilinden, teklife ait.

propound

f. ileri sürmek, teklif etmek, arzetmek; söylemek, meydana koymak.

proprietary

s., i. birinin mülkü olan, hususi; mal sahipliğine ait; müseccel; i. mal sahibi; mal sahipleri, hissedarlar. proprietary medicine tescilli ilâç.

proprietor

i. mal sahibi, mülk sahibi, mutasarrıf. proprietorship i. mal sahipliği. proprietress i. mal sahibi kadın.

propriety

i. uygunluk, münasebet; edep, yol yöntem, adap; âdetlere uyma. breach of propriety adetlere aykırı hareket. the proprieties töre.

proptosis

i., tıb. bir organın öne veya aşağı doğru düşüklüğü.

propulsion

i. ileri sürme veya sürülme, sevk, tahrik; itici kuvvet; tıb. öne doğru eğilerek yürüme. propulsive s. tahrik edici; itici.

propylaeum

i. (çoğ. -laea) saray veya tapınak girişi olan bina.

propylon

i. eski Mısır'da tapınak avlusuna açılan büyük kapı.

prorate

f. eşit olarak bölüp dağıtmak.

prornising

s. ümit verici; kendisinden çok şey umulur, istikbali parlak. promisingly z. ümit verici bir surette.

prorogue

f. kralın emriyle parlamentoyu tatil etmek.

prosaic,ical

s. sıkıcı; adi, bayağı; şiir güzelliğinden mahrum, şairane olmayan; nesir kurallarına uygun, düzyazı kabilinden. prosaically z. sönük bir şekilde, alelade olarak. prosaicness i. adilik; düzyazı kurallarına uygunluk.

proscenium

i. (çoğ. -nia) ( tiyatro) perde önü. proscenium arch (tiyatro) perde yerindeki kemer.

proscribe

f. yasak etmek, memnu kılmak; medeni haklarını elinden almak; mahkum etmek. proscriptive s. yasaklayıcı.

proscription

i. yasak etme veya edilme.

prose

i., f., s. düzyazı, nesir; sıkıcı söz veya yazı; f. nesir yazmak; can sıkıcı şekilde konuşmak veya yazmak; s. nesir şeklinde yazılmış; can sıkıcı, alelade.

prosecute

f. bitirmeye çalışmak, ilerletmek, ileri götürmek; huk. aleyhine dava açmak, kanuni yollarla elde etmeye çalışmak, kanuni takipte bulunmak. prosecuting at torney savcı, müddeiumumi.

prosecution

i. takibat; bitirmeye çalışma, ileri götürme; huk. dava; davacı.

prosecutor

i. davacı; savcı. public prosecutor savcı, müddeiumumi.

proselyte

i., f. din değiştiren kimse; f. dininden çevirmek. proselytism i. başkalarını kendi dinine sokmaya çalışma; mühtedilik. proselytize f. kendi dinine çevirmek.

prosit, prost

( ünlem ) Sıhhate ! Afiyete ! şerefe !

prosody

i., gram. vezin tekniği, prosodi, şiir yazma kuralları, aruz. prosodic(al) s. vezin tekniğine ait. prosodist i. bu tekniği bilen kimse.

prospect

i., f. beklenen şey ümit; bekleme, gözleme; bakış; manzara, görünüş; ihtimal; maden damarına ait belirti; muhtemel müşteri; f. maden araştırmak. in prospect beklenen; ümitle beklenen. prospector maden ocağı arayan kimse.

prospective

s. beklenen, ümit edilen; gelecekte olan, müstakbel; muhtemel. prospectively z. ileride, istikbalde.

prospectus

i. detaylı proje; yayımlanacak kitabı ayrıntılı olarak tarif eden broşür, prospektüs.

prosper

f. muvaffak olmak, başarılı olmak; muvaffak kılmak; gelişmek, büyümek, zenginleşmek, iyileşmek.

prosperity

i. muvaffakıyet, başan; saadet, refah, ikbal.

prosperous

s. işi yolunda; muvaffakıyetli, başarılı, refah içinde; müsait, uygun; elverişli; şanslı, talihli. prosperously z. refahla, ikbal ve saadetle.

prostate

s., i., anat. prostata ait; prostat, erkeklerde mesanenin boğazına yakın gudde, kestanecik. prostate gland prostat.

prosthesis

i., tıb. sakat bir yere suni uzuv ilavesi, protez. prosthetic s. protez kabilinden.

prostitute

i., f. fahişe, orospu; f. fahişeliğe sevketmek; kötü maksatla kullanmak. prostitu'tion i. fahişelik, fuhuş; kötü maksada veya işe kullanma.

prostrate

s., f. yüzükoyun yatmış, yere uzanmış; birinin ayağına kapanmış, insafına kalmış; halsiz kalmış, takati kesilmiş; bot. yerde uzanan; f. yere sermek, yere yıkmak; halsiz bırakmak, bitkin hale koymak. prostrate oneself secde etmek. prostrate oneself before ayağına kapanmak. prostra'tion i. bir şeyi veya kimseyi yere serme; secde; yere atılma, yere kapanma; takatsizlik, dermansızlık, aşırı yorgunluk; bezginlik.

prosy

s. düzyazı gibi, nesre ait, nesir kabilinden; can sıkıcı, ağır. prosily z. can sıkıcı surette. prosiness i. aleladelik.

protagonist

i. bir piyes veya hikâyede baş rolü oynayan kimse; kahraman; önayak olan kimse.

protamine

i., biyokim. protamin.

protasis

i. (çoğ. -ses) gram. şart cümlesinin şart kısmı; klasik tiyatroda piyesin konusunu anlatan önsöz.

protean

s. dönek tabiatlı, her kalıba giren, çok yönlü.

protect

f. korumak, muhafaza etmek, saklamak, himaye etmek; ikt. yabancı mallara yüksek gümrük koymak suretiyle yerli malları korumak. protecting s. koruyan, himaye eden.

protection

i. koruma, muhafaza, himaye; sığınacak yer, korunacak yer, barınak; serbest seyahat vesikası; ikt. ithalat üzerine gümrük koyarak yerli malları koruma; A.B.D., (argo) rüşvetle elde edilen güvenlik. protectionism i. yüksek gümrük koymak suretiyle yerli sanayii koruma siyaseti. protectionist i. bu siyaset taraftarı.

protective

s. koruyucu, himaye edici; savunucu. protectively z. himaye edercesine. protectiveness i. himayecilik, himaye temayülü.

protector

i. hami olan kimse, koruyucu kimse; kral vekili. protectorship i. hamilik; kral vekilliği. protectress i. hami kadın.

protectorate

i. hamilik; bir hükümetin daha kuvvetli bir hükümet tarafından kontrol ve idaresi; başka devletin idaresinde bulunan devlet.

protege , protegee

i. birinin himayesi altında olan kimse.

protein

i. protein.

protem , pro tempore

z., Lat. geçici olarak, muvakkaten, şimdiki zaman için.

proteolysis

i., biyokim. hazım sırasında proteinlerin parçalanması.

proteose

i., biyokim. hazım usaresinin tesiriyle proteinden meydana gelen bileşimlerden biri.

proterozoic

i. birinci zamanın ikinci dizgesi, hayatın ilk belirdiği zaman.

protest

f. protesto etmek; itiraz etmek; temin etmek, ciddi olarak taahhüt etmek, kuvvetle iddia etmek.

protest

i. protesto; itiraz, itiraz beyannamesi; den. sig. bir kazadan sonra gemi limana gelince bu kazadan hiç kimsenin mesul olmadığına dair kaptan tarafından verilen resmi takrir, prova di fortuna; bir vergiyi istemeyerek ödediğine dair mükellefin itirazı. pay under protest itiraz ederek ödemek.

protestant

i., s. itiraz eden kimse; b.h. Protestan; s. itiraz eden; b.h. Protestanlara ait. Protestantism i. Protestanlık, Protestan mezhebi.

protestation

i. protesto etme, itiraz; temin, teyit, doğrulama, taahhüt; itirazname.

proteus

i., mit. istediği şekle girebilen eski bir deniz tanrısı; değişken adam, dönek tabiatlı kimse; k.h., tıb. şekil değiştiren bir cins bakteri.

prothalamium ,mion

i. nikâh şerefine yazılmış şiir, evliliği kutlayan şarkı.

prothesis

i., dilb. öntüreme, kelimenin başına bir ses veya hece ilavesi; Ortodoks kilisesinde Aşai Rabbaniyi hazırlama.

prothonotary

i. baş katip; İstanbul Rum patriğinin baş katibi.

prothorax

i. (çoğ. -raxes, - races) zool. böceklerde göğsün ön kısmı.

prothrombin

i., biyokim. kanda bulunan ve kanın pıhtılaşmasında etken olan madde.

protist

i., biyol. tek hücreli hayvan veya bitki. protis'tan i., s. tek hücreli hayvan veya bitki; s. böyle hayvan veya bitkiye ait. protis'tic s. tek hücreli hayvan veya bitki ile ilgili.

proto-, prot-

(önek) birinci, ilk, baş.

protocol

i., f. diplomatik işlerde kullanılan resmi usuller, teşrifat, protokol; zabıt varakası, tutanak, protokol; bir anlaşmaya ilâve edilen madde; f. protokol yapmak.

protomorphic

s., biyol. ilkel bir yapısı veya karakteri olan. pro'tomorph i. en ilkel veya en basit biçim veya yapı.

proton

i. proton.

protonotary

bak. prothonotary.

protoplasm

i. protoplazma.

protoplast

i. yaratılan ilk şey; asal hücre.

prototype

i. asıl nüsha, esas model, ilk örnek, prototip, ori- jinal. prototypal s. ilk örnekle ilgili.

protoxide

i., kim. protoksit, herhangi bir seride en az oksijeni olan oksit.

protozoan

s., i. tek hücrelilere ait; i. tek hücreli hayvan.

protract

f. uzatmak; küçük ölçekle kopyasını veya planını yapmak; anat., zool. öne doğru çıkmak, dışarıya uzatmak. protraction i. uzatma; ölçekle çizme.

protractor

i. iletki; anat. uzatıcı kas.

protrude

f. çıkıntı yapmak, çıkarmak, pırtlamak, dışarı çıkmak, çıkıntı meydana getirmek.

protrusile

s. çıkarılabilir, uzatılabilir, pırtlak.

protrusion

i. çıkarma veya çıkarılma; dışarı sürülen şey, çıkıntı.

protrusive

s. dışarıya çıkan veya çıkmış olan.

protuberant

s. şiş, tümsek, dışarı fırlamış, yumru gibi, çıkık. protuberance, -cy i. tümsek, şiş, yumru, çıkıntı. protuberantly z. tümsek şeklinde.

protuberate

f. şişmek, dışarı uğramak, yumrulanmak.

proud

s. gururlu, mağrur, kibirli, azametli; onurlu, izzetinefsi olan; haysiyetli; (of ile) iftihar eden; canlı (at v.b.); görkemli; muhteşem, tantanalı. proud flesh tıb. yara içinde veya etrafında mantar gibi şişmiş et. proudhearted s. kibirli. a proud day for us bizim için iftihar edilecek bir gün. do oneself proud kendisini onurlandıracak derecede başarmak. I am proud to know him. Onu tanımakla iftihar ediyorum. proudly z. gururla, iftiharla.

provable

s. tanıtlanabilir, ispatı mümkün, ispat edilebilir. provably z. ispatlanacak şekilde.

prove

f. (-d,-d veya proven) tanıtlamak, ispat etmek, doğruluğunu tespit etmek; denemek; tecrübe ile anlatmak; mat. sağlamasını yapmak; olmak; çıkmak. proving ground tecrübe sahası, deneme alanı.

provenance

i. kaynak, köken, asıl, menşe.

provencal

s., i. Fransa'da Provans vilâyetine ait; i. Provanslı kimse; Provans lehçesi.

provender

i. hayvan yemi.

provenience

i. kaynak, köken, esas, menşe.

proverb

i. darbımesel, atasözü; mesel; çoğ., b.h. Süleyman'ın Meselleri kitabı.

proverbial

s. darbımesele ait, darbımesel gibi, atasözü kabilinden; herkesçe bilinen, ünlü, meşhur. proverbially z. herkesçe bilindiği gibi.

provide

f. tedarik etmek sağlamak, bulmak; önceden hazırlamak; vermek, bulup vermek; şart koşmak. provide against hazırlıklı bulunmak, ihtiyatlı bulunmak. provide for geçimini sağlamak; tedarikli bulunmak.

provided

(bağlaç), baz. (that ile) şu şartla ki, şartıyle, eğer.

providencs

i. Tanrı inayeti, ilâhi takdir; basiret, sağgörü; vaktinde tedbir alma; b.h. Allah, Tanrı. provident s. ihtiyatlı, basiretli, tedbirli. providently z. ihtiyatla, tedbirli olarak; tam zamanında, tam yerinde.

providential

s. Allahtan, Allahın lütfuna bağlı. providentially z. Allahtan; talihli olarak, kısmetle.

provider

i. tedarik eden kimse, techiz eden kimse. a good provider ailesine iyi bakan kimse.

providing

(bağlaç), baz. (that ile )şayet, eğer, şartıyle.

province

i. vilayet, il, eyalet; eskiden İtalya haricinde olup Roma imparatorluğuna baglı eyalet; çoğ. taşra; bilgi veya edebiyat alanı; yetki alanı; bir şahsın belirli iş sahası; ekol. kendine özgü bitey, direy ve insan tipleri olan dirimsel coğrafya alanı. within one's province salâhiyeti dahilinde, yetki alanında.

provincial

s., i. eyalete ait; taşraya ait; taşralı, dar düşünceli; köylü gibi; i. köylü, taşralı kimse. provinciality i. taşralılık. provincially z. taşra zihniyetiyle, dar kafalılıkla.

provincialism

i. taşralılık; taşraya özgü âdet veya deyiş özelliği, ağız.

provision

i., f. tedarik, tedarik olunan şey; hazırlama, hazırlık; koşul, şart; çoğ. zahire, erzak; f. tedarik etmek, yemek veya gerekli şeyleri sağlamak.

provisional

s. geçici, muvakkat, eğreti. provisionally z. geçici olarak; şartlı olarak.

proviso

i. (çoğ. -sos veya -soes) huk. sözleşmeye konulan kayıt, şart.

provisory

s. şarta bağlı, koşullu; geçici, muvakkat, eğreti.

provocation

i. kışkırtma, tahrik, teşvik; dürtü; gücendirme, öfkelendirme; kızılacak şey, güce gidecek mesele. do (it) under provocation kışkırtı tesirinde kalarak yapmak, tahrik sonucu yapmak. on the slightest provocation en hafif etkenle.

provocative

s., i. tahrik edici, kışkırtıcı, etkileyici; kızdırıcı, sinirlendirici; çekici, cazip; i. tahrik edici kimse veya şey. provocatively z. tahrik edici şekilde, kış- kırtarak.

provoke

f. kızdırmak, sinirlendirmek, öfkelendirmek; harekete geçirmek; dürtmek, teşvik etmek, tahrik etmek; sebep olmak. be provoked (at) kızmak; küs- mek. provoking s. asaba dokunan. provokingly z. kızdıracak şekilde.

provost

i. resmi amir; bazı üniversitelerde dekan; İskoçya'da belediye başkanı.

provost

i. inzibat amiri, adli subay. provost guard askeri polis karakolu. provost marshal inzibat amiri, adli subay. provost sergeant inzibat çavuşu.

prow

i. geminin başı, pruva; sivri çıkıntı; (şiir) gemi.

prowess

i. yiğitlik, cesaret; cesaret isteyen iş.

prowl

f., i. sinsi sinsi dolaşmak; fırsat kollayarak gizli gizli gezinmek; i. sinsi sinsi dolaşma. prowl car A.B.D. polis arabası.

proximal

s., anat. yakınsal, uzvun bağlanma noktasına yakın.

proximate

s. en yakın, hemen yanındaki. proximately z. yakın olarak, bitişik olarak.

proximity

i. yakınlık. proximity of blood kan yakınlığı, akrabalık.

proximo

z., (eski) gelecek ayda, kıs. prox.

proxy

i. vekil; vekillik, vekâlet; vekaletname.

prude

i. aşırı derecede erdemlik taslayan kimse.

prudent

s. basiretli, sağgörülü, akıllı, geleceği düşünen; açıkgöz, uyanık; tutumlu, hesabını bilir. prudence i. basiret, sağgörü, ihtiyat; açıkgözlük; akıl, sağduyu. prudently z. basiretle, ihtiyatla.

prudential

i. basiretli, sağgörülü, sonunu düşünen, akıllı. prudentially z. basiretle.

prudery

i. iffet taslama, fazla fazilet iddiasında olma.

prudish

s. fazla iffet taslayan. prudishly z. fazla fazilet taslayarak. prudishness i. iffet taslama, fazla fazilet iddiasında olma.

pruinose

s., biyol. tozumsu salgı ile kaplı.

prune

i. kuru erik, çir; kuru erik rengi, koyu mor renk; (argo) budala kimse. wild prune dağ eriği.

prune

f. budamak; fazla kısımları kesip atmak.

prunella

i. karamandola.

prunelle , prunello

i. iyi bir çeşit kuru erik, üryani; erik likörü.

prurient

s. şehvet düşkünü; istekli, arzulu. prurience, pruriency i. şehvet; istek. pruriently z. şehvetle.

prurigo

i., tıb. kaşıntılı bir deri hastalığı. pruriginous s. kaşıntı hastalığına ait.

prusa

i. Bursa'nın eski adı.

prussia

i. Prusya.

prussian

s., i. Prusyalı, Prusya'ya ait; i. Prusyalı; Prusya dili. Prussian blue koyu lâcivert renk veya boya. Prussianize f. Prusyalılaştırmak.

prussiate

i. asit prusik tuzu. prussic acid kim. asit prusik.

pry

f., i. merakla bakmak, gözetlemek, tecessüs etmek; gizli şeyleri araştırmak; i. tecessüs, gözetleme, merakla bakma; mütecessis kimse. pry'ingly z. casus gibi, tecessüsle.

pry

i., f., A.B.D. manivela, kaldıraç; f. manivela ile açmak, kımıldatmak veya kaldırmak.

ps.

kıs. Psalms.

psalm

i., f. mezmur; ilahi; çoğ, b.h. Kitabı Mukaddeste Mezmurlar kitabı; f. mezmurla sena etmek; makam ile okumak.

psalmist

i. mezmur yazan.

psalmody

i. mezmur okuma; mezmur koleksiyonu.

psalter

i. Mezmurlar kitabı; k.h. dini ayinde okunacak belirli mezmurlar.

psalterium

i. (çoğ. -ria) zool. geviş getiren hayvanların üçüncü midesi, kırkbayır.

psaltery

i., müz. santur.

psammite

i., jeol. kumtaşı.

psephite

i., jeol. parça halinde kaya.

pseudepigrapha

i., çoğ. sahte veya taklit yazı, özellikle Kitabı Mukaddes yazarları tarafından yazıldığı iddia olunan fakat doğruluğuna inanılmayan yazılar.

pseudo

s. sahte, yalancı, kalp.

pseudo-

(önek) sahte, yalancı.

pseudoaquatic

s., bot. su bitkisi olmayıp sulak veya rutubetli yer- lerde biten.

pseudocarp

i., bot. yalnız tohum tutan organlardan ibaret olmayan elma gibi meyva.

pseudoclassic

s. sahte klasik, klasik taslağı.

pseudomorph

i. aldatıcı veya düzgün olmayan şekil; min. başka bir cismin dış niteliklerini taşıyan maden. pseu- domor'phic, -mor'phous s. sahte veya düzgün olmayan şekle ait.

pseudonym

i. takma ad, müstear isim. pseudonym'ity i. takma isimlilik.

pseudopod

i., zool. yalancı ayak (amiplerde).

pshaw

( ünlem ) Öf!

psilosis

i., tıb. saçları döken bir çeşit deri hastalığı; tıb. sindirim organlarında yaralar meydana getiren tropikal hastalık.

psittacosis

i., tıb. psitakoz denilen papağan hastallğı.

psoas

i., anat. belin iki kasından biri.

psora

bak. psoriasis.

psoriasis

i., tıb. sedef hastalığı.

psych

f., (argo), yıldırmak. psych out yılmak; yıldırmak. psych up heyecanlandırmak.

psych

kıs. psychological, psychology.

psychasthenia

i., psik. psikasteni, ruh argınlığı.

psyche

i. insan ruhu, tin; can; akıl.

psychedelic

s., i. anormal şuur durumları meydana getiren, duyguları zenginleştiren; rengarenk; i. duyguları zenginleştirmek için kullanılan uyuşturucu madde.

psychiatry

i., tıb. psikiyatri, ruh hekimliği. psychiatric s. psikiyatrik, ruh hekimliğine ait. psychi'atrist i. psikiyatr, ruh doktoru.

psychic,-chical

s., i. insan ruhuna ait, ruhi; zihni; uzaduyumla ilgili; akli melekelere ait; i. aşırı duyu sahibi kimse; ispritizmada medyum. psychically z. ruhen.

psycho

i. kafadan çatlak kimse.

psycho, psych

(önek) akıl, ruh.

psychoanalysis

i. psikanaliz, ruh çözümleme.

psychoanalyze

f. psikanaliz yapmak, ruh çözümlemek. psycho. analyst i. psikanalist.

psychodrama

i. tedavi için hastanın sıkıntılarını canlı piyes şeklinde temsil etmesi.

psychodynamics

i. zihin faaliyetini inceleyen bilim, psikodinami.

psychogenesis

i. psikojenez, akıl gelişimi, zihni gelişim. psychogenet'ic s. psikojenezle ilgili.

psychogenic

s. ruhtan çıkan; ruhi etkilerle meydana gelen.

psychognosis

i. ruhu tetkik ve muayene.

psychokinesis

i. zihnin doğrudan doğruya maddeyi etkileme gücü.

psychologic,-ical

s. ruhi, ruha ait; ruhbilimsel, psikolojik. psy- chologic moment en uygun zaman, en olumlu an. psychologically z. psikolojik bakımdan.

psychology

i. ruhbilim, psikoloji. psychologist i. ruh bilgini, psikolog.

psychometry

i. psikometri, ruh ölçümü; bir şeye dokunmak veya ona yakın olmakla o şey hakkında bilgi edinme.

psychoneurosis

i. (çoğ. -ses) psik. sinirce, nevroz.

psychopath

i. ruh hastası, psikopat. psychopath'ic s. ruhi dengesi bozuk, psikopat.

psychopathology

i. akıl hastalıkları ilmi, psikopatoloji.

psychopathy

i. ruh hastalığı, psikopati; psikoterapi.

psychophysics

i. akıl ile beden arasındaki ilişkileri inceleyen ilim, psikofizik. psychophysicist i. psikofizik uzmanı.

psychosis

i. (çoğ. -ses) psik. akıl hastalığı, psikoz.

psychosomatic

s. akıl ile beden arasındaki ilişkiye ait.

psychotherapeutics,psychotherapy

i. ruhi tedavi, psikoterapi.

psychotic

s., i. psikozlu (kimse).

psychrometer

i. nem ölçeği, çiylenme noktası ile bağıl nemi ölçen aygıt.

pt boat

kıs. patrol torpedo boat.

pt.

kıs. part payment pint, point, port.

pta

kıs. Parent-Teacher Association.

ptah

i. eski Mısır'da baş tanrı.

ptarmigan

i. ormantavuğugillerden kuzey yarıküreye özgü bir kuş, zool. Lagopus. willow ptarmigan bataklık ta- vuğu, zool. Lagopus albus.

pterodactyl

i., paleont. soyu tükenmiş uçan bir sürüngen.

ptisan

i. hastalara içirilen arpa suyu veya ıhlamur; üzüm suyu.

ptolemaic

s. Batlamyus'a ait. Ptolemaic system dünyanın sabit olduğu ve bütün gökcisimlerinin bunun etrafında döndüğü düşüncesine dayanan sistem.

ptolemy

i. Batlamyus (ikinci yüzyılda Mısır'da yaşamış Yunanlı coğrafyacı ve astronom).

ptomaine

i., biyokim. bitkisel veya hayvansal proteinden elde edilen azotlu bileşik.

ptosis

i., tıb. gözün üst kapağının sinir felcinden dolayı sarkması; bir organın normal yerinden daha aşağıya düşmesi.

ptyalin

i., biyokim. pityalin.

ptyalism

i., tıb. fazla tükürük ifrazı.

pub

kıs. public publication, publisher.

pub

i., İng, k.dili meyhane, birahane, taverna.

puberty

i. ergenlik çağı, buluğ, erinlik, rüşt. pubertal s. buluğa ait.

pubescence

i. erginleşme, buluğa erme; biyol. hayvan veya bitki üstünde bulunan ufak tüyler. pubescent s. ergin, erin, buluğa ermiş: biyol. tüylü.

pubic

s., anat. kasık kemiğine ait. pubic arch iki kasık kemiğinin teşkil ettiği kemer.

pubis

i., anat. kasık kemiği, çatı.

public

s., i. halka ait, umuma ait, umumi, genel; herkese mahsus; açık, aleni. i. halk, ahali, umum: seyirciler. publicad dress system hoparlor tertibatı, kıs. P.A. public baths halk hamamları. public buildings halka mahsus binalar. public credit umumi itibar. public debt devlet borçları. public domain kamu arazisi; halkın malı. public enemy halk düşmanı. public highway umuma açık herhangi bir yol. public house han, otel; İng. birahane, meyhane. public land milli arazi, miri arazi. public law amme hukuku. public library genel kitaplık. public life sosyal hayat. public nuisance kamu için zararlı olan davranış. public offense amme suçu. public opinion kamu oyui, efkârıumumiye. public relations halkla olan ilişkileri kuvvetlendirme çabaları. public revenues devlet geliri. public school bak. school. public security umumi emniyet. public servant devlet memuru. public service amme hizmeti. public utilities (elektrik, su gibi) umumi hizmet müessese leri. public works bayındırlık işleri. in public alenen, açıkça, herkesin önünde open to the public umuma açık, herkes girebilir. publicly z. alenen, aeme karşı; halk tarafından.

publican

i., İng. meyhaneci, birahaneci; eski Roma'da vergi kesenekçisi.

publication

i. yayımlama, ilan etme; yayım, yayma; yayın, yayımlanmış eser.

publicist

i. milletler hukuku uzmanı; siyaset yazan; halkla ilişkiyi düzenleyen kimse.

publicity

i. alenilik, aleniyet, herkes tarafından bilinme; şöhret; ilan etme, reklâm; umuma açık olma; tanıtma.

publicize

f. reklâmını yapmak; umuma ilan etmek.

publicspirited

s. umumun yararını düşünen, hamiyetli, yardımsever.

publish

f. yayımlamak, neşretmek; basıp yaymak, bastırmak; ilan etmek, söylemek, açığa vurmak, ifşa etmek.

publisher

i. yaymevi; basımcı; yayımcı, naşir.

puce

i. koyu mor renk, koyu kahverengi.

puck

i. buz hokeyinde kullanılan lastik disk.

puck

i. ingiliz folklorunda yaramaz peri.

pucker

f., i. buruşturmak, kırıştırmak; buruşmak, kırışmak; büzülmek; i. buruşukluk, kırışık; k.dili şaşkınlık, heyecan, telaş.

puckish

s. yaramaz.

pudding

i. muhallebi, puding. pudding stone jeol. puding, yığışım. The proof of the pudding is in the eating. Bir şeyin değeri kullanıldığında anlaşılır.

puddinghead,-ed

s. ahmak, aptal.

puddle

i., f. kirli su birikintisi, çamurlu gölcük; gölek, gölet; kumlu harç, sıvacı çamuru; f. çiş yapmak.

puddle

f. dökme demiri ocakta tavlamak; çamurlatmak (su); özlü çamuru su ile yoğurup sıva haline koymak.

puddling

i. dökme demiri ocakta tavlama; kanalı balçıkla sıvama; balçık.

pudency

i. utangaçlık, sıkılganlık, mahcupluk, tevazu.

pudendum

i. (çoğ.- da) anat. ferç; çoğ. edep yerleri.

pudgy

s. tıknaz, bodur, şişman ve kısa.

pudicity

i. iffet, namus, utanç, ar, hayâ.

pueblo

i. güneybatı. A.B.D.'de kızılderili evi.

puerile

s. çocukça; olgunlaşmamış, zayıf. pueril'ity, puerileness i. çocukluk; çocukça davranış.

puerperal

s., tıb. doğuma ait, doğumdan gelen, doğum sonrası.

puertorico

Portoriko.

puff

i. üfürük, soluk; rüzgar üflemesi; puf böreği veya kurabiye; pudra ponponu; saç lülesi;elbisenin büzülmüş ve kabarıkyeri; yorgan; abartmalı veya şişirilmiş övgü. puff adder şişen engerek, zool. Bitis arietans puff box pudra kutusu. puff paste pufböreği hamuru.

puff

f. püflemek; püfür püfür esmek; solumak. puff out, puff up şişinmek; abartarak övmek; lülelerle süslemek (saç); şişirmek.

puffball

i. kurtmantarı, bot. Lycoperdon pratense.

puffer

i. püfleyen şey veya kimse; kirpi balığı, zool. Tetraodontus.

puffin

i. Kuzey Atlantik'te bulunan kısa boyunlu ve şişkin gagalı martı, zool. Fratercula arctica.

puffy

s. şişkin, kabarık; tantanalı, görkemli, abartmalı; püfür püfür esen. puffily z. püfür püfür. puffiness i. şişkinlik.

pug

i. buldoga benzeyen ufak bir cins köpek. pug nose ucu kalkık basık burun.

pug

i., f. (-ged, -ging) tuğlacı çamuru; f. tuğla balçığını yoğurmak.

pugilist

i. boksör, yumruk oyuncusu. pugilism i. boksörlük. pugilis'tic s. boksa ait; kavgacı.

pugnacious

s. kavgacı, hırçın. pugnaciousness i. kavgacılık. pugnaciously z. hırçınlıkla.

pugnacity

i. kavgacılık.

puisne

s., i., huk. ikinci gelen, küçük; i. ikinci hakim.

puissant

s. güçlü, kudretli, kuvvetli, şevketli, azametli. puissance i. kudret, kuvvet şevket. puissantly z. kudretle.

puke

f., i. kusmak, çıkartmak, istifrağ etmek; kusturmak; i. kusma.

pukka

s. iyi malzemeden yapılmış, kaliteli; üstün.

pulchritude

i. güzellik, zarafet. pulchritu'dinous s. güzel, zarif.

pule

f. çocuk gibi ağlamak, ağlamsamak, ağlamsayarak şikayet etmek. puling s. mızmız, ağlamsık.

pull

f. çekmek; koparmak; sürüklemek; leh. yolmak (tüy); matb. (prova) çıkarmak; (argo)(bıçak veya silah) çekmek; topu eğri meydana getirecek şekilde atmak; (kürek) çekmek; girmek, gelmek; bir yudum içmek, bir nefes çekmek. pull a long face surat asmak. pull a muscle adaleyi incitmek. pull apart çekip ayırmak. pull away çekip ayırmak, çekmek; çekilip ayrılmak. pull down yıkmak; moralini bozmak, üzmek. pull for yardım etmek, desteklemek; k.dili bağlılığını bildirmek. pull in one's horns daha dikkatli olmak. pull off çekip çıkarmak;(argo)başarıyla yapmak, başarmak. pull oneself together kendine gelmek, kendine hakim olmak. pull one's leg aldatmak. pull one's punches hızla vurur gibi görünmek. pull one's rank üs- tünlüğünü kabul ettirmek. pull one's weight gerekli gayreti sarfetmek. pull out çekip çıkarmak; ayrılmak. pull strings tesir ettirmek, piston kullanmak. pull through paçayı kurtarmak. pull together işbirliği yapmak; elde bulunanlardan meydana getirmek. pull to pieces paramparça etmek. pull up ileri gitmek; kökünden çekip çıkarmak; durmak. pull up stakes ilgisini kesip gitmek.

pull

i. çekiş, çekme; tutamaç; dayanıklık; kürek çekme; (argo) iltimas, kayırma, piston, arka; (argo) bir içim (puro, pipo); uğraşma, gayret; gerilim; matb. prova. have pull arkası olmak, mahkemede dayısı bulunmak.

pullet

i. piliç, yarga.

pulley

i., fiz. makara; mak. kasnak.

pullman

i. Pullman car tic. mark. rahat koltuklu lüks vagon; yataklı vagon.

pullout

i. çekilme.

pullover

i. süveter.

pullulate

f. üremek; üreyip kaynamak; dallanıp budaklanmak; türemek. pullula'tion i. üreme.

pulmonary

s. akciğere ait, akciğeri etkileyen; akciğeri olan.

pulmonic

s. akciğere ait.

pulmotor

i., tic. mark. akciğere hava verme aleti.

pulp

i., f. meyva eti, meyva özü; kâğıt hamuru; su ile karışık maden tozu; f. dövüp lapa veya hamur haline koymak; yumuşak ve özlü etini çıkarmak; özlenmek, öz gibi olmak. pulpous s. etli, özlü, yumuşak.

pulpit

i. mimber, kürsü; vaizler sınıfı.

pulpwood

i. kâğıt yapımında kullaınlan ağaç.

pulpy

s. etli, özlü, yumuşak. pulpiness i. özlülük, etlilik.

pulsar

i., astr. aralıklı ve muntazam radyo dalgaları veren gökcismi.

pulsate

f. nabız gibi atmak, yürek gibi çarpmak. pulsa'tion i. nabız atışı. pulsatile, pulsative, pulsatory s. nabız gibi atan.

pulse

i., f. nabız, nabız atması; çarpıntı; umumi eğilim; f. nabız atmak, çarpmak.

pulse

i., bot. baklagiller.

pulsimeter

i., tıb. nabız ölçme aleti.

pulsometer

i. buhar kuvvetiyle işleyen tulumba; nabız ölçme aleti.

pulverize

f. ezmek, ezip toz haline koymak. pulverizer i. toz haline getiren kimse veya alet. pulveriza'tion i. ezme, toz haline getirme.

pulverous

s. tozlu, toz gibi.

pulverulent

s. toz haline konmuş; tozlu. pulverulence i. tozluluk.

pulvillus

i. (çoğ. -li) zool. böcek ayağında ufak yastık gibi çıkıntı.

pulvinate,-nated

s. yastık şeklindeki.

pulvinus

i. (çoğ. -ni) bot. yaprağın sapa bitişik olduğu yerde yastığa benzer şişkinlik.

puma

i. puma, zool. Felis concolor.

pumice

i., f. süngertaşı; f. süngertaşı ile temizlemek veya parlatmak. pumice soap süngertaşı tozu ile karışık sabun. pumice stone süngertaşı.

pummel

bak. pommel.

pump

f. bağsız ve hafif kadın ayakkabısı.

pump

i. tulumba, pompa. pump handle pompa kolu.

pump

f. tulumba ile çekmek; su çekmek;ağız aramak,ağız yoklamak; birinden para çekmek; içine tulumba ile hava doldurmak; tulumba işletmek; tulumba kolu gibi aşağı yukarı hareket etmek. pump dry tulumba ile suyunu çekip kurutmak; birine bütün bildiklerini söyletmek. pump up pompa ile şişirmek.

pumpernickel

i. çavdar ekmeği.

pumpkin

i. Amerika'da yetişen portakal renkli balkabağı, bot. Cucurbita pepo, helvacıkabağı.

pumpkinseed

i. kabak çekirdeği; Güney Amerika'nın doğusundaki tatlı sularda yaşayan güneş balığı, zool. Lepomis gibbosus.

pun

i., f. (-ned, -ning) kelime oyunu, cinas; f. kelime oyunu yapmak, nükteli söz söylemek.

punch

i. punç, meşrubat. punch bowl içinde punç yapılan büyük kap. punch glass punç kadehi.

punch

i. İngiliz kukla oyununda karısı ile daima kavga eden Karagöz'e benzer bodur ve kambur adam. Punch and Judy show İngiltere'de bir nevi kukla oyunu. pleased as Punch çok memnun.

punch

f., i. yumruklamak, muşta ile vurmak; i. yumruk, muşta; (argo) kuvvet, enerji. punching bag boksörlerin antrenman yapması için şişirilmiş torba. punch line bir hikâyenin son ve en mühim cümlesi.

punch

i., f. zımba, delgi, matkap, ıstampa; f. zımbalamak, ıstampa ile basmak; biz ile delmek. center punch delik açılacak yerleri işaret eden zımba.

puncheon

i. şarap fıçısı; İng. 318 litrelik şarap ölçüsü.

puncheon

i. çatı direği; zımba; mermer kesmeciliğinde kullanılan alet.

punchinello

i. palyaço, soytarı; bodur ve şişman kimse.

punctate,-tated

s. benekli, nokta nokta. puncta'tion i. beneklilik.

punctilio

i. teşrifat ve resmiliğin en ince noktası; titizlik, merasim düşkünüğü.

punctilious

s. teşrifat ve resmiyette fazla titiz. punctiliously z. dikkatle,titizlikle. punctiliousness i. titizlik.

punctual

s. her şeyi dakikası dakikasına yapan, tam vaktinde olan; bir noktadan ibaret. punctually z. tam vaktinde, dakikası dakikasına. punctual'ity, punc- tualness i. dakiklik, bir işi tam vaktinde yapma hususundaki titizlik.

punctuate

f. noktalamak, cümleleri ayırmak için nokta koymak; üzerinde durmak; nokta gibi arasına girmek (söz).

punctuation

i., gram. noktalama; noktalama işareti; cümleleri ayırma kuralı. punctuation marks noktalama işa- retleri.

puncture

i., f. delme; iğne deliği gibi ufak delik; patlama (otomobil lastiği); f. delmek, delik açmak; değersizliğini ispat etmek. We had a puncture. Lastiğimiz patladı.

pundit

i. bilgin, âlim, üstat; özellikle Sanskrit dili veya Hindu dini âlimi.

pungent

s. kokusu sert, tadı acı, keskin kokulu; acıtan, batan; bot. sivri; sert, haşin, tesirli, acı. pungency i. acılık, keskinlik (koku veya tat). pungently z. acı acı, keskin olarak.

punic

s., i. Kartacalılara ait, Pön; hain, sadakatsiz; i. Kartaca dili.

punish

f. ceza vermek, cezalandırmak; yola getirmek; azarlamak, tekdir etmek; ıstırap çektirmek, eziyet vermek; şiddetle dövmek, hırpalamak (boksta). punishable s. cezalandırılır; cezaya layık. punishment i. ceza, tekdir; k.dili zorluk, cefa, eziyet.

punitive

s. ceza kabilinden; cezayı gerektirici; cezalandırıcı.

punjab

i. Hindistan'da Pencap ülkesi. Punja'bi i. Pencaplı; Pencap dili.

punk

i., s. çürük tahta; kav; A.B.D., (argo) değersiz şey, boş laf; (argo) çeteci, gangster; (argo) cahil adam, yemlik; s., A.B.D., (argo) değersiz, kalitesiz; rahatsız.

punka(h)

i. Hindistan'a mahsus asma yelpaze.

punky

i., A.B.D. çok ufak tatarcık.

punster

i. kelime oyunu yapan kimse.

punt

f., i. Amerikan futbolunda top yere düşmeden tekme ile çelmek, topu uzağa tekmelemek; i. top yere düşmeden tekme ile çelme.

punt

i., f. altı düz sandal; f. böyle sandalı sırıkla sürmek.

punt

f. faro denilen iskambil oyunu ile kumar oynamak.

punty

i. camcılıkta sıcak cama şekil vermek için kullanılan demir çubuk.

puny

s. ufak ve zayıf kalmış, çelimsiz, gelişmemiş, zayıf; ehemmiyetsiz, saçma, ufak. puniness i. zayıflık, sıskalık.

pup

i., f. (-ped, -ping) köpek yavrusu; ayıbalığı yavrusu; köpekbalığı yavrusu; f . yavrulamak (köpek) pup tent iki kişilik ufak çadır.

pupa

i. (çoğ. pupae) zool. böceğin tırtıl hali ile alacağı son şekil arasındaki devre, pupa; böceğin kelebek olmadan önce koza içindeki hali.

pupil

i. öğrenci, talebe; huk. vesayet altındaki kız veya oğlan çocuk.

pupil

i., anat. gözbebeği.

pupilage

i. öğrencilik, talebelik devresi; huk. küçük olma hali, vesayet altında bulunma.

pupillary

s. talebeye ait; vesayet altında bulunan kimseye ait.

pupillary

s., tıb. gözbebeğine ait.

pupiparous

s., zool. pupa meydana getiren.

puppet

i. kukla; iplerle oynatılan kukla, maryonet; başkasının elinde oyuncak veya alet olan kimse. puppet play, puppet show kukla oyunu. puppeteer' i. kuklacı. puppetry i. kukla oyunculuğu; manasız gösteriş.

puppy

i. köpek ve köpekbalığı yavrusu; hoppa delikanlı, züppe genç. puppy love hissi ve çocuksu aşk.

purblind

s. yarı kör, donuk gören; mankafa, anlayışsız. purblindness i. yarım körlük; anlayışsızlık.

purchase

i. satın alma, mübayaa, iştira, alım; satın alınan şey; kaymasın diye sıkı tutma; kaymasın diye bir şeyi sıkı tutmak veya hareket ettirmek için makara gibi alet.

purchase

f. satın almak, mübayaa etmek; gayretle ele geçirmek, kazanmak; manivela ile kaldırmak veya çekmek. purchasable s. satın alınır, ele geçer. pur- chasing power satın alma kuvveti.

purdah

i. peçe; kadınların örtünme usulü, gizlenme.

pure

s. saf, safi, som, halis, has, temiz; kusursuz, lekesiz; nazari, tatbikatsız; iffetli, namuslu, masum. pure and simple sadece, yalnız, tek. pure'ly z. sadece, yalnız; tamamen, bütün bütün; masumiyetle, iffetle. pureness i. safilik, paklık, temizlik.

purebred

s., i. saf kan.

puree

i., Fr. püre, ezme; koyu pişmiş et ve sebze çorbası.

purfle

f., i. kenarını süslemek; i. süslü veya işlemeli kenar. purfling i. süslü kenar.

purgation

i. temizleme, paklama; müshil ile bağırsakların temizlenmesi.

purgative

s., i. müshil, amel (ilaç).

purgatory

i. Araf, geçici olarak günah cezası çekilen yer, ıstırap yeri. purgator'ial s. Araf'a ait; temizleyici.

purge

f., i. temizlemek, paklamak, düzenlemek; huk. birini temize çıkarmak; yok etmek; ishal vermek, amel vermek; temizlenmek; i. temizleme, tasfiye; müshil ilâç.

purification

i. temizleme; arıtma, tasfiye.

purify

f. temizlemek, paklamak, temiz kılmak; birini temize çıkarmak; sadeleşmek.

purim

i., İbr. şubat veya marta tesadüf eden ve Haman'ın elinden Yahudi kavminin kurtuluşu hatırasına yapılan Musevi bayramı.

purine

i. asit üriğin esas cevheri.

purist

i. dil ve üslupta kesinliğe inanan veya bunu uygulayan kimse.

puritan

i., s., b.h. İngiltere'de kraliçe Elizabeth zamanında meydana çıkan ve bilhassa ibadette sadelik taraftarı olan mezhebin bir ferdi, Püriten; s. ahlâk ve din hususunda çok sofu. puritan'ic(al) s. sofu. puritan'i - cally z. sofucasına. Puritanism i. sofuluk.

purity

i. temizlik, halislik, haslık, saflık; temizlenme, paklık; iffet, masumluk; nezaket; üslup temizliği.

purl

f., i. çağıldayarak akmak; kıvrılarak hareket etmek; i. çağıltı, çağıldama; girdap; dalgacık.

purl

i., f. bir çeşit dantela kenarı; dantela için sırma teli; yün örgüsünde ters iğne; elbisede kıvrım, pli; f. ters iğne örgü yapmak. knit one purl one bir düz bir ters örmek.

purlieu

i., gen. çoğ. dış mahalleler, etraf, hudut, civar, varoş.

purlin

i., mim. çatıda sırt kirişi, aşık.

purloin

f. çalmak, aşırmak, hırsızlık etmek.

purple

i., s., f. erguvani renk, mor renk, eflatun renk; mora boyanmış bez; bilhassa Roma imparatorlarının bordo kaftanı; imparatorun mevki ve yetki işareti; kardinallik; s. erguvan renkli, erguvani; krala ait, kral gibi; f. erguvan rengine boyamak; erguvan ren- gini almak. purplish, purply s. eflatuni, erguvan rengine çalan. purple language küfür. purple passage süslü yazı. born to the purple asil bir aileden gelen. His face became purple. Öfkeden mosmor kesildi.

purport

i., f. mana, kavram, mefhum, meal; f. manasında olmak, göstermek, bildirmek.

purpose

i. maksat, meram, murat; niyet; karar. at cross purposes birbirinin maksadına aykırı. on purpose mahsus, bile bile, isteyerek, kasten. serve the purpose işine gelmek, maksadına hizmet etmek. to good purpose iyi netice vererek, faydalı surette. to no purpose hiç netice vermeyerek, faydasızca. to the purpose asıl meseleye değinerek. to what purpose? faydası ne? ne maksatla? purposeless s. manasız; maksatsız. purposely z. kasten, mahsus, bile bile.

purpose

f. niyet etmek tasarlamak, kastetmek; istemek, murat etmek.

purposeful

s. maksatlı; ehemmiyetli; manalı. purposefully z. mahsus, kasten.

purposive

s. maksatlı, maksatla yapılmış, kullanışlı. purposively z. maksatlı olarak. purposiveness i. maksatlı oluş.

purpura

i., tıb. damar bozukluğundan ileri gelen ve deride morumsu lekelerle kendini gösteren hastalık, purpura.

purpuric

s., tıb. purpura hastalığına ait; kim. purpurik aside ait.

purpurin

i., kim. boya kökünden yapılan kırmızı bir kimyasal bileşim, purpurin.

purr

f., i. kedi gibi mırlamak; i. kedi mırlaması.

purse

i. kese, para kesesi, para çantası; hazine; yardım için toplanılmış para; torba. purse-proud s. kesesine mağrur, servetine güvenen. purse-strings i. kese bağları, kese ağzı kaytanı; para ödeme yeteneği. a common purse müşterek kese. a tight purse cimri kesesi. privy purse hükümdar hazinesi. public purse devlet hazinesi. put up a purse mükâfat olarak ortaya koymak.

purse

f. büzmek (dudak); keseye koymak.

purser

i. gemi muhasebecisi veya veznedan. pursership i. gemi veznedarlığı.

purslane

i. semizotu, pirpirim, bot. Portulaca oleracea.

pursuance

i. takip etme; devam, netice; ifa; tatbik. in pursuance of ifa ederken. pursuant s., z. uygun olarak, uyuşmuş; z., to ile uyuşmuş şekilde. pursuantly z. uygun surette.

pursue

f. kovalamak, peşine düşmek, takip etmek; bir düziye gitmek; aramak, elde etmeye çalışmak; meşguliyetine devam etmek.

pursuit

i. kovalama, takip, arama, peşinden koşma; meşguliyet, iş; elde etmeye uğraşma. pursuit plane ask. avcı uçağı.

pursy

s. şişman; tutuk nefesli, nefes darlığı olan.

purtenance

i., eski hayvanın başı, paçaları ve içi, sakatat.

purulent

s., tıb. cerahatli, irinli. purulence, -cy i. cerahat toplama. purulently z. cerahatli halde, cerahat gibi.

purvey

f. tedarik etmek, sağlamak.

purveyance

i. tedarik etme; levazım, zahire.

purveyor

i. satıcı, tedarik eden kimse.

purview

i. meal, mefhum, mana; sadet, konu; huk. bir kanunun hüküm kısmı;saha.

pus

i., tıb. cerahat, irin.

push

f. itmek, dürtmek; sürmek, sevketmek, yürütmek; sıkıştırmak, tazyik etmek; saldırmak, üzerine hücum etmek, arkasını bırakmamak; tos vurmak, boynuz ile vurmak; k.dili kanunsuz yoldan uyuşturucu madde satmak. push about öteye beriye kakmak; kakışmak. push away itip defetmek. push back geriye itmek, geriye kakmak. push down aşağı sürmek; itip yıkmak. push forward ileri sürmek veye itmek. push in itip içeri sokmak. push off avara etmek. push on devam etmek, ileri sürmek. push out denize açılmak. push through nihayetine kadar götürmek, bitirmek. push up yukarı sürmek. push up daisies argo ge- bermek. push one's way ileri gitmek. pushed for money para sıkıntısında. pushed for time vakti dar.

push

i. itiş, kakış, dürtüş, sürme; hücum; baş sıkılması, ihtiyaç, sıkıntı; basacak yer, düğme; argo ahbaplar takımı, kumpanya. push button elektrik düğmesi. pusher i. iten kimse veya şey; enerjik kimse; uyuşturucu madde satan kimse.

pushball

i. iri bir topu iterek oynanan bir oyun.

pushcart

i. el ile itilerek sürülen araba.

pushing

s. iten; enerjik, girişken; küstah, sataşkan.

pushover

i., argo kolay aldanır kimse, yemlik; kolay iş.

pushpin

i. raptiye.

pushup

i. yüzükoyun yatarak vücudu esnetme hareketi, şınav.

pusillanimous

s. korkak, tabansız, yüreksiz, çekingen.pusillani- mously z. korkakça. pusillanimity, pusil- lanimousness i. korkaklık, alçaklık.

puss

i., k.dili kedi; çocuk veya genç kadın (sevgi belirtisi). puss moth Avrupa'ya mahsus iri bir pervane. a sly puss kurnaz kız.

puss

i., argo yüz, surat.

pussy

(i.) kedi yavrusu, kedicik. Argoda kadın cinsel organı. Pussy willow, ipek gibi püskülleri olan bir söğüt ağacı.

pussyfoot

f., i. kedi gibi sessizce yürümek; kendi fikrini belirtmemek; i. fikrini belirtmeyen kimse.

pustulate

f., s., tıb. sivilceler hâsıl etmek, kabarcık haline girmek; s. sivilce dolu. pustulant i. sivilceler hâsıl eden bir ilaç. pustular s. sivilcelerle dolu, sivilce kabilinden. pustula'tion i. sivilce hâsıl etme, sivilcelenme; sivilce, kabarcık.

pustule

i. sivilce, kabarcık, püstül; bot. kabartı, sivilceye benzer benek. pustulous s. sivilcelerle dolu.

put

f. (-put, -ting) i., s. koymak, yerleştirmek; belirli bir şekle sokmak; sokmak; avucu yukarı tutarak atmak (gülle); sevketmek, harekete getirmek, zorlamak; hamletmek, üzerine yüklemek; söylemek, öne sürmek, reye koymak; acele gitmek, koşmak; kelimelerle ifade etmek; i. koyma; fırlatma, hamle, saldırış; s., k.dili yerleşmiş. put about çevirmek, geminin başını çevirmek. put across k.dili muvaffakıyetle yapmak; kabul ettirmek. put away bir tarafa koymak; saklamak; eski boşamak. put back geri koymak; eski yerine koymak; ilerlemesine mâni olmak; reddetmek; den. yoldan geri dönmek. put by saklamak, bir tarafa koymak. put down aşağı koymak, yere koymak, indirmek; bastırmak, menetmek; yazmak, kaydetmek; argo susturmak, ağzını kapamak; argo tenkit etmek. put forth tomurcuk sürmek; ileri sürmek, beyan etmek; çıkarmak, yayımlamak, neşretmek; meydana koymak; denize açılmak. put forward ileri sürmek, meydana sürmek; ileri al- mak (saat). put in içeri koymak, sokmak; arzetmek, göz önünde bulundurmak; tıb. yerleştirmek, yerine koymak; den. sığınmak; girmek; geçirmek (vakit). put off tehir etmek, geciktirmek, başka vakte bırakmak; çıkarmak (giysi); reddedilmek; den. açılmak, ayrılmak. put on giymek; taklidini yapmak, suretini takınmak; açmak; atfetmek, üzerine yüklemek; toplamak, şişmanlamak; argo aldatmak. put on airs caka satmak. put on one's guard birini ikaz etmek. put on Othello Othello piyesini sahneye koymak. put one on to dikkatini çekmek. put one's finger on keşfetmek. put one's foot in it pot kırmak, gaf yapmak. put out çıkarmak; söndürmek; utandırmak; rahatsız etmek; yanmak (beysbol); bozmak. put out of the way öldürmek. put over ba- şına amir veya memur olarak tayin etmek; geçirmek; tehir etmek, geri bırakmak; A.B.D., k.dili muvaffakıyetle yapmak. put over on k.dili aldatmak. Put the finger on (suçluyu) ihbar etmek, gammazlık etmek. put through bitirmek. put to bed yatağına yatırmak; baskı için son hazırlıkları yapmak. put to death öldürmek, idam etmek. put to rights doğrultmak, düzeltmek, tashih etmek. put two and two together imalı konuşmadan sonuç çıkarmak. put up yerine koymak; konservesini yapmak; misafir etmek; bina etmek, yapmak. put up with tahammül etmek, çekmek. put up to teşvik etmek.put up to one birine arzetmek; birinin reyine bırakmak. put upon rahatsız etmek. be put to it zor durumda bulunmak. stay put yerinde rahat durmak, yerinden kımıldamamak. I put it to you. Sizin arzunuza bırakıyorum. Put up your hands. Eller yukarı Teslim ol. Put me through (on the telephone). Bağlayın.

putamen

i. bot. şeftali cinsi meyva çekirdeği.

putative

s. farzedilen, varsayılan.

putdown

i., argo birisini susturucu veya bastırıcı söz.

putlog

i., mim. iskele kirişi.

puton

i., argo aldatma.

putrefy

f. çürümek, bozulmak; kokmak, kokuşmak; kangren olmak; çürütmek, kokutmak. putrefaction i. kokma, çürüme. putrefac'tive s. çürütücü.

putrescent

s. çürümekte olan; çürüklüğe ait. putrescence i. çürüklük, bozukluk; çürüme halinde olan şey. pu- trescible s. çürür, bozulur.

putrid

s. çürük, çürümüş, bozuk, bozulmuş, kokmuş; çürüklüğe alâmet olan. putrid'ity, putridness i. çürüklük; çürümüş şey.

putsch

i. komplo, ani ayaklanma.

putt

i., f., golf topu deliğe sokmak için hafif vuruş; f. bu suretle topa hafifçe vurmak. putter i. bu hafif vuruşa mahsus değnek. putting green golf deliğinin etrafındaki dümdüz kesilmiş çimenlik.

puttee

, putty i. dolak, tozluk yerine baldıra sarılan ensiz uzun kumaş.

putter

, potter f. ufak tefek işlerle meşgul olmak, oyalanmak, vakit geçirmek.

putty

i., f. camcı macunu; macuna benzer madde; sıvacılar tarafından kullanılan ince kireç harç;f. macunlamak.putty faced s. manasız ve ifadesiz yüzlü. putty knife macun sürmek için camcının kullandığı alet.

putup

s., k.dili önceden ayarlanmış. a putup job hileli iş, hile.

puzzle

i. bilmece; muamma; şaşkınlık, hayret; anlaşılmaz kimse. Chinese puzzle çok dolaşık bilmece veya mesele. cross word puzzle bulmaca. picture puzzle resim bilmecesi, resim teşkil eden bilmece.

puzzle

f. şaşırtmak hayret vermek, muamma gibi tesir etmek; şaşırmak, hayrete düşmek. puzzle over çok düşünmek, zihnini yormak. puzzle out muamma veya bilmeceyi halletmek. be puzzled şaşırmak, afallamak. puzzler i. muamma, müşkül mesele.

puzzlement

i. anlaşılmaz hal; şaşkınlık; şaşırtıcı şey.

puzzling

s. şaşırtıcı; üzücü.

pycnometer

i., fiz. yoğunluğu ölçmek için kullanılan ve bazen termometreli cam kap.

pyelitis

i., tıb. piyelit.

pyelogram

,-graph i. belirli bir mahlulü şırınga ettikten sonra böbrek ve idrar kanalının röntgenle alınan resmi. pyelography i. böyle resim alma.

pyemia

i., tıb. vücutta birçok çıban meydana getiren kan zehirlenmesi. pyemic s. böyle zehirlenme kabilinden.

pygmy

, pigmy s., i. cüce.

pygmy

, Pigmy i. çok kısa boylu Orta Afrika zencisi.

pyjamas

bak. pajamas.

pylon

i. Mısır'da eski tapınak kapısı; havaalanında büyük işaret kulesi; çelik telgraf direği, pilon.

pylorectomy

i., tıb. mide kapısını kesme ameliyatı.

pylorus

i., anat. mide kapısı, pilor. pyloric s. mide kapısına ait, pilorik.

pyogenic

s., tıb. cerahat hasıl eden; cerahat teşekkülüne ait.

pyongyang

i. Pyongyang, Kuzey Kore'nin başkenti.

pyorrhea

, pyorrhoea i., tıb. bir nevi dişeti hastalığı, piyore, diş etinden irin akması.

pyosis

i., tıb. cerahat oluşumu.

pyracantha

i. kuş alıcı, bot. Pyracantha.

pyramid

i. ehram, piramit; piramit şeklinde şey veya yığın;geom piramit, pyramidal s. piramit şeklinde. pyramidally z. piramit şeklinde olarak; son derece.

pyramidic

, -ical s. piramit şeklinde, piramit gibi.

pyrargyrite

i., min. siyahımsı veya koyu kırmızı renkte gümüş antimon sülfüru.

pyre

i. ölüleri yakmaya mahsus odun yığını; yanacak şey yığını.

pyrenees

i. Pireneler. Pyrene'an s. Pirene'li.

pyrethrum

i. pirekapan, bot. Pyrethrum.

pyretic

s., i., tıb. hummaya ait, humma ilâcına ait; i. humma ilâcı.

pyretology

i., tıb. humma ilmi, piretoloji, ateşli hastalıkları inceleyen tıp dalı.

pyrex

i., tic. mark. ateşe dayanıklı cam.

pyrexia

i., tıb. humma, yüksek ateş. pyrexial s. humma cinsinden, hummalı, hararetli.

pyrheliometer

i. güneş ısısını ölçme aleti.

pyridine

i., kim. katrandan elde edilen antiseptik bir madde.

pyriform

s. armut şeklinde.

pyrite

i., min. pirit, ottaş.

pyrites

i., çoğ., min. kükürtlü birkaç çeşit maden. pyritic(al) s. bu madenlere ait veya bunlara benzer.

pyro

önek ateş veya sıcaklıga ait.

pyrochemical

s. yüksek ısıyla meydana gelen kimyasal değişikliklere ait.

pyroclastic

s. jeol. volkanik hareketler tesiriyle parçalanmış.

pyrocrystalline

s., jeol. erimiş magmadan kristalleşmiş.

pyroelectric

s., i. ısı elektriğine ait; i. ısı elektriği.

pyroelectricity

i. bazı kristallerin ısınmasıyle meydana gelen elektriklenme, sıcakla üreyen elektrik, piroelektrik lilik.

pyrogallate

i., kim. pirogalol tuzu veya ruhu.

pyrogenic

, pyrogenous s. ateşten oluşan; tıb. ateş husule ge- tiren.

pyrognostics

i., çoğ., min. bir madenin erime kabiliyeti veya alevinin rengi gibi ateş tesiriyle meydana çıkan hususiyetleri.

pyrography

i. akkor halinde bir aletle tahta üzerine şekiller çizme sanatı. py'rograph i. bu suretle yapılan şekil veya tasvir. pyrograph'ic s. bu sanata ait.

pyrolatry

i., ateşe tapma, ateşperestlik.

pyroligneous

, -lignic s. ateş ısısı ile odundan çıkarılan. pyro- ligneous acid kahverengine çalan ve sirke asidi ihtiva eden kırmızı asit.

pyrology

i. kuyumcu lambası ile madenleri inceleme sanatı; ateş veya ısı ilmi. pyrologist i. madenleri sı- caklıkla inceleyen uzman.

pyrolusite

i., min. camcılıkta kullanılan manganez dioksid.

pyrolysis

i., kim. sıcak tesiriyle erime.

pyromagnetic

s., fiz. sıcaklık ve mıknatısın birleşik tesirinden meydana gelen veya bu tesire ait.

pyromancy

i. ateşe bakma suretiyle falcılık. pyromantic s. bu çeşit falcılığa ait.

pyromania

i. kasten yangın çıkarma deliliği, piromani, pyromaniac i. piroman.

pyrometer

i. yüksek sıcaklık derecelerini ölçme aleti, pirometre; ısı tesiriyle cisimlerde vücuda gelen genişlemeyi ölçme aleti. pyrometric(al) s. sıcaklık derecelerini ölçmeye ait.

pyromorphite

i., min. kristal veya katı cisimlerde bulunan yeşil, kahverengi veya sarı kurşun, piromorfit.

pyrope

i., min. bir nevi grena taşu.

pyrophorus

i. (çoğ. -ri) havayla temas edince kendiliğinden ateş alan bir madde veya terkip; ateş böceğinden daha parlak ışık veren Amerika'ya mahsus bir böcek.

pyrophotometer

i., fiz. ışınları camdan geçirme suretiyle yüksek sıcaklık derecelerini ölçen bir çeşit pirometre.

pyrophyllite

i., min. pirofilit, taş kalem yapmak için kullanılan genellikle beyaz veya yeşil renkte alüminyum silikat.

pyrosis

i., tıb. mide ekşimesinden dolayı boğazda duyulan yanma hissi.

pyrostat

i. pirostat, yüksek ısı için termostat.

pyrosulfate

i., kim. pirosulfat.

pyrotechnic

, -nical s. fişeklere veya fişekçiliğe ait. pyrotechnics i. fişekçilik; fişek eğlenceleri; ortalığı birbirine katan hareket. pyrotechnist i. eğlence fişekleri yapan usta. py'rotechny i. mihaniki işlerde ateş kullanma sanatı; fişek yapma sanatı.

pyrotoxin

i., biyokim. vücutta ateş yapan mikrop zehiri.

pyroxene

i., min. piroksen.

pyroxenite

i. piroksenden oluşmuş kaya.

pyroxyline

i. selüloz nitratlardan bileşmiş bir karışım, pamuk barutu.

pyrrhic

s. Epir kralı Pyrrhus'a ait. Pyrrhic victory büyük kayıplarla kazanılan başarı.

pyrrhonism

i. milâttan dört yüzyıl evvel Yunan filozofu Pyrrho'nun yaydığı şüphecilik felsefesi; aşırı septisizm. Pyrrhonist i. Pyrrho septisizmi taraftarı.

pyrrhotite

, -tine i., min. pirotit, bronz renginde parlak bir maden.

pyrrole

i., kim. kloroform gibi kokusu olan renksiz bir madde, pirol.

pythagorean

s., i. milâttan altı yüzyıl evvel yaşamış Yunan filozofu Pitagor'a ait; i. Pitagor taraftarı kimse. Pythagoreanism i. Pitagor tarafından öğretilen ruh göçü felsefesi.

pythia

i. Delfi tapınağındaki Apollon rahibesi.

pythiad

i. eski Yunanistan'da dört yılda bir yapılan spor oyunları arasındaki müddet.

pythian

s, i Delfi tapınağının ilahı Apollon'a ait; dört senede bir Delfi'de yapılan spor oyunlarına ait; i. Delfi tapınağındaki Apollon rahibesi.

pythogenic

s. pislikten veya çürümüş şeylerden meydana gelen.

python

i. Delfi civarında Apollon tarafından öldürülmüş olan çok büyük bir yılan; k.h. piton, zool. Python.

pythoness

i. gaipten haber veren falcı kadın.

pythonic

s. kehanet kabilinden; kehanette bulunmaya yeltenen; yılana ait.

pyuria

i., tıb. idrara cerahat karışması hastalığı.

pyx

i., f. Katolik kilisesinde mukaddes ekmeği saklamaya mahsus kutu; İngiltere darphanesinde miyar sikke muhafazasına mahsus sandık; f. sikkelerin ayarını kontrol etmek.

pyxidium

i., bot. olgunlaşınca üst tarafı kapak gibi açılan tohum zarfı, piksit.

pyxie

i., bot. Amerika'ya mahsus ve yıldız şeklinde çiçek veren bir çalı.

pyxis

i. (çoğ. pyxides) eski Yunanistan ve Roma'da kullanılan genellikle kapalı ve silindir şeklinde vazo; kutu, mücevherat kutusu; bot. piksit.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL