NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

pr ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: pr
Bulunan Sonuç: 683

pr

kıs. public relations.

pr.

kıs. pair, present, price.

practicable

s. yapılabilir, icrası mümkün; kullanışlı, elverişli. practicabil'ity i. kullanışlılık, pratiklik. practicably z. pratik surette, kullanışlı olarak.

practical

s. pratik, ameli; işe gelir, kullanışlı, elverişli, uygulanabilir; tecrübeli; işlek; fiili. practical joke eşek şakası. practical nurse pratikten yetişme hemşire. practically z. hakikaten, gerçekten; hemen hemen, yaklaşık olarak, takriben; faydalı surette, pratik olarak.

practicality

i. uygulanabilme, tatbik imkanı, elverişli olma; pratik iş.

practice

İng. practise i. tatbikat, uygulama; pratik; egzersiz, idman; alışkanlık, itiyat, adet; huk. dava açma usulü; sanat icrası; iş, müşteri çokluğu; çoğ. desise, hile, oyun. Practice makes perfect. Eg- zersiz veya idman yaparak ilerleme kaydedilir. Meşk kemale erdirir. Doctor Brown has a large practice. Doktor Brown'ın çok hastası var. in practice uygulamada, icraatta, tatbik mevkiinde. make a practice of doing something bir şeyi adet edinmek. out of practice melekesi körlenmiş, çoktan bırakmış. put into practice tatbik mevkiine koymak, uygulamasını yapmak. sharp practices hileli işler, dalavere. target practice atış talimi. the regular practice adet, alışkanlık, itiyat.

practice

İng. practise f. fiilen icra etmek, yapmak; çalışmak; uygulamak, tatbik etmek; bir meslekte çalışmak; pratik yapmak, egzersiz yapmak, talim etmek; kendini alıştırmak. Practice what you preach. Davranışlarınız sözlerinize uysun. Verdiğiniz telkini kendiniz tutun. practiced s. tecrübeli; alışık, talimli; idmanla elde edilmiş.

practitioner

i. pratisyen.

praemunire

i., İng., (eski) memleket dışında olan mahkemeye müracaat etme suçu.

praenomen

i. isim; eski Roma'da isim.

praetor

i. eski Roma'da hakim.

praetorian

s., i. imparatorun özel muhaflzlanna özgü; i. imparatorun muhafızlarından biri. Praetorian Guard eski Roma'da imparatorun muhafız kıtası; iktidarda bulunanların koruyucuları.

pragmatic

s. sebep ile sonuç arasındaki bağlantıyı araştıran çalışma ile ilgili; fels. pragmatizme ait; pratik. pragmatic sanction hükümdar fermanı.

pragmatical

s. pragmatik; pratik, ameli; günlük işlerle ilgilenen. pragmatically z. pragmatik olarak; ameli olarak, pratik olarak.

pragmatism

i., fels. pragmatizm, pragmacılık; pragmatik oluş. pragmatist i. pragmacı, pragmatist.

prague

i. Prag.

prairie

i., A.B.D., Kan. büyük çayırlık, ağaçsız geniş kır. prairie chicken A.B.D. çayır tavuğu, zool. Tympanuchus. prairie dog A.B.D. çayır köpeği, zool. Cynomys ludovicianus. prairie schooner A.B.D. eski zamanda kırları geçmeye mahsus üstü kaput bezi ile örtülü atlı araba.

praise

f., i. övmek, methetmek, sena etmek; hamdetmek, şükretmek; i. övgü, sena, medih, sitayiş; hamt, şükür.

praiseworthy

s. övülmeye değer, takdire layık. praiseworthily z. övülmeye layık bir şekilde, methe lâyık surette. praiseworthiness i. methe layık olma, değerlilik.

praline

i. cevizli şekerleme, pralin.

pram

i., İng., k.dili, bak. perambulator.

pram

i., den. düz tabanlı bir çeşit sandal.

prance

f., i. at gibi zıplayarak oynamak; zıplayarak oynayan ata binmek; caka satmak, gösterişli şekilde yürümek; atı zıplatıp oynatmak; i. zıplayıp oynama; caka satma.

prank

i., f. kaba şaka; oyun; f. oyun oynamak.

prank

f. çok süslemek, donatmak; gösteriş yapmak, caka satmak.

prat

i., (argo) kıç.

prate

f., i. gevezelik etmek, fazla konuşmak, boş laf etmek; i. gevezelik, boş laf.

pratfall

i., A.B.D., (argo) kıçüstü düşme.

pratincole

i. bataklık kırlangıcı, zool. Glareola pratincola.

pratique

i., Fr., den. pratika, karantinadan geçen gemiye verilen limana giriş izni.

prattle

f., i. çocukça ve safça konuşmak; gevezelik etmek; i. çocukça laf; boş lakırdı.

prawn

i. küçuk karides, deniz tekesi, zool. Palaemon serratus.

praxis

i. fiilen icra, uygulama, tatbikat.

pray

f. dua etmek, niyaz etmek; yalvarmak, istirham etmek; ibadet etmek, namaz kılmak. pray'er i. dua eden kimse.

prayer

i. dua, niyaz; temenni, rica; ibadet, namaz; dua edilen şey; huk. dilekçe, istida. prayer beads tespih. prayer book dua kitabı. prayer meeting dua meclisi. prayer rug seccade. prayer wheel (Tibet Budistlerine mahsus) dua yazılı kâğıtların sarıldığı dönen silindir.

prayerful

s. ibadetkar, zahit; dualı. prayerfully z. dua ile. prayerfulness i. ibadetkarlık.

pre-

( önek) önce, evvel, ön.

pre-adolescence

i. ergenlik çağı öncesi, 9-12 yaşlar arası.

pre-cambrian

s., jeol. kambriyum öncesine ait.

pre-med , premedical

s. tıp öğrenimine hazırlayıcı, tıp öğrenimi öncesi (kurslar veya öğrenci).

pre-raphaelite

i. Rafael öncesi sanat görüşünü izleyen ressam.

preach

f. va'zetmek; telkin etmek; nasihat etmek, öğüt vermek. preach against aleyhinde va'zetmek.

preacher

i. vaiz. preaching i. vaız, va'zetme; öğüt. preach'ment i. vaız; va'zetme; can sıkıcı nasihat, uzun ve sıkıcı sözler.

preachy

s. fazla nasihatli.

preamble

i. başlangıç, mukaddeme, önsöz.

preamplifier

i., (radyo) önamplifikatör.

prearrange

f. önceden düzenlemek, tertip etmek. prearrangement i. önceden alınan tertibat.

prebend

i., İng. katedralin papaza bağladığı tahsisat; bu tahsisatı temin eden vakıf; katedralden tahsisat alan papaz. prebendary i. katedralden tahsisat alan papaz.

precancel

f. pulları postalamadan önce damgalamak.

precarious

s. güvenilmez, istikrarsız, esassız, asılsız, kararsız, şüpheli; nazik, tehlikeli, rizikolu; (eski) başkasının keyfine tabi. precariously z. tehlikeli bir şekilde; istikrarsızca. precariousness i. tehlikeli hal, riziko.

precatory

s. niyaz kabilinden, yalvarma niteliğindeki.

precaution

i. ihtiyat, basiret, önceden alınan tedbir. precautionary s. ihtiyat kabilinden. precautious s. tedbirli, ihtiyatlı; ihtiyat kabilinden.

precede

f. önde olmak, önce gelmek, takaddüm etmek; önünden yürümek; önce vaki olmak.

precedence

i. önce gelme; üstünlük; önce vaki olma, takad- düm. take precedence takaddüm etmek, başta gelmek. order of precedence kıdem sırası.

precedent

s. önceki.

precedent

i. emsal, numune, örnek; evvelce vaki olmuş ve tekrar vuku bulması hak veya adet olan şey; teamül, yapılageliş.

preceding

s. takip edilen, önde bulunan. the preceding bundan evvelki, yukarıda gösterilen.

precentor

i. kilisede müziği idare eden kimse.

precept

i. emir, hüküm; ahlâki kural; yönerge, talimat; huk. mahkeme emri. precep'tive s. nasihat kabilinden, ihtar yollu.

preceptor

i. öğretmen, hoca; okul müdürü. preceptor'ial s. öğretmenle ilgili. preceptorship i. öğretmenlik, hocalık. preceptress i. kadın öğretmen; okul müdiresi.

precession

i. önce geliş, takaddüm; astr. presesyon. precession of the equinoxes astr. gün-tün eşitliği zamanının gerilemesi, presesyon.

precinct

i. mıntıka, bölge, yöre, havali; çevre; A.B.D. seçim bölgesi.

preciosity

i. aşırı titizlik.

precious

s., z., i. kıymetli, değerli; çok pahalı; ender; aziz, çok sevilen; aşırı itinalı, fazla nazik, müşkülpesent; k.dili rezil; z., k.dili çok, ziyadesiyle; i. sevgili. precious little çok az. precious metals altın ve gümüş gibi kıymetli madenler. precious stone kıymetli taş, mücevher. preciously z. değerli surette; fazla titizlikle. preciousness i. pahalılık; değer, kıymet; aşırı incelik.

precipice

i. uçurum; sarp kayalık.

precipitance , cy

i. acele, telâş; acelecilik. precipitant s., i. acele giden; acele yapılmış; i. kimyasal veya mekanik çökelme yapan bir madde.

precipitate

f. zamanından önce meydana getirmek; yüksek bir yerden aşağı atmak; acele ettirmek, hızlandırmak; kim. tortusunu ayırmak, teressüp ettirmek, çökeltmek; meteor. (yağmur veya kar şeklinde) yere düşmek, yağmak; fiz. buharı teksif etmek; yüksek yerden aşağı düşmek veya atılmak; körü körüne acele etmek; kim. çökelmek, çökmek. precipitable s. dibine çökebilir. precipita'tion i., meteor kar veya yağmurun yere düşmesi, düşen kar veya yağmur miktarı, yağış; tortunun dibe çökmesi, çökelme; baş aşağı gidiş veya düşüş; acelecilik, telâş.

precipitate

i., s. tortu, çöküntü, rüsup; s. aceleci; baş aşağı düşen veya akan; düşüncesiz; acele ile yapılmış; birdenbire gelen veya olan, ani. precipitately z. acele ile, telaşla. precipitateness i. acelecilik.

precipitous

s. dik, sarp; uçurum gibi, uçurumlardan ibaret; atılgan, aceleci. precipitously z. baş aşağı olarak; aceleyle, telâşla. precipitousness i. baş aşagı oluş; telaş, acele.

precis

i. özet, öz, hulâsa.

precise

s. tam, tamam, kati, kesin, sahih, çok dikkatli, dakik; kural dışına çıkmayan; kusursuz; kesinlik ve açıklıkla ifade edilmiş. precisely z. dikkatle, kesinlikle; tamamen; muhakkak. preciseness i. katiyet, kesinlik; dakiklik.

precision

i., s. dikkat, katilik, kesinlik; sıhhat; dakiklik; doğruluk, sarahat, vuzuh; s. dakik. precision bombing tam isabetli bombardıman.

preclinical

s., tıb. klinik devresinden evvel.

preclude

f. bir önceki hareketten dolayı imkânsız hale getirmek, engel olmak, mâni olmak; dışarıda bırakmak.

precocious

s. vaktinden evvel gelişmiş, erken inkişaf etmiş. precociously z. erken gelişerek.

precociousness , precocity

i. erken gelişme.

precognition

i. önceden bilme veya haberi olma; İskoç., huk. ilk soruşturma.

preconceive

f. önceden düşünüp hakkında fikir edinmek; peşin hüküm vermek. preconcep'tion i. önceden anlama; tarafgirlik; peşin hüküm verme; önyargı, peşin hüküm; yanlış fikir .

preconcert

f. önceden kararlaştırmak. preconcertedly z. önceden kararlaştırılmış bir şekilde .

precondition

i., f. peşin şart; f. önceden hazırlamak.

precook

f. önceden pişirmek..

precursor

i. haberci, müjdeci, muştucu. precursory s. önceden haber veren; ön, ilk.

predacious

s. yırtıcı, av ile geçinen; yırtıcı hayvanlara ait.

predate

f. erken tarih atmak; daha önce gelmek.

predation

i. saldırıp parçalama, yırtıcılık.

predator

i. yırtıcı kimse veya hayvan; yağma eden kimse.

predatory

s. yağmacılık veya soygunculukla geçinen; yırtıcı, avlanarak yaşayan.

predecease

f. (birinden) önce ölmek.

predecessor

i. birinden önce gelen kimse, öncel, selef; ata, cet.

predesignate

f. önceden tayin etmek.

predestinarian

s., i. kadere mahsus; kadere inanan; i. kadercilik- yanlısı. predestinarianism i. kadercilik.

predestinate

f., s. önceden mukadder kılmak, önceden nasip etmek; s. kısmet olan.

predestination

i. takdir, kader, kaza, nasip, kısmet; takdiri ilâhi.

predestine

f., bak. predestinate .

predetermine

f. önceden tayin veya takdir etmek; önceden kararlaştırmak. predeterminate s. önceden tayin olunmuş. predetermina'tion i. önceden tayin veya takdir.

predicable

s., i. iddia edilebilir, önermede hüküm ve isnadı mümkün, yüklemleşir; i. iddiası mumkün olan herhangi bir şey. predicabil'ity i. isnat imkanı.

predicament

i. kötü hal, bela; hal, halet, durum, vaziyet; man. cins, kategori.

predicate

f. doğrulamak, teyit etmek; belirtmek, ifade etmek, göstermek; dayanmak. predicate on dayandırmak, isnat etmek. predica'tion i. hüküm, isnat .

predicate

i., s., gram., man. yüklem, haber; bir önermede kabul veya reddedilmiş nokta; s. yüklemle ilgili.

predicative

s. tasdik edici, doğrulayıcı. predicatively z., gram. yüklem olarak.

predicatory

s. vaız niteliğindeki.

predict

f. bir şeyin vukuunu önceden haber vermek, kehanette bulunmak. prediction i. kehanet, önceden haber verme.

predigest

f. önceden hazmetmek, gıdayı suni hazma tabi tutmak. predigestion suni hazım.

predilection

i. taraftar olma, tarafını tutma, tercih.

predispose

f. önceden hazırlamak, peşinen taraftar olmak; anık kılmak. predisposi'tion i. meyil, eğilim, istidat, kabiliyet.

predominant

s. üstün, hâkim, faik, galip. predominance, cy i. üstünlük, galebe, faikıyet. predominantly z. üstün gelerek, hâkim olarak.

predominate

f. üstün olmak, faik olmak, galip gelmek; hâkim olmak. predominatingly z. galip gelerek; en fazla, başlıca, daha çok.

preeminent

s. üstün, mümtaz, seçkin, faik. preeminence i. üstünlük. preeminently z. en uygun olarak; en üstün şekilde.

preempt

f. önceden ayırmak; herkesten önce satın almak; herkesten önce satın alma hakkına sahip olmak. preemption i. herkesten önce satın alma hakkı. preemptive s. önceden satın almaya hakkı olan; ask. kendi memleketini korumak için önce davranan. preemptive strike öbür tarafın muh- temel saldırısına karşı önceden saldırma.

preen

f. gaga ile düzeltmek (tüy); saç düzeltmek; kendini tebrik etmek, kendi ile övünmek.

preexist

f. bir zaman veya olaydan önce mevcut olmak.

pref.

kıs. preface, prefix.

prefab

i. prefabrike yapı.

prefabricate

f. önceden hazırlamak, önceden imal etmek; bir binanın kurulmasını kolaylaştırmak için aksamını önceden hazırlamak.

preface

i., f. önsöz, mukaddeme, başlangıç; f. önsöz ile başlamak; kitabın önsözünü yazmak; önsöz yerine geçmek.

prefatory

s. önsöz niteliğindeki, mukaddeme kabilinden.

prefect

i. eski Roma'da vali, yüksek rütbede memur; baş memur, reis; Paris polis şefi; özel okullarda bazı sorumlulukları olan öğrenci.

prefecture

i. bir vali veya yüksek rütbeli memurun sorumlu olduğu bölge, makam, hizmet süresi.

prefer

f. (-red,- ring) yeğlemek, tercih etmek; daha çok beğenmek; huk. daha ziyade hak vermek; sunmak, arzetmek, takdim etmek; (eski) terfi ettirmek. prefer charges davacı olmak. preferred stock tic. imtiyazlı hisse.

preferable

s. tercih olunur, daha iyi. preferably z. tercihen.

preference

i. tercih; tercih hakkı veya yetkisi; rüçhan; tercih olunan herhangi bir şey; huk. tediye hususunda öncelik. give preference to tercih etmek have prefer ence over tercih hakkına sahip olmak. right of preference huk. rüçhan hakkı.

preferential

s. tercih hakkı olan; tercihli; tercih eden veya edilen. preferential tariff gümrükte rüçhanlı tarife, asgari tarife.

preferment

i. terfi, yükselme.

prefigure

f. önceden canlandırmak; önceden düşünüp hayal etmek. prefigura' tion i. önceden canlandırma. prefigurative z. ilerde vaki olacak bir olayı temsil eden.

prefix

f. (kelime başına) önek koymak.

prefix

i. önek, kelimenin başına ilave olunan ek; bir ismin önüne konan unvan.

preggers

s., İng., (argo) hamile.

pregnable

s. fethedilebilir, zaptedilebilir; hücum edilebilir.

pregnant

s. gebe, hamile; fikirlerle dolu, semereli; manalı, dolgun. pregnancy i. gebelik. extrauterine pregnancy karın gebeliği. tubular pregnancy dış gebelik. pregnantly z. gebe olarak; fikirle dolu bir şekilde, manalı olarak.

prehensile

s. (maymun kuyruğu gibi) sarılma ve kavrama hassası olan.

prehension

i. tutma, yakalama; anlayış, kavrayış.

prehistoric

s. tarihöncesi, tarihten önceki.

prehistory

i. tarihöncesi.

preignition

i. motorda erken ateşleme.

prejudge

f. önceden hüküm vermek, bir davayı ayrıntılarıyle dinlemeden hüküm vermek.

prejudice

i., f. önyargı, peşin hüküm; tarafgirlik; haksız hüküm veya işten gelen zarar; garaz; f. birine tesir ederek haksız hüküm verdirmek; haksız hüküm veya iş ile zarara uğratmak. prejudice against -e karşı haksız önyargı. prejudice in favor of lehine önyargı. without prejudice önyargısız; huk. haklarına dokunmaksızın. prejudiced s. tarafgir.

prejudicial

s. önyargılı; zararlı, muzır. prejudicially z. önyargıyla; zararlı surette. prejudicialness i. tarafgirlik; muzır olma, zarar.

prelate

i. yüksek rütbeli din adamı, piskopos. prelacy i. piskoposluk.

prelect

f. konferans vermek, ders vermek.

prelibation

i. önceden tatma.

preliminary

s., i. başlangıç olan, hazırlayıcı, ilk, ön; i., çoğ. başlangıç, ön hazırlık; eleme maçı; üniversitede ön sınav, yeterlik sınavı.

prelude

i., f. başlangıç, giriş; müz. peşrev, fasıl başlangıcı, prelüd; f. bir başlangıçla açmak.

prelusive,-sory

s. başlangıç olan. prelusively z. başlangıç olarak.

premature

s. vaktinden evvel olan veya gelişen; mevsimsiz; erken doğan. prematurely z. vaktinden evvel, mevsimsiz olarak, erken. prematurity i. vaktinden evvel gelişme, mevsimsizlik.

premeditate

f. önceden düşünmek, tasarlamak, amaçlamak. premeditated s. tasarlanmış, kasıtlı. premedita'tion i. tasarlama, kasıt; önceden düşünme.

premier

s., i. birinci, ilk; baş, asıl; i. başbakan. premiership başbakanlık.

premiere

i. bir piyesin ilk defa olarak oynanması, gala; (tiyatro) baş kadın oyuncu.

premillennial

s. kıyametten evvel gelecek bin seneden önce. premillennialism i. Hazreti İsa'nın kıyametten önceki bin seneden evvel geleceği öğretisi. premillenialist, premillenarian i. bu inanca bağlı kimse.

premise

f. tanıtma veya açıklama yoluyle önceden belirtmek; bir önerme veya tartışmanın nedeni olarak ileri sürmek.

premise , premiss

i., man. tasımda birleşerek bir sonuç meydana getiren her iki önermeden biri, öncül, terim; huk. bir feragatname veya vasiyette söz konusu olan ana madde; çoğ. bina ve müştemilâtı. in these premises bu duruma göre, bu şartlar altında. major premise man. büyük terim. minor premise man. küçük terim. on the premises bina müştemilâtı içinde.

premium

i. prim; (satışta) hediye; sigorta ücreti; bir şeye itibari değerinden fazla olarak verilen fiyat; hisse senetleri veya paranın mübadele farkı; değer; yarışmada verilen ödül. at a premium fazla fiyatla, itibari değeri üstünde; çok rağbette, çok aranılan.

premolar

s., i. köpekdişlerinin hemen yanındaki iki azıdişine ait; i. bu iki azıdişinden biri, küçük azıdişi.

premonition

i. önsezi; uyarma.

prenatal

s. doğumdan önceye ait.

prenomen

bak. praenomen.

preoccupancy

i bir mülkü başkasından evvel işgal etme.

preoccupation

i. zihin meşguliyeti.

preoccupy

f. başkasından evvel ele geçirmek; işgal etmek; zihnini işgal etmek. be preoccupied zihni meşgul olmak.

preordain

f. önceden buyurmak veya karar vermek, önceden nasip etmek.

preordination

i. önceden takdir.

prep

kıs. preparatory, preposition.

prep

s., k.dili hazırlayıcı.

prepackage

f. önceden tartıp paketlemek.

preparation

i. hazırlama; hazırlık; hazırlanan şey; hazır ilâç.

preparative

s., i. hazırlayıcı; hazırlık, hazırlama.

preparatory

s. hazırlayıcı, hazırlık niteliğindeki. preparatory school üniversiteye hazırlayan özel okul. preparatory to sending it gönderilmesi için hazırlık olarak.

prepare

f. hazırlamak; düzenlemek; donatmak; pişirmek; yapmak; hazırlanmak, hazır olmak.

preparedness

i. hazırlık, hazır olma; gerektiğinde savaşa hazır bulunma.

prepay

f. (-paid) parasını önceden vermek, peşin ödemek. prepayable s. peşin ödenir. prepayment i. peşin ödeme.

prepense

s., huk. önceden düşünülmüş, tasarlanmış, kasıtlı. malice prepense kasti kötülük.

preponderate

f. ağır çekmek; baskın gelmek, ağır basmak, galip gelmek; hâkim olmak. preponderance, -cy i. çoğunluk, üstünlük. preponderant s. ağır basan, baskın gelen, hâkim, galip. preponderantly z. üstün şekilde, çoğunlukla.

preposition

i. (edat) prepositional s. edat kabilinden.

prepositive

s., i., gram. nitelenen kelime önüne eklenmiş (kelime).

prepossess

f. meşgul etmek, zihnini işgal etmek; lehinde fikir hasıl ettirmek. prepossession i. tarafgirlik; zihin meşguliyeti.

prepossessing

s. cazibeli, alıcı. prepossessingly z. cazibeyle.

preposterous

s. akıl almaz, inanılmaz, mantığa aykırı, abes. preposterously z. mantıksızca.

prepotent

s. çok güçlü, nüfuzlu; biyol. dölüne daha fazla özellikler geçirme yeteneği olanç prepotency i. nüfuzluluk; biyol. dölüne kendi özelliğini geçirme yeteneği.

prepuce

i., anat. sünnet derisi, gulfe. prepu'tial s. gulfeye ait.

prerequisite

s., i. önceden gerekli olan (şey).

prerogative

i., s., huk. öncelik hakkı, ayrıcalık, yetki, hak; s. ayrıcalı.

presage

i., f. geleceği bildiren belirti; önsezi; f. olacağı önceden söylemek veya göstermek; kehanet etmek.

presbyopia

i., tıb. yaşlılık sonucu olarak yakını görme özelli- ğinin zayıflaması, presbitlik. presbyopic s. presbit.

presbyter

i. kilise ileri gelenlerinden biri; papaz; Presbiteryen kiliselerinde yönetim kurulu üyesi. presbyterial s. yönetim kuruluna ait.

presbyterian

s., i. ihtiyarlar meclisince yönetilen kilise sis- temine ait; i., b.h. bu sistemle yönetilen kilisenin üyesi.

presbytery

i. kilisede yalnız papazların girebildiği perdeli veya kapalı kısım; Presbiteryen kiliselerinde yö- netim kurulu.

preschool

s. okul öncesi.

prescience

i. önceden bilme.

prescient

s. önceden bilen.

prescind

f. ayrı olarak düşünmek; yerini değiştirmek, ortadan kaldırmak. prescind from (bir şeyden) dikkatini çevirmek.

prescribe

f. nizam koymak; emretmek; tıb. salık vermek, vermek (ilâç); huk. zaman aşımına dayanarak hükümsüz kılmak; zaman aşımına tabi olmak; zaman aşımı ile hak kazanmak.

prescript

s. yetkiyle kararlaştırılmış.

prescript

i. kanun, emir, yönerge, hüküm.

prescription

i. emir, talimat; tıb. reçete; huk. zaman aşımına dayanan hak; devam eden âdet.

prescriptive

s. sıkı kurallar koyan; âdet hükmüne geçmiş, yapılagelen; huk. zaman aşımıyle kazanılmış.

presence

i. huzur, hazır bulunma, varlık; duruş; hayal, görüntü. presence of mind serinkanlılık, soğukkanlılık. in the presence of a large company büyük bir topluluk önünde. saving your presence (eski) hâşa huzurdan, sözüm yabana, sözüm meclisten dışarı, affedersiniz. Your presencs is requested. Hazır bulunmanız rica olunur.

present

i. hediye, bahşiş, armağan.

present

f. takdim etmek, sunmak, arz etmek; tanıştırmak; huzura çıkarmak; göstermek; bir memuriyet için ismini arz etmek; nişan almak (tüfek). present a person with a thing, present a thing to a person birisine bir şey sunmak. present an appearance görünmek; hazır bulunmak. present arms ask. silâhı önde tutarak selâm vaziyetinde durmak. present oneself meydana çıkmak, görünmek. present some difficulty güçlük çıkarmak.

present

i. şimdiki zaman; şimdiki durum; gram. hal kipi, şimdiki zaman kipi. at present şimdiki halde, şimdiki durumda. for the present şimdilik, şu anda.

present

s. şimdiki; hazır, mevcut; gram. şimdiki zamanı gösteren. in the present case bu durumda; gram. şimdiki zaman kipinde. the present writer bu yazıyı yazan, imza sahibi. the present worth of şimdiki değeri.

present-day

s. şimdiki, günümüzün.

presentable

s. takdim olunabilir, sunulabilir; düzgün görünüşlü.

presentation

i. sunma, takdim; gösterme; huzura çıkma; verilme, sunulma; tiyatro oyunu; psik. kavrama gücü; tıb. doğumda ceninin duruş şekli. presen- tation copy hediyelik nüsha.

presentative

s., psik. akıl ile kavranır; hemen kavrayan veya hisseden.

presentee

i. görev veya ödenek alan kimse.

presentiment

i. önsezi.

presentive

s. bir fikir veya kavramı akla getiren.

presently

z. birazdan; şimdi, şimdilik; (eski) veya leh. derhal, hemen.

presentment

i. sunma, takdim; göz önüne koyma, sergileme; betimleme, resim; huk. büyük jüri raporu; tic. senet gösterme.

preservation

i. saklama, saklanma; muhafaza, koruma.

preservative

s., i. saklayan, koruyan; i. koruyucu şey, bozulmayı önleyici kimyasal madde.

preserve

i., gen. çoğ. reçel, şekerleme; av hayvanları için ayrılmış koru.

preserve

f. korumak, esirgemek, vikaye etmek; saklamak; reçelini yapmak; konsevesini yapmak; çürümesini veya bozulmasını önlemek, sağlam tutmak, dayandırmak. preservable s. korunabilir, saklanabilir; konservesi yapılabilir. well preserved dinç, genç kalmış.

preshrunk

s. dokuma sırasında çektirilmiş (kumaş).

preside

f. başkanlık etmek; nezaret etmek.

presidency

i. başkanlık, reislik; başkanlık süresi; b.h. eskiden Hindistan'da en büyük üç eyaletten biri (Madras, Bombay ve Bengal).

president

i. başkan; baş, reis; şef, amir.

presidential

s. başkanlığa ait.

presidial , presidiary

s. garnizona ait, garnizonu olan.

presidio

i. garnizonlu küçük kale.

presidium

i. Rusya'da hükümet yönetim kurulu.

press

i. basın, basılmış şeyler ve özellikle gazeteler; basın mensupları; gazete yazısı; matbaa makinası; matbaa, basımevi; baskı tezgâhı; pres, cendere, mengene; sıkıştırma; kalabalık, yığışma; sıkışma, acele, baskı, iş çokluğu; baskı sanatı; elbise dolabı; (giyside) ütü. press agent (sanatçının) basın sözcüsü. press association basın kurumu. press box herhangi bir yerde basın mensuplarına ayrılan yer. press clipping gazet. kupür. press conference basın toplantısı. press gallery basın locası. press of canvas yelkenin rüzgârın elverdiği kadar açılması. press proof matb. son prova, makina provası. press release basın bildirisi. freedom of the press basın özgürlüğü. go to press matbaaya verilmek, basılmak. hat press şapka kalıbı. hay press ot presesi. in press basılmakta. off the press bas- kıdan çıkmış. oil press yağhane. the press of modern life zamanın gerektirdikleri. the yellow press günlük olayları abartmalı ve hissi bir dille yayımlayan gazeteler.

press

f. basmak; sıkmak, sıkıştırmak; sıkıp suyunu veya yağını almak, özsuyunu almak; sıkıştırmak, baskı yapmak, zorlamak, üstüne düşmek, ısrar etmek; sıkıca sarılmak; zorlamak; hızlı sürmek, çok koşturmak; ütülemek; kitle halinde ilerlemek. press forward hızla ilerlemek. Don't press your luck. Şansına güvenme. Time is pressing. Vakit dar.

pressed

bak. press; s. sıkışmış; bastırılmış. pressed brick fırına sürülmeden önce kalıba konulmuş tuğla. be pressed for time vakti olmamak, acele işi olmak.

presser foot

dikiş makinasında ayak.

pressing

s. acele, evgin; sıkı. pressingly z. sıkıştırarak, acele ile.

pressman

i. basımcı; İng. gazeteci, muhabir; ütücü.

pressmark

i. kütüphanelerde kitabın hangi rafa ait olduğunu belirtmek üzere kitap içine konulan işaret.

pressroom

i. basım odası.

pressure

i. baskı, tazyik, basınç; hücum; basınç kuvveti. pressure cabin hav. tazyikli kabin. pressure cooker düdüklü tencere. pressure gauge basıölçer, manometre. pressure group hükümete tesir etmeye çalışan nüfuzlu grup; kendi çıkan için meclise veya umuma baskı yapan grup. pressure point tıb. deride basınca karşı hassas olan nokta. atmospheric pressure hava basıncı. blood pressure tansiyon. bring pressure to bear zorla yaptırmaya çalışmak, sıkıştırmak. financial pressure para sıkıntısı. high pressure yüksek basınç. hydrostatic pressure sıvı maddelerin basınç kuvveti. low pressure alçak basınç. standard pressure standart basınç. work at high pressure son süratle çalışmak. work under pressure baskı veya zor altında çalışmak.

pressurize

f. tazyik altında tutmak; hav. yüksek uçuşlarda uçağın içindeki havayı yeterli basınçta tutmak.

presswork

i. matbaa işi, basım işi; basılmış şeyler.

prestidigitator

i. hokkabaz, el çabukluğu ile hüner gösteren kimse. prestidigita'tion i. hokkabazlık.

prestige

i. prestij, itibar, nüfuz, tesir, ün, şöhret. prestigious s. prestijli, tanınan.

prestissimo

z., s., İt., müz. çok hızlı.

presto

z., İt., müz. presto.

presume

f. farzetmek, tahmin etmek; ihtimal vermek; haddini aşmak, cüret etmek, cesaret etmek. presume on istismar etmek. presumably z. tahminen, galiba.

presumption

i. haddini bilmeyiş, haddini aşma, cüret, küstahlık; zan, farz, tahmin; huk. bilinen gerçeklere dayanarak çıkarılan sonuç, ipucu.

presumptive

s. muhtemel; zan ve karşılaştırmaya dayanan. presumptive evidence durum ve şartlardan çıkarılan kanıt. heir presumptive bak. heir.

presumptuous

s. küstah, mağrur, kibirli. presumptuously z. küstahça. presumptuousness i. küstahlık.

presuppose

f.önceden farzetmek; gerekmek.

presupposition

i.önceden farzedilen şey.

pretend

f.yapar gibi görünmek, yalandan yapmak, taslamak; taklit etmek, benzetmek; (to ile) iddiada bulunmak. pretend illness yalandan hasta olmak, sayrımsamak. pretend to be a scholar bilginlik taslamak. pretend to the throne tahtta hak iddia etmek.

pretender

i. hakkı olmadan bir şeyi isteyen kimse, özellikle krallık tahtında hak iddia eden kimse.

pretense

İng. pretence i. hile, bahane, hileli söz. false pretenses sahte görünüş, sahte tavır. make a pretense of yapar gibi görünmek, yalandan yapmak. on the slightest pretense en ufak bahane ile.

pretension

i. iddia, hak iddiası, istek; haksız istek veya iddia; gösteriş.

pretentious

s. gösterişçi, kurumlu. pretentiously z. gösterişle. pretentiousness i. gösterişçilik.

preter-, praeter-

(önek) -den öte, ötesinde.

preterhuman

s. insanüstü.

preterit

s., i., gram. geçmiş zamanı gösteren; i. geçmiş zaman kipi.

pretermit

f. (-ted, -ting) vaz geçmek; ihmal etmek; göz önünde tutmamak. pretermission i. ihmal; vaz geçme.

preternatural

s. olağandışı; doğaüstü.

pretext

i. bahane, sözde sebep.

pretor

bak. praetor.

pretoria

i. Pretoria.

prettify

f. güzelleştirmek, gereğinden fazla süslemek.

pretty

s., z. güzel, hoş, sevimli, latif; iyi, âlâ; k.dili epey büyük; z. oldukça, epeyce, hayli. pretty difficult hayli güç. pretty much the same hemen hemen aynı, yine öyle. pretty well suited iyi uymuş. a pretty mess berbat iş. cost a pretty penny çok pahalı olmak. sitting pretty k.dili cebi dolu.

pretzel

i. üstü tuzlanmış bir çeşit gevrek halka.

prevail

f. yenmek, galip olmak; hakim olmak; yürürlükte olmak; yaygın olmak, âdet olmak; başarmak, etkili olmak. prevail on razı etmek, ikna etmek, gönlünü yapmak. prevail over, prevail against galip gelmek.

prevailing

s. galip gelen, hâkim olan, üstün gelen; en sık esen (rüzgar); geçerlikte olan, yaygın. prevailingly z. galip gelerek; en çok, genellikle.

prevalence

i. hüküm sürme, hakim olma; yaygınlık.

prevalent

s. olagelen, hüküm süren, etkili, yaygın, âdet hükmünde olan. prevalently z. genellikle; hâkim olarak.

prevaricate

f. yalan söylemek; kaçamaklı cevap vermek, kaçamaklı sözle aldatmak. prevarica'tion i. yalan. prevaricator i. yalancı kimse.

prevenance

i., Fr. başkalarının ihtiyaçlarını evvelden düşünme.

prevenient

s. önünden giden, önce gelen; koruyucu. prevenience i. önce gelme, önceden yapma.

prevent

f. önlemek, engellemek, durdurmak, önünü almak. preventable s. önlenebilir, önüne geçilebilir, durdurulur. prevention i. önleme, engelleme.

preventive

s., i. önleyici, engelleyici; i. önleyici şey; önleyici tedbir. preventive detention A.B.D. suçluların, yeni suç işlememesi için, yargılanıncaya kadar hapse atılması. preventive measures önleyici tedbirler. preventive war önleme savaşı. preventively z. önleyici surette.

preventorium

i. prevantoryum.

preview

i., sin. gelecek programdan gösterilen parçalar.

previous

s. evvel, evvelki, eski, sabık; k.dili vaktinden evvel olan. previous to this bundan evvel. move the previous question mecliste görüşmeyi kısa kesmek için meselenin oya konup konmaması. ko- nusunda oya baş vurmak. previously z. önceden, evvelce.

prevision

i. basiret, sağduyu; önceden görme, önsezi.

prewar

s. savaş öncesine ait.

prexy

i., (argo) başkan; rektör.

prey

i., f. av; f. av ile beslenmek. prey on avlamak; sıkmak, sıkıntı vermek. bird of prey yırtıcı kuş.

priapism

i., tıb. tenasül uzvunun cinsel zevk bulunmaksızın dik durması.

price

i., f. paha, fiyat; değer, kıymet; rüşvet; mükafat;f. fiyat koymak, paha biçmek; k.dili fiyatını sormak. price ceiling azami fiyat, tavan fiyatı. price cutting fiyat kırma. price fixing asgari veya azami fiyat koyma, narh. price list fiyat listesi, tarife. price range fiyat dağılımı. price rigging kanundışı ve gizli olarak. asgari fiyat üzerinde anlaşma. price tag fiyat etiketi; fiyat. price war rekabet için maliyetin altında satış. at any price her ne pahasına olursa olsun. beyond price paha biçilmez; rüşvet almaz. cost price maliyet fiyatı. current price cari fiyat, piyasa fiyatı. high price yüksek fiyat. low price düşük fiyat. normal price normal fiyat. reduced price indirimli fiyat. price out of the market yüksek fiyat konulduğu için satamamak. set a price on one's head bir kimsenin ölüsünü veya dirisini teslim edene para mükâfatı vaat etmek. without price paha biçilmez.

priceless

s. değer biçilmez, çok kıymetli; k.dili çok komik, gülünç.

prick

i. iğneleme, iğnelenme; sivri uçlu alet; diken; A.B.D., (argo) penis; diken batması gibi ağrı; iğne delmesi, diken batması; (eski) üvendire. prick of conscience vicdan azabı.

prick

f. hafifçe delmek, iğne veya diken sokmak; mahmuzla dürtmek; vicdan azabı vermek; batma acısı duymak. prick out a pattern iğne batırarak el işi modeli yapmak. prick the bubble önemli sanılan birinin foyasını meydana çıkarmak; bir ümidi boşa çıkarmak. prick up one's (its) ears kulak kabartmak; (hayvan) kulaklarını dikmek.

pricker

i. dürten veya iğne gibi batan şey; diken.

pricket

i. iki yaşında erkek geyik; şamdan iğnesi.

prickle

i., f. karıncalanma; diken, sivri uç; f. hafifçe batırmak, diken sokmak; iğnelenmek, karıncalanmak.

prickly

s. dikenli; karıncalanan, iğne gibi batan. prickly ash dikenli dişbudağa benzeyen bir ağaç, bot. Xanthoxylum americanum, prickly heat isilik. prickly pear hintinciri, frenkinciri, firavuninciri, bot. Opuntia ficus india. prickliness i. dikenlilik; küseğenlik.

pride

i., f. gurur, kibirlilik, kibir, azamet, övünme, iftihar; iftihar edilecek şey; (eski) görkem, saltanat, debdebe; aslan sürüsü; f. tüylerini kabartmak (kuş). pride oneself on something bir şey ile övünmek. pride of place en yüksek mevki. false pride boş gurur. humble one's pride birinin kibrini kırmak. take pride in (bir şey) ile iftihar etmek.

priest

i. papaz, rahip, karabaş. parish priest mahalle papazı.

priestcraft

i., aşağ. papazlık sanatı.

priestess

i. tapınakta dinsel törenleri yürüten kadın.

priesthood

i. papazlık; papazlar.

priestly

s. papaz gibi; papaza yakışır, papaza ait.

prig

i. biçimci ve tutucu ukalâ. priggish s. ukalâ. priggishly z. titizlikle. priggishness i. kibirlilik.

prig

f. (-ged, -ging) i., İng., (argo) çalmak, aşırmak, yürütmek; i. hırsız.

priggism

i. kendini beğenmişlik, ukalâlık.

prim

s., f. (-med,- ming) fazla resmi, çok ciddi, usule fazla meraklı; f. çok resmi davranmak, ciddi tavır takınmak. primly z. fazla resmi olarak. primness i. fazla ciddiyet.

prima facie

Lat. dış görünüşe göre, yüzünden, ilk bakışta. prima facie evidence huk. karşıtı ispatlanıncaya kadar geçerli olan delil.

primacy

i. önce gelme, ileri gelme; baş papazlık; papalık.

primadonna

primadonna; k.dili sinirli ve kibirli kimse.

primage

i. gemiye yükletilen mallara iyi bakılsın diye eskiden gemicilere ve süvariye verilen para; kaptan aidatı.

primal

s. esasi, asli; baş, başlıca.

primary

s., i. asıl, ana, asli, birinci, esasi; başlıca, ileri gelen; ilkel, ilksel, iptidat; i. birinci sırada olan şey; A.B.D. parti adaylarının seçimi. primary coil transformatörde ana sargı. primary school ilkokul. primar'ily z. evvela; aslında.

primate

i. baş piskopos; zool. primat.

prime

f. kullanıma hazırlamak; top veya tüfeğe ağızotu koymak; (boya) astar vurmak; talimat vermek, ne söyleyeceğini öğretmek (şahit); içki içirip sarhoş etmek. prime the pump tulumbanın silindirine su döküp işlemeye hazırlamak; ticareti hızlandırmak için para sarfetmek (devletçe).

prime

i. hayatın olgunluk devri; bir şeyin en mükemmel olduğu devir; başlangıç; seçkin şey; mat. asal sayı; dakika için kullanılan (') işareti. the prime of life hayatın en dinç ve güzel devresi.

prime

s. baş; birinci; ilk; asıl, asli; mat. asal (sayı). prime cost asıl fiyat, maliyet. prime meridian baş meridyen. prime minister başbakan. prime mover ana kuvvet. prime number asal sayı.

primer

i. tüfeğin ağızotu, falya barutu.

primer

i. okuma kitabı; herhangi bir konu hakkında kısa ilk kitap. great primer matb. on sekiz puntoluk harf. long primer matb. on puntoluk harf.

primeval

s. ilksel, ilkel.

priming

i. işlemeye hazırlama (tulumba); yemleme, ağızotu, falya barutu; astar boya.

primiparous

s. ilk defa çocuk doğuran; ilk doğuma ait. primipara i., tıb. ilk defa doğuran kadın, yalnız bir çocuk doğurmuş olan kadın.

primitive

s., i. ilk, asli, eski, evvelki; iptidai, ilkel, ilksel; basit, kaba, eski usul; gram. kurala bağlı olmayan, türetilmemiş; i. kurala bağlı olmayıp işitilerek öğrenilen kelime; mat. bir denklemin basit ve esas şekli; ilkel sanata benzer resim yapan ressam veya yaptığı resim; ilkel insan. primitively z. ilkelce. primitiveness i. ilkellik.

primitivism

i. ilkelcilik. primitivist i. ilkelcilik yanlısı.

primogenitor

i. ilk cet, ata.

primogeniture

i. ilk evlât olma; huk. büyük evlât hakkı.

primordial

s., i. başlangıçta mevcut olan, ilk; esasi; biyol. bir fert veya uzvun ilk büyüme devresinde görülen; i. temel ilke.

primp

f. itina ile giyinip makyaj yapmak.

primrose

i., s. çuhaçiçeği, bot. Primula veris; s. çuhaçiçeğine ait; çiçekli, çiçeği çok; açık sarı. the primrose path zevk ve sefa yolu.

primummobile

ana kuvvet, hareketin ilk kaynağı; doğudan batıya doğru yirmi dört saatte dönerek gökcisimlerini taşıyan hayali gök küresi.

primus inter pares

Lat. eşleri arasında birinci olan kimse.

prin

kıs. principal, principle.

prince

i. prens; kral, hükümdar, emir; soylu kimse; bir meslekte başta gelen kimse. Prince Albert redingot. prince consort hükümdar kraliçenin kocası olan prens. Prince of Darkness şeytan, iblis. Prince of Peace Hazreti İsa. Prince of Wales İngiltere veliahtı, Gal prensi. prince regent vekil prens. princedom i. prenslik. princelet, princeling i. küçük prens, genç prens.

princely

s. prense ait; prense yakışır, asil, soylu; hatırı sayılır, cömert, princeliness i. prens gibi olma, prens tavrı; soyluluk; cömertlik.

princess

i. prenses.

princesse

s. prenses biçimi (elbise).

principal

s., i. baş, ana, başlıca, büyük, asıl, en mühim; i. başkan, şef, patron; yönetici; müdür, okul müdürü; vekil tutan kimse, müvekkil; asıl mesul kimse; sermaye, anamal, ana akçe, ana para; düelloda karşılaşan taraflardan biri. principal parts gram. İngilizce fiillerin çekim şekilleri. principally z. genellikle; çoğunlukla, ekseriyetle. principalship i. müdürlük.

principality

i. prenslik.

principle

i. prensip, ilke; dürüstlük, ahlâk; öz; köken, temel neden; kural. active principle müessir madde. refuse on principle prensibine uygun olmadığından reddetmek. principled s. prensip sahibi olan.

prink

f. gösteriş için süslenmek.

print

i. bası, tabı; basma, matbua; taşbasması resim; basılı resim; gazete, dergi; iz; basma işi kumaş; basma kalıbı; foto. negatiften yapılmış resim; gazete kâğıdı, üçüncü hamur kâğıt. in print basılmış, satılmakta. out of print baskısı tükenmiş. rush into print yayımlamakta acele etmek.

print

f. basmak; yayımlamak; küçük harflerle yazmak, matbaa harfleriyle yazmak; klişeden basılmış resim çıkarmak; foto. negatiften resim çıkarmak; matbaacılık yapmak.

printer

i. basımcı, matbaacı; telgraf alıcısı; kompütörde istenilen bilgiyi kâğıda geçiren aygıt. printer's devil matbaacı çırağı. printer's ink baskı mürekkebi. printer's mark kitap üstüne basılan basımevinin damgası.

printing

i. basma, tabetme; baskıcılık; baskı sayısı; matbaa harfleriyle yazılmış yazı. printing machine İng. elektrikli matbaa makinası. printing press matbaa makinası.

printout

i. komputör ve başka makinalardan çıkan yazılı bilgi.

prior

s. evvel, evvelki, sabık. prior to his death ölümünden evvel.

prior

i. manastırda baş rahip. priorate, priorship i. manastır baş rahibinin rütbe veya makamı. prioress i. kadın manastırı baş rahibesi.

priority

i. zaman veya rütbe bakımından önce gelme, kıdemlilik; üstünlük hakkı. give priority to öncelik tanımak. in order of priorities önem sırasına göre.

priory

i. manastır.

prism

i., geom. biçme, prizma; prizma şeklinde şeffaf cisim. right prism geom. dik biçme.

prismatic , -ical

s. prizma şeklindeki, biçmesel, prizmatik; şeffaf prizmadan oluşan (renk). prismatically z. prizma şeklinde olarak.

prison

i., f. hapishane, cezaevi; tevkifhane; f. hapsetmek. prison breaker hapishane kaçağı. put in prison hapsetmek.

prisoner

i. tutuklu kimse; esir. prisoner of war savaş esiri. prisoner's base köşe kapmaca oyunu. political pris- oner siyasi tutuklu.

prissy

s., k.dili kadın gibi; fazla titiz.

pristine

s. eski zamana ait, asıl, eski; bozulmamış.

prithee

( ünlem), (eski) lütfen, rica ederim.

prittleprattle

i. kuru laf, boş lakırdı.

privacy

i. özellik; gizlilik; kişisel dokunulmazlık. in absolute privacy tamamen mahrem olarak, sır olarak.

private

s., i. özel, hususi, kişisel; gizli, mahrem; gayri resmi; i., ask. nefer, er, asker; çoğ. edep yerleri. in private mahrem olarak, özel bir şekilde. privateness i. mahremlik, özellik, gizlilik. private car özel araba. private detective özel detektif. private enterprise özel girişim, özel sektör. private life özel hayat. private ownership özel iyelik. private property özel mülk, özelge. private school özel okul.

privateer

i. hükümet izniyle savaşan korsan gemisi. privateering i. hükümet izniyle korsanlık yapma.

privation

i. yoksunluk, mahrumiyet, ihtiyaç, sıkıntı.

privative

s., i. mahrum edici, yok eden; olumsuz, menfi; i. olumsuzluk belirten ek veya kelime.

privet

i. kurtbağrı, kurt baharı, bot. Ligustrum vulgare.

privilege

i., f. ayrıcalık, imtiyaz; özel izin, müsaade, ruhsat; görev dolayısıyle muafiyet; hak; f. imtiyaz vermek; muaf tutmak. privileged s. imtiyazlı; müşerref.

privily

z. gizlice; özel olarak.

privity

i. gizli bilgi; huk. ortak çıkarlara dayanan ilişki.

privy

s., i. sır ortağı olan; özel, kişisel; i., huk. ortak; ayrı kulübede tuvalet, ayakyolu. privy council özel meclis; b.h. İngiltere'de devlet danışma meclisi. privy purse İng. hükümdarın şahsına mahsus para dairesi. privy seal İng. ikinci derecede önemli olan evraka basılan kral mührü, küçük ferman mührü. Lord Privy Seal İng. ferman mührü emini.

prix fixe

Fr. kesin fiyat; fiks menü.

prize

i., f., s. ödül; çok istenilen şey; f. çok değer vermek; paha biçmek, kıymet takdir etmek; s. ödül olarak verilen; ödül kazanan; mükemmel. prize fight mükâfatlı boks.

prize

f., i. ganimet almak; zaptetmek; manivela ile kaldırmak veya açmak; i. ganimet (gemi). prize court savaş ganimetleri mahkemesi.

pro

(edat), z., i., Lat. için; z. lehinde; için; i., gen. çoğ. lehte olanlar. pros and cons lehte veya aleyhte olan öneriler.

pro

i., k.dili profesyonel atlet; profesyonel kimse.

pro forma

Lat. âdet yerini bulsun diye. pro forma invoice tic. proforma.

pro rata

Lat. nispet üzere.

pro-

(önek) önünde; önce vaki olan; ileri; lehinde, hesabına, için; yerine; nispetle.

prob

kıs. probable, probably, problem.

probabilism

i., fels. olasıcılık, probabilizm.

probability

i. olasılık, ihtimal; muhtemel şey. in all probability her ihtimale göre. What are the probabilities? Tahminler nedir?

probable

s. olasılı, muhtemel. It is more than probable... Büyük bir ihtimalle... probably z. belki de, galiba.

probang

i., tıb. boğaza kaçan bir şeyi çıkarmaya mahsus cerrah mili.

probate

s., i., f. onaylama yetkisine ait; i. vasiyetnamenin resmen onaylanması; f. vasiyetnameyi resmen onaylatmak. probate court veraset mahkemesi. probate duty bir nevi veraset vergisi.

probation

i., huk. hafif bir suçtan dolayı gözaltına alınma; (memuru) deneme süresi; gözaltı; kanıtlama; huk. vasiyetnamenin onaylanması. probation officer hafif suçluyu gözaltında bulunduran memur. probational, probationary s. deneme ile ilgili.

probationer

i. gözaltında olan hafif suçlu; deneme devresinde olan kimse.

probative , probatory

s. denemeye ait.

probe

f., i. araştırmak, incelemek; sonda ile yoklamak, sondaj yapmak; i. cerrah mili, sonda; A.B.D. araştırma; insansız uzay roketi.

probity

i. doğruluk, dürüstlük.

problem

i., s. sorun, mesele; mat. problem; s. problemli. problem child problem çocuk. problem play bir sorunu işleyen oyun, tezli piyes.

problematic,-ical

s. şüpheli.

probono publico

Lat. halkın yararına.

proboscidian

s., zool. hortumlu memelilere ait; hayvan hortumuna ait; hortumlu.

proboscis

i., zool. hortum, fil hortumu; böceklerde hortum; (şaka) burun.

proc

kıs. procedure, proceedings, process.

procaine

i., ecza. prokain.

procambium

i., bot. bitkinin damar ve kambiyum dokularını teşkil eden gelişmemiş filiz kökü.

procedure

i. işlem, muamele; huk. davaya bakma usulu; iş görme usulü. procedural s., huk. dava usulune ait.

proceed

f. ileri gitmek, ilerlemek; yol tutmak, usul takip etmek; (from ile ) çıkmak, meydana gelmek, baş göstermek, türemek; huk. dava etmek, dava açmak.

proceeding

i. muamele; huk. dava muameleleri, yargılama usulleri; çoğ. tutanak; ilerleme, ileri gitme. legal proceedings dava muameleleri. summary proceedings kendi yetkisi dahilinde derhal verilen ceza.

proceeds

i., çoğ. hâsılat, kazanç, gelir.

process

i., s., f. yöntem, metot, yol, usul; süreç, vetire; işlem; ilerleme; huk. belge; celpname, çağırı kağıdı; dava muamelesi; biyol. yumru; s. özel işleme tabi tutulmuş; f. muamelesini yapmak; özel işleme tabi tutmak; huk. tebliğ etmek; dava açmak. chemical process kimyasal işlem. legal process tebligat belgesi. process server mahkeme tebligatını sahibine ileten kimse. in process of construction inşa halinde, yapılmakta. in the process of time zamanla, zaman geçtikçe.

procession

i., f. alay; oluş, meydana çıkma, baş gösterme; f. alay ile yürümek.

processional

s., i. alay çeşidinden; i. dinsel tören esnasında okunan ilâhi.

proclaim

f. ilân etmek; beyan etmek; ilân ederek kanunen yasaklamak; ifşa etmek, açığa vurmak.

proclamation

i. ilân; beyanname, bildiri.

proclitic

s., i. vurgu bakımından sonradan gelen kelimeye bağlı (sözcük).

proclivity

i. eğilim, meyil.

proconsul

i. eski Roma'da konsül vazifesini yapan memur, prokonsül; umumi vali; b.h., paleont. insan ve maymunların atası sayılan miyosen devri primatı. proconsular s. prokonsüle ait. proconsulate, pro- consulship i. prokonsüllük.

procrastinate

f. sürüncemede bırakmak, ağırdan almak, geciktirmek; ertelemek, tehir etmek. procrasti- na'tion i. sürüncemede bırakma; erteleme. procrastinator i. işini tehir eden kimse.

procreate

f. döllemek; hâsıl etmek, doğurmak, yaratmak procreant s. meydana getiren, verimli. procreative s. dölleyici; doğurgan. procrea'tion i. dölleme; doğurma, meydana getirme.

procrustean

s. zulüm ve cebirle yola getiren.

procrustes

i., Yu. mit. boylarını yatağına uydurmak için misafirlerinin kol ve bacaklarını çekip uzatan veya kırıp kısaltan efsanevi dev.

proctor

i., f., huk. bir çeşit dava vekili; üniversitede disiplini sağlayan memur; f. (sınavda, sınıfta) disiplini sağlamak.

procumbent

s., bot. sürüngen (sap); yüzükoyun.

procurable

s. bulunur, tedarik olunur, elde edilir.

procurance

i. tedarik, elde etme.

procuration

i. tedarik, elde etme; huk. vekillik, vekalet; vekâletname; pezevenklik.

procurator

i. eski Roma'da maliye memuru; huk. vekil.

procure

f. tedarik etmek, elde etmek, edinmek, kazanmak; istihsal etmek; ettirmek, yaptırmak; pezevenklik etmek. procurement i. tedarik; istihsal.

procurer

i. tedarik eden kimse; muhabbet tellâlı, pezevenk. procuress i. pezevenk kadın.

procyon

i., astr. Prosyon, Küçük köpek takımyıldızında en büyük yıldız.

prod

f. (-ded,- ding) i. dürtmek; üvendire ile dürtmek; tahrik etmek, kışkırtmak; i. üvendire ile dürtme; hatırlatıcı şey.

prodigal

s., i. müsrif, savurgan tutumsuz; çok bol; i. müsrif kimse. prodigal son hayatı ciddiye almayan kimse, mirasyedi kimse. prodigally z. müsrifçe; cömertçe.

prodigality

i. israf; bolluk; eli açıklık, aşırı cömertlik.

prodigious

s. çok büyük, iri, kocaman; şaşılacak, müthiş. prodigiously z. çok büyük olarak; müthiş surette. prodigiousness i. büyüklük, irilik; harikuladelik.

prodigy

i. dahi; mucize, harika; olağanüstü şey.

prodromal

s., tıb. ilk belirtiye ait.

prodrome

i., tıb. hastalığın ilk belirtisi, prodrom.

produce

i. mahsul, ürün, hasılat; zerzevat, sebze.

produce

f. meydana getirmek; vermek, mahsul vermek; göstermek, meydana koymak, ortaya çıkarmak; doğurmak; yapmak, üretmek, imal etmek; uzatmak; sonuç çıkarmak; sahneye koymak.

producer

i. müstahsil, üretici, fabrikatör; hasıl eden kimse, meydana getiren kimse; sin. yapımcı, prodüktör; karbon monoksit gazının istihsal olunduğu ocak. producer goods hammadde, üretim maddeleri.

product

i. ürün, mahsul, hasılat; sonuç, netice; mat. çarpım.

production

i. imal, üretim, istihsal; ürün; eser; sahneye koyma; uzantı (çizgi); huk. ibraz.

productive

s. verimli, bereketli, mümbit; yaratıcı. productive of meydana getirici. productively z. verimli surette.

productivity

i. verimlilik.

proem

i. mukaddeme, önsöz, giriş, başlangıç; şiir mukaddemesi. proemial s. başlangıca ait.

prof

i., k.dili profesör.

prof.

kıs. professor.

profanation

i. hürmetsizce kullanma, kutsiyetini bozma.

profane

f., s. bulaştırmak, pisletmek, kirletmek; hürmetsizce kullanmak: kötüye kullanmak, suiistimal etmek; s. kâfir, zındık; adi, bayağı; mukaddes olmayan, cismani, dini işlerden ayrı olan; küfür kabilinden. profanely z. hürmetsizce. profaneness i. kutsal olmayan şey; küfür.

profanity

i. sözle hürmetsizlik, ağız bozukluğu, küfür.

profess

f. itiraf etmek, açıkça söylemek; iddia etmek, savlamak, taslamak; (inancını) ikrar etmek.

professed

s. iddia edilen, savlanan; açıklanmış, alenen itiraf edilmiş; sözde.

professedly

z. iddiaya göre; sözde.

profession

i. diploma gerektiren meslek; meslek, sanat, iş kolu; iddia; itiraf; söz; inancın açıklanması.

professional

s., i. mesleğe ait, mesleki; ustalıklı; meslek sahibi olan; profesyonel; i. profesyonel kimse. profession- ally z. meslek bakımından, meslekçe, iş için; ustalıkla.

professionalism

i. profesyonellik.

professor

i. ordinaryüs profesör; sözlerle açıklayan veya iddia eden kimse. professorship i. ordinaryüs profesörlük; profesörlük.

professorial

s. profesöre ait. professorially z. profesörce.

proffer

f., i. arzetmek, teklif etmek, önermek; i. teklif, önerme.

proficiency

i. ehliyet, maharet, beceriklilik, ustalık.

proficient

s., i. ehliyetli, mahir, usta; i. uzman, mütehassıs. proficiently z. maharetle, ustalıkla.

profile

i., f. yüzün yandan görünüşü, profil; yüzün yandan çekilen resmi; kısa biyografi, karakter portresi; mim. bir binanın dikey görünüşünün mimari ay- rıntılarını gösteren şekil; grafik, çizge; f. profilini yapmak.

profit

f. kâr getirmek, kazanç getirmek; kazanmak, istifade etmek; faydası olmak, işe yaramak.

profit

i. kâr, kazanç; menfaat, fayda, yarar. profit motive kâr güdüsü. profit sharing kârı bölüştürme. profit and loss account kâr ve zarar hesabı. gross profit brüt kâr. net profit net kar. paper profits muhtemel kâr.

profitable

s. kârlı, kazançlı, faydalı. profitabil'ity i. kazançlılık, fayda. profitably z. kazançla, menfaatle, karlı olarak.

profiteer

f., i. hal ve keyfiyetlerden yararlanarak haddinden fazla para kazanmak; i. vurguncu kimse, fırsatçı kimse. profiteer İng. i. vurgunculuk.

profitless

s. karsız; faydasız.

profligate

s., i. uçarı, haylaz; günahkâr; edepsiz; i. müsrif kimse, hovarda. profligacy i. ahlâksızlık; günahkârlık; utanmazlık; hovardalık. profligately z. hovardaca, haylazca.

profound

s., i. çok derin; çok malumatlı; engin; çok büyük; i. derinlik, abis; derya, umman. profoundly z. de- rinden; esaslı olarak, tamamen. profoundness i. derinlik.

profundity

i. derinlik, şümul, genişlik.

profuse

s. çok, bol; müsrif; cömert; verimli. profusely z. bol bol. profuseness, profusion i. bolluk; müsriflik.

prog

f. (-ged, -ging) i., leh. aşırmak maksadıyle araştırmak; i. özellikle dilencilik veya hırsızlıkla ele geçen yiyecek.

progenitor

i. cet, ata, dede.

progeny

i. soy, nesil, torunlar.

progesterone

i., biyol. yumurtalıkta bulunan ve gebeliğe tesiri olan bir hormon, projesteron.

proglottid,-tis

i., zool. bağırsak kurdunun parçalarından biri.

prognathous

s., anat., zool. sivri çeneli.

prognosis

i. (çoğ. ses) tıb. bir hastalığın müddeti hakkında hekim tahmini, prognoz; tahmin, kıyas.

prognostic

s., i., tıb. prognozla ilgili; neticeyi önceden gösteren, kılavuzluk eden; i. alâmet, belirti; kehanet; tıb. prognoz için hüküm verdirecek belirti.

prognosticate

f. ileride meydana geleceğini söylemek; belirtisi olmak; belirtisinden anlayıp söylemek, ilerisini tah- min etmek. prognostica'tion i. kehanet, önceden tahmin; belirti. prognosticator i. kehanet eden kimse.

program

İng. programme i., f. (-med, -ming) program; (elektronik hesap makinaları) çalışma yönergesi, düzen; f. programlamak, program yapmak; düzenle- mek. program music olaylar sırasına veya bir sahne serisine göre düzenlenmiş müzik.

progress

f. ilerlemek, ileri gitmek, gelişmek; devam etmek.

progress

i. ilerleme, ileri gidiş, yükselme, gelişme.

progression

i. ileri gidiş, devam; mat. dizi. arithmetical progression aritmetik dizi. geometrical progression geometrik dizi. progressional s. ilerlemeye ait.

progressive

s., i. terakki eden, ileri giden, ilerleyen; ilerlemekte olan; tedrici; terakkiye müsait; ilerici; genişleyen, yavaş yavaş artan; i. siyasette terakki taraftarı, erkinci. progressively z. ilerledikçe, devamlı olarak. progressiveness i. ilericilik.

prohibit

f. yasak etmek, engel olmak, resmen menetmek; mani olmak.

prohibition

i. yasak; yasak emri; içki yasağı. prohibitionist i. içki yasağı taraftarı.

prohibitive , prohibitory

s. yasaklayıcı; engelleyici. prohibitive price satışa mâni olacak kadar yüksek fiyat, aşırı fiyat. prohibitively z. yasak edilecek derecede; engelleyecek şekilde. prohibitiveness s. yasaklayıcılık; engelleyici oluş.

project

i. plan, proje, tasarı.

project

f. ileriye doğru atmak; sondurmak, çıkıntılı yapmak; atmak, fırlatmak; plan kurmak, tasarlamak, düşünmek, tasavvur etmek; (film, resim) perdede göstermek; mat. bir düzlem üzerinde simetrik bir şekil vücuda getirmek için belirli bir şeklin her noktasından düz hatlar çizmek; çıkıntı teşkil etmek, fırlak olmak; psik. kendi fikir veya güdüsünü başkasına yüklemek; uzaktan duyulabilecek şekilde konuşmak.

projectile

s., i. fırlatıcı; atmayla meydana gelen; i. mermi, top güllesi, tabanca kurşunu, fırlatılan taş veya mermi.

projection

i. fırlatma, atma, atış; çıkıntı, sondurma, fırlak yer; proje, tasarı, oranlama; projeksiyon, izdüşüm; sin. gösterim. projection booth gösterim odacığı. map projection harita çizme usulü, haritada kullanılan izdüşüm sistemi, projeksiyon. Mercator's projection Merkator projeksiyonu.

projective

s. izdüşüm kabilinden ve bundan meydana gelen, izdüşel.

projector

i. projektör, sinema makinası; bir şeyi zihninde kuran kimse, proje düzenleyen kimse, plan yapan kimse; fener kulesinde kullanllan ışık aynası.

prolapse

f., i., tıb. yerinden oynamak, sarkmak, düşmek; i. düşme, inme, sarkma.

prolapsus

i., tıb. yerinden düşme, sarkma.

prolate

s., geom. iki ucu kabarık (sferoid), yumurta şeklindeki; uzanmış, uzatılmış.

proleg

i., zool. bazı böcek larvalarının karın civarında bulunan ayağa benzer çıkıntılardan biri.

prolegomenon

i. (çoğ, -na) gen. çoğ. başlangıç, önsöz, prolog, ki- taplarda uzun giriş. prolegomenous s. önsöz kabilinden.

prolepsis

i. önceden belirtme; muhtemel itirazları önceden sezerek cevaplandırma.

proletarian

s., i. ücretle çalışan sınıftan; i. proleter, emekçi.

proletariat

i. avam; işçi sınıfı, proletarya.

proliferous

s. üretken; bot. tomurcuklar verme suretiyle çoğalan. proliferate f. çoğalmak, üremek; bot. tomurcuk vererek çabuk çoğalmak.

prolific

s. doğurgan; mahsuldar, bereketli; verimli, semereli. prolifically z. verimli olarak, bereketli surette.

prolix

s. uzun, ayrıntılı; yorucu, baş ağrıtıcı, sıkıcı. prolix'ity, prolixness i. söz uzunluğu. prolixly z. uzun uzadıya, ayrıntılı olarak.

prolocutor

i. taraftarlık eden kimse; bazı meclislerin reisi.

prologue

i., f. başlangıç, giriş, önsöz; prolog, piyes girişi; f. önsöz olarak söylemek.

prolong

f. uzatmak, sürdürmek. prolongation i. uzatma, sürdürme.

prolusion

i. önsöz olarak yazılmış yazı.

prom

i., A.B.D. k.dili üniversite balosu.

promenade

i., f. gezme, gezinti; gezme yeri, mesire; büyük balo; f. gezinmek; birini gösteriş için gezdirmek. promenade concert halkın gezinmesine müsaade edilen konser. promenade deck gezinti güvertesi, üst güverte.

promethean

s., Yu. mit. gökten ateşi çalıp insana veren Prometheus'a ait veya ona benzer; özgürlük, yaratıcılık ve yiğitlikle ilgili.

prominent

s., meşhur, mühim; göze çarpan; çıkıntılı, ileriye fırlamış. prominence i. şöhret, ehemmiyet; göze çarpan şey; burun, dil, çıkıntı, tümsek; astr. güneş üzerindeki ateş parçalarından biri. prominently z. göze çarpacak surette; ehemmiyetle.

promiscuity

i. karmakarışıklık; rasgele cinsi münasebet.

promiscuous

s. karışık, karmakanşık; farksız; herkes ile yapılan; k.dili rasgele; rasgele cinsel ilişkide bulunan. pro - miscuously z. ayrımsız olarak.

promise

i. söz, vaat, taahhüt,vaat edilen şey;ümit verici şey. breach of promise cayma, sözünden dönme; özellikle evlenme vaadini tutmayış. express promise kesin söz. implied promise ima edilen vaat, zımni vaat. keep a promise sözünü tutmak.

promise

f. söz vermek, vaat etmek; göstermek; ümit vermek, taahhüt etmek, temin etmek. Promised Land Filistin; vaat edilmiş toprak; cennet, saadet yeri. It promises to be a fine day. Hava iyi olacağa benziyor.

promisee

i., huk. kendisine bir şey vaat edilen kimse.

promisor

i., huk. vaatte bulunan kimse, taahhüt altına giren kimse.

promissory

s. verilen sözü içine alan; sig. kontrat imzalandıktan sonra yapılacak şeyler hakkındaki (taahhüt). promissory note huk. bono.

promontory

i., çoğ. dağlık burun.

promote

f. ilerletmek, kıymetini ararmak; geçirmek; rütbesini yükseltmek, terfi ettirmek, terakki ettirmek; tutunmasını sağlamaya çalışmak.

promoter

i. destekleyen kimse; teşebbüs sahibi, kurucu; tutunmasını sağlamaya çalışan kimse.

promotion

i. terfi, yükselme veya yükseltme; geçme; tesis; satış artışını sağlayan unsurlar.

promotive

s. desteklemeye vesile olan.

prompt

s., i. çabuk, acele, hemen olan, hazır; i., tic. vade; sahnede oyuncuya hatırlatılan söz. prompt note vadeli senet. promp'titude, prompt'ness i. çabukluk; tam vaktinde gelme veya yapma; dakikası da- kikasına yapma. prompt'ly z. derhal, çabucak, bir an evvel.

prompt

f. harekete getirmek, teşvik etmek, kışkırtmak; hatırlatmak, suflörlük etmek. prompt'book i. suflörün defteri. promp'ter i. suflör.

promulgate

f. resmen ilân etmek, neşretmek, duyurmak, bildirmek; huk. yürürluğe koymak (kanun). promulgator i. neşreden kimse, ilân eden kimse. promulga'tion i. resmen yürürlüğe koyma; duyuru.

pron

kıs. pronoun, pronunciation.

pronate

f., biyol. elleri veya ön ayakları avuç içi veya tabanı yere doğru çevrilmiş vaziyette tutmak veya o vaziyete getirmek, içe dönmek veya döndürmek. prona'tion i. elleri bu vaziyete getirme. prona'tor i., anat. pronator.

prone

s. yüzükoyun yatmış; başını ileriye doğru aşağı eğmiş; mütevazı; eğik; kabiliyetli, eğilimli, mütemayil. prone'ness i. temayül; eğilme; yüzükoyun yatma.

prong

i., f. çatalın sivri uçlarından biri; sivri uçlu alet; sivri uç; boynuz çatalı; f. çatal ile delmek, çatal saplamak.

prongbuck,pronghorn

i. Güney Amerika'ya mahsus çatal boynuzlu bir geyik,zool. Antilocapra americana.

pronominal

s., gram. zamir kabilinden, zamire ait. pronominally z., gram. zamire ait olarak.

pronoun

i., adıl, zamir. demonstrative pronoun işaret zamiri. indefinite pronoun belirsizlik zamiri. interrogative pronoun soru zamiri. personal pronoun şahıs zamiri. possessive pronoun iyelik zamiri. reflexive pronoun dönüşlü zamir. relative pronoun ilgi zamiri.

pronounce

f. telaffuz etmek, söylemek; beyan etmek, resmen bildirmek, kararı bildirmek; (nutuk) vermek. pronounce able s. telaffuzu mümkün. pronouncement i. resmen bildirme; bildiri.

pronounced

s. belli, belirgin, bariz, aşikâr; kati, kesin. pronouncedly z. belirgin bir şekilde.

pronto

(zamir) hemen, derhal, çabuk. (Daha yayın olarak Amerikan İngilizcesinde kullanılır.)

pronunciamento

i. hükümet beyannamesi.

pronunciation

i. telaffuz, söyleniş, söyleyiş.

proof

(sonek) geçirmez.

proof

i., s. ispat, delil, kanıt, tanıt; imtihan, tecrübe, deneme; matb. prova; ayar; alkol derecesi; mat. sağlama; s. dirençli, kuvvetli, dayanıklı; geçirmez; miyar olarak kullanılan; belirli ayarda olan. artist's proof basma resmin ilk provası. proof positive kati delil. proof sheet matbaa provası. burden of proof huk. tartışılan şeyi ispat etme zorunluğu. He was proof against bribery. Rüşvete boyun eğmedi.

proofread

f. provaları düzeltmek, tashih yapmak.

proofreader

i. matbaa provasını düzelten kimse, düzeltmen.

prop

f. (-ped,- ping) i. destek yapmak, desteklemek, sırık ile tutmak; himaye etmek, tutmak; dayamak; i. destek, dayak, ayak, payanda; çamaşır sırığı; hami olan kimse, yardımcı kimse, destekleyici şey veya kimse.

prop

i. sahne donatımı.

prop

i., k.dili uçak pervanesi.

propaedeutic

s., i. hazırlık dersi ile ilgili; yeni bir ilme başlangıç olan; i. ilk ders, hazırlık dersi. propaedeutics i. herhangi bir ilimde ilk çalışma, başlangıç.

propaganda

i. propaganda; herhangi bir prensibi yaymaya çalışan teşkilât. propagandist i. bir prensibi yay- maya çalışan kimse, propagandacı. propagandize f. propaganda yapmak.

propagate

f. çiftleştirmek; üretmek, çoğaltmak, husule getirmek; yaymak, neşretmek, dağıtmak; nakletmek; geçirmek; sirayet ettirmek, bulaştırmak; kalıtım yoluyle geçirmek; yavrulamak, türemek, ço- ğalmak. propaga'tion i. yavrulama, üreme; neşir; yayma. propagative s. çiftleştirici; neşredici.

propane

i., kim. propan.

propatria

Lat. vatan aşkına, vatan uğruna.

propel

f. (-led, -ling) ileriye doğru sürmek; itmek, sevketmek.

propellant

i. ileriye sevkedici şey; kurşunu veya uzay gemisini ileri süren kuvvet.

propellent

i., s. ileriye sevkedici şey; s. itilebilen; yürütücü, sevkedici.

propeller

i. ileriye yürüten şey, vapur veya uçak pervanesi.

propensity

i. eğiklik, eğilim; eski arzu, istek.

proper

s. münasip, layık, yakışır, uygun; has, hususi, kendine mahsus, zati; doğru, gerçek, tam; hürmete lâyık; asıl (yer); (eski ) güzel, fevkalade. proper fraction tam kesir. proper name özel isim. the proper time uygun zaman. properly z. uygun şe- kilde; hakkıyle, haklı olarak; doğru olarak.

property

i. mülkiyet; mal, mülk, emlak, arazi; hususiyet, özellik; mahiyet, tabiat; sahne donatımı. property man sahne eşyalarını temin eden kimse. property qualification bir kimseye oy hakkı sağlayan mülk sahipliği. property tax emlâk vergisi.

prophecy

i. kehanet; keramet; ilham; tahmin.

prophesy

f. kehanette bulunmak, keramet göstermek, önceden haber vermek, gaipten haber vermek; peygamberlik etmek, kehanette bulunmak; tahminde bulunmak.

prophet

i. peygamber, nebi, resul; bilhassa Allah için söz söyleyen kimse, kâhin, kehanet sahibi. prophetess i. kadın peygamber, nebiye.

prophetic

s. kehanette bulunmayla ilgili; gelecek için isabetli (tahmin); peygambere veya kehanete ait; peygamberlik kabilinden; kehaneti olan. prophetically z. isabetli olarak; kehanetle.

prophylactic

s., i., tıb. hastalıktan koruyan; i. koruyucu ilaç; prezervatif.

prophylaxis

i., tıb. hastalıktan koruma veya korunma usulü.

propinquity

i. yakınlık, hısımlık, akrabalık.

propitiate

f. teskin etmek, yatıştırmak; teveccühünü kazanmak; tövbe etmek. propitiable s. yatıştırılabilir, teskini kabil; teveccühü kazanılabilir. propitiative s. yatıştırıcı; tövbe eden.

propitiation

i. öfkesini yatıştırıp teveccühünü kazanma; tövbe etme.

propitious

s. uygun, elverişli, ümitli; merhametli, cömert, lütufkar. propitiously z. uygun bir şekilde. propi- tiousness i. lütufkârlık; ümit vericilik.

propjet

i. jetli pervane düzeni; bu düzenle çalışan uçak.

propolis

i. arıların kovanlarını sıvadıkları bir reçine, arı reçinesi, kara mum.

proponent

i., s. öneren kimse, teklif eden kimse; taraftar kimse; s. savunan; taraftar.

propontis

i. Marmara Denizinin eski ismi.

proportion

i., f. oran, nispet: çoğ. bir cismin genişlik, uzunluk ve derinliği, ebat, boyutlar; hisse, pay; uygunluk; mat. iki çift nicelik arasındaki nispet eşitliği, oran- tı; orantı kuralı; f. orantı kurmak; birbirine uyumlu kılmak. proportion of births to population nüfusa göre doğum nispeti. a large proportion of the profits karın önemli miktarı. in proportion to nispetle, nazaran. all out of proportion tamamen nispetsiz.

proportional

s., i. orantılı; i. bir başkasıyle orantılı olan nicelik veya sayı. proportional representation pol. nispi temsil. proportionally z. nispeten.

proportionate

s. orantılı. proportionateness i. orantılılık.

proposal

i. teklif; teklif etme; evlenme teklifi.

propose

f. teklif etmek, arzetmek; kurmak, niyet etmek; evlenme teklif etmek.

proposition

i., f. teklif etme; teklif; k.dili teşebbüs; bir meseleyi arzetme; k.dili uygunsuz teklif; mat. mesele, nazari dava; man. önerme, kaziye; f., k.dili uygunsuz bir teklifte bulunmak. propositional s. teklif kabilinden, teklife ait.

propound

f. ileri sürmek, teklif etmek, arzetmek; söylemek, meydana koymak.

proprietary

s., i. birinin mülkü olan, hususi; mal sahipliğine ait; müseccel; i. mal sahibi; mal sahipleri, hissedarlar. proprietary medicine tescilli ilâç.

proprietor

i. mal sahibi, mülk sahibi, mutasarrıf. proprietorship i. mal sahipliği. proprietress i. mal sahibi kadın.

propriety

i. uygunluk, münasebet; edep, yol yöntem, adap; âdetlere uyma. breach of propriety adetlere aykırı hareket. the proprieties töre.

proptosis

i., tıb. bir organın öne veya aşağı doğru düşüklüğü.

propulsion

i. ileri sürme veya sürülme, sevk, tahrik; itici kuvvet; tıb. öne doğru eğilerek yürüme. propulsive s. tahrik edici; itici.

propylaeum

i. (çoğ. -laea) saray veya tapınak girişi olan bina.

propylon

i. eski Mısır'da tapınak avlusuna açılan büyük kapı.

prorate

f. eşit olarak bölüp dağıtmak.

prornising

s. ümit verici; kendisinden çok şey umulur, istikbali parlak. promisingly z. ümit verici bir surette.

prorogue

f. kralın emriyle parlamentoyu tatil etmek.

prosaic,ical

s. sıkıcı; adi, bayağı; şiir güzelliğinden mahrum, şairane olmayan; nesir kurallarına uygun, düzyazı kabilinden. prosaically z. sönük bir şekilde, alelade olarak. prosaicness i. adilik; düzyazı kurallarına uygunluk.

proscenium

i. (çoğ. -nia) ( tiyatro) perde önü. proscenium arch (tiyatro) perde yerindeki kemer.

proscribe

f. yasak etmek, memnu kılmak; medeni haklarını elinden almak; mahkum etmek. proscriptive s. yasaklayıcı.

proscription

i. yasak etme veya edilme.

prose

i., f., s. düzyazı, nesir; sıkıcı söz veya yazı; f. nesir yazmak; can sıkıcı şekilde konuşmak veya yazmak; s. nesir şeklinde yazılmış; can sıkıcı, alelade.

prosecute

f. bitirmeye çalışmak, ilerletmek, ileri götürmek; huk. aleyhine dava açmak, kanuni yollarla elde etmeye çalışmak, kanuni takipte bulunmak. prosecuting at torney savcı, müddeiumumi.

prosecution

i. takibat; bitirmeye çalışma, ileri götürme; huk. dava; davacı.

prosecutor

i. davacı; savcı. public prosecutor savcı, müddeiumumi.

proselyte

i., f. din değiştiren kimse; f. dininden çevirmek. proselytism i. başkalarını kendi dinine sokmaya çalışma; mühtedilik. proselytize f. kendi dinine çevirmek.

prosit, prost

( ünlem ) Sıhhate ! Afiyete ! şerefe !

prosody

i., gram. vezin tekniği, prosodi, şiir yazma kuralları, aruz. prosodic(al) s. vezin tekniğine ait. prosodist i. bu tekniği bilen kimse.

prospect

i., f. beklenen şey ümit; bekleme, gözleme; bakış; manzara, görünüş; ihtimal; maden damarına ait belirti; muhtemel müşteri; f. maden araştırmak. in prospect beklenen; ümitle beklenen. prospector maden ocağı arayan kimse.

prospective

s. beklenen, ümit edilen; gelecekte olan, müstakbel; muhtemel. prospectively z. ileride, istikbalde.

prospectus

i. detaylı proje; yayımlanacak kitabı ayrıntılı olarak tarif eden broşür, prospektüs.

prosper

f. muvaffak olmak, başarılı olmak; muvaffak kılmak; gelişmek, büyümek, zenginleşmek, iyileşmek.

prosperity

i. muvaffakıyet, başan; saadet, refah, ikbal.

prosperous

s. işi yolunda; muvaffakıyetli, başarılı, refah içinde; müsait, uygun; elverişli; şanslı, talihli. prosperously z. refahla, ikbal ve saadetle.

prostate

s., i., anat. prostata ait; prostat, erkeklerde mesanenin boğazına yakın gudde, kestanecik. prostate gland prostat.

prosthesis

i., tıb. sakat bir yere suni uzuv ilavesi, protez. prosthetic s. protez kabilinden.

prostitute

i., f. fahişe, orospu; f. fahişeliğe sevketmek; kötü maksatla kullanmak. prostitu'tion i. fahişelik, fuhuş; kötü maksada veya işe kullanma.

prostrate

s., f. yüzükoyun yatmış, yere uzanmış; birinin ayağına kapanmış, insafına kalmış; halsiz kalmış, takati kesilmiş; bot. yerde uzanan; f. yere sermek, yere yıkmak; halsiz bırakmak, bitkin hale koymak. prostrate oneself secde etmek. prostrate oneself before ayağına kapanmak. prostra'tion i. bir şeyi veya kimseyi yere serme; secde; yere atılma, yere kapanma; takatsizlik, dermansızlık, aşırı yorgunluk; bezginlik.

prosy

s. düzyazı gibi, nesre ait, nesir kabilinden; can sıkıcı, ağır. prosily z. can sıkıcı surette. prosiness i. aleladelik.

protagonist

i. bir piyes veya hikâyede baş rolü oynayan kimse; kahraman; önayak olan kimse.

protamine

i., biyokim. protamin.

protasis

i. (çoğ. -ses) gram. şart cümlesinin şart kısmı; klasik tiyatroda piyesin konusunu anlatan önsöz.

protean

s. dönek tabiatlı, her kalıba giren, çok yönlü.

protect

f. korumak, muhafaza etmek, saklamak, himaye etmek; ikt. yabancı mallara yüksek gümrük koymak suretiyle yerli malları korumak. protecting s. koruyan, himaye eden.

protection

i. koruma, muhafaza, himaye; sığınacak yer, korunacak yer, barınak; serbest seyahat vesikası; ikt. ithalat üzerine gümrük koyarak yerli malları koruma; A.B.D., (argo) rüşvetle elde edilen güvenlik. protectionism i. yüksek gümrük koymak suretiyle yerli sanayii koruma siyaseti. protectionist i. bu siyaset taraftarı.

protective

s. koruyucu, himaye edici; savunucu. protectively z. himaye edercesine. protectiveness i. himayecilik, himaye temayülü.

protector

i. hami olan kimse, koruyucu kimse; kral vekili. protectorship i. hamilik; kral vekilliği. protectress i. hami kadın.

protectorate

i. hamilik; bir hükümetin daha kuvvetli bir hükümet tarafından kontrol ve idaresi; başka devletin idaresinde bulunan devlet.

protege , protegee

i. birinin himayesi altında olan kimse.

protein

i. protein.

protem , pro tempore

z., Lat. geçici olarak, muvakkaten, şimdiki zaman için.

proteolysis

i., biyokim. hazım sırasında proteinlerin parçalanması.

proteose

i., biyokim. hazım usaresinin tesiriyle proteinden meydana gelen bileşimlerden biri.

proterozoic

i. birinci zamanın ikinci dizgesi, hayatın ilk belirdiği zaman.

protest

f. protesto etmek; itiraz etmek; temin etmek, ciddi olarak taahhüt etmek, kuvvetle iddia etmek.

protest

i. protesto; itiraz, itiraz beyannamesi; den. sig. bir kazadan sonra gemi limana gelince bu kazadan hiç kimsenin mesul olmadığına dair kaptan tarafından verilen resmi takrir, prova di fortuna; bir vergiyi istemeyerek ödediğine dair mükellefin itirazı. pay under protest itiraz ederek ödemek.

protestant

i., s. itiraz eden kimse; b.h. Protestan; s. itiraz eden; b.h. Protestanlara ait. Protestantism i. Protestanlık, Protestan mezhebi.

protestation

i. protesto etme, itiraz; temin, teyit, doğrulama, taahhüt; itirazname.

proteus

i., mit. istediği şekle girebilen eski bir deniz tanrısı; değişken adam, dönek tabiatlı kimse; k.h., tıb. şekil değiştiren bir cins bakteri.

prothalamium ,mion

i. nikâh şerefine yazılmış şiir, evliliği kutlayan şarkı.

prothesis

i., dilb. öntüreme, kelimenin başına bir ses veya hece ilavesi; Ortodoks kilisesinde Aşai Rabbaniyi hazırlama.

prothonotary

i. baş katip; İstanbul Rum patriğinin baş katibi.

prothorax

i. (çoğ. -raxes, - races) zool. böceklerde göğsün ön kısmı.

prothrombin

i., biyokim. kanda bulunan ve kanın pıhtılaşmasında etken olan madde.

protist

i., biyol. tek hücreli hayvan veya bitki. protis'tan i., s. tek hücreli hayvan veya bitki; s. böyle hayvan veya bitkiye ait. protis'tic s. tek hücreli hayvan veya bitki ile ilgili.

proto-, prot-

(önek) birinci, ilk, baş.

protocol

i., f. diplomatik işlerde kullanılan resmi usuller, teşrifat, protokol; zabıt varakası, tutanak, protokol; bir anlaşmaya ilâve edilen madde; f. protokol yapmak.

protomorphic

s., biyol. ilkel bir yapısı veya karakteri olan. pro'tomorph i. en ilkel veya en basit biçim veya yapı.

proton

i. proton.

protonotary

bak. prothonotary.

protoplasm

i. protoplazma.

protoplast

i. yaratılan ilk şey; asal hücre.

prototype

i. asıl nüsha, esas model, ilk örnek, prototip, ori- jinal. prototypal s. ilk örnekle ilgili.

protoxide

i., kim. protoksit, herhangi bir seride en az oksijeni olan oksit.

protozoan

s., i. tek hücrelilere ait; i. tek hücreli hayvan.

protract

f. uzatmak; küçük ölçekle kopyasını veya planını yapmak; anat., zool. öne doğru çıkmak, dışarıya uzatmak. protraction i. uzatma; ölçekle çizme.

protractor

i. iletki; anat. uzatıcı kas.

protrude

f. çıkıntı yapmak, çıkarmak, pırtlamak, dışarı çıkmak, çıkıntı meydana getirmek.

protrusile

s. çıkarılabilir, uzatılabilir, pırtlak.

protrusion

i. çıkarma veya çıkarılma; dışarı sürülen şey, çıkıntı.

protrusive

s. dışarıya çıkan veya çıkmış olan.

protuberant

s. şiş, tümsek, dışarı fırlamış, yumru gibi, çıkık. protuberance, -cy i. tümsek, şiş, yumru, çıkıntı. protuberantly z. tümsek şeklinde.

protuberate

f. şişmek, dışarı uğramak, yumrulanmak.

proud

s. gururlu, mağrur, kibirli, azametli; onurlu, izzetinefsi olan; haysiyetli; (of ile) iftihar eden; canlı (at v.b.); görkemli; muhteşem, tantanalı. proud flesh tıb. yara içinde veya etrafında mantar gibi şişmiş et. proudhearted s. kibirli. a proud day for us bizim için iftihar edilecek bir gün. do oneself proud kendisini onurlandıracak derecede başarmak. I am proud to know him. Onu tanımakla iftihar ediyorum. proudly z. gururla, iftiharla.

provable

s. tanıtlanabilir, ispatı mümkün, ispat edilebilir. provably z. ispatlanacak şekilde.

prove

f. (-d,-d veya proven) tanıtlamak, ispat etmek, doğruluğunu tespit etmek; denemek; tecrübe ile anlatmak; mat. sağlamasını yapmak; olmak; çıkmak. proving ground tecrübe sahası, deneme alanı.

provenance

i. kaynak, köken, asıl, menşe.

provencal

s., i. Fransa'da Provans vilâyetine ait; i. Provanslı kimse; Provans lehçesi.

provender

i. hayvan yemi.

provenience

i. kaynak, köken, esas, menşe.

proverb

i. darbımesel, atasözü; mesel; çoğ., b.h. Süleyman'ın Meselleri kitabı.

proverbial

s. darbımesele ait, darbımesel gibi, atasözü kabilinden; herkesçe bilinen, ünlü, meşhur. proverbially z. herkesçe bilindiği gibi.

provide

f. tedarik etmek sağlamak, bulmak; önceden hazırlamak; vermek, bulup vermek; şart koşmak. provide against hazırlıklı bulunmak, ihtiyatlı bulunmak. provide for geçimini sağlamak; tedarikli bulunmak.

provided

(bağlaç), baz. (that ile) şu şartla ki, şartıyle, eğer.

providencs

i. Tanrı inayeti, ilâhi takdir; basiret, sağgörü; vaktinde tedbir alma; b.h. Allah, Tanrı. provident s. ihtiyatlı, basiretli, tedbirli. providently z. ihtiyatla, tedbirli olarak; tam zamanında, tam yerinde.

providential

s. Allahtan, Allahın lütfuna bağlı. providentially z. Allahtan; talihli olarak, kısmetle.

provider

i. tedarik eden kimse, techiz eden kimse. a good provider ailesine iyi bakan kimse.

providing

(bağlaç), baz. (that ile )şayet, eğer, şartıyle.

province

i. vilayet, il, eyalet; eskiden İtalya haricinde olup Roma imparatorluğuna baglı eyalet; çoğ. taşra; bilgi veya edebiyat alanı; yetki alanı; bir şahsın belirli iş sahası; ekol. kendine özgü bitey, direy ve insan tipleri olan dirimsel coğrafya alanı. within one's province salâhiyeti dahilinde, yetki alanında.

provincial

s., i. eyalete ait; taşraya ait; taşralı, dar düşünceli; köylü gibi; i. köylü, taşralı kimse. provinciality i. taşralılık. provincially z. taşra zihniyetiyle, dar kafalılıkla.

provincialism

i. taşralılık; taşraya özgü âdet veya deyiş özelliği, ağız.

provision

i., f. tedarik, tedarik olunan şey; hazırlama, hazırlık; koşul, şart; çoğ. zahire, erzak; f. tedarik etmek, yemek veya gerekli şeyleri sağlamak.

provisional

s. geçici, muvakkat, eğreti. provisionally z. geçici olarak; şartlı olarak.

proviso

i. (çoğ. -sos veya -soes) huk. sözleşmeye konulan kayıt, şart.

provisory

s. şarta bağlı, koşullu; geçici, muvakkat, eğreti.

provocation

i. kışkırtma, tahrik, teşvik; dürtü; gücendirme, öfkelendirme; kızılacak şey, güce gidecek mesele. do (it) under provocation kışkırtı tesirinde kalarak yapmak, tahrik sonucu yapmak. on the slightest provocation en hafif etkenle.

provocative

s., i. tahrik edici, kışkırtıcı, etkileyici; kızdırıcı, sinirlendirici; çekici, cazip; i. tahrik edici kimse veya şey. provocatively z. tahrik edici şekilde, kış- kırtarak.

provoke

f. kızdırmak, sinirlendirmek, öfkelendirmek; harekete geçirmek; dürtmek, teşvik etmek, tahrik etmek; sebep olmak. be provoked (at) kızmak; küs- mek. provoking s. asaba dokunan. provokingly z. kızdıracak şekilde.

provost

i. resmi amir; bazı üniversitelerde dekan; İskoçya'da belediye başkanı.

provost

i. inzibat amiri, adli subay. provost guard askeri polis karakolu. provost marshal inzibat amiri, adli subay. provost sergeant inzibat çavuşu.

prow

i. geminin başı, pruva; sivri çıkıntı; (şiir) gemi.

prowess

i. yiğitlik, cesaret; cesaret isteyen iş.

prowl

f., i. sinsi sinsi dolaşmak; fırsat kollayarak gizli gizli gezinmek; i. sinsi sinsi dolaşma. prowl car A.B.D. polis arabası.

proximal

s., anat. yakınsal, uzvun bağlanma noktasına yakın.

proximate

s. en yakın, hemen yanındaki. proximately z. yakın olarak, bitişik olarak.

proximity

i. yakınlık. proximity of blood kan yakınlığı, akrabalık.

proximo

z., (eski) gelecek ayda, kıs. prox.

proxy

i. vekil; vekillik, vekâlet; vekaletname.

prude

i. aşırı derecede erdemlik taslayan kimse.

prudent

s. basiretli, sağgörülü, akıllı, geleceği düşünen; açıkgöz, uyanık; tutumlu, hesabını bilir. prudence i. basiret, sağgörü, ihtiyat; açıkgözlük; akıl, sağduyu. prudently z. basiretle, ihtiyatla.

prudential

i. basiretli, sağgörülü, sonunu düşünen, akıllı. prudentially z. basiretle.

prudery

i. iffet taslama, fazla fazilet iddiasında olma.

prudish

s. fazla iffet taslayan. prudishly z. fazla fazilet taslayarak. prudishness i. iffet taslama, fazla fazilet iddiasında olma.

pruinose

s., biyol. tozumsu salgı ile kaplı.

prune

i. kuru erik, çir; kuru erik rengi, koyu mor renk; (argo) budala kimse. wild prune dağ eriği.

prune

f. budamak; fazla kısımları kesip atmak.

prunella

i. karamandola.

prunelle , prunello

i. iyi bir çeşit kuru erik, üryani; erik likörü.

prurient

s. şehvet düşkünü; istekli, arzulu. prurience, pruriency i. şehvet; istek. pruriently z. şehvetle.

prurigo

i., tıb. kaşıntılı bir deri hastalığı. pruriginous s. kaşıntı hastalığına ait.

prusa

i. Bursa'nın eski adı.

prussia

i. Prusya.

prussian

s., i. Prusyalı, Prusya'ya ait; i. Prusyalı; Prusya dili. Prussian blue koyu lâcivert renk veya boya. Prussianize f. Prusyalılaştırmak.

prussiate

i. asit prusik tuzu. prussic acid kim. asit prusik.

pry

f., i. merakla bakmak, gözetlemek, tecessüs etmek; gizli şeyleri araştırmak; i. tecessüs, gözetleme, merakla bakma; mütecessis kimse. pry'ingly z. casus gibi, tecessüsle.

pry

i., f., A.B.D. manivela, kaldıraç; f. manivela ile açmak, kımıldatmak veya kaldırmak.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL