NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

pre ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: pre
Bulunan Sonuç: 237

pre-

( önek) önce, evvel, ön.

pre-adolescence

i. ergenlik çağı öncesi, 9-12 yaşlar arası.

pre-cambrian

s., jeol. kambriyum öncesine ait.

pre-med , premedical

s. tıp öğrenimine hazırlayıcı, tıp öğrenimi öncesi (kurslar veya öğrenci).

pre-raphaelite

i. Rafael öncesi sanat görüşünü izleyen ressam.

preach

f. va'zetmek; telkin etmek; nasihat etmek, öğüt vermek. preach against aleyhinde va'zetmek.

preacher

i. vaiz. preaching i. vaız, va'zetme; öğüt. preach'ment i. vaız; va'zetme; can sıkıcı nasihat, uzun ve sıkıcı sözler.

preachy

s. fazla nasihatli.

preamble

i. başlangıç, mukaddeme, önsöz.

preamplifier

i., (radyo) önamplifikatör.

prearrange

f. önceden düzenlemek, tertip etmek. prearrangement i. önceden alınan tertibat.

prebend

i., İng. katedralin papaza bağladığı tahsisat; bu tahsisatı temin eden vakıf; katedralden tahsisat alan papaz. prebendary i. katedralden tahsisat alan papaz.

precancel

f. pulları postalamadan önce damgalamak.

precarious

s. güvenilmez, istikrarsız, esassız, asılsız, kararsız, şüpheli; nazik, tehlikeli, rizikolu; (eski) başkasının keyfine tabi. precariously z. tehlikeli bir şekilde; istikrarsızca. precariousness i. tehlikeli hal, riziko.

precatory

s. niyaz kabilinden, yalvarma niteliğindeki.

precaution

i. ihtiyat, basiret, önceden alınan tedbir. precautionary s. ihtiyat kabilinden. precautious s. tedbirli, ihtiyatlı; ihtiyat kabilinden.

precede

f. önde olmak, önce gelmek, takaddüm etmek; önünden yürümek; önce vaki olmak.

precedence

i. önce gelme; üstünlük; önce vaki olma, takad- düm. take precedence takaddüm etmek, başta gelmek. order of precedence kıdem sırası.

precedent

s. önceki.

precedent

i. emsal, numune, örnek; evvelce vaki olmuş ve tekrar vuku bulması hak veya adet olan şey; teamül, yapılageliş.

preceding

s. takip edilen, önde bulunan. the preceding bundan evvelki, yukarıda gösterilen.

precentor

i. kilisede müziği idare eden kimse.

precept

i. emir, hüküm; ahlâki kural; yönerge, talimat; huk. mahkeme emri. precep'tive s. nasihat kabilinden, ihtar yollu.

preceptor

i. öğretmen, hoca; okul müdürü. preceptor'ial s. öğretmenle ilgili. preceptorship i. öğretmenlik, hocalık. preceptress i. kadın öğretmen; okul müdiresi.

precession

i. önce geliş, takaddüm; astr. presesyon. precession of the equinoxes astr. gün-tün eşitliği zamanının gerilemesi, presesyon.

precinct

i. mıntıka, bölge, yöre, havali; çevre; A.B.D. seçim bölgesi.

preciosity

i. aşırı titizlik.

precious

s., z., i. kıymetli, değerli; çok pahalı; ender; aziz, çok sevilen; aşırı itinalı, fazla nazik, müşkülpesent; k.dili rezil; z., k.dili çok, ziyadesiyle; i. sevgili. precious little çok az. precious metals altın ve gümüş gibi kıymetli madenler. precious stone kıymetli taş, mücevher. preciously z. değerli surette; fazla titizlikle. preciousness i. pahalılık; değer, kıymet; aşırı incelik.

precipice

i. uçurum; sarp kayalık.

precipitance , cy

i. acele, telâş; acelecilik. precipitant s., i. acele giden; acele yapılmış; i. kimyasal veya mekanik çökelme yapan bir madde.

precipitate

f. zamanından önce meydana getirmek; yüksek bir yerden aşağı atmak; acele ettirmek, hızlandırmak; kim. tortusunu ayırmak, teressüp ettirmek, çökeltmek; meteor. (yağmur veya kar şeklinde) yere düşmek, yağmak; fiz. buharı teksif etmek; yüksek yerden aşağı düşmek veya atılmak; körü körüne acele etmek; kim. çökelmek, çökmek. precipitable s. dibine çökebilir. precipita'tion i., meteor kar veya yağmurun yere düşmesi, düşen kar veya yağmur miktarı, yağış; tortunun dibe çökmesi, çökelme; baş aşağı gidiş veya düşüş; acelecilik, telâş.

precipitate

i., s. tortu, çöküntü, rüsup; s. aceleci; baş aşağı düşen veya akan; düşüncesiz; acele ile yapılmış; birdenbire gelen veya olan, ani. precipitately z. acele ile, telaşla. precipitateness i. acelecilik.

precipitous

s. dik, sarp; uçurum gibi, uçurumlardan ibaret; atılgan, aceleci. precipitously z. baş aşağı olarak; aceleyle, telâşla. precipitousness i. baş aşagı oluş; telaş, acele.

precis

i. özet, öz, hulâsa.

precise

s. tam, tamam, kati, kesin, sahih, çok dikkatli, dakik; kural dışına çıkmayan; kusursuz; kesinlik ve açıklıkla ifade edilmiş. precisely z. dikkatle, kesinlikle; tamamen; muhakkak. preciseness i. katiyet, kesinlik; dakiklik.

precision

i., s. dikkat, katilik, kesinlik; sıhhat; dakiklik; doğruluk, sarahat, vuzuh; s. dakik. precision bombing tam isabetli bombardıman.

preclinical

s., tıb. klinik devresinden evvel.

preclude

f. bir önceki hareketten dolayı imkânsız hale getirmek, engel olmak, mâni olmak; dışarıda bırakmak.

precocious

s. vaktinden evvel gelişmiş, erken inkişaf etmiş. precociously z. erken gelişerek.

precociousness , precocity

i. erken gelişme.

precognition

i. önceden bilme veya haberi olma; İskoç., huk. ilk soruşturma.

preconceive

f. önceden düşünüp hakkında fikir edinmek; peşin hüküm vermek. preconcep'tion i. önceden anlama; tarafgirlik; peşin hüküm verme; önyargı, peşin hüküm; yanlış fikir .

preconcert

f. önceden kararlaştırmak. preconcertedly z. önceden kararlaştırılmış bir şekilde .

precondition

i., f. peşin şart; f. önceden hazırlamak.

precook

f. önceden pişirmek..

precursor

i. haberci, müjdeci, muştucu. precursory s. önceden haber veren; ön, ilk.

predacious

s. yırtıcı, av ile geçinen; yırtıcı hayvanlara ait.

predate

f. erken tarih atmak; daha önce gelmek.

predation

i. saldırıp parçalama, yırtıcılık.

predator

i. yırtıcı kimse veya hayvan; yağma eden kimse.

predatory

s. yağmacılık veya soygunculukla geçinen; yırtıcı, avlanarak yaşayan.

predecease

f. (birinden) önce ölmek.

predecessor

i. birinden önce gelen kimse, öncel, selef; ata, cet.

predesignate

f. önceden tayin etmek.

predestinarian

s., i. kadere mahsus; kadere inanan; i. kadercilik- yanlısı. predestinarianism i. kadercilik.

predestinate

f., s. önceden mukadder kılmak, önceden nasip etmek; s. kısmet olan.

predestination

i. takdir, kader, kaza, nasip, kısmet; takdiri ilâhi.

predestine

f., bak. predestinate .

predetermine

f. önceden tayin veya takdir etmek; önceden kararlaştırmak. predeterminate s. önceden tayin olunmuş. predetermina'tion i. önceden tayin veya takdir.

predicable

s., i. iddia edilebilir, önermede hüküm ve isnadı mümkün, yüklemleşir; i. iddiası mumkün olan herhangi bir şey. predicabil'ity i. isnat imkanı.

predicament

i. kötü hal, bela; hal, halet, durum, vaziyet; man. cins, kategori.

predicate

f. doğrulamak, teyit etmek; belirtmek, ifade etmek, göstermek; dayanmak. predicate on dayandırmak, isnat etmek. predica'tion i. hüküm, isnat .

predicate

i., s., gram., man. yüklem, haber; bir önermede kabul veya reddedilmiş nokta; s. yüklemle ilgili.

predicative

s. tasdik edici, doğrulayıcı. predicatively z., gram. yüklem olarak.

predicatory

s. vaız niteliğindeki.

predict

f. bir şeyin vukuunu önceden haber vermek, kehanette bulunmak. prediction i. kehanet, önceden haber verme.

predigest

f. önceden hazmetmek, gıdayı suni hazma tabi tutmak. predigestion suni hazım.

predilection

i. taraftar olma, tarafını tutma, tercih.

predispose

f. önceden hazırlamak, peşinen taraftar olmak; anık kılmak. predisposi'tion i. meyil, eğilim, istidat, kabiliyet.

predominant

s. üstün, hâkim, faik, galip. predominance, cy i. üstünlük, galebe, faikıyet. predominantly z. üstün gelerek, hâkim olarak.

predominate

f. üstün olmak, faik olmak, galip gelmek; hâkim olmak. predominatingly z. galip gelerek; en fazla, başlıca, daha çok.

preeminent

s. üstün, mümtaz, seçkin, faik. preeminence i. üstünlük. preeminently z. en uygun olarak; en üstün şekilde.

preempt

f. önceden ayırmak; herkesten önce satın almak; herkesten önce satın alma hakkına sahip olmak. preemption i. herkesten önce satın alma hakkı. preemptive s. önceden satın almaya hakkı olan; ask. kendi memleketini korumak için önce davranan. preemptive strike öbür tarafın muh- temel saldırısına karşı önceden saldırma.

preen

f. gaga ile düzeltmek (tüy); saç düzeltmek; kendini tebrik etmek, kendi ile övünmek.

preexist

f. bir zaman veya olaydan önce mevcut olmak.

pref.

kıs. preface, prefix.

prefab

i. prefabrike yapı.

prefabricate

f. önceden hazırlamak, önceden imal etmek; bir binanın kurulmasını kolaylaştırmak için aksamını önceden hazırlamak.

preface

i., f. önsöz, mukaddeme, başlangıç; f. önsöz ile başlamak; kitabın önsözünü yazmak; önsöz yerine geçmek.

prefatory

s. önsöz niteliğindeki, mukaddeme kabilinden.

prefect

i. eski Roma'da vali, yüksek rütbede memur; baş memur, reis; Paris polis şefi; özel okullarda bazı sorumlulukları olan öğrenci.

prefecture

i. bir vali veya yüksek rütbeli memurun sorumlu olduğu bölge, makam, hizmet süresi.

prefer

f. (-red,- ring) yeğlemek, tercih etmek; daha çok beğenmek; huk. daha ziyade hak vermek; sunmak, arzetmek, takdim etmek; (eski) terfi ettirmek. prefer charges davacı olmak. preferred stock tic. imtiyazlı hisse.

preferable

s. tercih olunur, daha iyi. preferably z. tercihen.

preference

i. tercih; tercih hakkı veya yetkisi; rüçhan; tercih olunan herhangi bir şey; huk. tediye hususunda öncelik. give preference to tercih etmek have prefer ence over tercih hakkına sahip olmak. right of preference huk. rüçhan hakkı.

preferential

s. tercih hakkı olan; tercihli; tercih eden veya edilen. preferential tariff gümrükte rüçhanlı tarife, asgari tarife.

preferment

i. terfi, yükselme.

prefigure

f. önceden canlandırmak; önceden düşünüp hayal etmek. prefigura' tion i. önceden canlandırma. prefigurative z. ilerde vaki olacak bir olayı temsil eden.

prefix

f. (kelime başına) önek koymak.

prefix

i. önek, kelimenin başına ilave olunan ek; bir ismin önüne konan unvan.

preggers

s., İng., (argo) hamile.

pregnable

s. fethedilebilir, zaptedilebilir; hücum edilebilir.

pregnant

s. gebe, hamile; fikirlerle dolu, semereli; manalı, dolgun. pregnancy i. gebelik. extrauterine pregnancy karın gebeliği. tubular pregnancy dış gebelik. pregnantly z. gebe olarak; fikirle dolu bir şekilde, manalı olarak.

prehensile

s. (maymun kuyruğu gibi) sarılma ve kavrama hassası olan.

prehension

i. tutma, yakalama; anlayış, kavrayış.

prehistoric

s. tarihöncesi, tarihten önceki.

prehistory

i. tarihöncesi.

preignition

i. motorda erken ateşleme.

prejudge

f. önceden hüküm vermek, bir davayı ayrıntılarıyle dinlemeden hüküm vermek.

prejudice

i., f. önyargı, peşin hüküm; tarafgirlik; haksız hüküm veya işten gelen zarar; garaz; f. birine tesir ederek haksız hüküm verdirmek; haksız hüküm veya iş ile zarara uğratmak. prejudice against -e karşı haksız önyargı. prejudice in favor of lehine önyargı. without prejudice önyargısız; huk. haklarına dokunmaksızın. prejudiced s. tarafgir.

prejudicial

s. önyargılı; zararlı, muzır. prejudicially z. önyargıyla; zararlı surette. prejudicialness i. tarafgirlik; muzır olma, zarar.

prelate

i. yüksek rütbeli din adamı, piskopos. prelacy i. piskoposluk.

prelect

f. konferans vermek, ders vermek.

prelibation

i. önceden tatma.

preliminary

s., i. başlangıç olan, hazırlayıcı, ilk, ön; i., çoğ. başlangıç, ön hazırlık; eleme maçı; üniversitede ön sınav, yeterlik sınavı.

prelude

i., f. başlangıç, giriş; müz. peşrev, fasıl başlangıcı, prelüd; f. bir başlangıçla açmak.

prelusive,-sory

s. başlangıç olan. prelusively z. başlangıç olarak.

premature

s. vaktinden evvel olan veya gelişen; mevsimsiz; erken doğan. prematurely z. vaktinden evvel, mevsimsiz olarak, erken. prematurity i. vaktinden evvel gelişme, mevsimsizlik.

premeditate

f. önceden düşünmek, tasarlamak, amaçlamak. premeditated s. tasarlanmış, kasıtlı. premedita'tion i. tasarlama, kasıt; önceden düşünme.

premier

s., i. birinci, ilk; baş, asıl; i. başbakan. premiership başbakanlık.

premiere

i. bir piyesin ilk defa olarak oynanması, gala; (tiyatro) baş kadın oyuncu.

premillennial

s. kıyametten evvel gelecek bin seneden önce. premillennialism i. Hazreti İsa'nın kıyametten önceki bin seneden evvel geleceği öğretisi. premillenialist, premillenarian i. bu inanca bağlı kimse.

premise

f. tanıtma veya açıklama yoluyle önceden belirtmek; bir önerme veya tartışmanın nedeni olarak ileri sürmek.

premise , premiss

i., man. tasımda birleşerek bir sonuç meydana getiren her iki önermeden biri, öncül, terim; huk. bir feragatname veya vasiyette söz konusu olan ana madde; çoğ. bina ve müştemilâtı. in these premises bu duruma göre, bu şartlar altında. major premise man. büyük terim. minor premise man. küçük terim. on the premises bina müştemilâtı içinde.

premium

i. prim; (satışta) hediye; sigorta ücreti; bir şeye itibari değerinden fazla olarak verilen fiyat; hisse senetleri veya paranın mübadele farkı; değer; yarışmada verilen ödül. at a premium fazla fiyatla, itibari değeri üstünde; çok rağbette, çok aranılan.

premolar

s., i. köpekdişlerinin hemen yanındaki iki azıdişine ait; i. bu iki azıdişinden biri, küçük azıdişi.

premonition

i. önsezi; uyarma.

prenatal

s. doğumdan önceye ait.

prenomen

bak. praenomen.

preoccupancy

i bir mülkü başkasından evvel işgal etme.

preoccupation

i. zihin meşguliyeti.

preoccupy

f. başkasından evvel ele geçirmek; işgal etmek; zihnini işgal etmek. be preoccupied zihni meşgul olmak.

preordain

f. önceden buyurmak veya karar vermek, önceden nasip etmek.

preordination

i. önceden takdir.

prep

kıs. preparatory, preposition.

prep

s., k.dili hazırlayıcı.

prepackage

f. önceden tartıp paketlemek.

preparation

i. hazırlama; hazırlık; hazırlanan şey; hazır ilâç.

preparative

s., i. hazırlayıcı; hazırlık, hazırlama.

preparatory

s. hazırlayıcı, hazırlık niteliğindeki. preparatory school üniversiteye hazırlayan özel okul. preparatory to sending it gönderilmesi için hazırlık olarak.

prepare

f. hazırlamak; düzenlemek; donatmak; pişirmek; yapmak; hazırlanmak, hazır olmak.

preparedness

i. hazırlık, hazır olma; gerektiğinde savaşa hazır bulunma.

prepay

f. (-paid) parasını önceden vermek, peşin ödemek. prepayable s. peşin ödenir. prepayment i. peşin ödeme.

prepense

s., huk. önceden düşünülmüş, tasarlanmış, kasıtlı. malice prepense kasti kötülük.

preponderate

f. ağır çekmek; baskın gelmek, ağır basmak, galip gelmek; hâkim olmak. preponderance, -cy i. çoğunluk, üstünlük. preponderant s. ağır basan, baskın gelen, hâkim, galip. preponderantly z. üstün şekilde, çoğunlukla.

preposition

i. (edat) prepositional s. edat kabilinden.

prepositive

s., i., gram. nitelenen kelime önüne eklenmiş (kelime).

prepossess

f. meşgul etmek, zihnini işgal etmek; lehinde fikir hasıl ettirmek. prepossession i. tarafgirlik; zihin meşguliyeti.

prepossessing

s. cazibeli, alıcı. prepossessingly z. cazibeyle.

preposterous

s. akıl almaz, inanılmaz, mantığa aykırı, abes. preposterously z. mantıksızca.

prepotent

s. çok güçlü, nüfuzlu; biyol. dölüne daha fazla özellikler geçirme yeteneği olanç prepotency i. nüfuzluluk; biyol. dölüne kendi özelliğini geçirme yeteneği.

prepuce

i., anat. sünnet derisi, gulfe. prepu'tial s. gulfeye ait.

prerequisite

s., i. önceden gerekli olan (şey).

prerogative

i., s., huk. öncelik hakkı, ayrıcalık, yetki, hak; s. ayrıcalı.

presage

i., f. geleceği bildiren belirti; önsezi; f. olacağı önceden söylemek veya göstermek; kehanet etmek.

presbyopia

i., tıb. yaşlılık sonucu olarak yakını görme özelli- ğinin zayıflaması, presbitlik. presbyopic s. presbit.

presbyter

i. kilise ileri gelenlerinden biri; papaz; Presbiteryen kiliselerinde yönetim kurulu üyesi. presbyterial s. yönetim kuruluna ait.

presbyterian

s., i. ihtiyarlar meclisince yönetilen kilise sis- temine ait; i., b.h. bu sistemle yönetilen kilisenin üyesi.

presbytery

i. kilisede yalnız papazların girebildiği perdeli veya kapalı kısım; Presbiteryen kiliselerinde yö- netim kurulu.

preschool

s. okul öncesi.

prescience

i. önceden bilme.

prescient

s. önceden bilen.

prescind

f. ayrı olarak düşünmek; yerini değiştirmek, ortadan kaldırmak. prescind from (bir şeyden) dikkatini çevirmek.

prescribe

f. nizam koymak; emretmek; tıb. salık vermek, vermek (ilâç); huk. zaman aşımına dayanarak hükümsüz kılmak; zaman aşımına tabi olmak; zaman aşımı ile hak kazanmak.

prescript

s. yetkiyle kararlaştırılmış.

prescript

i. kanun, emir, yönerge, hüküm.

prescription

i. emir, talimat; tıb. reçete; huk. zaman aşımına dayanan hak; devam eden âdet.

prescriptive

s. sıkı kurallar koyan; âdet hükmüne geçmiş, yapılagelen; huk. zaman aşımıyle kazanılmış.

presence

i. huzur, hazır bulunma, varlık; duruş; hayal, görüntü. presence of mind serinkanlılık, soğukkanlılık. in the presence of a large company büyük bir topluluk önünde. saving your presence (eski) hâşa huzurdan, sözüm yabana, sözüm meclisten dışarı, affedersiniz. Your presencs is requested. Hazır bulunmanız rica olunur.

present

i. hediye, bahşiş, armağan.

present

f. takdim etmek, sunmak, arz etmek; tanıştırmak; huzura çıkarmak; göstermek; bir memuriyet için ismini arz etmek; nişan almak (tüfek). present a person with a thing, present a thing to a person birisine bir şey sunmak. present an appearance görünmek; hazır bulunmak. present arms ask. silâhı önde tutarak selâm vaziyetinde durmak. present oneself meydana çıkmak, görünmek. present some difficulty güçlük çıkarmak.

present

i. şimdiki zaman; şimdiki durum; gram. hal kipi, şimdiki zaman kipi. at present şimdiki halde, şimdiki durumda. for the present şimdilik, şu anda.

present

s. şimdiki; hazır, mevcut; gram. şimdiki zamanı gösteren. in the present case bu durumda; gram. şimdiki zaman kipinde. the present writer bu yazıyı yazan, imza sahibi. the present worth of şimdiki değeri.

present-day

s. şimdiki, günümüzün.

presentable

s. takdim olunabilir, sunulabilir; düzgün görünüşlü.

presentation

i. sunma, takdim; gösterme; huzura çıkma; verilme, sunulma; tiyatro oyunu; psik. kavrama gücü; tıb. doğumda ceninin duruş şekli. presen- tation copy hediyelik nüsha.

presentative

s., psik. akıl ile kavranır; hemen kavrayan veya hisseden.

presentee

i. görev veya ödenek alan kimse.

presentiment

i. önsezi.

presentive

s. bir fikir veya kavramı akla getiren.

presently

z. birazdan; şimdi, şimdilik; (eski) veya leh. derhal, hemen.

presentment

i. sunma, takdim; göz önüne koyma, sergileme; betimleme, resim; huk. büyük jüri raporu; tic. senet gösterme.

preservation

i. saklama, saklanma; muhafaza, koruma.

preservative

s., i. saklayan, koruyan; i. koruyucu şey, bozulmayı önleyici kimyasal madde.

preserve

i., gen. çoğ. reçel, şekerleme; av hayvanları için ayrılmış koru.

preserve

f. korumak, esirgemek, vikaye etmek; saklamak; reçelini yapmak; konsevesini yapmak; çürümesini veya bozulmasını önlemek, sağlam tutmak, dayandırmak. preservable s. korunabilir, saklanabilir; konservesi yapılabilir. well preserved dinç, genç kalmış.

preshrunk

s. dokuma sırasında çektirilmiş (kumaş).

preside

f. başkanlık etmek; nezaret etmek.

presidency

i. başkanlık, reislik; başkanlık süresi; b.h. eskiden Hindistan'da en büyük üç eyaletten biri (Madras, Bombay ve Bengal).

president

i. başkan; baş, reis; şef, amir.

presidential

s. başkanlığa ait.

presidial , presidiary

s. garnizona ait, garnizonu olan.

presidio

i. garnizonlu küçük kale.

presidium

i. Rusya'da hükümet yönetim kurulu.

press

i. basın, basılmış şeyler ve özellikle gazeteler; basın mensupları; gazete yazısı; matbaa makinası; matbaa, basımevi; baskı tezgâhı; pres, cendere, mengene; sıkıştırma; kalabalık, yığışma; sıkışma, acele, baskı, iş çokluğu; baskı sanatı; elbise dolabı; (giyside) ütü. press agent (sanatçının) basın sözcüsü. press association basın kurumu. press box herhangi bir yerde basın mensuplarına ayrılan yer. press clipping gazet. kupür. press conference basın toplantısı. press gallery basın locası. press of canvas yelkenin rüzgârın elverdiği kadar açılması. press proof matb. son prova, makina provası. press release basın bildirisi. freedom of the press basın özgürlüğü. go to press matbaaya verilmek, basılmak. hat press şapka kalıbı. hay press ot presesi. in press basılmakta. off the press bas- kıdan çıkmış. oil press yağhane. the press of modern life zamanın gerektirdikleri. the yellow press günlük olayları abartmalı ve hissi bir dille yayımlayan gazeteler.

press

f. basmak; sıkmak, sıkıştırmak; sıkıp suyunu veya yağını almak, özsuyunu almak; sıkıştırmak, baskı yapmak, zorlamak, üstüne düşmek, ısrar etmek; sıkıca sarılmak; zorlamak; hızlı sürmek, çok koşturmak; ütülemek; kitle halinde ilerlemek. press forward hızla ilerlemek. Don't press your luck. Şansına güvenme. Time is pressing. Vakit dar.

pressed

bak. press; s. sıkışmış; bastırılmış. pressed brick fırına sürülmeden önce kalıba konulmuş tuğla. be pressed for time vakti olmamak, acele işi olmak.

presser foot

dikiş makinasında ayak.

pressing

s. acele, evgin; sıkı. pressingly z. sıkıştırarak, acele ile.

pressman

i. basımcı; İng. gazeteci, muhabir; ütücü.

pressmark

i. kütüphanelerde kitabın hangi rafa ait olduğunu belirtmek üzere kitap içine konulan işaret.

pressroom

i. basım odası.

pressure

i. baskı, tazyik, basınç; hücum; basınç kuvveti. pressure cabin hav. tazyikli kabin. pressure cooker düdüklü tencere. pressure gauge basıölçer, manometre. pressure group hükümete tesir etmeye çalışan nüfuzlu grup; kendi çıkan için meclise veya umuma baskı yapan grup. pressure point tıb. deride basınca karşı hassas olan nokta. atmospheric pressure hava basıncı. blood pressure tansiyon. bring pressure to bear zorla yaptırmaya çalışmak, sıkıştırmak. financial pressure para sıkıntısı. high pressure yüksek basınç. hydrostatic pressure sıvı maddelerin basınç kuvveti. low pressure alçak basınç. standard pressure standart basınç. work at high pressure son süratle çalışmak. work under pressure baskı veya zor altında çalışmak.

pressurize

f. tazyik altında tutmak; hav. yüksek uçuşlarda uçağın içindeki havayı yeterli basınçta tutmak.

presswork

i. matbaa işi, basım işi; basılmış şeyler.

prestidigitator

i. hokkabaz, el çabukluğu ile hüner gösteren kimse. prestidigita'tion i. hokkabazlık.

prestige

i. prestij, itibar, nüfuz, tesir, ün, şöhret. prestigious s. prestijli, tanınan.

prestissimo

z., s., İt., müz. çok hızlı.

presto

z., İt., müz. presto.

presume

f. farzetmek, tahmin etmek; ihtimal vermek; haddini aşmak, cüret etmek, cesaret etmek. presume on istismar etmek. presumably z. tahminen, galiba.

presumption

i. haddini bilmeyiş, haddini aşma, cüret, küstahlık; zan, farz, tahmin; huk. bilinen gerçeklere dayanarak çıkarılan sonuç, ipucu.

presumptive

s. muhtemel; zan ve karşılaştırmaya dayanan. presumptive evidence durum ve şartlardan çıkarılan kanıt. heir presumptive bak. heir.

presumptuous

s. küstah, mağrur, kibirli. presumptuously z. küstahça. presumptuousness i. küstahlık.

presuppose

f.önceden farzetmek; gerekmek.

presupposition

i.önceden farzedilen şey.

pretend

f.yapar gibi görünmek, yalandan yapmak, taslamak; taklit etmek, benzetmek; (to ile) iddiada bulunmak. pretend illness yalandan hasta olmak, sayrımsamak. pretend to be a scholar bilginlik taslamak. pretend to the throne tahtta hak iddia etmek.

pretender

i. hakkı olmadan bir şeyi isteyen kimse, özellikle krallık tahtında hak iddia eden kimse.

pretense

İng. pretence i. hile, bahane, hileli söz. false pretenses sahte görünüş, sahte tavır. make a pretense of yapar gibi görünmek, yalandan yapmak. on the slightest pretense en ufak bahane ile.

pretension

i. iddia, hak iddiası, istek; haksız istek veya iddia; gösteriş.

pretentious

s. gösterişçi, kurumlu. pretentiously z. gösterişle. pretentiousness i. gösterişçilik.

preter-, praeter-

(önek) -den öte, ötesinde.

preterhuman

s. insanüstü.

preterit

s., i., gram. geçmiş zamanı gösteren; i. geçmiş zaman kipi.

pretermit

f. (-ted, -ting) vaz geçmek; ihmal etmek; göz önünde tutmamak. pretermission i. ihmal; vaz geçme.

preternatural

s. olağandışı; doğaüstü.

pretext

i. bahane, sözde sebep.

pretor

bak. praetor.

pretoria

i. Pretoria.

prettify

f. güzelleştirmek, gereğinden fazla süslemek.

pretty

s., z. güzel, hoş, sevimli, latif; iyi, âlâ; k.dili epey büyük; z. oldukça, epeyce, hayli. pretty difficult hayli güç. pretty much the same hemen hemen aynı, yine öyle. pretty well suited iyi uymuş. a pretty mess berbat iş. cost a pretty penny çok pahalı olmak. sitting pretty k.dili cebi dolu.

pretzel

i. üstü tuzlanmış bir çeşit gevrek halka.

prevail

f. yenmek, galip olmak; hakim olmak; yürürlükte olmak; yaygın olmak, âdet olmak; başarmak, etkili olmak. prevail on razı etmek, ikna etmek, gönlünü yapmak. prevail over, prevail against galip gelmek.

prevailing

s. galip gelen, hâkim olan, üstün gelen; en sık esen (rüzgar); geçerlikte olan, yaygın. prevailingly z. galip gelerek; en çok, genellikle.

prevalence

i. hüküm sürme, hakim olma; yaygınlık.

prevalent

s. olagelen, hüküm süren, etkili, yaygın, âdet hükmünde olan. prevalently z. genellikle; hâkim olarak.

prevaricate

f. yalan söylemek; kaçamaklı cevap vermek, kaçamaklı sözle aldatmak. prevarica'tion i. yalan. prevaricator i. yalancı kimse.

prevenance

i., Fr. başkalarının ihtiyaçlarını evvelden düşünme.

prevenient

s. önünden giden, önce gelen; koruyucu. prevenience i. önce gelme, önceden yapma.

prevent

f. önlemek, engellemek, durdurmak, önünü almak. preventable s. önlenebilir, önüne geçilebilir, durdurulur. prevention i. önleme, engelleme.

preventive

s., i. önleyici, engelleyici; i. önleyici şey; önleyici tedbir. preventive detention A.B.D. suçluların, yeni suç işlememesi için, yargılanıncaya kadar hapse atılması. preventive measures önleyici tedbirler. preventive war önleme savaşı. preventively z. önleyici surette.

preventorium

i. prevantoryum.

preview

i., sin. gelecek programdan gösterilen parçalar.

previous

s. evvel, evvelki, eski, sabık; k.dili vaktinden evvel olan. previous to this bundan evvel. move the previous question mecliste görüşmeyi kısa kesmek için meselenin oya konup konmaması. ko- nusunda oya baş vurmak. previously z. önceden, evvelce.

prevision

i. basiret, sağduyu; önceden görme, önsezi.

prewar

s. savaş öncesine ait.

prexy

i., (argo) başkan; rektör.

prey

i., f. av; f. av ile beslenmek. prey on avlamak; sıkmak, sıkıntı vermek. bird of prey yırtıcı kuş.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL