NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

h ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: h
Bulunan Sonuç: 1415

h

(kıs.) hydrogen, (elek.) Henry; (fiz.) manyetik alanın kuvveti; toplu ısı; argo eroin.

h , h

(i.) İngiliz alfabesinin sekizinci harfi (Honor, hour herb ve diğer bazı kelimelerin başında ve herhangi bir kelime veya hecenin sonunda telaffuz edilmez. Bazı sessiz harflerden sonra gelince başka , şekillerde telaffuz edilir.)

h , h

(kıs.) harbor, hard, height, hence, high, (müz.) horns, hour(s), hundred, husband.

h.h

(kıs). His veya Her Highness: His Holiness.

ha'penny

(bak.) halfpenny .

habanera

(i.) Küba'da yapılan bir dans; bu dansa göre müzik.

habeascorpus

(huk.) ihzar emri.

haberdasher

(i.), ABD erkek giyimi satan mağaza; (ing.) tuhafiyeci. haberdashery (i.) şapka dükkânı; (ing.) tuhafiye eşyası veya dükkânı.

habergeon

(i.) zırh yeleği.

habiliment

(i.), (gen.) , (çoğ.) elbise, kıyafet, kılık.

habit

(i.) adet, alışkı, alışkanlık, itiyat, tabiat, huy; iptila, düşkünlük; zihni yapı, kafa; yaradılış, tıynet; elbise, kıyafet, kılık; din adamları ve binicilerin giydiği özel kıyafet; (biyol.) özel olarak büyüme veya yetişme. habitforming (s.) iptilâ hasıl eden, alışkanlık meydana getiren. drug habit esrar alışkanlığı.

habit

(f.) giydirmek. habited in giymiş.

habitable

(s.) oturulabilir, ikamete elverişli habitabil'ity, hab'itableness (i.) oturulacak halde olma .

habitant

(i.) (bir yerde) ikamet eden kimse.

habitat

(i.) bir hayvan veya bitkinin yetiştiği yer; herhangi bir şeyin doğal yeri .

habitation

(i.) ikamet, oturma; mesken, ev.

habitual

(s.) alışılmış, mutat, itiyat edinilmiş; daimi. habitually (z.) alışıldığı şekilde, âdet üzere. habitualness (i.) alışkanlık, âdet, mutat oluş.

habituate

(f.) alıştırmak, alışkanlık haline getirmek, itiyat kespettirmek. habitua'tion (i.) itiyat, alışkanlık.

habitude

(i.) âdet, itiyat, alışkanlık.

habitue

(i.) müdavim, daimi ziyaretçi.

hachure

(i.), (f.), (güz. san.), resimde göIge çizgileri; haritalarda dağ yamaçlarını gösteren ince çizgi, tarama çizgi; (f.) tarama çizgilerle göstermek.

hacienda

(i.) büyük çiftlik, fabrika veya iş yeri.

hack

(i.), (f.) kira beygiri; ihtiyar at; kiralık atlı araba; AB,D, (k,dili.) taksi; külüstür araba; (f.) araba sürmek, taksi şoförlüğü yapmak. huck stand taksi durağı.

hack

(f.), (i.) çentmek, yarmak, yontmak, kıymak; (İng,), (leh.) toprağı sürüp ekmek; kuru kuru öksürmek; A,B,D, argo becermek; slang çakmak; (i.) çentik; çentmeye mahsus alet; kekeleme; kuru öksürük; incik kemigine atılan tekme.

hack

(i.), (f.), (s.) adi yazılar yazan kalitesiz yazar; (f.) para için adi yazı yazmak; (s.) adi yazıya ait. hack work adi yazı. hack writer para için adi yazı yazan kimse.

hack

(i.) balık, peynir veya tuğla kurutmak için kullanılan ızgara.

hackle

(f.) çentmek, yontmak, parçalamak; yontulmak, parçalanmak.

hackle

(i.), (f.) keten ve kendir tarağı; horozun boynundaki uzun ve ince tüyler; bu tüyden yapılmış sinek şeklindeki olta iğnesi; (çoğ.) kızgınlık anında köpeğin boynunda dikleşen tüyler; (f.) keten tarağı ile taramak; olta ucuna suni sinek yemi takmak.

hackney

(i.), (s.), (f.) binek veya koşum atı; kira arabası; (s.), (mec.), çok kullanılmış; adi, bayağı; (f.), (nad.) sokak arabası gibi daima ve her işe kullanmak; eskitmek, körletmek.

hackneyed

(s.) adi, harcıa1em, günlük; dile düşmüş; basmakalıp; kaşarlanmış.

hacksaw

(i.), hack saw demir testeresi, vargel testere.

had

(bak.) have.

haddock

(i.) mezit balığı, (zool.) Melanogrammus aeglefinus.

hade

(i.), (f.), (jeol.), damarın dik vaziyetten ayrılma açısı; (f.) bu suretle eğrilmek.

hades

(i.), (mit.), öIüler diyarının tanrısı Pluton'un diğer bir adı; ölülerin ruhlarının bulunduğu yer.

hadj

(i.) hac.

hadji

(i.) hacı. haema, haemato, haemo (bak.) hema, hemato, hemo.

hafiz

(i.) hafiz.

haft

(i.), (f.) bıçak sapı, kılıç kabzası; (f.) bıçağa sap takmak .

hag

(i.) yaşlı çirkin kadın, kocakarı, acuze; buyücü kadın; eski dişi hayalet veya cin.

hagfish

(i.) yılanbalığına benzeyen ve başka balıkların vücuduna başını sokarak yaşayan ufak deniz balığı.

haggada

(i.) Musevi din kitaplarının efsane kısmı; Musevi din kitaplarının tefsiri. haggadic (s.) bu kitaplara veya tefsirlere ait. haggadist (i.) bu kitap veya tefsirlerin yazarı.

haggard

(s.) yorgunluk ve açlıktan dolayı bitkin görünüşlü; yabani görünüşlü, yabani davranışlı (doğan).

haggis

(i.), iskoç koyun veya dana ciğer ve yüreği ile yapılan soğanlı yahni.

haggish

(s.) cadı gibi, acuze gibi.

haggle

(f.), (i.) sıkı pazarlık etmek; çekişmek; acemice kesmek; (i.) sıkı pazarlık; çekişme.

hagiographa

(i.), (çoğ.) Eski Ahit'te Tevrat ve peygamberlere ait kitapların dışında kalan kitaplar.

hagiographer

(i.) azizler hakkında yazan kimse.

hagiolatry

(i.) azizlere tapma.

hagiology

(i.) azizlerin hayatı ile ilgili edebiyat .

hagridden

(s.) büyülenmiş olduğundan dolayı kederli. ,

hague

The (heyg) Lahey .

hah

(bak.) ha.

haha

(i.), ünlem kahkaha sesi; ünlem Hahhah !

haha

(i.) bir bahçenin etrafındaki alçak çit.

haik

(i.) Arapların başları ile beraber vücutlarına sarındıkları kumaş, ihram, çarsaf.

haiku

(i.) Japonlara has üç mısralık kıtalardan meydana gelen kısa şiir.

hail

(f.), (i.) selâmlamak; çağırmak; seslenmek; (i.) selâmlama, seslenme. hail fellow well met samimi dost, yakın arkadaş; herkesle çabuk ahbap olan kimse, sıcakkanlı kimse, samimiyetten hoşlanan kimse. hail from den, ,,, Iimanından kalkmak. Where do you hail from? Nerelisin? Nereden geldin? within hail ses duyulacak mesafede, yakın.

hail

(i.), (f.) dolu; dolu gibi yağan şey; (f.) dolu halinde yağmak veya yağdırmak; hızlı ve şiddetli gelmek (söz, yumruk). hailstone (i.) dolu tanesi. hailstorm (i.) dolu fırtınası.

hair

(i.) saç,kıl, tüy; kıl payı mesafe. hair curler bigudi. hair net saç filesi. hair pencil kıldan yapılmış ince resim fırçası. hair remover kılları döken ilâç. hair re storer saçı beslediği zannedilen ilâç. hair shirt at kılı gömlek, ceza gömleği. hair spray saç tuvaletini korumak için saça püskürtülen sıvı, sprey . hair trigger tabancanın çok hassas tetiği. get in one,s hair bir kimseyi rahatsız etmek, bir kimseye yapışmak, taciz etmek. His hair stood on end. Tüyleri ürperdi. Iet one's hair down ABD, (argo.) içini dökmek. not turn a hair kılını kıpırdatmamak . to a hair tıpkı, tamamen aynı .

hairbreadth

(s.), (i.) kıl payı; (i.) kıl kadar mesafe .

hairbrush

(i.) saç fırçası.

haircloth

(i.) kıldan yapılmış sert bir kumaş.

haircut

(i.) saç tıraşı; saç kesilme biçimi. I want a haircut. Saçımın kesilmesini istiyorum.

hairdo

(i.) (çoğ. dos) saç tuvaleti, saç şekli,

hairdresser

(i.) kuvaför, berber .

hairline

(i.) (alında) saç çizgisi; ince çizgi .

hairpin

(i.), (s.) saç tokası, firkete; (s.) ''u'' şeklinde kıvrılan. hairpin turn keskin viraj.

hairraising

(s.) korkunç .

hairsplitter

(i.) kılı kırk yaran kimse.

hairspring

(i.) saatin içindeki kıl gibi yay .

hairy

(s.) kıllı tüylü, kıldan yapılmış; kıl gibi; ABD, (argo.) tehlikeli; mükemmel. hairi ness (i.) tüylülük, kıllılık.

haiti

(i.) Haiti.

hake

(i.) barlam (balık), merlos, (zool.) Merluccius vulgaris .

halakah

(i.) Musevi dinindeTalmud'da bulunan kuralların toplamı.

halation

(i.), (foto.) resimde karşıdan gelen kuvvetli ışığın pencere gibi yerlerin kenarlarından taşması.

halberd , halbert

(i.) eskiden kullanılan baltalı kargı, teber. halberdier' (i.) bu silâhı kullanan kimse, teberdar.

halcyon

(i.), (s.) yalıçapkını, iskelekuşu emircik, (zool.) Alcedo atthis; kış başında deniz kenarında yumurtladığı zamanlarda fırtınayı durdurduğu farzolunan hayal mahsulü bir kuş; (s.) bu hayali kuşa ait; durgun, sakin, dingin. halcyon days kış ortasında iyi hava; sulh ve bereket devresi .

hale

(f.) surüklemek .hale into court mahkemeye celbetmek.

hale

(s.) sağlam, dinç, zinde.

half

(s.), (z.), (i.) yarım (for less than one); buçuk (for more than one); (z.) yarı, yarı yarıya; kısmen; (i.) yarı. half binding arkasıyla köşeleri deri ve yanları kâgıt veya bez cilt. half blood melez, yarım kan. half brother üvey erkek karde, anne veya babası bir olan erkek kardeş. half crown iki buçuk şilin değerinde eski ingiliz gümüş parası. half gainer balıklama dalış. half hitch dülger bağı bir volta, sade ilmik. helf holiday yarım gün tatil, öğleden sonra tatil. half life (fiz.) radyoaktif bir maddenin yarısının kaybolması için gerekli olan müddet, yarılanma süresi. half measures yeterli olmayan tedbirler. half mourning yarı matem elbisesi, matem süresinin sonunda giyilen grili veya beyazlı elbise. half nelson spor boyunduruk. half note (müz.) ikilik nota, beyaz nota. half pay yanm maaş; açıkta bekleme maaşı. half pint bir bardaklık öIçü; ABD, argo kısa boylu adam. half seas over sarhoş. half sister üvey kız kardeş. half sole gizli pençe, yanm pençe .half time haftaym, ara; yanm günlük (çalışma). at half cock tetiği yan çekilmiş halde; çileden çıkmış halde, tepesi atmış olarak. better half eş (kadm veya erkek). by half çok fazla. cut in half, cut into halves yarıya bölmek .do a thing by halves bir işi yanm yamalak yapmak. go halves yarı yarıya böIüşmek. go off halfcocked (k.dili) tedariksiz gitmek. have half a mind meyilli olmak. It is half past one. Saat bir buçuk. not half bad hiç de fena olmayan.

halfandhalf

(z.), (s.), (i.) yarı yarıya; (s.) karışık; (i.), (ing.) iki çeşit içki karışımı.

halfback

(i.), spor hafbek.

halfbaked

(s.) yarı pişmiş; iyi düşünülmemiş.

halfbreed

(s.), (i .) melez, yanm kan (kimse) .

halfcaste

(i.), (s.) babası Avrupalı annesi Hintli olan kimse; (s.) melez.

halfhearted

(s.) isteksiz, gevşek, gayretsiz.

halflength

(s.), (i.) yanm boy; vücudun yukan kısmını gösteren resim .

halfmast

(i.) bayrağın yarıya indirilmesi.

halfmoon

(i.) yarımay .

halfpenny

(çoğ. halfpence) (i.), (ing.) yarım peni.

halfsole

(f.) pençe vurmak (ayakkabı).

halftone

(i.), (matb.) resmi hafif noktalarla gösteren klişe.

halftrack

(i.) arkası ttırtıllı önü tekerli askeri vasıta.

halftruth

(i.) kısmen doğru olan iddia.

halfway

(z.), (s.) ortada, yan yolda; yetersiz olarak; (s.) yetersiz; yarı yolda bulunan (han veya otel). halfway house hapisten çıkanlann geçici olarak kalabileceği yurt.

halfwitted

(s.) ahmak, budala, ebleh.

halibut , holibut

(i.) kalkana benzeyen yassı bir balık, (zool.) Hippoglossus.

halicarnassus

(i.) Bodrum, Halikarnas.

halide

(i.), (kim.) klor grupundan bir unsurla meydana gelen tuz.

halitosis

(i.) pis kokan nefes.

hall

(i.) koridor, dehliz; hol; toplantı salonu, büyük salon; resmi veya umumi toplantılara mahsus bina; konak; okul veya üniversite binası .

hallelujah , halleluiah

(ünlem) Allaha şükür!

halliard

(bak.) halyard.

hallmark

(i.) altın veya gümüşte ayar damgası; kalite işareti.

halloo

ünlem, (i.), (f.) dikkati çekme ünlemi; avda köpekleri saldırtma ünlemi; (i.) hayret ifade eden ses; (f.) bağırarak cesaret vermek veya canlandırmak.

halloo

ünlem, (ing.) Hayret! Hey !

hallow

(f.) takdis etmek, kutsamak.

halloween

(i.) 31 Ekim akşamı, çocukların türlü kıyafetlere girerek eğlenceler tertip ettikleri hortlak gecesi.

hallucinate

(f.) sanrılamak; sanrılatmak. hallucina'tion (i.), (psik.) sanrı vehim, kuruntu; akli denge bozukluğundan ileri gelen kuruntu. hallu'cinative, hallu'cinatory (s.) sanrı kabilinden, kuruntu getiren .

hallucinogen

(i.), (tıb.) sanrıya kapılmaya sebep olan ilaç. hallucinogen'ic (s.), (i.) sanrıya kapılmaya sebep olan (esrar) .

hallucinosis

(i.), (tıb.) sanrı getiren hastalık.

hallux

(çoğ. halluces) (i.), (anat.) ayak başparmağı.

hallway

(i.) koridor; hol.

halm

(bak.) haulm.

halo

(i.) (çoğ. los, loes) hale, ağıl, ışık halkası; (güz.) (san.) azizlerin başı etrafına konulan hale; şeref nuru.

haloid

(s.), (i.), (kim.) halojenli, halojenimsi; (i.) bir halojenle meydana gelen tuz.

haloqen

(i.), (kim.) halojen, tuzveren.

halt

(i.), (f.) duruş; durma, duraklama; mola; (f.) durmak; duraklamak, durdurmak. call a halt durdurmak, kesmek, son vermek.

halt

(s.), eski topal, aksak. the halt topallar, sakatlar.

halt

(f.) kusurlu olmak, eksik olmak (vezin); duraksamak, tereddüt etmek. halting (s.) duraksayan.

halter

(i.), (f.) yular; boyundan askılı ve sırtı açık bir çeşit kolsuz kadın bulüzü; idam ipi; (f.) yular takmak; yular takarcasına bir kimseye engel olmak; iple asmak, idam etmek.

halve

(f.) yarıya bölmek, iki eşit kısma ayırmak; yarıya indirmek .

halves

(bak.) half .

halyard , halliard

(i.), (den.) kandilisa, abli, çördek, bazı yelken ve serenleri veya bayrağı yerine kaldıran halat .

halys

(i.) Kızılırmak (eski ismi).

ham

(i.), (f.) jambon, domuz budu; (çoğ.) kıç kaynağı, insanın kaynak ve oturma yeri; kaynak, but; dizin alt veya iç kısmı; tiyatro abartarak oynayan oyuncu; (k.dili) amatör radyo operatörü; (f.), argo aşırı duygusal veya abartmalı bir şekilde oynamak.

hamadryad

(i.), (mit.) orman perisi, ağaç perisi; zehirli bir Hindistan yılanı; bir çeşit Habeş maymunu

hamal

(i.) hamal.

hamburg

(i.) Hamburg; bir çeşit kara üzüm; bir çeşit ufak tavuk; bir çeşit erkek şapkası.

hamburger

(i.) sığır kıyması; bu kıymadan yapılmış köfte, hamburger.

hame

(i.) hamutun koşum kayışına bağlı eğri tahtalarından biri.

hamitic

(i.); (s.) Kuzey Afrika'da bir dil ailesi (Eski Mısır dili, Berberce); (s.) bu dil ailesine ait .

hamlet

(i.) ufak köy, birkaç evden ibaret köy.

hammer

(i.) çekiç, tokmak; (anat.) çekiçkemği; tüfek horozu; muhtelif aletlerin uzunca, yassı ve ekseriya oynak kısımları; mezatçı tokmağı. hammer and sickle orak ve çekiç. hammer and tongs (k. dili) büyük gürültü ve gayretle. hammer lock güreşte kolun arkaya bükülmesi. hammer throw spor çekiç atma yarışması. between the hammer and the anvil iki ateş arasında, çok zor durumda. claw hammer tırnaklı çekiç. come under the hammer açık artırma ile satılmak. pick hammer tek ağızlı kazma.

hammer

(f.) çekiçle vurmak, çekiçlemek; çekiçle işlemek; yumruk atmak, yumruklamak; (kalp) hızla atmak; zihnen çok çalışmak; saldırmak, hücum etmek. hammer an idea into one's head bir kimsenin kafasına bir fikri sokmak, zorla anlatmak. hammer at azimle uğraşmak, uğraşıp durmak. hammer away durmadan çalışmak. hammer out şekil vermek, plan yapmak.

hammerhead

(i.) çekiç balığı, (zool.) Sphyrna zygaena malleus.

hammock

(i.) hamak, (den.) branda yatak.

hamper

(i.) sepet sandık, kapaklı büyük sepet, çamaşır sepeti.

hamper

(f.), (i.) engel olmak, mâni olmak; (i.) engel, mânia; (den.) arma.

hamster

(i.) nispeten iri bir fare türü, sevimli ve tüylü bir cins olduğu için bazı pet shop'larda evde beslenmek üzere bulunur. (Zoolojideki adı cricetus).

hamstring

(i.), (f.) (strung) (anat.) diz arkasmda bulunan iki büyük kirişten biri; (f.) bu kirişleri kesmek; sakatlamak, topal etmek; çalışamaz hale getirmek .

hamulus

(çoğ. li) (i.) küçük kanca, çengelcik, kanca şeklinde çıkıntı.

hand

(f.) elle vermek; el vermek; (den.) yelkeni istinga edip sarmak. hand down nesilden nesile devretmek; karar vermek . hand in yetkili bir kimseye vermek. hand it to argo haklı olarak övmek. hand on babadan oğula geçirmek; başkasına vermek. hand out dağıtmak. hand over vermek, devretmek, teslim etmek.

hand

(i.) el; el gibi uzuv (maymun ayağı, şahin pençesi, Istakoz kıskacı); kudret, yetki, salahiyet; parmak, işe karışma; maharet, hüner; el yazısı, imza; yardım; usta; yetki sahibi kimse; işçi, amele; taraf, yan; saat yelkovanı veya akrebi; atın yüksekliğini öIçmeye mahsus bir öIçü (on santimetre); alkış; iskambil el, sıra; oyun; hevenk; tütün yaprağı demeti. hand and foot bütün isteklerini karşılamak üzere, el pençe divan. hands down parmağını kıpırdatmadan, ko laylıkla. hand glass el aynası; el büyüteci . hand grenade el bombası. hand in glove with... ile çok yakın ilişkisi olan. hand in hand el ele. hand loom el tezgahı. Hands off ! Dokunma ! Elini sürme ! Bırak ! hand organ latarna. hand running (k.dili) sıra ile, arkası kesilmeden. hand to hand göğüs göğüse, yumruk yumruğa . handtomouth (s.) kıt kanaat geçinen; ihtiyatsız, çok müsrif. Hands up ! Eller yukarı ! Davranma ! a heavy hand sertlik zulüm. all hands (den.), tekmil tayfa. an old hand at tecrübeli, usta, ehil, kurt. at first hand doğrudan doğruya, birinci elden, asıl yerinden. at hand yakın, yanında, el altmda . be on one's hands (görev veya sorumluluk) omuzlarında olmak; elinde kalmak. by hand el ile. change hands el değiştirmek ,başkasının eline geçmek. clean hands suçsuzluk, masumluk. eat out of one's hand bir kimsenin elinden yemek; bir kimsenin fikirlerini kabul edip ona uymak; bir kimsenin dalkavuğu olmak. force one's hand zorla yaptırmak; bir kimseyi yapacağnı açığa vurmaya mecbur etmek. from hand to hand elden ele. give one's hand to bir kimse ile evlenmeyi kabul etmek. have a hand in it bir işle ilgisi olmak, bir işin içinde parmağı olmak. have one's hands full fazla meşgul olmak , zor başa çıkmak; başka işe vakti olmamak. in hand elde; hazırlanmakta; kontrol altında, gözaltında. in one's hands uhdesinde, elinde. keep one's hand in hünerini kaybetmemek; üstünde devamlı çaIışmak. Iay hands on el atmak, tecavüz etmek, yakalamak; takdis etmek, kutsamak. Iend veya give a hand yardım etmek, elini uzatmak. near at hand yakınında, yanı başında. off one's hands elinden çıkmış, sorumluluğu dışında. on all hands her taraftan. on hand elde; hazır, mevcut. on the one hand, on the other hand diğer taraftan. out of hand hemen, birdenbire; elden çıkmış, kontrolsüz. second hand sa- niye ibresi. show one's hand niyetini açığa vurmak. take in hand girişmek, üstüne almak. throw up one's hand ümitsizce bırakmak. turn one's hand to something bir işi ele almak. upper hand üstünlük wash one's hands of sorumluluğu üzerinden atmak, sıyrılmak. with a high hand zorbalıkla, kaba güçle.

handbag

(i.) el çantası, kadın çantası.

handball

(i.), spor hentbol.

handbill

(i.) el ilânı.

handbook

(i.) el kitabı, rehber .

handbreadth

(i.) bir el eninde ölçü (yaklaşık olarak 10 cm.).

handcar

(i.) drezin.

handcart

(i.) el arabası, çekçek.

handclasp

(i.) el sıkışma.

handcuff

(i.), (f.) kelepçe; (f.) kelepçe vurmak .

handed

(s.) eli olan, elli.

handful

(i.) avuç dolusu; az miktar; (k.dili) başa çıkılması zor olan kimse veya iş.

handgrip

(i.) elle yakalama veya kavma; (çoğ.) göğüs göğüse çatışma.

handgun

(i.) tabanca .

handhold

(i.) tutamaç, tutamak .

handicap

(i.), (f.) (ped, ping) mânia, engel; sakatlık; elverişsiz durum, handikap; spor engelli koşu; (f.) mânia koymak; engel olmak; yarışta mânia koymak .handicapped (s.) sakat, malul. mentally handicapped geri zekâlı. the handicapped sakatlar, yardıma muhtaç olanlar .

handicraft

(i.) el sanatı .

handiness

(i.) beceriklilik, maharet.

handiwork

(i.), iş, elişi.

handkerchief

(i.) mendil.

handle

(f.) el sürmek, dokunmak; ele almak; kullanmak, elle kullanmak; elle idare etmek; idare etmek, muamele etmek; satmak; ele gelmek, ele uygun olmak.

handle

(i.) sap, kulp, kabza, tutamaç, tutamak; tokmak; alet, bahane, vasıta; (k,dili.) bir kimseye verilen acayip isim. fly off the handle (k.dili.) kızmak, köpürmek, tepesi atmak.

handlebar

(i.) (bisiklette) gidon; ABD, (k.dili) palabıyık.

handling

(i.) elle dokunma; işleme tarzı. handling charges elden geçirme masrafları.

handmade

(s.) elişi.

handmaiden

(i.) eski hizmetçi kız ,evlatlık, besleme; cariye, odalık.

handmedown

(s.), (i.), (k.dili) kullanılmış, elden düşme; (i.) kullanılmış elbise veya eşya .

handout

(i.) bedava dağıtılan yiyecek, sadaka; bildiri .

handpick

(f.) elle toplamak; dikkatle seçmek .

handrail

(i.) merdiven parmaklığı, tırabzan.

handsaw

(i.) el testeresi .

handsel

(i.), (f.) (ed, ing veya led, ling) uğur getirmesi için verilen hediye; siftah; pey; ilk taksit; (f.) siftah ettirmek; pey vermek; yeni yapılan bir işin veya yeni alınan bir şeyin şerefine ziyafet vermek .

handset

(i.) telefon makinası .

handshake

(i.) el sıkma .

handsome

(s.) yakışıklı; çok, bol, mebzul, iyi; cömert. handsomely (z.) cömertçe; bol bol .

handspike

(i.) manivela .

handspring

(i.) perende atma .

handwork

(i.) elişi .

handwriting

(i.) e! yazısı .

handy

(s.) hazır, yakın, el altında; eli işe yatkın, becerikli, usta, mahir; elverişli, kullanışlı. handily (z.) kolay bir şekilde, elverişli olarak.

handyman

(i.) elinden her iş gelen işçi.

hang

(f.) (hanged) asarak idam etmek .

hang

(i.) duruş (etek, perde); anlam, mana, kullanılış tarzı; sarkma, asılış. get the hang of usulünü öğrenmek, manasını kavramak. not give a hang aldırmamak, umursamamak .

hang

(f.) (hung) asmak; takmak; sarkıt mak; eğmek (baş); kaplamak, yapıştırmak; ABD engellemek, mani olmak (jüri kararı); asılmak, asılı olmak, sallanmak, sarkmak . hang around (k.dili) başıboş gezerek beklemek. hang back tereddüt etmek, çekinmek . hang fire zamanında ateş almamak; neticesi çıkmamak. hang heavy yavaş geçmek (zaman). hang in the balance muallâkta olmak . Hang it ! Lânet olsun ! hang on bağlı olmak; yapışmak; peşini bırakmamak. hang out sarkmak, asılmak; sarkıtmak, asmak; argo (bir yerde) vakit geçirmek, oyalanmak. hang over abanmak, sarkmak, başında olmak (iş); tehdit etmek; eskiden kalmış olmak. hang together daima beraber olmak, birbirinden ayrılmamak; birbirini tutmak. hang up geri bırakmak, ertelemek, tehir etmek; ABD kapamak (telefon). be hung up on aklı bir şeye takılmak; bir şeyin delisi olmak; tutturmak .

hangar

(i.) hangar .

hangdog

(i.), (s.) sinsi adam; (s.) alçak, habis; mahcup, ürkek, korkak.

hanger

(i.) askı, askı kancası; çengel; elbise askısı; oto makas köprücüğü; asan kimse, asıcı kimse.

hangeron

(i.) tufeyli, çanak yalayıcı kimse, slang beleşçi kimse.

hanging

(i), (s.) asma; ipe çekerek idam; (çoğ.) oda duvarlarına asılan kumaş; (s.) asılı, sarkan; askıda kalmış, bir sonuca varılmamış; idama layık; idam cezası vermeye meyilli.

hangman

(i.) cellât .

hangnail

(i.) şeytantırnağı .

hangout

(i.), argo ev, mesken, sık gidilen yer .

hangover

(i.), ABD, (k.dili) içkiden meydana gelen baş ağrısı; geçmiş zamandan kalmış olma .

hangup

(i.), argo güçlük, engel; özel mesele; meraklısı olunan şey; takınak .

hank

(i.) çile, yün veya ipek çilesi; kangal .

hanker

(f.), (gen.) after veya for ile arzulamak, özlemini çekmek, hasret çekmek, özlemek. hankering (i.) istek, arzu, özlem.

hankypanky

(i.), (k.dili) hilekârlık, sinsilik; ABD, argo zina .

hanoi

(i.) Hanoi .

hanse

(i.) ortaçağda tüccar loncası .

hansom

(i.), hansom cab (han'sım) arabacısı arkada oturan iki tekerlekli ve tek atlı araba .

hanukkah

(i.) Musevi dininde aşıklar bayramı .

hapax

(Yun). Ancak bir kere görülen

haphazard

(s.), (z.), (i.) rasgele, gelişigüzel; (i.) şans, rastlantı.

hapless

(s.) talihsiz, bahtsız.

haploid

(s.), (i.), (biyol.) yarı kromozonlu (hücre).

happen

(f.) olmak, vaki olmak, meydana gelmek, rast gelmek. happen on rast gelmek, bulmak.

happening

(i.) olay, vaka; tiyatro kısmen ve irticalen sahneye konan ve seyircileri şaşırtmak gayesini güden oyun .

happenstance

(i.) ABD, (k.dili) rastlantı, tesadüf.

happily

(z.) mutlulukla, sevinçle; iyi bir tesadüf olarak.

happiness

(i.) saadet, mutluluk, bahtiyarlık; uygunluk.

happy

(s.) mutlu, mesut, talihli, memnun, bahtiyar, sevinçli; şen, neşeli; uygun, yerinde olan; ABD, argo ...delisi ( msl. girl happy kız delisi. ) happygolucky (s.) kaygısız; bir şeye aldırmaz, neşeli .

harakiri

(i.) harakiri .

harangue

(i.), (f.) uzun ve şiddetli konuşma, tirad; (f.) uzun ve şiddetli bir şekilde konuşmak, tirad söylemek .

harass

(f.) rahat vermemek; yormak, bizar etmek, tedirgin etmek, taciz etmek; (ask.) aralıksız saldırılarla taciz etmek . harass'ment (i.) taciz, bizar, rahatsızlık.

harbinger

(i.) haberci, müjdeci .

harbor, (ing.) harbour

(i.), (f.) liman; sığınacak yer, sığınak; (f.) barındırmak; misafir etmek; beslemek. harborage (i.) barınacak yer, sığınak, melce .

harbormaster

(i.) Iiman şefi .

hard

(s.) katı, sert, pek; güç, müşkül, zor, çetin; zalim, merhametsiz, kalpsiz, şefkatsiz; şiddetli, kötü, acı; anlaşılmaz, zor; ağır; çalışkan, faal; inatçı, ters; çirkin, kötü; acı (su); gram. kalın sesli (harf); cimri, pinti, hasis; eksi, ekşimiş, alkol derecesi yüksek, sert (içki). hard and fast rule değişmez kanun, istisna kabul etmez kaide. hard cash, hard money madeni para; nakit para. hard cider alkolleşmiş elma suyu. hard coal (min.) antrasit. hard court te niste beton kort. hard drug morfin gibi bedende alışkanlık yaratan uyuşturucu madde. hard facts ABD, (k.dili) kesin deliller . hard hat (ing.) me!on şapka; kask, miğfer. hard hit büyük zarara uğramış. hard labor ağır iş cezası. hard luck talihsizlik, şanssızlık. hard maple isfendan ağacı, akçaağaç gibi şeker veren bir cins ağaç, (bot.) Acer saccharum. hard of hearing ağır işiten. hard row to hoe çetin iş. hard rubber ebonit. hard sauce ahçı. şeker ve tere yağı ile yapılan tatlı sos. hard sell ABD, (k.dili) ısrarla satış usulü. hard times güç zamanlar, sıkıntılı günler. hard up eli dar, muhtaç. hard water kireçli su. a hard bargain çekişe, çekişe pazarlık. hardly (z.) güçlükle, güçbela; ancak, hemen hemen; az bir ihtimalle. hardness (i.) güçlük, zorluk; sertlik; terslik, aksilik.

hard

(z.) zorla, kuvvetle, hızla; sertlikle, güçlükle, müşkülâtla; sıkıca; katı, sert; çok, aşırı; yakın, yanı başında; (den.) alabanda; son hadde kadar. hard by pek yakın, yakında. be hard put to it zor durumda olmak, darlıkta olmak. die hard şiddetle karşı koymak, kolay teslim olmamak. go hard with için zor olmak, için acı olmak .

hardbitten

(s.) inatçı, serkeş, bildiğini okuyan.

hardboiled

(s.) lop, katı (yumurta); (k.dili) sert; kolay kanmaz.

hardcore

(s.), ABD sabit, kararlı, sabit fikirli, colloq. çetin ceviz.

hardearned

(s.) güç kazanılmış, alın teriyle kazanılmış.

harden

(f.) sertleştirmek, katılaştırmak, pekiştirmek; kuvvetlendirmek; sertleşmek, katılaşmak, pekişmek; kuvvetlenmek; donmak (çimento). hardened (s.), ask. yeraltında ve bombalara karşı takviye edilmiş (üs, roket üssü).

hardener

(i.) sertleştiren kimse veya madde; sikatif; çelik tavcısı .

hardfavored

(s.) çirkin, sert ifadeli .

hardfisted

(s.) tamahkâr, cimri, eli sıkı; yumruğu kuvvetli .

hardfought

(s.) sıkı dövüşmüş.

hardhat

(i.), ABD inşaat işçisi; aşırı tutucu kimse.

hardheaded

(s.) makul düşünen, hislerine mağlup olmayan .

hardhearted

(s.) katı yürekli, kalpsiz, merhametsiz.

hardihood

(i.) cüret; arsızlık, küstahlık yiğitlik, cesaret;

hardline

(s.) sert, sıkı .

hardnosed

(s.), argo kendi menfaatini düşünen, çıkarcı .

hardpan

(i.) sert toprak, killi toprak: işlenmemiş sert toprak; sağlam temel.

hardshell

(s.) sert kabuklu; ABD (k,dili) sabit fikirli.

hardship

(i.) sıkıntı, darlık, meşakkat; eza, cefa .

hardtack

(i.) peksimet, galeta .

hardtop

(i.) (oto.) üstü çelik araba .

hardware

(i.) madeni eşya, hırdavat; nalbur dükkânı; silâh; kompütör aksamı .

hardwood

(i.) (gürgen, meşe, karaağaç gibi) sert tahtalı ağaç; bu ağaçların keresteleri .

hardworking

(s.) çok çalışkan .

hardy

(s.) tahammüllü, mukavim, dayanıklı, kuvvetli; cesur, gözüpek, cüretkâr, yiğit; kendine güvenen, atılgan, küstah; kışa dayanıklı, soğuğa dayanıklı (özellikle bitkiler). hardily (z.) yiğitlikle, mertçe. hardiness (i.) dayanıklılık, mukavim oluş.

hardy

(i.) örs keskisi .

hare

(i.) yabani tavşan, (zool.) Lepus europaeus hare and hounds yola ufak kağıt parçaları saçarak oynanan tavşan-tazı oyunu,

harebell

(i.) çançiçeği, yaban sümbülü, (bot.) Campanula rotundifolia .

harebrained

(s.) kuş beyinli, kafasız .

harelip

(i.) yarık dudak, tavşandudağı .

harem

(i.) harem, harem dairesi .

haricot

(i.) etli yahni; yeşil fasulye. haricot bean kuru fasulye .

hark

(f.) ünlem dinlemek, işitmek; ünlem Dinle! Dur! Sus! hark back sadede gelmek; geri çağırmak (tazı) .

harken

(f.) eski dinlemek, dikkatini vermek .

harl

(i.) keten ipliği, lif .

harlequin

(i.), (s.) soytarı, palyaço; (s.) alacalı, çok renkli; dış köşeleri yukarı kıvrık (gözlük). harlequinade' (i.) pandomima, palyaço oyunu; soytarılık .

harlot

(i.) fahişe, orospu .

harlotry

(i.) fahişelik, orospuluk .

harm

(i.), (f.) zarar, hasar; şer, kötülük; felaket; (f.) zarar vermek, kötülük etmek. out of harm's way emniyette, emin yerde .

harmal

(i.) üzerlik, (bot.) Peganum harmala .

harmful

(s.) zararlı, fena, ziyan verici. harmfully (z.) zarar verecek şekilde. harm fulness (i.) zararlılık, ziyankarlık .

harmless

(s.) zararsız. harmlessly (z.) zararsız bir şekilde. harmlessness (i.) zararsızlık,

harmonic

(s.), (i.) uyumlu, ahenkli; harmonik, harmoniye ait; kulağa hoş gelen; (mat.) müzik ahengine benzer oranlara ait; (i.) (müz.) harmonik ses, esas sese katılan ikinci diziden ses. harmonical (s.) harmoniyle ilgili; uyumlu, ahenkli. harmonically (z.) uyumlu olarak; harmonik olarak .

harmonica

(i.) armonika, ağız mızıkası; irili ufaklı cam bardaklar veya madeni parçalardan meydana gelen bir çeşit çalgı .

harmonics

(i.) (müz.), uyum bilgisi .

harmonious

(s.) ahenkli uyumlu, birbirine uygun; tatlı sesli, hoş sesli; düzenli, muntazam. harmoniously (z.) ahenkli olarak, uyumlu olarak .

harmonist

(i.), (müz.) kompozitör; uyum kurallarını bilen kimse .

harmonium

(i.), (müz.) harmonyum, küçük org .

harmonize

(f.) uyum sağlamak, ahenk temin etmek, düzen vermek; (müz.), harmonisini yapmak; uygun gelmek, uymak .

harmony

(i.) ahenk, uyum; (müz.), harmoni, seslerin uyması; uygunluk; ahenk ilmi .

harness

(i.), (f.) koşum takımı; pilot bağı; (f.) beygirin takımını vurmak, hayvanı koşmak; çalışacak duruma getirmek. harness maker saraç. in harness iş başında .

haroosh

(i.), ABD şamata.

harp

(f.) harp çalmak; harp çalarak ifade etmek. harp on üzerinde durmak, ısrarla yazmak veya söylemek. harper, harpist (i.) harpçı.

harp

(i.), (müz.), harp.

harpoon

(i.), (f.) büyük balıkları avlamakta kullanılan zıpkın; (f.) zıpkınlamak, zıpkınla öIdürmek. harpooner (i.) zıpkıncı.

harpsichord

(i.), (müz.) klavsen gibi eski tip piyano, harpsikord .

harpy

(i.) mitolojide yüzü ve vücudu kadına, kanatları ile ayakları kuşa benzer canavarlardan biri. harpy (i.) yırtıcı ve gaddar kimse. harpy (i.), harpy eagle Amerika'da bulunan bir cins kartal, (zool.) Thrasaetus harpyia .

harridan

(i.) huysuz kocakarı.

harrier

(i.) yağmacı kimse .

harrier

(i.), (zool.) tavşan tazısı; şahin familyasından bir kuş. marsh harrier kırmızı doğan, üsküflü doğan, (zool.) Circus aeruginosus.

harrow

(i.), (f.) tapan, kesek kırma makinası; (f.) tırmık çekmek, kesek kırmak; hırpalamak, eziyet etmek; sinirlendirmek. harrowing (s.) üzücü, asap bozucu .

harry

(f.) soymak, yağma etmek; rahat vermemek, taciz etmek, bizar etmek .

harsh

(s.) sert, acı; kaba, haşin, ters, huysuz, insafsız. harshly (z.) sertçe, huysuzca, kaba bir şekilde. harshness (i.) kabalık, haşinlik, terslik .

harslet

bak. haslet.

hart

(i.) erkek karaca .

hartebeest

(i.) Güney Afrika'ya mahsus iri bir antilop .

hartshorn

(i.) geyik boynuzu; eski, ecza. amonyum karbonatı, nişadırkaymağı . salts of hartshorn eski nışadır. spirits of hartshorn eski amonyak gazı, nışadırruhu .

hartstongue

(i.) geyikdili, (bot.) Phyllitis scolopendrium .

harumscarum

(s.), (i.) deli, patavatsız; (i.) delidolu kimse .

haruspex

(i.) eski Roma ve Etrüsk'te kesilen kurbanın bağırsaklarına bakarak ilâhların arzularını oku- yan kâhin. haruspicy (i.) bu şekilde falcılık .

harvest

(i.), (f.) hasat; hasat mevsimi, ekinleri biçme zamanı; ürün, mahsul, rekolte; semere, sonuç, netice; (f.) biçmek, hasat etmek, mahsul devşirmek. harvest home harman sonu; harman sonunda verilen ziyafet. har vest moon sonbahar başındaki dolunay. harvest mouse tarla faresi. harvest tick hasat zamanında türeyen bir çeşit sakırga.

harvester

(i.) orakçı, hasatçı; biçer döğer .

has

(bak.) have .

hasbeen

(i.), (k.dili) etkisini kaybetmiş olan kimse veya şey, vakti geçmiş kimse veya şey.

hasenpfeffer

(i.) tavşan yahnisi .

hash

(i.), (f.) tavada pişirilen kıymalı patates; karmakarışık şey; berbat olmuş şey, bozulmuş şey; argo haşiş; (f.) et kıymak; ABD, (k.dili) bozmak; ABD, argo. garsonluk etmek. hash house ABD, argo. aşevi. hash over (k.dili) tartışmak, müizakere etmek. make a hash of (k.dili) bozmak, iyice karıştırmak. settle one's hash bir kimseyi tamamen susturmak, ağzını tıkamak; bir kimsenin işini bitirmek, ortadan kaldırmak .

hashish , hasheesh

(i.) haşiş, kenevirden çıkarılan esrar .

hasid

(i.) (çoğ. Hasi'dim) gizemci bir Musevi tarikatı üyesi.

haslet, harslet

(i.) hayvanların (özellikle domuzun) yürek ve ciğer gibi yenilen iç uzuvları, sakatat.

hasn't

(kıs.), has not.

hasp

(i.), (f.) asma kilit köprüsü, kenet; iplik makarası; yün çilesi; (f.) kilit köprüsü geçirip kitlemek.

hassle

(i.), ABD, argo tartışma: zorluk, güçlük; mücadele.

hassock

(i.) diz veya ayak dayayacak minder, puf; ot öbeği.

hast

eski, (bak.) have .

hastate

(s.) mızrak başı şeklinde; (bot.), buna benzer üç köşeli (yaprak).

haste

(i.) acele, hız, sürat; ivedilik . Haste makes waste. Acele işe şeytan karışır. in haste aceleyle, telâşla; tez olarak make haste acele etmek .

hasten

(f.) acele ettirmek; acele etmek; sıkıştırmak, hız vermek, hızlandırmak.

hasty

(s.) acele, tez, çabuk, süratli, seri; düşüncesiz; çabuk öfkelenen; aceleci, telâşçı . hasty pudding mahallebi, su veya sütle yapılmış mısır lapası. hastily (z.) aceleyle, telâşla. hastiness (i.) acelecilik, telâş .

hat

(i.), (f.) şapka; kardinalin şapkası; kardinallik rütbesi; (f.) şapka giydirmek. pass the hat parsa toplamak, iane istemek. talk through one's hat (k.dili) palavra atmak, bilmediği şeyden bahsetmek. throw one's hat into the ring yarışa girmek (politikada). top hat silindir şapka. under one's hat ABD, (k.dili) gizli, mahrem.

hatband

(i.) şapka şeridi.

hatbox

(i.) şapka kutusu.

hatch

(i.), den., ambar ağzı, ambar kapağı, kaporta; bent kapağı; bölmeli kapının alt kısmı; üstü açık kapı.

hatch

(f.), (i.) ince çizgilerle süslemek, ince çizgiler halinde kakma yapmak; (i.) resim ve kakma işlerinde gölge hâsıl eden ince çizgi, tarama.

hatch

(f.) kuluçka makinasıyle civciv çıkarmak; yumurtadan çıkmak; (plan) yapmak, (kumpas) kurmak. hatch, hatching (i.) bir defada kuluçkadan çıkan civcivler. hatcher (i.) kuluçka tavuk; kuluçka makinası .

hatchel

(i.), (f.) (ed, ing veya led, ling) keten veya kendir tarağı; (f.) keten taramak .

hatchery

(i.) balık veya civciv üretmeye mahsus yuva.

hatchet

(i.) ufak balta, el baltası. bury the hatchet barışmak .

hatchway

(i.), (den.), ambar ağzı, lombar ağzı; buna benzer bodrum kapağı.

hate

(f.), (i.) nefret etmek; bir kimseye düşman olmak; nefret duymak; (i.) nefret, kin, düşmanlık.

hateful

(s.) nefret edilen, kötü; nefretle dolu, kötü niyetli, hatefully (z.) nefretle. hatefulness (i.) kötü davranış; nefret .

hatpin

(i.) şapka iğnesi .

hatrack

(i.) şapka askısı .

hatred

(i.) kin, nefret, düşmanlık .

hatstand

(i.), hat tree şapka asmaya mahsus ayaklı askı.

hatter

(i.) şapkacı.

hauberk

(i.) zırh yelek.

haughty

(s.) mağrur, kibirli, kendini beğenmiş. haughtily (z.) gururla, kibirle. haughtiness (i.) kibirlilik, gururlu olma, kendini beğenmişlik .

haul

(f.), (i.) çekmek, çekerek taşımak; taşımak; (den.) vira etmek, hisa etmek; yön değiştirmek, dönmek (rüzgâr veya gemi); (i.) çekme, çekiş; bir ağda çıkarılan balıklar; bir seferde kazanılan şey veya miktar, parti; taşıma mesafesi; taşınııan şey. haul off ağır bir yumruk vurmak için kolu geriye atmak. haul over the coals azarlamak haşlamak. haul up çağırıp azarlamak; durmak. a fine haul bir defada ele geçen büyük parti. a long haul uzun taşıma mesafesi; uzun süren zor bir iş.

haulage

(i.) çekiş, taşıma; (d.y.) taşıma ücreti.

haulm , halm

(i.) ekin sapları, saman; bitki sapı .

haunch

(i.) kalça; (çoğ.) kıç; koyun etinin but ile bel kısmı; (mim.), kemer koltuğu. haunched (s.) kalçalı.

haunt

(f.), (i.) sık sık uğramak (gen hort lak veya ruhların yaptığı gibi); usandırmak, taciz etmek; akıldan çıkmamak; sık sık ziyaret etmek veya daima yanında bulunmak (bilhassa hortlak olarak); (i.) sık sık gidilen yer. haunted (s.) tekin olmayan, perili, hortlakların gezindiği. haunting (s.) zor unutulan, akıldan çıkmayan.

haustellum

(i.) (çoğ. -la) bazı böcek ve kabuklu hayvanların emme organı.

hautboy

(bak.), oboe .

hauteur

(i.) kibir, gurur, azamet .

havana

(i.) Havana; Küba tütününden yapılmış puro .

have

(f.) (had, having) kural dışı çekimleri: simdiki zaman 1, you, we, they have (eski thou hast); he, she, it has (eski hath). geçmi zaman had (eski thou hadst). malik olmak, sahip olmak; olmak; saymak; tutmak; almak; elinde tutmak, hâkim olmak; fikir taşımak; elde etmek, ele geçirmek; ettirmek; (k.dili) aldatmak; (k.dili) cinsel ilişkide bulunmak. Yardımcı fiil olarak geçmiş zamanı gösterir. (msl. I go. Giderim. I have gone. Gittim.) have to meli, malı (msl. I go. Giderim. I have to go Gitmeliyim.) have a hand in bir işle ilgisi olmak; bir işin içinde parmağı olmak. have a mind to niyeti olmak have and hold kanunen sahip olmak. have at işe koyulmak. I've been had. Üç kağıda geldim. have done with bitirmek, işi tamamlamak. have had it argo. bıkmak (msl. I've had it: I am go ing to divorce my husband .Artık bıktım; kocamdan boşanacağım.); artık yetmek (msl, He's been cheating me for years, but now he's had it. Senelerdir beni aldatıyordu, ama artık yeter.) have in mind hatırında tutmak, aklında olmak. have it coming hak etmek. have it in for (bir kimseye) kin beslemek, kinci olmak. have it in one kabiliyeti olmak. have it out bir davayı kavga veya münakaşa ederek sonuç landırmak. Have it your own way. Siz bilirsiniz. Nasıl isterseniz öyle olsun. have none of izin vermemek, fırsat vermemek, kabul etmemek. have no use for nefret etmek,^tiksinmek. have on giyinmek. have one's eyes on gözu kalmak. have one's hands full çok meşgul olmak. have something on someone elinde suçlayıcı delil bulunmak. have to do with ilgisi olmak, alakası olmak. have to go (k.dili) sıkısmak. as Plato has it Eflatun'un deyişiyle. He will have it that iddia ediyor ki. I had better go. Gitsem iyi olur. I had him there. O noktada onu mat ettim . I had rather go. Gitmeyi tercih ederdim. I'll have his head veya hide .slang Elime geçirsem derisini yüzeceğim. I was angry at him, so I let him have it. Ona kızdım, onun için yüzüne bir yumruk indirdim veya onun için saldırdım. Let him have it. O alsın. argo Hakkından gelelim. Rumor has it that the government will fall. Söylentiye göre hükümet düşecek. The ayes have it. Lehte oy kullananlar kazandı .The boys had themselves a time. Çocuklar eğlendiler. We had news. Haber aldık.

haven

(i.) (f.) Iiman; melce, sığınak; (f.) sığınmak, limana girmek .

haversack

(i.) asker çantası; kumanya torbası .

haves

(i.), (çoğ.) malik olanlar, mal sahipleri. the haves and the have-nots zenginler ve fakirler, varlıklılar ve yoksullar .

havoc

(i.) hasar, tahribat, zarar ziyan . cry havoc savaşlarda askere yağma emri vermek. make havoc of harabeye çevirmek; tahrip etmek; kırıp geçirmek. play havoc with harap etmek, yerle bir etmek.

haw

(f.), (bak.) hem .

haw

(i.) bazı hayvanlarda üçüncü göz kapağı.

haw

(f.), (i.) koşum atını sesle sola döndürmek; (i.) bu hareket için ata verilen emir.

haw

(i.) alıç.

hawaii

(i.) Hawaii .

hawfinch

(i.) flurcun, (zool.) Cocco thraustes coccothraustes.

hawk

(i.) (f.) şahin, doğan, (zool.) Falco; atmaca, (zool.) Accipiter; çaylak; askeri kuvvetle ihtilâfı halletmek isteyen kimse; (f.) atmaca veya şahin ile kuş avlamak; atmaca gibi kuşa saldırmak. hawkish (s.) savaş yanlısı.

hawk

(f.) öksürerek gırtlağını temizlemeye çalışmak; balgam çıkarmak.

hawk

(i.) alttan saplı sıvacı tahtası.

hawk

(f.) sokakta öteberi satmak, seyyar satıcılık yapmak .hawker (i.) seyyar satıcı.

hawkeyed

(s.) keskin bakışlı.

hawknosed

(s.) gaga burunlu.

hawkweed

(i.) sarı çiçekli bir bitki, (bot.) Hieracium mouseear hawk weed tırnak otu, farekulağı.

hawse

(i.), (den.) Ioça deliği; geminin önü, baş taraftan çifte demirli geminin zincir yatağı. hawsehole (i.) Ioça deliği.

hawser

(i.), (den.) palamar, yoma, kablo.

hawthorn

(i.) alıç, (bot.) Crataegus oxyacantha.

hay

(i.), (f.) saman, kuru ot, biçilip kurutulmuş ot; (f.) kurutmak için ot yetiştirmek; otu biçip kurutmak; otla beslemek; ot ekmek .hay fever saman nezlesi. hit the hay ABD, argo. yatmak. It ain't hay. ABD, argo. Az para değil. Make hay while the sun shines. Fırsattan istifade et.

haycock

(i.) ot yığını, tınaz .

hayfork

(i.) yaba, diren .

haying

(i.) harman yapma .

hayloft

(i.) otluk, samanlık .

haymaker

(i.) tırpancı, harmancı, ot kurutan kimse; argo. nakavt, nakavt eden kuvvetli darbe.

haymow

(i.) ahırın üst katında kuru ot saklamaya mahsus yer; burada saklanan saman yığını .

hayrack

(i.) ot taşımak için arabaya eklenen kalas; ahırdaki samanlık.

hayrick

(i.) açıkta duran ot yığını, tınaz .

hayride

(i.) saman arabasıyle yapılan kır gezintisi.

hayseed

(i.) saman tohumu; ABD, (k.dili) kaba köylü veya çiftçi.

haystack

(i.) büyük ot yığını, tınaz.

haywire

(i.), (s.) kuru ot balyalarını bağlamakta kullanılan tel; (s.), (k.dili) ayarsız, bozuk; deli, çatlak. go haywire (k.dili.) sapıtmak, delirmek.

hazard

(i.), (f.) baht, şans, tehlike, riziko; tenis kortunun servis atılan tarafı; eski bir çeşit zar oyunu; bilardo oyununda bir vuruş; golf oyununda mânia; (f.) tehlikeye atmak, şansa bırakmak; cüret göstermek. hazard a guess tahmin etmek, kafadan atmak. at all hazards bütün tehlikelere rağmen, ne pahasına olursa olsun .

hazardous

(s.) tehlikeli, rizikolu; şansa bağlı. hazardously (z.) tehlikeli olarak. hazardousness (i.) tehlike, riziko .

haze

(i.) hafif sis, ince duman, pus; belirsizlik, müphemlik, çapraşıklık.

haze

(f.), (den.), fazla veya çetin işle yormak; A.B.D., eşek şakası yaparak üzmek (özellikle üniversiteye yeni gelenleri).

hazel

(i.), (s.) fındık ağacı, (bot.) Corylus; bu ağacın kerestesi; sarıya çalan kestane rengi; (s.) fmdık ağaca ait; açık kahverengi; elâ (göz). hazelnut (i.) fındık.

hazing

(i.) dayak atma; fazla veya zor iş; şaka olarak munasebetsiz işler yaptırma.

hazy

(s.) sisli, dumanlı, puslu; anlaşılmaz, müphem, belirsiz, muğlak, çapraşık.

hbomb

(i.) hidrojen bombası.

hdlg.

(kıs.) handling.

hdqrs.

(kıs.) headquarters.

he

(zam.) (çoğ. they) (s.), (i.) (iyelik hali, tek. his, (çoğ.) their, theirs; nesne, (tek.) him, (çoğ.) them) o, kendisi, kimse (erkek); (s.), iri; he- erkek; (i.) (çoğ. hes) erkek.

head

(i.) (çoğ. heads) baş, kafa; kelle; reis, şef; baş yer, baş taraf, ön taraf; ekin başı, başak; madde, fıkra; kaynak, su başı, menba, pınar başı; zirve, şahika, doruk; akıl; manşet; konu; madeni paranın resimli yüzü (tura); göbek; bira köpüğü; birikmiş basınç; enerji sağlanan suyun düşme yüksekliği; (coğr.) burun; (den.) seren yakası; (den.), yüznumara; (den.), pruva; A.B.D.,, argo esrar düşkünü; (çoğ. head) baş: fifty head of cattle elli baş sığır. head and shoulders above çok daha iyi. Heads I win, tails you lose Ne olursa olsun ben kazanacağım, sen kaybedeceksin. head money adam başına verilen vergi; bir düşmanın kellesinin getirilmesi karşılığında verilen para. head of steam buhar basıncı; (k.dili) şevk, gayret, hırs. Heads or tails? Yazı mı tura mı? head over heels tepetaklak perende atma; adamakıllı. head over heels in love sırılsıklam âşık. head shop hipilere tütsü ve renkli afişler gibi eşya satan dükkân. head tone (müz.) kafasesi. Heads up! A.B.D., (k.dili) Dikkat! Yukarıya dikkat! head wind (den.) pruva rüzgârı. a crowned head kral; kraliçe. bring to head karar noktasına getirmek, meydana çıkarmak, buhrana sebep olmak. from head to foot baştan başa, baştan ayağa, tepeden tırnağa kadar. give a horse his head dizginleri boşaltmak. go to one's head başını döndürmek, aklını başından almak; burnu büyümek. hang veya hide one's head utanmak, başını önüne eğmek. I can't make head or tail of it Hiç bir şey anlayamıyorum. It cost him his head Hayatına mal oldu. keep one's head soğukkanlılığını muhafaza etmek, kendine hâkim olmak. keep one's head above water yüzer durumda tutmak; borca girmemek, ayağını yorganına göre uzatmak .Iose one's head kendinden geçmek, aklı başından gitmek, şaşırmak; boynu vurulmak. make head against güçlükler karşısında ilerlemek. off one's head, out of one's head (k.dili) deli, çıldırmış zıvanadan çıkmış, kaçık. over one's head anlaması zor; yapabileceğinin üstünde; daha yüksek bir makama (baş vurma). put their heads together baş başa verip düşünmek. put something out of one's head unutmak veya unutturmak. rocks veya holes in the head argo delilik, çatlaklık. take it into one's head aklına koymak, tasarlamak. talk one's head off bir kimsenin kafasım şişirmek. the crown of the head başın tepesi. The song runs in my head şarkı aklıma takıldı. turn one's head överek gururlan- dırmak. under the head of başlığı altında, maddesinde. yell one's head off şiddetle ve durmadan azarlamak .

head

(s.) baş, başta olan; başa ait. head sea (den.), baş denizleri, önden gelen dalgalar.

head

(f.) başta olmak, birinci olmak, önde gelmek; lider (başkan, reis, önder, şef) olmak; (den.), dümen kırmak, yönelmek, yöneltmek; baş koymak, baş yapmak; başını kesmek, buda- mak (ağaç); baş olmak, başına geçmek; başa koymak, başına geçirmek; olgunlaşmak, yetişmek (tahıl); üstünlük sağlamak, geçmek; (den.), başı çevrili olmak, başı bir tarafa doğru olmak; baş bağlamak, baş vermek (lahana, turp). head for (bir hedefe) doğru gitmek, yönelmek. head off yolunu kesmek. head up (k.dili) başkanlık etmek.

headache

(i.) baş ağrısı; A.B.D., (k.dili) dert, güçIük, baş belâsı.

headband

(i.) saç kordelesi, bant .

headboard

(i.) karyolanın başucundaki tahta .

headcheese

(i.), A.B.D., domuz veya dananın baş ve paçasından alınıp kıyma yapılarak kaynatılan kavurmaya benzer topak şeklinde et.

headcounter

(i.) anketçi .

headdress

(i.) başlık; saçın taranış şekli.

header

(i.) başlıkçı, başlık koyucu; cıvata başı yapan makina; (bahç.) biçerdöğer maki nası; bir ucu duvarın dışında kalacak şekilde örülmüş tuğla. take a header baş aşağı düşmek veya dalmak.

headfirst , headforemost

(z.) başı önde olarak, baş aşağı; kayıtsızca.

headgear

(i.) başlık; dizgin, yular; maden kuyusu başındaki makina .

headhunter

(i.) kafa avcısı; argo teknik eleman avcısı .

heading

(i.) serlevha, başlık; maden yolunun dar başı; baş koyma.

headland

(i.) karanın denize uzanan çıkıntısı, burun; tarlanın bir ucunda sürülmeden bırakılan parça.

headless

(s.) başsız, başkansız, şefsiz; akılsız, kafasız .

headlight

(i.) araba farı, far; gemide pupa feneri.

headline

(i.), (f.) başlık, serlevha; (f.) başlık koymak; tiyatro afişte ismi başta olmak.

headlong

(z.), (s.) başı önde; paldır küldür; önünü ardını düşünmeden; (s.) baş kısmı önde; kayıtsız .

headmaster

(i.) özel okul müdürü .

headmistress

(i.) özel okul müdiresi .

headmost

(s.) en baştaki, en ileri .

headon

(s.), (z.) baştan (çarpma), burun buruna (çarpışma) .

headphone

(i.) telefon veya radyo kulaklığı .

headpiece

(i.) baş zırhı, miğfer; başlık; akıl, kafa; (matb.) bölüm başlarına konan süs .

headquarters

(i.) karargâh; kumanda merkezi; merkez büro; merkezde çaIışanlar .

headrest

(i.) baş dayanağı .

headship

(i.) başkanlık, reislik .

headsman

(i.) cellât .

headstock

(i.) bir makinada dönen parçaların dingili veya yastığı .

headstone

(i.) mezar taşı; binada temel taşı, köşe taşı .

headstrong

(s.) inatçı, dikbaşlı, kafasının dikine giden, bildiğini okuyan .

headwaiter

(i.) baş garson .

headwaters

(i.) ırmağı besleyen kaynaklar .

headway

(i.) ilerleme, terakki, yol alma, ileri gitme. make headway ilerlemek .

headwork

(i.) zihni çalışma .

heady

(s.) kuvvetli, sert, çarpıcı (esans, içki); inatçı, kafa tutan .

heal

(f.) iyileştirmek, şifa vermek; iyileşmek, şifa bulmak; düzeltmek, ıslah etmek; defetmek, başından savmak; kapatmak; ıslah olmak. healable (s.) iyi olması kabil, iyileşebilir .

healall

(i.) her derde deva .

healer

(i.) iyileştiren kimse, şifa veren kimse, doktor; üfürükçü .

health

(i.) sağlık, sıhhat, beden sağlığı, afiyet; bir kimsenin sıhhat ve saadetine kadeh kaldırma veya tokuşturma . To your health ! Sıhhatinize !

healthful

(s.) sıhhat için faydalı, yararlı, sıhhi; sıhhatli, sağlıklı. healthfully (z.) sıhhat verici bir şekilde.

healthy

(s.) sağlıklı, sıhhatli, sağlam; sıhhi, sıhhate yarar. healthily (z.) sıhhi bir şekilde. healthiness (i.) sıhhat, sağlık .

heap

(i.), (f.) yığın, küme, öbek; (k.dili) çok miktar; (k.dili) kalabalık, güruh; (f.) yığmak, kümelemek; yağdırmak (hediye, hakaret) .

heaping

(s.) taşmak üzere, dopdolu, tepeleme, silme, lebalep .

hear

(f.) (heard) işitmek, duymak; dinlemek, kulak vermek; haber almak, mektup almak;sorguya çekmek, ifadesini almak. Hear IHear ! (ing)., Bravo ! Yaşa ! hear of, hear about oğrenmek, haber almak. hearout sonuna kadar dinlemek ! won't hear of it Kabul etmem. You will hear of this, Bunun cezasını göreceksiniz. Bir gün göreceksiniz.

heard

(bak). hear.

hearing

(i). işitme duyusu, işitim; işitme; (huk). celse, duruşma, oturum; ses erimi. hearing aid kulaklık, işitme cihazı. hard of hearing ağır işiten.

hearken

(f). dinlemek, kulak vermek.

hearsay

(i). söylenti, şayia, dedikodu, söz, haber. hearsay evidence (huk). başkalarından işitilerek öne sürülen delil.

hearse

(i). cenaze arabası.

heart

(i). yürek, kalp; gönül, can; göğüs; vicdan; merkez, orta, orta yer; öz, can damarı; kuvvet, enerji; cesaret, şevk; verimlilik; kalp şeklinde herhangi bir şey; iskambil kupa; (çoğ). bir iskambil oyunu. heert disease kalp hastalığı. a person after one's own heart gönlüne göre biri, tam istediği gibi bir kimse. at heart içten, hakikatte, içyüzünde. by heart ezbere. cry one's heart out doyasıya ağlamak. do ones heart good gönlünü ferahlatmak, sevindirmek. eat one's heart out kendini yemek, çok üzülmek; özlemek. from my heart bütün kalbimle, en samimi hislerimle. get to the heart of özüne inmek, esas anlamını kavramak. have a change of heart fikir veya davranışlarını değiytirmek. have a heart sempatik olmak; insaflı davranmak, merhamet etmek. Have a heartl insaf be ! have one's heart in one's mouth yüreği ağzına gelmek, ödü kopmak. His heart is in the right place iyi niyetlidir. in one's heart of hearts kalbinin derinliklerinde. make one's heart bleed kalbini kırmak, üzmek. set one's heart on çok istemek. sick at heart meyus, üzgün, kederli. take heart cesur olmak, cesaretlenmek. take to heart ciddi olarak düşünmek; içine işlemek; merak etmek. to one's heart's content doya doya, kana kana. wear one's heart on one's sleeve hislerini belli etmek, açık kalpli olmak. with all my heart bütün kalbimle, samimi olarak. with heart and soul seve seve, canla başla.

heartache

(i). kalp ağrısı, ıstırap, keder.

heartbeat

(i). yürek vuruşu.

heartbreak

(i). büyük keder, kalp kırıklığı.

heartburn

(i)., (tıb). mide ekşimesinden dolayı boğazda duyulan yanma hissi.

heartburning

(i). kıskançlık, kin, gizli husumet.

hearten

(f). yüreklendirmek, cesaret vermek, canlandırmak, ihya etmek.

heartfelt

(s). yürekten, candan, samimi.

heartfree

(s). gönlü birisine bağlı olmayan, âşık olmayan, kalbi boş.

hearth

(i). ocak, şömine; yurt, aile ocağı; (mad). fırında erimiş madenin döküldüğü yer, ocak.

hearthstone

(i). ocak taşı; ocak, yuva; zemini beyazlatmak için kullanılan yumuşak bir taş.

heartless

(s). kalpsiz, merhametsiz, zalim, vicdansız; yüreksiz; cansız, sönük. heartlessly (z). kalpsizce, merhametsizce. heartlessness (i). kalpsizlik, merhametsizlik.

heartrending

(s). yürek parçalayıcı, çok acıklı.

heartsease , heart'sease

(i). gönül ferahlığı, kalp huzuru; hercai menekşe, (bot). Viola.

heartsick

(s). çok kederli, çok meyus.

heartstricken

(s). kalbinden vurulmuş, son derece kederli.

heartstrings

(i). kalbin en kuvvetli hisleri.

hearttoheart

(s). samimi, açık.

hearty

(s). candan, yürekten, içten, samimi; sağlam, sıhhatli; kuvvetli, kuvvet veren; (bol). heartily (z). içtenlikle, samimiyetle. heart iness (i). içtenlik, samimiyet; yüreklilik.

heat

(f). Isıtmak, ısınmak; kızdırmak, kızmak.

heat

(i). sıcaklık, hararet, ısı, sıcak, vücut ısısı; hiddet, öfke, gazap, kızgınlık; şehvet galeyanı, azma (hayvanlarda); tav, bir kere kızdırılma; yarışta koşu nöbeti; (A.B.D)., argo baskının artması; polis tarafından yapılan işkence; baskın. heat conduction ısı nakli, sıcağın geçmesi. heat energy (fiz). ısı gücü. heat exhaustion sıcak çarpması. heat lightning gök gürlemesi olmadan çakan şimşek, uzaklığından dolayı sesi işitilmeyen şimşek. heat of vaporization (fiz). buharlaşma ısısı. heat rash isilik. heat ray (fiz). Isı ışını. heat spectrum (fiz). kızılötesi. heet stroke sıcak çarpması. heat wave sıcak dalgası. final heat spor final koşusu. in a heat öfkeyle. in heat azgınlık devresinde olan, kızışmış (dişi hayvan). Iatent heat ddnmuş bir maddenin erimesi veya bir sıvının buharlaşması için gereken ısı miktarı. prickly heat isilik, yazın sıcağın şiddetinden ciltte hâsıl olan kırmızılık ve kaşıntı. radiant heat lşımayla yayılan ısı. specific heat bir maddenin sıcaklığını bir derece artırmak için gerekli olan ısı miktarı, spesifik ısı. trial heat spor tecrübe koşusu.

heated

(s). hararetli, öfkeli, kanı beynine sıçramış. heatedly (z). hararetle.

heater

(i). ısıtıcı şey, soba, ocak, radya tör; bir şeyi ısıtan işçi; ABD, argo tabanca.

heath

(i). kır, çalılık, fundalık; funda, süpürge çalısı, süpürgeotu, (bot). Erica black heath kara süpürgeotu, (bot). Erica cinerea. one,s native heath bir kimsenin anayurdu. tree heath süpürge ağacı, (bot). Erica arborea. heathy (s). fundalı, fundalıklı.

heathen

(i). (çoğ. heathen, hea thens) (s). putperest kimse; dinsiz kimse; (s). dinsiz, barbar, kâfir. heathendom (i). putperestler ülkesi, putperestlik âlemi. heathenism (i). putperestlik, dinsizlik. heathenish (s). dinsiz, putperestlere yakışır; barbar gibi.

heathenize

(f). putperest yapmak veya olmak, dinsizleştirmek, dinsizleşmek.

heather

(i). süpürgeotuna benzer bir çalı, (bot). Calluna vulgaris; koyu kırmızı renk. bell heather kara süpurgeotu, (bot). Erica cinerea. heathery (s). süpürgeotu gibi, süpürgeotuyla kaplı.

heating

(s)., (i). ısıtıcı; kızıştırıcı, tahrik edici; (i). Isıtma sistemi, ısıtma. heating coil (elek). rezistans.

heave

(f). (d veya hove) büyük bir güçle atmak veya fırlatmak; kaldırmak, çekmek; yukarı kaldırmak: yükseltmek, kabartmak; kabarmak (deniz); göğüs şişirmek; güçlükle çıkarmak (inilti); kusmak; (den). ırgatı çevirmek, vira etmek; (jeol). yatay bir şekilde kabarıp kırılmak. heave a sigh içini çekmek, ah çekmek. Heave ho ! (den). Yisa ! Vira salpa ! give one the heaveho birini dışarı atmak. heave in sight görüş mesafesine girmek. heave to rüzgârı başa alıp gemiyi durdurmak; faça edip durmak. heave up kusup çıkarmak; (den). vira etmek (demiri)

heave

(i). kaldırma; fırlatma.

heaven

(i). cennet; gök, sema; (b.h). Allah, Cenabı Hak; saadet, mutluluk. For heaven's sake ! Allah aşkına ! Good Heavens! Aman yarabbi ! in seventh heaven çok mutlu. move heaven and earth mümkün olan her şeyi yapmak. smell to high heaven pis kokmak. Where in heaven have you been? Neredeydin Allah aşkına?

heavenly

(s). cennet gibi, çok güzel; göğe ait; gökte bulunan, semavi; tanrısal, ilâhi. heavenliness (i). tanrısallık, ilahilik.

heavenward

(s)., (z). cennete yönelen; (z). cennete doğru; göğe doğru.

heaver

(i). kaldıran veya yükselten kimse; yükleyen kimse; (den). halat örmeye mahsus demir alet.

heaves

(i)., (bayt). atlarda soluğan hastalığı.

heavy

(s)., (i). ağır, kaldırılmasl zor; büyüklüğüne göre ağır; şiddetli, kuvvetli (yağmur, rüzgâr, fırtına); fazla, olağandan çok (kar, oy sayısı); kabarmış (deniz); çol faal (borsa alışverişi); aşırı; kalın (elbise); ciddi, önemli; güç, zor (vazife); bulutlu, kapalı (gök); sıkıcı, ezici, usandırıcı; sıkıntılı, üzücü; kederli; zarafetsiz, incelikten yoksun; kaba; ağır, hazımı güç (yemek); ağır, boğucu (koku); derin (sessizlik); uyku basmış, ağırlaşmış (göz); (fiz). ağır (izotop); sıkışık (trafik); (i)., tiyatro, (sin). kötü adam rolü; dramda baş rol. heavy artillery uzun menzilli toplar. heavyduty (s). dayanıklı, ağır iş için elverişli; ağır vergiye tabi. heavy earth (kim). baryum oksidi. heavy handed (s). eli ağır, beceriksiz; can sıkıcı, zalim. heavy-hearted (s). kederli, meyus. heavy hydrogen döteryum, ağır hidrojen. heavy industry ağır sanayi. heavyladen (s). ağır yüklü. heavy water (kim). döteryum oksidi, ağır su. heavyweight (i)., (s). ağlr sıklet; (s). ağır sıkletli (boksör). heavy with fruit meyvayla dolu. heavy with young gebe. hang heavy yavaş geçmek (zaman). heavily (z). ağır bir şekilde; şiddetli olarak. heaviness (i). ağırlık; şiddet.

hebdomad

(i). yedi günlük müddet, hafta; yedi.

hebe

(i)., (Yu). (mit). tanrıların sakisi olan gençlik ve bahar tannçası.

hebetate

(f). zihnini körleştirmek, zekasını söndürmek. hebetation (i). körleştirme, zihin körlüğü.

hebetude

(i). zihin körlüğü, anlayışsızlık; letarji.

hebraic

(s). ibranilere veya ibraniceye ait. Hebraically (z). ibraniceye göre; ibranilere göre.

hebraism

(i). ibranice deyim; ibrani düşüncesi veya geleneği; Musa dini.

hebraist

(i). ibranice bilgini; Musevi gelenek ve mezhebine bağlı kimse. Hebraistic (s). ibranilere ait.

hebrew

(i)., (s). ibrani; Musevi; ibrani dili, ibranice; (s). ibranilere veya Musevilere ait. Hebrew calendar (bak). calendar.

hecatomb

(i). eski zamanlarda yüz öküzden ibaret kurban; büyük çapta kan dökümü, katliam.

heck

ünlem, argo Kahrolası. What the heck ! Kahrolsun ! Bana vız gelir !

heckle

(f)., (i). konuşmacının sözünü kesmek, soru yağmuruna tutmak, sıkıştırmak; keten tarağı ile taramak, ditmek; (i). keten ve kendir tarağı. heckler (i). konuşmacıyı zor duruma düşüren kimse; keten tarakçısı.

hectare

(i). hektar, yeni dönüm.

hecticical

(s). heyecanlı, telaşlı; ihtiraslı; (tıb). verem hastalığında veya müzmin iltihaplı bir hastalıktan meydana gelmiş (humma); yanaklara verem kızartısı veren. hectically (z). telâşla, plansızca.

hectogramme

(i). yüz gram, hektogram.

hectograph

(i). jelatinli teksir makinası, hektograf.

hectoliter, (ing). -tre

(i). hektolitre.

hectometer, (ing). tre

(i). hektometre.

hector

(i)., (f). kabadayı; (f). taciz etmek, rahatsız etmek, başına bela kesilmek.

hed

he had; he would.

heddle

(i). dokuma tezgahında gücü takımlanndan biri.

hedge

(i)., (f). (bahçe, tarla) etrafını çevirmek için dikilen ağaç veya çalı; mania, engel; her iki taraf için bahse girişme; olasılı zararlara karşı tedbir; (f). etrafına çalı dikmek, çalı ile çevirmek; kuşatmak, sarmak, ihata etmek; çevirmek; iki taraf için bahse girişmek; olasılı zararlara karşı telâfi etmek için tedbir almak. hedgerow (i). ekilmiş çalı veya ağaçlardan yapılmış çit. hedge sparrow çit serçesi, (zool). Prunella modularis.

hedgehog

(i). kirpi, ufak bostan kirpisi, (zool). Erinaceus europaeus.

hedonism

(i)., (fels). hayatın esas gayesini zevk kabul eden öğreti, hedonizm, hazcılık; zevke düşkünlük. hedon'ic (s). hedonizme ait. he'donist (i). zevk düşkün kimse; hazcılık taraftarı.

heebiejeebies

(i)., argo yürek çarpıntısı, korku nöbeti.

heed

(f)., (i). dikkat etmek, dinlemek, önemsemek, ehemmiyet vermek; (i). dikkat, ihtimam. pay heed, give heed, take heed dikkat etmek, bakmak; sakınmak.

heedful

(s). dikkatli, basiretli, ihtiyatlı. heedfully (z). dikkatle, ihtiyatla. heedfulness (i). dikkat, basiret, ihtiyat.

heedless

(s). dikkatsiz, düşüncesiz; önem vermeyen, pervasız, çekinmeyen. heed lessly (z). pervasızca, dikkatsizce. heedlessness (i). pervasızlık, dikkatsizlik.

heehaw

(i)., (f). eşek anırması, anırma; kahkaha atarak kaba bir şekilde gülme; (f). anırmak.

heel

(f)., (den). bir yana yatmak veya yatırmak (gemi).

heel

(i). topuk, ökçe; ayakkabı ökçesi: çorap topuğu; herhangi bir şeyin geride olan kısmı, uç (ekmek), art, arka, son; (A.B.D)., argo alçak adam, kalleş kimse. heel-and-toe walking her adımda bir ayağın parmaklarını kaldırmadan öbürünün topuğunu yere değdirerek yürüme. at heel, to heel hemen arkasına veya arkasında, peşinde, ardı sıra. come to heel çağrılınca ayağının dibine gelmek (köpek); uslanmak. cool ones heels bekletilmek, slang ağaç olmak, kök salmak. down at the heel perişan kılıklı. drag one's heels istemeyerek gitmek veya kabul etmek, ayaklarını sürümek, ayakları geri geri gitmek. head over heels (bak). head kick up one's heels oyalanmak, eğlenmek serbest hareket etmek. Iay by the heels hapsetmek. take to one's heels koşarak kaçmak, slang tabanları yağlamak.

heel

(f). ökçe takmak; peşine düşmek, takip etmek; dans ederken ökçeyi yere basmak; ökçelerine dayanarak dinlenmek; ayağının dibinden ayrılmamak (köpek). well heeled (k).dili sarfedecek parası bol, kesesi dolgun.

heeler

(i). kunduracı; argo bir politikacının adamı. ward heeler semtin oylarını kazanmaya çalışan kimse.

heeltap

(i). ayakkabı ökçesini yükseltmek için eklenen deri parçası; kadeh artığı.

heft

(i)., (f)., (A.B.D)., (k).dili ağırlık, sıklet; büyük kısım; (f). kaldlrmak; kaldırıp ağırlığını denemek. hefty (s)., (k).dili oldukça ağır; kuvvetli, tesirli; bol.

hegemony

(i). üstünlük, egemenlik, hâkimiyet, hegemonya.

hegira

(i). hicret; göç; (b.h). Hz. Muhammed'in hicreti; hicri sene.

heifer

(i). düve, doğurmamış genç inek.

heigh

ünlem, eski Hey! Bana bak! (teşvik veya dikkat çekme ünlemi).

heighho

ünlem, eski A ! Ya ! Eyvah ! Aman !

height

(i). yükseklik, irtifa, yükselti; tepe, dağ; doruk, en yüksek nokta, zirve, tepe.

heighten

(f). yükseltmek, yükselmek; artırmak, artmak; çoğaltmak, çoğalmak; abartmak, büyütmek, mübalâğa etmek.

heil

ünlem, (Al). Selam!

heinous

(s). tiksindirici, iğrenç, kötü, çirkin, kerih. heinously (z). tiksindirici bir şekilde. heinousness (i). iğrençlik.

heirdom

(i). mirasçılık, vârislik; miras yoluyla intikal eden mal, kalıt.

heirer

(i). varis, mirasçı. heir apparent veliaht. heir presumptive veliaht olmadığı için tahta vâris olan en yakın akraba.

heiress

(i). kadın mirasçı.

heirloom

(i). nesilden nesle intikal eden değerli şey; (huk). evladiye.

heirship

(i). mirasçılık hakkı; miras.

heist

(f)., (A.B.D)., argo aşırmak, çalmak, yürütmek.

hejaz , hedjaz

(i). Hicaz.

held

(f)., (bak). hold.

heliac, heliacal

(s)., (astr). güneşle ilgisi olan, güneşe yakın olan. heliacally (z). güneşe yakın olarak.

helianthus

(i). ayçiçeği, günebakan, günçiçeği.

helical

(s). helezoni, sarmal. helically (z). helezon şeklinde, sarmal şekilde.

helicoid

(s). sarmal, helezoni.

helicon

(i)., (müz). helikon; (b.h). Yunan mitolojisinde Müzlerin oturdukları dağ.

helicopter

(i). helikopter.

heliocentric, ical

(s). güneşin merkezine ait; güneşi merkez kabul eden.

heliogram

(i). helyosta ile gönderilen haber.

heliograph

(i)., (fiz). güneşin fotoğrafını çekmede kullanılan alet; pırıldak, helyosta.

heliometer

(i). güneşin ve gezegenlerin çaplarını veya gök cisimleri arasındaki küçük açı farklarını ölçme aleti.

helioscope

(i). gözlere zarar vermeden güneşi incelemek için kullanılan araç.

heliotherapy

(i)., (tıb). güneşle tedavi, helyoterapi.

heliotrope

(i). güneş çiçeği, (bot). Heliotropium; kediotu, (bot). Valeriana officinalis; açık mor; (mad). kantaşı.

heliotropism

(i). günedoğrulum.

heliport

(i). helikopter alanı.

helium

(i). helyum.

helix

(i). helis, sarmal eğri.

hell

he will.

hell, hell

(i)., ünlem cehennem; azapçekilen yer; ünlem Kahrolsun! a hell of a lot argo çok fazla. be hell on argo zararlı olmak; çok sert olmak. catch hell, get hell azarlanmak. come hell or high water her ne olursa, bütün zorluklara rağmen. give one hell azarlamak. Iike hell argo çok; hiç: aksine. raise hell karışıklık çıkarmak, kıyamet koparmak; ipini kırmak. There ll be hell to pay Kıyamet kopacak. çekeceğimiz var. To hell with it, Boş ver.

hellas

(i). Yunanistan; eski Yunanistan.

hellbent

(s)., (A.B.D)., argo şevkli, istekli, azimli. hell-bent for election hızla ve dikkatsizce, deli gibi.

hellcat

(i). şirret kadın; cadı.

hellebore

(i). çöpleme, (bot). Helleborus. black hellebore kara çöpleme, karacaot, (bot). Helleborus niger. white hellebore akçöpleme, (bot). Veratrum album. helleborin (i). çöplemeden elde edilen zehirli bir madde. helleborism (i)., (tıb). bu maddeyi ilaç olarak kullanma; bu ilâcın fazla kullanılması sonucunda hâsıl olan zehirlenme.

hellene

(i). Helen, Yunanlı.

hellenic

(s). Helen, Yunanlı, YunanIılara ait.

hellenism

(i). Yunanca deyim veya terim; eski Yunan medeniyeti; Yunan dilini kullanma; Yunan ideallerini benimseme, Helenizm.

hellenist

(i). Yunanlı olmayıp Yunanca konuşan kimse. (özellikle eski Musevilerde); Yunan dili ve edebiyatı bilgini.

hellenisticical

(s). Yunan tarihinde Büyük iskender zamanından sonraki devreye ait.

hellenize

(f). Yunanlılaştırmak; Yunanca konuşmak; Yunanlılık taslamak.

hellespont

(i). Çanakkale Boğazı.

hellfire

(i). cehennem azabı, cehennem ateşi.

hellhound

(i). şeytan, zebani.

hellion

(i)., (k).dili haylaz kimse, mikrop, ortalığı birbirine katan kimse, haşarı kimse, muzır kimse.

hellish

(s). cehennemi, cehenneme ait; cehennem gibi, kötü, korkunç. hellishly (z). cehennemi bir şekilde, korkunç bir surette. hellishness (i). cehennemi oluş korkunçluk, kötülük.

hello

ünlem Alo. Merhaba Günaydın Hoş geldiniz. Hoş bulduk. (nad). Yahu, nedir bu ?

helluva

(s)., (z)., (A.B.D)., argo çok fena; çok iyi; çok; (z). çok.

hellward

(z). cehenneme doğru.

helm

(i)., (den). dümen yekesi, dümen takımı; idare. Down with the helm. Rüzgâraltı yöresine getir (gemi). Port your helm. iskeleye dümen kır. take the helm dümen başına geçmek; idareyi eline almak. helmless (s). dümensiz; yekesiz; baskısız, başıboş. helmsman (i). dümenci.

helmet

(i). miğfer, baş zırhı, tolga; spor faaliyetlerinde ve inşaatta giyilen koruyucu başlık, kask; sıcak memleketlere mahsus, mantara benzer bir maddeden yapılmış güneş şapkası. helmeted (s). migferli.

helminth

(i). bağırsak solucanı, kurt. helmin'thic (s). solucana ait; solucanı defettiren.

helot

(i). köle; (b.h). eski Sparta'da köle.

help

(f). yardım etmek; imdadınaa yetişmek, yardımına koşmak, kurtarmak, çare bulmak; çare olmak: faydası olmak; rahatlatmak. help one out kurtarmak, kurtulmasına yardım etmek. help oneself kendi kendine servis yapmak; yürütmek, aşırmak. Help yourself. Buyurun, kendiniz alınız (yemek, istenilen şey). Don't be longer than you can help. Mümkün oldugu kadar çabul ol. He can't help but win. Mutlaka başarır. Kazanmamasına imkan yoktur. I can't help but think. Düşünmemek elimde değil. It cant be helped. çaresi yok! Elden bir şey gelmez. So help me. ister inanın ister inanmayın. So help me God ! (bak). God.

help

(i). yardım, muavenet, çare, kurtulma; yardımcı, hizmetçi, uşak, çırak, yamak. the help (k).dili hizmetçiler, işçiler, mustahdemler. helper (i). yardımcı, muavin; hizmetçi.

help

ünlem imdat !

helpful

(s).faydalı, yararlı, işe yarar, yardımcı; yardımsever. helpfully (z). faydalı bir şekilde. helpfulness (i). yardım, işe yarama, elverişlilik.

helping

(i). yardım; bir tabak yemek, porsiyon.

helpless

(s). kendisini idare edemeyen, çaresiz, aciz; zayıf, beceriksiz, kabiliyetsiz.

helpmate, helpmeet

(i). arkadaş, eş, yardımcı; zevce.

helsinki

(i). Helsinki.

helterskelter

(z)., (s)., (i). aceleyle, telâşla; (s). karmakarışık; gelişigüzel; (i). telâş, karmakarışık şey, kanşıklık.

helve

(i)., (f). sap, tutamak, balta sapı; (f). sap takmak.

helvetia

(i). isviçre. Helvetian (s)., (i). isviçreli.

hem

(i)., (f). (med, ming) elbise kenarı, baskı; (f). kıvırıp kenarını bastırmak. hem in, hem about kuşatmak, içine almak.

hem

ünlem (f). (med, ming) Hım! (bir kimseyi uyarmak için çıkarılan ses; tereddüt veya şüphe belirten ses); (f) böyle bir ses çıkarmak; tereddüt ederek konuşmak. hem and haw mırın kırın etmek, açıkça söylemekten çekinmek.

hema

hemato, hemo- önek kan.

hema

hemato, hemo önek kan.

hemagogue

(i)., (tıb). kan akıtıcı ilâç.

hemal

(s). kana veya kan damarlarına ait.

heman

(i). yiğit erkek, iri yarı adam.

hematic

(s)., (i). kanla ilgili; kanla dolu, kanlı, kan renginde; (tıb). kana tesir eden; (i). kanı etkileyen ilâç.

hematin

(i)., (tıb). hemoglobinin erimesinden meydana gelen koyu lâcivert bir madde.

hematite

(i). hematit.

hematology

(i). hematoloji.

hemialgia

(i). bedenin ve özel likle başın bir tarafının ağrıması, yarım baş ağrısı.

hemicycle

(i). yarım daire, yarım daire şeklinde olan şey.

hemidemisemiquaver

(i)., (ing)., (müz). altmış dörtlük nota, bir notanın altmış dörtte biri.

hemiplegia

(i)., (tıb). yarım inme, vücudun yalnız bir tarafına gelen felç.

hemipteral

, hemipterous (s)., (zool). yarımkanatlılara ait.

hemisphere

(i). yarıküre hemispher'ic(al) (s). yarıküreye ait.

hemistich

(i). yarım mısra.

hemline

(i)., (terz). elbise veya paltonun etek ucu, etek boyu.

hemlock

(i). köknara benzer bir çam ağacl, (bot). Tsuga; baldıran, ağıotu, (bot). Conium maculatum. water hemlock su baldıranı, (bot). Cicuta virosa.

hemoglobin

(i). hemoglobin.

hemophilia

(i)., (tıb). hemofili kanın pıhtılaşmaması.

hemorrhage

(i)., (tıb). kanama. hemorrhagic (s). kanamaya ait.

hemorrhoid

(i)., (tıb). basur, emeroit. hemorrhoid'al (s). basura ait.

hemostat

(i)., (tıb). kanamayı kontrol altına alan alet veya ilaç.

hemp

(i). kenevir, kendir, (bot). Cannabis sativa; esrar, haşiş; kenevir lifi; (k).dili idam ipi. Indian hemp hintkeneviri, (bot). Apocynum cannabinum. Virginian hemp, water hemp su kendiri, (bot). Acnida cannabiona; su keneviri, (bot). Bidens tripartita; şeytansaçı, (bot). Eupatorium cannabinum. hempen (s). kendire ait.

hemstitch

(f)., (i)., (terz). kumaşın kenarını ajurla bastırmak, ajur yapmak; (i). ajur, antika, sıçandişi.

hen

(i). tavuk: dişi kuş; argo karı. hen har rier delice doğan, mavi doğan, (zool). Circus cyaneus. hen party argo kadınlar toplantısı. hazel hen dağtavuğu, (zool). Tetrastes bonasia.

henbane

(i). banotu, (bot). Wyoscyamus niger.

hence

(z). buradan, bundan, bu zamandan, itibaren; bu sebepten, bundan dolayı. Hencel ünlem, eski veya şaka Defol! Yıkıl. henceforth, henceforward (z). bundan böyle, bundan sonra. a month hence bundan bir ay sonra.

henchman

(i). hizmetkâr, uşak; kendi çıkarı için bir kimsenin tarafını tutan adam.

hencoop

(i). kümes.

hendecagon

(i). on bir köşeli şekil.

hendiadys

(i)., (gram). bir isimle bir sıfatın ortaklaşa belirttikleri anlamı iki isimle ifade tarzı; Iawful order yerine law and order.

henna

(i). kına fidanı, (bot). Lawsonia inermis; kına.

henotheism

(i). diğer tanrıların varlığını inkâr etmeden tek bir tanrıya tapınma.

henpeck

(f). başının etini yemek, vır vır etmek. henpecked (s). kılıbık, karısından korkan.

henroost

(i). tavuk tüneği.

henry

(i)., (fiz)., (elek). indükleme kuvveti birimi.

hep

(s)., argo açıkgöz, uyanık; bilgili.

hepatic

(s). karacigere ait; karaciğer renginde.

hepatica

(i). ciğerotu.

hepatitis

(i). karaciğer iltihabı, kara sarılık.

hepatization

(i).,,(tıb). bir dokunun bir hastalık esnasında karaciğer rengini ve kıvamını alması.

heptad

(i). yedilik grup veya sayı; (kim). yedi değerli atom.

heptagon

(i). yedigen, yedi kenarlı çokgen. heptag'onal (s). yedi açısı olan.

heptahedron

(i)., (geom). yedi yüzlü cisim.

heptangular

(s). yedi açılı.

her

(zam)., (s). dişil onun, ona, onu.

herald

(i)., (f). haberci, müjdeci; protokol görevlisi, teşrifatçı; (f). haber vermek, ilan etmek, teşrifini haber vermek; takdim etmek, huzura çıkarmak. Heralds College (ing). hanedan arma ve neseplerini tespit eden heyet.

heraldic

(s). hanedan armacılığına ait.

heraldry

(i). hanedan armacılığı.

herb

(i). ot; yemeklere tat vermek için kullanılan bitki; şifalı bitki.

herbaceous

(s). ot cinsinden; yeşil yaprağa benzer.

herbage

(i). yeşillik, ot.

herbal

(s). otlara ait, bitkisel. herbalist (i). şifalı bitki satan kimse.

herbarium

(i). (çog iums, ia) kurutulmuş bitki koleksiyonu; böyle bir koleksiyonu saklamaya mahsus oda veya bina.

herbicide

(i).bitkileri öIdüren ilâç.

herbiferous

(s). ot hâsıl eden.

herbivore

(i). otçul hayvan. herbivorous (s). otçul.

herculean

(s). Herkül'e ait; Herkül gibi kuwetli; Herkül'ün yaptıkları gibi çok güç veya tehlikeli.

hercules

(i). Herkül; çok kuwetli adam; (astr). kuzey burçlanndan biri, Herkül.

herd

sonek çoban, sürücü: cowherd, shep herd, goatherd.

herd

(i)., (f). hayvan surüsü, sürü, küme; davar sürüsü; avam, güruh; ayaktakımı; (f). sürü halinde gitmek; sürüye katılmak; sürü haline koymak. herd instinct sürü içgüdüsü. herdsman (i). çoban.

herd

(f). sürüyü gütmek. herder (i). çoban, sıırtmaç.

here

(z). burada; buraya; şimdiki halde, halihazIrda; bu noktada; bu dünyada, bu hayatta. here and there şurada burada; arasıra. Here goes! işte başlıyorum. Here you are. Buyur, al. Ha, geldin mi? işte! Look here. Buraya bak. Baksana. Thats neither here nor there. Bunun konu ile ilgisi yok.

here

ünlem Bana bak. Baksana. Dur. Hazır. Burada.

hereabouts

(z). buralarda.

hereafter

(z). ileride, bundan sonra. the hereafter öbür dünya, ahret.

hereat

(z). bunun üzerine, bundan dolayı.

hereby

(z). bu vesile ile, bundan dolayı.

hereditable

(s). kalıtsal, irsi. hereditabil'ity (i). kalıtsallık, irsi oluş.

hereditament

(i). (huk). miras yoluyla kalabilen mal.

hereditary

(s). miras yoluyla intikal eden; irsi, kalıtsal, soydan geçme. hereditar'ily (z). miras olarak.

heredity

(i). irsiyet, kalıtım, soyaçekim.

herein

(z). bunda, bunun içinde.

hereinafter

(z). gelecekte, istikbalde; aşağıda (resml yazıda).

heresiarch

(i). kabul olunmuş dinsel inançlara aykırı düşüncelere önayak olan kimse.

heresy

(i). dince kabul olunmuş inançlara aykırı düşünce, dalalet; hakim olan felsefi veya siyasi doktrinlere karşı gelen düşünce.

heretic

(i). kabul olunmuş doktrinlere karşı olan kimse; kendi kilisesinin itikatlarına karşı gelen kimse. heret'ical (s). kabul olunmuş doktrinlere aykırı olan. heret'ically (z). kabul olunmuş doktrinlere aykırı olarak.

heretofore

(z). bundan evvel, şimdiye kadar.

hereunto

(z). bu zamana kadar.

hereupon

(z). bunun üzerine, binaenaleyh.

herewith

(z). bununla; ilişikte.

heritable

(s). miras yoluyla intikali mümkün.

heritage

(i). miras, tereke; (biyol)., (psik). kalıtım.

heritor

(i)., varis, kalıtçı.

hermaphrodite

(i)., (s)., (biyol). hem erkek hem dişi cinsiyet organlan bulunan canlı veya bitki; (s). hünsa, erselik, ikicinslikli. hermaphrodit'ic (s). ikicinslikli, hünsa, erselik. hermaph'roditism (i). iki cinsiyet sahibi oluş, hünsalık.

hermeneuticical

(s). tefsir eden, açıklayan tefsiri. hermeneutics (i). tefsir ilmi; dini kitapları tefsir ilmi.

hermes

(i). (mit). tanrıların habercisi olan ilim ile seyahat ve belagat tanrısı.

hermeticical

(s). hava geçirmez, sımsıkı kapalı; simya ilmine ait, büyüye ait. hermetically (z). hava geçmez bir şekilde (kapalı); simya ilmine göre.

hermherma

(i). üstünde büst olan kısa kolon.

hermit

(i). münzevi kimse, insanlardan uzak yaşamayı arzulayan kimse; pekmezli bir kurabiye. hermit crab başka bir hayvanın kabuğu içinde yaşayan bir çeşit yengeç, (zool). Pagurus. hermit thrush Amerikan ormanlarında bulunan bir ardıçkuşu, (zool). Hylocichla guttata.

hermitage

(i). münzevi adamın hücresi, inziva yeri; zaviye.

hernia

(i). fıtık, kasık yarığı, kavlıç. hernial (s). fıtıklı, fıtığa ait.

hero

(i). (çoğ heroes) kahraman, yiit, bahadır; bir roman veya olay kahramanı; baş karakter; (mit). yarı tanrı kabul edilen çok kuwetli adam. hero worship bir kahramana ilah gibi tapınma, bir kimsenin taparcasına hayranı olma.

heroicical

(s)., (i). kahramanca, cesur; kahramanlar devrine ait; (güz.san). muazzam (heykel veya resim), gerçek boyutlarından çok büyük (cisim); kahramanlardan bahseden (şiir), destansı, epik; (i). kahramanIık şiiri; (çoğ). abartmalı sözler. heroically (z). kahramanca. heroic couplet ingiliz edebiyatında mısraları kendi aralarında kafiyeli beyit, destan beyti.

heroicomicical

(s). kahramanca ve gülünçlü.

heroin

(i). eroin, morfin özü.

heroine

(i). kadın kahraman.

heroism

(i). kahramanlık.

heron

(i). balıkçıl, (zool). Ardeidae. great white heron akbalıkçıl, (zool). Egretta alba. night heron gece balıkçılı, (zool). Nycticorax nycticorax. purple heron erguvani baIıkçıl, (zool). Ardea purpurea. squacco heron alaca balıkçıl, (zool). Ardeola ralloides. heronry (i). balıkçılların yumurtladığı yer.

herpes

(i)., (tıb). kabırcıklar hâsıl eden bir deri iltihabı, uçuk. herpes zoster (tıb). zona. herpet'ic (s). uçuk gibi, uçuğa benzer.

herpetology

(i)., (zool). sürüngenler ilmi. herpetologist (i). sürüngenler uzmanı.

herring

(i). ringa, (zool). Clupea harengus. herringbone stitch (terz). ringa kemiğine benzer dikiş, çapraz dikiş, hıristo teyeli, iğne ardı dikiş. Pontic herring karagöz tirsi, (zool). Clupea pontica.

hers

(zam). onunki (dişil)

herself

(zam). kendisi (dişil). Ask her herself. Bizzat kendisine sorun. by herself kendi başına, kendi kendine. She has hurt herself. Kendini incitti. She is herself again. Kendine geldi. She is not herself. Tabii halinde değil. She said it herself. Bizzat kendisi söyledi.

hertz

(s)., (fiz). elektromanyetik dalga frekans birimi, hertz. hertzian waves (fiz). elektromanyetik dalgalar, radyo dalgaları.

herzegovina

(i). Hersek.

hesitant

(s). tereddüt eden, şüphe içinde. hesitance, hesitancy (i). tereddüt, duraksama. hesitantly (z). tereddütle, duraksayarak.

hesitate

(f). tereddüt etmek, duraksamak; lafını şaşırmak, ne diyecegini bilememek, kem küm etmek. hesita'tion (i). tereddüt, şüphe: kekeleme.

hesperides

(i)., (mit). Hera'nın altın elmalarına bekçilik eden dört peri; bu altın elma bahçesi.

hesperus

(i). akşam yıldızı.

hessian

(s)., (i). Almanya'nın Hesse eyaletine ait; (i). Hesse'li kimse; (tar). paralı asker; kaba kendir kumaş. Hessian boots on dokuzuncu yüzyllda ingiltere'de giyilen püsküllü uzun erkek çizmesi. Hessian fly buğday yiyen ufak ve zararlı bir sinek.

hetaera,hetaira

(i)., (Yu). (tar). yüksek mevkide bulunan fahişe, cariye, gözde. hetaer'ism (i). cariyelik, metreslik.

hetero

(s). (Argoda) Sadece karşı cinse ilgi duyan kimse (yani homoseksüel olmayan)

heterodox

(s). kabul edilmiş dini esaslara aykın olan. heterodoxy (i). kabul edilmiş doktrinlere muhalefet.

heterodyne

(s)., radyo gelen sinyali devamlı bir frekansa karıştıran (alıcı tipi).

heterogamous

(s)., (biyol). heterogam, hem erkek hem dişi çiçek veren; iki ayrı cinsin birleşmesiyle hâsll olan. heterogamy (i). heterogamlık.

heterogeneity

(i). farklı oluş.

heterogeneous

(s). kısımları veya içindeki fertler birbirinden farklı, hep aynı cins olmayan (grup, toplum); ayrı cinsten, heterogen.

heteromorphic

(s)., (biyol). anormal şekil ve bünyeli; (zool). başkalaşımın değişik evrelerinde farklı şekillere giren. heteromorphism (i). farkll şekillere girme özelliği.

heteropterous

(s). kanatlı böceklerin bir alt sınıfı.

heterosexual

(s). sadece karşı cinse ilgi duyan.

hetman

(bak). ataman.

heuristic

(s). keşfe yarayan, anlamaya vesile olan.

hew

(f). balta ile vurarak kesmek; yontmak, çentmek; kesmek, yarmak. hew down kesip devirmek (ağaç). hew out yontarak şekil vermek; zahmetle meydana getirmek. hew to the line kurallara kelimesi kelimesine uymak. hewer (i). odun kesicisi, baltacı.

hex

(i)., (f)., (A.B.D)., (k).dili büyü, nazar; (f). nazarı değmek.

hexa

önek altı.

hexad

(i). altılık grup.

hexagon

(i)., (geom). altıgen, altı kenar ve açılı şekil. hexag'onal (s). altıgen.

hexagram

(i). altı köşeli yıldız, Süleyman'ın mührü.

hexahedron

(i)., (geom). altı yüzlü cisim. hexahedral (s). altı yüzlü.

hexameter

(i). altı ayaklı mısra. hexametric(al) (s). aytı ayaklı, altı tefileli.

hexangular

(s). altı açılı.

hexapod

(i). altı ayaklı böcek.

hexarchy

(i). altı devletten meydana gelen grup.

hey

ünlem Haydi ! A ! (teşvik, sevinç veya hayret ünlemi).

heyday

(i). zindelik devresi, en enerjik çağ.

hf,hf,hf,hf

(kıs). high frequency yüksek frekans.

hg

(kıs). mercury cıva.

hg

(kıs). High German standart Almanca.

hhour

(i). askeri taarruzun başlaması için tespit edilmiş saat.

hi

ünlem, (A.B.D). merhaba, (ing). dikkati çekmek için çağrı.

hiatus

(i). (çoğ. Lat. tus, ing. tus es) aralık, açıklık, fasıla, boş yer; iki sesli harfin birleşmeden iki hece veya iki kelime arasında yan yana gelmesi, hemze.

hibachi

(i). Japon mangalı.

hibernacle

, hibernaculum (i). hayvanın kış uykusuna yattığı in; tabiatın çiçek budakları üzerine koyduğu kışlık örtü.

hibernal

(s). kışa ait.

hibernate

(f). kış uykusuna yatmak, kış uykusuna girmek. hiberna'tion (i). kış uykusu.

hibernian

(s)., (i). irlanda'ya ait; (i). irlandalı.

hibiscus

(i). amber çiçeği; bamya ve ona benzeyen birkaç çeşit bitki.

hiccough , hiccup

(i)., (f). hıçkırık; (f). hıçkırmak. the hiccups hıçkırık tutması.

hicjacet

(Lat). burada yatıyor, burada gömülüdür (mezar kitabesi).

hick

(s)., (i)., (k).dili taşralı, kaba köylü. hick town taşrada alelade küçük şehir.

hickey

(i)., (A.B.D)., (k).dili alet, tertibat; sivilce; (mak). boru bükme aleti.

hickory

(i). Amerika'da bulunan bir ceviz ağacı, (bot). Carya; bu ağacın tahtası.

hid

(f)., (bak). hide.

hidalgo

(i). İspanyol asılzadesi.

hidden

(f)., (bak). hide: (s). gizli, kapalı.

hide

(f). (hid, hidden) saklamak, gizlemek, ketmetmek, örtbas etmek; saklanmak; gizlenmek. hide one,s head utancından saklanmak. hide out (polisten) saklanmak. in hiding saklı.

hide

(i)., (f). hayvan derisi, post; (k).dili insan derisi, cilt; (f)., (k).dili dayak atmak. I haven't seen hide or hair of him. İzi tozu yok. tan one's hide bir kimseye dayak atmak, köteklemek.

hideandseek

(i). saklambaç oyunu.

hideaway , hideout

(i). (polisten) saklanacak yer, yatak.

hidebound

(s). dar görüşlü, eski kafalı; derisi kemiğine yapısmış (hayvan).

hideous

(s). çok çirkin, igrenç, kerih, korkunç. hideously (z). iğrenç bir şekilde, korkunç bir surette. hideousness (i). igrençlik, korkunçluk.

hideout

(bak). hideaway.

hidingplace

(i). saklanacak yer, gizlenecek yer.

hie

(f). (d, hieing, hying) acele gitmek, gidivermek. hie oneself to -e gitmek.

hierarch

(i). başpapaz. hierarch' (ic)al (s). başpapaza ait; hiyerarşiye ait.

hierarchy

(i). hiyerarşi, aşama sırası (gen. dini kuruluşlarda).

hieratic

(s)., (i). papaz sınıfına ait; (i). eski Mısırlılar tarafından kullanılan ve hiyerogliften türeyen bir yazı türü.

hierodule

(i). eski Yunanistan'da mabede bağlı köle.

hieroglyph

(i). hiyeroglif; anlaşılmaz ve okunmaz yazı.

hieroglyphicical

(s). hiyerogliflere ait.

hieroglyphics

(i). hiyeroglif.

hierophant

(i). eski Yunanistan'da kahin.

hifalutin

(bak). highfalutin.

hifi

(bak). high fidelity.

higgle

(f). sıkı pazarlık etmek, çekişmek.

higgledypiggledy

(z)., (s)., (i). karmakarışık, altüst; (i). karmaşa.

high

(i). barometrenin yüksek olduğu bölge; argo esrar tesiri altında olma. on high gökte, semada.

high

(s). yüksek, ali; mağrur, kibirli, kendini beğenmiş, azametli; yüce, muhteşem; âIâ; (müz). tiz, yüksek perdeden; kokmuş (et); (coğr). kutuplara yakın; çok eski; baş; ağır; coşkun, taşkın (neşe); pahalı; şiddetli, sert, azgın (deniz); asil, soylu, necip; argo esrarın tesiri altında. high and dry suyun dışında, karada; kimsesiz ve çaresiz kalmış. high and low her yerde; zengin fakir, herkes. high and mighty (k).dili azametli, gururlu. High Church Anglikan Kilisesinin Katolikliğe meyleden kısmı. high color koyu renk, koyu kırmızı. high comedy yüksek sınıfın hayatını ele alan ve nükteli diyalogları bulunan komedi. high command baş kumandanlık. high commissioner büyükelçi ayarında bir memur. high day bayram, yortu günü. high dive yüksekten dalış. high dudgeon öfke, aşırı hiddet. high explosive dinamit gibi kuvvetli patlayıcı madde. high fashion değişik ve lüks giyinme tarzı. high fidelity sesi çok'tabii şekilde verme veya veren (radyo, pikap, hoparlör). high frequency yüksek frekans, kısa dalga. high gear (oto). en hızlı vites. high jinks gürültülü eğlence, çılgınlık. high jump yüksek atlama. high life yüksek tabaka hayatı, sosyete hayatı. high living lüks hayat. high noon tam öğle vakti. high place kutsal sayılan tepede tapınma yeri. high point en önemli veya en heyecanlı nokta. high priest başpapaz. high relief (güz.san). yüksek kabartma. high school lise, resmi okulların 9-12 sınıfları, bazen 10-12 sınıfları. high seas enginler, açık deniz. high sign (A.B.D)., (k).dili el işareti (bazen gizli ihtar). high spot en mühim veya en heyecanlı nokta. high tea (ing). ikindi kahvaltısı, mükellef çay ziyafeti. high tide kabarma; kabarma saati; doruk. high treason ihanet, vatan veya devlete hıyanet. fly high büyük emeller beslemek, hayal peşinde koşmak. get on one's high hors ayak diremek, direnmek; öfkelenmek, kabarmak, kafa tutmak. in high terms överek, göklere çıkararak. It's high time. Tam vakti. Zamanı geldi de geçti bile. the Most High Tanrı, Cenabı Hak. with a high hand kendince; amirlik taslayarak.

highball

(i)., (f)., (d.y). ileri işareti; (A.B.D). viskili içki; (f)., (A.B.D)., argo çok hızlı gitmek.

highboy

(i). konsol, şifoniyer.

highbred

(s). asil, soylu.

highchair

(i). çocuklara yüksek mama iskemlesi.

highclass

(s)., (k).dili kaliteli.

higher

(s). daha yüksek.higher criticism Kitabı Mukaddes yazılarının tarih, amaç, kaynak ve derlenmesini inceleme. higher education yuksek öğrenim.

highfalutin

(s)., (k).dili tumturaklı, şatafatlı.

highflavored

(s). çok baharatlı.

highflown

(s). tumturaklı (söz); mağrur, kibirli.

highgrade

(s). yüksek kaliteli, üstün vasıflı.

highhanded

(s). tahakküm eden, amirlik taslayan.

highhat

(i)., (s)., (f). (ted, ting) büyüklük taslayan kimse, züppe kimse; (s). züppe; (f). saymamak, önem vermemek.

highjack

(bak). hijack.

highlands

(i)., (çoğ). dağlık yer, dağIık memleket; (b.h). Kuzey iskoçya. Highlander (i). Kuzey iskoçyalı.

highlight

(i)., (f). bir resimde ışıklı ve detaylı kısım: ilgi çekici olay, (bir olay, toplantı, opera, kitapta) hatırlanacak kısım; (f)., (k).dili (bir olayın) özel bir kısmına dikkati çekmek.

highly

(z). yüksek derecede, çok, pek çok, ziyadesiyle.

highminded

(s). âlicenap, yüce gönüllü.

highness

(i). yücelik. His veya Your H;ghness Ekselansları.

highoctane

(s)., (oto). yüksek oktanlı (benzin).

highpitched

(s). çok tiz.

highpressure

(i)., (s)., (f). yüksek basınç; (s). zorla yapılan (satış); zorlayıcı; (f). (bir kimseyi) zorlamak, üstüne düşmek.

highproof

(s). yüksek derecede alkol ihtiva eden.

highrise

(s)., (i). yüksek (bina, apartman).

highroad

(i). anayol, cadde, şose, geniş yol.

highspeed

(s). son süratle giden, büyuk hızla giden.

highspirited

(s). cesur; canlı, oynak (at).

highstrung

(s). asabi, sinirleri gergin.

hightension

(s). yüksek gerilimli.

hightest

(s). kaliteli (benzin).

hightoned

(s). kaliteli; sosyetik; yüksek perdeli.

highup

(s). (i)., (k).dili yüksek mevki veya rütbede olan; (i). yüksek mevkide bulunan kimse, üst.

highwater

(i). azami kabarma: taşkın. highwater mark suyun azami kabarma noktası; doruk; en yüksek başarı derecesi.

highway

(i). anayol, cadde. highwayman (i). eşkıya.

hijack

(f). kuvvet zoru ile çalmak; hareket halindeki uçağı veya başka bir taşıtı kendi istediği yöne çevirmek. hijacker (i). uçağı veya başka bir taşıtı kaçıran kimse, uçak korsanı.

hike

(f)., (i). engebeli arazide uzun yürüyüş yapmak; (etek) toplamak; fiyatı yükseltmek; kaldırmak; (i). uzun ve çetin yürüyüş; yükselme.

hilarious

(s). gürültulü ve neseli, şen şatır. hilarity (i). neşe, kahkaha.

hill

(i)., (f). tepe, bayır, yokuş; yığın; küme; bitkilerin etrafına veya üstüne örtülmuş toprak yığını; (f). tepe veya yığın teşkil etmek, ağaç köklerinin etrafına toprak yığmak. hill station Hindistan'da yayla. hilly (s). tepelik. hilliness (s). tepelik oluş.

hillbilly

(i)., (k).dili (A.B.D).'nin güney eyaletlerinde orman köylüsü.

hillock

(i). tümsek, tepecik.

hillside

(i). yamaç, dağ eteği.

hilltop

(i). doruk.

hilt

(i)., (f). kabza, kılıç kabzası; (f). kabza takmak. up to the hilt tamamen, bütün bütün.

hilum

(i)., (bot). tohum göbeği, hilum.

him

(zam)., eril onu, ona.

him

(kıs), (ing). His veya Her Imperial Majesty.

himalayas

(i). Himalaya dağları.

himself

(zam)., eril kendi, bizzat; (irl)., (zam)., eril o: Himself said it. 0 söyledi. He is not himself. Kendinde değil.

hind

(kıs). Hindi, Hindustan.

hind

(i). ingiltere ve iskoçya'da rençper.

hind

(s). (er, most veya ermost) arkadaki, geride olan, art. hind legs arka ayaklar. hindermost, hindmost (s). en arkadaki, en gerideki, en sondaki. The devil take the hindmost. Sona kalan dona kalsın.

hind

(i). dişi geyik.

hinder

(f). engellemek, mani olmak, menetmek.

hinder

(s). arkadaki, geride olan.

hindi

(i). Hindu dili.

hindquarters

(i). but (bilhassa kesilmiş hayvanda), kaba et.

hindrance

(i). engelleme; engel, mâni.

hindsight

(i). bir şeyin nitelik veya önemini sonradan anlama.

hindu, hindoo

(i)., (s). Hintli, Hindu: (s). Hintlilere ait. Hinduism, Hindooism (i). Hintlilerin dini ve sosyal sistemi, Hinduizm.

hindustani

(s)., (i). Hindistan'a ait, Hindistan halkına ait; (i). Hindistan'da çoğunluğun konuştuğu dil.

hinge

(i)., (f). menteşe, reze; dayanak noktası, destek, esas; midye gibi hayvanların kabuğunda mafsal; (f). menteşe takmak; dönmek; dayanmak, bağlı olmak.

hinny

(i). at ile dişi eşekten hasıl olan katır.

hint

(i)., (f). ima, üstü kapalı söz, zımnen işaret; (f). ima etmek, çıtlatmak. hint at hissettirmek, üstü kapalı söylemek, dokundurmak, ima etmek.

hinterland

(i). hinterlant, iç bölge, arka bölge; büyük şehirden uzak yerler.

hip

(i). kuşburnu (güI meyvası).

hip

ünlem alkışa hazır ol işareti: Hip, hip, hurrah !

hip

(s)., (A.B.D)., argo vakıf, haberdar, uyanık; zamana uygun.

hip

(i)., (f). (ped, ping) (anat). kalça; (mim). dam yanlarının bitişmesinden hâsıl olan dış açı; (f). dama sırt yapmak; spor kalça ile vurup düşürmek. hip bath bele kadar gelen banyo kuveti; yarım banyo. hipbone (i). kalça kemiği. hip disease (tıb). kalça kemiği hastalığı. hip lock güreşte kalça çelmesi, kalça ile çelme atma. hip roof (mim). ortası kabarık çatı.

hipped

(s). kalçalı; kabarık çatılı; (A.B.D)., argo fazla meraklı; (ing)., (k).dili üzüntülü, çökmüş.

hippetyhop

(z)., (k).dili hoplaya zıplaya.

hippie

(i). hipi.

hippo

(i)., (k).dili suaygırı.

hippocampus

(i)., (anat). beyinde bulunan iki beyaz çıkıntının her biri.

hippocras

(i). şarap ve baharattan yapılmış eski bir likör.

hippocrates

(i). Hipokrat, ünlü Yunan hekimi. Hippocrat'ic (s). Hipokrat'a ait; tıpla ilgili. Hippocratic oath Hipokrat yemini.

hippocrene

(i). Helikon dağında Müzlere adanmış pınar.

hippodrome

(i). at meydanı, hipodrom.

hippogriff , gryph

(i). başı ve kanatları kuşa ve gövdesi ata benzeyen efsanevi bir yaratık.

hippopotamus

(i). (çoğ. mus- es, Lat. -mi) suaygırı.

hiqhsoundinq

(s). şatafatlı.

hircine

(s). keçi gibi; keçi kokulu; şehvetli.

hire

(i)., (f). kira, ücret; kiralama; (f). ücretle tutmak; kira ile tutmak, kiralamak, ücretle çalışmak. hired hand ücretli işçi. hire one self out ücretle çalışmak. for hire kiralık.

hireling

(i)., (gen). (aşağ). ücretli adam, uşak.

hirsute

(s). kıllı, tüylü, saçlı.

his

(s)., (zam)., eril onun; zam onunki.

hishbrow

(s)., (i). entellektüel.

hispanic

(s). ispanyol, ispanya'ya ait, ispanyolcaya ait.

hispid

(s)., (bot)., (zool). kıllı, dikenli, iğneli.

hiss

(f)., (i). ıslık sesi çıkarmak, yılan gibi ısIık çalmak; Islıklamak, ıslık çalarak yuhalamak; (i). yılan sesi, buna benzer ses; hiddet ifade eden ıslık gibi ses. hiss one off the stage ıslıklayarak sahneden kovmak. hissing (i). ıslıklama, ıslık çalarak yuhalama.

hist

ünlem Sus! Dur! Dinle!

hist

(f)., (leh). kaldırmak, yükseltmek; (bak). hoist.

hist

(kıs). historian, historical, history.

histamine

(i). histamin.

histology

(i). mikroskopik anatomi, histoloji, dokubilim. histologist (i). histoloji bilgini.

historian

(i). tarihçi, tarih bilgini.

historic

(s). tarihsel, tarihi, tarihe geçmiş; önemli, mühim. historic character tarihi şahsiyet. historic method tarihsel yöntem. historic moment dönüm noktası, tarihi an.

historical

(s). tarihsel, tarihi, tarihe geçmiş; tarihe uygun. historical novel tarihi roman. historically (z). tarihe göre, tarihi olarak.

historicity

(i). olayın tarihi yönü, tarihi geçerlik.

historiographer

(i). tarihçi, tarih yazarı. historiography (i). tarih yazma.

history

(i). tarih, tarihi olaylar; tarihi dram; tarih kitabı. family history aile tarihçesi. natural history tabiat tarihi bilgisi.

histrionicical

(s). sahneye ait, aktörlere ait; fazla dramatik; aşırı duygusal. histrionically (z). coşkunlukla, taşkınlıkla. histrionics (i). düzme duygusallık; tiyatro sanatı.

hit

(i). vuruş, vurma, darbe; isabet; başarı, muvaffakıyet, şans; yerinde söz; argo iğne ile vücuda zerkedilen esrar. hit or miss gelişigüzel. make a hit beysbol tam vuruş yapmak; argo üstün başarı sağlamak.

hit

(f). (hit, ting) vurmak; hedefe isabet ettirmek; uymak, uygun olmak; varmak, erişmek; isabet etmek; saldırmak; tesir etmek; (A.B.D)., (k).dili (yola) düzülmek, koyulmak; (A.B.D)., argo vücuda esrar zerketmek. hit-and-run (s). çarpıp kaçan (şöför). hit below the belt boksta kurallara aykırı davranmak; haksızlık etmek, kalleşlik etmek. hit it off anlaşmak, uyuşmak, mutabık kalmak. hit one's stride (k).dili en yüksek hıza veya dereceye ulaşmak. hit off süratle ve ustalıkla yapmak; taklit etmek. hit-or-miss (s)., (z). rasgele, tesadüfi; (z). sonucunu düşünmeden, dikkatsizce, Iâkaytçe. hit out yumruklamak, yumrukla vurmak. hit the books slang ineklemek (ders). hit the bottle argo şişeyi devirmek, fazla içki içmek. hit the ceiling argo tepesi atmak. hit the deck argo yataktan kalkmak; aniden yüzükoyun yere yatmak. hit the jackpot argo beklenilmedik anda başarı kazanmak. hit the nail on the head taşı gediğine koymak; tam bilmek; tam isabet kaydetmek. hit the sack argo yatmak. hit upon rasgele bulmak.

hitch

(i). çekiş; ilişme, ilişiklik; engel, mâni, arıza; topallama, aksama; bağlantı parçası; (den). volta, bağ, adi duğüm; (A.B.D)., (k).dili askerlik süresi. hitchhike (f). otostop yapmak. without a hitch pürüzsüz olarak, hadisesiz bir şekilde.

hitch

(f). ip ile bağlamak; bağlamak, iliştirmek, takmak; topallayarak yürümek; çekelemek; (k).dili evlenmek; takılmak, yakalanmak, ilişmek; (A.B.D)., argo otostop yapmak. hitch on to bir şeye bağlamak. hitch one's wagon to a star yüksek bir gayeye bağlanmak, yüksek bir ideal peşinde koşmak. hitch up e koşmak (at). hitching post yuların bağlandığı kazık.

hither

(z)., (s). buraya, buraya doğru, beriye; (s). beriki, beri yandaki. hither and thither, hither and yon şuraya buraya, bir ileri bir geri. on the hither side of bu tarafında. hithermost (s). bu tarafa en yakın olan. hitherto (z). şimdiye kadar.

hittite

(i)., (s). Eti, Hitit; (s). Etilere veya lisanlarına ait.

hive

(i)., (f). kovan; kovanda bulunan arı kümesi; arı kovanı gibi halkı çok ve çalışkan olan yer; (f). kovan almak; kovana doldurmak (bal); biriktirmek, toplamak; kovana girmek; kovanda yaşamak.

hives

(i)., (tıb). ürtiker, kurdeşen.

hms

(kıs). His veya Her Majesty's Service, His veya Her Majesty's Ship.

ho

Ünlem Hey! Ya! (dikkati çekme, sevinç veya hayret ünlemi).

hoar

(s)., (i). kır, ak, ağarmış; eski; ihtiyar, yaşlı; saygıdeğer; (i). eskilik; yaşlılık; kırağı. hoarfrost (i). kırağı.

hoard

(i)., (f). biriktirilmiş şey, saklanmış mal; (f). biriktirmek, stok etmek, istif etmek. hoarder (i). biriktirip saklayan kimse, istifçi.

hoarding

(i). istifçilik; (ing). muvakkat tahta perde.

hoarhound

(bak). horehound.

hoarse

(s). boğuk, kısık; boğuk sesli. hoarsely (z). boğuk sesle. hoarseness (i). boğuk seslilik.

hoary

(s). kır, ak, ağarmış, kır düşmüş; eski; saygıdeğer. hoariness (i). ak düşmüş olma; eskilik.

hoax

(i)., (f). şaka, latife; hile, oyun; (f). aldatmak, oyun etmek, slang işletmek.

hob

(i). (cin). play hob with karmakarışık etmek, altüst etmek. raise hob yaramazlık etmek.

hob

(i). ocak yanı çıkıntısı; bazı oyunlarda hedef kazığı.

hobble

(f)., (i). topallamak, aksayarak yürümek, seke seke dolaşmak; bukağı vurmak, kösteklemek; topal etmek; (i). topallama, aksama; bukağı, köstek; müşkülat, dert; ayakbağı, engel. hobble skirt dar etek.

hobbledehoy

(i). hantal ve beceriksiz delikanlı.

hobby

(i). merak, zevk için yapılan uğraş. ride a hobby aşırı bir meraka sahip olmak.

hobby

(i). şahin, delice doğan, (zool). Falco subbuteo.

hobbyhorse

(i). sallanan oyuncak at; çocuğun at diye bindiği değnek; bir kimsenin merakla takip ettiği konu veya iş.

hobgoblin

(i). ifrit, gulyabani; gerçeksiz korku.

hobnail

(i). iri başlı kısa çivi, ayakkabının altınaa vurulan iri başlı çivi, kabara.

hobnob

(f). (bed, bing) arkadaşlık etmek, sıkıfıkı olmak; beraberce içip eğlenmek.

hobo

i (çog hobos veya hoboes) gezici rençper; serseri kimse, aylak kimse, boş gezenin boş kalfası.

hobson'schoice

'ya bu ya hiç', şeklinde bir şık.

hock

(i)., (f)., (A.B.D)., (k).dili rehin; (f). rehine koymak. in hock rehinde; (k).dili hapiste; borçlu.

hock

(i)., (f). at gibi hayvanların içdizi; (f). topal etmek (at).

hock

(i). Ren şarabı, beyaz Alman şarabı.

hockey

(i). hokey oyunu; hokey sopası.

hockshop

(i). rehinci dükkanı.

hocus

(f). aldatmak; sarhoş etmek, sersemletmek; içine uyuşturucu madde katmak (içki).

hocuspocus

(i). sihirbazın sözleri; göz boyayıcı hareketler, hokus pokus; hokkabazlık, hile.

hod

(i). sırtta tuğla veya harç taşımaya mahsus uzun saplı bir çeşit tekne; sobanın yannıda bulundurulan kömür kovası.

hodden

(i). şayak, aba, kalın yünlü kumaş.

hodgepodge , hotchpotch

(i). karmakarışık şey; türlü yemeği.

hoe

(i)., (f) çapa, bahçıvan çapası; (f). çapalamak, çapa kullanmak.

hoedown

(i).,(A.B.D).,(k).dili halkoyunları gecesi, folklor programı; halk müziği.

hog

(f). (ged, ging) argo açgözIülükle kapmak; domuz sırtı gibi kavisli yapmak; atın yelesini kırkmak; (den). kamburlaşmak (gemi omurgası).

hog

(i). büyük domuz, ehlileştirilmiş domuz; (k).dili obur ve pis kimse, açgözlü kimse. hog wild (A.B.D)., argo çılgın. go the whole hog bir işi tam yapmak. Iow on the hog hesaplı olarak, fazla masraf yapmadan. road hog arabasıyle lüzumundan fazla yer işgal eden dikkatsiz şöför.

hogback

(i)., (jeol). domuz sırtı tepe.

hogfish

(i). baş kısmı domuza benzeyen bir balık.

hoggish

(s). domuz gibi; açgözlü, arsız. hoggishly (z). arsızca. hoggishness (i). arsızlık, açgözlülük; pis oluş.

hogshead

(i). büyük fıçı; 238 litrelik oylum öIçü birimi.

hogtie

(f). (tied, tying veya tieing) el ve ayakları beraber bağlamak; (k).dili (bir kimseyi) aciz bir durumda bırakmak.

hogwash

(i). domuzlara yedirilecek mutfak artıkları; değersiz şey; slang atmasyon.

hoick

(f)., (k).dili aniden manevra yapmak (uçak).

hoipolloi

avam, ayaktakımı.

hoist

(f). (ed, eski hoist) (i). yukarı kaldırmak, yukarı çıkarmak, yükseltmek; (i). bir sancağın yüksekliği; ağır yük asansörü. be hoist with veya by one's own petard kendi kazdığı çukura düşmek, kendi kuyusunu kazmak, kendi planının kurbanı olmak.

hoitytoity

(s)., ünlem düşüncesiz; kibirli, kendini beğenmiş; ünlem Maşallah ! (hoşnutsuzlukla karışık hayret ünlemi).

hokeypokey

(i)., (bak). hocus-pocus; sokakta satılan dondurma.

hokum

(i)., (A.B.D)., argo seyircinin ilgisini çekmek için baş vurulan oyunlar; saçmalık.

hold

(f). (held) (i). tutmak; bırakmamak, zapt etmek; içine almak, istiap etmek; alıkoymak, salıvermemek, durdurmak; sahip olmak, malik olmak, elinde tutmak; devam ettirmek; inanmak, kabul ve tasdik etmek; devam etmek, iltizam etmek; mecbur etmek; yapışmak; dayanmak, sabit olmak; sadık olmak: değişmemek; devam etmek, arkası kesilmemek, ilerlemek; doğru kalmak; durmak; (i). tutma, tutuş; tutacak şey veya yer, tutamak; sığınacak yer, destek, dayanak noktası, istinatgah; hapishane; nüfuz, hüküm; (müz). uzatma işareti. hold a thing over one bir şey ile durmadan tehdit etmek. hold aloof uzak durmak, yaklasmamak, ilişki kurmamak. hold at bay arada mesafe blrakmak, yaklaştırmamak. hold back zapt etmek; kendini tutmak, çekinmek. hold by (k).dili tutmak, inanmak. hold down (k).dili yurütmek (bir işi); tutunmak, koyvermemek, elden çıkarmamak. hold forth nutuk söylemek, uzun uzadıya açıklamak. hold good geçerli olmak; değerini korumak. hold in tutmak, zapt etmek; kendini tutmak. hold in esteem saymak, saygı göstermek, hürmet etmek. hold off uzakta tutmak, araya mesafe koymak; gecikmek. hold on devam etmek, süregelmek; tutup düşürmemek. Hold on ! (k).dili Dur! Bekle! hold one's ground durumunu muhafaza etmek, yerini korumak. hold one's head high eğilmemek, başını diktutmak, mağlup olmamak; yüzü olmak. hold one's own geri gitmemek, ayak diremek, mevkiini muhafaza etmek. hold one's peace veya tongue dilini tutmak konuşmamak. hold out dayanmak; ileri sürmek; tahammül etmek; yetmek; ayak diremek. hold out on one birinden gizlemek. hold over ertelemek, tehir etmek; belirli bir süreden fazla devam etmek; tehdit etmek. hold together bir arada tutmak; ayrılmamak; hakikate uygun görünmek, tutarlı olmak (ifade). hold up tutmak, yardımda bulunmak, korumak; arzetmek, göstermek, teşhir etmek; durdurmak, engel olmak; yolunu kesip soymak. hold water su kaldırmak; (k).dili geçerli olmak, makul olmak. hold with aynı fikirde olmak, (bir kimseyi) tasdik etmek. Hold your horses! (k).dili Dur, bekle!

hold

(i). gemi ambarı; geminin iç tarafı.

holdback

(i). engel, mania.

holder

(i). tutan şey; kulp, tutamak, tutamaç; (huk). hamil, sahip; kiracı.

holdfast

(i). tutma aleti.

holding

(i)., (s). tutma; kira ile tutulmuş arazi; spot engelleme; (gen). (çoğ). mal, mülk ve tahvil gibi eldeki değerler, edinç; (s). tutan, elinde bulunduran. holding company holding şirketi. holding pattern (hav). havaalanına inmeye izin beklerken uçağın izlediği uçuş yolu.

holdover

(i)., (k).dili süresi uzatılmış herhangi bir şey veya kimse.

holdup

(i). durdurma; gecikme; engel; yolunu kesip soyma, tabanca tehdidiyle soyma; yolun kapanması; (k).dili müşteriden fazla para isteme.

hole

(i)., (f). delik; boşluk; çukur; magara, in; in gibi yer; hücre; karanlık ve pisyer; kusur; (k).dili güç durum, zorluk; (f). delik açmak; iki maden damarını birleştirmek için dehliz açmak. hole out golfta topu deliğe düşürmek. hole up saklanmak; dünyadan çekilmek. a swimming hole çay veya ırmakta yüzmeye elverişli yer. The money is burning a hole in my pocket. Para batıyor bana. Harcamak istiyorum. crawl into one's hole köşesine çekilmek; utanmak. in a hole müşkül mevkide, güç durumda. in the hole (k).dili borçlu; para kaybetmiş durumda. make a hole in büyük bir kısmını sarfetmek. pick holes in kusur bulmak, ince eleyip sık dokumak. square peg in a round hole mevkiine uygun olmayan kimse. holey (s). delikli.

holiday

(i). tatil; bayram veya yortu günü. holiday clothes bayramlık elbise. Iegal holiday resmi tatil günü. Roman holiday katılanların zaranna olan eğlence.

holierthanthou

(s)., (k).dili tepeden bakan, kibirli.

holiness

(i). kutsiyet. His All Ho liness, His Holiness Mukaddes Peder (Papaya verilen unvan), Papa Cenapları.

holland

(i). Hollanda, Felemenk. Hollander (i). Hollandalı, Felemenkli.

hollands

(i). bir nevi cin (içki).

holler

(f)., (i)., (A.B.D)., (k).dili bağırmak, haykırmak, çağırmak; (i). bağırış, haykırış.

hollow

(s). içi boş, oyuk; çukur, derin, çökük; yankı yapan, boşluktan gelen (ses); yalan, sahte, aldatıcı, riyakâr; aç. hollow pretense gösteriş, samimiyetsizlik. hollow victory bir şeye yaramayan zafer, boş başarı. beat him hollow mahvetmek, tam bir yenilgiye uğratmak. hollowly (z). boş bir şekilde; sahtelikle. hollowness (i). boşluk, oyuk veya çukur oluş; sahtelik, aldatıcılık.

hollow

(i)., (f). oyuk yer, çukur; dere; (f). oymak, içini oymak, çukur açmak; oyulmak.

holloweyed

(s). gözleri çukura kaçmış.

hollowhearted

(s). vefasız, riyakâr, güvenilmez.

hollowware

(i). özellikle gümüş kap veya kâse.

holly

(i). çobanpüskülü, (bot). Ilex aqui folium.

hollyhock

(i). gülhatmi, (bot). Althaea rosea.

hollywood

(i). Hollywood.

holm

(i). nehir veya göl ortasırdaki adacık; (ing). nehir kenarında bulunan düz çayır.

holm

(i)., holm oak pırnal, (bot). Quercus ilex.

holo

önek tüm, bütün.

holocaust

(i). özellikle yangın yüzünden birçok kimse ve şeyin mahvolması; ateşte yakılan kurban. the Holocaust Nazilerin yaptıklan Musevi Katliamı.

hologram

(i). biri etkilenmiş ve diğeri tabii olan iki laser ışınının çarpıştırılması sonucu meydana gelen ve üç boyutlu resim verebilen negatif.

holograph

(s)., (i). tamamı imza sahibinin eliyle yazılmış (belge).

holographictheory

sinir iletilerinin beynin bütünü tarafından algılandığı kuramı.

holothurian

(i). denizhıyarı.

holp , holpen

(f)., eski helped.

holster

(i). meşin tabancalık.

holy

(s). kutsal, mukaddes, kutsi, mübarek. Holy Father Papa. Holy Ghost, Holy Spirit Ruhulkudüs. Holy Grail (bak). Grail Holy LHnd Mukaddes Diyar, Filistin. holy of holies Musevi tapınaının en iç kısmı; kutsal olan herhangi bir yer. Holy Office Katolik kilisesine ait resmi bir daire, eskiden Engizisyon. holy orders takdis merasimi; rahiplik mertebesi. Holy Roman Empire Kutsal Roma imparatorluğu. Holy Scripture Kitabl Mukaddes. holy terror argo korkunç kimse, dehşet saçan sert kimse. holy water Katolik ve Ortodoks kiliselerinde bulunan takdis olunmuş su. Holy Week paskalyadan evvelki hafta. Holy Writ Kitabı Mukaddes. take holy orders papaz olmak için kilisece takdis edilmek. holy of ho lies en kutsal yer.

holyday

(i)., holyday yortu.

holystone

(i)., (f). Malta taşı, bir çeşit yumuşak kumtaşı; (f). bu taşla temizlemek (gemi güvertesi).

homage

(i). biat, hükümdara karşı sadakat yemini etme; tazim, hürmet, riayet. homager (i). biat eden kimse.

hombre

(i)., (A.B.D)., argo adam.

home

(i)., (s)., (z). ev, aile ocağı, yuva, mesken; vatan, yurt, memleket; bulunulan yer; melce, sığınak; bazı oyunlarda hedef; (s). eve ait, eve mahsus; (ing). içişlerine ait; yüreğe işleyen, derin; oyunlarda hedefe ait; (z). eve doğru; evde; işin iç yüzüne veya insanın vicdanına dokunarak, tam yerine. home base beysbol ev kalesi; (den). anayurt üssü; merkez. home consumption dahili istihlâk; yurt içinde tüketilen maddeler. home economics ev bilgisi, ev bilgisi öğretimi. home office idare merkezi; (b.h)., (ing). içişleri Bakanlığı. home port demirleme limanı. home room (talebelerin sınıftan sınıfa dolaştıkları okullarda) esas dershane; bu sınıftaki öğrenciler. home rule muhtariyet, özerklik, bir eyaletin bağımsız olarak idare edilmesi. Home Secretary (ing). içişleri Bakanı. home trade (ing). iç ticaret. at home evde, kendi evinde; memleketinde; alışkın; kabul günü. come home to çok etkilemek; farkına varmak. feel at home kendini rahat hissetmek, yadırgamamak. Make yourself at home. Kendi evinizde imiş gibi hareket edin; rahatınıza bakın.

home

(f). bir hedefe doğru gitmek; bir hedefe doğru rota tayin etmek (roket, bomba, mermi); yerleştirmek, iskân etmek.

homebody

i. evde oturmayı tercih eden kimse.

homebound

s. eve doğru giden; vatana dönmekte olan, kendi limanına doğru seyreden (gemi).

homebred

s. yerli, evde yetiştirilmiş, evde büyümüş, ehli; kaba, yontulmamış.

homebrew

i. evde yapılan içki.

homecoming

i. eve veya memlekete dönüş; mezunlar günü.

homefolks

i. yakın akrabalar.

homeland

i. ana vatan, yurt, memleket.

homeless

s. evsiz barksız.

homelike

ev gibi, rahat, cana yakın.

homely

s. eve yakışır; basit, sade, süssüz, gösterişsiz; A.B.D kaba saba, çirkin. homeliness i., İng. basitlik, sadelik, gösterişsizlik.

homemade

s. evde yapılmış, dışarıdan alınmamış.

homemaker

i. ev kadını.

homeopath

homoeopath i., tıb. hastalığı benzeri ile tedavi eden doktor. homeopath'ic s. benzeri ile tedavi olunan hastalığa ait. homeop'athist i. hastalığı benzeri ile tedavi usulüne inanan kimse veya bu usul ile tedavi eden doktor. hcmeop'athy i. bu şekilde tedavi usulü veya kuramı.

homer

i. yuvasına dönen güvercin; beysbol tam kale koşusu.

homer

i. eski Yunan şairi Homer (Omiros).

homericical

s. Homer ve şiirlerine ait. Homeric laughter kah kaha.

homesick

s. vatan veya ev hasreti çeken. homesickness i. sıla hastalığı.

homespun

s., i. evde dokunmuş; saf, temiz kalpli; i. evde dokunmuş kumaş.

homestead

i. ev ve müştemilâtı, malikane; çiftlik ve müştemilâtı.

homestretch

i. yanşta hedefe yakın olan düzlük yer; bir yolun son kısmı.

homeward

s., z. eve doğru olan, eve doğru giden; z. eve doğru, vatana doğru. homeward bound evine veya memleketine dönmekte olan.

homework

i. ödev, evde hazırlanacak ders.

homey

s. ev gibi, rahat.

homicide

i. adam öldürme, katil; adam öldüren kimse, katil. homicid'al s. adam öldürme kabilinden.

homiletic

s. vaızlara veya vaız hazırlanmasına ait. homiletics i. vaız verme sanatı veya ilmi.

homily

i. vaız veya hitabe; sıkıcı veya yorucu nasihat. homilist i. vaız veren kimse, nasihat eden vaiz.

homingpigeon

posta güvercini.

hominoid

s. insan gibi, insansı.

hominy

i. mısır lapası.

homo

(çoğ. Homines) i., zool. insan familyası. Homo sapiens insan. homo faber antrop. ilk defa alet kullanmaya başlayan insan. homo ludens insan oğlunun hayattan zevk alabilme yönü. homo önek benzer, gibi, tıpkı.

homocentric

s. merkezleri bir olan.

homogamous

s., bot. erkek ve dişi organlan aynı zamanda olgunlaşan.

homogamy

i., bot. erkek ve dişi organların aynı zamanda olgunlaşması; biyol. benzerlerin çiftleşmesi.

homogeneous

s. aynı. cinsten olan, cinsteş, mütecanis, tek türlü, türdeş.

homogenize

f. mütecanis hale getirmek; homojenize etmek; dövüp kıvamına getirmek. homogeniza'tion i. mütecanis hale getirme. homogenizer i. mütecanis hale getiren şey.

homogeny

i., biyol. aynı soydan gelme sonucunda görülen yapı benzerliği. homogenous s. yapı itibarıyle bir birine benzeyen.

homologous

s. birbirine benzer veya birbirine eşit homolog'ical s. birbirine eşit, müsavi; birbirine benzer, benzeş, müşabih homology i. benzeşim, benzeyiş; eşitlik.

homologue

i. yapı, değer veya durum itibarıyle aynı olan, homolog.

homonym

i. eşsesli, anlamları ayrı olmakla beraber telaffuzlan bir olan kelimelerden her biri; adaş. homonym'ic, homon'ymous s. telaffuzlan bir olan homon'ymy i. telaffuzlan bir olma.

homophile

s., i. homoseksüel (erkek).

homophone

i. eşsesli.

homosexual

i., s. cinsel sapık; s. cinsel sapıklıkla ilgili, homoseksüel. homesexual'ity i. homoseksüellik. Hon. kıs. Honorable; k.h. honorably, honorary.

honduras

i. Honduras.

hone

i., f. ince bilegi taşı; ustura bilemeye mahsus taş; f. bilemek.

honest

s. dürüst, hilesiz, doğru sözlü, açık kalpli; namuslu; güvenilir. turn an honest penny namusuyla para kazanmak. honestly z. sahiden, gerçekten; dürüstlükle, hilesizce.

honesty

i. doğruluk, dürüstlük, namusluluk, iffet, namus; bot. gözlükotu. Honesty is the best policy. Dürüstlük en iyi yoldur. Doğru yoldan şaşmamalı.

honey

i., f. bal; tatlı şey, tatlılık; sevgili; canım; f. bal ilâve ederek tatlılaştırmak; tatlı dil kullanmak. honey bread bot. keçiboynuzu. honeyed s. tatlı, yumuşak (dil).

honeybee

i. bal arısı, zool. Apis mellifera.

honeycomb

i., s., f bal peteği; s. peteğimsi; f. petek şekline koymak, delikleraçmak.

honeydew

i. bazı bitkilerin yapraklannda bulunan tatlı özsu; bazı ufak böceklerin salgısı olan tatlı sıvı; pekmezle ıslatılan bir çeşit tütün; bal gibi tatlı olan herhangi bir şey. honeydew melon kavun, şamama.

honeymoon

i. balayı.

honeysuckle

i. hanımeli, bot. Lonicera caprifolium.

honeysweet

s. bal gibi tatlı.

honeywort

i. arıçiçeği, bot. Cerinthe retorta; tüylü yoğurtotu, bot. Galium cruciatum.

hong

i. Çin'de fabrika veya imalathane.

hongkon

Hong Kong.

honk

i., f. yabani kaz sesi; klakson sesi; f. kaz sesi; çıkarmak; klakson çalmak.

honkie

, honky i., asağ. beyaz kimse.

honkytonk

i., A.B.D, argo gürültülü ve pis bir taverna.

honor

, İng. -our f. şeref vermek, hürmet etmek, saygı göstermek; kabul edip karşılığını ödemek (bono, çek). honor a debt borcunu ödemek.

honor

, İng. -our i. onur, şeref, itibar, saygıdeğerlik; şöhret, nam, ün; şeref kaynağı, yüz akı; imtiyaz, ayrıcalık; namus, iffet; yargıçlara verilen ünvan; derslerinde üstün başarı gösteren üniversite veya kolej öğrencilerine verilen şeref payesi; iskambil oyunlarında en yüksek dört veya beş koz. honor system bazı okullarda kişilere güvenerek onların gözetim altında olmadan kurallara uyup ödevlerini yerine getirmelerini sağlayan yönetim sistemi; dükkanda müşterinin hesabını kasaya para atarak kendi kendine ödeme usulü. honors of war şartlı teslim olan düşmana tanınan hak. bound in honor namus borcu saymakta. code of honor ahlâk kuralları. do honor to şereflen- dirmek, şeref kazandırmak, hürmet göstermek. do the honors hürmet göstermek; misafir ağırlamak, ikram etmek. He is an honor to his profession. Mesleğine şeref kazandırır. in honor of şerefine. last honors cenaze merasiminde ölüye karşı gösterilen hürmet. maid of honor nedime.May I have the honor? Şerefine nail olabilir miyim? upon my honor şerefim uzerine; namusum üzerine. word of honor şeref sözü. Your Honor, His Honor yargıç veya belediye başkanına hitap şekli.

honorable

s. şerefli, itibarlı, namuslu; muhterem; sayın; şeref verici; asaletli (yüksek rütbe sahiplerine denir). honorable mention mansiyon, teselli mükafatı. Right Honourable İngiltere'de bir asalet unvanı. honorableness i. şeref, itibar. honorably z. şerefle.

honorarium

i. ücret, serbest meslek sahibine hizmet karşılığında verilen para.

honorary

s. fahri, ücretsiz; şerefe ait. honorary degree şeref payesi. honorary office fahri görev.

honorific

s., i. ululama ile ilgili;i. tazim tabiri, şeref payesi. honour bak. honor.

hooch

i., A.B.D, eski, argo içki.

hood

i., f. kukulete, başlık; kukuleteye benzeyen herhangi bir sey; A.B.D, oto. motor kapagı; şahinin başına geçirilen göz bağı; üniversitelerde rütbe göstermek için pro- fesörlerin cüppelerine takılan başlık şeklindeki parça; A.B.D, argo hayta; f. kukulete giydirmek, örtmek; gözünü bağlamak. hooded s. başlıklı. hooded crow leş kargası, zool. Corvus cornix. hood sonek durum, nitelik veya örnek belirtir: hardihood i. dayanıklılık, yiğitlik. knight hood i. şövalyelik.

hoodlum

i. sokak serserisi, kabadayı.

hoodoo

i., f. büyü; k.dili uğursuz kimse veya şey; f., k.dili uğursuzluk getirmek.

hoodwink

f. gözlerini bağlamak; aldatmak, göz boyamak.

hooey

i., ünlem, A.B.D, argo saçma şey, zırva; saçmalık; ünlem Saçma !

hoof

i. (çoğ. hoofs, hooves) f. toynak; toynaklı hayvan ayağı; toynaklı hayvan; f. tekmelemek, tepmek, çifte atmak; gen. it ile, k.dili yaya gitmek, taban tepmek: dans etmek. on the hoof ayakta, sağ, kesilmemiş (hayvan).

hoofbeat

i. toynak patırtısı.

hoofbound

s., bayt. tırnağı sıkışmış, sakat tırnaklı.

hoofprint

i. toynak izi.

hook

i. kanca, çengel; kopça; orak; çengel gibi kıvrılmış şey; akarsuyun çengel şeklinde kıvrılan kısmı. hook and eye erkek ve dişi kopça. hookandladder company itfaiye teşkilatı. hook, line and sinker k.dili tamamen, olduğu gibi: He swallowed my story hook, Iine and sinker Masalımı olduğu gibi yuttu. by hook or by crook herhangi bir vasıta ile, doğruluk veya hile ile. off the hook (sıkıntıdan, sorumluluktan) kurtulmuş, ferahlamış. on my own hook kendi başıma, kendi kendime.

hook

f .,cengel ile yakalamak, tutmak, çekmek, bağlamak; ucu çengelli olta ile balık tutmak; çengel şekline sokmak, çengel şeklinde bükmek; tos vurmak; argo çalmak, aşırmak; kanca şeklini almak; takılmak, asılmak. hook up kancayla bağlamak; birleştirmek. hook up with argo ile ilişki kurmak; ile evlenmek.

hookah

, hooka i. nargile.

hooked

s. çengelli; çengel şeklinde; çalınmış; argo müptela, düşkün; argo evlenmiş, evli. hooked rug tığ ile örülmüş halı.

hooker

i. tek direkli balıkçı gemisi; eski veya hantal gemi; argo bir bardak sek viski; argo fahişe, orospu.

hooknosed

s. gaga burunlu.

hookup

i. birkaç cihaz veya elektrik devresinin birbirine bağlanması; k.dili ilişki, bağlantı; birkaç radyo istasyonunu birleştirme.

hookworm

i. ince bağırsaklarda bulunan azı kancalı bir çeşit solucan, kancalı kurt, zool. Ancylostoma. hookworm disease tıb. bu solucandan ileri gelen hastalık.

hooky

i., k.dili mektep kaçağı. play hooky mektepten kaçmak, slang okulu asmak; kaçamak yapmak.

hooligan

i., k.dili sokak serserisi.

hoop

i., f. ,çember, kasnak; ,çocuklann oyuncak çemberi; eskiden kadınların eteklerinin içine geçirilen çember; çember şeklinde herhangi bir şey; f. çemberlemek, çemberle bağlamak. hoop skirt içine ,çember geçirilmiş etek.

hoopla

i., A.B.D, argo gürültü, heyecan.

hoopoe

i. çavuşkuşu, ibibik, hüthüt, zool. Upupa epops.

hoosegow

i., A.B.D, argo hapishane.

hoosier

i., s., A.B.D İndiana eyaleti yerlisi; s. İndiana ile ilgili.

hoot

f., i. ötmek (baykuş), baykuş gibi ötmek; yuha çekmek; i. baykuş sesi; bağırma; yuhalama; İng., argo güldürücü şey. hoot owl baykuş. not worth a hoot k.dili beş para etmez. hooter i. fabrika düdüğü.

hootch

i., A.B.D, argo İndonezya'da saz damlı ev; ev.

hootnanny

, hootenanny i. halk şarkıları gösterisi; k.dili şey.

hoover

f., İng. elektrikli süpürge ile temizlemek. hooves bak. hoof.

hop

i., f. (-ped, -ping) şerbetçiotu, bot. Humulus lupulus; f. şerbetçiotu yetiştirmek veya toplamak.

hop

f. (-ped, -ping) i. sıçramak, sekmek, seke seke yürümek; oynamak, zıplamak, dans etmek; üzerinden atlamak; sıçratmak, sektirmek; k.dili binmek; i. sıçrama, zıplama, sekme; uçak seferi. hop it İng., argo gidivermek.

hope

i., f. ümit, umut; f. ümit etmek, ummak, beklemek. hopeless s. ümitsiz; ümit vermeyen. hope chest çeyiz sandığı. hoping against hope ümidini kesmeyerek, güvenini sarsmayarak. in hopes ümidi ile.

hopeful

s. ümitli, ümit verici. hope fully z. ümitle, ümit verici bir şekilde; k.dili inşallah. hopefulness i. ümit verici durum.

hoplite

i. eski Yunanistan'da ağır zırhlı piyade askeri.

hopo'mythumb

i. cüce.

hopper

i. sıçrayan kimse veya şey; sekerek yürüyen kimse; pire gibi sıçrayan böcek; silo, sarpın; gemi yüklemek veya boşaltmak için kullanılan dibi açılır büyük kova.

hopple

bak. hobble.

hopsacking

i. bir cins çuval bezi.

hopscotch

i. seksek oyunu.

horal

, horary s. saatlere ait; saatte bir olan; bir saatlık.

horde

i. horda, göçebe aşiret; kalabalık; güruh. Golden Horde Altınordu.

horehound

, hoarhound i. köpekayası, kavkas, bot. Marrubium vulgare; bu bitkiden çıkanlan öz veya bu öz ile yapılan şeker.

horizon

i. ufuk, çevren; mec. fikir ufukları; astr. ufuk dairesi. apparent horizon görünen çevren.

horizontal

s., i. yatay, ufki, ufka para!el, ufka ait; i. yatay düzlem veya çizgi. horizontally z. yatay bir şekilde, ufki olarak.

hormone

i. hormon.

horn

i. boynuz; boynuz şeklindeki herhangi bir sey; müz boru; eyer kaşı; klakson, korna. horn of plenty bolluk, bolluk sembolü. horns of a dilemma birinin seçilmesi icap eden iki müşkül şık, bak. dilemma. blow one's own horn böbürlenmek. draw in one's horns korkup geri çe kilmek, geri durmak, colloq. yelkenleri suya indirmek. drinking horn boynuzdan yapılmış bardak. French horn müz. korno, hunting horn av borusu. take the bull by the horns cesaretle bir işe girişmek.

horn

f. boynuz koymak, boynuz şekli vermek; tos vurmak. horn in argo bir işe burnunu sokmak.

hornbeam

i. gürgen, bot. Carpinus betulus.

hornbill

i.tropikal Asya ve Afrika'da bulunan iri gagalı bir kuş, zool. Bucerotidae.

hornblende

i., min. hornblent, doğal aluminyum, kalsiyum, magnezyum ve demir silikatından meydana gelen koyu renkli bir amfibol çeşidi.

hornbook

i. eskiden kullanılan ince ve şeffaf boynuzla kaplı levha şeklinde çocuk alfabesi.

horned

s. boynuzlu; uçları boynuz gibi sivri olan. horned owl kulaklı orman baykuşu. horned pout boynuzlu bir çeşit tatlı su balığı. horned toad üstü boynuz gibi kemikli bir çeşit kertenkele. horned viper boynuzlu ve çok zehirli bir cins engerek

hornet

i. büyük eşekarısı, zool. Vespa crabo. stir up a hornet's nest belâyıaramak.

hornpipe

i. Gal eyaletine özgü klarnete benzer eski bir çalgı; eskiden gemicilere özgü oynak bir dans; bu dansa ait havalar

hornstone

i. çakmaktaşına benzer bir taş.

horny

s. boynuz gibi; boynuzdan veya boynuza benzer bir maddeden yapılmış; boynuzlu; argo şehvetli. hornyhanded s. elleri nasırlanmış.

horologe

i. vakti gösteren alet, saat. horol'oger i. saatçi, usta saatçi. horol'ogy i. vakit ölçme ilmi; vakit ölçen aletler yapma sanatı. horolog'ica1 s. bu sanata ait.

horoscope

i. zayiçe. cast a horoscope zayiçesine bakmak.

horoscopy

i. yıldızlara bakarak kehanette bulunma sanatı.

horrendous

s. korkunç, müthiş, dehşet verici. horrendously z. korkunç bir şekilde, dehşet saçarak.

horrible

s. müthiş, dehşetli, korkunç, iğrenç; k.dili aşırı. horribleness i. korkunçluk, dehşet. horribly z. korkunç bir şekilde, iğrenç olarak; k.dili müthiş bir şekilde; çirkin olarak; çok, pek çok.

horrid

s. korkunç, iğrenç; k.dili kötü, çirkin, berbat. horridly z. korkunç bir şekilde. horridness i. igrençlik, korkunçluk.

horrify

f. dehşet vermek, korkutmak. horrif'ic s. dehşetli, korkunç. horrifica'tion i. dehşete düşürme; dehşet verici şey.

horror

i. dehşet, yılgı, korku; nefret, tiksinme, istikrah; dehşetli veya korkunç şey. the horrors k.dili dehşet veya korku buhranı; çok içki içenlerde bazen görülen korku nöbeti.

horrorstruck

, horrorstricken s. korku veya dehşetten do- nakalmış.

horsdecombat

Fr. savaşamaz halde, savaş dışı.

horsdoeuvre

Fr. ordövr, çerez, meze.

horse

i. at, beygir; aygır; at familyasından hayvan; süvari birliği; kasa (jimnastik); A.B.D, argo öğrencilerin derslerde gizlice kullandıklan çeviri veya benzeri yardımcı şey; A.B.D, argo eroin. horse bean bakla. horse chestnut atkestanesi, bot. Aesculus hippocastanum. horseless carriage eski otomobil. horse mackerel istavrit; orkinos, tonbalığı. horse opera A.B.D, argo kovboy filmi, kızılderililer veya davar hırsızlanyla ilgili filim. horse sense k.dili sağduyu. a horse of another color tamamıyle farklı bir konu. blood horse saf kan at, soy at. draft horse yük beygiri. gelded horse iğdiş edilmiş at. led horse yedek beygir. light horse hafif süvari askeri. near horse arabanm sol beygiri. off horse arabanın sağ beygiri. put the cart before the horse tersine iş görmek; aksini düşünmek. race horse yarış atı. ride a high horse büyükIük taslamak. straight from the horse's mouth en yetkili ağızdan öğrenilmiş. To horse! Ata bin! horsy s. ata ait; at yarışlarıyle ilgili; argo iri, kaba saba görünüşlü, at gibi.

horse

f. ata bindirmek; at tedarik etmek; kamçılamak; sırtına binmek; ata binmek; A.B.D, argo eşek şakası yapmak; oynamak.

horseback

i., z. at sırtı; z. at sırtında, ata binerek. on horseback ata binmiş, at üstünde, beygirle.

horseblock

i. binektaşı.

horsebreaker

i. at terbiyecisi.

horsecar

i. atlı tramvay.

horsecloth

i. at çulu, haşa.

horsecollar

i. hamut.

horsedealer

i. at satıcısı, cambaz.

horsefeathers

i., argo saçmalık.

horseflesh

i. at eti; at sınıfı.

horsefly

i. atsineği.

horsehair

i. at kılı; at kılından dokunmuş kumaş.

horselaugh

i. kaba kahkaha.

horseleech

i. at kenesi, zool. Haemopsis sangui sorba.

horseman

i. binici; süvari. horsemanship i. binicilik.

horseplay

i. eşek şakası; hoyratlık.

horsepond

i. at sulama veya yıkama havuzu.

horsepower

i., mak. beygirgücü.

horseradish

i. yabanturpu, bayırturpu, yabani lahana, acırga, karaturp, bot. Armoracia lapathifolia. horseradish tree banağacı, bot. Moringa.

horseshoe

i. at nalı; nal şeklinde şey; çoğ. nal ile oynanılan oyun.

horsetail

i. at kuyrugu; Osmanlılarda tuğ; kırkkilit, atkuyrugu, bot. Equisetum arvense.

horsewhip

i., f. kamçı, kırbaç; f. kamçılamak.

horsewoman

i. ata iyi binen kadın. hort. kıs. horticulture.

hortative

, hortatory s. nasihat verici, nasihat yollu; teşvik edici, gayret verici, yüreklendirici.

horticulture

i. bahçıvanlık, bahçecilik, çiçekçilik. horticul' tural s. bahçıvanlığa ait. horticul'turist i. bahçecilik uzmanı.

hosanna

ünlem, i. hamdolsun, Allaha şükür, osanna; i. şükretme.

hose

i. (coğ. hose) çorap; eski zamanlarda dar ve kısa pantolon. half hose kısa çorap, şoset.

hose

i. (coğ. hoses) f. hortum; tulumba hortumu; f. hortumla sulamak veya ıslatmak. hose company itfaiye teşkilatı.

hosier

i., İng. çorapçı, çorap satıcısı. hosiery i. çoraplar; çorap fabrikası; dokuma, mensucat; mensucat fabrikası.

hospice

i. özellikle rahipler tarafından idare edilen misafirhane; darülaceze.

hospitable

s. konuksever, misafirperver; açık fikirli, yeni fikirleri kabule hazır. hospitably z. misa firperverlikle.

hospital

i. hastane; eski darülaceze.

hospitaler

i., İng. bazı Londra hastanelerinde baş rahip.

hospitality

i. konukseverlik, misafirperverlik.

hospitalize

f. hastaneye yatırmak. hospitaliza'tion i. hastaneye yatırma; A.B.D hastane sigortası.

hospodar

i. Eflak ve Buğdan prensi, voyvoda.

host

i. kalabalık, çokluk; eski ordu.

host

i. bazı Hıristiyan kiliselerinde Aşayı Rabbani ayininde takdis edilen ekmek, okunmuş ekmek.

host

i., f. evsahibi (erkek); mihmandar; otelci, hancı; bir asalağı besleyen hayvan veya bitki; f. ev sahibi olarak eğlendirmek.

hostage

i. rehine, tutak.

hostel

i. bisiklet turuna çıkan veya yürüyerek seyahat eden gençlerin kaldıkları han; talebe yurdu.

hostelry

i., eski han, otel.

hostess

i. evsahibesi; garson kadın; konsomatris; hostes.

hostile

s. düşmana ait; düşmanca, düşmanlık gösteren, saldırgan. hostilely z. düşmanllkla.

hostility

i. düşmanlık, husumet, çoğ. savaş, çarpışmalar.

hostler

, ostler i. seyis.

hot

s. (-ter, -test) sıcak, kızgın; acı, yakıcı (biber vb); şiddetli, sert, hararetli; hiddetli; yüksek gerilimli akım taşıyan (tel); tehlikeli miktarda radyoaktivite ihtiva eden; yakın; yeni, taze (haber vb); polisçe aranmakta olan; kızışmış, şehvetli; A.B.D, argo çalınmış veya kaçak (mal); müz.,, argo heyecanla ve irticalen çalınan. hot air argo boş laf, martaval, atmasyon; abartma. hot dog k.dili sosis, sosisli sandviç. hot line direkt telefon hattı. (özellikle devlet başkanları arasında); her zaman cevap veren imdat te lefonu; dinleyicilerden gelen telefon konuş- malannı ihtiva eden radyo programı. hot pants çok kısa kadın şortu. hot plate portatif soba; sıcak yemek. hot pot İng. güveç. hot rod A.B.D., argo hızlı gidebilecek şekilde yenilenmiş otomobil. hot seat A.B.D., argo elektrikli sandalye; sıkıcı durum. hot spring kaplıca. biow hot and cold hem lehinde hem aleyhinde bulunmak. get hot ısınmak; kızmak, öfkelenmek. get into hot water başını belaya sokmak. make it hot for one bir kimseyi rahatsız etmek, sıkıştırmak. sell like hot cakes kapışılmak. hotly z. heyecanla, ateşli olarak.

hotbed

i. limonluk gibi cam altında bulunan gübreli toprak; (fesat, kötülük, huzursuzluk) kaynağı veya yuvası.

hotblooded

s. hiddetli, kan beynine sıçramaya hazır. hotch pot, hotchpotch bak. hodgepodge.

hotel

i. otel.

hotfoot

z., i., k.dili aceleyle; i. birinin ayakkabı tabanı arasında kibrit yakarak yapılan eşek şakası.

hothead

i. öfkeli kimse, çabuk kızan kimse.

hothouse

i. limonluk, ser.

hotpress

i., f. ısıyla işleyen cilalama makinası; f. bu makina ile cilâlamak.

hotspur

i. atılgan veya çabuk öfkelenen adam.

hottentot

i. Hotanto; bu kabile'nin dili; mec. kara cahil kimse.

hound

i., f. tazı, av köpeği; fig. it; tavşan tazı oyununda tazı; müptela kimse, alışkın kimse,... düşkünü; f. tazı ile ava gitmek; peşini bırakmamak, takip etmek, izlemek; kışkırtmak, tahrik etmek. follow veya ride the hounds at üstünde tazılarla avlanmak.

hound'stongue

i. köpekdili, bot. Cynoglossum.

hour

i. saat; vakit zaman; bir saatiik yol; astr. ekvatorda on beş derecelik mesafe. hour circle astr. gök kutuplarından geçen büyük daire, saat dairesi. hour hand akrep (saat). after hours çalışma saatlerinden sonraki zaman. an idle hour boş vakit. at the eleventh hour geç vakitte, son dakikada. eighthour day sekiz saatlik iş günü. hero of the hour günün kahramanı. His hour has come Ceza veya mükafat saati gelmiştir. in an evil hour uğursuz saatte. keep good hours vaktinde eve gelmek; erken yatmak. long hours uzun çalışma saatleri. office hours çalışma saatleri, mesai saatleri. on the hour tam vaktinde; saat başında. sidereal hour yıldız hareketiyle tayin olunan saat. the question of the hour günün meselesi. the small hours gece yarısından sonraki ilk saatler.

hourglass

i. kum saati.

houri

i. huri, cennet perisi.

hourly

z., s. saatte bir; s. her saat başı vuku bulan.

house

i. ev, mesken, hane; ev halkı, aile; kil. piskoposlar meclisi; tiyatro, tiyatro seyircileri; hükümet meclisi; gen. b.h. hanedan; ticarethane, müessese; cemaat; astr. göğün on iki kısmından biri, zodyak'ın bir burcu; santranç hanesi. house agent İng. ev simsarı, komisyoncu. house arrest evde göz hapsi. house dog ev köpeği. house dress i. ev kıyafeti. house flag geminin bağlı olduğu şirketin bayrağı. house guest gece yatısı misafiri. house of cards dayanıksız iş; kolay yıkılan şey. House of Commons İng. Avam Kamarası. house of correction ıslahevi. house of detention tutukevi, tevkifhane. house of God tapınak, kilise. house of ill repute genelev. House of Lords İng. Lordlar Kamarası. house of refuge düşkünler evi. House of Representa- tivesA.B.D Temsilciler Meclisi. house party birkaç gecelik ev partisi: bu partiye katılanlar. house physician revir doktoru. house regulations iç tüzük. house surgeon nöbetçi operatör. bring down the house çok alkışlanmak; herkesi güldürmek, gülmekten kırıp geçirmek. country house İng. şehir dışında malikâne. disorderly house genelev, umumhane. keep house ev idare etmek. keep open house her gelen misafiri ağır- lamak, kapısı herkese açık olmak. like a house afire şiddetle, kuvvetle. on the house bedava, masrafı patrona veya müesseseye ait olmak üzere. People who live in glass houses should not throw stones. Sırça köşkte oturan başkasına taş atmaz. public house İng. meyhane; içkili lokantası olan otel. put one's house in order işlerini düzene koymak. shout from the housetops etrafa yaymak. town house şehir evi, kışlık ev. houseful i. ev dolusu.

house

f. bir eve koymak, kendi evine almak; yerleştirmek; den. siper altına almak, aşağı indirmek; evde oturmak, barınmak.

houseboat

i. yüzen ev.

houseboy

i. uşak, erkek hizmetçi.

housebreaker

i. ev soyan hırsız.

housebroken

s. dışarıda veya belirli bir yerde pislemeye alıştırılmış (köpek, kedi); halim selim, munis.

housecleaning

i. ev temizliği; pol. temizlik, ayıklama.

housecoat

i. uzun etekli entari, sabahlık.

housefly

i. karasinek, zool. Muscadomestica.

household

i., s. ev halkı, aile; s. eve ait; evcil. household word her gün kullanılan kelime. householder i. aile reisi, evsahibi.

housekeeper

i. evde kâhya kadın, ev işlerine nezaret eden kadın.

houseleek

i. damkoruğu, kayakoruğu, bot. Sempervivum tectorum.

houselights

i. tiyatro salonundaki ışıklar.

housemaid

i. orta hizmetçisi. housemaid's knee tıb. dizkapağı iltihabı.

housemaster

i., İng. yatılı okulda bir binayı idare eden öğretmen.

housemother

i. kız talebe yurdunda idare memuru kadın.

houseroom

i. bir evde barınacak yer.

housetop

i. dam.

housewares

i. özellikle mutfakta kullanılan ev eşyalan, kap- kacak.

housewarming

i. yeni eve taşınanlar tarafından dostlanna verilen ziyafet.

housewife

i. ev hanımı; İng. dikiş kutusu.

housework

i. ev işi.

housing

i. haşa, belleme.

housing

i. iskân; evler; barınacak yer; bir makinanın kısımlarını yerinde tutan çerçeve veya levha. housing problem mesken sorunu. housing project site.

hove

bak. heave.

hovel

i. açık ağıl; harap kulübe mezbele, ahır gibi ev.

hover

f., i. fazla hareket etmeden üzerinde ve etrafında uçmak; etrafında dolaşıp durmak; tereddüt etmek, sallanıp durmak; havada durabilmek için hareket ettirmek (kanat); i. etrafında dolaşıp durma. hoveringly z. tereddüt ederek.

hovercraft

, Hovercraft i. tazyikli hava üzerinde karada ve denizde gidebilen pervaneli bir taşıt.

how

z., i. nasıl, ne, ne suretle, ne gibi, ne kadar, ne derecede, ne halde, ne maksatla; niçin; i. yapma tarzı. How about it? Ne dersiniz? How are you? Nasılsınız? How do you do? Nasılsınız? How goes it? How is it going? Ne var ne yok? Ne âlem desiniz? İşler nasıl? How now? How then? eski Bu da ne demek? How so? Niçin? Nasıl olabilir? a fine veya pretty how do you do sıkıntılı bir durum; yüz karası bir durum. Show me the hows and the whys of it. Bana işin sebeplerini anlatın.

howbeit

z., eski bununla beraber, mamafih.

howdah

i. mahfe; fil veya deve sırtında taşınan tenteli taht.

howdy

ünlem, A.B.D, k.dili merhaba.

however

z. mamafih, bununla beraber, ama, fakat.

howitzer

i., ask. obüs, havan topu.

howl

f., i. ulumak; inlemek, feryat etmek; kahkaha atmak; i. uluma; inleme, inilti, feryat. howl down yuhalayarak kürsüden indirmek, yuhalayarak susturmak. howling dervish Rufai dervişi. howling monkey Güney Amerika'ya mahsus uzun kuyruklu ve uluma sesi çıkaran bir cins maymun. a howling success büyük başarı. a howlinq wilderness çöl, ıssız çöl veya kırlar.

howler

i. havlavan hayvan, bağıran kimse veya hayvan: argo gülünç hata, budalaca yanlışlık.

howsoever

z. her ne derecede, her ne kadar, her nasıl olursa olsun.

hoy

i. direksiz veya tek direkli mavna veya duba.

hoy

ünlem Hey! (dikkat çekme ünlemi); Ho ! (hayvanları uzaklaştırma ünlemi).

hoyden

, hoiden i. kaba ve arsız kız, erkek Fatma. hoydenish s. arsız kız tavırlı.

hoyle

i. bir salon oyunları ansiklopedisinin ismi. according to Hoyle kurallara uygun, doğru olarak. HP., HP, h.p. kıs. high pressure, horse- power HQ kıs. Headquarters. HR kıs. House of Representatives. hr. kıs. hour.

hrh

kıs. Her (His) Royal Highness.

hrs

kıs. hours.

hs

kıs. high school, Home Secretary, hydrofoil ship.

ht

kıs. heat, height.

hub

i. tekerlek poyrası, tekerlek göbeği; dünyanın merkezi. the Hub Boston şehrinin takma ismi.

hubbardsquash

balkabağı.

hubblebubble

i. nargile; karışıklık, gürültü.

hubbub

i. gürültü.

hubby

i., k.dili koca.

hubcap

i., oto cant kapağı.

hubris

i. kibir, gururlanma, kasılma.

huckaback

i. havluluk bir çeşit kumaş.

huckle

i., nad. kalça, but; kalça gibi çıkıntılı şey.

huckleberry

i. yaban mersini ve çay yemişine benzer Amerika'da yetişen bir cins ufak ve siyah meyva.

hucklebone

i. kalça kemiği; aşık kemiği.

huckster

i., f. seyyar satıcı; A.B.D, argo reklamcılıkla meşgul olan kimse; f. seyyar satıcılık yapmak; çekişe çekişe pazarlık etmek.

huddle

f., i. bir araya sıkışmak; birbirine sokulup sarılmak ve çömelmek; acele ile karmakarışık tıkmak (esya). acele ile biraraya toplamak; i. karışıklık, düzensiz ve karışık toplanma; Amerikan futbolunda oyun arasında oyuncuların baş başa verip konuşması; A.B.D, k.dili özel görüşme. go into a huddle baş başa verip konuşmak.

hue

i. renk tonu; renk. hued s. renkli.

hue

i. ünlem, nida, feryat. hue and cry ''Tutun ! Yakalayın ! diye sokaklarda halkın bağrışması.

huff

f., i. kabadayılık göstermek; bir kimseye öfkelenmek; dama oyununda atlama fırsatını kaybettiğinden hasmının taşını yutmak; darılmak, küsmek, gücenmek; i. dargınlık, öfke; surat asma; dama oyununda ceza olarak hasmın taşını yutma. huffish s. öfkelenmis, kızgın. huffishly z. öfkeyle kızgınlıkla. huffishness i. öfke, kızgınlık. huffy s. kolay öfkelenir, parlamaya hazır; öf keli.

hug

f. (-ged, -ging) i. kucaklamak, sarılmak; bağrına basmak, sımsıkı tutmak; benimsemek, dört elle sarılmak (fikre); i. sarılma, kucaklama. hug the land den. kara yakınından gitmek. hug the wind den. rüzgâra karşı gitmek; orsa gitmek. bear hug çok sıkı kucaklama (ayı gibi).

huge

s. çok iri, kocaman, cüsseli, muazzam. hugely z. muazzam bir şekilde. hugeness i. irilik, kocamanlık.

huggermugger

i., s., f. düzensizlik; karışıklık; eski sır tutma, ağzı sıkı oluş, ketumiyet; s. karışık; gizli; f. gizli tutmak, sır saklamak; gizli görüşmelerde bu- lunmak, gizlice hareket etmek.

hugmetight

i. yelek.

huguenot

i. Fransız Protestan (16. ve 17. yuzyıllarda).

huh

ünlem Nasıl ? Hay Allah !

hula

i. Hawaii'de kol hareketleriyle yapılan ve bir anlam taşıyan dans.

hulk

i., f. kullanılmaz hale gelmiş gemi teknesi, hurda gemi; çok büyük ve kaba gemi; iri ve hantal kimse veya şey; f. up ile hantal bir şekilde doğrulmak. hulky, hulking s. iri ve yakışıksız, hantal.

hull

i., f. geminin tekne kısmı, kuru tekne; f. geminin teknesine gülle isabet ettirmek. hull down den. yalnız direk ve yelkenleri görünecek kadar uzakta. hull up den. teknesi görünecek kadar yakın.

hull

i., f. fındık v.b.'nin dış kabuğu, zarf; bot. çanak; f. kabuğunu veya çanağını çıkarmak

hullabaloo

i. gürültü, velvele, yaygara.

hullo

bak. halloo.

hum

ünlem, i., f. (-med, -ming) Ya, öyle mi? Acayip! Hım! (tereddüt belirten ünlem, bir düşüneyim'' anlamındaki ses); i. bu tür bir ünlem; f. tereddüt ve hoşnutsuzluk ünlemi çıkarmak. Bak. hem.

hum

f. (-med, -ming) i. ağzını açmadan 'm' sesi çıkarmak; arı gibi vızıldamak; dudaklar kapalı olarak şarkı söylemek; mırıldanmak; k.dili faaliyette olmak; harıl harıl çalışmak, fig. kolları sıvamak; mırıltı ile söylemek (şarkı); i. vızıltı, mırıltı; makina gürültüsü; kalabalığın uğultusu. The office was humming Büroda herkes arı gibi çalışıyordu.

human

s., i. insana ait insani, beşeri, beşeriyete ait; i. insan. human affairs toplumsal olaylar. human being insan, insanoğlu. human equation hesaba katılması gereken insanca hata veya güçsüzlük etkeni. human nature insan tabiatı, insan hali. human race insan ırkı. human rights insan hakları. human sacrifice kurban edilen insan; insan kurban etme. humanly z. insanca; insanın güç veya yeteneği dahilinde.

humane

s. insancı, merhametli, müşfik, insaniyetli; yükseltici, uygarlaştırıcı. humane letters, humane studies beşeri ilimler, konusu insan olan bilimler. humane society insan veya hayvanları himaye eden kurum. humanely z. insanca, merhametle, şefkatle. humaneness i. insanlık, şefkat merhamet.

humanism

i. insanlık çıkarlarına bağlılık; ilâhiyat ve metafiziğe önem vermeyen bir felsefe sistemi; edebi talim ve terbiye; b.h. humanizma.

humanitarian

s., i. insaniyetperver, hayır seven, insancı, insani; yardımsever kimse. humanitarianism i. hayırseverlik.

humanity

i. insan, beşer; insanlık, beşeriyet, beniâdem; insaniyetperverlik, merhamet, şefkat. the humanities klasik Yunan ve Latin edebiyatları üzerinde çalışma; konusu insan olan ilimler, hümaniter bilimler.

humanize

f. insanlaştırmak; insanileştirmek; insanlaşmak, insanileşmek.

humankind

i. insanoğlu; beşeriyet, beniâdem.

humble

s., f. alçak gönüllü, mütevazı; hakir, aciz; saygılı, hürmetkar; f. kibrini kırmak, colloq. burnunu sürtmek, karşısında eğilmeye mecbur tutmak. humble apology alçak gönüllülükle özür dileme. humble dwelling mütevazı ev. eat humble pie kibri kırılmak, övüngenlikten vaz geçip boyun eğmek; kabahatini itiraf edip af di- lemek, colloq. tükürdüğünü yalamak. your humble servant aciz kulunuz. humbly z. alçak gönüllülükle, tevazu ile. humbleness i. alçak gönüllülük, tevazu.

humblebee

bak. bumblebee.

humbug

i., f. (-ged, -ging) yalan, hile, dolap, slang martaval, dümen; yalancı kimse, hilekar kimse; f. aldatmak; hile yapmak, slang kazık atmak, madik atmak. humbuggery i. hilekârlık.

humdinger

i., k.dili olağanüstü bir şey veya kimse.

humdrum

s., i. can sıkıcı, yeknesak, yavan; i. can sıkıcı kimse; monoton herhangi bir şey; boş ve sıkıcı söz.

humerus

i., anat. kol kemigi, dirsekten omuza kadar olan kemik, karaca kemiği, pazı kemiği. humeral s. kol kemiğine veya omuza ait.

humid

s. yaş rutubetli, nemli. humid'ity, hu'midness i. rutubet, nem. humid'ify f. nemlendirmek. relative humidity nispi nem.

humidifier

i. nemlendirici tertibat veya cihaz.

humidor

i. nemlendirme kutusu; tav kutusu.

humiliate

f. kibrini kırmak, utandırmak, hakaret etmek, rezil etmek.

humiliation

i. kibrini kırma, rezil etme, utandırma.

humility

i. alçak gönüllülük, tevazu; boyun eğme, yumuşak başlılık.

humming

s. vızıldayan, mırıldanan, uğuldayan; k.dili kuvvetli, canlı, dinç.

hummingbird

i. sinekkuşu, zool. Trochilus.

hummock

i. yuvarlak tepe, tümsek yer. hummocky s. tümsek, tümsekli.

humor

, İng. humour i., f. güIünçlük, komiklik; nüktedanlık, nüktelilik; mizah, güldürü; keyif; mizaç , huy, tabiat; kapris; tıb. salgı; sivilce; suyuk, hılt, eski fizyolojide kan, safra balgam veya sevda salgısı; f. keyfine tabi olmak, ayak uydurmak, kaprisine boyun eğmek. be in the humor for canı istemek, havasında olmak. good humor iyi huy, hoş mizaç. ill humor ters huy, aksi mizaç. out of humor canı sıkkın; sinirli, öfkeli. sense of humor olayların gülünç yönünü görme kabiliyeti; şakadan anlama.

humoral

s. suyuktan ileri gelen.

humoresque

i., müz. kapris, fantezi ve oynak parça.

humorist

i. şakacı kimse, nüktedan kimse; mizahçı, güldürü yazarı.

humorous

s. latife kabilinden, mizahi, gülünç, komik. humorously z. şaka tarzında, mizah yollu. humorousness i. şakacılık; gülünçlük.

hump

i., f. kambur, hörgüç; tümsek yer, tepe; İng., argo huzursuzluk, iç sıkıntısı; f. kamburlaştırmak; gen. oneself ile gayrete gelmek, azmetmek. over the hump iyileşme yolunda. humpy s. girintili çıkıntılı; tümsekli.

humpback

i. kambur; kambur kimse; bir çeşit iri balina.

humph

ünlem, f. hım. (şüphe, tereddüt veya hakaret ünlemi); f. böyle ses çıkarmak.

humptydumpty

düşüp kırılınca tamir edilemeyen şey (bir çocuk şiirinde yumurta anlamma gelir).

humus

i. bitki ve hayvan artıklarının çürümesinden meydana gelen organik toprak, kara toprak, humus.

hun

i. Hun kavmi; barbar kimse, vahşi kimse.

hunch

f., i. eğmek, bükmek, kamburlaştırmak; omuzlamak; i. kambur; iri parça; A.B.D, k.dili önsezi.

hunchback

i. kambur; kambur kimse.

hundred

i., s. yüz sayısı, yüz rakamı (100, C); s. yüz. hundredweight i. 112 librelik ingiliz ağırlık ölçü birimi; 100 librelik Amerikan ağırlık ölçü birimi. a hundredfold yüz kat, yüz misli. a hundred per- cent yüzde yüz. hundredth s., i. yüzüncü; i. yüzde bir.

hung

f., bak. hang; s. asılmış, asılı. hung beef tuzlanmış ve kurutulmuş sığır eti. hung jury kararında oybirliğine varamayan jüri. He is hung up on food A.B.D.,argo Aklı fikri yemekte. Hung. kıs. Hungarian, Hungary.

hungarian

i., s. Macar; Macar dili; s. Macar, Macaristan halkından.

hungary

i. Macaristan.

hunger

i., f. açlık; kuvvetli istek, arzu, özlem, iştiyak; f. acıkmak; hasret çekmek, özlemini duymak, şiddetle arzulamak; aç bırakmak. hunger march açlık yürüyüşü. hunger strike açlık grevi.

hungry

s. aç, karnı acıkmış; istekli; kuru, kıraç. hungrily z. açlıkla; arzuyla.

hunk

i., k.dili iri parça.

hunt

f., i. avlanmak, peşine düşmek; avlamak, av peşinden gitmek; araştırmak; mak., elek. bir nokta çevresinde dalgalanmak; i. av, şikar; avcılık; avcılar kulübü; arama; avlak. hunt down yakalayıncaya kadar peşini bırakmamak. hunt up aramak, arayıp bulmak.

hunter

i. avcı; arayıcı; av atı veya köpeği.

hunting

i. avcılık; arama, araştırma; mak., elek. dalgalanma. hunting box İng. avcı kulübesi. hunting cap coğunlukla kadifeden yapılmış avcı kasketi. hunting case madeni saat kapağı. hunting dog av köpeği. hunting knife av bıçağı. hunting seat av köşkü. happy hunting grounds kızılderililerin cennete verdikleri isim.

huntress

i. kadın avcı.

huntsman

i. avcı; av köpeklerine bakan uşak.

hurdle

i., f. yarışlarda kullanılan engel veya çit; engelli yarış; seyyar ağıl; İng. dallardarı sepet gibi örülmüş portatif parmaklık veya engel; f. etrafına parmaklık veya çit çevirmek; yarışta engel atlamak. high hurdles yüksek engel; yüksek engelli 110 metrelik koşu. low hurdles alçak engel; alçak engelli 200 metrelik koşu. hurdler i. engelli koşuya katılan yarışmacı.

hurdygurdy

i., müz. latarna.

hurl

f., i. hızla atmak savurmak, fırlatıp atmak; hiddetle söylemek; i. hızla atış, fırlatma.

hurlyburly

i. gürültülü karışıklık; arbede.

hurrah

, hurray, hooray ünlem, i., f. Yaşa! (alkış veya zafer ünlemi); i. bu ünlem; f. Yaşa ! diye bağırmak.

hurricane

i. kasırga, bora. hurricane deck yolcu gemilerinin en üst güvertesi. hurricane lamp rüzgar feneri, gemici feneri. hurricane signal şiddetli ve tehlikeli bir kasırganın geleceğini işaret eden bayrak.

hurried

i. aceleye gelen, telaşlı. hurriedly z. acele ile; çabucak. hurriedness i. aceleye gelme, acele.

hurry

f., i. acele etmek, acele ile gitmek; koşmak; acele ettirmek; acele ile göndermek; sıkıştırmak; i. acele telaş. Hurry up! Acele et! Çabuk ol! Haydi! in a hurry acele ile, telâşla.

hurryscurry

i. telaş, acele koşuşturma.

hurt

i., f. (hurt) yara, bere, zarar, hasar; acı, ağrı, sızı; f. incitmek, acıtmak, yaralamak; rencide etmek, acı vermek, kederlendirmek; zarar vermek, hasara uğratmak; acımak, ağrımak. hurtful s. zararlı; incitici, ıstırap veren. hurtfully z. zarar verecek şekilde; inciterek. hurtfulness i. zarar; inciticilik.

hurtle

f. çarpmak; hızla atılmak veya fırlamak; hızla fırlatmak.

husband

i., f. koca, zevç; f. idare etmek; idareli kullanmak.

husbandman

i., eski çiftçi.

husbandry

i. çiftçilik, ziraat; idarecilik; ekonomik bir şekilde ev idaresi.

hush

i., f. derin sessizlik, sükut; f. susmak, sükut etmek; susturmak, sesini kesmek. Hush! Susun! hush money susmalık, sus payı. hush up örtbas etmek, kapatmak.

hushaby

ünlem Uyu yavrum! Haydi uyu !

hushhush

s., k.dili gizli, örtülü.

husk

i., f. mısır başağının dış yaprakları; herhangi bir şeyin işe yaramayan dış kısmı; f. dış kabuğunu soyup çıkarmak. husking i., husking bee A.B.D mısır soymak için çiftlik ambarında düzenlenen ziyafet.

husky

s. kabuklu; kabuk gibi kuru; boğuk, kısık (ses). huskily z. boğuk sesle. huskiness boğukluk, kısıklık (ses).

husky

s., i., A.B.D, k.dili kuvvetli, güçlü, dayanıklı; i. kuvvetli kimse.

husky

i. Eskimo köpeği, kızak köpeği; Eskimo; Eskimo dili.

hussar

i. eskiden Macar süvarisi; süslü üniforması olan hafif süvari askeri.

hussy

i. adı çıkmış kadın, aşüfte; civelek kız; İng. dikiş kutusu.

hustings

i., çoğ, topluluk ismi seçim hazırlığı; politikacıların konuşma yaptıkları yerler.

hustle

f., i. kalabalıkta itişmek, itişip kakışmak; itip kakmak; acele ettirmek veya etmek; eline çabuk olmak; A.B.D., argo hileli satış yapmak, hile ile para kazanmak; A.B.D., argo fahişelik yapmak; i. itişip kakışma, acele, telâş; k.dili hummalı faaliyet. hustle up A.B.D., k.dili yapıvermek. hustler i. eline çabuk kimse, çok faal kimse; kalpazan kimse; fahişe.

hut

i. kulübe; asker barakası.

hutch

i., f. tavşan kafesi; büfe üstüne konulan tabak çanak dolabı; dolap, ambar; kulübecik; mad. kömür vagonu; çukur tepsi; hamur tahtası; f. ambara yığmak.

hutzpah

bak. chutzpah.

huzza

ünlem, eski Yaşa ! Varol !

hyacinth

i. sümbül bot. Hyacinthus orientalis; Yemen taşı. water hyacinth su sumbülü, bot. Eichornia crassipes. hyacin'thine s. sümbül gibi, sümbül renginde.

hyaline

s., i. cam gibi, şeffaf; i., biyokim, hiyalin; anat. gözde bir zar; ,şiir cam gibi şeffaf yüzey.

hyalite

i., min. bir cins şeffaf opal.

hyaloid

s. cam gibi şeffaf.

hybrid

i., s. melez hayvan veya bitki; iki ayrı dilden alınmış kelimelerle yapılan bileşik kelime; s. melez, karışık. hybridism, hybrid'ity i. melezlik. hybridiza'tion i. melezleştirme. hybridize f. melez olarak yetiştirmek veya yetişmek.

hydra

i., mit. Herkül tarafından öldürülen dokuz başlı yılan; astr. güney yarım kürede bulunan yılana benzer bir takımyıldız.

hydra

(çoğ. -drae, -dras) i., zool. tatlı su polipi; suyılanı; kolayca defedilemeyen bela. hydraheaded s. çok başlı, yok edilmesi güç.

hydrangea

i. ortanca,bot. Hydrangea hortensia.

hydrant

i., fire hydrant yangın musluğu.

hydrate

i., f. hidrat; f. su ile karıştırarak bileşik meydana getirmek.

hydraulic

s., i. su kuvvetiyle işleyen, hidrolik; su altında sertleşen; i. hidrolik. hydraulic brake hidrolik fren. hydraulic cement su altında sertleşen çimento. hydraulic lift hidrolik yük asansörü. hydraulic press hidrolik pres. hydraulic ram yükseğe su çıkarmaya mahsus su mengenesi.

hydric

s. hidrojenli, hidrojen cinsinden.

hydride

i. hidrojen ile diğer bir unsurun bileşimi.

hydro

önek suya ait, hidro-.

hydrocarbon

i., kim. hidrokarbon.

hydrocele

i., tıb. hidrosel, husye veya skrotumda su toplanması.

hydrocephalous

s., tıb. beyinde su toplanmasına ait.

hydrocephalus

i., tıb. beyinde su toplanması.

hydrochloride

i., kim. hidroklorit. hydrochloric s. klorhidrik. hydrochloric acid hidroklorik asit, tuzruhu.

hydrocyanic

s., kim. hidrojen ile siyanürun bileşiminden meydana gelen. hydrocyanic acid hidrosiyanür asit, siyanür asidi (çok kuvvetli bir zehir).

hydrodynamic

s. fiziğin hidrodinamik bahsi ile ilgili. hydrodynamics i. sıvıların durumunu inceleyen fizik kolu, hidrodinamik.

hydroelectric

s. hidroelektrik, su gücüyle hâsıl olan elektriğe ait.

hydrofoil

i. gemi kayağı; deniz altı yatay dümeni; kayakla su üzerinde giden küçük gemi.

hydrogen

i. hidrojen. hydrogen bomb hidrojen bombası. hydrogen peroxide oksijenli su. hydrogen sulphide kim. hidrojen sülfidi. hydrog'enate f. hidrojenle birleştirmek.

hydrography

i. hidrografi, yeraltı ve yerüstü sularını inceleme ve haritalarını çıkarma ilmi. hydrographer i. hidrografi uzmanı; bahriye haritacısı. hydrograph' ic(al) s. deniz haritacılığına ait; hidrografiyle ilgili.

hydrology

i. hidroloji, su bilimi hydrolog'ic(al) s. hidrolojik, su bilimi ile ilgili.

hydrolysis

i., kim. hidroliz.

hydromel

i. bal şerbeti.

hydrometer

i. hidrometre. hydromet'ric(al) s. hidrometreye ait.

hydropathy

i., tıb. hidropati, su kürü. hydropath'ic(al) s. hidropatik, su kürü ile yapılan. hy'dropath i. hidropatist, su ile tedavi uzmanu.

hydrophilous

s., bot., zool. sucul, hidrofil.

hydrophobia

i., tıb. kuduz hastalığı; sudan korkma illeti. hydrophobic s. kuduz hastalığına ait.

hydropicical

s., tıb. sıskalık cinsinden, sıskalık illetine tutulmuş.

hydroplane

i. deniz uçağı, suya inebilen uçak.

hydroponics

i. ilaçlı su içinde bitki yetiştirme metodu.

hydroquinone

i., kim. fotoğraf banyosunda kullanılan bir madde.

hydroscope

i. hidroskop.

hydrosol

i., kim. sıvı halindeki koloit.

hydrosphere

i. hidrosfer, suküre.

hydrostatic

s. hidrostatikle ilgili.

hydrostatics

i. hidrostatik, makina ilminin sıvıların dengesinden ve basıncından bahseden dalı.

hydrotherapy

i. hidroterapi, su tedavisi.

hydrothermal

s. sıcak suya ait; sıcak suyun yeryüzü kabuğundaki cisimler üzerindeki etkisine ait.

hydrotropism

i., bot. bitkilerin rutubete doğru veya tersine dönme eğilimi, suya doğrulum.

hydrous

s., kim. sulu, bileşiminde su bulunan.

hydroxide

i., kim. hidroksit.

hydrozoan

s., i., zool. deniz anası ve mercan gibi suda yaşayan hayvanlar familyasına ait; i. selenterelerin bir sınıfı.

hyena

,hyaena i. sırtlan.

hygeia

i. sıhhat tanrıçası.

hygiene

i. sağlık bilgisi, hıfzıssıhha. feminine hygiene doğum kontrolü. hygien'ic s. sağlıkla ilgili.

hygienics

i. sağlık bilgisi..

hygro

önek rutubetli, nemli

hygrograph

i. nem miktarını otomatik olarak kaydeden alet.

hygrometer

i. higrometre. hygrometry i. havadaki nem miktarını ölçme ilmi.

hygroscope

i. higroskop.

hymen

i., b.h., mit. evlilik tanrısı: izdivaç, evlenme; anat. kızlık zarı. hymene'al s., i. düğüne ait, evlenme ile ilgili; i. düğün şarkısı.

hymenoptera

i., çoğ., zool. zarkanatlılar.

hymn

i., f. ilahi; f. ilahi okumak, ilahi okuyarak kutlamak veya ifade etmek.

hymnal

i. ilahi kitabı.

hymnody

i. ilâhi okuma; ilâhiler.

hymnology

i. ilahi besteleme veya tetkik etme sanatı; ilahiler. hymnologist i. ilahi besteleyen veya düzenleyen kimse.

hyoid

i., anat. dil kemiği, dilin kökünde bulunan at nalı şeklindeki kemik.

hyoscine

i. bazı bitkilerin köklerinden çıkarılan ve ilaç olarak kullanılan bir alkaloit.

hyoscyamine

i., kim. banotundan çıkarılan bir alkaloit, musekkin olarak kullanılan bir ilaç.

hypaethral

, hypethral s. üstü açık, damsız.

hype

i., f., argo zerkedilen esrar; şırınga; satışı teşvik eden ilan veya teklif; dikkat çekici hareketler; üzerine dikkat çekilen kimse veya şey; f. aldatmak. hype up uyarmak; heyecanlandırmak.

hyper

önek aşağı, yukarı, haricinde, dışında.

hyperacidity

i. asit fazlalığı (midede).

hyperbola

i., geom. hiperbol. hyperbol'ic s. hiperbolik. hyperboloid s. hiperbole benzeyen, hiperboloit.

hyperbole

i. mübalâğa, abartma. hyperbol'ic(al) s. çok mübalâğalı. hyper'bolism i. mubalağaya kaçma, mübalağalı ifade kullanma. hyper'bolize f. mü- balağalı ifade kullanmak; abartmak.

hyperborean

i., s., mit. kuzey daglarının ötesinde ebedi ışık ve bolluk ülkesinde yaşadığı farzolunan bir top- lumun ferdi; s. bu ülkede yaşayanlara ait.

hypercritic

i. aşırı tenkitçi kimse. hypercritical s. aşırı tenkit niteliğinde. hypercritically z. aşırı derecede tenkit ederek.

hyperemia

i., tıb. kan hücumu.

hyperesthesia

i., psik aşırıduyu.

hypergolic

s. oksijenle karıştığı zaman kendiliğinden ateş alan roket yakıtı.

hyperphysical

s. doğaüstü, fizikötesi.

hypersensitive

s. aşırı duygun, duygulu; alerjik.

hypersonic

s. sesten çok hızı yol alan.

hypertension

i., tıb. yüksek tansiyon.

hyperthyroidism

i., tıb. tiroidin fazla çalışmasından ileri gelen durum.

hypertrophy

i., tıb. bir organın anormal irileşmesi. hypertroph'ic s. fazla irileşmeye ait.

hyphen

i. iki kelimeyi veya bir kelimenin kısımlarını ayıran kısa çizgi, tire. hyphenate f. tire ile birleştirmek. hyphenated s. tire ile birleştirilmiş; A.B.D hem doğduğu memlekete hem de A.B.D'ne bağlı olan.

hypnagogic

s. uyutucu, uyku verici (ilaç v.b.); uykuya dalarken duyulan (his, rüya).

hypnic

s. uyku verici.

hypnoanalysis

i., tıb. hipnoanaliz, psikanalizde ipnozla tedavi usulü.

hypnopaedia

i., tıb. uykuda telkinle öğretme metodu.

hypnosis

i., tıb. ipnoz; suni uyutma.

hypnotherapy

i., tıb. ipnozla tedavi.

hypnotic

s., i. uyutucu, suni uyutma usulüne ait; i. uyuşturucu madde; suni uyutma usulü ile uyutulmuş kimse. hyp'notism i. suni uyutma, hipnotizma. hyp'notist i. hipnotizma yapan kimse. hyp'notize f. suni uyutma usulü ile uyut mak, hipnotize etmek.

hypo

i. fotoğrafçılıkta kullanllan sabitleştirici ilâç.

hypo

i., k.dili iğne.

hypo

önek aşağı, alt, daha az.

hypocaust

i., eski mim. hamam ve odaları ısıtmaya mahsus yeraltı ısıtma tertibatı.

hypocenter

i. bombanın patladığı yer, etki alanı merkezi.

hypochondria

i., tıb. hastalık kuruntusu; karasevda, melankoli. hypochondriac i., s. hastalık kuruntusu olan kimse; s. kuruntulu.

hypocoristic

s. küçültme ve sevgi isim şekillerine ait.

hypocrisy

i. ikiyüzlülük, mürailik, riyakârlık, riya.

hypocrite

i. ikiyüzlü kimse. hypocrit'ical s. mürai, ikiyüzlü. hypocrit'ically z. riyakârlıkla.

hypodermic

s., i., tıb. deri altına ait; i. iğne, şırınga. hypodermic injection iğne, enjeksiyon. hypodermic syringe deri altı şırıngası.

hypogastric

s., anat. karnın alt nahiyesine ait.

hypogene

s., jeol. yeraltında oluşan (kaya).

hypostasis

i. temel, esas; bir şeyin asıl niteliği; tıb. dolaşım güçlüğünden ileri gelen birikme. hypostat'ic(al) s. esaslı; özdenligi olan; tıb. kan tıkanmasma ait.

hypostyle

s., i. tavan direkler üzerine oturtulmuş; i. damı sütunlar üzerine oturtulmuş bina.

hypothec

i., huk. tutu, ipotek, rehin.

hypothecate

f. borca karşılık rehin olarak vermek, tutuya koymak, ipotek etmek. hypotheca,tion i. rehin verme.

hypothenuse

i., geom hipotenüs.

hypothesis

i. varsayım, faraziye, hipotez; kaziye, önerme; kuram, nazariye. working hypothesis geçici var- sayım. hypothet'ical s. varsayımlı; kuramsal, nazari. hypothet'ically z. varsayımılı olarak.

hypothesize

f. nazariye kurmak, farzetmek.

hypso

önek yükselti.

hypsography

i. yerkürenin deniz seviyesi üstündeki topografik özellikleriyle uğraşan bilim dalı.

hyrax

i. tavşana benzer küçük bir hayvan.

hyson

i. Çin'e mahsus bir çeşit yeşil çay.

hyssop

i. zufa otu, çördük, bot. Hyssopus officinalis.

hysterectomy

i., tıb. rahmin ameliyatla alınması.

hysteresis

i., fiz. histerezis. hysteret'ic s. histerezise ait.

hysteria

i., tıb. isteri, peri hastalığı.

hystericical

s. isterik, isteriye ait. hysterics i., çoğ. isteri nöbeti. hysterically z. isterik bir şekilde.

hysteron proteron

kon. san. sonraki sözü öne alma usulu, takdim tehir.

hysterotomy

i., tıb. rahim ameliyatı; sezaryen ameliyatı.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL