NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

he ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: he
Bulunan Sonuç: 330

he

(zam.) (çoğ. they) (s.), (i.) (iyelik hali, tek. his, (çoğ.) their, theirs; nesne, (tek.) him, (çoğ.) them) o, kendisi, kimse (erkek); (s.), iri; he- erkek; (i.) (çoğ. hes) erkek.

head

(i.) (çoğ. heads) baş, kafa; kelle; reis, şef; baş yer, baş taraf, ön taraf; ekin başı, başak; madde, fıkra; kaynak, su başı, menba, pınar başı; zirve, şahika, doruk; akıl; manşet; konu; madeni paranın resimli yüzü (tura); göbek; bira köpüğü; birikmiş basınç; enerji sağlanan suyun düşme yüksekliği; (coğr.) burun; (den.) seren yakası; (den.), yüznumara; (den.), pruva; A.B.D.,, argo esrar düşkünü; (çoğ. head) baş: fifty head of cattle elli baş sığır. head and shoulders above çok daha iyi. Heads I win, tails you lose Ne olursa olsun ben kazanacağım, sen kaybedeceksin. head money adam başına verilen vergi; bir düşmanın kellesinin getirilmesi karşılığında verilen para. head of steam buhar basıncı; (k.dili) şevk, gayret, hırs. Heads or tails? Yazı mı tura mı? head over heels tepetaklak perende atma; adamakıllı. head over heels in love sırılsıklam âşık. head shop hipilere tütsü ve renkli afişler gibi eşya satan dükkân. head tone (müz.) kafasesi. Heads up! A.B.D., (k.dili) Dikkat! Yukarıya dikkat! head wind (den.) pruva rüzgârı. a crowned head kral; kraliçe. bring to head karar noktasına getirmek, meydana çıkarmak, buhrana sebep olmak. from head to foot baştan başa, baştan ayağa, tepeden tırnağa kadar. give a horse his head dizginleri boşaltmak. go to one's head başını döndürmek, aklını başından almak; burnu büyümek. hang veya hide one's head utanmak, başını önüne eğmek. I can't make head or tail of it Hiç bir şey anlayamıyorum. It cost him his head Hayatına mal oldu. keep one's head soğukkanlılığını muhafaza etmek, kendine hâkim olmak. keep one's head above water yüzer durumda tutmak; borca girmemek, ayağını yorganına göre uzatmak .Iose one's head kendinden geçmek, aklı başından gitmek, şaşırmak; boynu vurulmak. make head against güçlükler karşısında ilerlemek. off one's head, out of one's head (k.dili) deli, çıldırmış zıvanadan çıkmış, kaçık. over one's head anlaması zor; yapabileceğinin üstünde; daha yüksek bir makama (baş vurma). put their heads together baş başa verip düşünmek. put something out of one's head unutmak veya unutturmak. rocks veya holes in the head argo delilik, çatlaklık. take it into one's head aklına koymak, tasarlamak. talk one's head off bir kimsenin kafasım şişirmek. the crown of the head başın tepesi. The song runs in my head şarkı aklıma takıldı. turn one's head överek gururlan- dırmak. under the head of başlığı altında, maddesinde. yell one's head off şiddetle ve durmadan azarlamak .

head

(s.) baş, başta olan; başa ait. head sea (den.), baş denizleri, önden gelen dalgalar.

head

(f.) başta olmak, birinci olmak, önde gelmek; lider (başkan, reis, önder, şef) olmak; (den.), dümen kırmak, yönelmek, yöneltmek; baş koymak, baş yapmak; başını kesmek, buda- mak (ağaç); baş olmak, başına geçmek; başa koymak, başına geçirmek; olgunlaşmak, yetişmek (tahıl); üstünlük sağlamak, geçmek; (den.), başı çevrili olmak, başı bir tarafa doğru olmak; baş bağlamak, baş vermek (lahana, turp). head for (bir hedefe) doğru gitmek, yönelmek. head off yolunu kesmek. head up (k.dili) başkanlık etmek.

headache

(i.) baş ağrısı; A.B.D., (k.dili) dert, güçIük, baş belâsı.

headband

(i.) saç kordelesi, bant .

headboard

(i.) karyolanın başucundaki tahta .

headcheese

(i.), A.B.D., domuz veya dananın baş ve paçasından alınıp kıyma yapılarak kaynatılan kavurmaya benzer topak şeklinde et.

headcounter

(i.) anketçi .

headdress

(i.) başlık; saçın taranış şekli.

header

(i.) başlıkçı, başlık koyucu; cıvata başı yapan makina; (bahç.) biçerdöğer maki nası; bir ucu duvarın dışında kalacak şekilde örülmüş tuğla. take a header baş aşağı düşmek veya dalmak.

headfirst , headforemost

(z.) başı önde olarak, baş aşağı; kayıtsızca.

headgear

(i.) başlık; dizgin, yular; maden kuyusu başındaki makina .

headhunter

(i.) kafa avcısı; argo teknik eleman avcısı .

heading

(i.) serlevha, başlık; maden yolunun dar başı; baş koyma.

headland

(i.) karanın denize uzanan çıkıntısı, burun; tarlanın bir ucunda sürülmeden bırakılan parça.

headless

(s.) başsız, başkansız, şefsiz; akılsız, kafasız .

headlight

(i.) araba farı, far; gemide pupa feneri.

headline

(i.), (f.) başlık, serlevha; (f.) başlık koymak; tiyatro afişte ismi başta olmak.

headlong

(z.), (s.) başı önde; paldır küldür; önünü ardını düşünmeden; (s.) baş kısmı önde; kayıtsız .

headmaster

(i.) özel okul müdürü .

headmistress

(i.) özel okul müdiresi .

headmost

(s.) en baştaki, en ileri .

headon

(s.), (z.) baştan (çarpma), burun buruna (çarpışma) .

headphone

(i.) telefon veya radyo kulaklığı .

headpiece

(i.) baş zırhı, miğfer; başlık; akıl, kafa; (matb.) bölüm başlarına konan süs .

headquarters

(i.) karargâh; kumanda merkezi; merkez büro; merkezde çaIışanlar .

headrest

(i.) baş dayanağı .

headship

(i.) başkanlık, reislik .

headsman

(i.) cellât .

headstock

(i.) bir makinada dönen parçaların dingili veya yastığı .

headstone

(i.) mezar taşı; binada temel taşı, köşe taşı .

headstrong

(s.) inatçı, dikbaşlı, kafasının dikine giden, bildiğini okuyan .

headwaiter

(i.) baş garson .

headwaters

(i.) ırmağı besleyen kaynaklar .

headway

(i.) ilerleme, terakki, yol alma, ileri gitme. make headway ilerlemek .

headwork

(i.) zihni çalışma .

heady

(s.) kuvvetli, sert, çarpıcı (esans, içki); inatçı, kafa tutan .

heal

(f.) iyileştirmek, şifa vermek; iyileşmek, şifa bulmak; düzeltmek, ıslah etmek; defetmek, başından savmak; kapatmak; ıslah olmak. healable (s.) iyi olması kabil, iyileşebilir .

healall

(i.) her derde deva .

healer

(i.) iyileştiren kimse, şifa veren kimse, doktor; üfürükçü .

health

(i.) sağlık, sıhhat, beden sağlığı, afiyet; bir kimsenin sıhhat ve saadetine kadeh kaldırma veya tokuşturma . To your health ! Sıhhatinize !

healthful

(s.) sıhhat için faydalı, yararlı, sıhhi; sıhhatli, sağlıklı. healthfully (z.) sıhhat verici bir şekilde.

healthy

(s.) sağlıklı, sıhhatli, sağlam; sıhhi, sıhhate yarar. healthily (z.) sıhhi bir şekilde. healthiness (i.) sıhhat, sağlık .

heap

(i.), (f.) yığın, küme, öbek; (k.dili) çok miktar; (k.dili) kalabalık, güruh; (f.) yığmak, kümelemek; yağdırmak (hediye, hakaret) .

heaping

(s.) taşmak üzere, dopdolu, tepeleme, silme, lebalep .

hear

(f.) (heard) işitmek, duymak; dinlemek, kulak vermek; haber almak, mektup almak;sorguya çekmek, ifadesini almak. Hear IHear ! (ing)., Bravo ! Yaşa ! hear of, hear about oğrenmek, haber almak. hearout sonuna kadar dinlemek ! won't hear of it Kabul etmem. You will hear of this, Bunun cezasını göreceksiniz. Bir gün göreceksiniz.

heard

(bak). hear.

hearing

(i). işitme duyusu, işitim; işitme; (huk). celse, duruşma, oturum; ses erimi. hearing aid kulaklık, işitme cihazı. hard of hearing ağır işiten.

hearken

(f). dinlemek, kulak vermek.

hearsay

(i). söylenti, şayia, dedikodu, söz, haber. hearsay evidence (huk). başkalarından işitilerek öne sürülen delil.

hearse

(i). cenaze arabası.

heart

(i). yürek, kalp; gönül, can; göğüs; vicdan; merkez, orta, orta yer; öz, can damarı; kuvvet, enerji; cesaret, şevk; verimlilik; kalp şeklinde herhangi bir şey; iskambil kupa; (çoğ). bir iskambil oyunu. heert disease kalp hastalığı. a person after one's own heart gönlüne göre biri, tam istediği gibi bir kimse. at heart içten, hakikatte, içyüzünde. by heart ezbere. cry one's heart out doyasıya ağlamak. do ones heart good gönlünü ferahlatmak, sevindirmek. eat one's heart out kendini yemek, çok üzülmek; özlemek. from my heart bütün kalbimle, en samimi hislerimle. get to the heart of özüne inmek, esas anlamını kavramak. have a change of heart fikir veya davranışlarını değiytirmek. have a heart sempatik olmak; insaflı davranmak, merhamet etmek. Have a heartl insaf be ! have one's heart in one's mouth yüreği ağzına gelmek, ödü kopmak. His heart is in the right place iyi niyetlidir. in one's heart of hearts kalbinin derinliklerinde. make one's heart bleed kalbini kırmak, üzmek. set one's heart on çok istemek. sick at heart meyus, üzgün, kederli. take heart cesur olmak, cesaretlenmek. take to heart ciddi olarak düşünmek; içine işlemek; merak etmek. to one's heart's content doya doya, kana kana. wear one's heart on one's sleeve hislerini belli etmek, açık kalpli olmak. with all my heart bütün kalbimle, samimi olarak. with heart and soul seve seve, canla başla.

heartache

(i). kalp ağrısı, ıstırap, keder.

heartbeat

(i). yürek vuruşu.

heartbreak

(i). büyük keder, kalp kırıklığı.

heartburn

(i)., (tıb). mide ekşimesinden dolayı boğazda duyulan yanma hissi.

heartburning

(i). kıskançlık, kin, gizli husumet.

hearten

(f). yüreklendirmek, cesaret vermek, canlandırmak, ihya etmek.

heartfelt

(s). yürekten, candan, samimi.

heartfree

(s). gönlü birisine bağlı olmayan, âşık olmayan, kalbi boş.

hearth

(i). ocak, şömine; yurt, aile ocağı; (mad). fırında erimiş madenin döküldüğü yer, ocak.

hearthstone

(i). ocak taşı; ocak, yuva; zemini beyazlatmak için kullanılan yumuşak bir taş.

heartless

(s). kalpsiz, merhametsiz, zalim, vicdansız; yüreksiz; cansız, sönük. heartlessly (z). kalpsizce, merhametsizce. heartlessness (i). kalpsizlik, merhametsizlik.

heartrending

(s). yürek parçalayıcı, çok acıklı.

heartsease , heart'sease

(i). gönül ferahlığı, kalp huzuru; hercai menekşe, (bot). Viola.

heartsick

(s). çok kederli, çok meyus.

heartstricken

(s). kalbinden vurulmuş, son derece kederli.

heartstrings

(i). kalbin en kuvvetli hisleri.

hearttoheart

(s). samimi, açık.

hearty

(s). candan, yürekten, içten, samimi; sağlam, sıhhatli; kuvvetli, kuvvet veren; (bol). heartily (z). içtenlikle, samimiyetle. heart iness (i). içtenlik, samimiyet; yüreklilik.

heat

(f). Isıtmak, ısınmak; kızdırmak, kızmak.

heat

(i). sıcaklık, hararet, ısı, sıcak, vücut ısısı; hiddet, öfke, gazap, kızgınlık; şehvet galeyanı, azma (hayvanlarda); tav, bir kere kızdırılma; yarışta koşu nöbeti; (A.B.D)., argo baskının artması; polis tarafından yapılan işkence; baskın. heat conduction ısı nakli, sıcağın geçmesi. heat energy (fiz). ısı gücü. heat exhaustion sıcak çarpması. heat lightning gök gürlemesi olmadan çakan şimşek, uzaklığından dolayı sesi işitilmeyen şimşek. heat of vaporization (fiz). buharlaşma ısısı. heat rash isilik. heat ray (fiz). Isı ışını. heat spectrum (fiz). kızılötesi. heet stroke sıcak çarpması. heat wave sıcak dalgası. final heat spor final koşusu. in a heat öfkeyle. in heat azgınlık devresinde olan, kızışmış (dişi hayvan). Iatent heat ddnmuş bir maddenin erimesi veya bir sıvının buharlaşması için gereken ısı miktarı. prickly heat isilik, yazın sıcağın şiddetinden ciltte hâsıl olan kırmızılık ve kaşıntı. radiant heat lşımayla yayılan ısı. specific heat bir maddenin sıcaklığını bir derece artırmak için gerekli olan ısı miktarı, spesifik ısı. trial heat spor tecrübe koşusu.

heated

(s). hararetli, öfkeli, kanı beynine sıçramış. heatedly (z). hararetle.

heater

(i). ısıtıcı şey, soba, ocak, radya tör; bir şeyi ısıtan işçi; ABD, argo tabanca.

heath

(i). kır, çalılık, fundalık; funda, süpürge çalısı, süpürgeotu, (bot). Erica black heath kara süpürgeotu, (bot). Erica cinerea. one,s native heath bir kimsenin anayurdu. tree heath süpürge ağacı, (bot). Erica arborea. heathy (s). fundalı, fundalıklı.

heathen

(i). (çoğ. heathen, hea thens) (s). putperest kimse; dinsiz kimse; (s). dinsiz, barbar, kâfir. heathendom (i). putperestler ülkesi, putperestlik âlemi. heathenism (i). putperestlik, dinsizlik. heathenish (s). dinsiz, putperestlere yakışır; barbar gibi.

heathenize

(f). putperest yapmak veya olmak, dinsizleştirmek, dinsizleşmek.

heather

(i). süpürgeotuna benzer bir çalı, (bot). Calluna vulgaris; koyu kırmızı renk. bell heather kara süpurgeotu, (bot). Erica cinerea. heathery (s). süpürgeotu gibi, süpürgeotuyla kaplı.

heating

(s)., (i). ısıtıcı; kızıştırıcı, tahrik edici; (i). Isıtma sistemi, ısıtma. heating coil (elek). rezistans.

heave

(f). (d veya hove) büyük bir güçle atmak veya fırlatmak; kaldırmak, çekmek; yukarı kaldırmak: yükseltmek, kabartmak; kabarmak (deniz); göğüs şişirmek; güçlükle çıkarmak (inilti); kusmak; (den). ırgatı çevirmek, vira etmek; (jeol). yatay bir şekilde kabarıp kırılmak. heave a sigh içini çekmek, ah çekmek. Heave ho ! (den). Yisa ! Vira salpa ! give one the heaveho birini dışarı atmak. heave in sight görüş mesafesine girmek. heave to rüzgârı başa alıp gemiyi durdurmak; faça edip durmak. heave up kusup çıkarmak; (den). vira etmek (demiri)

heave

(i). kaldırma; fırlatma.

heaven

(i). cennet; gök, sema; (b.h). Allah, Cenabı Hak; saadet, mutluluk. For heaven's sake ! Allah aşkına ! Good Heavens! Aman yarabbi ! in seventh heaven çok mutlu. move heaven and earth mümkün olan her şeyi yapmak. smell to high heaven pis kokmak. Where in heaven have you been? Neredeydin Allah aşkına?

heavenly

(s). cennet gibi, çok güzel; göğe ait; gökte bulunan, semavi; tanrısal, ilâhi. heavenliness (i). tanrısallık, ilahilik.

heavenward

(s)., (z). cennete yönelen; (z). cennete doğru; göğe doğru.

heaver

(i). kaldıran veya yükselten kimse; yükleyen kimse; (den). halat örmeye mahsus demir alet.

heaves

(i)., (bayt). atlarda soluğan hastalığı.

heavy

(s)., (i). ağır, kaldırılmasl zor; büyüklüğüne göre ağır; şiddetli, kuvvetli (yağmur, rüzgâr, fırtına); fazla, olağandan çok (kar, oy sayısı); kabarmış (deniz); çol faal (borsa alışverişi); aşırı; kalın (elbise); ciddi, önemli; güç, zor (vazife); bulutlu, kapalı (gök); sıkıcı, ezici, usandırıcı; sıkıntılı, üzücü; kederli; zarafetsiz, incelikten yoksun; kaba; ağır, hazımı güç (yemek); ağır, boğucu (koku); derin (sessizlik); uyku basmış, ağırlaşmış (göz); (fiz). ağır (izotop); sıkışık (trafik); (i)., tiyatro, (sin). kötü adam rolü; dramda baş rol. heavy artillery uzun menzilli toplar. heavyduty (s). dayanıklı, ağır iş için elverişli; ağır vergiye tabi. heavy earth (kim). baryum oksidi. heavy handed (s). eli ağır, beceriksiz; can sıkıcı, zalim. heavy-hearted (s). kederli, meyus. heavy hydrogen döteryum, ağır hidrojen. heavy industry ağır sanayi. heavyladen (s). ağır yüklü. heavy water (kim). döteryum oksidi, ağır su. heavyweight (i)., (s). ağlr sıklet; (s). ağır sıkletli (boksör). heavy with fruit meyvayla dolu. heavy with young gebe. hang heavy yavaş geçmek (zaman). heavily (z). ağır bir şekilde; şiddetli olarak. heaviness (i). ağırlık; şiddet.

hebdomad

(i). yedi günlük müddet, hafta; yedi.

hebe

(i)., (Yu). (mit). tanrıların sakisi olan gençlik ve bahar tannçası.

hebetate

(f). zihnini körleştirmek, zekasını söndürmek. hebetation (i). körleştirme, zihin körlüğü.

hebetude

(i). zihin körlüğü, anlayışsızlık; letarji.

hebraic

(s). ibranilere veya ibraniceye ait. Hebraically (z). ibraniceye göre; ibranilere göre.

hebraism

(i). ibranice deyim; ibrani düşüncesi veya geleneği; Musa dini.

hebraist

(i). ibranice bilgini; Musevi gelenek ve mezhebine bağlı kimse. Hebraistic (s). ibranilere ait.

hebrew

(i)., (s). ibrani; Musevi; ibrani dili, ibranice; (s). ibranilere veya Musevilere ait. Hebrew calendar (bak). calendar.

hecatomb

(i). eski zamanlarda yüz öküzden ibaret kurban; büyük çapta kan dökümü, katliam.

heck

ünlem, argo Kahrolası. What the heck ! Kahrolsun ! Bana vız gelir !

heckle

(f)., (i). konuşmacının sözünü kesmek, soru yağmuruna tutmak, sıkıştırmak; keten tarağı ile taramak, ditmek; (i). keten ve kendir tarağı. heckler (i). konuşmacıyı zor duruma düşüren kimse; keten tarakçısı.

hectare

(i). hektar, yeni dönüm.

hecticical

(s). heyecanlı, telaşlı; ihtiraslı; (tıb). verem hastalığında veya müzmin iltihaplı bir hastalıktan meydana gelmiş (humma); yanaklara verem kızartısı veren. hectically (z). telâşla, plansızca.

hectogramme

(i). yüz gram, hektogram.

hectograph

(i). jelatinli teksir makinası, hektograf.

hectoliter, (ing). -tre

(i). hektolitre.

hectometer, (ing). tre

(i). hektometre.

hector

(i)., (f). kabadayı; (f). taciz etmek, rahatsız etmek, başına bela kesilmek.

hed

he had; he would.

heddle

(i). dokuma tezgahında gücü takımlanndan biri.

hedge

(i)., (f). (bahçe, tarla) etrafını çevirmek için dikilen ağaç veya çalı; mania, engel; her iki taraf için bahse girişme; olasılı zararlara karşı tedbir; (f). etrafına çalı dikmek, çalı ile çevirmek; kuşatmak, sarmak, ihata etmek; çevirmek; iki taraf için bahse girişmek; olasılı zararlara karşı telâfi etmek için tedbir almak. hedgerow (i). ekilmiş çalı veya ağaçlardan yapılmış çit. hedge sparrow çit serçesi, (zool). Prunella modularis.

hedgehog

(i). kirpi, ufak bostan kirpisi, (zool). Erinaceus europaeus.

hedonism

(i)., (fels). hayatın esas gayesini zevk kabul eden öğreti, hedonizm, hazcılık; zevke düşkünlük. hedon'ic (s). hedonizme ait. he'donist (i). zevk düşkün kimse; hazcılık taraftarı.

heebiejeebies

(i)., argo yürek çarpıntısı, korku nöbeti.

heed

(f)., (i). dikkat etmek, dinlemek, önemsemek, ehemmiyet vermek; (i). dikkat, ihtimam. pay heed, give heed, take heed dikkat etmek, bakmak; sakınmak.

heedful

(s). dikkatli, basiretli, ihtiyatlı. heedfully (z). dikkatle, ihtiyatla. heedfulness (i). dikkat, basiret, ihtiyat.

heedless

(s). dikkatsiz, düşüncesiz; önem vermeyen, pervasız, çekinmeyen. heed lessly (z). pervasızca, dikkatsizce. heedlessness (i). pervasızlık, dikkatsizlik.

heehaw

(i)., (f). eşek anırması, anırma; kahkaha atarak kaba bir şekilde gülme; (f). anırmak.

heel

(f)., (den). bir yana yatmak veya yatırmak (gemi).

heel

(i). topuk, ökçe; ayakkabı ökçesi: çorap topuğu; herhangi bir şeyin geride olan kısmı, uç (ekmek), art, arka, son; (A.B.D)., argo alçak adam, kalleş kimse. heel-and-toe walking her adımda bir ayağın parmaklarını kaldırmadan öbürünün topuğunu yere değdirerek yürüme. at heel, to heel hemen arkasına veya arkasında, peşinde, ardı sıra. come to heel çağrılınca ayağının dibine gelmek (köpek); uslanmak. cool ones heels bekletilmek, slang ağaç olmak, kök salmak. down at the heel perişan kılıklı. drag one's heels istemeyerek gitmek veya kabul etmek, ayaklarını sürümek, ayakları geri geri gitmek. head over heels (bak). head kick up one's heels oyalanmak, eğlenmek serbest hareket etmek. Iay by the heels hapsetmek. take to one's heels koşarak kaçmak, slang tabanları yağlamak.

heel

(f). ökçe takmak; peşine düşmek, takip etmek; dans ederken ökçeyi yere basmak; ökçelerine dayanarak dinlenmek; ayağının dibinden ayrılmamak (köpek). well heeled (k).dili sarfedecek parası bol, kesesi dolgun.

heeler

(i). kunduracı; argo bir politikacının adamı. ward heeler semtin oylarını kazanmaya çalışan kimse.

heeltap

(i). ayakkabı ökçesini yükseltmek için eklenen deri parçası; kadeh artığı.

heft

(i)., (f)., (A.B.D)., (k).dili ağırlık, sıklet; büyük kısım; (f). kaldlrmak; kaldırıp ağırlığını denemek. hefty (s)., (k).dili oldukça ağır; kuvvetli, tesirli; bol.

hegemony

(i). üstünlük, egemenlik, hâkimiyet, hegemonya.

hegira

(i). hicret; göç; (b.h). Hz. Muhammed'in hicreti; hicri sene.

heifer

(i). düve, doğurmamış genç inek.

heigh

ünlem, eski Hey! Bana bak! (teşvik veya dikkat çekme ünlemi).

heighho

ünlem, eski A ! Ya ! Eyvah ! Aman !

height

(i). yükseklik, irtifa, yükselti; tepe, dağ; doruk, en yüksek nokta, zirve, tepe.

heighten

(f). yükseltmek, yükselmek; artırmak, artmak; çoğaltmak, çoğalmak; abartmak, büyütmek, mübalâğa etmek.

heil

ünlem, (Al). Selam!

heinous

(s). tiksindirici, iğrenç, kötü, çirkin, kerih. heinously (z). tiksindirici bir şekilde. heinousness (i). iğrençlik.

heirdom

(i). mirasçılık, vârislik; miras yoluyla intikal eden mal, kalıt.

heirer

(i). varis, mirasçı. heir apparent veliaht. heir presumptive veliaht olmadığı için tahta vâris olan en yakın akraba.

heiress

(i). kadın mirasçı.

heirloom

(i). nesilden nesle intikal eden değerli şey; (huk). evladiye.

heirship

(i). mirasçılık hakkı; miras.

heist

(f)., (A.B.D)., argo aşırmak, çalmak, yürütmek.

hejaz , hedjaz

(i). Hicaz.

held

(f)., (bak). hold.

heliac, heliacal

(s)., (astr). güneşle ilgisi olan, güneşe yakın olan. heliacally (z). güneşe yakın olarak.

helianthus

(i). ayçiçeği, günebakan, günçiçeği.

helical

(s). helezoni, sarmal. helically (z). helezon şeklinde, sarmal şekilde.

helicoid

(s). sarmal, helezoni.

helicon

(i)., (müz). helikon; (b.h). Yunan mitolojisinde Müzlerin oturdukları dağ.

helicopter

(i). helikopter.

heliocentric, ical

(s). güneşin merkezine ait; güneşi merkez kabul eden.

heliogram

(i). helyosta ile gönderilen haber.

heliograph

(i)., (fiz). güneşin fotoğrafını çekmede kullanılan alet; pırıldak, helyosta.

heliometer

(i). güneşin ve gezegenlerin çaplarını veya gök cisimleri arasındaki küçük açı farklarını ölçme aleti.

helioscope

(i). gözlere zarar vermeden güneşi incelemek için kullanılan araç.

heliotherapy

(i)., (tıb). güneşle tedavi, helyoterapi.

heliotrope

(i). güneş çiçeği, (bot). Heliotropium; kediotu, (bot). Valeriana officinalis; açık mor; (mad). kantaşı.

heliotropism

(i). günedoğrulum.

heliport

(i). helikopter alanı.

helium

(i). helyum.

helix

(i). helis, sarmal eğri.

hell

he will.

hell, hell

(i)., ünlem cehennem; azapçekilen yer; ünlem Kahrolsun! a hell of a lot argo çok fazla. be hell on argo zararlı olmak; çok sert olmak. catch hell, get hell azarlanmak. come hell or high water her ne olursa, bütün zorluklara rağmen. give one hell azarlamak. Iike hell argo çok; hiç: aksine. raise hell karışıklık çıkarmak, kıyamet koparmak; ipini kırmak. There ll be hell to pay Kıyamet kopacak. çekeceğimiz var. To hell with it, Boş ver.

hellas

(i). Yunanistan; eski Yunanistan.

hellbent

(s)., (A.B.D)., argo şevkli, istekli, azimli. hell-bent for election hızla ve dikkatsizce, deli gibi.

hellcat

(i). şirret kadın; cadı.

hellebore

(i). çöpleme, (bot). Helleborus. black hellebore kara çöpleme, karacaot, (bot). Helleborus niger. white hellebore akçöpleme, (bot). Veratrum album. helleborin (i). çöplemeden elde edilen zehirli bir madde. helleborism (i)., (tıb). bu maddeyi ilaç olarak kullanma; bu ilâcın fazla kullanılması sonucunda hâsıl olan zehirlenme.

hellene

(i). Helen, Yunanlı.

hellenic

(s). Helen, Yunanlı, YunanIılara ait.

hellenism

(i). Yunanca deyim veya terim; eski Yunan medeniyeti; Yunan dilini kullanma; Yunan ideallerini benimseme, Helenizm.

hellenist

(i). Yunanlı olmayıp Yunanca konuşan kimse. (özellikle eski Musevilerde); Yunan dili ve edebiyatı bilgini.

hellenisticical

(s). Yunan tarihinde Büyük iskender zamanından sonraki devreye ait.

hellenize

(f). Yunanlılaştırmak; Yunanca konuşmak; Yunanlılık taslamak.

hellespont

(i). Çanakkale Boğazı.

hellfire

(i). cehennem azabı, cehennem ateşi.

hellhound

(i). şeytan, zebani.

hellion

(i)., (k).dili haylaz kimse, mikrop, ortalığı birbirine katan kimse, haşarı kimse, muzır kimse.

hellish

(s). cehennemi, cehenneme ait; cehennem gibi, kötü, korkunç. hellishly (z). cehennemi bir şekilde, korkunç bir surette. hellishness (i). cehennemi oluş korkunçluk, kötülük.

hello

ünlem Alo. Merhaba Günaydın Hoş geldiniz. Hoş bulduk. (nad). Yahu, nedir bu ?

helluva

(s)., (z)., (A.B.D)., argo çok fena; çok iyi; çok; (z). çok.

hellward

(z). cehenneme doğru.

helm

(i)., (den). dümen yekesi, dümen takımı; idare. Down with the helm. Rüzgâraltı yöresine getir (gemi). Port your helm. iskeleye dümen kır. take the helm dümen başına geçmek; idareyi eline almak. helmless (s). dümensiz; yekesiz; baskısız, başıboş. helmsman (i). dümenci.

helmet

(i). miğfer, baş zırhı, tolga; spor faaliyetlerinde ve inşaatta giyilen koruyucu başlık, kask; sıcak memleketlere mahsus, mantara benzer bir maddeden yapılmış güneş şapkası. helmeted (s). migferli.

helminth

(i). bağırsak solucanı, kurt. helmin'thic (s). solucana ait; solucanı defettiren.

helot

(i). köle; (b.h). eski Sparta'da köle.

help

(f). yardım etmek; imdadınaa yetişmek, yardımına koşmak, kurtarmak, çare bulmak; çare olmak: faydası olmak; rahatlatmak. help one out kurtarmak, kurtulmasına yardım etmek. help oneself kendi kendine servis yapmak; yürütmek, aşırmak. Help yourself. Buyurun, kendiniz alınız (yemek, istenilen şey). Don't be longer than you can help. Mümkün oldugu kadar çabul ol. He can't help but win. Mutlaka başarır. Kazanmamasına imkan yoktur. I can't help but think. Düşünmemek elimde değil. It cant be helped. çaresi yok! Elden bir şey gelmez. So help me. ister inanın ister inanmayın. So help me God ! (bak). God.

help

(i). yardım, muavenet, çare, kurtulma; yardımcı, hizmetçi, uşak, çırak, yamak. the help (k).dili hizmetçiler, işçiler, mustahdemler. helper (i). yardımcı, muavin; hizmetçi.

help

ünlem imdat !

helpful

(s).faydalı, yararlı, işe yarar, yardımcı; yardımsever. helpfully (z). faydalı bir şekilde. helpfulness (i). yardım, işe yarama, elverişlilik.

helping

(i). yardım; bir tabak yemek, porsiyon.

helpless

(s). kendisini idare edemeyen, çaresiz, aciz; zayıf, beceriksiz, kabiliyetsiz.

helpmate, helpmeet

(i). arkadaş, eş, yardımcı; zevce.

helsinki

(i). Helsinki.

helterskelter

(z)., (s)., (i). aceleyle, telâşla; (s). karmakarışık; gelişigüzel; (i). telâş, karmakarışık şey, kanşıklık.

helve

(i)., (f). sap, tutamak, balta sapı; (f). sap takmak.

helvetia

(i). isviçre. Helvetian (s)., (i). isviçreli.

hem

(i)., (f). (med, ming) elbise kenarı, baskı; (f). kıvırıp kenarını bastırmak. hem in, hem about kuşatmak, içine almak.

hem

ünlem (f). (med, ming) Hım! (bir kimseyi uyarmak için çıkarılan ses; tereddüt veya şüphe belirten ses); (f) böyle bir ses çıkarmak; tereddüt ederek konuşmak. hem and haw mırın kırın etmek, açıkça söylemekten çekinmek.

hema

hemato, hemo- önek kan.

hema

hemato, hemo önek kan.

hemagogue

(i)., (tıb). kan akıtıcı ilâç.

hemal

(s). kana veya kan damarlarına ait.

heman

(i). yiğit erkek, iri yarı adam.

hematic

(s)., (i). kanla ilgili; kanla dolu, kanlı, kan renginde; (tıb). kana tesir eden; (i). kanı etkileyen ilâç.

hematin

(i)., (tıb). hemoglobinin erimesinden meydana gelen koyu lâcivert bir madde.

hematite

(i). hematit.

hematology

(i). hematoloji.

hemialgia

(i). bedenin ve özel likle başın bir tarafının ağrıması, yarım baş ağrısı.

hemicycle

(i). yarım daire, yarım daire şeklinde olan şey.

hemidemisemiquaver

(i)., (ing)., (müz). altmış dörtlük nota, bir notanın altmış dörtte biri.

hemiplegia

(i)., (tıb). yarım inme, vücudun yalnız bir tarafına gelen felç.

hemipteral

, hemipterous (s)., (zool). yarımkanatlılara ait.

hemisphere

(i). yarıküre hemispher'ic(al) (s). yarıküreye ait.

hemistich

(i). yarım mısra.

hemline

(i)., (terz). elbise veya paltonun etek ucu, etek boyu.

hemlock

(i). köknara benzer bir çam ağacl, (bot). Tsuga; baldıran, ağıotu, (bot). Conium maculatum. water hemlock su baldıranı, (bot). Cicuta virosa.

hemoglobin

(i). hemoglobin.

hemophilia

(i)., (tıb). hemofili kanın pıhtılaşmaması.

hemorrhage

(i)., (tıb). kanama. hemorrhagic (s). kanamaya ait.

hemorrhoid

(i)., (tıb). basur, emeroit. hemorrhoid'al (s). basura ait.

hemostat

(i)., (tıb). kanamayı kontrol altına alan alet veya ilaç.

hemp

(i). kenevir, kendir, (bot). Cannabis sativa; esrar, haşiş; kenevir lifi; (k).dili idam ipi. Indian hemp hintkeneviri, (bot). Apocynum cannabinum. Virginian hemp, water hemp su kendiri, (bot). Acnida cannabiona; su keneviri, (bot). Bidens tripartita; şeytansaçı, (bot). Eupatorium cannabinum. hempen (s). kendire ait.

hemstitch

(f)., (i)., (terz). kumaşın kenarını ajurla bastırmak, ajur yapmak; (i). ajur, antika, sıçandişi.

hen

(i). tavuk: dişi kuş; argo karı. hen har rier delice doğan, mavi doğan, (zool). Circus cyaneus. hen party argo kadınlar toplantısı. hazel hen dağtavuğu, (zool). Tetrastes bonasia.

henbane

(i). banotu, (bot). Wyoscyamus niger.

hence

(z). buradan, bundan, bu zamandan, itibaren; bu sebepten, bundan dolayı. Hencel ünlem, eski veya şaka Defol! Yıkıl. henceforth, henceforward (z). bundan böyle, bundan sonra. a month hence bundan bir ay sonra.

henchman

(i). hizmetkâr, uşak; kendi çıkarı için bir kimsenin tarafını tutan adam.

hencoop

(i). kümes.

hendecagon

(i). on bir köşeli şekil.

hendiadys

(i)., (gram). bir isimle bir sıfatın ortaklaşa belirttikleri anlamı iki isimle ifade tarzı; Iawful order yerine law and order.

henna

(i). kına fidanı, (bot). Lawsonia inermis; kına.

henotheism

(i). diğer tanrıların varlığını inkâr etmeden tek bir tanrıya tapınma.

henpeck

(f). başının etini yemek, vır vır etmek. henpecked (s). kılıbık, karısından korkan.

henroost

(i). tavuk tüneği.

henry

(i)., (fiz)., (elek). indükleme kuvveti birimi.

hep

(s)., argo açıkgöz, uyanık; bilgili.

hepatic

(s). karacigere ait; karaciğer renginde.

hepatica

(i). ciğerotu.

hepatitis

(i). karaciğer iltihabı, kara sarılık.

hepatization

(i).,,(tıb). bir dokunun bir hastalık esnasında karaciğer rengini ve kıvamını alması.

heptad

(i). yedilik grup veya sayı; (kim). yedi değerli atom.

heptagon

(i). yedigen, yedi kenarlı çokgen. heptag'onal (s). yedi açısı olan.

heptahedron

(i)., (geom). yedi yüzlü cisim.

heptangular

(s). yedi açılı.

her

(zam)., (s). dişil onun, ona, onu.

herald

(i)., (f). haberci, müjdeci; protokol görevlisi, teşrifatçı; (f). haber vermek, ilan etmek, teşrifini haber vermek; takdim etmek, huzura çıkarmak. Heralds College (ing). hanedan arma ve neseplerini tespit eden heyet.

heraldic

(s). hanedan armacılığına ait.

heraldry

(i). hanedan armacılığı.

herb

(i). ot; yemeklere tat vermek için kullanılan bitki; şifalı bitki.

herbaceous

(s). ot cinsinden; yeşil yaprağa benzer.

herbage

(i). yeşillik, ot.

herbal

(s). otlara ait, bitkisel. herbalist (i). şifalı bitki satan kimse.

herbarium

(i). (çog iums, ia) kurutulmuş bitki koleksiyonu; böyle bir koleksiyonu saklamaya mahsus oda veya bina.

herbicide

(i).bitkileri öIdüren ilâç.

herbiferous

(s). ot hâsıl eden.

herbivore

(i). otçul hayvan. herbivorous (s). otçul.

herculean

(s). Herkül'e ait; Herkül gibi kuwetli; Herkül'ün yaptıkları gibi çok güç veya tehlikeli.

hercules

(i). Herkül; çok kuwetli adam; (astr). kuzey burçlanndan biri, Herkül.

herd

sonek çoban, sürücü: cowherd, shep herd, goatherd.

herd

(i)., (f). hayvan surüsü, sürü, küme; davar sürüsü; avam, güruh; ayaktakımı; (f). sürü halinde gitmek; sürüye katılmak; sürü haline koymak. herd instinct sürü içgüdüsü. herdsman (i). çoban.

herd

(f). sürüyü gütmek. herder (i). çoban, sıırtmaç.

here

(z). burada; buraya; şimdiki halde, halihazIrda; bu noktada; bu dünyada, bu hayatta. here and there şurada burada; arasıra. Here goes! işte başlıyorum. Here you are. Buyur, al. Ha, geldin mi? işte! Look here. Buraya bak. Baksana. Thats neither here nor there. Bunun konu ile ilgisi yok.

here

ünlem Bana bak. Baksana. Dur. Hazır. Burada.

hereabouts

(z). buralarda.

hereafter

(z). ileride, bundan sonra. the hereafter öbür dünya, ahret.

hereat

(z). bunun üzerine, bundan dolayı.

hereby

(z). bu vesile ile, bundan dolayı.

hereditable

(s). kalıtsal, irsi. hereditabil'ity (i). kalıtsallık, irsi oluş.

hereditament

(i). (huk). miras yoluyla kalabilen mal.

hereditary

(s). miras yoluyla intikal eden; irsi, kalıtsal, soydan geçme. hereditar'ily (z). miras olarak.

heredity

(i). irsiyet, kalıtım, soyaçekim.

herein

(z). bunda, bunun içinde.

hereinafter

(z). gelecekte, istikbalde; aşağıda (resml yazıda).

heresiarch

(i). kabul olunmuş dinsel inançlara aykırı düşüncelere önayak olan kimse.

heresy

(i). dince kabul olunmuş inançlara aykırı düşünce, dalalet; hakim olan felsefi veya siyasi doktrinlere karşı gelen düşünce.

heretic

(i). kabul olunmuş doktrinlere karşı olan kimse; kendi kilisesinin itikatlarına karşı gelen kimse. heret'ical (s). kabul olunmuş doktrinlere aykırı olan. heret'ically (z). kabul olunmuş doktrinlere aykırı olarak.

heretofore

(z). bundan evvel, şimdiye kadar.

hereunto

(z). bu zamana kadar.

hereupon

(z). bunun üzerine, binaenaleyh.

herewith

(z). bununla; ilişikte.

heritable

(s). miras yoluyla intikali mümkün.

heritage

(i). miras, tereke; (biyol)., (psik). kalıtım.

heritor

(i)., varis, kalıtçı.

hermaphrodite

(i)., (s)., (biyol). hem erkek hem dişi cinsiyet organlan bulunan canlı veya bitki; (s). hünsa, erselik, ikicinslikli. hermaphrodit'ic (s). ikicinslikli, hünsa, erselik. hermaph'roditism (i). iki cinsiyet sahibi oluş, hünsalık.

hermeneuticical

(s). tefsir eden, açıklayan tefsiri. hermeneutics (i). tefsir ilmi; dini kitapları tefsir ilmi.

hermes

(i). (mit). tanrıların habercisi olan ilim ile seyahat ve belagat tanrısı.

hermeticical

(s). hava geçirmez, sımsıkı kapalı; simya ilmine ait, büyüye ait. hermetically (z). hava geçmez bir şekilde (kapalı); simya ilmine göre.

hermherma

(i). üstünde büst olan kısa kolon.

hermit

(i). münzevi kimse, insanlardan uzak yaşamayı arzulayan kimse; pekmezli bir kurabiye. hermit crab başka bir hayvanın kabuğu içinde yaşayan bir çeşit yengeç, (zool). Pagurus. hermit thrush Amerikan ormanlarında bulunan bir ardıçkuşu, (zool). Hylocichla guttata.

hermitage

(i). münzevi adamın hücresi, inziva yeri; zaviye.

hernia

(i). fıtık, kasık yarığı, kavlıç. hernial (s). fıtıklı, fıtığa ait.

hero

(i). (çoğ heroes) kahraman, yiit, bahadır; bir roman veya olay kahramanı; baş karakter; (mit). yarı tanrı kabul edilen çok kuwetli adam. hero worship bir kahramana ilah gibi tapınma, bir kimsenin taparcasına hayranı olma.

heroicical

(s)., (i). kahramanca, cesur; kahramanlar devrine ait; (güz.san). muazzam (heykel veya resim), gerçek boyutlarından çok büyük (cisim); kahramanlardan bahseden (şiir), destansı, epik; (i). kahramanIık şiiri; (çoğ). abartmalı sözler. heroically (z). kahramanca. heroic couplet ingiliz edebiyatında mısraları kendi aralarında kafiyeli beyit, destan beyti.

heroicomicical

(s). kahramanca ve gülünçlü.

heroin

(i). eroin, morfin özü.

heroine

(i). kadın kahraman.

heroism

(i). kahramanlık.

heron

(i). balıkçıl, (zool). Ardeidae. great white heron akbalıkçıl, (zool). Egretta alba. night heron gece balıkçılı, (zool). Nycticorax nycticorax. purple heron erguvani baIıkçıl, (zool). Ardea purpurea. squacco heron alaca balıkçıl, (zool). Ardeola ralloides. heronry (i). balıkçılların yumurtladığı yer.

herpes

(i)., (tıb). kabırcıklar hâsıl eden bir deri iltihabı, uçuk. herpes zoster (tıb). zona. herpet'ic (s). uçuk gibi, uçuğa benzer.

herpetology

(i)., (zool). sürüngenler ilmi. herpetologist (i). sürüngenler uzmanı.

herring

(i). ringa, (zool). Clupea harengus. herringbone stitch (terz). ringa kemiğine benzer dikiş, çapraz dikiş, hıristo teyeli, iğne ardı dikiş. Pontic herring karagöz tirsi, (zool). Clupea pontica.

hers

(zam). onunki (dişil)

herself

(zam). kendisi (dişil). Ask her herself. Bizzat kendisine sorun. by herself kendi başına, kendi kendine. She has hurt herself. Kendini incitti. She is herself again. Kendine geldi. She is not herself. Tabii halinde değil. She said it herself. Bizzat kendisi söyledi.

hertz

(s)., (fiz). elektromanyetik dalga frekans birimi, hertz. hertzian waves (fiz). elektromanyetik dalgalar, radyo dalgaları.

herzegovina

(i). Hersek.

hesitant

(s). tereddüt eden, şüphe içinde. hesitance, hesitancy (i). tereddüt, duraksama. hesitantly (z). tereddütle, duraksayarak.

hesitate

(f). tereddüt etmek, duraksamak; lafını şaşırmak, ne diyecegini bilememek, kem küm etmek. hesita'tion (i). tereddüt, şüphe: kekeleme.

hesperides

(i)., (mit). Hera'nın altın elmalarına bekçilik eden dört peri; bu altın elma bahçesi.

hesperus

(i). akşam yıldızı.

hessian

(s)., (i). Almanya'nın Hesse eyaletine ait; (i). Hesse'li kimse; (tar). paralı asker; kaba kendir kumaş. Hessian boots on dokuzuncu yüzyllda ingiltere'de giyilen püsküllü uzun erkek çizmesi. Hessian fly buğday yiyen ufak ve zararlı bir sinek.

hetaera,hetaira

(i)., (Yu). (tar). yüksek mevkide bulunan fahişe, cariye, gözde. hetaer'ism (i). cariyelik, metreslik.

hetero

(s). (Argoda) Sadece karşı cinse ilgi duyan kimse (yani homoseksüel olmayan)

heterodox

(s). kabul edilmiş dini esaslara aykın olan. heterodoxy (i). kabul edilmiş doktrinlere muhalefet.

heterodyne

(s)., radyo gelen sinyali devamlı bir frekansa karıştıran (alıcı tipi).

heterogamous

(s)., (biyol). heterogam, hem erkek hem dişi çiçek veren; iki ayrı cinsin birleşmesiyle hâsll olan. heterogamy (i). heterogamlık.

heterogeneity

(i). farklı oluş.

heterogeneous

(s). kısımları veya içindeki fertler birbirinden farklı, hep aynı cins olmayan (grup, toplum); ayrı cinsten, heterogen.

heteromorphic

(s)., (biyol). anormal şekil ve bünyeli; (zool). başkalaşımın değişik evrelerinde farklı şekillere giren. heteromorphism (i). farkll şekillere girme özelliği.

heteropterous

(s). kanatlı böceklerin bir alt sınıfı.

heterosexual

(s). sadece karşı cinse ilgi duyan.

hetman

(bak). ataman.

heuristic

(s). keşfe yarayan, anlamaya vesile olan.

hew

(f). balta ile vurarak kesmek; yontmak, çentmek; kesmek, yarmak. hew down kesip devirmek (ağaç). hew out yontarak şekil vermek; zahmetle meydana getirmek. hew to the line kurallara kelimesi kelimesine uymak. hewer (i). odun kesicisi, baltacı.

hex

(i)., (f)., (A.B.D)., (k).dili büyü, nazar; (f). nazarı değmek.

hexa

önek altı.

hexad

(i). altılık grup.

hexagon

(i)., (geom). altıgen, altı kenar ve açılı şekil. hexag'onal (s). altıgen.

hexagram

(i). altı köşeli yıldız, Süleyman'ın mührü.

hexahedron

(i)., (geom). altı yüzlü cisim. hexahedral (s). altı yüzlü.

hexameter

(i). altı ayaklı mısra. hexametric(al) (s). aytı ayaklı, altı tefileli.

hexangular

(s). altı açılı.

hexapod

(i). altı ayaklı böcek.

hexarchy

(i). altı devletten meydana gelen grup.

hey

ünlem Haydi ! A ! (teşvik, sevinç veya hayret ünlemi).

heyday

(i). zindelik devresi, en enerjik çağ.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL