NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

pl ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: pl
Bulunan Sonuç: 222

pl

kıs. place, plate, plural.

placable

s. kolay yatışır, kolay affeder; teskin edilmesi mümkün.

placard

i., f. yafta, afiş, levha, ilân levhası; f. afişlerle ilân etmek; üzerine yafta yapıştırmak.

placate

f. teskin etmek, yatıştırmak. placative placatory s. yatıştırıcı.

place

i. yer, mevki, mahal, mekân, mevzi; küçük sokak veya meydan; semt, şehir, kasaba; ev; mat. hane; mevki, memuriyet, görev, vazife. place card davetlilerin sofradaki yerlerini gösteren kart. place in the sun iyi durum. place kick (spor) saha üzerine konulmuş olan topa vuruş. give place to öncelik tanımak; yer vermek. go places ( argo) başarıya ulaşmak. high places yüksek. out of place yersiz, münasebeti olmayan. take place vaki olmak, meydana gelmek.

place

f. koymak, bir yere koymak, yerleştirmek; bir memuriyete veya işe koymak; vermek, yatırmak (para); atamak, tayin etmek; çıkarmak, tanımak; koşuda ikinci gelmek;( spor) birinci, ikinci veya üçüncü gelmek; derece almak; bırakmak; sınıflandır- mak. place a bet bahse girmek. place an order sipariş vermek, ısmarlamak.

placebo

i. (çoğ. -bos, -boes) hastaya ilâç diye verilen tesirsiz madde.

placement

i. koyma, yerleştirme.

placenta

i., anat. meşime, son, plasenta; zool. etene; bot. bitki tohumunu etrafındaki zarfa bağlayan kısım. placental s. plasentaya ait.

placer

i. nehir sularının getirdiği altınla karışık aluvyon. placer mining böyle birikintiden altın ayırma işlemi.

placer

i. derece veya yer alan şey veya kimse.

placet

i., Lat. kabul, tasvip, tensip; olumlu oy.

placid

s. sakin, yumuşak, uysal, halim selim. placidity i. skunet, yumuşak başlılık, huzur placidly z süku- ünetle, uysallıkla.

placket

i. giyside fermuar yeri; eteklik cebi.

placoid

s., zool. tabak şeklindeki; köpekbalığı gibi tabak şeklinde pulları olan.

plagiarize

f. bir başkasının eserini kendisininmiş gibi yayımlamak, intihal etmek. plagiarism i. intihal; intihal edilmiş eser. plagiarist i. intihal eden kimse. plagiary i başkasının eserini kendisine mal etme, intihal.

plague

i., f. belâ musibet; taun, veba; k.dili baş belâsı, dert; f. uğraşmak, rahatsız etmek; eziyet vermek, başına bela kesilmek; belâsını vermek. Plague take it I Plague on it! Allah belâsını versin! black plague kara veba. white plague verem.

plaguy

s., k.dili sıkıcı, baş belâsı olan.

plaice

i. pisibalığı zool. Pleuronectes platessa.

plaid

s., i. ekose; i. ekose kumaş; ekose desen; İskoçya dağlılarının kullandıkları ekose şal.

plain

s., z., i. düz; sade, şatafatsız, süssüz, basit; açık, vazıh; dobra dobra söylenmiş; alelade; baharatsız, sade (yiyecek); z. sadece; i. ova, düzlük. plain dealing dürüstlük; doğru iş. plain living basit yasayış. plain sailing k.dili güç tarafı olmayan iş. plain text çözülmüş şifre. in plain words açıkça, vuzuhla; sadelikle, sussüz olarak. plainness i. düzlük; sadelik, süssüzluk; açıklık, vuzuh.

plainclothes man

sivil polis; detektif.

plainsong

i., müz.( eski )bir tarz kilise müziği.

plainspoken

s. açık sözlü.

plaint

i. şikâyet, yakınma; feryat, figan.

plaintiff

i., huk. davacı.

plaintive

s. yakınan sızlanan, kederli. plaintively z. sızlanarak.

plait

i., f. örgü; kıvrım, pli, kırma; f. örmek; kıvrım yapmak.

plan

i., f. (-ned,- ning) plan; kroki, taslak; tertip, niyet maksat, fikir; yol, usul, tarz; f. planını çizmek; plan kurmak, tasarlamak; tertiplemek düzenlemek; düşünmek, niyetlenmek, working plan ilk tasarı, ge- çici. plan planner i. plan yapan kimse.

planar

s. düzeysel.

planarian

i., zool. planarya.

plane

i., geom. düzlem, müstevi; düzey; safha, derece; tayyare, uçak. inclined plane geom. eğik düzlem on the same plane aynı düzeyde, müsavi, aynı derecede.

plane

i., plane tree çınar, bot. Platanus.

plane

i., f. rende, marangoz rendesi, planya; bir çeşit mala; f. düzeltmek, rendelemek; üstünu temizlemek; den. suyun yüzünde uçar gibi gitmek.

plane

s. tamamıyle düz, dümdüz; mustevi, düzlem; yassı. plane angle geom. düzlem açı, basit açı. plane figure geom. düzlem şekil. plane geometry düzlem geometri plane table plançete.

planer

i., bak. planing machine.

planet

i. gezegen, seyyare.

planetarium

i. yıldızları ve güneş sistemini hareket halinde canlandlran cihaz; bu cihazın içinde bulunduğu bina.

planetary

s. gezegenlerle ilgili, gezegen gibi; seyyar, gezginci; dünyasaı. planetary gear mak. büyuk bir dişli çarkın içinde dönen küçük dişli.

planetfall

i. bir gezegene iniş.

planetoid

i., astr. küçük gezegen, asteroid planetoid.

plangent

s. dalga gibi çarpan veya döven, yankılanan; gurultulu.

planimeter

i. planimetre, düz bir alanın yüzolçümünü ölçen alet planimetry i. yüzölçümü ölçme usulu.

planingmachine

planya makinası, planya tezgâhı. planing mill kereste rendeleme fabrikası.

planisphere

i. düzlem küre.

plank

i. kalın tahta, döşemelik tahta; dayanak, destek; parti programında madde. walk the plank geminin yan tarafından uzanan kalasın üzerinden suya düşüp bozulmak.

plank

f. kalas döşemek, tahta kaplamak; kızartıp veya haşlayıp servis yapmak; k.dili fırlatmak. plank down, plank out hemen ödemek .

plankton

i. plankton.

planoconcave

s. bir yüzü düz obur yüzü içbükey olan.

planoconvex

s. bir yüzü düz öbür yüzü dışbukey olan.

plant

i. bitki, ot; fabrika, atelye; bir kurumun malı olan bina veya arazi; demir baş; teçhizat; (argo) hile oyun, tuzak; şakşakçı; seyircilerin arasında oturup rol ya- pan oyuncu; hikâyede sonradan etkisini gösteren belirsiz bir kısım. plant louse yaprak biti; bitkilere musallat olan bit., zool. Chermus sensitive plant kuseğen, küstümotu, bot. Mimosa pudica.

plant

f. dikmek, ekmek; kurmak, tesis etmek; tohumlarını atmak (fikir); denize balık tohumu ekmek; bahçe yapmak; mevzilendirmek; iskân etmek, yerleştirmek; (argo) aşketmek, indirmek, yapıştırmak (tokat); yutturmak. plant oneself dikilmek. plant out fideleri saksı veya limonluktan çıkararak toprağa dikmek.

plantain

i. bir çeşit müz., bot. Musa paradisiaca; bunun pişirilerek yenen meyvası.

plantation

i. koru, fidanlık; büyük çiftlik, geniş tarla, ekim alanı; istiridye yatağı; ekim.

planter

i. ekici, ziraatçı; tohum serpme makinası; büyük çiftlik sahibi; sömürge kurucusu .

plantigrade

s., i., zool. insan ve ayı gibi butun tabanına basarak yuruyen; i. tabanına ağırlık vererek yurüyen hayvan.

plaque

i. süs tabağı; madeni levha veya rozet.

plash

f. çalıları büküp örerek çit yapmak.

plash

f., i. su sıçratmak; i. su sıçratma; yağmurun şiddetli yağması.

plash

i. su birikintisi.

plasm

(sonek), biyol. plazma.

plasma

i. plazma; protoplazma; min. bir çeşit yeşil çakmaktaşı. plasmic plasmat'ic s. plazma veya protoplazma ile ilgili.

plasmodium

i. (çoğ.- dia) biyol. birkaç amipten oluşmuş mikrop, plazmodyum; sıtma asalağı, zool. Plasmodium.

plasmolysis

i., bot. plazma bozulumu.

plast

(sonek) canlı hücre.

plaster

i. sıva; alçı; tıb. yakı. plaster cast tıb. alçı. plaster of Paris alçı. court plaster yapıştırıcı bant. mustard plaster hardal yakısı. porous plaster yakı.

plaster

f. sıvamak, sıva vurmak; yakı yapıştırmak; yapıştırmak; (argo) tokatlamak, yumruklamak.

plasterboard

i. yapıda sıva yerine kullanılan suni tahta.

plastered

s.,(argo)sarhoş, kufelik.

plastic

s. i.plastik; naylon; şekil verilebilen; yoğrulabilen; i.plastik.plastic arts plastik sanatlar.plastic surgery plastik ameliyat.plasticity i.istenilen şekle konulabilme, yoğrulabilme.

plastron

i.ortaçağa mahsus madeni göülü; eskrim göğüslük.kadın elbisesinin göğüs süsü; kolalı frenkgömleğinin göğüs kısmı; zool. kaplumbağa ka- buğunun göğüs kısmı.

plat

i., f. (-ted, -ting) eski küçük toprak parçası arsa; plan, çap; f., (eski) şehir planı çizmek .

plat

i., f. saç örgüsü; f. saç örmek

plate

f. madenle kaplamak; zırh levhalarla kaplamak; matb. galvano klişe yapmak; baskı ile cila1amak (kağıt) .

plate

i. tabak; sahan; bir tabakdolusu şey; madeni levha; altın veya gümüş sofra takımı; kupa, şilt; maden baskı kalıbı; dişçi damak, takma diş, protez; mim. duvar tabanlığı; zırh levhası; böyle levhalardan yapılmış zırh; cam negatif; fotoğraf klişesi; (beysbol) kale işareti olan levha. plate glass dökme cam. gold plate altın kaplı madeni eşya. plateful i. bir tabak dolusu.

plateau

i. (çoğ.- teaus,- teaux) plato, yüksek düzlük, yayla; psik. bir kimsenin öğrenim süresi içinde hiç ilerleme kaydetmediği dönem; birkaç katlı sini takımı.

plated

s.kaplanmış; iki yüzü değişik dokunmuş.

platelet

i. plhtılaşmaya yardımcı olan kan elemanı, trombosit.

platen

i. matbaa makinasının baskı yapan levhası; daktilo makinasının silindiri.

plater

i. kaplamacı; maden levhaları yapan veya kaplayan işçi; (spor) ikinci sınıf yarış atı.

platform

i. platform, yüksekçe yer, kürsü; peron; tramvay sahanlığı; bir siyasi partinin resmen kabul ettiği prensipler, parti programı; plan, tasarı. platform car açık yük vagonu.

plating

i. madeni levha kaplama, kaplamacıllk.

platinotype

i. Işığm platin tuzları üzerindeki etkisi ile çekilen fotoğraf; böyle fotoğraf çekme işlemi.

platinum

i., kim. platin. platinum black kim. platinden çıkanlan siyah bir toz. platinum blond platine veya beyaza yakın sarı saçlı (kimse). platinum metals tabii ve kimyasal özellikleri platine benzeyen birkaç maden.

platitude

i. soğuk laf, yavan söz; adilik, bayağılık, tatsızlık. platitudinize f. tatsız laflar söylemek. platitudinous s. souk laftan ibaret.

plato

i. Eflatun, Plato.

platonic

s. Eflatun veya felsefesine ait, Platonik. platonic love saf aşk, manevi aşk, platonik sevgi. platonic relationship samimi arkadaşlık, içli dışlı olma.

platonism

i. Eflatun'un felsefesi, Eflatunculuk; Eflatun'dan kalma deyim. Platonist i. Eflatun felsefesi taraftarı. Platonize f. Eflatun felsefesini taklit etmek; bu felsefeye uydurmak; idealleştirmek.

platoon

i. askeri müfreze; takım.

platter

i., A.B.D. düz ve büyük tabak; k.dili plak.

platypus

i. Avustralya'ya mahsus bir hayvan, ornitorenk, zool. Ornithorhyn chus anatinus .

platyrrhine

s. delikleri birbirinden uzak ve geniş burunlu.

plaudit

i. alkış, takdir. plauditory s. alkış veya takdir anlamına gelen.

plausible

s. aklın kabul edebileceği, havsalaya sığan; makul, görünüşte makul veya haklı olan; itimat uyandıran; olasılı. plausibil'ity i. makul olma; olasılık. plausibly z. akla sığacak şekilde, makul olarak.

play

f .oynamak; eğlenmek; hareket etmek, sallanmak, kımıldanmak; çalgı çalmak; rol yapmak, temsil etmek, canlandırmak; kumar oynamak; su fışkırtmak (flskıye); hortumla fışkırtmak; ateş etmek (top); hareket ettirmek, gezdirmek; oyuna iştirak etmek. play at katılmak; yapar gibi görün - mek. play ball oyuna başlamak; işbirligi etmek. play down önemsememek. play both ends against the middle kendi çıkarı için başkalarını birbirine düşürmek. play fair hilesiz oynamak, doğru oynamak. play false hilekârlık etmek. play fast and loose kaygısızca hareket etmek. play havoc mah- vetmek. play high büyük kumar oynamak; briç karşısındakine kaybettirmek için yüksek değerli bir kart oynamak. play house evcilik oynamak. play into the hands of çıkar sağlayacak şekilde davranmak. play off berabere kalan bir oyunu sonradan tamamlamak. play on durmadan çalmak, çalmakta devam etmek. play on(veya) upon faydalanmak, istismar etmek. play politics siyasi çıkarlarına göre davranmak. play possum ölü veya uyuyor gibi davranmak. play second fiddle ikinci derecede rol oynamak. play the field birden fazla kimseyle aynı zamanda flört etmek. play the fool ahmakça davranmak. play the game dürüstçe hareket etmek. play the man erkekçe davranmak, mertçe hareket etmek. play the market spekülasyon yapmak. play up belirtmek, tebaruz ettirmek, üzerinde durmak. play up to yaltaklanmak. play with ile oynamak, kandırmak. play with oneself istimna etmek, kendi kendini tatmin etmek. played out bitkin bir hale gelmiş; işi bitmiş.

play

i. oyun, eğlence; sahne oyunu, piyes; şaka, latife; fiil, hareket; oynama, faaliyet; davranış; işleme; ilgi; hareket serbestliği. a play on words kelime oyunu. at play oynamakta, oyunda. child's play çocuk oyunu; çok kolay iş. come into play meydana çıkmak, kullanılmaya başlamak, etkili olmak. fair play oyunun hakçası, doğru oyun. foul play hileli oyun; alçakçasına iş, suikast. in play oyunda (top); şaka olarak. make a play for k.dili kazanmaya çalışmak; ayartmaya çalışmak .out of play oyun dışı bırakılmış.

play-by-play

s. dakikası dakikasına veren.

playable

s. oynanabilir; çalınabilir.

playback

i. banda aldıktan sonra sesi tekrarlama.

playbill

i. tiyatro afişi; oyun programı.

playboy

i. ciddi bir işi olmayan ve zevk peşinde koşan erkek; mirasyedi erkek.

player

i. oyuncu; aktör; çalgı çalan kimse, çalgıcı; eğlence ile vakit geçiren kimse; kumarbaz; (ing), (spor) profesyonel oyuncu; müzik aletini çalmak için kullanılan otomatik cihaz. player piano otomatik tertibatı bulunan piyano.

playfellow

i. oyun arkadaşı.

playful

s. oynamayı seven; şen, şakacı, latifeci. playfully z. şenlikle; şaka olarak. playfulness i. şen oluş, oyunculuk; şakacılık.

playgoer

i. tiyatro meraklısı .

playground

i .oyun sahası.

playhouse

i. tiyatro; çocukların içinde oynadıkları kuçük ev

playing card

oyun kâğıdı, iskambil kâğıdı.

playlet

i. küçuk piyes.

playmate

i. oyun arkadaşı.

playoff

i., (spor) rovanş maçı.

playpen

i. küçük çocuklar için etrafı parmaklıklı oyun yeri, park.

plaything

i. oyuncak.

playtime

i. oyun zamanı, tatil saati.

playwright

i. piyes yazarı.

plaza

i. meydan, çarşı yeri.

plea

i. yalvarma, rica; huk. dava; müdafaa; itiraz; mazeret, özür. court of common pleas medeni hukuk mahkemesi. special plea asıl davadaki maddelere ilaveten ortaya atılan yeni şikâyet maddesi.

pleach

f. (asma) birbiri arasından geçirerek örmek.

plead

f. (pleaded veya pled) yalvarmak, rica etmek, istirham etmek; huk. dava açmak; suçlamak veya savunmak; iddia etmek; mazeret göstermek. plead guilty huk. suçu kabul etmek. plead not guilty huk. suçu reddetmek. pleadable s. davada cevap veya özür olarak gösterilebilir. pleader i. avukat, dava vekili. pleading i. dava açma; layiha hazırlama usulü. special pleading bak. special pleadingly z. yalvararak pleadings i., çoğ., huk. layihalar.

pleasant

s. hoş, güzel latif, gökçe, tatlı, memnuniyet verici. pleasantly z. hoşa gider bir şekilde. pleasantness i. memnuniyet verici oluş, hoşa gitme.

pleasantry

i. şaka, şakacılık; neşe, hoşbeş.

please

f. sevindirmek, hoşnut etmek, memnun etmek; hoşuna gitmek; memnun edici olmak; istemek. Please give me the salt Please pass the salt (Lütfen) tuzu verir misiniz? please oneself canının istediği gibi hareket etmek hoşuna gideni yapmak. please the eye göze hoş görünmek, gözü okşamak. as you please nasıl isterseniz. be pleased with den. memnun olmak. if you please lütfen, rica ederim; isterseniz. when you please ne zaman isterseniz.

pleasing

s. hoş, sevimli, hoşa giden, memnuniyet verici. pleasingly z. hoşa gidecek surette, memnun edici şekilde, hoş.

pleasurable

s. hoşa giden zevkveren; tatmin edici. pleasurably z. hoşça, zevk verecek şekilde; tatmin edici bir şekilde.

pleasure

i., f. zevk, sefa, haz, lezzet sevinç, keyif, memnuniyet; emir, irade; f., (eski) zevk vermek; zevk almak. at pleasure isteğe göre. do (one) the pleasure of lütfunda bulunmak. It is a pleasure Benim için bir zevktir. take pleasure in -den zevk almak. What is your pleasure? Ne arzu edersiniz?

pleat

i., f. pli, plise; f. pli yapmak. plea'ter i. pli yapan şey veya kimse.

pleb

i., tar. eski Roma'da avamdan biri, plep.

plebe

i., A.B.D. askeri akademide birinci sınıf öğrencisi.

plebeian

s., i. adi, bayağı, avama ait; pleplere ait; i. aşağı tabakadan adam.

plebiscite

i. plebisit, bir mesele hakkında bütün halkın oy kullanması.

plebs

i. eski Roma'da avam tabakası; avam, halk.

plectrum

i., müz. mızrap, çalgıç.

pled

bak. plead.

pledge

f. rehine koymak; taahhüt etmek, kefalet etmek; ciddi olarak söz vermek veya verdirmek; şerefine içmek. pledger i. yeminli kimse.

pledge

i. söz, yemin, ant; rehin; taahhüt; şerefine içme; gizli bir örgüte girmeye yeminli kimse. hold in pledge rehin olarak tutmak. put in pledge rehine koymak take . the pledge yemin etmek, söz vermek (özellikle içki içmeme hususunda).

pledget

i., tıb. yara tiftiği veya sargısı.

pleiades

i., çoğ. Süreyya burcu, Ülker; yedi ünlü kişiden meydana gelen grup.

pleistocene

s.,i., jeol. pleistosene ait; i. pleistosen.

plenary

s. tam, bütün, tümel, külli; mutlak; bütün üyelerin hazır bulunduğu (toplantı, kurul).

plenilunar

s. ayın bedir haline ait, dolunaya ait.

plenipotentiary

s., i. tam yetkisi olan; i. tam yetkili elçi. minister plenipotentiary and ambassador extraordinary tam yetkili fevkalade elçi.

plenitude

i. dolu oluş, bolluk, mebzuliyet.

plenteous

s.çok, bol, bereketli. plenteous in mercy yarlıgaması bol.

plentiful

s.çok, bol, mebzul, bereketli, mahsuldar, verimli.plentifully z. bol bol, mebzulen.plentifulness i.bolluk, bereket, verimlilik.

plenty

i.,s., z. bolluk, mebzuliyet; s., k.dili pek çok, bereketli; z., k.dili bol bol, yetecek kadar, kâfi miktarda.

plenum

i. (çoğ.- nums, -na) Lat. doluluk; bir madde ile dolu yer; içinde atmosferden daha yüksek basınçlı hava bulunan herhangi bir şey; üyelerin hepsinin hazır bulunduğu toplantı; birleşik oturum (mec- lislerde) .

pleonasm

i. gereksiz söz, laf kalabalığı, kelime fazlalığı, haşiv, şisirme.

pleonastic

s. gereksiz sözlerle ilgili. pleonastically z. gereksiz sözlerle ifade ederek, lüzumundan fazla şey söyleyerek.

plesiosaurus

i., paleont. boynu uzun, başı küçük ve dört ayağı küreğe benzeyen bir çeşit sürüngen.

plethora

i. dolgunluk, fazlalık; tıb pletor, kan fazlalığı, kan toplanması .plethoric s. pletorik, kan toplanması kabilinden.

pleura

i. (çoğ.- rae) anat. pleva, akciğer zarı, göğüs zarı pleural s. göğüs zarına ait, plevral.

pleurisy

i., tıb. göğüs zarı iltihabı, zatülcenp. pleurit'ic(al) s. zatulcenp hastalığına ait veya bu hastalığa tutulmuş.

pleuropneumonia

i., tıb. zatulcenp ile beraber zatürree hastalığı bulunması.

plexiglass

i., tic. mark. cama benzer bir plastik çeşidi.

pleximeter

i., tıb. pleksimetre, göğüs muayenesinde hastanın göğsüne konulup üzerine hafif hafif vurulan ufak levha.

plexor

i., tıb perküsyon çekici.

plexus

i. (çoğ. plexus, plexuses) anat. örgü, pleksus, sinir ağı; ağ, şebeke . solar plexus bak. solar.

pliable

s. katlanabilir, eğilip bükülebilir; esnek; yumuşak, mulâyim, kolay kandırılabilir, uysal. pliabil'ity, pliableness i. esneklik, eğilip bükülme kabiliyeti; uysallık. pliably z. yumuşak başlılıkla.

pliant

s. esnek, eğilip bükülebilir; yumuşak, uysal, söz dinler. pliancy i. esneklik, eğilip bükülebilme.

plica

i. (çoğ.- cae) anat., zool. deri katmeri, büklüm; tıb saçları hasır haline getiren bir deri hastalığı, plika. plicate s. yelpaze gibi katlanmış; anat. büklümlü. plica'tion i. kat, katmer; katlama .

pliers

i., çoğ. kerpeten.

plight

i. kötü durum.

plight

f .teminat vermek, söz vermek. plight one's troth evlenme sözü vermek.

plimsoll

i., Plimsoll mark den. geminin kenarındaki su çizgisi.

plinth

i., mim. duvar etekliği, etek tahtası, etek silmesi; duvar çıkıntısı; (sütun veya heykel için) kaide.

pliocene

i., s., jeol. pliyosen; s. pliyosen devrine ait.

plod

f. (-ded, -ding) i. ağır ağır ve zorla yürümek; isteksizce çalışmak, esir gibi çalışmak; i. zahmetli yürüyüş veya iş; zahmele atılan ağır adımların sesi. plodder i. zahmetli bir işi sonuna kadar sebatla yürüten kimse. ploddingly z. ağır ağır ve sebatla.

plop

f. (-ped, -ping) i., z. ,'plof diye ses çıkararak düşmek; i. taş gibi bir cismin suya düşerken çıkardığı ses; z. ,'plof'' diye ses çıkararak.

plosion

i., dilb. ''b'' ve p seslerinde küçük patlama.

plosive

i., s., dilb. patlama yapan ses; s. bu seslere ait.

plot

f .(-ted, -ting) plan veya haritasını çıkarmak; plan veya harita üzerinde işaretlerle göstermek (nota); aradaki noktaları birleştirerek çizgi çizmek; entrika çevirmek, kötü niyetlerle plan yapmak. plotting paper kareli kâğıt. plotter i. plan yapan kimse; entrikacı.

plot

i. arsa, parsel; romanın konusu; fesat, entrika, suikast, gizli plan. plotless s. plansız (yazı veya hikâye).

plough

bak. plow.

plovdiv

i. Filibe şehri.

plover

i. yağmurkuşu, zool. Charadrius dotterel plover kalinis, zool. Eudromias morinellus.

plow

İng. plough i., f. saban; sabana benzer herhangi bir alet; lokomotifin önünde kar süpüren alet; atlarla çekilen kar supürgesi; f .saban ile toprağı işlemek, saban sürmek; gemi gibi yarıp geçmek; yol açıp arasından geçmek; (ing), (argo) sınavda çakmak, kalmak. plow back tekrar yatırmak (para). plow into k.dili hızla çarpmak; girişmek, plow the sands boşuna uğraşmak. plow through a book bir kitabı guçlükle okuyup bitirmek. plow under (A.B.D.) saban ile kazıp gömmek.

plowboy

i. çiftçi yamağı; köylü çocuk.

plowman

i. saban süren kimse; köylü, rençper.

plowshare

i. saban demiri, saban kulağı.

plowshoe

i. icabında saban demirinin toprağa batmasına engel olan ağaçayak.

plowstaff

i. sabanın sapı.

ploy

i .desise, manevra, hile.

pluck

i. yiğitlik, cesaret, yüreklilik; koparma, yolma; çekme; sakatat.

pluck

f. koparmak (çiçek, meyva), yolmak; çekmek, asılmak, zorlamak; tüylerini yolmak; (argo) yağma etmek, soyup soğana çevirmek; parmakla veya mızrapla çalmak (telli saz); aldatıp soymak; (ing), (argo) imtihanda çevirmek veya reddetmek. pluck off koparmak. pluck out çıkarmak. pluck up söküp çıkarmak, kökünden sökmek; cesaret vermek.

plucky

s. cesur, yiğit, yürekli.

plug

i. tapa, tıkaç, tampon; (elek) fiş; k.dili yararsız şey; oto buji; yangın musluğu; tütün parçası; (argo) övme; (argo) vuruş, vurma; (argo) yumruk, dayak; jeol. volkan ağzını kapatan sert kaya; k.dili yıpranmış veya soysuz at; (argo) piston; durmadan tekrarlanan reklâm. plug box maden ocağında su boşaltmaya mahsus boru. plug hat( eski), (argo) silindir şapka.

plug

f. (-ged, -ging) tıkamak, tıkaç ile kapamak; (argo) tabanca veya yumruk ile vurmak; k.dili dikkat ve sebatla çalışmak; durmadan reklamını yapmak. plug for (argo) için uğraşmak. plug in fişi prize sokmak; ilgilenmek.

plugugly

i., (A.B.D.), (argo) gangster.

plum

i. erik; erik ağacı; bonbon, şekerleme; çeşitli tonlarda mor renk; arzulanacak şey. plum pudding üzüm ve baharatlı Noel yortusu pudingi.

plumage

i. kuşun bütün tüyleri; süslü elbise, süs .

plumb

i., s., z. şakül, iskandil kurşunu; dikey duruş; s. dikey, şakuli, amudi; k.dili tam; z. dosdoğru, dimdik; k.dili tamamen, mutlak surette. plumb line şakül sicimi, şakül, çekül. out of plumb dikey olmayan, eğrice.

plumb

f. iskandil etmek, şaküle vurmak, şaküllemek: doğrultmak, düzeltmek; ölçmek, tartmak; en alt seviyesine erişmek; kurşunla kaplamak.

plumbago

i. kalem kurşunu; dişotu, bot. Plumbago europaea. plumba ginous s. grafite benzer; grafitli.

plumber

i. su borusu tamircisi veya tesisatçısı. plumber's helper musluk pompası.

plumbiferous

s. kurşun hâsıl eden, kurşunlu.

plumbing

i. bir binadaki boru tesisatı; kurşun ve lehim işleri; su tesisatım yapma; boru tesisatçılığı.

plume

i., f. tüy, kuştüyü; iri ve gösterişli tüy, tüy sorguç; mükâfat, şeref madalyası, nişan; bazı fidan tohumlarını havaya saçan tüy gibi kısım, sorguç; f tüylerle süslemek; tüylerini düzeltmek (kuş); bö- bürlenmek, kendini beğenmek, övünmek. plumeless s. tüysüz, sorguçsuz. plumelet i. tüycük, ufak tüy. plumose, plumous s. tüylü, tüye benzer. plumosity i. tüylülük.

plummet

i., f. şakül kurşunu, iskandil kurşunu, çekül; yük, ağırlık, sıkıcı ,şey, sıkıntı; f. dikine düşmek.

plump

s., f. dolgun, tombul, tıknaz, şişmanca;( informal) balık etinde; f. şişmanlatmak, şişmanlamak. plumpness i. dolgunluk, tombulluk.

plump

f., i., z. pat diye oturmak; birdenbire düşürmek; birdenbire ortaya atmak (laf); her bakımdan yardım etmek; i. bir denbire düşüş veya dalış; düşme sesi; z . birdenbire düşerek; açıkça, kabaca; baş aşagı.

plumule

i. tohumda gövde ve genç yaprakların taslağı, tümürcük; kuşun ince tuyleri.

plumy

s. tüy gibi, tüylü, tüylerle süslenmiş.

plunder

f., i. yağma etmek, talan etmek, soymak, zorla almak; i. yağma, talan, yağmacılık, çapulculuk; (A.B.D.) k.dili özel eşya, mal.

plunge

f., i. suya daldırmak; zorla suya batırmak; saplamak, sokmak; dalmak, içine atılmak; ileriye atılmak; k.dili büyük para koyarak kumar oynamak; i. dalış, suya atılış; yüzüş; dalma havuzu; k.dili tehlikeli teşebbüs, büyük kumar; kendini verme, atılma. plunge bath dalma havuzu. take the plunge tehlikeye veya ilerisi belli olma- yan. bir işe atılmak. plunger i. dalıcı; dalgıç; basma tulumba silindiri; k.dili kumarbaz kimse; ticarette büyük rizikolar altına gırmeyi seven kimse; musluk pompası.

plunk

f., i., z., k.dili mızrapla ses çıkarmak; birden. düşmek; i. ağır darbe; z. tam isabetle.

pluperfect

s., i., gram. belirli bir geçmişteki olaydan daha önce olmuş olayın hikâyesi, (kıs. plup).

plural

s., i. birden fazla; i., gram. çoğul, cemi. plural marriage birden fazla karısı olma. plural vote bir kimsenin birden fazla oy kullanma hakkı. plurally z. birden fazla olarak.

pluralism

i. çoğul olma hali; değişik milletlerden meydana gelen toplum; fels. çokçuluk. pluralist i., fels. çokçu. pluralis'tic s. değişik milletlerden olan; bütünlük gerektirmeyen.

plurality

i. adaylar arasında en fazla oy alma; birden fazla oluş; çokluk, ekseriyet; (A.B.D.) bir seçimi kazanan kimsenin ikinci gelen şahıstan fazla olarak aldığl oy sayısı.

pluralize

f. çoğul şeklini kullanmak, çoğul yapmak.

plus

(edat), s., i. ilavesiyle, fazlasıyle; ayrıca; s. fazla, ilave olan; k.dili den öte olan; i. sıfırdan yukarı, pozitif; pozitif cereyanlı; i. artı işareti ( +), artı; pozitif miktar; fazlalık . plus fours golf pantolonu. plus number sıfırdan yukarı sayı. plus sign artı işareti ( +). Two plus three is five iki ile üç beş eder.

plush

i., s. uzun tüylü kadife, pelüş; bu kumaştan yapılan pantolon; s. pelüşten yapılmış; (argo) lüks. plushy s. tüylü kadife gibi; (argo) lüks.

pluto

i., mit. ölüler diyarının ilâhı; astr. Plüton.

plutocracy

i. zenginler hakimiyeti, plutokrasi; servet sahipleri sınıfı, zengin takımı. plu'tocrat i. servetinden dolayı fazla nüfuzu olan kimse, plütokrat.

plutonian

s .ölüler diyarına ait; cehennemi.

plutonic

s., jeol. ısı etkisiyle oluşmuş (taş).

plutonium

i., kim. plutonyum .

pluvial

s. yağmurla ilgili, yağmurlu; jeol. yağmurun etkisiyle meydana gelmiş. pluvious s. yağmurla ilgili, yağmurlu.

pluviometer

i. pluviyometre, yağmurölçer.

ply

i., f. kat, katmer; meyil, eğilim, temayul; f. eğmek.

ply

f. işletmek, kullanmak; etmek, yapmak, bir faaliyeti devam ettirmek; birbirini takip eden hamlelerle yormak ve bunaltmak; taciz etmek, sıkıştırmak, (sual yağmuruna) tutmak; çalışmak; hedefe doğru ilerlemek; düzenli seferler yapmak, gidip gelmek; den. rüzgâra karşı gitmek, orsaya seyretmek. ply someone with liquor bir kimseye durmadan içki içirmek. plying between New York and London New York ile Londra arasında işleyen (gemi veya uçak).

plywood

i. kontrplak.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL