NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

pro ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: pro
Bulunan Sonuç: 310

pro

(edat), z., i., Lat. için; z. lehinde; için; i., gen. çoğ. lehte olanlar. pros and cons lehte veya aleyhte olan öneriler.

pro

i., k.dili profesyonel atlet; profesyonel kimse.

pro forma

Lat. âdet yerini bulsun diye. pro forma invoice tic. proforma.

pro rata

Lat. nispet üzere.

pro-

(önek) önünde; önce vaki olan; ileri; lehinde, hesabına, için; yerine; nispetle.

prob

kıs. probable, probably, problem.

probabilism

i., fels. olasıcılık, probabilizm.

probability

i. olasılık, ihtimal; muhtemel şey. in all probability her ihtimale göre. What are the probabilities? Tahminler nedir?

probable

s. olasılı, muhtemel. It is more than probable... Büyük bir ihtimalle... probably z. belki de, galiba.

probang

i., tıb. boğaza kaçan bir şeyi çıkarmaya mahsus cerrah mili.

probate

s., i., f. onaylama yetkisine ait; i. vasiyetnamenin resmen onaylanması; f. vasiyetnameyi resmen onaylatmak. probate court veraset mahkemesi. probate duty bir nevi veraset vergisi.

probation

i., huk. hafif bir suçtan dolayı gözaltına alınma; (memuru) deneme süresi; gözaltı; kanıtlama; huk. vasiyetnamenin onaylanması. probation officer hafif suçluyu gözaltında bulunduran memur. probational, probationary s. deneme ile ilgili.

probationer

i. gözaltında olan hafif suçlu; deneme devresinde olan kimse.

probative , probatory

s. denemeye ait.

probe

f., i. araştırmak, incelemek; sonda ile yoklamak, sondaj yapmak; i. cerrah mili, sonda; A.B.D. araştırma; insansız uzay roketi.

probity

i. doğruluk, dürüstlük.

problem

i., s. sorun, mesele; mat. problem; s. problemli. problem child problem çocuk. problem play bir sorunu işleyen oyun, tezli piyes.

problematic,-ical

s. şüpheli.

probono publico

Lat. halkın yararına.

proboscidian

s., zool. hortumlu memelilere ait; hayvan hortumuna ait; hortumlu.

proboscis

i., zool. hortum, fil hortumu; böceklerde hortum; (şaka) burun.

proc

kıs. procedure, proceedings, process.

procaine

i., ecza. prokain.

procambium

i., bot. bitkinin damar ve kambiyum dokularını teşkil eden gelişmemiş filiz kökü.

procedure

i. işlem, muamele; huk. davaya bakma usulu; iş görme usulü. procedural s., huk. dava usulune ait.

proceed

f. ileri gitmek, ilerlemek; yol tutmak, usul takip etmek; (from ile ) çıkmak, meydana gelmek, baş göstermek, türemek; huk. dava etmek, dava açmak.

proceeding

i. muamele; huk. dava muameleleri, yargılama usulleri; çoğ. tutanak; ilerleme, ileri gitme. legal proceedings dava muameleleri. summary proceedings kendi yetkisi dahilinde derhal verilen ceza.

proceeds

i., çoğ. hâsılat, kazanç, gelir.

process

i., s., f. yöntem, metot, yol, usul; süreç, vetire; işlem; ilerleme; huk. belge; celpname, çağırı kağıdı; dava muamelesi; biyol. yumru; s. özel işleme tabi tutulmuş; f. muamelesini yapmak; özel işleme tabi tutmak; huk. tebliğ etmek; dava açmak. chemical process kimyasal işlem. legal process tebligat belgesi. process server mahkeme tebligatını sahibine ileten kimse. in process of construction inşa halinde, yapılmakta. in the process of time zamanla, zaman geçtikçe.

procession

i., f. alay; oluş, meydana çıkma, baş gösterme; f. alay ile yürümek.

processional

s., i. alay çeşidinden; i. dinsel tören esnasında okunan ilâhi.

proclaim

f. ilân etmek; beyan etmek; ilân ederek kanunen yasaklamak; ifşa etmek, açığa vurmak.

proclamation

i. ilân; beyanname, bildiri.

proclitic

s., i. vurgu bakımından sonradan gelen kelimeye bağlı (sözcük).

proclivity

i. eğilim, meyil.

proconsul

i. eski Roma'da konsül vazifesini yapan memur, prokonsül; umumi vali; b.h., paleont. insan ve maymunların atası sayılan miyosen devri primatı. proconsular s. prokonsüle ait. proconsulate, pro- consulship i. prokonsüllük.

procrastinate

f. sürüncemede bırakmak, ağırdan almak, geciktirmek; ertelemek, tehir etmek. procrasti- na'tion i. sürüncemede bırakma; erteleme. procrastinator i. işini tehir eden kimse.

procreate

f. döllemek; hâsıl etmek, doğurmak, yaratmak procreant s. meydana getiren, verimli. procreative s. dölleyici; doğurgan. procrea'tion i. dölleme; doğurma, meydana getirme.

procrustean

s. zulüm ve cebirle yola getiren.

procrustes

i., Yu. mit. boylarını yatağına uydurmak için misafirlerinin kol ve bacaklarını çekip uzatan veya kırıp kısaltan efsanevi dev.

proctor

i., f., huk. bir çeşit dava vekili; üniversitede disiplini sağlayan memur; f. (sınavda, sınıfta) disiplini sağlamak.

procumbent

s., bot. sürüngen (sap); yüzükoyun.

procurable

s. bulunur, tedarik olunur, elde edilir.

procurance

i. tedarik, elde etme.

procuration

i. tedarik, elde etme; huk. vekillik, vekalet; vekâletname; pezevenklik.

procurator

i. eski Roma'da maliye memuru; huk. vekil.

procure

f. tedarik etmek, elde etmek, edinmek, kazanmak; istihsal etmek; ettirmek, yaptırmak; pezevenklik etmek. procurement i. tedarik; istihsal.

procurer

i. tedarik eden kimse; muhabbet tellâlı, pezevenk. procuress i. pezevenk kadın.

procyon

i., astr. Prosyon, Küçük köpek takımyıldızında en büyük yıldız.

prod

f. (-ded,- ding) i. dürtmek; üvendire ile dürtmek; tahrik etmek, kışkırtmak; i. üvendire ile dürtme; hatırlatıcı şey.

prodigal

s., i. müsrif, savurgan tutumsuz; çok bol; i. müsrif kimse. prodigal son hayatı ciddiye almayan kimse, mirasyedi kimse. prodigally z. müsrifçe; cömertçe.

prodigality

i. israf; bolluk; eli açıklık, aşırı cömertlik.

prodigious

s. çok büyük, iri, kocaman; şaşılacak, müthiş. prodigiously z. çok büyük olarak; müthiş surette. prodigiousness i. büyüklük, irilik; harikuladelik.

prodigy

i. dahi; mucize, harika; olağanüstü şey.

prodromal

s., tıb. ilk belirtiye ait.

prodrome

i., tıb. hastalığın ilk belirtisi, prodrom.

produce

i. mahsul, ürün, hasılat; zerzevat, sebze.

produce

f. meydana getirmek; vermek, mahsul vermek; göstermek, meydana koymak, ortaya çıkarmak; doğurmak; yapmak, üretmek, imal etmek; uzatmak; sonuç çıkarmak; sahneye koymak.

producer

i. müstahsil, üretici, fabrikatör; hasıl eden kimse, meydana getiren kimse; sin. yapımcı, prodüktör; karbon monoksit gazının istihsal olunduğu ocak. producer goods hammadde, üretim maddeleri.

product

i. ürün, mahsul, hasılat; sonuç, netice; mat. çarpım.

production

i. imal, üretim, istihsal; ürün; eser; sahneye koyma; uzantı (çizgi); huk. ibraz.

productive

s. verimli, bereketli, mümbit; yaratıcı. productive of meydana getirici. productively z. verimli surette.

productivity

i. verimlilik.

proem

i. mukaddeme, önsöz, giriş, başlangıç; şiir mukaddemesi. proemial s. başlangıca ait.

prof

i., k.dili profesör.

prof.

kıs. professor.

profanation

i. hürmetsizce kullanma, kutsiyetini bozma.

profane

f., s. bulaştırmak, pisletmek, kirletmek; hürmetsizce kullanmak: kötüye kullanmak, suiistimal etmek; s. kâfir, zındık; adi, bayağı; mukaddes olmayan, cismani, dini işlerden ayrı olan; küfür kabilinden. profanely z. hürmetsizce. profaneness i. kutsal olmayan şey; küfür.

profanity

i. sözle hürmetsizlik, ağız bozukluğu, küfür.

profess

f. itiraf etmek, açıkça söylemek; iddia etmek, savlamak, taslamak; (inancını) ikrar etmek.

professed

s. iddia edilen, savlanan; açıklanmış, alenen itiraf edilmiş; sözde.

professedly

z. iddiaya göre; sözde.

profession

i. diploma gerektiren meslek; meslek, sanat, iş kolu; iddia; itiraf; söz; inancın açıklanması.

professional

s., i. mesleğe ait, mesleki; ustalıklı; meslek sahibi olan; profesyonel; i. profesyonel kimse. profession- ally z. meslek bakımından, meslekçe, iş için; ustalıkla.

professionalism

i. profesyonellik.

professor

i. ordinaryüs profesör; sözlerle açıklayan veya iddia eden kimse. professorship i. ordinaryüs profesörlük; profesörlük.

professorial

s. profesöre ait. professorially z. profesörce.

proffer

f., i. arzetmek, teklif etmek, önermek; i. teklif, önerme.

proficiency

i. ehliyet, maharet, beceriklilik, ustalık.

proficient

s., i. ehliyetli, mahir, usta; i. uzman, mütehassıs. proficiently z. maharetle, ustalıkla.

profile

i., f. yüzün yandan görünüşü, profil; yüzün yandan çekilen resmi; kısa biyografi, karakter portresi; mim. bir binanın dikey görünüşünün mimari ay- rıntılarını gösteren şekil; grafik, çizge; f. profilini yapmak.

profit

f. kâr getirmek, kazanç getirmek; kazanmak, istifade etmek; faydası olmak, işe yaramak.

profit

i. kâr, kazanç; menfaat, fayda, yarar. profit motive kâr güdüsü. profit sharing kârı bölüştürme. profit and loss account kâr ve zarar hesabı. gross profit brüt kâr. net profit net kar. paper profits muhtemel kâr.

profitable

s. kârlı, kazançlı, faydalı. profitabil'ity i. kazançlılık, fayda. profitably z. kazançla, menfaatle, karlı olarak.

profiteer

f., i. hal ve keyfiyetlerden yararlanarak haddinden fazla para kazanmak; i. vurguncu kimse, fırsatçı kimse. profiteer İng. i. vurgunculuk.

profitless

s. karsız; faydasız.

profligate

s., i. uçarı, haylaz; günahkâr; edepsiz; i. müsrif kimse, hovarda. profligacy i. ahlâksızlık; günahkârlık; utanmazlık; hovardalık. profligately z. hovardaca, haylazca.

profound

s., i. çok derin; çok malumatlı; engin; çok büyük; i. derinlik, abis; derya, umman. profoundly z. de- rinden; esaslı olarak, tamamen. profoundness i. derinlik.

profundity

i. derinlik, şümul, genişlik.

profuse

s. çok, bol; müsrif; cömert; verimli. profusely z. bol bol. profuseness, profusion i. bolluk; müsriflik.

prog

f. (-ged, -ging) i., leh. aşırmak maksadıyle araştırmak; i. özellikle dilencilik veya hırsızlıkla ele geçen yiyecek.

progenitor

i. cet, ata, dede.

progeny

i. soy, nesil, torunlar.

progesterone

i., biyol. yumurtalıkta bulunan ve gebeliğe tesiri olan bir hormon, projesteron.

proglottid,-tis

i., zool. bağırsak kurdunun parçalarından biri.

prognathous

s., anat., zool. sivri çeneli.

prognosis

i. (çoğ. ses) tıb. bir hastalığın müddeti hakkında hekim tahmini, prognoz; tahmin, kıyas.

prognostic

s., i., tıb. prognozla ilgili; neticeyi önceden gösteren, kılavuzluk eden; i. alâmet, belirti; kehanet; tıb. prognoz için hüküm verdirecek belirti.

prognosticate

f. ileride meydana geleceğini söylemek; belirtisi olmak; belirtisinden anlayıp söylemek, ilerisini tah- min etmek. prognostica'tion i. kehanet, önceden tahmin; belirti. prognosticator i. kehanet eden kimse.

program

İng. programme i., f. (-med, -ming) program; (elektronik hesap makinaları) çalışma yönergesi, düzen; f. programlamak, program yapmak; düzenle- mek. program music olaylar sırasına veya bir sahne serisine göre düzenlenmiş müzik.

progress

f. ilerlemek, ileri gitmek, gelişmek; devam etmek.

progress

i. ilerleme, ileri gidiş, yükselme, gelişme.

progression

i. ileri gidiş, devam; mat. dizi. arithmetical progression aritmetik dizi. geometrical progression geometrik dizi. progressional s. ilerlemeye ait.

progressive

s., i. terakki eden, ileri giden, ilerleyen; ilerlemekte olan; tedrici; terakkiye müsait; ilerici; genişleyen, yavaş yavaş artan; i. siyasette terakki taraftarı, erkinci. progressively z. ilerledikçe, devamlı olarak. progressiveness i. ilericilik.

prohibit

f. yasak etmek, engel olmak, resmen menetmek; mani olmak.

prohibition

i. yasak; yasak emri; içki yasağı. prohibitionist i. içki yasağı taraftarı.

prohibitive , prohibitory

s. yasaklayıcı; engelleyici. prohibitive price satışa mâni olacak kadar yüksek fiyat, aşırı fiyat. prohibitively z. yasak edilecek derecede; engelleyecek şekilde. prohibitiveness s. yasaklayıcılık; engelleyici oluş.

project

i. plan, proje, tasarı.

project

f. ileriye doğru atmak; sondurmak, çıkıntılı yapmak; atmak, fırlatmak; plan kurmak, tasarlamak, düşünmek, tasavvur etmek; (film, resim) perdede göstermek; mat. bir düzlem üzerinde simetrik bir şekil vücuda getirmek için belirli bir şeklin her noktasından düz hatlar çizmek; çıkıntı teşkil etmek, fırlak olmak; psik. kendi fikir veya güdüsünü başkasına yüklemek; uzaktan duyulabilecek şekilde konuşmak.

projectile

s., i. fırlatıcı; atmayla meydana gelen; i. mermi, top güllesi, tabanca kurşunu, fırlatılan taş veya mermi.

projection

i. fırlatma, atma, atış; çıkıntı, sondurma, fırlak yer; proje, tasarı, oranlama; projeksiyon, izdüşüm; sin. gösterim. projection booth gösterim odacığı. map projection harita çizme usulü, haritada kullanılan izdüşüm sistemi, projeksiyon. Mercator's projection Merkator projeksiyonu.

projective

s. izdüşüm kabilinden ve bundan meydana gelen, izdüşel.

projector

i. projektör, sinema makinası; bir şeyi zihninde kuran kimse, proje düzenleyen kimse, plan yapan kimse; fener kulesinde kullanllan ışık aynası.

prolapse

f., i., tıb. yerinden oynamak, sarkmak, düşmek; i. düşme, inme, sarkma.

prolapsus

i., tıb. yerinden düşme, sarkma.

prolate

s., geom. iki ucu kabarık (sferoid), yumurta şeklindeki; uzanmış, uzatılmış.

proleg

i., zool. bazı böcek larvalarının karın civarında bulunan ayağa benzer çıkıntılardan biri.

prolegomenon

i. (çoğ, -na) gen. çoğ. başlangıç, önsöz, prolog, ki- taplarda uzun giriş. prolegomenous s. önsöz kabilinden.

prolepsis

i. önceden belirtme; muhtemel itirazları önceden sezerek cevaplandırma.

proletarian

s., i. ücretle çalışan sınıftan; i. proleter, emekçi.

proletariat

i. avam; işçi sınıfı, proletarya.

proliferous

s. üretken; bot. tomurcuklar verme suretiyle çoğalan. proliferate f. çoğalmak, üremek; bot. tomurcuk vererek çabuk çoğalmak.

prolific

s. doğurgan; mahsuldar, bereketli; verimli, semereli. prolifically z. verimli olarak, bereketli surette.

prolix

s. uzun, ayrıntılı; yorucu, baş ağrıtıcı, sıkıcı. prolix'ity, prolixness i. söz uzunluğu. prolixly z. uzun uzadıya, ayrıntılı olarak.

prolocutor

i. taraftarlık eden kimse; bazı meclislerin reisi.

prologue

i., f. başlangıç, giriş, önsöz; prolog, piyes girişi; f. önsöz olarak söylemek.

prolong

f. uzatmak, sürdürmek. prolongation i. uzatma, sürdürme.

prolusion

i. önsöz olarak yazılmış yazı.

prom

i., A.B.D. k.dili üniversite balosu.

promenade

i., f. gezme, gezinti; gezme yeri, mesire; büyük balo; f. gezinmek; birini gösteriş için gezdirmek. promenade concert halkın gezinmesine müsaade edilen konser. promenade deck gezinti güvertesi, üst güverte.

promethean

s., Yu. mit. gökten ateşi çalıp insana veren Prometheus'a ait veya ona benzer; özgürlük, yaratıcılık ve yiğitlikle ilgili.

prominent

s., meşhur, mühim; göze çarpan; çıkıntılı, ileriye fırlamış. prominence i. şöhret, ehemmiyet; göze çarpan şey; burun, dil, çıkıntı, tümsek; astr. güneş üzerindeki ateş parçalarından biri. prominently z. göze çarpacak surette; ehemmiyetle.

promiscuity

i. karmakarışıklık; rasgele cinsi münasebet.

promiscuous

s. karışık, karmakanşık; farksız; herkes ile yapılan; k.dili rasgele; rasgele cinsel ilişkide bulunan. pro - miscuously z. ayrımsız olarak.

promise

i. söz, vaat, taahhüt,vaat edilen şey;ümit verici şey. breach of promise cayma, sözünden dönme; özellikle evlenme vaadini tutmayış. express promise kesin söz. implied promise ima edilen vaat, zımni vaat. keep a promise sözünü tutmak.

promise

f. söz vermek, vaat etmek; göstermek; ümit vermek, taahhüt etmek, temin etmek. Promised Land Filistin; vaat edilmiş toprak; cennet, saadet yeri. It promises to be a fine day. Hava iyi olacağa benziyor.

promisee

i., huk. kendisine bir şey vaat edilen kimse.

promisor

i., huk. vaatte bulunan kimse, taahhüt altına giren kimse.

promissory

s. verilen sözü içine alan; sig. kontrat imzalandıktan sonra yapılacak şeyler hakkındaki (taahhüt). promissory note huk. bono.

promontory

i., çoğ. dağlık burun.

promote

f. ilerletmek, kıymetini ararmak; geçirmek; rütbesini yükseltmek, terfi ettirmek, terakki ettirmek; tutunmasını sağlamaya çalışmak.

promoter

i. destekleyen kimse; teşebbüs sahibi, kurucu; tutunmasını sağlamaya çalışan kimse.

promotion

i. terfi, yükselme veya yükseltme; geçme; tesis; satış artışını sağlayan unsurlar.

promotive

s. desteklemeye vesile olan.

prompt

s., i. çabuk, acele, hemen olan, hazır; i., tic. vade; sahnede oyuncuya hatırlatılan söz. prompt note vadeli senet. promp'titude, prompt'ness i. çabukluk; tam vaktinde gelme veya yapma; dakikası da- kikasına yapma. prompt'ly z. derhal, çabucak, bir an evvel.

prompt

f. harekete getirmek, teşvik etmek, kışkırtmak; hatırlatmak, suflörlük etmek. prompt'book i. suflörün defteri. promp'ter i. suflör.

promulgate

f. resmen ilân etmek, neşretmek, duyurmak, bildirmek; huk. yürürluğe koymak (kanun). promulgator i. neşreden kimse, ilân eden kimse. promulga'tion i. resmen yürürlüğe koyma; duyuru.

pron

kıs. pronoun, pronunciation.

pronate

f., biyol. elleri veya ön ayakları avuç içi veya tabanı yere doğru çevrilmiş vaziyette tutmak veya o vaziyete getirmek, içe dönmek veya döndürmek. prona'tion i. elleri bu vaziyete getirme. prona'tor i., anat. pronator.

prone

s. yüzükoyun yatmış; başını ileriye doğru aşağı eğmiş; mütevazı; eğik; kabiliyetli, eğilimli, mütemayil. prone'ness i. temayül; eğilme; yüzükoyun yatma.

prong

i., f. çatalın sivri uçlarından biri; sivri uçlu alet; sivri uç; boynuz çatalı; f. çatal ile delmek, çatal saplamak.

prongbuck,pronghorn

i. Güney Amerika'ya mahsus çatal boynuzlu bir geyik,zool. Antilocapra americana.

pronominal

s., gram. zamir kabilinden, zamire ait. pronominally z., gram. zamire ait olarak.

pronoun

i., adıl, zamir. demonstrative pronoun işaret zamiri. indefinite pronoun belirsizlik zamiri. interrogative pronoun soru zamiri. personal pronoun şahıs zamiri. possessive pronoun iyelik zamiri. reflexive pronoun dönüşlü zamir. relative pronoun ilgi zamiri.

pronounce

f. telaffuz etmek, söylemek; beyan etmek, resmen bildirmek, kararı bildirmek; (nutuk) vermek. pronounce able s. telaffuzu mümkün. pronouncement i. resmen bildirme; bildiri.

pronounced

s. belli, belirgin, bariz, aşikâr; kati, kesin. pronouncedly z. belirgin bir şekilde.

pronto

(zamir) hemen, derhal, çabuk. (Daha yayın olarak Amerikan İngilizcesinde kullanılır.)

pronunciamento

i. hükümet beyannamesi.

pronunciation

i. telaffuz, söyleniş, söyleyiş.

proof

(sonek) geçirmez.

proof

i., s. ispat, delil, kanıt, tanıt; imtihan, tecrübe, deneme; matb. prova; ayar; alkol derecesi; mat. sağlama; s. dirençli, kuvvetli, dayanıklı; geçirmez; miyar olarak kullanılan; belirli ayarda olan. artist's proof basma resmin ilk provası. proof positive kati delil. proof sheet matbaa provası. burden of proof huk. tartışılan şeyi ispat etme zorunluğu. He was proof against bribery. Rüşvete boyun eğmedi.

proofread

f. provaları düzeltmek, tashih yapmak.

proofreader

i. matbaa provasını düzelten kimse, düzeltmen.

prop

f. (-ped,- ping) i. destek yapmak, desteklemek, sırık ile tutmak; himaye etmek, tutmak; dayamak; i. destek, dayak, ayak, payanda; çamaşır sırığı; hami olan kimse, yardımcı kimse, destekleyici şey veya kimse.

prop

i. sahne donatımı.

prop

i., k.dili uçak pervanesi.

propaedeutic

s., i. hazırlık dersi ile ilgili; yeni bir ilme başlangıç olan; i. ilk ders, hazırlık dersi. propaedeutics i. herhangi bir ilimde ilk çalışma, başlangıç.

propaganda

i. propaganda; herhangi bir prensibi yaymaya çalışan teşkilât. propagandist i. bir prensibi yay- maya çalışan kimse, propagandacı. propagandize f. propaganda yapmak.

propagate

f. çiftleştirmek; üretmek, çoğaltmak, husule getirmek; yaymak, neşretmek, dağıtmak; nakletmek; geçirmek; sirayet ettirmek, bulaştırmak; kalıtım yoluyle geçirmek; yavrulamak, türemek, ço- ğalmak. propaga'tion i. yavrulama, üreme; neşir; yayma. propagative s. çiftleştirici; neşredici.

propane

i., kim. propan.

propatria

Lat. vatan aşkına, vatan uğruna.

propel

f. (-led, -ling) ileriye doğru sürmek; itmek, sevketmek.

propellant

i. ileriye sevkedici şey; kurşunu veya uzay gemisini ileri süren kuvvet.

propellent

i., s. ileriye sevkedici şey; s. itilebilen; yürütücü, sevkedici.

propeller

i. ileriye yürüten şey, vapur veya uçak pervanesi.

propensity

i. eğiklik, eğilim; eski arzu, istek.

proper

s. münasip, layık, yakışır, uygun; has, hususi, kendine mahsus, zati; doğru, gerçek, tam; hürmete lâyık; asıl (yer); (eski ) güzel, fevkalade. proper fraction tam kesir. proper name özel isim. the proper time uygun zaman. properly z. uygun şe- kilde; hakkıyle, haklı olarak; doğru olarak.

property

i. mülkiyet; mal, mülk, emlak, arazi; hususiyet, özellik; mahiyet, tabiat; sahne donatımı. property man sahne eşyalarını temin eden kimse. property qualification bir kimseye oy hakkı sağlayan mülk sahipliği. property tax emlâk vergisi.

prophecy

i. kehanet; keramet; ilham; tahmin.

prophesy

f. kehanette bulunmak, keramet göstermek, önceden haber vermek, gaipten haber vermek; peygamberlik etmek, kehanette bulunmak; tahminde bulunmak.

prophet

i. peygamber, nebi, resul; bilhassa Allah için söz söyleyen kimse, kâhin, kehanet sahibi. prophetess i. kadın peygamber, nebiye.

prophetic

s. kehanette bulunmayla ilgili; gelecek için isabetli (tahmin); peygambere veya kehanete ait; peygamberlik kabilinden; kehaneti olan. prophetically z. isabetli olarak; kehanetle.

prophylactic

s., i., tıb. hastalıktan koruyan; i. koruyucu ilaç; prezervatif.

prophylaxis

i., tıb. hastalıktan koruma veya korunma usulü.

propinquity

i. yakınlık, hısımlık, akrabalık.

propitiate

f. teskin etmek, yatıştırmak; teveccühünü kazanmak; tövbe etmek. propitiable s. yatıştırılabilir, teskini kabil; teveccühü kazanılabilir. propitiative s. yatıştırıcı; tövbe eden.

propitiation

i. öfkesini yatıştırıp teveccühünü kazanma; tövbe etme.

propitious

s. uygun, elverişli, ümitli; merhametli, cömert, lütufkar. propitiously z. uygun bir şekilde. propi- tiousness i. lütufkârlık; ümit vericilik.

propjet

i. jetli pervane düzeni; bu düzenle çalışan uçak.

propolis

i. arıların kovanlarını sıvadıkları bir reçine, arı reçinesi, kara mum.

proponent

i., s. öneren kimse, teklif eden kimse; taraftar kimse; s. savunan; taraftar.

propontis

i. Marmara Denizinin eski ismi.

proportion

i., f. oran, nispet: çoğ. bir cismin genişlik, uzunluk ve derinliği, ebat, boyutlar; hisse, pay; uygunluk; mat. iki çift nicelik arasındaki nispet eşitliği, oran- tı; orantı kuralı; f. orantı kurmak; birbirine uyumlu kılmak. proportion of births to population nüfusa göre doğum nispeti. a large proportion of the profits karın önemli miktarı. in proportion to nispetle, nazaran. all out of proportion tamamen nispetsiz.

proportional

s., i. orantılı; i. bir başkasıyle orantılı olan nicelik veya sayı. proportional representation pol. nispi temsil. proportionally z. nispeten.

proportionate

s. orantılı. proportionateness i. orantılılık.

proposal

i. teklif; teklif etme; evlenme teklifi.

propose

f. teklif etmek, arzetmek; kurmak, niyet etmek; evlenme teklif etmek.

proposition

i., f. teklif etme; teklif; k.dili teşebbüs; bir meseleyi arzetme; k.dili uygunsuz teklif; mat. mesele, nazari dava; man. önerme, kaziye; f., k.dili uygunsuz bir teklifte bulunmak. propositional s. teklif kabilinden, teklife ait.

propound

f. ileri sürmek, teklif etmek, arzetmek; söylemek, meydana koymak.

proprietary

s., i. birinin mülkü olan, hususi; mal sahipliğine ait; müseccel; i. mal sahibi; mal sahipleri, hissedarlar. proprietary medicine tescilli ilâç.

proprietor

i. mal sahibi, mülk sahibi, mutasarrıf. proprietorship i. mal sahipliği. proprietress i. mal sahibi kadın.

propriety

i. uygunluk, münasebet; edep, yol yöntem, adap; âdetlere uyma. breach of propriety adetlere aykırı hareket. the proprieties töre.

proptosis

i., tıb. bir organın öne veya aşağı doğru düşüklüğü.

propulsion

i. ileri sürme veya sürülme, sevk, tahrik; itici kuvvet; tıb. öne doğru eğilerek yürüme. propulsive s. tahrik edici; itici.

propylaeum

i. (çoğ. -laea) saray veya tapınak girişi olan bina.

propylon

i. eski Mısır'da tapınak avlusuna açılan büyük kapı.

prorate

f. eşit olarak bölüp dağıtmak.

prornising

s. ümit verici; kendisinden çok şey umulur, istikbali parlak. promisingly z. ümit verici bir surette.

prorogue

f. kralın emriyle parlamentoyu tatil etmek.

prosaic,ical

s. sıkıcı; adi, bayağı; şiir güzelliğinden mahrum, şairane olmayan; nesir kurallarına uygun, düzyazı kabilinden. prosaically z. sönük bir şekilde, alelade olarak. prosaicness i. adilik; düzyazı kurallarına uygunluk.

proscenium

i. (çoğ. -nia) ( tiyatro) perde önü. proscenium arch (tiyatro) perde yerindeki kemer.

proscribe

f. yasak etmek, memnu kılmak; medeni haklarını elinden almak; mahkum etmek. proscriptive s. yasaklayıcı.

proscription

i. yasak etme veya edilme.

prose

i., f., s. düzyazı, nesir; sıkıcı söz veya yazı; f. nesir yazmak; can sıkıcı şekilde konuşmak veya yazmak; s. nesir şeklinde yazılmış; can sıkıcı, alelade.

prosecute

f. bitirmeye çalışmak, ilerletmek, ileri götürmek; huk. aleyhine dava açmak, kanuni yollarla elde etmeye çalışmak, kanuni takipte bulunmak. prosecuting at torney savcı, müddeiumumi.

prosecution

i. takibat; bitirmeye çalışma, ileri götürme; huk. dava; davacı.

prosecutor

i. davacı; savcı. public prosecutor savcı, müddeiumumi.

proselyte

i., f. din değiştiren kimse; f. dininden çevirmek. proselytism i. başkalarını kendi dinine sokmaya çalışma; mühtedilik. proselytize f. kendi dinine çevirmek.

prosit, prost

( ünlem ) Sıhhate ! Afiyete ! şerefe !

prosody

i., gram. vezin tekniği, prosodi, şiir yazma kuralları, aruz. prosodic(al) s. vezin tekniğine ait. prosodist i. bu tekniği bilen kimse.

prospect

i., f. beklenen şey ümit; bekleme, gözleme; bakış; manzara, görünüş; ihtimal; maden damarına ait belirti; muhtemel müşteri; f. maden araştırmak. in prospect beklenen; ümitle beklenen. prospector maden ocağı arayan kimse.

prospective

s. beklenen, ümit edilen; gelecekte olan, müstakbel; muhtemel. prospectively z. ileride, istikbalde.

prospectus

i. detaylı proje; yayımlanacak kitabı ayrıntılı olarak tarif eden broşür, prospektüs.

prosper

f. muvaffak olmak, başarılı olmak; muvaffak kılmak; gelişmek, büyümek, zenginleşmek, iyileşmek.

prosperity

i. muvaffakıyet, başan; saadet, refah, ikbal.

prosperous

s. işi yolunda; muvaffakıyetli, başarılı, refah içinde; müsait, uygun; elverişli; şanslı, talihli. prosperously z. refahla, ikbal ve saadetle.

prostate

s., i., anat. prostata ait; prostat, erkeklerde mesanenin boğazına yakın gudde, kestanecik. prostate gland prostat.

prosthesis

i., tıb. sakat bir yere suni uzuv ilavesi, protez. prosthetic s. protez kabilinden.

prostitute

i., f. fahişe, orospu; f. fahişeliğe sevketmek; kötü maksatla kullanmak. prostitu'tion i. fahişelik, fuhuş; kötü maksada veya işe kullanma.

prostrate

s., f. yüzükoyun yatmış, yere uzanmış; birinin ayağına kapanmış, insafına kalmış; halsiz kalmış, takati kesilmiş; bot. yerde uzanan; f. yere sermek, yere yıkmak; halsiz bırakmak, bitkin hale koymak. prostrate oneself secde etmek. prostrate oneself before ayağına kapanmak. prostra'tion i. bir şeyi veya kimseyi yere serme; secde; yere atılma, yere kapanma; takatsizlik, dermansızlık, aşırı yorgunluk; bezginlik.

prosy

s. düzyazı gibi, nesre ait, nesir kabilinden; can sıkıcı, ağır. prosily z. can sıkıcı surette. prosiness i. aleladelik.

protagonist

i. bir piyes veya hikâyede baş rolü oynayan kimse; kahraman; önayak olan kimse.

protamine

i., biyokim. protamin.

protasis

i. (çoğ. -ses) gram. şart cümlesinin şart kısmı; klasik tiyatroda piyesin konusunu anlatan önsöz.

protean

s. dönek tabiatlı, her kalıba giren, çok yönlü.

protect

f. korumak, muhafaza etmek, saklamak, himaye etmek; ikt. yabancı mallara yüksek gümrük koymak suretiyle yerli malları korumak. protecting s. koruyan, himaye eden.

protection

i. koruma, muhafaza, himaye; sığınacak yer, korunacak yer, barınak; serbest seyahat vesikası; ikt. ithalat üzerine gümrük koyarak yerli malları koruma; A.B.D., (argo) rüşvetle elde edilen güvenlik. protectionism i. yüksek gümrük koymak suretiyle yerli sanayii koruma siyaseti. protectionist i. bu siyaset taraftarı.

protective

s. koruyucu, himaye edici; savunucu. protectively z. himaye edercesine. protectiveness i. himayecilik, himaye temayülü.

protector

i. hami olan kimse, koruyucu kimse; kral vekili. protectorship i. hamilik; kral vekilliği. protectress i. hami kadın.

protectorate

i. hamilik; bir hükümetin daha kuvvetli bir hükümet tarafından kontrol ve idaresi; başka devletin idaresinde bulunan devlet.

protege , protegee

i. birinin himayesi altında olan kimse.

protein

i. protein.

protem , pro tempore

z., Lat. geçici olarak, muvakkaten, şimdiki zaman için.

proteolysis

i., biyokim. hazım sırasında proteinlerin parçalanması.

proteose

i., biyokim. hazım usaresinin tesiriyle proteinden meydana gelen bileşimlerden biri.

proterozoic

i. birinci zamanın ikinci dizgesi, hayatın ilk belirdiği zaman.

protest

f. protesto etmek; itiraz etmek; temin etmek, ciddi olarak taahhüt etmek, kuvvetle iddia etmek.

protest

i. protesto; itiraz, itiraz beyannamesi; den. sig. bir kazadan sonra gemi limana gelince bu kazadan hiç kimsenin mesul olmadığına dair kaptan tarafından verilen resmi takrir, prova di fortuna; bir vergiyi istemeyerek ödediğine dair mükellefin itirazı. pay under protest itiraz ederek ödemek.

protestant

i., s. itiraz eden kimse; b.h. Protestan; s. itiraz eden; b.h. Protestanlara ait. Protestantism i. Protestanlık, Protestan mezhebi.

protestation

i. protesto etme, itiraz; temin, teyit, doğrulama, taahhüt; itirazname.

proteus

i., mit. istediği şekle girebilen eski bir deniz tanrısı; değişken adam, dönek tabiatlı kimse; k.h., tıb. şekil değiştiren bir cins bakteri.

prothalamium ,mion

i. nikâh şerefine yazılmış şiir, evliliği kutlayan şarkı.

prothesis

i., dilb. öntüreme, kelimenin başına bir ses veya hece ilavesi; Ortodoks kilisesinde Aşai Rabbaniyi hazırlama.

prothonotary

i. baş katip; İstanbul Rum patriğinin baş katibi.

prothorax

i. (çoğ. -raxes, - races) zool. böceklerde göğsün ön kısmı.

prothrombin

i., biyokim. kanda bulunan ve kanın pıhtılaşmasında etken olan madde.

protist

i., biyol. tek hücreli hayvan veya bitki. protis'tan i., s. tek hücreli hayvan veya bitki; s. böyle hayvan veya bitkiye ait. protis'tic s. tek hücreli hayvan veya bitki ile ilgili.

proto-, prot-

(önek) birinci, ilk, baş.

protocol

i., f. diplomatik işlerde kullanılan resmi usuller, teşrifat, protokol; zabıt varakası, tutanak, protokol; bir anlaşmaya ilâve edilen madde; f. protokol yapmak.

protomorphic

s., biyol. ilkel bir yapısı veya karakteri olan. pro'tomorph i. en ilkel veya en basit biçim veya yapı.

proton

i. proton.

protonotary

bak. prothonotary.

protoplasm

i. protoplazma.

protoplast

i. yaratılan ilk şey; asal hücre.

prototype

i. asıl nüsha, esas model, ilk örnek, prototip, ori- jinal. prototypal s. ilk örnekle ilgili.

protoxide

i., kim. protoksit, herhangi bir seride en az oksijeni olan oksit.

protozoan

s., i. tek hücrelilere ait; i. tek hücreli hayvan.

protract

f. uzatmak; küçük ölçekle kopyasını veya planını yapmak; anat., zool. öne doğru çıkmak, dışarıya uzatmak. protraction i. uzatma; ölçekle çizme.

protractor

i. iletki; anat. uzatıcı kas.

protrude

f. çıkıntı yapmak, çıkarmak, pırtlamak, dışarı çıkmak, çıkıntı meydana getirmek.

protrusile

s. çıkarılabilir, uzatılabilir, pırtlak.

protrusion

i. çıkarma veya çıkarılma; dışarı sürülen şey, çıkıntı.

protrusive

s. dışarıya çıkan veya çıkmış olan.

protuberant

s. şiş, tümsek, dışarı fırlamış, yumru gibi, çıkık. protuberance, -cy i. tümsek, şiş, yumru, çıkıntı. protuberantly z. tümsek şeklinde.

protuberate

f. şişmek, dışarı uğramak, yumrulanmak.

proud

s. gururlu, mağrur, kibirli, azametli; onurlu, izzetinefsi olan; haysiyetli; (of ile) iftihar eden; canlı (at v.b.); görkemli; muhteşem, tantanalı. proud flesh tıb. yara içinde veya etrafında mantar gibi şişmiş et. proudhearted s. kibirli. a proud day for us bizim için iftihar edilecek bir gün. do oneself proud kendisini onurlandıracak derecede başarmak. I am proud to know him. Onu tanımakla iftihar ediyorum. proudly z. gururla, iftiharla.

provable

s. tanıtlanabilir, ispatı mümkün, ispat edilebilir. provably z. ispatlanacak şekilde.

prove

f. (-d,-d veya proven) tanıtlamak, ispat etmek, doğruluğunu tespit etmek; denemek; tecrübe ile anlatmak; mat. sağlamasını yapmak; olmak; çıkmak. proving ground tecrübe sahası, deneme alanı.

provenance

i. kaynak, köken, asıl, menşe.

provencal

s., i. Fransa'da Provans vilâyetine ait; i. Provanslı kimse; Provans lehçesi.

provender

i. hayvan yemi.

provenience

i. kaynak, köken, esas, menşe.

proverb

i. darbımesel, atasözü; mesel; çoğ., b.h. Süleyman'ın Meselleri kitabı.

proverbial

s. darbımesele ait, darbımesel gibi, atasözü kabilinden; herkesçe bilinen, ünlü, meşhur. proverbially z. herkesçe bilindiği gibi.

provide

f. tedarik etmek sağlamak, bulmak; önceden hazırlamak; vermek, bulup vermek; şart koşmak. provide against hazırlıklı bulunmak, ihtiyatlı bulunmak. provide for geçimini sağlamak; tedarikli bulunmak.

provided

(bağlaç), baz. (that ile) şu şartla ki, şartıyle, eğer.

providencs

i. Tanrı inayeti, ilâhi takdir; basiret, sağgörü; vaktinde tedbir alma; b.h. Allah, Tanrı. provident s. ihtiyatlı, basiretli, tedbirli. providently z. ihtiyatla, tedbirli olarak; tam zamanında, tam yerinde.

providential

s. Allahtan, Allahın lütfuna bağlı. providentially z. Allahtan; talihli olarak, kısmetle.

provider

i. tedarik eden kimse, techiz eden kimse. a good provider ailesine iyi bakan kimse.

providing

(bağlaç), baz. (that ile )şayet, eğer, şartıyle.

province

i. vilayet, il, eyalet; eskiden İtalya haricinde olup Roma imparatorluğuna baglı eyalet; çoğ. taşra; bilgi veya edebiyat alanı; yetki alanı; bir şahsın belirli iş sahası; ekol. kendine özgü bitey, direy ve insan tipleri olan dirimsel coğrafya alanı. within one's province salâhiyeti dahilinde, yetki alanında.

provincial

s., i. eyalete ait; taşraya ait; taşralı, dar düşünceli; köylü gibi; i. köylü, taşralı kimse. provinciality i. taşralılık. provincially z. taşra zihniyetiyle, dar kafalılıkla.

provincialism

i. taşralılık; taşraya özgü âdet veya deyiş özelliği, ağız.

provision

i., f. tedarik, tedarik olunan şey; hazırlama, hazırlık; koşul, şart; çoğ. zahire, erzak; f. tedarik etmek, yemek veya gerekli şeyleri sağlamak.

provisional

s. geçici, muvakkat, eğreti. provisionally z. geçici olarak; şartlı olarak.

proviso

i. (çoğ. -sos veya -soes) huk. sözleşmeye konulan kayıt, şart.

provisory

s. şarta bağlı, koşullu; geçici, muvakkat, eğreti.

provocation

i. kışkırtma, tahrik, teşvik; dürtü; gücendirme, öfkelendirme; kızılacak şey, güce gidecek mesele. do (it) under provocation kışkırtı tesirinde kalarak yapmak, tahrik sonucu yapmak. on the slightest provocation en hafif etkenle.

provocative

s., i. tahrik edici, kışkırtıcı, etkileyici; kızdırıcı, sinirlendirici; çekici, cazip; i. tahrik edici kimse veya şey. provocatively z. tahrik edici şekilde, kış- kırtarak.

provoke

f. kızdırmak, sinirlendirmek, öfkelendirmek; harekete geçirmek; dürtmek, teşvik etmek, tahrik etmek; sebep olmak. be provoked (at) kızmak; küs- mek. provoking s. asaba dokunan. provokingly z. kızdıracak şekilde.

provost

i. resmi amir; bazı üniversitelerde dekan; İskoçya'da belediye başkanı.

provost

i. inzibat amiri, adli subay. provost guard askeri polis karakolu. provost marshal inzibat amiri, adli subay. provost sergeant inzibat çavuşu.

prow

i. geminin başı, pruva; sivri çıkıntı; (şiir) gemi.

prowess

i. yiğitlik, cesaret; cesaret isteyen iş.

prowl

f., i. sinsi sinsi dolaşmak; fırsat kollayarak gizli gizli gezinmek; i. sinsi sinsi dolaşma. prowl car A.B.D. polis arabası.

proximal

s., anat. yakınsal, uzvun bağlanma noktasına yakın.

proximate

s. en yakın, hemen yanındaki. proximately z. yakın olarak, bitişik olarak.

proximity

i. yakınlık. proximity of blood kan yakınlığı, akrabalık.

proximo

z., (eski) gelecek ayda, kıs. prox.

proxy

i. vekil; vekillik, vekâlet; vekaletname.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL