NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

t ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: t
Bulunan Sonuç: 2143

t

(kıs.) teaspoon, temperature tenor, tense, territory, time, ton, town, transitive.

t

(kıs.) tablespoon territory, Testament, Tuesday, Turkish.

t -t

i. İngiliz alfabesinin yirminci harfi; bu harfin sesi; T şeklinde şey. to a T aynen, tıpatıp.

tab

i., f. brit, askı, elbisede bağlanacak uç; klapa; kayış, şerit, kaytan; kundura bağı ucundaki madeni parça; etiket, yafta; ufak çıkıntı; hav. kanatçık panjuru; kdili hesap; f işaret etmek ear tabs şapka kulaklıkları keep tab, keep tabs on takip etmek, kon trol etmek; hesap tutmak pick up the tab kdili parayı çekmek, ödemek.

tabard

i. geniş kollu veya kolsuz kısa palto; eskiden şövalyelerin zırh üzerine giydikleri armalı cüppe.

tabaret

i. satenden çizgileri olan mobilyalık ipekli bir kumaş.

tabascosauce

tic. mark. Arnavut biberi çok bir çeşit salça.

tabby

i., s., f. sokak kedisi, ev kedisi, tekir kedi; k.dili. dedikoducu kocamış kız; bir çeşit tafta; s. benekli, çizgili; tekir; f. ipekli kumaşa benekli veya çizgili şekil vermek.

taber

bak. tabor.

tabernacle

i., f. çadır, hayme; mesken; taşınabilen tapınak; tapmak; den. indirilen direğin Iskaçası; f. barınmak, barındırmak. tabernac'ular s. çadıra benzer. Feast of the Tabernacles kamış bayramı, gül bayramı.

tabes

i., tıb. müzmin hastalıklarda gittikçe zayıflama; frenginin son safhasında vücut hareketlerindeki intizamsızlık tabes dorsalis omuriliğin zayıflaması. tabetic bu hastalığa ilişkin

tabescent

s. solan eriyip zayıflayan.

tablature

i., güz. san. resim; müz. tablatura; anat. kafatası kemik tabakalarından biri.

table

i., f. masa; sofra, sofraya konan yemek; sofraya oturanların hepsi; düz tepe; özet, hulâsa; tablo, cetvel, çizelge; tablet, yazılı taş; f. masaya koymak; tehir etmek; nad listeye geçirmek; ing (tasarıyı) müzakereye sunmak. table linen sofra örtüsü ile peçete takımı. table talk sofra sohbeti. table tennis masa tenisi, pingpong. table wine yemekte içilen şarap. table of contents içindekiler (kitapta). table of errors yanlış doğru cetveli .at table sofrada. clear the table sofrayı toplamak. lay (veya) set the table sofrayı kurmak. lay on the table masaya koymak; (tasarıyı) tehir etmek. turn the tables on one durumu aleyhine çevirmek. under the table gizli; küfelik.

tableau

i. ((çoğ.) s, leaux) resim. tableau vivant tablo, canlı tablo.

tablecloth

i. sofra bezi, sofra örtüsü.

tabledhote

Fr. tabldot.

tableland

i. plato, yayla.

tablespoon

i. servis kaşığı; yemek kaşığı, çorba kaşığı; yarım (ounce'lık) miktar

tablet

i. yazı kâğıdı destesi, bloknot; tablet, levha, kitabe, yazıt; yassı hap, tablet, komprime, sıkıt; parça, kalıp.

tableware

i. sofra takımı (çatal, bıçak, kaşık) .

tablewater

i., (İng.) maden suyu.

tabloid

i., s. ufak resimli gazete: b.h. yassı hap, tablet; s. sıkıştırılmış; az ve öz; duygusal.

taboo,tabu

i., s., f. tabu olan şey; s. tabu, yasak, dokunulmaz, memnu; f. yasaketmek.

tabor , taber, tabour

i., f. dümbelek; zilli tef; f. dümbelek çalmak .

taboret , tabouret

i. ufak dümbelek; arkasız iskemle, tabure; elişi için kasnak.

taborine , tabourine

i. dümbelek.

tabu

bak. taboo.

tabular

s. masa şeklindeki, masa gibi düz; cetvel şeklindeki; cetvele göre hesap olunmuş. tabularly z. masa şeklinde.

tabularasa

Lat. üzerine hiç yazı yazılmamış levha; yeni doğan çocuğun hiç bir eser taşımayan beyni.

tabulate

f., s. cetvel haline koymak; s. üstü düz; tabaka halindeki. tabula'tion i. cetvel haline koyma. tabulator i. cetvel haline koyan kimse veya alet: cetvelleyici, tabulatör.

tacamahac , tacamahaca

i. Kuzey Amerika'da bazı ağaçlardan çıkarılan reçineli madde (ilâç veya tütsü olarak kullanlılır).

tacet

Lat., müz. susacak.

tachometer

i. takometre.

tachycardia

i., tıb. kalp çarpıntısı, taşikardi.

tachygraphy

i. eski Yunan ve Roma stenografisi; steno tachygraph'ic s. steno ile ilgili. tachygrapher i. stenograf.

tachylyte

i. cama benzeyen ve asitle ayrışan bir çeşit bazalt.

tachymeter

i. takimetre.

tacit

s. hal ile ifade olunan, sözsüz ifade olunan, zımnî; kontratse yapılan. tacitly z. zımnen, söylenmeden anlaşılan .tacitness i. söylenmeden anlaşılma .

taciturn

s. konuşmaz, sessiz, suskun. tacitur'nity i. sessizlik, suskunluk. taciturnly z. sükutla, suskunlukla.

tack

i., den. yiyecek, gıda.

tack

i., f. ufak çivi, pünez; den. kuntra; karula yakası; bir geminin yelkenlerinin vaziyetine göre gittiği yol; yelkenli geminin rüzgâr sebebiyle yol değiştirmesi; dengi diş, yol; tedbir; teyel; f. çivi ile iliştirmek veya pekiştirmek; iliştirmek; den. orsa etmek. tack on den. gemiyi çevirmek; ilave etmek. get down to brass tacks asıl konuya dönmek. port tack den. kuntralar iskeleden seyir. starboard tack kuntralar sancaktan seyir.

tackle

i., f. palanga, takım; tutma, zapt etme; Amerikan futbolunda belirli yerde oynayan iki oyuncudan her biri; den. halat takımı; f. tutmak, zapt etmek; Amerikan futbolunda topu taşıyan hasmı tutup durdurmak; başarmak; uğraşmak, çaresine bakmak, hakkından gelmek. tackling i. halat takımı.

tacky

s. yapışkan (boya, zamk).

tacky

s.,(A.B.D.), k.dili. dökük (saç); yırtık pırtık, pejmürde .

tacmahack

bak. tacamahac.

tact

i. incelik, zarafet; nezaket; dokunma duyusu; vakit ve halin icabına göre hareket.

tactful

s. incelikli, anlayışlı, ince, nazik, zarif. tactfully z. zarifçe. tactfulness i. incelik, zarafet.

tactical

s. tabiyeye ait; tedbirli, tedbir ve intizama ait. tactically z. tabiye bakımından.

tactician

i. tabiyeci.

tactics

i., ask. muharebe usulü, tabiye; bir usul dairesinde hareket, manevra.

tactile

s. dokunma duyusuna ait; dokunulur, el ile tutulur. tactil'ity i. el ile tutulabilme, dokunulma.

tactless

s. nezaketsiz, inceliksiz, patavatsız, kaba. tactlesslyz nezaketsizce. tactlessness i. kabalık, nezaketsizlik.

tactual

s. dokunma hissine veya uzuvlarına ait. tactually z. dokunarak.

tad

i., (A.B.D.), k.dili. küçük çocuk.

tadpole

i., zool. iribaş, tetari.

tael

i. Çin'de 2870 gramlık tartı; bu ağırlıktaki Çin gümüş parası.

taenia

i. (çoğ. niae) kadınların baş sargısı, file; mim. Dorik tarzı binalarda çatı frizini altındaki taş tabandan ayıran pervaz; zool. şerit, tenya, bağırsak kurdu, solucan; anat. beyinde şerit şeklinde sinir cümlesi, tenya.

taeniacide

bak. teniacide.

taeniafuge

bak. teniafuge.

taffeta

i. tafta

taffrail

i., den. kıç küpeştesi, morfidar.

taffy, toffee

i. kaynamış şekerle tereyağından yapılan şekerleme, karamela; k.dili. kompliman, dalkavukluk.

tag

i., f. (-ged, -ging) ufak sarkık uç; yafta, pusula, fiş, etiket: elbisenin yırtık parçası; piyes veya kitapta gereksiz ilâve; şeridi kuvvetlendirmek için ucuna takılan maden parçası; meşhur söz; köpeğe takılan künye; püskül, saçak; rozet; saç perçemi; artık; ceza kâğıdı; f. üzerine etiket iliştirmek; peşi sıra gitmek. tag after tag along peşini bırakmamak. tag day hayır işi için rozet takılan gün. tag end sarkık uç; bir şeyin son ve adi kısmı; artık. tag line şüpheli noktayı açığa kavuşturan veya dramatik etki yaratmak için yapılan açıklama; fazla tekrardan dolayı kişinin özelliği olan söz; slogan. rag tag, and bobtail ayak takımı.

tag

i., f. (-ged,- ging) çocukların elim sende oyunu; f. bu oyunda birinin arkasından koşup dokunmak; seçmek.

tagger

i. etiket yapıştıran kimse; çoğ. ince teneke levha.

tail

i., s., huk. şarta bağlı tasarruf, meşrut vakıf; s., huk. mahdut, meşrut, koşullu.

tail

i., s., f. kuyruk; eskiden paşalık alameti olan at kuyruğu; tuğ; kuyruğa benzer şey; ceket ucu veya kuyruğu; arka, nihayet; çoğ. k.dili. parada resimsiz taraf, yazı; saç örgüsü; uçağın kuyruğu; çoğ. k.dili. frak; k.dili. iz; k.dili. kıç, popo; sayfa altımdaki boşluk; s. son; arka; takibenden; peşinden gelen; f. kuyruk takmak veya yapmak; kuyruğunu kesmek veya koparmak; ucuna takılmak; mim. ucunu duvara yerleştirmek; den. kıç taraftan dönmek; kıç taraftan karaya oturmak; k.dili. gizlice takip etmek; peşinden gitmek. tail away geride kalmak, geride kalarak dağılmak. tail behind arkasından gitmek. tail end kıç, arka; son. tail off yavaş yavaş bitmek, azalmak. tail wind arkadan rüzgâr. turn tail tehlikeden kaçmak. with his tail between his legs süklüm püklüm, korkmuş olarak. I can't make head or tail of it içinden çıkamıyorum Hiç anlayamıyorum .

tailgate

f. (A.B.D.), (argo) öndeki arabanın dibinden gitmek.

tailgate , tailboard

i. yük arabasının arkasındaki menteşeli veya sürme kapak, arka kapak.

tailing

i., mim. yarısı dışarıda yarısı içeride bulunan taş veya tuğlanın duvar içindeki kısmı; çoğ. posa, tortu; maden filizi ayıldıktan sonra kalan kir; harmandan kalan saman.

taillight

i. arka lamba.

tailor

i., f. terzi; f. terzilik yapmak; uydurmak. tailor's tack bol teyel. tailor's twist terzilerin kullandıkları sağlam ibrişim. merchant tailor tüccar terzi.

tailorbird

i. terzi kuşu.

tailormade

s. terzi elinden çıkmış, iyi dikilmiş.

tailpiece

i. arkaya ilave edilen parça; kitabın sonuna gelen resim veya süslü şekil; kemanın kuyruk tarafında tellerin bağlandığı ağaç parçası.

tailrace

i. suyu değirmen çarkından alıp götüren kanal; ark, azmak.

tailspin

i., hav. kuyruk çevrintisi; k.dili. ruhi bunalım. go into a tailspin ruhi bunalım geçirmek.

taint

i., f. leke, nokta, iz, nişan; ayıp, kusur: sirayet, bulaşma; f. lekelemek; bozmak; zehirlemek, bulaştırmak; pis kokutmak; ahlakını bozmak; bozulmak.

taipei ,taipeh

i. Taype, Formoza'nın başkenti.

taiping

i. 1850-1864 Çin isyanına katılan kimse.

taiwan

i. Tayvan, Formoza.

tajmahal

Tac Mahal.

take

i. alma, alış; tutma, tutuş; sin. çekim; bir seferlik av miktarı; (A.B.D.), k.dili. hasılat; (çalınan) parti; (İng.) kiralanmış arazi; (ası) tutma; kavrama.

takedown

s., i. sokulur takılır, portatif; i. portatif alet; (A.B.D.), k.dili. gururunu kırma.

takehomepay

( A.B.D.) net maaş.

takeoff

i. havalanma; taklit; karikatür; (spor) atlamaya başlanılan yer.

takeover

i. ele geçirme .

takeup

i. ip germe aleti

taking

i., s. alma, alış; s. cazip, sevimli; sari, bulaşıcı. the takings ele geçen para. takingly z. alıcı tavırla; hoşa gidecek surette.

talaria

i., çoğ., mit. ayak bileğine bağlı küçük kanatlar veya kanatlı sandallar.

talc

i. talk.

talcose , talcous

s. talklı.

talcumpowder

talk pudrası.

tale

i. hikaye, masal; dedikodu; yalan; eski sayı, toplam. tell tales dedikodu çıkarmak.

talebearer

i. dedikoducu kimse.

talent

i. kabiliyet, yetenek, hüner, Allah vergisi; yetenekli kimseler; eski ibrani veya Yunan altın veya gümüş parası; tarb a talent for music müzik kabiliyeti. talent scout sin. yıldız adayı seçen kimse. local talent bir mahallin yerlilerinden olan kabiliyetli kimseler. talented s. kabiliyetli, hünerli.

tales

i. (çoğ. tales) huk. yedek jüri üyeleri; yedek jüri üyelerine yazılan celpname.

talesman

i., huk. yedek jüri üyesi .

taleteller

i. masalcı; yalancı kimse; jurnalci kimse.

talion

i., huk kısas .

taliped

i., s. yumru ayaklı kimse; s. yumru ayaklı.

talipes

i., tıb. yumru ayak.

talipot

i. yelpaze şeklinde iri yapraklı bir çeşit hurma ağacı, bot. Corypha umbraculifera.

talisman

i. (çoğ. -mans) tılsım. talismanic(al) s. tılsımlı.

talk

f., i. konuşmak, söylemek; lakırdı etmek, laf etmek; müzakere etmek, görüşmek; (A.B.D.), k.dili. gammazlamak; k.dili. hükmü geçmek; i. konuşma; laf, lakırdı, söz; söz konusu: boş laf; müzakere, görüşme; ağız, (argo) talk about, talk of hakkında konuşmak, bahsetmek .talk around meselenin aslına temas etmeden müzakere etmek. talk at boşuna konuşmak. talk away durmadan konuşmak, konuşarak vakit geçirmek. talk back karşılık vermek .talk big (argo) övünmek. talk down daha fazla veya daha yüksek sesle konuşarak susturmak; hav. konuşma yoluyla kör iniş yaptırmak. talk down to hor görmek. talk nonsense boş laf etmek, saçmalamak. talk one into ikna etmek. talk one's head off kafasını şişirmek, bıktırıncaya kadar söylemek, dır dır etmek. talk one's way into dil dökerek yolunu yapmak .talk out bütün ayrıntılarıyla görüşmek; konuşulacak şeyleri tüketmek. talk over bir mesele hakkında konuşmak. talk sense makul konuşmak. talk shop sohbet esnasında iş konularına dönmek .talk through etraflıca konuşmak. talk through one's hat (argo) atmak, kafadan atmak. talk up methetmek, bir meseleyi kabul ettirmek için överek bahsetmek. be talked out söyleyecek sözü kalmamak. have a talk konuşmak. small talk hoşbeş, sohbet, yarenlik .tall talk inanılmayacak hikaye veya masal. the talk of the town herkesin konuştuğu mesele, dillerde dolaşan söz.

talkative

s. konuşkan. talkativeness i. konuşkanlık.

talking

s., i konuşan, konuşabilen; konuşkan; i. konuşma. talking machine eski gramofon. talking point üstünde durulacak nokta.

talkingto

i., k.dili. azarlama, paylama.

talky

s. konuşkan; geveze, çenesi düşük; palavrası bol.

tall

s. uzun boylu, uzun; yüksek; k.dili. mübalağalı, abartmalı; k.dili. büyük. tallness i. uzun boyluluk; yükseklik.

tallage

i. eski İngiltere'de bir çeşit vergi.

tallboy

i., (İng.) şifoniyer, konsol; baca külâhı.

tallith

i. Musevilerin bilhassa ibadet zamanında kullandıkları atkı.

tallow

i., f. donyağı; mum yağı; f. mum yağı ile yağlamak. tallowy s. yaglı; mum yağına benzer

tally

i., f. çetele; çetele ile hesap tutma; çentik, kertik; seri numarası, seri işareti; etiket; f. çeteleye yazmak veya işaret etmek; uydurmak; uymak; sayım yapmak.

tallyho

(ünlem), f. Haydi ! Yallah ! (köpekleri ileri sürmek için avcının seslenmesi); f. Yallah ! diyerek köpekleri koşturmak.

talmud

i. Musevilerin Talmud denilen kanun ve tefsir kitabı. Talmud'ic(al) s. Talmud kitabına ait. Talmudist i. Talmud alimi.

talon

i. pençe; kilit anahtar yatağı.

taluk

i. Hindistan'da yerli kesimcinin vergi topladığı bölge; Hindistan'da mali kane. talukdar i .yerli kesimci.

talus

i., anat. aşık kemiği; jeol. tepe veya uçurum dibinde biriken kaya parçalan; meyil.

tamable

bak. tameable.

tamale

i. mısır ile kıyma ve kırmızı biberle yapılan Meksika yemeği.

tamandua

i. karınca yiyengillerden tamandua, zool. Tamandua tetradactyla .

tamarack

i. Amerika'ya mahsus bir çeşit çam, lariks, bot. Larix laricina.

tamarin

i. ipek maymun, zool. Leontocebus rosalia.

tamarind

i. demirhindi, bot. Ta marindus indica; demirhindinin meyvası.

tamarisk

i. Ilgın, bot. Tamarix.

tambour

i., f. trampet, ufak davul; kasnak; kasnak işi; f. kasnağa gerip işlemek.

tambourine

i. tef.

tame

s., f. evcilleştirilmiş, ehlileştirilmiş, alıştırılmış; uysal, munis, yumuşak huylu; zararsız; tatsız, yavan, manasız; f. ehlileştirmek, evcilleştirmek; uysallaştırmak, uslandırmak; yumuşatmak, hafifleştirmek. tame'ly z. uysalca. tame'ness i. evcillik; uysallık .

tameable

s. evcilleştirilebilir, ehlileşme kalileştirilebilir tameability biliyeti.

tamer

i. terbiyeci.

tamerlane

i. Timur.

tamis , tammy

i. süzgeç yapımında kullanılan bir çeşit kumaş; kumaştan süzgeç.

tamoshanter

i. tepesi geniş ve püsküllü İskoç beresi.

tamp

f. bastırıp sıkıştırmak .

tamper

f., with ile birinin işine karışmak; dokunmak; değiştirip bozmak, oynamak; kurcalamak; hile karıştırmaki

tamper

i. hafifçe vurarak bastıran kimse veya alet, sıkmaç.

tampion

i. top ağzı tapası.

tampon

i., f., tıb. tampon; f. tampon ile tıkamak.

tamtam

i. tamtam.

tan

f. (-ned, -ning) i., s. tabaklamak, de bagat etmek; güneşe göstererek karartmak; k.dili. kamçılamak, dayak atmak; güneşte yanıp esmerleşmek; i. sarımsı kahverengi; güneşte yanmış ten rengi; tanen, mazı tozu; s. açık kahverengi; sepicilikte kullanılan. tan pit, tan vat debbağhane kuyusu. tan yard i. debbağhane, tabakhane.

tan

(kıs.) tangent.

tanager

i. ispinoza benzer parlak tüylü ve Amerika'ya mahsus bir çeşit kuş.

tanbark

i. meşe kabuğu.

tandem

z., i., s. birbiri ardına koşulmuş halde; i. birbiri ardına koşulmuş atlar; iki kişilik bisiklet: s. birbiri arkasına dizilmiş .

tang

f., i. madeni ses çıkarmak, tangırdamak; i. madeni ses, tangırtı.

tang

i. acı tat veya koku, keskin çeşni.

tang

i. bir çeşit su yosunu.

tang

i. bıçağın sapa giren kuyruğu, berazban, pırazvana.

tanganyika

i .Tanganika.

tangent

s., i. dokunan; geom. teğet kabilinden; i., geom. teğet; tanjant. go off at a tangent birden konu değiştirmek. tangency i. teğet geçme; konuya bağlı kalma.

tangential

s. teğet halindeki; yüzeysel. tangentially z. yüzeysel olarak.

tangerine

i. mandalina, bot. Citrus reticulata.

tangible

s. dokunulur, tutulur; anlaşılır, akla yakın, kavranabilir; gerçek; maddi; duyulur, hissedilir. tangible assets maddi kıymetler. tangiblos i. mal, mülk, servet. tangibil'ity, tangibleness i. tutulabilme. tangibly z. gerçek olarak; dokunulur halde.

tangier

i. Fas'ta Tanca şehri.

tangle

i .yenilebilen bir çeşit su yosunu, bot. Laminaria saccharina.

tangle

f., i. dolaştırmak, karıştırmak, karmakarışık etmek, arap saçına çevirmek; başına iş açmak; karışık vaziyete düşmek; girişmek; tartışmak; i. karmakarışık şey, düğüm olmuş şey; karışıklık, muğlâklık; deniz dibindeki hayvanlar tarayarak yakalama aleti. a tangle of weeds sarmaşık örgüsü, sarmaşık ağı.

tango

i. tango.

tangram

i. bir kare teşkil etmek üzere kesilmiş yedi parçadan ibaret bir Çin bulmacası.

tangy

s. hasiyetli, keskin.

tanist

i., tar. Kelt kabile reisinin hayattayken seçilen veliahdı. tanistry i. Keltlerde cülus kanunu.

tank

i., f. sarnıç, su deposu; depo, tank; havuz, golcük; ask. tank; f. sarnıca koymak. tank town (A.B.D.), k.dili. eskiden trenlerin su aldığı ara istasyon. tank up k.dili. istimini almak; yakıt almak.

tankage

i. havuz veya depoya doldurma; havuz doldurma ücreti; havuz veya depo istiap hacmi; mezbaha artıkları.

tankard

i. kapaklı büyük içki maşrapası.

tanker

i. tanker.

tanner

i. debbağ, tabak, sepici; (İng),( argo )altı penilik para. tannery i. debbağ hane, tabakhane.

tannic

s. tanenli.

tannin

i. tanen, mazı tozu.

tanning

i. sepileme, tabaklama, debagat; güneşte esmerleşme.

tansy

i. solucan otu, bot. Tanacetum vulgare.

tantalize, (ıng.) -lise

f. boşuna ümit vermek, hayal kırıklığına uğratmak, bir şeyi gösterip vermemek, colloq. kuyruk sallamak .tantaliza'tion i. boşuna ümit verme, kuyruk sallama. tantalizingly z. hayal kırıklığına uğratarak.

tantalum

i., kim. tantal.

tantalus

i., Yumit kral Tantalus.

tantamount

s., to ile eşit, müsavi, aynı.

tantara

i. boru sesi.

tantivy

i., s., z .av narası; s. acele, hızlı; z. hızla, acele ile; dörtnala.

tanto

z., it., müz. o kadar.

tantrum

i. huysuzluk nöbeti, aksilik, terslik fly. into a tantrum. hiddetten ter ter tepinmek.

tanzania

i. Tanzanya.

taoism

i. Taoizm, Tao mezhebi. Taoist s., i. Taoist.

tap

i., f. (-ped,- ping) musluk; tıkaç; fıçı tapası; fıçıdan alınmış içki; (İng.), k.dili. meyhane; kılavuz, burgu; elektrik bağlantısı; f. delip sıvıyı akıtmak; kaçak veya gizli bağlantı kurmak; kılavuzla vida yuvası açmak; bağlantı kurmak, bağlamak; (argo) sızdırmak. on tap fıçıdan alınıp satılmaya hazır; k.dili hazır .

tap

f., i. hafifçe vurmak; tıkırdatmak; pençe vurmak (ayakkabı); i. hafif vuruş; tıkırtı,tıpırtı; pençe; ayakkabı demiri. tap on the shoulder seçmek; omzuna hafifçe vurmak. tap dance ayak uçlarını veya topuklan yere vurarak yapılan bir dans.

tape

i., f. bant, şerit, kurdele; metre şeridi; f.. şeritle bağlamak; şeritle ölçmek; banda almak. tape deck, tape player amplifikatörü olmayan teyp. tape recorder teyp. tapeline i., tape measure metre şeridi, mezura, mezür .red tape kırtasiyecilik, lüzumsuz resmi muamele. have something taped sardırmak; içyüzünü bilmek; banda almak.

taper

i., s., f. çok ince mum; gittikçe incelen şey; s. gittikçe incelen; f. gittikçe incelmek veya inceltmek, sivrilmek, sivriltmek; azalmak, eksilmek. tapering s. gittikçe incelen.

tapestry

i. goblen, resim dokumalı duvar örtüsü. tapestried s. goblenle kaplı.

tapeworm

i. bağırsak kurdu, şerit, tenya, zool. Taenia.

tapioca

i .tapyoka.

tapir

i. tapir, zool. Tapiridae.

tapis

i. goblen örtü. on the tapis müzakere halinde.

tapper

i. hafifçe vuran kimse veya şey; maniple.

tappet

i., mak kol, manivela .

tapping

i. hafifçe vurma; musluktan alınan şey.

taproom

i.. meyhane, bar.

taproot

i. bitkinin toprağa inen ana kökü.

taps

i., (çoğ.) ask. yat borusu.

tapster

i. meyhane tezgâhtarı, barmen.

tar

i., f. (-red,- ring) katran; f. katranlamak, katran sürmek. tar and feather ceza olarak üzerine katran sürüp tüy yapıştırmak. tarwater i. katranlı su. tarred with the same brush aynı fikir veya huy- ları olan, aynı maldan, al birini vur ötekine.

tar

i., k.dili. gemici.

taradiddle

i., k.dili. yalan .

tarantella

i. Napoliye mahsus oynak bir dans; bu dansın havası.

tarantism

i., tıb. dans ve müzik manisi husule getiren sinir hastalığı.

tarantula

i. rüteyla, bir çeşit büyük örümcek, zool. Lycosa tarentula.

taraxacum

i., ecza. hindiba kökü .

tarboard

i. hamuruna katran karıştırılan bir çeşit sağlam mukavva.

tarboosh

i., Ar. fes.

tarbrush

i. katran fırçası.

tardigrade

s., i. yavaş yürüyen; i. suda veya yosunda bulunan mikroskobik hayvan, tardigrad.

tardo

s., z., it., müz. yavaş.

tardy

s. yavaş hareket eden; geç kalan veya gelen, geciken. tardily z. gecikerek. tardiness i. gecikme.

tare

i., f. dara; f. darasını düşmek .

tare

i. delice, bot. Lolium temulentum; burçak cinsinden bir ot, bot. Vicia sativa.

target

i. hedef; nişangâh; tenkide hedef olan kimse; demiryolu makası üzerinde hattın açık veya kapalı olduğunu gösteren işaret; yuvarlak kalkan. on target hedefe yöneltilmiş. target date hedef edinilen tarih.

targum

i. eskiden Musevilerin kullandığı Arami diline tercüme olunan Tevrat kısımlarından biri.

tariff

i., f. ithalât veya ihracat üzerine hükümetin koyduğu vergi; tarife; f. gümrük tarifesi yapmak; vergi koymak. preferential tariff dost memleketlere uygulanan indirimli gümrük tarifesi.

tarlatan

i. ince ve şeffaf muslin, tarlatan.

tarmac

i., (İng.) asfalt yol; hav. asfalt iniş meydanı.

tarn

i. dağda bulunan ufak göl.

tarnation

i., (ünlem), (A.B.D.), leh. lânet.

tarnish

f., i. kirletmek, lekelemek; lekelenmek; donuklaştırmak, karartmak; kararmak, donuklaşmak; i. leke, kir; kararma, donuklaşma .

taro

i. kolakas, gölevez (bir tür ağaç şeklinde bitki), bot. Colocasia escu lenta; kulkas kökü. (Türkiye'de Mersin ve Kıbrıs'ta yetiştirilen bir kök sebzedir.)

tarot

i. eski zaman iskambil kâğıdı.

tarp

i., k.dili. katranlı muşamba tente.

tarpaper

i. katranlı kâğıt.

tarpaulin

i. katranlı veya boyalı muşamba; katranlı muşambadan yapılmış şapka veya ceket; gemici.

tarpon

i. Meksika körfezinde bulunan iri bir av balığı.

tarradiddle

bak. taradiddle.

tarragon

i. tarhun, bot. Artemisia dracunculus.

tarry

f. i. oyalamak; geç kalmak, gecikmek; kalmak, durmak; i. bekleme, durma.

tarry

s. katran kaplı, katrana benzer, katranlı.

tarsal

s. ayak bileğine ait.

tarsier

i. cadı maki, zool. Tarsius spectrum.

tarsus

i.(çoğ.. si) ayak bileği.

tart

s. ekşi, mayhoş; ters, keskin, acı. tart'ly z. terslikle; ekşice .tart'ness i. ekşilik; keskinlik.

tart

i. turta; (argo) fahişe, sokak kadını.

tartan

i., s. kareli ve yünlü İskoç kumaşı; s. bu kumaştan yapılan.

tartan

i. Latin yelkeni olan tek direkli ve Akdeniz'e mahsus bir gemi.

tartar

i. Tatar; düzenbaz kimse, çetin ceviz.

tartar

i .şarap tortusu; kefeki pesek.

tartaricacid

asit tartarik, tar tar asidi.

tartarous

s. şarap tortusuna ait; şarap tortusu cinsinden; kefeki kabilinden.

tartarus

i., Yu. mit. ölüler diyarı ''Hadesten aşağıda bulunan derin uçurum.

tartary , tatary

i. Tataristan.

tartish

s. ekşice; tersçe.

tartrate

i., kim tartar asidinin tuzu.

tartuffe

i. Moliere in bir piyesinde ikiyüzlü papaz; dindarlık taslayan kimse.

tarzan

i. tarzan.

tasimeter

i. ısı değişikliklerini ölçmeye mahsus elektrikli cihaz, tasimetre. tasimetry i. tasimetre ile ölçme .

task

i., f. iş, görev, vazife; ödev; hizmet; külfet; f. iş vermek, görevlendirmek; külfet yüklemek; itham etmek, suçlamak. task force geçici işbirliği. take one to task azarlamak, paylamak .

taskmaster

i. başkasına iş yükleyen kimse, angaryacı .

taskwork

i. götürü iş; külfetli iş.

tassel

i., f. püskül; f püsküllerle süslemek; püskül vermek, püskül haline gelmek.

taste

f .tatmak, tadına bakmak, çeşnisine bakmak; denemek; tadı olmak. taste blood galip gelmekten büyük bir zevk almak. taste of tatmak, görmek.

taste

i. lezzet, tat, çeşni; tat alma duyusu; uyum; üslûp; az miktarda şey; yudumluk, tadımlık miktar; tatma a taste for hoşlanma, hazzetme, beğeni, zevk. in good taste uygun .in bad taste uygunsuz. leave a bad taste kötü etki bırakmak. out of taste zevksiz. to one's taste zevkine uygun. taste bud anat. papilla.

tasteful

s. uyumlu, zarif. taste fully z. zevkle. tastefulness i. zevk; zevklilik.

tasteless

s. tatssız, yavan; zevksiz; uygunsuz. tastelessly z. tatsızca. tastelessness i. tatsızlık; uygunsuzluk.

taster

i. çeşnici; şarap tatmaya mahsus ufak bardak .

tasty

s. tatlı, lezzetli, çeşnili, zevkli, zevke uygun .

tat

f. (-ted, -ting) mekik oyası yapmak . tatting i. mekik oyası.

tatar , tartar

i. Tatar.

tatter

i., f. çaput, paçavra; çoğ. yıpranmış giysi; f. parçalayıp paçavra haline koymak; parçalanmak.

tatterdemalion

i. üstü baş perişan kimse, pejmürde kimse.

tattle

f., i. fitlemek, yerip çekiştirmek, gammazlamak; gevezelik etmek, boşboğazlık etmek, sırrı ifşa etmek; i. boşboğazlık, dedikodu; bebeğin gevelediği sözler. tattler i. fitneci kimse, gammaz kimse, boşboğaz kimse, zevzek kimse, dedikoducu kimse; çullukgillerden Amerika'ya özgü bir kuş .

tattletale

i., s. fitneci kimse; s. açığa vuran. tattletale gray gri beyaz, azmış (çamaşır).

tattoo

i., ask. koğuş borusu veya trampeti. beat a tattoo trampet çalmak, parmaklarla masayı tıkırdatmak.

tattoo

f., i. vücuda dövme yapmak; i. dövme.

tau

i. Yunan alfabesinde t. harfi.

taught

bak. teach .

taunt

f., i. alay etmek, sataşmak; azarlamak; i. alay; iğneli söz; meydan okuma. taunt'ingly z. alayla; sataşarak.

taupe

i. köstebek; köstebek derisi rengi, kahverengimsi gri renk.

taurine

s. boğaya ait; astr. Boğa burcuna ait.

taurus

i., astr. Boğa takım yıldızı; Boğa burcu, Sevir; Toros Dağları.

taut

s .sıkı, gergin; düzenli, tertipli haul. taut den. aganta etmek. taut'ly z. gergince. taut'ness i. gerginlik.

tauten

f. sıkılaştırmak, gerginleştirmek; den. aganta etmek.

tauto

(önek) aynı; tekrar .

tautological

s. lüzumsuz yere tekrarlayan.

tautology

i. gereksizce tekrarlanan ifade; lüzumsuz söz tekrarı.

tavern

i. taverna, meyhane; han.

taw

i. bilye oyunu; bilye; bu oyun için başlangıç çizgisi.

taw

f. tanen yerine şap ve tuz kullanmak suretiyle kösele yapmak; (ing.) Leh. dövmek.

tawdry

s. ucuz ve cafcaflı, bayağı, zevksiz.

tawny

s.. esmer, koyu kumral, sarımsı kahverengi.

tax

i., f. vergi, resim; külfet, yük; f. vergi koymak, vergi yüklemek; mahkeme masrafım tayin etmek; isnat etmek, yüklemek; külfet olmak, yormak, tüketmek. tax certificate icra yoluyla alman mülkün vergi borcunun ödendiğini belirten vesika .tax list vergi listesi. tax ones belief inancını sarsmak. tax shelter gelir vergisi indirimi için baş vurulan çare. tax ones patience sabrını tüketmek. income tax gelir vergisi. indirect tax hidden tax dolaylı vergi.

taxable

s. vergiye tabi. taxabil'ity i. vergiye tabi tutma veya olma .taxably z . vergiye tabi olarak.

taxation

i. vergilendirme; vergi; mahkeme masrafı.

taxdeductible

s. vergiden düşülebilen.

taxeme

i., dilb. en ufak gramer bölümü.

taxfree

s. vergiden muaf.

taxgatherer

i., tax collector vergici.

taxi

i., f. taksi; f. taksi ile gitmek; hav. taksilemek taxi dancer.(A.B.D.) beraber dans etmek için ücretle tutulan kız .

taxicab

i. taksi.

taxidermy

i. hayvan postunu doldurma sanatı. taxider'mic s. hayvan postunu doldurmayla ilgili. taxidermist i. hayvan postunu dolduran sanatçı.

taximeter

i. taksi saati, taksimetre.

taxis

i., tıb yerinden oynamış veya çıkmış bir uzvu el ile tekrar yerine koyma; refleks, yansı, tepke.

taxonomy

i. sınıflandırma ilmi.

taxpayer

i. vergi veren kimse, vergi mükellefi.

tazza

i., it çok süslü ayaklı vazo veya kadeh.

tb ,tb

kıs. tuberculosis.

tea

i., f. çay fidanı, bot. Thea sinensis; kuru çay yaprağı; çay; demli içecek; çay ziyafeti; (İng.) akşam kahvaltısı; f. çay içmek: çay vermek. tea bag çay yapmak için içinde çay yapraklan bulunan kâğıt torba. tea ball içine çay yaprakları konulup kaynar suya batırılan delikli yuvarlak. top tea caddy çay kutusu. tea ceremony Japonlara özgü resmi çay servisi. tea chest içi kurşun kaplı çay sandığı. tea cosy çaydanlık külâhı, çaydanlık örtüsü .tea dealer çay tüccarı. tea drinker çay tiryakisi. tea party çay ziyafeti, çay daveti. tea rose çay gibi kokan gül, çay gülü. tea service çay takımı. tea urn semaver. tea wagon tekerlekli servis masası .

teach

f. (taught) öğretmek, eğitmek, yetiştirmek; göstermek; ders vermek, hocalık etmek.

teachable

s. öğrenmeye hevesli, öğrenme kabiliyeti olan; uysal. teachabil'ity, teachableness i. öğrenme kabiliyeti.

teacher

i. öğretmen, hoca. teacher bird çömlekçi kuşu, zool. Furnarius teachers college. (A.B.D.) eğitim fakültesi. teachers pet öğretmenin gözde talebesi.

teaching

i. öğretme, öğretim; öğretilen şey, telkin, talim. teaching machine öğretici makina.

teacup

i. çay fincanı teacupful i bir çay fincanı dolusu.

teahouse

i. çay evi.

teak

i. gemi inşaatında kullanılan tik ağac kerestesi. teak tree tik ağacı, bot. Tec tonagrandis.

teakettle

i. çay ibriği, çaydanlık.

teal

i. çamurcun, zool. Anascrecca.

team

i., f. çift hayvan takımı, arabaya koşulmuş bir veya birkaç at; oyuncu takımı, ekip: leh. ördek sürüsü; f. takım atlatı sürmek; takım kurmak; grup meydana getirmek, takıma girmek.

teamster

i. yük arabacısı; kamyon şoförü .

teamwork

i. takım halinde çalışma işbirliğiyle yapılan grup çalışması

teapot

i. çay demliği.

tear

i .gözyaşı; gözyaşına benzer şey; damla; çoğ. keder. tear bomb göz yaşartıcı bomba. tear gas göz yaşartıcı gaz. in tears ağlamakta .weep bitter tears acı acı ağlamak .tear'y s gözyaşları ile ıslanan, göz yaşları ile dolu.

tear

f. (-tore, -torn) i. yırtmak; yarmak; koparmak; çok hırpalamak; kopmak; yırtılmak, yarılmak; çılgın gibi koşmak; i. yırtık, yırtık şey; (argo) cümbüş, çılgınca eğlence; çılgınca hareket. tear down k.dili. yıkmak, kötülemek. tear into k.dili. saldırmak. tear ones hair saçını başını yolmak. tear sheet bir mecmua veya kitaptan seçilip. kesilen sayfa. tear up harap etmek, colloq. köstebek yuvasına çevirmek; yırtmak. wear and tear yıpranmış olma.

teardrop

i., s. gözyaşı damlası; s. damla şeklinde.

tearful

s. gözyaşı dolu, ağlayan. tear fully z. ağlayarak. tearfulness i. gözyaşı ile dolu olma.

tearing

s., k.dili. çılgınca; (İng.) korkunç, kocaman .

tearjerker

i.,( A.B.D.), (argo) aşırı derecede kederli hikâye veya filim.

tearless

s. gözyaşı kesilmiş, gözleri kurumuş, gözyaşsız. tearlessly z. ağlamadan, gözyaşı dökmeden. tearlessness i. ağlamayış.

tease

f., i. kızdırmak, eziyet etmek, rahat vermemek, tedirgin etmek; durmadan rica etmek; takılmak; önce yüz verip sonra sırt çevirmek; ditmek, yün taramak, didiklemek, mıncıklamak; (saç) kabartmak; mikroskopla muayene için liflere ayırmak; i. takılmayı seven kimse; takılma; canını sıkma; önce yüz verip sonra sırt çeviren genç kız.

teasel , teazel

i., f. tarakotu; kumaş tüyünü kabartmak için kullanılan kuru deve dikeni başı, kumaş tüyünü kabartma aleti; f. kumaş tüyünü kabartmak. fuller's teasel fes tarağı, bot. Dipsacus fullonum.

teaser

i. takılmayı seven kimse; bulmaca; yün tüyünü kabartma makinası; gelecek programı gösteren filim; iştah açıcı şey; sahne perdesinin arkasında asılı bulunan ve tavanın görülmesini önleyen kısa perde.

teaspoon

i. çay kaşığı. teaspoonful i. çay kaşığı dolusu.

teat

i. meme, emcik.

tech

kıs. technical, technology .

technic

i. yöntem; teknik, bir sanatı icra usulü veya hüneri.

technical

s. sanata ait; ilmi, fenni, mesleki, teknik; resmi, resmiyete uyan; kanuna göre, kurallara göre. technically z. teknik bakımından; resmi yönden.

technicality

i. ilmi nitelik; ilmi veya fenni terimlerin kullanılması; fen veya sanayi ile ilgili ayrıntılar; incelik, ayrıntı .

technician

i. ilim veya fen veya sanat uzmanı, teknisyen, teknikçi.

technique

i. teknik, yordam.

technocracy

i. uzmanların yönetimi altında hükümeti idare etme teorisi.

technological

s. teknolojiye ait technologist i teknoloji uzmanı.

technology

i. sınai işler ilmi; sanat veya meslek terimleri; teknoloji. institute of technology teknik üniversite.

tectonic

s. inşaat veya yapıya ait; tektonik ile ilgili. tectonics i. mimarlık, yapı sanatı, inşaat sanatı, tektonik.

ted

f. (-ded, -ding) yeni biçilmiş otu kurutmak için altüst edip yaymak. ted'der i. yaş otu altüst eden kimse veya makine.

teddy bear

tüylü oyuncak ayı.

tedeum

Lat. Hıristiyanlarda eski bir şükran ilâhisi; Hamt olsun; bu ilahinin müziği; bu ilahi ile yapılan dinsel tören.

tedious

s. sıkıcı, yorucu, can sıkan; usandırıcı. tediously z. sıkıcı bir şekilde. tediousness i. sıkıcılık.

tedium

i. can sıkıntısı, bezginlik.

tee

i. T harfi; T şeklinde şey; T şeklinde boru. tee shirt bak T-shirt.

tee

i., f. bazı oyunlarda hedef; golf her deliğe gidecek topa ilk vuruşun yapıldığı belirli yer; vurulmak üzere topu üzerine koydukları küçük kum yığını veya tahta çubuk; f. golf topunu kum yığını üstüne koymak .tee off golf topu kum yığınının üstünden vurarak oyuna başlamak. teed off kızgın, sinirlenmiş. to a tee tamam, tam .

teem

f. çok olmak; kaynamak; verimli olmak; dolu olmak; doğurmak, mahsul vermek. teem'ing s. bol bol, çok; bereketli, verimli.

teem

f .çok yağmak (yağmur) .

teenage

s. on üç, ile on dokuz yaşlar arasındaki devreye ait. teenager i. on üç ile on dokuz yaşlar arasındaki kimse.

teens

i., çoğ. on üç ile on dokuz arasındaki yaşlar. in her teens bu yaşta (ki) .

teeny

s., k.dili. ufak, ufacık .

teenybopper

i., (argo) on üç ile on dokuz yaşlar arasındaki hippi kız .

teenyweeny

s. ufacık, minnacık.

teeter

f., i. sendeleyerek yürümek; düşmek üzere olmak sallanmak; kararsız olmak.

teetertotter

i. tahterevalli.

teeth

bak. tooth.

teethe

f. diş çıkarmak. teeth'ing i. çocuğun diş çıkarması veya diş çıkarma zamanı. teething ring bebeklerin dişlerini kaşıması için plastik halka.

teetotal

s. alkollü içki içmemeye ait; Yeşilaycı; tamamen, bütün. teetotaller i. ağzına içki almayan kimse. teetotalism i. içki içmeme prensibi. teetotally z., k.dili. tamamen, bütün bütün.

teetotum

i. kumar kabilinden topaç çevirme oyunu; el ile çevrilen topaç.

teg

i., (ing) bir yaşındaki koyun.

tegmen

i. (çoğ. tegmina) anat. örtü, tegmentum, zartegmen'tal s. örtü kabilinden .

tegucigalpa

i. Tegucigalpa, Honduras'ın başkenti .

tegular

s. tuğla gibi, tuğlaya ait; tuğla biçiminde düzenlenmiş.

tegument

i. zar, deri, kabuk. tegumen'tal s. zar kabilinden.

tehee

i., f.,( ünlem )kıkır kıkır gülme; f. kıkır kıkır gülmek; (ünlem )bu gülüşü belirleyen söz; slang. Ayvayı yedin mi ?

teheran , tehran

i. Tahran, İran'ın başkenti.

teknonymy

i. anneye veya babaya çocuğun ismini verme usulü.

tektite

i., jeol. Avustralya ve diğer bazı yerlerde bulunan ve atmosferin dışında oluştuğuna inanılan cam gibi yuvarlak cisimler.

tel

(kıs.) telegram, telegraph, telephone.

tela

i., anat. beyin zarı, zar.

telamon

i. (çoğ.- mones) mim. erkek heykeli şeklinde taş sütun.

telecast

f. (-cast veya -ed) i. televizyonla yaymak; i. televizyon yayını .

telecommunication

i. telekomünikasyon .

telegram

i. telgraf, telgrafla gönderilen haber .

telegraph

i., f. telgraf makinası; telgraf sistemi, telgraf; f. telgraf çekmek . telegraph board at yarışı meydanımda yüksek bir yere konulup at ve binicilerin isimlerini gösteren levha. telegraph cable telgraf kablosu. telegraph key telgraf anahtarı, telgrafla haber gönderme aleti. wireless telegraph telsiz telgraf .

telegrapher,phist

i .telgrafçı.

telegraphic,ical

s. telgrafla ilgili veya telgraf makinalarına ait; çok kısa .telegraphically z .telgrafla .

telegraphy

i. telgraf sistemi veya kullanma usulü.

telekinesis

i. telekinezi, uzadevim.

telelectric

s. uzak mesafelere elektrikle tesir eden.

telemark

i. kayakta dönmek veya çabucak durabilmek için ağırlığı öndeki kayağa verip ucunu içe doğru çevirerek yapılan dönüş .

telemechanics

i. bir makina veya aleti radyo vasıtasıyla uzaktan idare etme usulü.

telemeter

i. telemetre.

telemotor

i., den. kaptan köprüsündeki dümen dolabı ile dümen arasındaki donanım .

teleology

i. kozmolojinin son gayeler üzerinde çalışmalarını yürüten dalı; tabiatta hâkim olan yaratıcı düzeni inceleyen bir evrenbilim dalı; tabiatta belirli bir düzen bulunduğunu iddia eden öğreti. tell teleolog'ical s .tabiattaki düzene ait; ereksel.

telepathy

i .telepati, uzaduyum . telepath'ic s telepatiye ait. telepath'ically z. telepati ile. telepathist i. telepatiye inanan kimse; telepati kabiliyeti olan kimse.

telephone

i., f. telefon; f. telefon etmek, telefonla konuşmak. telephone central, telephone exchange telefon merkezi, santral on the telephone telefonda, telefonla .

telephonic

s. uzağa ses götüren: telefona ait. telephonically z. telefon ile .

telephony

i. sesi uzağa nakletme ilmi, telefon kurma veya işletme bilgisi.

telephoto

i., telephoto. lens dürbün gibi fotoğrafı büyüten mercek.

telephotograph

i. uzak mesafeden çekilen fotoğraf. telephotograph'ic s bu usule ait .telephotog'raphy i .telefotografi.

telescope

i., f .dürbün, teleskop: f. teleskop ayar kısımları gibi birbirine geçirmek; iç içe geçmek: kısaltmak: birbirinin içine girmek. reflecting telescope aynalı dürbün. refracting telescope iki ucunda merceği olan teleskop. telescopy i. dürbün kullanma usulü.

telesthesia

i., psik. uzaktan hissedilen tesir.

teletype

i. tel ile bağlanan otomatik yazı makina sistemi.

teleview

f. televizyona bakmak, televizyonda görmek .

televise

f. televizyonla yaymak.

television

i. televizyon, uzagörüm .

telford

s. kırık taşla çakıl ve kumdan yapılmış (yol).

telic

s. amaçlı, gayeli.

tell

i., ark höyük.

tell

f. (told) söylemek, nakletmek, hikâye etmek, anlatmak; ifade etmek, beyan etmek, tebliğ etmek, bildirmek; saymak, birer birer saymak; emretmek; keşfetmek, ifşa etmek, yaymak; temin etmek; itiraf etmek; tesiri olmak, tesir etmek; haber vermek, haber yaymak, şikâyet etmek. tell a story masal anlatmak. tell a story, tell a lie yalan söylemek, masal okumak. tell fortunes fal açmak tell it like it is (A.B.D.),( argo) olduğu gibi anlatmak; gerçeği anlatmak. tell off sayıp ayırmak; k.dili. yüzüne vurmak, şiddetle azarlamak. tell on yormak, bıkkınlık vermek; k.dili. birini ele vermek, gammazlamak. tell tales masal uydurmak; sır söylemek, gammazlık etmek. tell things apart birbirinden ayırt etmek, ayırmak. tell time saatin kaç olduğunu anlayabilmek; zamanı göstermek. Every blow tells Her darbenin tesiri var. all told bütünüyle, hepsi beraber.

teller

i. anlatan kimse: veznedar, kasa memuru; sayıcı, bir mecliste oylan sayan kimse .tellership i. veznedarlık.

telling

s. tesirli, etkili .tellingly z. etkili bir şekilde, tesirli olarak.

telltale

i., s. başkalarının sırlarını orada burada anlatan kimse, dedikoducu kimse; dümenin durumunu gösteren alet; org körüğünün dolu veya boş olduğunu gösteren cihaz; memurların işe gelip gitme saatini kaydeden saat: tren makinistine bir köprünün yaklaştığını ihtar için hatların üstünde asılı bulunan ip parçalan: s. dedikoducu, sır söyleyen özel veya gizli bir şeyi meydana vuran.

tellurian

s., i. arza ait, dünyaya ait: i. dünyadaki varlık: dünyanın hem güneş hemde kendi ekseni etrafındaki hareketlerini temsil eden model.

tellurium

i. tellür.

telly

i., (İng), k.dili. televizyon .

telodynamic

s. bir kuvveti uzak bir mesafeye iletmeyle ilgili veya bu işte kullanılan.

telpher

i. teleferik. telpherage i. teleferikle eşya nakletme sistemi.

telson

i., zool. eklembacaklılarda karnın en son oynak kısmı.

telstar

i. Telstar, yayın için kullanılan sunî peyk.

temblor

i., (A.B.D.) yer sarsıntısı, deprem.

temerarious

s .delicesine cesur, lüzumsuz derecede cesur, cüretkâr, atılgan. temerariously z. cesurca.

temerity

i .delice cesaret, aşırı cüret .

temp

kıs. in the time of, temperance, temperature, temporary.

temper

f. yumuşatmak, hafifletmek: ölçülü hale getirmek, tadil etmek, ıslah etmek: kıvama getirmek; su karıştırıp yoğurmak (balçık); çeliğe su vermek, çeliği kızdırıp hemen soğutarak sertleştirmek, tav vermek, tavlamak; müz. çalgıyı gam dizisine göre akort etmek. temper justice with mercy adalete merhamet katmak.

temper

i .terslik, huysuzluk; mizaç, huy, tabiat; kıvam, karar, terkip; tav, bir maddenin sertlik derecesi; bir şeyin aslını değiştirmek için karıştırılan şey. lose one's temper hiddetlenmek.

tempera

i. suluboya.

temperament

i .tabiat, yaratılış, mizaç, meşrep, huy; ölçülülük, muvazene, kıvam; müz. akort.

temperamental

s. mizaca veya tabiata ait; değişen mizaçlı; huysuz, sinirli; azimsiz. temperamentally z. azimsizce.

temperance

ılımlılık, ölçülülük; içkiden kaçınma;( eski) kendine hakim olma, sükûnet. temperance drink alkolsüz içecek. temperance hotel (eski )içki bulun durmayan otel. temperance movement içki aleyhinde hareket. temperance society içkiyle mücadele derneği.

temperate

s. mutedil, ılımlı ılıman, ılık, sarhoş edici maddelere düşkün olmayan; perhiz yapan. Temperate Zone çoğ. ılıman bölge, dönenceler ile kutuplar arasındaki mıntıka. temperately z.ılımlı olarak. temperateness. ılımlı olma.

temperature

i. ısı derecesi; sıcaklık, sühunet: tıb. insan vücudunun ısı derecesi; ateş,ısı, hararet. temperature curve belirli bir süre içindeki ısı değişikliğini gösteren eğri. critical temperature kritik sıcaklık. normal temperature normal vücut ısısı. take one's temperature termometre ile birinin ısı derecesini ölçmek, birinin ateşine bakmak.

tempered

s. huylu, mizaçlı; ahenkli; karışımla değiştirilmiş; tavlanmış, (çeliğe) su verilmiş.

tempest

i .fırtına, bora, özellikle ,şiddetli rüzgâr fırtınası. tempestbeaten s. fırtınaya tutulmuş, fırtına yemiş. tempest in a teapot ufak bir meseleyi büyütme, pireyi deve yapma. tempesttossed s. fırtına ile öteye beriye atılmış.

tempestuous

s. fırtınalı; çalkantılı; şiddetli, dehşetli. tempestuously z. şiddetle. tempestuousness i. fırtınalı olma.

templar

i., (İng.) Londra'da Inner veya Middle Temple'da oturan hukuk talebesi. Knights Templars on ikinci asırda Kudüs'te kurulan şövalyeler birliği.

template , templet

i. kalıp, şablon, mastar, model; silme kalıbı, kemer kalıbı; den. ana kalıp; takoz; gabari.

temple

i. şakak.

temple

i. mabet, tapınak, ibadethane; eski Kudüs'te Yahudi tapınağı; Mormonların ayinlerine mahsus kilise. templed s .tapmak veya kiliseleri olan; tapmak içinde muhafaza edilen.

temple

i. kumaşı tezgâhta gergin tutmaya mahsus ağaç parçası.

templet

bak. template.

tempo

i. (çoğ. -s, -pi) müz. tempo; tarz, gidiş, yol.

tempora mutantur

Lat. Zaman değişti.

tempora!

O mores! Lat. Bu ne zamanlar! Bu ne ahlâk! Ne günlere kaldık!

temporal

s. şakağa ait. temporal bone şakak kemiği.

temporal

s., i. zamana ait; dünyevi, bu dünyaya ait; geçici, şimdiki zamana ait; cismani, ruhani olmayan; lâik; gram. zaman belirten; i., gen. çoğ. dünyevi şeyler. temporal effairs lâik meseleler. temporal conjunction gram. zaman belirten bağlaç. temporal power lâik idare veya hâkimiyet, dünyevi kudret. temporally z. dünyevi olarak.

temporality

i. muvakkatlik, geçicilik; gen., çoğ. kilise gibi dinsel bir kuruluşa ait emlâk ve gelir.

temporary

s. muvakkat, geçici. temporary possession geçici tasarruf veya mülk. temporar'ily z. muvakkaten, geçici olarak. temporar'iness geçicilik, muvakkatlik..

temporize

f. zamana uymak; başkalarının fikrine uymak, ayak uydurmak; savsaklamak, ihmal etmek; uzlaşmak. temporiza'tion i. zamana uyma, başkalarına ayak uydurma .temporizer i. zamana uyan kimse. temporizingly z. zamana ayak uy- durarak.

tempt

f. baştan çıkarmak, ayartmak; kandırmak; çekici olmak; teşvik etmek; öfkelendirmek, kızdırmak; eskidenemek. tempt fate kadere meydan okumak. tempt to (şeytan) dürtmek.

temptation

i. günaha teşvik etme veya olunma; günaha teşvik edici şey veya kimse; yolu şaşırtma.

tempter

i. teşvik eden adam, baştan çıkaran adam; ayartan adam; b.h. şeytan .temptress i. baştan çıkaran kadın.

tempting

s. akıl çelici, cezbedici, çekici. temptingly z. çekici bir şekilde davet edici görünüşte. temptingness i. cazibe, çekicilik.

tempusfugit

Lat. Zaman (kuş gibi) uçar.

ten

s., i. on; i. on rakamı veya sayısı, 10, X; onlu veya onluk bir şey. Ten Commandments Hazreti Musa'ya Allah tarafından verilen on emir. count in tens onar onar saymak. I'll lay you ten to one on that Bu işte bire karşı on ile bahse girerim. take ten kısa müddet içinde dinlenmek.

tenable

s. makul; inanılabilen; elde tutulabilir; bahiste ispatı mümkün olan; savunması kolay. tenableness, tenabil'ity i. makul olma .tenably z. makulce.

tenace

i. iskambil oyununda ayrı renkten yüksek sayılı iki kâğıt.

tenacious

s. tutar, bırakmaz, vazgeçmez; unutmaz; kopmaz; kuvvetli; yapışkan, özlü; inatçı, direngen. tenaciously z. bırakmayarak, azimle. tenaciousness i . vazgeçmeme, direnme.

tenacity

i. yapışkanlık; direnme, vazgeçmeme; fiz. sağlamlık, sıkılık.

tenaculum

i., tıb. ameliyat sırasında atardamarı tutmak için kullanılan kancalı alet.

tenaille

i. kalenin iki tabyası arasında bulunan hendek dışındaki siper.

tenancy

i. kullanım, kiracılık; kira ile tutulmuş mülk; kira suresi.

tenant

i., f., huk. kullanım hakkı olan kimse, mutasarrıf, mülk sahibi; kiracı; sakin, (bir yerde) oturan kimse; f. kira ile tutmak; içinde oturmak. tenant farmer kira ile çiftlik işleten çiftçi, kiracı çiftçi. tenant right kiracının kira bedelini ödediği müddetçe kullanma hakkı. tenantry i. kiracılık; bir mülkün bütün kiracıları.

tench

i. kilizbalığı, zool. Tinca tinca.

tend

f., gen. to veya toward ile meyilli olmak; vesile olmak; yönelmek .red tending to purple mora çalan kırmızı.

tend

f. hazır bulunmak; den. halatın dolaşmasını önlemek için gözetlemek. tend on veya upon hizmet etmek .tend to k.dili. bakmak, dikkat etmek.

tendency

i. meyil, istidat, eğilim, şev; psik. yönseme.

tendentious

s. taraf tutan; şevli, meyilli.

tender

i., den. yardımcı gemi; gemiye ait olup yolcuları sahile getirip götüren kayık; lokomotife bağlı kömür ve su taşıyan vagon, tender; bakan veya hizmet eden kimse.

tender

f., i. arz ve teklif etmek, sunmak; huk. kira veya borç vermeyi teklif etmek; i., huk. borç karşılığında para teklifi; teklif olunan şey. tender one's resignation istifasını vermek. tender one's services hizmet teklif etmek. legal tender geçerli para.

tender

s. nazik, kolay üzülür, kolay incinir; ufak şeyden etkilenir; zayıf, olgunlaşmamış; müşfik, merhametli, şefkatli; dokunaklı, hassas; ince, narin, cılız; sevgi dolu, seven; dikkatli, incitmekten çekinir; körpe, gevrek, yumuşak. tenderly z. şefkatle . tenderness i. şefkat, yumuşak yüreklilik.

tender-mouthed

s.ağzı geme alışmamış (hayvan).

tenderfoot

i. (ço. foots, feet) Batı Amerika'nın çetin şartlarına henüz alışmamış kimse, güçlüklere alışkın olmayan kimse; başlangıç sınıfındaki erkek izci.

tenderhearted

s. müşfik, yufka yürekli, şefkatli.

tenderize

f. yumuşatmak (et). tenderizer i. eti yumuşatıcı bir madde.

tenderling

i. nazik büyümüş kimse; yeni çıkmış geyik boynuzu.

tenderloin

i. sığır veya domuz filetosu. tenderloin district cinayet ve ırza geçme gibi suçların islendiği ve polise rüşvet vererek kolaylıkla örtbas edildiği bölge.

tendinous

s. tendon cinsinden, kirişsi, veteri; veter dolu.

tendon

i., anat. veter, kiriş, sinir, kasların kemiklere yapışmasını sağlayan yapılar, tendon. tendon reflex veter üzerine vurulunca kasın mukabil hareketi.

tendril

i. asma veya sarmaşık filizi, bıyık.

tenebrae

i. paskalyadan evvelki haftanın son üç gününde okunan dualar.

tenebrific

s. karanlık eden, karartan, kasvet veren.

tenebrous

s. karanlık, kara, koyu; kasvetli .tenebros'ity, tenebrousness karanlık, kasvet.

tenedos

i. Bozcaada.

tenement

i. özellikle ucuz ve adi apartman; huk. mülk olabilen herhangi bir şey; ev, kiralık ev; kiralık apartman; konut, mesken, ikametgâh. tenement district adi ve ucuz apartmanlann bulunduğu semt. tenement house kalabalık ailelerin oturduğu ucuz apartman. tenemen'tal s. kiralık eve veya kiracılara ait.

tenescopic ,ical

s. yalnız teleskopla görülebilen: teleskopa ait: uzağı gören: iç içe girmek suretiyle uzayıp kısalan. telescopic boiler iç içe kayar kısımları olan makina kazanı. telescopicchimney iç içe kayar kısımları olan vapur bacası. telescopic stars yalnız teleskopla görülebilen yıldızlar. telescopically z teleskopla.

tenesmus

i., tıb. idrar veya aptes bozma zorluğu.

tenet

i. inan, doktrin, akide, öğreti, prensip, ilke, görüş .

tenfold

s., z .on kat, on misli. tengallon

tengallon hat

(A.B.D.) kovboy şapkası.

tenia

bak. taenia.

teniacide

i. tenya öldüren ilâç.

teniafuge

i. tenyanın dışarı atılmasını sağlayan ilaç.

teniasis

i. vücutta tenya bulunmasının belirtiler.i

tennis

(i.) tenis. tennis arm, tennis eIbow çok tenis oynamaktan ileri gelen kol ağrısı. tennis ball tenis topu. tennis court tenis sahası, tenis kortu.

tenon

(i.), (f.) doğramacılıkta erkek geçme parçası, oğlan; (f.) erkek geçme parçasını kesmek; böyle parça ile birleştirmek. tenon auger erkek geçme parçasını kesme aleti. tenon saw zıvana testeresi.

tenonitis

(i.), (tıb.) veter iltihabı.

tenor

(i.), (s.) belirli meslek veya yön veya istidat, cereyan, gidiş, akış; tabiat, mizaç, mahiyet; (huk.) asıl suret veya kopya, aslının aynı olan nüsha; (müz.) tenor; tenor sesi veya çalgı; (s.) tenor sesine ait; bu sesle şarkı söyleyen.

tenpence

(i.), (İng.) on penilik para.

tenpennynail

on beşinci yüz yılda yüz tanesi on peniye satılan çivi; 7,5 santimetrelik çivi.

tenpins

(i.) on kuka ile oynanılan oyun, on kuka oyunu, kiy oyunu.

tense

(s.), (f.) gergin, gerilmiş; sinirli; nazik, kopacak gibi; (f.) germek, gerginleşmek. tense'ly (z.) gerginlikle. tense'ness, ten' sity (i.) gerginlik.

tense

(i.), (gram.) fiil zamanı, zaman. sequence of tenses (gram.) cümlede zaman uyumu.

tensible

(s.) gerilebilir. tensibil'ity (i.) gerilme kabiliyeti.

tensile

(s.) gerilir, gerilebilir; gerilmeye ait. tensile strength gerilme direnci. tensile stress gerilme zoru. tensile test germe deneyi. tensil'ity (i.) gerginlik.

tension

(i.) germe, gerilme, gerilim; gerginlik; zihin yorgunluğu; (mak.) germe veya gerilme kuvveti; germe cihazı; (elek.) gerilim, elektromotor kuvvet, voltaj.

tensor

(i.), (anat.) bir organı geren kas; (mat.) üçten fazla elemana dayanarak tanımlanabilen vektör niceliği.

tent

(i.), (f.) çadır, otağ, oba; (f.) çadır kurup oturmak. tent bed çadır gibi tavanı olan yatak. tent caterpillar ağaçlar üzerinde çadır şeklinde yuva yapan tırtıl. tent fly çadırın bezden yapılmış kapısı. tent peg çadır kazığı. bell tent ortası direkli konik çadır. pup tent tek kişilik dam biçiminde çadır.

tent

(i.), (f.), (tıb.) yara fitili; cerrah mili; (f.) cerrah mili ile yoklamak; fitil ile yarayı işletmek.

tent

(i.) bir çeşit siyah İspanya şarabı.

tentacle

(i.), (zool.) mürekkepbaIığında olduğu gibi ince ve uzun dokunma veya kavrama uzvu; (bot.) bazı yapraklarda bulunan ince kıl gibi hassas lif, dokunaç. tentac'ular (s.) kavrama uzvu gibi; dokunaçla ilgili.

tentaculifera

(i.), (çoğ.) kavrayıcı kıl gibi uzuvları olan hayvancıklar sınıfı.

tentative

(s.), (i.) deneme kabilinden, tecrübe olarak yapılan; (i.) tecrübe, deneme. tentatively (z.) muvakkaten, tecrübe kabilinden.

tenter

(i.), (f.) kumaşı gerip kurutmaya mahsus kancalı çerçeve; (f.) kancalı serçeveye germek.

tenter

(i.) (İng.) fabrikada makinalara bakan kimse.

tenterhook

(i.) kumaşı çerçeveye germeye mahsus kancalardan biri. on ten terhooks endişe içinde, sabırsızlıkla bekleyen.

tenth

(s.), (i.) onuncu; onda bir; (i.) onda bir kısım; onuncu gelen şey; ondalık; (müz.) on notalık mesafe. tenth'ly (z.) onuncu olarak.

tenuis

(i.) süreksiz ünsüzlerden biri (k, p, t).

tenuous

(s.) ince, narin; ince uzun; seyrek, hafif; yerleşmemiş, yüzeyde kalan. tenu'ity (i.) incelik; seyreklik. tenuously (z.) seyrek seyrek, hafifçe. tenuousness (i.) seyreklik, hafiflik.

tenure

(i.) işinde kalabilme hakkı; memuriyet veya kullanım süresi; imtiyaz, ayrıcalık.

tenuto

(z.), (s.), (müz.) sürdürerek (söylenen), (kıs.) ten.

teocalli

(i.) eski Meksikalılara özgü ve kesik piramit şeklinde tapınak.

tepee

(i.) Amerika kızılderililerine mahsus konik çadır.

tepefy

(f.) ılık yapmak; ılıklaşmak, ıIımak.

tephrite

(i.), (jeol.) bir çeşit gri volkanik kaya.

tepid

(s.) ılık, sıcakça. tepid'ity, tepidness (ı.) ılıklık. tepidly (z.) ılık olarak.

tepidarium

(i.) eski Roma hamamlarında orta derecede ısıtılmış soğukluk yeri.

tequila

(i.) Meksika'da içilen bir kaktüs likörü.

teraphim

(i.), (çoğ.) eski Musevilerde falcılıkta kullanılan ev mabutları.

terato

önek ucube, acayip ve tabiat üstü şey.

teratology

(i.), (tıb.), (biyol.) teşekküldeki biçimsizlik ve anormallikleri inceleyen biyoloji ve tıp dalı. teratologist (i.) bu ilmin uzmanı.

tercel

(i.) erkek alaca doğan.

tercentenary

(s.), (i.) üç yüzyıla ait; (i.) üç yüzüncü yıldönümü.

tercet

(i.), (müz.), şiir üç mısralı kıta.

terebinth

(i.) sakız ağacı, yabani fıstık ağacı, (bot.) Pistacia terebinthus. terebin'thic, terebin'thine (s.) sakız ağacına ait veya bu familyadan olan; terementi yağına ait.

teredo

(i.) gemi kerestesini delen kurt, gemi kurdu.

tergal

(s.), (zool.) eklembacaklı hayvanların sırt veya arka kısmıyle ilgili veya oraya ait.

tergeminate

(s.), (bot.) üç çift yaprakçıkla çatallaşan yaprak.

tergiversate

(f.) kaçamaklı söz söylemek; din veya parti değiştirmek. tergiversa'tion (i.) değişkenlik, döneklik.

tergum

(i.), (zool.) eklembacaklıların sırt veya arka kısmı.

term

(f.) isim vermek, adlandırmak, demek.

term

(i.) bilim ve sanat kavramlarından birini anlatan kelime, terim; söz; (çoğ.), (huk.) mukavele şartları; şart; (çoğ.) iki şahıs veya iki şey arasındaki ilişkiler; (mat.) eksi veya artı işaretleri ile birleşmiş bir ifadenin kısım larından biri; bir kesrin pay veya paydası, terim; (geom.) had, terim; bir önermede konu ile yüklemden her biri, terim; müddet, süre, vade; mahkemenin açık olduğu süre; öğretim yılının ayrıldığı sömestr; iki dönemden her biri; dönem; (tıb.) doğum zamanı. term insurance belirli bir süre sonunda biten hayat sigortası. term of office hizmet veya memuriyet süresi. term of three years üç yıllık süre. term paper öğretim yılının bir dönemi süresinde yazılması gereken tez. terms of the letter mektubun içindekiler. according to the terms of the treaty anlaşma şartları gereğince. at term belli bir zaman sonunda. be on speaking terms with konuşma durumunda olmak. bring to terms kabul ettirmek, razı etmek. come to term çocuğu doğum zamanına kadar taşımak. come to terms uzlaşmak, anlaşmak, anlaşmaya varmak. during term time ders devresinde, sömestrde. in plain terms açıkça, basit sözlerle. in terms of tabirince, ilgili olarak, dayanarak. make terms uyuşmak, uzlaşmak. on easy terms kolay bir şekilde; taksitle; uygun şartlarla. set a term to müddet tayin etmek. term' less (s.) süresiz, sınırsız.

terminable

(s.) sınırlanabilir, vadesi tayin edilir. terminabil'ity, terminableness (i.) vadeye tabi olma.

terminal

(s.), (i.) uçta veya sonda olan veya bunlara ait; (bot.) dal veya sapın ucunda bulunan; demiryolunun başına ait; belirli zamanlarda meydana gelen; ölümle sonuçlanan; (i.) uç, nihayet, bağlantı; terminal; (elek.) kutup, terminal; demiryolu başı ile ona bağlı makas ile istasyon ve depolar; (mim.) tırabzan başında bulunan süs; kompütöre bağlı yazı makinası ve benzeri. terminal illness öIümle sonuçlanan hastalık. terminal leave terhisten evvel verilen son izin. terminally (z.) ölümcül derecede.

terminate

(f.), (s.) bitirmek, son vermek; sınırlamak, hudut koymak; bitmek, sona gelmek; (s.) sınırlanmış, mahdut; sona eren.

termination

(i.) tahdit, sınır; nihayet, son, bitirme, bitim; sonuç, netice; (gram.) sonek, çekim eki. terminational (s.) sona ait; bitiren; (gram.) soneki olan.

terminative

(s.) bitiren, son veren; kesin, nihai. terminatively (z.) son vererek.

terminator

(i.) sınırlayan veya tahdit eden şey; bitiren şey; (astr.) ay veya gezegenin aydınlık ve karanlık kısımlarını ayıran sınır.

terminism

(i.), (fels.) soyut kavramların gerçek bir varlığı olmadığını ileri süren öğreti.

terminology

(i.) teknik terimler; terminoloji.

terminus

(i.) (çoğ. ni) hudut, sınır, son, nihayet; gaye, maksat; demiryolu başı; demiryolu başının bulunduğu istasyon veya şehir; son durak; sınır işareti; (bh) eski Romalıların sınırlarla ilgili tanrısı. terminus ad quem (Lat.) bitim noktası; (huk.) bitim günü. terminus a quo (Lat.) başlangıç noktası; (huk.) başlangıç günü.

termite

(i.) beyaz karınca, kanatlı karınca, divik.

termor

(i.), (huk.) bir mülkü belirli bir süre şartıyle kullanan kimse.

termsgant

(s.), (i.) yaygaracı ve şirret (kadın), cadaloz (kadın). termagancy (i.) şirretlik.

tern

(i.) üç rakamdan meydana gelen takım; üç numaranın birleşmesi neticesinde kazanılan piyango ikramiyesi.

tern

(i.)deniz kırlangıcı, balıkçın, (zool.) Sterna hirundo.

ternary

(s.), (i.) üçIü, üçten meydana gelen; üçer üçer giden; (kim.) üç unsur veya atomdan oluşmuş; (mat.) tabanı üç olan (rakam sistemi); üç madenden oluşmuş (alaşım); (i.) bir arada alınan üç şey, üçIü grup.

ternate

(s.) üçten meydana gelen; üçer üçer düzenlenmiş; (bot.) yaprakları üç kısımdan meydana gelen; yaprakları üçer üçer olan.

terne

(f.) kalay ve kurşun alaşımı ile kaplamak. terne'plate (i.) kalay ve kurşun alaşımı ile kaplı demir veya çelik levha.

terpsichore

(i.), (mit.) dans perisi. terpsichore'an (s.) dansla ilgili.

terra

(i.), (Lat.) toprak; yerküre, arz küresi.

terrace

(i.), (f.) satıhtan yüksek yer, set; bayır üstünde sıra evler veya sokak; İspanyol veya ark evlerine özgü düz ve yassı dam, teras, taraça; (f.) set yapmak, bir bayır boyunca sıra sıra setler yapmak. roof terrace evin çatısı üstündeki taraça.

terracotta

fırında pişirilmiş tuğla veya çömlek; tuğla rengi.

terrafirma

kara, yeryüzünün kara kısmı, toprak.

terrain

(i.) savaş alanı veya savunmaya uygun yer; arazi, yer, arsa; özel bir maksada hizmet eden arazi.

terraincognita

bilinmeyen yer, iç tarafları henüz keşfedilmemiş kıta.

terrapin

(i.) Kuzey Amerika'ya mahsus yenilebilen bir çeşit su kaplumbağası.

terraquious

(s.) su ve karadan ibaret.

terrarium

(i.) kara hayvanlarını hayvanat bahçesinde yetiştirmek için onların doğal hayat şartlarına göre hazırlanmış suni yer.

terrazzo

(i.) çimento mozaiki.

terrene

(s.), (i.), eski dünyevi; (i.), eski yer, arz.

terreplein

(i.) istihkâmda topIarın konulduğu üst zemin; yerden yüksek düz zemin.

terrestrial

(s.), (i.) dünya veya karayla ilgili veya onlara ait; karadan meydana gelen; arza ait, dünyevi; karada yaşayan; karasal; (i.) dünyada var olan şey. terrestrial telescope görüntüyü düz gösteren teleskop. terrestrially (z.) dünyevi şekilde; karasal olarak.

terret

(i.) at koşumunda dizginlerin geçirildiği halkaların biri; köpek tasmasındaki halka.

terrible

(s.) korkunç, korkulacak, dehşetli; (k.dili) aşırı, çok, pek. terribly (z.) müthiş bir şekilde; aşırı derecede, çok.

terricolous

(s.), (zool.), (bot.) yerde veya yer içinde yaşayan.

terrier

(i.) teriyer.

terrier

(i.), (huk.) belirli bir semtte fert veya şirketlerin emlâk sicili.

terrific

(s.) korkunç, dehşetli, dehşet verici; (k.dili) fevkalade, çok güzel. terrifically (z.) dehşetli surette; çok.

terrify

(f.) çok korkutmak, dehşete düşürmek.

terrigenous

(s.) yerde doğmuş, topraktan çıkmış veya meydana gelmiş; (jeol.) karadan gelen toprak ile denizin dibinde oluşan veya buna ait.

terrine

(i.) reçel ile dolu olarak satılan toprak kavanoz; bir çeşit sebzeli yahni.

territorial

(s.) karaya veya araziye ait; belirli bir bölgeye ait; Birleşik Amerika'da devlet teşkilatına girmemiş bölgelere ait; bölgesel savunma için hazırlanmış askeri kuvvetlerle ilgili. territorial acquisitions ilhak olunmuş topraklar. territorial army ana vatan ordusu. territorial jurisdiction devletin kendi ülkesi ve ahalisi üzerindeki hakları. territorial waters kara suları.

territory

(i.) toprak, arazi, memleket; bir devlete ait üIke; başka devletin hükmü altında bulunan memleket; (bh) eskiden Birleşik Amerika'da henüz devlet teşkilâtına girmemiş ancak merkezi hükümet tarafından atanan bir vali idaresindeki bölge.

terror

(i.) dehşet; korkunç şey; dehşet saçan şey veya kimse; (k.dili) haşarı çocuk. terrorstruck, terrorstricken (s.) dehşete düşmüş. the Reign of Terror Fransız ihtilâlinde en kanlı devre.

terrorist

(i.) tedhişçi, herkese dehşet salan kimse; Fransız ihtila1i sırasında tedhiş mahkemesi taraftarı; çarlık Rusya'sında tedhişçi. terrorism (i.) tedhişçilik, yıldırma siyaseti. terrorize (f.) tedhiş etmek, yıldırmak.

terry

(i.) havlu dokusunda kesilmemiş düğüm; düğümleri kesilmemiş havlı kumaş. terry cloth havlu kumaş.

terse

(s.) kısa ve özlü (söz), veciz. terse'ly (z.) kısa ve öz olarak. terse'ness (i.) kısa oluş.

tertian

(s.), (i.), (tıb.) günaşırı olan; (i.), (tıb.) günaşırı tutan nöbet. tertian ague, tertian fever günaşırı tutan sıtma nöbeti.

tertiary

(s.), (i.) üçüncü, üçüncü dereceye ait; (bh), (jeol.) üçüncü zamana ait; (i.), (bh), (jeol.) memeli hayvanların meydana geldiği devre, arzın üçüncü zamanı; (kil.) manastır sisteminde layik işlerle meşgul üçüncü sınıfa mensup kimse; (zool.) kuş kanadının üçüncü sırasındaki uçuş tüylerinden biri.

tertiumquid

(Lat.) ikisi ortası.

terzarima

terzarima.

tessellate

(f.) mozaik taş veya parçalarla donatmak, farklı renkten parçalar tanzim etmek. teesella'tion (i.) mozaik işi.

tessera

(i.) (çoğ. serae) mozaikçilikte kullanılan dört köşe küçük mermer veya cam; eski Romalıların kullandıkları oyun zarı.

tesseract

(i.), (mat.) dört boyutlu küp.

test

(i.), (zool.) deniz kestanesi gibi hayvanların sert kabuğu.

test

(i.), (f.) imtihan, tecrübe, muayene; ölçü, ayar; (fiz.), (kim.) deney, tecrübe; maden arıtmada kullanılan pota; (kim.) çözümleme, tahlil; tahlil için kullanılan ecza; (f.) tasfiye etmek; mihenge vurmak; imtihan etmek, tecrübe veya muayene etmek; denemek; prova etmek; çözümlemek, tahlil etmek. test case deney olarak yapılan dava. test paper kimyasal maddelerin tesiriyle rengi değişen kağıt, turnusol kâğıdı; deney kâğıdı, reaktif kâğıt; okul imtihan kağıdı. test pilot deney pilotu. test tube kimyasal deneylerde kullanılan bir ucu kapalı cam tüp, deney borusu. a test for iron bir maddede demir aramak için yapılan tahlil. intelligence test zeka testi. put to the test imtihan veya tecrübe etmek. test'able (s.) imtihan edilebilir, tecrübeye gelir; (huk.) vasiyet edilebilen.

test.

(kıs.) Testament.

testaceous

(s.) istiridye veya midye gibi kabuğu olan; (biyol.) kırmızımsı kahverengi. testaceans (i.), (çoğ.) kabuklular.

testacy

(i.), (huk.) vasiyetname bırakmış olma.

testament

(i.), (huk.) vasiyetname; (KM) ahit. New Testament Yeni Ahit. Old Testament Eski Ahit. testamen'tary (s.) vasiyet kabilinden; vasiyetnamede bulunan.

testate

(s.) öIdüğü zaman vasiyetnamesi bulunmuş. testa'tor (i.) vasiyetname sahibi, kalıt bırakan kimse. testa'trix (i.) vasiyetname yapan kadın.

tester

(i.) yatak veya türbe tentesi.

testicle

(i.), (anat.) erbezi, testis, husye, haya, taşak.

testiculate

(s.) testis şeklindeki, yumurta şeklindeki.

testify

(f.) şahadet etmek; delil olmak, ispat etmek, kanıtlamak; açığa vurmak.

testimonial

(i.), (s.) şahadetname, belge; tavsiye mektubu, bonservis; takdirname; onaylama; (s.) belgeleyen; takdirlerini bildiren. testimonial dinner veda yemeği.

testimony

(i.) şahadet, şahitlik; kanıt; leh veya aleyhte tanıtlama.

testis

(i.) (çoğ. testes) anat. erbezi, testis, husye, taşak, haya.

teston, testoon

(i.) on altıncı yüzyılda kullanılan bir Fransız gümüş parası; aynı yüzyılın İngiliz şilini.

testosterone

(i.), (biyokim.) testosteron, erkeklik hormonlarından biri.

testudo

(i.) (çoğ. dines) RomaIıların kuşatma harekâtında kullandığı dam gibi siper; askerlerin yanaşık nizamda hücum ederken başları üzerinde tuttukları kalkanlardan meydana gelen siper.

testy

(s.) ters, hırçın, sinirli, alıngan, huysuz. testily (z.) hırçınlıkla. testiness (i.) terslik, hırçınlık.

tetanic

(s.), (tıb.) tetanosa ait, tetanos kabilinden, tetanos meydana getiren.

tetanus

(i.), (tıb.) tetanos, kazıklıhumma. tetaniza'tion (i.) tetanosdan meydana gelen kas kasılması. tetanize (f.), (biyol.) az aralıklarla kasılmaya sebep olmak.

tetany

(i.), (tıb.) aralıklı kas kasılması.

tetchy

(s.) fazla alıngan, hırçın.

teteàtete

(z.), (s.), (i.) baş başa, iki kişi arasında; (s.) gizli, özel; (i.) iki kişi arasında özel görüşme.

tetedepont

(i.) (çoğ. tetesde pont) (Fr.), (ask.) köprübaşı.

tether

(i.), (f.) hayvanı bağlama ipi; bağlayıcı şey; sınır; (f.) iple belirli bir yere bağlamak. be at the end of one's tether kuvvet veya sabrının son haddinde olmak.

tetherball

(i.) bir direğin ucuna uzun bir iple bağlı top ile oynanan oyun.

tetra

önek dört; dört kat.

tetrachord

(i.), (müz.) dört notadan ibaret yarım oktavlık akort.

tetrad

(i.) dörtlü; dört şeyden ibaret koleksiyon; (kim.) dört değerli atom veya kök.

tetragon

(i.), (geom.) dörtgen, dörtkenar. tetragonal (s.) dört açılı.

tetragram

(i.) dört harfli kelime.

tetrahedron

(i.), (geom.) dört tane üçgen yüzü olan cisim. tetrahedral (s.) dört satıhlı, dört yüzlü.

tetralogy

(i.) dram dörtlüsü.

tetramerous

(s.) dört kısımlı.

tetrameter

(i.) birer hecesi vurgulu olan dört hece grubundan meydana gelen mısra.

tetrapetalous

(s.), (bot.) dört taçyapraklı.

tetrapody

(i.), şiir birer hecesi vurgulu olan dört hece grubu.

tetrarch

(i.) bir eyaletin dörtte birini yöneten vali; bağımlı yönetici. tetrarchate, chy (i.) böyle valilik veya krallık.

tetrastich

(i.) dört mısralı kıta veya şiir.

tetrastyle

(i.), (s.), (mim.) önü dört direkli bina; (s.) dört direkli.

tetrasyllable

(i.) dört heceli kelime.

tetter

(i.) mayasıl ve uçuk gibi kabarcıklı bir cilt hastalığı.

teuton

(i.) eski Germen kabilelerinden birinin ferdi; Alman veya İskandinavyalı veya Felemenkli kimse. Teuton'ic (s.) bu milletlere veya dillerine ait. Teutonism (i.) Germen ırkının üstünlügüne inanma; Germen kültürü. Teutonize (f.) Germenleşmek, Germenleştirmek.

texas

(i.), ABD nehir gemisinin kaptan köşkü.

text

(i.) metin, parça; bahis konusu, konu; asıl kitap veya yazı. text hand büyücek ve düzgün el yazısı. text writer ders kitabı yazarı. corrupt text değişirilmiş metin. stick to one's text metne bağlı kalmak.

textbook

(i.) ders kitabı.

textile

(s.), (i.) dokuma, tekstil; dokuma işlerine ait; (i.) dokuma kumaş, mensucat; dokunacak iplik veya madde.

textual

(s.) metne ait; kelimesi kelimesine. textually (z.) metinle ilgili olarak.

texture

(i.) dokum, dokunuş; kumaş; teşekkül, bünye, yapı. textural (s.) bir maddenin dokumuna ait.

textured

(s.) belirli bir yapısı veya bünyesi olan.

textus

(i.), (Lat.) metin; (anat.) doku, nesiç. textus receptus eski bir kitabın geçerli sayılan metni.

tgroup

(i.) insanlar arasındaki ilişkiyi düzeltmeye uğraşan eğitici grup.

th

sonek inci (sıra sayılarını teşkil eden ek: tenth, twentieth).

th

(kıs.) Thursday.

th

sonek Iık, lik (sıfattan isim yapan takı: warmth).

thai

(i.) Tayland halkı; Tay dili.

thailand

(i.) Tayland.

thalamus

(i.) (çoğ. mi) (anat.) göz sinirinin beyindeki başı, talamus; (bot.) talam, çiçek tablası.

thalassic

(s.) denizel; okyanusa ait.

thalidomide

(i.), tic mark thalidomide

thallium

(i.) talyum.

thallophyte

(i.), (bot.) tallıbitki.

thallus

(i.) (çoğ. li, luses) (bot.) tal.

thames

(i.) Thames nehri.

than

bağlaç dan, e göre (karşılaştırmada kullanılır); hariç, başka. easier said than done söylemesi yapmaktan daha kolay. He could hardly have behaved otherwise than he did. Başka türlü davranamazdı. more than one birden çok. no other than you senden başka hiç kimse. We had no sooner left the house than the phone began ringing. Evden çıkar çıkmaz telefon çalmaya başladı.

thanage

(i.), (İng.) (tar.) baron veya asılzadenin bölgesi, baronluk.

thanato

onek öIüm. thanatophobia öIüm fobisi.

thanatopsis

(i.) öIüm üzerine düşünceler.

thane

(i.), (İng.) (tar.) krala refakat veya hizmet eden asılzade; İskoçya'da baron unvanı ile kral hizmetine giren kabile reisi.

thank

(f.) teşekkür etmek; mesul tutmak. Thank goodness, Thank God Allaha şükür. Çok şükür. Hamdolsun. Thank you. Teşekkür ederim. He has only his forgetfulness to thank for the loss. Kaybının sebebi kendi unutkanlığı. I'll thank you to mind your own business. Kendi işinle ilgilen.

thankful

(s.) müteşekkir, minnettar, memnun. thankfully (s.) minnetle, şükranla. thankfulness (i.) minnet, şükran.

thankless

(s.) şükran bilmez, iyilikten anlamaz, nankör; şükrana değmez; kıymeti bilinmemiş; boşuna, neticesiz, faydasız. thanklessly (z.) minnettarlık göstermeyerek, nankörce. thanklessness (i.) nankörlük.

thanks

(i.), (çoğ.) teşekkür, teşekkürler. thanks to sayesinde. heartfelt thanks içten teşekkürler. That's no thanks to me. Bir şey yapmadım.

thanksgiving

(i.) teşekkür, minnet; şükran duası, şükür; alenen Allaha şükretme; (bh) Amerika'da şükran günü, hindi bayramı.

thankworthy

(s.) teşekküre lâyık.

thankyoumaam

(i.) yol üzerinde tümsek.

thasos

(i.) Taşoz adası.

that

bağlaç ki, diye. in that mademki. O that... Keşke...

that

(zam.), (s.), (z.) (çoğ. those) o, şu; (s.) o, adı geçen, mezkür; (z.) öyle, o kadar that is, that is to say yani. That's that. İşte o kadar. Başka söz istemez. that way ondan dolayı; o durum: Mary and John are that way about each other. Mary ile John birbirlerine abayı yakmışlar. all that o kadar. at that artık, bu durumda. for all that buna rağmen. so that ki, diye.

thatch

(i.), (f.) dam örtüsü olarak kullanılan saz veya saman; yaprakları dam örtüsü olarak kullanılan birkaç çeşit hurma ağacı; (f.) saz veya yapraklarla dam kaplamak. thatching (i.) damı sazla kaplama; bu iş için kullanılan malzeme.

thaumaturge

(i.) mucize yaratan kimse; sihirbaz, büyücü. thaumatur' gic(al) (s.) mucize yaratan; büyüye ait. thaumatur'gics (i.) mucizeli işler; el çabukluğu, hokkabazlık. thaumaturgy (i.) mucize kabilinden işler; sihirbazlık.

thaw

(f.), (i.) erimek, buzları çözülmek: erime derecesine gelmek (hava); Isınmak, samimileşmek; eritmek; (i.) erime, çözülme; havanın buzları eritecek derecede ısınması; samimileşme; ısınma.

the

(eski ye) (s.), (z.) bir, o (tarif edatı, harfi tarif, belirtme sıfatı); (z.) ne kadar, o kadar (mukayese sıfatlarından evvel). The more I see him the better I like him. Onu her gördüğümde daha çok seviyorum.

theanthropic

(s.) hem Allaha hem insana ait, hem ilahi hem insani.

thearchy

(i) Allahın veya bir ilahın saltanatı; ilâhlar grubu.

theater

(İng.) tre (i.) tiyatro; tiyatro binası; amfiteatr, amfi; olay yeri, alan, meydan, sahne.

theatergoer

(i.) tiyatro meraklısı.

theaterintheround

(i.) ortası arena şeklindeki tribünlü tiyatro.

theatrical

(s.), (i.) tiyatroya ait, temsili, gösteriş kabilinden, yapmacık, sahte; (i.), (çoğ.) amatörler tarafından oynanılan piyesler. theatrical makeup sahne makyajı. theatricalism (i.) gösteriş için fazla heyecanlı davranma. theatrically (z.) sahnede imiş gibi.

theatrics

(i.) piyesi sahneye koyma; dramatik etki yapma sanatı; sahte heyecan gösterisi.

theca

(i.) (çoğ. cae) (biyol.), (bot.) kılıf, mahfaza.

thedansant

(çoğ. thes dansants) (Fr.) danslı çay.

thee

(zam.), eski (thou zamirinin i hali) seni, sana; sen.

theft

(i.) hırsızlık, çalma. petty theft adi hırsızlık.

thein , theine

(i.) tein, kafein.

their

(zam.) onların.

theirs

(zam.) onlarınki. of theirs onların, onlara ait.

theism

(i.) Allaha veya ilahlara itikat; Allaha inanma; tektanrıcılık. theist (s.), (i.) Allaha inanan, tektanrıcı (kimse). theis'tic(al) (s.) Allaha iman kabilinden.

theism

(i.), (tıb.) çay iptilasından hasıl olan hastalık.

them

(zam.) onları, onlara.

thematic

(s.) bir konuya ait; (dilb.) köke ait; (müz.) esas makama ait.

theme

(i.) mevzu, konu, madde, tem, tema; öğrenciye verilen yazı ödevi; (dilb.) kök, gövde; (müz.) tema; (tar.) Bizans imparatorluğunda idari bölge. theme song bir dans orkestrasının kendisini belirtmek için kullandığı müzik parçası.

themselves

(zam.) kendileri, kendilerini, kendilerine, kendilerinde.

then

(z.), (s.), (i.) o zaman, o vakit; ondan sonra, derken; başka zaman, sonra; ayrıca; şu halde, öyle ise; netice olarak; bunun için; (s.) o zaman vaki olan; (i.) o zaman. then and there hemen, derhal. And if the bed should catch fire, what then? Yatak ateş alsa, ne olur sonra? and then some küsur. by then o zamana kadar. now and then bazen, ara sıra, arada bir. since then o zamandan beri. the then president o zamanın başkanı.

thenar

(i.), (anat.) avuç, aya; ayanın başparmak hizasındaki kabartısı, tenar.

thence

(z.) oradan, o yerden; o vakitten; o sebepten. thenceforth', thencefor' ward (z.) o vakitten beri.

theo

önek Allah, ilah.

theocentric

(s.) Allahı her şeyin merkezi olarak tanıyan.

theocracy

(i.) teokrasi, dincierki; Allah namına papazlar idaresi; böyle idare olunan memleket. the'ocrat (i.) böyle bir idarenin reisi; Allahın verdiği şeriata göre işleri idare eden kimse. theocrat'ic(al) (s.) teokratik.

theodicy

(i.) en yüksek iyiliğin meydana gelebilmesi için fenalığın gerekli olduğunu iddia ederek Allahın tedbirlerini haklı çıkaran felsefe.

theodolite

(i.) teodolit, yatay ve düzey açılan öIçmeye mahsus yer ölçümü aleti.

theogony

(i.) ilahların soylarını yazan kitap.

theol

(kıs.) theological, theology.

theologian

(i.) ilahiyat alimi, ilahiyatçı.

theologic , ical

(s.) ilahiyata ait. theologically (z.) ilahiyat bakımından, tanrıbilimle ilgili olarak.

theology

(i.) ilahiyat, tanrıbilim, teoloji. theologist (i.) ilahiyat alimi, ilahiyatçı. theologize, (İng.) gise (f.) tanrıbilime uydurmak, tanrıbilimsel kuramlar meydana getirmek.

theomachy

(i.) ilahlar arasında veya ilahlara karşı savaş.

theopathy

(i.) vecit hali, kendinden geçme, dalınç, mistik coşkunluk. theopathet'ic, theopath'ic (s.) vecit halinde olan.

theophany

(i.) Allahın veya bir ilâhın tecellisi veya görünmesi.

theorbo

(i.), (müz.) eskiden kullanılan ve uda benzer çifte saplı çalgı.

theorem

(i.) teorem, dava. theoremat'ic (s.) teorem kabilinden.

theoretic, ical

(s.) nazariyeye ait, nazari, kuramsal. theoretically (z.) kuramsal olarak. theoretics (i.) bir ilmin nazari kısmı, nazariyat.

theorist

(i.) nazariyeci, kuramcı.

theorize , (ıng.) rise

(f.) teori kurmak, nazariye yürütmek. theoriza'tion (i.) teori yapma. theorizer (i.) nazariye yürüten kimse.

theory

(i.) nazariye, teori, kuram.

theosophy

(i.) teosofi, bireyle Allah veya melekler arasında doğrudan bağlantı kurmayı amaçlayan dini sistem; Budist ve Brahman sistemine benzer yeni bir din ve felsefe sistemi. theosophist (i.) bu felsefe taraftarı. theosoph'ical (s.) bu felsefeye dayanan.

therapeutic, ical

(s.) tedavi edici, şifa verici. therapeutics (i.) terapi ilmi.

therapy

(i.) tedavi, terapi.

there

(z.), (i.), ünlem orada; oraya; o noktada, o derecede; o hususta; (i.) o yer; ünlem İşte ! Alsana ! Gördün mü? (Bu kelime be fiilinden önce gelince varlık belirtir ve özne fiilden sonra gelir: There is still time. Vakit var daha. There is a burglar down tairs. Aşağıda hırsız var.There is no reason. Sebep yok. Is there anybody at home? Evde kimse var mı?). There, there, don't cry. Haydi, haydi, ağlama. There you are ! Demedim mi ! Buyurun ! all there (k.dili) uyanık, çevik. Are you there? Orada mısınız ? have been there haberdar. in there mücadele halinde. not all there (k.dili) kaçık. So there ! işte o kadar ! You have me there. işte bunu bilmem. You there, pay attention. Hey, önüne bak, dikkat et.

thereabout , thereabouts

(z.) o civarda, oralarda, o sularda. there or thereabouts orada veya o civarda.

thereafter

(z.) sonra; ondan sonra.

thereat

(z.) orada; o sebepten; o zaman.

thereby

(z.) onunla, o münasebetle, o suretle, ona uyarak.

therefor

(z.) onun için, ona.

therefore

(z.), bağlaç bu yüzden, bundan dolayı, onun için.

therefrom

(z.) ondan, oradan.

therein

(z.) o zaman içinde, orada, onda, o hususta.

thereinafter

(z.) takip eden kısımda.

thereinto

(z.) onun içine.

thereof

(z.) ondan; bu sebepten, bundan dolayı.

thereon

(z.) onun üzerine.

thereto

(z.) ona, o yere, o şeye; ilâveten.

theretofore

(z.) o vakte kadar, o zamandan evvel.

thereunder

(z.) onun altına, onun altında.

thereupon

(z.) onun üzerine, onun üzerinde; hemen, derhal.

therewith

(z.) onunla; aynı zamanda.

therewithal

(z.) bununla beraber, aynı zamanda.

theriac, theriaca

(i.), eski, (tıb.) panzehir, tiryak, hayvan ısırmasına karşı ilâç; macun, şeker pekmezi. theri'acal (s.) panzehir kabilinden.

therianthropic

(s.) kısmen hayvan ve kısmen insan şeklinde olan; böyle ilâhları olan dinlere ait. therian'thro pism (i.) insan ve hayvan karışımı şekillerle belirme.

therm

(i.) (bir ısı birimi) 100.000 BTU; kalori.

thermae

(i.), (çoğ.) ıIıcalar, kaplıcalar.

thermal

(s.), (i.) sıcağa ait; termal, kapIıca kabilinden; (i.) yükselen sıcak hava kitlesi. thermal radiation ısı ışınları. thermal spring kaplıca, ılıca.

thermidor

(i.) ilk Fransız Cumhuriyet takvimine göre on birinci ay (19 temmuz - 17 ağustos).

thermion

(i.) ısı ışınları saçan bir cismin yaydığı iyon, termiyon. thermion'ic (s.) bu iyonlara ait, termiyonik. thermionic current bu iyonların yayılmasından hasıl olan elektrik akımı, termiyon akımı.

thermite

i. kaynakçılıkta kullanılan alüminyum ile demir oksit karışımı, termit.

thermo-

(önek) ısı

thermochemistry

i. termokimya.

thermocouple

i. (ısıyla işleyen) sıcaklık pili.

thermodynamics

i., çoğ. termodinamik.

thermoelectricity

i. termoelektrik, ısı elektriği.

thermometer

i. termometre, sıcak ölçer.

thermometric , -rical

s. termometreye ait. thermometrically z. termometre ile, termometreye göre.

thermonuclear

s. termonükleer.

thermopile

i. termopil.

thermoplastic

s., i. ısı ile yumuşayan (madde).

thermoscope

i. ısı değişikliklerini gösteren alet.

thermosetting

s. ısı ile sertleşen.

thermosphere

i. ısıküre.

thermostat

i. termostat.

thermostatics

i. sıcaklığı bir düzeyde tutma ilmi.

thermotherapy

i., tıb. ısıyla tedavi.

theroid

s. hayvana benzer.

thersitical

s. yüksek sesli ve küfürlü.

thesaurus

i. (çoğ. -ri) kavramlar dizini; hazine, ambar.

these

s., zam. (tek. this) bunlar.

thesis

i. (çoğ. theses) sav, dava, kaziye, iddia, önerme; tez, inceleme, araştırma; man tez, sav; müz., (şiir) mısraın vurgulu kısmı.

thespian

s., i. drama ait, tiyatroya ait; i. aktör, aktris, oyuncu.

thessalonike

i. Selanik.

thessaly

i. Tesalya.

theta

i. Yunan alfabesinin sekizinci harfi; mat. degeri bilinmeyen bir açı işareti.

theurgy

i. mucize; sihir, büyü; büyücülük. theur'gic s. büyücülük kabilinden.

thew

i. adale, kas; çoğ. adali kuvvet, kuvvet

they

zam. onlar .They say it's going to rain Yağacak diyorlar.

thick

s., i., z. kalın; kalınlığındaki; sık, çok; koyu; kesif; ahmak, kalın kafalı; dil tutulur gibi telaffuz olunan, anlaşılmaz; boğuk, kısık; k.dili. sıkı, samimi; ing., k.dili. aşırı; i. kalınlık; bir şeyin en yoğun yeri veya zamanı; z. kalınca; sık; koyu bir halde. thick as thieves aralarından su sızmaz. Blows came thick and fast Yumruklar birbiri ardı sıra indi. He felt it was a bit thick to be fired Haksız yere kovulduğunu düşündü. in the thick of the fight mücadelenin en şiddetli yerinde. lay it on thick k.dili. abartmak, mübalâğa etmek; dalkavukluk etmek. through thick and thin her güçlüğe katlanarak, yılmadan. thick'ish s. kalınca, koyuca . thick'ly z. kalın olarak. thick'ness i. kalınlık; sıklık.

thicken

f. kalınlaştırmak, koyulaştırmak; bulandırmak; sıklaştırmak; şiddet lendirmek; kalınlaşmak, koyulaşmak; bu lanıklaşmak; sıklaşmak; çoğalmak; yoğunlaşmak; yoğunlaştırmak. thickening i. kalınlaştırma, kalınlaşma; koyulaştuma, koyulaşma; koyulaştırıcı şey; kalınlaşmış yer veya kısım.

thicket

i. sık çalılık veya ağaçlık.

thickheaded

s. kalın kafalı.

thickset

s. tıknaz; sık dikilmiş (bitkiler).

thickskinned

s. vurdumduymaz, duygusuz, yüzü pek.

thief

i. (çoğ. thieves) hırsız.

thieve

f. hırsızlık etmek, çalmak. thiev'ery i. hırsızlık.

thievish

s. hırsızlığa alışmış; hırsız gibi, hırsızlık kabilinden. thievishly z. hırsızca. thievishness i. hırsızlık alışkanlığı.

thigh

i. uyluk, but. thigh'bone i. uyluk kemiği, kalça kemiği.

thill

i. araba oku.

thimble

i. yüksük, dikiş yüksüğü; mak. yüksük şeklinde boru parçası; den. radansa. thimbleful i. yüksük kadar (miktar), az şey.

thimbleberry

i. bir çeşit ağaç çileği, bot. Rubus odoratus.

thimblerig

i. bir nohut ve üç yüksükle yapılan üçkâğıtçılık.

thin

f. (-ned, -ning) inceltmek, incelmek; seyrekleştirmek, seyrelmek; zayıflatmak, zayıflamak.

thin

s. (-ner, -nest) ince; seyrek; hafif, sulu; soluk, cansız; zayıf; cılız, çelimsiz, kuvvetsiz; eksik, yetersiz. disappear into thin air yok olmak; toz olmak. out of thin air hiç yoktan, havadan. My patience has worn thin. Sabrım tükendi. His anger was thinly disguised Kızgınlığını açığa vuruyordu. thin'ly z. seyrekçe, zayıf olarak. thin'ness i. incelik; zayıflık.

thine

zam., (eski) senin, seninki.

thing

i. şey, nesne; mevcudiyet; cansız şey veya madde; mahluk; çoğ. pılı pırtı, eşya; çoğ. giyecekler. do one's thing (argo) kendi istediğini yapmak. first thing hemen, derhal. make a good thing of k.dili. istifade etmek, kar etmek. see things hulyalan olmak. sure thing güvenilecek şey; tabii. the thing moda, önemli şey veya fikir. He knows a thing or two Bir iki şey biliyor. Well, of all things! Hoppalaa! They call their government, of all things, a democracy! Devlet idarelerine her şeye rağmen demokrasi diyorlar !

thingumabob, thingumajig

i., k.dili. şey, zımbırtı, zırıltı.

think

f. (thought, leh. thunk) düşünmek, tefekkür etmek, mütalaa etmek; düşünüp taşınmak, ölçünmek, teemmül etmek; zannetmek, sanmak; kurmak, niyet etmek, tasarlamak; tasavvur etmek, farz etmek; hatırlamak, hatıra getirmek; addetmek; bir fikirde olmak. think aloud düşündüğünü söylemek. think better of fikrini değiştirmek, vaz geçmek; daha iyi saymak, hakkındaki kanaati düzelmek. think fit (proper, right) uygun görmek. think much of çok sevmek. think nothing of önem vermemek; kolay görmek. think of hatırlamak; düşünmek, hayal etmek; saymak. think out düşünüp çıkarmak, düşünüp netice çıkarmak. think over bir şey üzerinde düşünmek. think the world of çok değer vermek; çok sevmek. think through düşünüp netice çıkarmak. think twice iyi düşünmek. think up düşünüp bulmak. To think that man should go to the moon! insanoğlunun aya gideceği kimin aklına gelirdi? Well, think of that! Hayret! Kimin aklına gelirdi? What am I thinking of? Ne kafa! Ne aptallık! While I'm thinking of it Aklımdayken. think'able s. düşünülebilir, akla gelebilen. think'ing s., i. düşünen; i. düşünme; fikir.

thinker

i. düşünen kimse, mütefekkir.

thinktank

i. beyin takımı, uzman danışmanlar grubu.

thinner

i. inceltici şey veya kimse; tiner

thinskinned

s. hassas, yufka yürekli, duygulu, ince hisli.

thio-

(önek), kim. kükürtlü.

third

s., i., z. üçüncü; i. üçte bir; müz. üçlü; çoğ., huk. dul kadına kocasından kalan üçte bir miras, mak. üçüncü vites; z. üçüncü olarak. third class üçüncü sınıf; üçüncü mevki; adi, aşağılık. third class mail (A.B.D.) postada açık gönderilen matbua. third degree k.dili. karakolda sorgu sırasında yapılan işkence. third party huk. üçüncü şahıs. third person gram. üçüncü şahıs. third'ly z. üçüncü olarak.

thirdrate

s. üçüncü sınıf adi.Third World süper devletlerle siyasal ilişkisi gelişmemiş ülkeler, üçüncü Dünya.

thirst

i., f. susuzluk; iştiyak, teşnelik; f. susamak, susuz olmak, susuzluk çekmek; hasret çekmek, özlemek.

thirsty

s. susuz, susamış, teşne; kurak; çok istekli. thirstily i. kana kana, iştiyakla. thirstiness i. susuzluk.

thirteen

s., i. on üç; i. on üç sayısı. thirteenth s., i. on üçüncü; i. on üçte bir.

thirty

s., i. otuz; i. otuz rakamı, XXX. thirtieth s., i. otuzuncu; i. otuzda bir.

this

zam. (çoğ. these)., s., z. bu, şu; z. bu kadar, böyle. this and that ıvır zıvır; abur cubur. this'away z., leh. böyle, şöyle. It was like this. Böyleydi şöyle oldu. It was Susan this and Susan that Suzan aşağı, Suzan yukarı.

thistle

i devedikeni, bot. Cirsium; kenger, bot. Cynara cardunculus. blessed thistle kolgan, peygamber dikeni, bot. Carduus benedictus. globe thistle kirpidikeni. milk thistle boğa dikeni, bot. Silybum marianum. sow thistle eşek marulu, bot. Sonchus oleraceus. Spanish thistle kolgan, bot. Carduus acarna. spotted golden thistle, yellow thistle sarı diken, bot. Scolymus maculatus. thistledown i. diken pamuğu. thistly s. dikenli.

thither

z. oraya; o yöne. thitherto z. o zamana kadar. thither ward z. oraya doğru, o yönde.

tho

bak. though.

thole tholepin

i. kürek ıskarmozu.

thomism

i. Thomas Aquinas ve taraftarlarının dogmatik felsefesi. Thomist s. bu felsefeye ait.

thong

i., f. sırım, ince kösele şerit; f. sırımla bağlamak; sırım takmak.

thor

i. (eski) iskandinavyalıların yıldırım ve savaş tanrısı.

thorax

I., anat. göğüs, toraks; zool. toraks. thoracic s. göüste olan, göğüse ait.

thorium

içtoryum

thorn

içdiken; üzüntü cefa; dikeni çok bitki; (eski) İngilizce'de th sesini gösteren harfin adıö thorn apple alıç bot. Crataegus azarolus; tatula, bot. Daturastra monium. thorn in the flesh baş belâsı. thorn'y s. dikenli; belâlı, cefalı sıkıntılı.

thornback

i. vatoz, kedibalığı, zool. Raia clavata.

thorough

s. tam, mükemmel; çok dikkatli; baştan başa. thoroughly z. tamamen, adamakıllı. thoroughness i. kusursuzluk; dikkatlilik.

thoroughbred

s., i. saf kan; soylu; tam; i. saf kan hayvan; b.h. bir cins at; k.dili. kültürlü kimse .

thoroughfare

i. cadde, yol, geçit. No thoroughfare Yol yok.

thoroughgoing

s. tam, daniska; çok dikkatli.

thoroughpaced

s. her çeşit yuruyüşe alışkın (at); her şeye gelir, tam, mükemmel.

those

bak. that.

thou

zam., (eski) (-in hali thy, thine: -i hali thee: çoğ. ye, your, yours, you) sen.

though ,tho

(bağlaç), z. her ne kadar ise de, velev, gerçi; yine olsa da; z. bununla beraber, olduğu halde. as though sanki, güya, -miş gibi.

thought

i. düşünce, fikir, tasavvur, mütalaa; düşünme düşünüp taşınma; endişe; görüş, kanaat; düşünme kuvveti; ümit; nad. bir parça. a happy thought mutluluk veren düşünce. on second thought daha iyi düşününce .take thought düşünmek, tartmak.

thoughtful

s. düşünceli; dikkatli; başkasını düşünür, saygılı, nazik. thought fully z. düşünceye dalarak; nazikçe, incelikle. thoughtfulness i. düşüncelilik; nezaket.

thoughtless

s. düşüncesiz, saygısız, dikkatsiz, pervasız; ahmak, avanak. thoughtiessly z. düşüncesizce. thoughtlessness i. düşüncesizlik.

thoughtout

s. düşünüp taşınılmış, tasarlanmış.

thousand

s., i. bin; i. bin rakamı; çok büyük sayı. thousandfold i., s. bin kat, bin misli. thousandth s. bininci; binde bir.

thrace , thracia

i. Trakya. Thracian i., s. Trak; Trakyalı; s. Trakya'ya özgü.

thrall

i. esir, köle; kölelik, esaret. thrall'dom i. esaret, kölelik.

thrash

f. dövmek, dayak atmak; kamçılamak, kırbaçlamak; harman dövmek; den. fırtınalı rüzgârda denize karşı seyretmek. thrash out tartışarak halletmek. thrash over tekrar tekrar tartışmak.

thrasher

i. harman döven kimse; harman dövme makinası.

thrasher

i. ardıçkuşuna benzeyen ve Amerika'ya özgü bir tur ötücü kuş.

thrashing

i. dayak; mağlubiyet. thrashingfloor i. harman yeri. thrashing machine harman dövme makinası .

thrasonical

s. övüngen, büyüklük taslayan.

thread

i., f. iplik, tire; tel, lif; ince çizgi; yiv; sıra, silsile; düşünüş tarzı; f. iplik geçirmek; ipliğe dizmek; yol bulup geçmek; mak. vidaya yiv açmak, diş kesmek; kaşıktan iplik gibi akmak (kaynamış şurup). thread of life hayat bağı. His life hangs by a thread. Hayatı pamuk ipliğine bağlı. the thread of the argument fikir silsilesi. thread'y s. iplik gibi; tel tel.

threadbare

s. havı dökülmüş, yıpranmış, pek eski; adi.

threadfin

i. berberbalığı, zool. Serranus anthias.

threadworm

i. bağırsak solucanı, askarit.

threat

i. tehdit, korkutma, gözdağı; tehlike.

threaten

f. tehdit etmek, gözdağı vermek, korkutmak, korku vermek; kötü bir şeye alâmet olmak; yıldırmak. It is threatening snow. Kar yağacağa benziyor. threateningly z. tehdit ederek.

three

s., i. üç; i. üç rakamı. threecolor process üç renkli resim basma usulü. threepoint landing hav. başarılı bir iniş; başarılı sonuç. threering circus üç sahneli sirk; şaşırtıcı durum. three R's okuma, yazma ve matematik dersleri. rule of three basit orantı.

three-d,

s. üç boyutlu

three-dimensional

s. üç boyutlu.

threecornered

s. üç köşeli.

threedecker

i., den. üç güvertesinde topu olan zırhlı gemi; üç katlı bina; üç katlı sandviç.

threepence

i., İng. üç peni.

threephase

s., elek. trifaz.

threeply

s. üç katmerli.

threescore

s., i. altmış.

threesome

i., s. üç1ü.

threeway

s. üç yollu; üç kola ayrılan.

thremmatology

i., biyol. ehli hayvan veya fidan üretme ilmi.

threnody , threnode

i. mersiye, ağıt.

thresh

f. harman dövmek. thresh'ing floor harman yeri. thresh'er i. harman dövme makinası; sapanbalığı, zool. Alopias vulpes.

threshold

i. kapı eşiği, eşik; girecek yer; başlangıç; psik. şuur eşiği.

threw

bak. throw.

thrice

z. üç kere, üç defa; tekrar tekrar.

thrift

i. idare, tasarruf, tutum, ekonomi; gürlük, kuvvetli büyüme (bitki), verimlilik; kuduzotu, deliotu, bot. Armeria.

thriftless

s. idaresiz, tutumsuz, müsrif. thriftlessly z. tutumsuzca. thriftlessness i. tutumsuzluk.

thrifty

s. idareli, tutumlu; verimli, gür, kuvvetli büyüyen. thriftily z. idareyle. thriftiness i. idarelilik.

thrill

f., i. heyecan vermek, heyecanlandırmak, tesir etmek; müteessir olmak; heyecan veya teessürle titremek; i. heyecan, halecan; lerze, titreme; tıb. titreşim. thrill'ingly z. heyecanla.

thriller

i., k.dili heyecanlı piyes veya kitap.

thrips

i. fidanları yiyen ufak böcek, ekin biti, zool. Thysanoptera.

thrive

f. (-d, -d; veya throve, thriven) işi iyi gitmek, muvaffak olmak; kuvvet bularak büyümek; zenginleşmek, refah bulmak; mamur olmak, bayındır olmak. thriv'ingly z. başanyla.

thro

bak. through.

throat

i. boğaz, gırtlak; dar geçit. cut one's own throat k.dili kendi kendine zarar vermek, bindiği dalı kesmek. have a lump in one's throat boğazı tıkanmak; yüreğinin yağı erimek. have a sore throat boğazı ağrımak. jump down one's throat k.dili boğazına sarılmak; haşlamak. ram something down one's throat k.dili zorla kabul ettirmek, birinin gırtlağına basmak. stick in one's throat söylenmesi güç olmak, dili varmamak. throat'y s. gırtlaktan çıkan (ses).

throb

f. (-bed, -bing) i. vurmak, çarpmak, atmak (nabız, kalp); zonklamak; titreşmek; i. nabız vurması, kalp çarpması; çarpıntı; titreşme. throb'bingly z. titreşerek; zonklayarak.

throe

i. şiddetli ağrı, sancı; elem, dert, sızı, Istırap; çoğ. doğum veya ölüm sancısı; çoğ. çabalama. be in the throes of death can çekişmek.

thrombosis

i., tıb. damarda veya kalpte kanın pıhtılaşması, tromboz.

thrombus

i. (çoğ. -bi) tıb. kan damarını tıkayan pıhtı.

throne

i., f. taht; hâkimiyet, saltanat; tahtta oturan kimse, kral, hükümdar; (argo) alafranga tuvalette oturacak yer; f. tahta çıkmak, culus etmek. throng i., f. kalabalık, izdiham, yığılışma; f. toplanmak, üşüşmek, kalabalık etmek.

throstle

i. güzel sesli ardıçkuşu, zool. Turdus ericetorum.

throttle

i., f. kısma valfi, kelebek; f. boğmak, boğazını sıkmak; bastırmak; mak. kısmak. throttle valve istim kısma valfı; oto. kelebek.

through , thro, thru

(edat), z., s. içinden, bir yandan öbür yana, bir başından öbür başına; başından sonuna kadar; vasıtası ile; -den, -den geçerek; her bir taraffından, her tarafına; her yerine, her yerinde; -den dolayı; yüzünden; sayesinde; z. yandan yana; baştan başa; başından sonuna kadar; sonuna kadar; tamamen; s. engelsiz (yol), sonuna kadar giden; aktarmasız (tren), ekspres. through and through baştan başa, bütün bütün, tamamen. through passage, through ticket yolculuğun sonuna kadar geçen bilet. through retort mad her iki ucu açılan imbik. all through the night. bütün gece boyunca. be through with bitirmiş olmak; alâkayı tamamen kesmiş olmak. carry through başarmak. fall through boşa gitmek, muvaffak olmamak. get through bitirmek; atlatmak; geçirmek go. through gözden geçirmek; dibine darı ekmek; dayanmak, sürmek, geçmek; olmak. go through with yapmak. I am a11 through işimin hepsini bitirdim. He went through a red light Kırmızmşığa rağmen geçti. He is speaking through an interpreter Tercüman vasıtasıyle konuşuyor. He learned English through listening to the radio. İngilizceyi radyo dinleyerek öğrendi. They are related through their grandfather Büyük babaları tarafından akrabadırlar. They kept the window shut through fear of catching cold. Nezle olma korkusuyle pencereyi kapalı tuttular. The examiner put him through his paces. Mumeyyiz onu adamakıllı sıygaya çekti. I've been through hell getting here. Gelene kadar cehennem azabı çektim. He went through his fortune in a year. Bir senede bütün servetini tüketti. We were determined to see it through whatever the cost. Ne pahasına olursa olsun yapmaya kararlıydık. He is through with school. Okulu bıraktı. It was all through him that we got into trouble. Onun yüzünden başımız derde girdi. I got this job through my uncle. Bu işe amcam sayesinde girdim. We tried a11 day to get through on the phone to Ankara. Bütün gün Ankara'ya telefon etmeye uğraştık. It is illegal to send firearms through the mail. Postayla silâh göndermek yasaktır. I'm through with you! İllallah senden!

throughout

(edat), z. baştan başa, her yerinde, her hususta; z. baştan başa.

throughway , thruway

i., A.B.D. hız yolu.

throve

bak. thrive.

throw

f. (threw, thrown) i. atmak, fırlatmak; ipeği büküp ibrişim yapmak; düşürmek; giyivermek, arkaslna alıvermek; (hayvan) yavrulamak; (zar) atmak; mak. kolu çevirerek açmak veya kapamak (makas); (güreşte) yere atmak, düşürmek; (çömlek) şekillendirmek; (argo) (parti) vermek, (ziyafet) çekmek; etkilenmesine sebep olmak; aniden yönünü değiştirmek; oy ver mek; i. atış, atma; tehlikeye atılma; atlı; atım; mak. makas kolunun açılıp kapandığı mesafe. throw a game oyunda şike yapmak. throw a kiss el ile öpücük göndermek. throw a sop to önüne kemik atmak. throw away atmak; vaz geçmek; kaçırmak; ziyan etmek. throw away a line (tiyatro) duyulmayacak bir söz söylemek. throw back ilerlemesini engellemek; atavizme dönmek. throw cold water on ümidini kırmak. throw dust in one's eyes aldatmak, gözünü görmez hale koymak. throw in birbirine geçirmek; ilâve etmek, caba olarak ilâve etmek. throw in one's lot with kaderleri bir olmak. throw in one's teeth meydan okumak, hakaret etmek. throw in the towel (argo) yenilgiyi kabullenmek. throw light on ışık tutmak, aydınlatmak. throw mud at çamur atmak. throw off üstünden atmak; -den kurtulmak; saçmak, yaymak; çabucak yapıvermek; karıştırmak, yanlış yola yöneltmek; tavla oyununda pul almak. throw one,s weight around kuvvetini hissettirmek. throw oneself at one birinin dostluğunu veya teveccühünü kazanmaya çalışmak. throw oneself into tamamen iştirak etmek. throw oneself on güvenmek; za'fından faydalanmak. throw open açmak; bütün engelleri ortadan kaldırmak. throw out dışarı atmak; işinden atmak; laf atmak; ışık yaymak; altüst etmek. throw over vaz geçmek, terketmek; devretmek. throw overboard atmak, başından atmak, terketmek. throw rug ufak halı parçası. throw stones at (a person) (birine) taş atmak, laf atmak. throw the book (argo) en ağır cezaya çarptırmak; paylamak. throw the lock sürgülemek. throw together yapıvermek; bir araya getirmek. throw up yukarı atmak; kusmak; vaz geçmek; acele bina etmek, acele yığmak. throw up a job iSten ayrılmak, işi bırakmak. throw up a window pencere açmak. throw up one's dinner (veya cookies) istifrağ etmek, kusmak. throw up one's hands yenilgiyi kabullenmek, pes etmek. throw up the sponge boksta yenildiğini kabul etmek, pes demek. a stone's throw bir taş atımı. The unannounced quiz threw me. Habersiz yapılan imtihanda çuvalladım. The snake throws its skin. Yılan deri değiştirir. She threw prudence to the wind and married the gypsy. Kısmetini tepti ve çingeneyle evlendi. The spoiled brat threw a tantrum. Haylaz velet öfkeyle tepindi.

throwaway

i. el ilânı. throwaway line (tiyatro) duyulmayacak bir sırada söylenen söz.

throwback

i. atavizm, atacılık; geri atış, daha eski bir safhaya geri atma.

throwster

i. ibrişim büken kimse; zar ile oynayan adam, kumarcı.

thru.

bak. through.

thrum

f. (-med, -ming) i. (çalgı) tıngırdatmak; patırdatmak, el ile patırtı yapmak; monoton bir söylenişle tekrarlamak; i. çalgı tıngırtısı.

thrum

i., f. (-med, -ming) iplik saçağı; bez kesildikten sonra tezgâhta kalan iplik uçları; f. saçak yapmak veya takmak.

thrush

i. ardıçkuşu, zool. Turdus pilaris.

thrush

i., tıb. pamukçuk.

thrust

f. (thrust) i. itmek, dürtmek, zorla kakarak sürmek; süngülemek, saplamak; lafı kesmek; i. dürtme, itme; hamle; bıçak sokma, süngüleme; mim. kemer veya kubbenin duvar üzerine tazyiki; mak. itme kuvveti. thrust at someone kılıçla hamlede bulunmak. thrust away itip defetmek. thrust fault jeol. fayların birbiri üzerine binmesi. thrust forward ilerletmek. thrust of his remarks sözlerinin etkisi. thrust out a hand el uzatmak. thrust through bir yandan sokup öbür yandan çıkarmak, süngülemek. thrust up bir şeyi yukarı sürmek. thrust upon zorlamak, tazyik etmek. a home thrust tam yerine isabet eden vuruş. a shrewd thrust kurnazca bir saldırış.

thruster

i. uzay gemisini yöneten idare roketi.

thud

i., f. (-ded, -ding) ağır düşme sesi; gümbürtü; güm diye ses çıkaran vuruş; f. güm diye ses çıkarmak.

thug

i. katil, şaki, eşkıya; eskiden Hindistan'da adam öldürüp soyarak geçinen bir mezhep. thug'gee i. eşkıyalık. thug'gery i. eşkıyalık, adam öldürme.

thule

i. eski coğrafi bilgilere göre dünyanın en kuzeyinde bulunan meçhul bir yer. Ultima Thule Lat. en uzak kuzey memleketi.

thumb

i., f. başparmak; eldiven baş parmağı; f. kitap yapraklarını başparmakla tuta tuta eskitmek ve kirletmek. thumb a ride otostop yapmak. thumb index sözlük ve fihrist kenarında harflere göre kesilen parmak yeri. thumb mark başparmakla kirlenmiş yer, parmak izi. thumb one's nose nanik yapmak. thumbs down k.dili başparmaklar aşağı (ret işareti). thumbs up k.dili başparmaklar yukarı (kabul işareti). all thumbs k.dili beceriksiz. under the thumb of tesiri altında, elinde.

thumbnail

i., s. başparmak tırnağı; tırnak kadar şey; s. başparmak tırnağı kadar; kısa.

thumbpiece

i. başparmağın dokunacağı veya kullanacağı parça.

thumbprint

i., f. parmak izi; f. parmak izi almak.

thumbscrew

i., f. parmakla döndürülen vida; kelebek başlı cıvata; baş parmağı sıkan eski bir işkence aleti; f. bu aletle işkence yapmak.

thumbstall

i. başparmak mahfazası; yelkenci yüksüğü.

thumbtack

i. raptiye.

thump

f., i. güm güm vurmak; dövmek, muşta vurmak; gümbürdemek, hızlı hızlı çarpmak (yürek); i. muşta vuruşu; ağır düşüş; ağır düşme sesi. thumper i. vurucu. thumping s. vuran; k.dili. iri, kocaman.

thunder

i., f. gök gürlemesi; f. gümbürdemek, gürlemek; ağır söz veya tehdit savurmak; şiddetle söylemek, ateş püskürmek. steal one's thunder başkasının fikrini kendi fikri diye satmak. Who in thunder are you ? Kim oluyorsun sen ?

thunderation

(ünlem) Allah kahretsin.

thunderbolt

i. yıldırım; şaşırtıcı şey; yıldırım gibi hareket eden kimse veya şey.

thunderclap

i. gök gürlemesi.

thundercloud

i. fırtına bulutu; asık surat.

thunderhead

i. fırtınaya alâmet olan bulut yığını.

thundering

s. gürleyen; uğultulu; k.dili. çok büyük, daniska. thunderingly z. gürleyerek.

thunderous

s. gök gürlemesi hasıl eden, gök gürlemesi gibi ses çıkaran. thunderous applause alkış tufanı. thunderously z. gök gürlemesi gibi.

thundershower, thunderstorm

i. şimşekli yıldırımlı fırtına.

thunderstruck

s. yıldırım çarpmış, yıldırım vurmuş; büyük hayrete düşmüş.

thunk

f., leh., bak. think.

thurible

i., kil. buhurdan.

thursday

i. perşembe.

thus

z. böylece, bu suretle, bu veçhile, bunun için, nitekim. thus and so böyle böyle, filan filan. thus far buraya kadar, bu dereceye kadar. thus'ly z. böylece.

thwack

f., i. pat küt vurmak; i. pat küt vurma.

thwart

s., z., i., f. çapraz; i. filika oturaklarından biri, kürekçinin oturduğu tahta; f. karşı gelmek, muhalefet etmek; işini bozmak, engel olmak.

thy

s., (eski) senin.

thyine wood

Fas'a mahsus santarak ağacının güzel kokulu kerestesi.

thylacine

i. keseli kurt, zool. Thylacinus cynocephalus.

thyme

i. kekik. garden thyme kekik, bot. Thymus vulgaris. wild thyme yabani kekik, bot. Thymus serpyllum.

thymus

i., anat. timüs, özden.

thyroid

i., s. tiroid, kalkanbezi; s. kalkansı; anat. kalkansı, tiroid. thyroid cartilage kalkansı kıkırdak. thyroid gland tiroid, kalkanbezi.

thyroidectomy

i. tiroidi çıkarma ameliyatı.

thyrsus

i. (çoğ. -si) Baküs'e tapanların raks ederken taşıdıkları sarmaşıklı değnek; salkım biçiminde çiçek.

thyself

zam., (eski) sen kendin, bizzat kendin.

ti

i., müz. si notası.

tiara

i. papanın üç katlı tacı; taç gibi baş süsü; eski İranlıların kullandığı sarık.

tibet

i. Tibet. Tibettan s., i. Tibetli; i. Tibet dili.

tibia

i. (çoğ. -s, -ae) anat. kaval kemiği, incik kemiği; hayvanın kaval kemiğinden yapılan eski bir çeşit flüt. tibial s. kaval kemiğine ait.

tic

i. tik. tic douloureux tıb. yüz nevraljisi.

tick

i., İng., k.dili. kredi, itibar; borç veresiye alışveriş. buy on tick veresiye almak.

tick

f., i. tıklamak, tıkırdamak; İng. çetele çekmek, işaretlerle hesap tutmak; tıkırında götürmek; i. tıkırtı, saat tıklaması; dikkat işareti. tick off tık tık vurarak saymak; işaretleyerek saymak; İng., (argo) azarlamak.

tick

i. kılıf, minder veya yastık kılıfı.

tick

i. sakırga, kene. tick fever kenelerin naklettiği ateşli hastalık. camel tick deve kenesi, zool. Trichodectes cameli. dog tick köpek kenesi, zool. Haematopinus piliferus. sheep tick koyun kenesi, zool. Trichodoctes ovis.

tickbean

i. Mısır baklası, ufak bakla.

ticker

i. tıkırdayan şey; (argo) saat; (argo) kalp; özellikle borsa fiyatlarını şeride kaydeden cihaz. ticker tape bu cihazın üzerine fiyatları kaydettiği kâğıt şerit.

ticket

i., f. bilet; etiket; A.B.D. bir partinin seçim namzetleri listesi; k.dili. trafik suçunu cezalandırmak için verilen karakol davetiyesi; ehliyet, ehliyet kâğıdı; f. etiket yapıştırmak, markasını koymak; bilet vermek. ticket agent bilet satan memur. ticket of leave İng., (eski) tahliye izni. ticket punch bilet zımbası. lottery ticket piyango bileti. pawn ticket rehin makbuzu. return ticket İng. gidiş dönüş bileti; A.B.D. dönüş bileti. round trip ticket A.B.D. gidiş dönüş bileti. season ticket bütün mevsim için geçerli bilet. just the ticket (argo) tam iş, tam adamı.

ticking

i. minder veya tente için kullanılan sıkı dokunmuş kumaş.

tickle

f., i. gıcıklamak, gıdıklamak; k.dili. eğlendirmek, memnun etmek; hafif hafif dokunmak; gıdıklanmak; i. gıdıklama, gıdıklanma. tickle one's fancy hoşuna gitmek. tickle the palm of rüşvet vermek. tickle grass çayırgüzeli, bot. Eragrostis major.

tickler

i. gıdıklayan kimse veya şey; muhtıra defteri, borç ve vadeleri gösteren defter.

ticklish

s. çok gıdıklanır; nazik, korkulur, tehlikeli. ticklishly s. nazikçe. ticklishness i. gıdıklanma; naziklik.

ticktack

i. tiktak sesi, saat tıkırtısı; şaka yapmak için tıkırtı çıkaran bir alet.

ticktacktoe

i. kâğıt üzerinde oynanan üç taş oyununa benzer bir oyun.

tidal

s. met ve cezre ait; gelgit kabilinden; gelgite bağlı. tidal basin gelgit havzası. tidal clock gelgit zaman ve durumunu gösteren saat. tidal river gelgit etkisi çok içerilere kadar ulaşan ırmak. tidal wave denizaltı yer sarsıntısından ileri gelen büyük dalga; halk hislerinde büyük galeyan veya heyecan.

tidbit

i. çok iyi ve lezzetli parça; cazip ve ilginç ufak şey.

tiddledywinks

i. parmak kuvvetiyle disk fırlatma oyunu. play tiddledywinks k.dili. oyalanmak.

tide

i., f. gelgit; met ve cezir, meddücezir; akıntı; zaman, vakit; mevsim, saat; akış, cereyan, istikamet, temayül; f. gelgit gibi yükselip alçalmak; akıntı ile gitmek; gelgit yardımı ile limana girmek veya çıkmak. tide gate havuzun gelgit kapısı; gelgit akıntısının kuvvetli olduğu yer. tide lock gelgit etkisi altında olan limandaki gemi havuzunu inmeden koruyan kapı. tide over geçici olarak yardım etmek. The tide has turned. Artık işler yoluna girdi. Time and tide wait for no man. Fırsat elden gidince bir daha bulunmaz. We have enough oil to tide us through the winter. Kışı çıkaracak kadar yakıtımız var. The tide is coming in. Deniz yükseliyor. The tide is going out. Deniz alçalıyor.

tideland

i. gelgit sınırları arasındaki arazi.

tiderip

i. su çevrisi, burgaç, anafor, eğrim, çevrinti.

tidewater

i. gelgit etkisi altında kalan su; deniz kenarı.

tideway

i. gelgitin girdiği kanal.

tidings

i., çoğ. haber, havadis.

tidy

s., i., f. üstü başı temiz; temiz giyimli; muntazam, düzenli, tertipli; k.dili. oldukça, epey; i. sandalye arkasına konan dantela örtü; f., (up ile) düzeltmek, temizleyip nizama koymak. tidily z. düzenle. tidiness i. düzen, tertip.

tie

in with k.dili ile ilişkisi olmak. tie into hızla sarılmak; (argo) haşlamak; tutmak. tie one on (argo) sarhoş olmak. tie one's tongue susmak, susturmak. tie the knot evlenmek, evlendirmek. tie to himayesine sığınmak. tie up bağlamak; bağlayıp kapamak; meşgul olmak; bağlantılı olmak; bitirmek, sonuçlandırmak. I'd like to help you, but my hands are tied. Yardım etmeyi arzu ederdim, fakat elimde değil.

tie

i. bağ, düğüm; fiyonga; kravat, boyun bağı; rabıta, bağlantı, kayıt; berabere kalma; bir binanın kısımlarını tutan lata veya demir kuşak; demiryolu traversi; müz. bağlı nota işareti; çoğ. bağlı alçak ayakkabı. tie beam duvar latası. tie clasp, tie clip kravat iğnesi. tie plate demiryolunda ray ile travers arasında bağ levhası. blood ties akrabalık, kan bağı.

tie

f. (-d, tying) bağlamak, raptetmek; düğümlemek; birleştirmek, bitiştirmek; k.dili. izdivaçla bağlamak, evlendirmek; müz. bağlamak; berabere kalmak. tie a can to (argo) kovmak. tie by the leg engel olmak. tie down kayıt altına almak, bağlamak. tie

tieanddie, tiedie

i. kumaşı düğüm atarak boyama işlemi.

tieback

i. perdeyi bir yanda tutan şerit.

tiein

i. bağlantı. tiein sale bir şey satın alabilmek için başka bir şeyi de alma şartı.

tier

i. sıra, kat; amfide yükselen sıra.

tierce

i. 42 galonluk fıçı; kil. sabahın üçüncü saati, sabah duası saati; üçlü takım; eskrimde bir vaziyet.

tierra del fuego

Ateş arazisi, Güney Amerika'nın en güney ucundaki taklmadalar.

tieup

i. gecikme, güçlük; k.dili bağlantı, ilgi.

tiff

i., f. gücenme, hafif çekişme; f. gücenmek, kızmak.

tiffany

i. çok ince muslin kumaş; yanardönerlik.

tiffin

i., İng. kahvaltı, ikindi kahvaltısı.

tigella

i., bot. sapçık.

tiger

i. kaplan, zool. Panthera tigris; kana susamış adam, zalim adam. tiger cat kaplan gibi derisi yollu yaban kedisi; tekir kedi. tiger lily siyah benekli portakal rengi zambak, pars zambağı. tiger moth bir çeşit benekli pervane. tigerish s. kaplan gibi, vahşi yırtıcı.

tight

s., z. sıkı, gergin; akmaz, sızmaz, su geçmez; dar; sıkışık; k.dili eli sıkı, cimri; k.dili müşkül, zor; zorluk çeken; tıkanmış; ucu ucuna; sıkı gerilmiş (ip); kesat; (argo) sarhoş; tedariki güç; kısaltılmış (üslup); z. sımsıkı. tightly z. sıkıca tightness i. sıkılık.

tighten

f. sıkıştırmak; sıkışmak; gerginleşmek. tighten one's belt kemeri sıkmak.

tightfisted

s. eli sıkı, cimri.

tightlaced

s. sofu.

tightlipped

s. ağzı sıkı, sır söylemez.

tightrope

i. cambazlara mahsus sıkı gerilmiş ip.

tights

i., çoğ. cambaz ve balerinlere mahsus sıkı giysi; külotlu çorap.

tightwad

i., A.B.D., (argo) cimri kimse.

tigress

i. dişi kaplan; zalim kadın.

tigris

i. Dicle.

tike

bak. tyke.

tilbury

i. iki kişilik ve iki tekerlekli hafif araba.

tilde

i. İspanyol alfabesinde ny diye telaffuz edildiği zaman n harfi üzerine konulan işaret.

tile

i., f. kiremit; yassı tuğla; duvar cinisi; çatı üzerine kiremit yerine konan demir veya taş parçası; k.dili silindir şapka; f. kiremit kaplamak; mason locasında kapıcılık etmek; birisine sır saklayacağına dair yemin ettirmek; gizli tutmak.

tiler

i. kiremitçi; mason locasında kapıcı.

tiling

i. çatıyı kaplayan kiremitler.

till

(edat), (bağlaç) -e kadar, -e gelinceye kadar, zamana kadar. till now şimdiye kadar. till the end of time ebediyen. till then o vakte kadar. till I come. ben gelinceye kadar.

till

i. para çekmecesi, kasa (dükkanda).

till

f. çift sürmek, toprağı işlemek. tillable s. ziraate elverişli. tillage i çift sürme, ziraat, çiftçilik.

till

i, jeol buzulların taşıyıp yığdığı çakıl veya kum ile karışık balçık.

tiller

i. toprağı işleyen kimse veya alet.

tiller

i., f. kök filiz; sürgün; fidan; f. kökten filiz sürmek.

tiller

i. dümen yekesi.

tilt

i. araba veya kayık tentesi.

tilt

f., i. eğilmek, bir yana yatmak; eğmek; at üzerinde mızrakla hamle etmek; arkaya yatırmak veya eğmek; saldırmak için mızrağı doğrultmak; fabrika çekici ile dövmek; i. meyil, eğiklik; tilt oyununda hile; hile ikazı; atta mızraklı hamle oyunu; atışma; tahterevalli; fabrika çekici tilt at saldırmak, kavga etmek; itiraz etmek. tilt at wind mills hayali düşmanlara saldırmak. tilt hammer şahmerdan. tilt over devirmek. tilt up kalkmak, kaldırmak. full tilt son süratle, bütün hızı ile run full tilt into someone son hızla çarpmak.

tilth

i. toprağı işleme, ziraat, çiftçilik, tarım; işlenmiş toprak.

tiltyard

i. mızraklı hamle oyun meydanı.

timbal

i. dümbelek; zool. çekirge karnının alt tarafında bulunup kanadı dokundukça ses çıkaran zar.

timbale

i. yumurtaya bulanıp kalıba dökülmüş karışık yemek; davul şeklinde bir çeşit börek.

timber

i., ünlem kereste; kereste ormanı; işlenmiş iri kereste parçası; madde, malzeme; yetenek; den. gemi kaburgası, gemi postası; ünlem Dikkat, düşüyor ! (kesilen ağaç). timber line orman sınırı. timber wolf Amerika'ya mahsus bozkurt, zool. Canis lupus timber yarding kereste deposu. timbered s. üzerinde kerestelik ağaç bulunan, ağaçlık; ahşap. timbering i. kereste.

timberland

i. ormanlık arazi.

timbre

i., müz. ses rengi.

timbrel

i. eskiden kullanılan zilli tef.

time

f. ayarlamak; uydurmak; saat tutmak; tempo tutmak.

time

i. vakit, zaman; süre, müddet; devir, devre; mühlet, vade; saat, dakika; mat. kere, defa; kat, misil; müziğin tem posu; doğurma vakti; ölüm vakti, ecel. time after time, time and again tekrar tekrar. time and a half bir buçuk misli ücret. time and motion study zaman bakımından verimi artırmak için yapılan gözlem. time ball tam öğle saatini göstermek için bir çubuğun tepesinden dibine düşürülüveren top. time bargain İng., tic. vadeli alış veriş. time bomb saatli bomba. time clock memurların geliş ve gidişlerini kaydeden saat. time constant elek. cereyanın başlangıcından en yüksek derecesine kadar olan devre, zaman sabitesi. time deposit vadeli hesap. time exposure foto. uzun pozlu resim. time fuse patlayıcı maddeyi belirli bir müddetten sonra patlatan fitil. from time immemorial ezelden beri. time lag ara. time limit belirli müddet. time lock saati gelmeden açılmayan kilit. time of day günün belirli saati. time of peace barış zamanı. time out of mind hatırlanamayacak kadar eski, çok eskiden. time signature müz. zaman işareti. time study zaman bakımından verimi artırmayı güden inceleme. time zone arz derecesine göre resmi saatin aynı olduğu mıntıka. ahead of time vaktinden önce. at the same time mamafih, bununla beraber, aym zamanda. at times zaman zaman, ara sıra. behind time geç, tehirli. behind the times eski, zamanı geçmiş. doing time hapishanede. Father Time zamanın somut sembolü. for the time being şimdilik from time to time ara sıra, zaman zaman. gain time zaman kazanmak; ileri gitmek (saat). good times iyi günler, refahlı zamanlar. hard times kötü günler, güç zamanlar. have a good time hoş vakit geçirmek. have the time of one's life fevkalade bir vakit geçirmek. in good time tam zamanında, çabuk. in no time bir an evvel. in record time rekor sayılan müddette. in the nick of time ucu ucuna. in time vaktinde, vakitli; nihayet; uygun tempoda. keep time tempo tutmak. lose time vakit kaybetmek; geri kalmak (saat). make time geç kalınan zamanı kapatmak; belirli vakte yetiştirmek. make time with isteğini kabul ettirmeye çalışmak. on time tam zamanında. out of time temposuz, tempoya aykırı. pass the time of day vakit geçirmek. seven at a time yedişer yedişer; bir kerede yedi tane. take one's time with bir işi itinayla yapmak. tell the time saatin kaç olduğunu söylemek. tell time saati okuyabilmek .this time tomorrow yarın bu saatte. Time is up Vakit bitti. Time will tell Zaman gösterir. It's about time! Artık zamanı! What a time I've had of it! Neler çektim What time is it? Saat kaç?

timecard

i. kartela, bir müessesede çalışanların geliş ve gidiş saatlerinin kaydolunduğu kart.

timeconsuming

s. vakit alan.

timehonored

s eski zamandan beri icra olunan, eskiliğinden dolayı muteber.

timekeeper

i. zaman göstergesi; saat tutan kimse.

timeless

s. nihayetsiz, sonsuz, ebedi; belirli zamanı olmayan.

timely

s., z. yerinde olan, uygun; vakitli; z. erken; vaktinde, münasip vakitte. timeliness i. vakitlilik.

timeout

i., spor oyunda kısa ara.

timepiece

i. saat, kronometre.

times

i., (edat) günler, zaman; (edat) kere.

timesaver

i. vakit kazandıran usul, zaman kazandıran aygıt.

timeserver

i. zamana uyan kimse, zamanın adamı.

timetable

i. tren veya vapur tarifesi.

timetested

s. zamanla iyiliğini ispat etmiş.

timework

i. gündelik iş, saatle çalışma.

timeworn

s. eskimiş, bayatlamış.

timid

s. korkak, ürkek; mahcup, utangaç, çekingen. timid'ity, timidness i. utangaçlık. timidly z. ürkerek, utanarak.

timing

i. ayarlama. timing gears motorun içinde valf ayarını temin eden iki dişli.

timocracy

i. Eflatun'un fikrine göre şeref ve azametin hâkim prensip olduğu devlet; Aristo'ya göre şeref rütbelerinin servet derecelerine göre verildiği devlet idaresi.

timorous

s. ürkek, korkak; ürkeklik ifade eden. timorously z. korkakça. timorousness i. ürkeklik.

timothy

i. bir çeşit çayır otu, bot. Phleum pratense.

timpani

i., çoğ. timballer, timpani.

tin

i., f. (-ned, -ning) s. kalay; teneke; İng. teneke kutu; (argo) para, (slang) mangır, mangiz; f. kalaylamak; teneke kaplamak; teneke kutulara doldurmak; s. tenekeden yapılmış. tin god tanrı gibi ululanan değersiz kimse. tin hat askerlere mahsus çelik başlık. tin lizzie A.B.D., (argo) T model Ford otomobil. tinpan alley şarkıcı ve şarkı bestecileri ile yayıncıları; bunların oturduğu semt. tin plate teneke kaplı çelik, saç.

tinamou

i. bıldırcın veya kekliğe benzer ve Güney Amerika'ya mahsus bir çeşit av kuşu.

tincal

i. tasfiye edilmemiş boraks.

tinct

f. hafif renk vermek.

tinctorial

s. renk veya boyaya ait; renk veren.

tincture

i., f. hafif renk; ecza. mahlul, ruh, ispirto eriyiği; başka şeye katılmış cüzi şey; f. hafif renk vermek; içine katmak; hafifçe etkilenmek.

tinder

i. kav, kuru ve yanıcı şey.

tinderbox

i. kav, çakmak kutusu; kav gibi çok çabuk yanan şey.

tine

i. çatal dişi; geyik boynuzunun çatalı. tined s çatallı, dişli.

tinea

i., tıb. kellik gibi deri hastalığı.

tinfoil

i. kalay yaprağı, ince levha kalay, stanyol.

ting

i., f. çınlama sesi; f. çınlamak. tingaling i. ufak zil sesi.

tinge

f., i. hafifçe boyamak, renk vermek; içine başka şey karıştırmak; i. hafif renk; cüzi şey.

tingle

f., i. (tokat, uyuşukluk veya soğuktan) yanıp acımak, sızlamak; i. yanıp aclma, sızlama; karıncalanma.

tinker

i., f. seyyar tenekeci veya lehimci; tamirci; tamircilik; bir seşit uskumru; f. teneke kapları tamir etmek; kabaca tamir etmek; tamircilik yapmak. He doesn't give a tinker's dam veya damn Aldırış etmez. It's not worth a tinker's damn. Beş para etmez .

tinkle

f., i. çınlamak, çıngırdamak, çmglrdatmak; ç.dili işemek; i. çıngırtı.

tinner

i. tenekeci; teneke madencisi; kalaycı.

tinnitus

i., tıb. kulak çınlaması.

tinny

s. teneke gibi, teneke sesli; teneke tadı veren; kalaylı.

tinsel

i., s, f. (-ed, -ing veya -led, -ling) gelin teli; gösterişli ve cicili bicili sey; ipekli veya gümüş telli kumaş; s. gelin teline benzer; cicili bicili; f. gelin teli ile süslemek; cicili bicili yapmak.

tinsmith

i. tenekeci.

tint

i., f. hafif renk; renk çeşidi; matb. zemin rengi; f. hafif renk vermek, hafif boyamak. It was red tinted with purple. Eflatuna çalan kırmızıydı.

tintinnabulum

i. (çoğ. -la) çıngırak, çıngırdak. tintinnabulary s. çıngırağa ait; çıngırak sesli. tintinnabula'tion i çıngırdama; çan çalınması.

tintype

bak. ferrotype.

tinware

i. teneke kaplar.

tiny

s. minicik, ufacık, küçücük, ufak tefek.

tion

(sonek) -meklik, -maklık (Latince köklü fiilden isim yapmada kullamlan bir ek: separation)

tip

f. (-ped, -ping) i .hafif hafif vurmak, tıkırdatmak; i hafif vuruş, tıkırdatma.

tip

i., f. (-ped, -ping) uç, burun; tepe, doruk; f. uç yapmak, burun şekli vermek; ucunu kapamak, ucuna bir şey takmak. tip to tip uç uca. on the tip of my tongue dilimin ucunda.

tip

f. (-ped, -pinu), i. bir yana yatırmak veya eğmek; şapkayla selam vermek; hafifçe vurmak; bir yana yatmak veya eğilmek; i. meyil; hafif vuruş; İng. çöplük. tip over devirmek, devrilmek. tip the scales ağırlığında olmak; etkilemek.

tip

i., f. (-ped, -ping) sadaka, bahşiş; ima; tavsiye; f. bahşiş vermek. tip off k.dili sır vermek; tavsiye etmek. tipping i. bahşis verme usulu.

tipcart

i. yük taşıyıp boşaltmaya mahsus at arabası.

tipcat

i. çelikçomak oyunu.

tipoff

i., k.dili ima, ihtar.

tippet

i. boyun atkısı.

tipple

f., i. içki içmeyi adet haline getirmek; i. içki. tippler i. akşamcı.

tipstaff

i. (çoğ. staves) maden başlıklı asa; (çoğ staffs) bu asayı taşıyan memur, kavas, mübaşir.

tipster

i., k.dili yarışlarda önceden gizli bilgi veren kimse.

tipsy

s. sarhoş, çakırkeyif; çarpık. tipsily z. sarhoşça; eğri bir şekilde. tipsiness i. sarhoşluk; eğrilik.

tiptoe

i., f., s. ayak parmağmın ucu; f. ayak parmağının ucuna basarak yürumek; sessizce yürümek; s. ayak ucunda yürüyen veya danseden; meraklı.

tiptop

i., s. en yüksek derece; bir şeyin tam tepesi; k.dili en iyi kalite; s. en âIâ.

tirade

i. tirad; azarlama kabilinden uzun sert söz; müz. sere.

tirailleur

i., ask. avcı neferi, nişancı.

tirana

i. Tiran, Arnavutluk'un başkenti.

tire

f., i. yorulmak; bitkin olmak; usanmak, bıkmak; yormak; usandırmak, bıktırmak; i. yorgunluk, bitkinlik tire of bıkmak, usanmak. tire out yormak.

tire , (ıng). tyre

i. lastik, tekerlek çemberi veya lastiği. radial tire radyal lastik.

tired

s. yorgun, bitkin, bitap; usanmış, bıkmış. tired of waiting beklemekten usanmış. tired'ness i. yorgunluk.

tireless

s. yorulmaz, çok. faal tirelessly z. yorulmadan tirelessness i. yorulmama.

tiresome

s. yorucu, sıkıcı. tire somely z. yorucu surette. tiresomeness i. yoruculuk.

tiro

bak. tyro.

tis

kıs. it is.

tisane

i. çay, ıhlamur.

tissue

i., f. kumaş, ince tül kumaş; kağıt mendil; dokunmus şey; seri, silsile; biyol. doku, nesiç; ince kağıt; f dokumak. tissue culture biyol. hayvan veya bitki dokularının organizma dışındaki bir ortam için de yaşatılması veya yetiştirilmesi, doku kültürü. tissue paper ince kâğıt, ipek kağıt. support tissue biyol. destek doku.

tit

i. vuruş; yumruk. tit for tat yumruğa yumruk, misli ile mukabele, kısasa kısas.

tit

i. meme baş.

tit

i. baştankara, zool. Parus major.

titan

i., Yu. mit. Titan; muazzam kuvvet veya kabiliyeti olan kimse; Satürn gezegeninin en buyük uydusu. titan'ic s. muazzam, beşerden üstün.

titanium

i., kim. titan.

titbit

i., İng. ala lokma, çok iyi ve lezzetli parça.

tithe

i., f. ondalık, öşür; onda bir; ufak kısım; aşar vergisi; f. gelirin onda birini kiliseye vermek; aşar vergisini vermek; onda bir nispetinde vergi koymak. tithefree s. aşardan muaf. tithepayer i. aşar vergisi veya ondalık veren kimse. tith'ing i. aşar vergisi koyma veya verme.

titian

i kızll saç rengi; kızıl saçll kız

titillate

f gıcıklamak, gıdıklamak; hisleri okşamak. titilla'tion i. gıdılklama, gıdıklanma; geçici tatlı his.

titivate

f., k.dili şıklaştırmak, süslemek; süslenmek.

title

i., f. başlık, serlevha, kitap başlşığı; lakap, ünvan, isim; rütbe ismi; huk. tasarruf hakkı, istihkak; huk. tasarruf se nedi, tapu; f. lakap veya ünvan vermek; kitaba ad koymak. title deed tapu senedi, tasarruf belgiti. title page baş sayfa, başlık sayfası. title role piyese adını veren karakter. a just title haklı tasarruf; alma veya malik olma hakkı. titled s. asalet unvanı olan isimlendirilmiş.

titleholder

i. unvan sahibi, şampiyonluk ünvanına sahip kimse.

titmouse

i. (çoğ. -mice) baştan kara, zool. Parus major bearded titmouse bıyıklı baştankara, zool. Panurus biarmicus. blue titmouse mavi baştankara, fanta, zool. Parus caeruleus. coal titmouse iskete, sam baştankarası, zool. Parus ater. long tailed titmouse uzun kuyruklu baştankara, zool. Aegithalos caudatus. marsh titmouse bataklık baştankarası, zool. Parus palustrisı penduline titmouse çulhakuşu, zool. Parus pendulinus.

titrate

f, kim titre etmek titra'tion i titre, titrasyon.

titter

f., i. kıkır kıkır gülmek, kıkırdamak; i kıkır kıkır gü1üş.

tittle

i. harf üzerine konulan işaret, nokta; zerre, en ufak şey.

tittletattle

i., f. dedikodu; dedikoducu veya geveze kimse; f., dedikodu yapmak.

tittup

f. (-ped, -ping) i. canlılıkla hareket etmek, kıvrak olmak; i. kıvraklık, canlılık.

titubation

i., tıb. omurilik hastalıklarından meydana gelen dengesizlik ve sendeleme.

titular

s., i. lakaba ait; unvandan dolayl olan; yalnız unvandan ibaret; unvan veren; i. görev veya sorumluluğu olmayıp yalnız unvanı olan kimse; fiili varlığı kalmamış bir piskoposluğun unvanını alıp merkezde kalan piskopos. titulary s. unvan dan ibaret, unvana ait. titularly s. yalnız unvandan ibaret şekilde.

tizzy

i., (argo) heyecan. all in a tizzy çok heyecanlı.

tmesis

i. araya kelime karışmasıyle bileşik kelimenin kısımlara ayrılması (msl. whatsoever place yerine what place soever)

tn

kıs. Tennessee.

tnt, t.n.t., (trinitrotoluene)

i. renksiz ve patlayıcı bir madde.

to

(edat) -e; -e doğru, yönüne doğru, tarafına; ile; -e kadar, -e değin, derecesine kadar; -e dair; -e nazaran, -e nispetle; -e göre; hakkında, için; mak, mek (mastar edatı).

to

z. -e dogru; asıl vaziyete doğru. to and fro öteye beriye, öne ve arkaya. come to kendine gelmek. shut the door to kapıyı iyice kapamak. The ship heaved to. Gemi rüzgarı başa alıp durdu. They gladly fell to. Memnuniyetle işe başladılar.

toad

i. kara kurbağa, zool. Bufo bufo; iğrenç kimse.

toadeater

i. dalkavuk.

toadflax

i. nevruz otu, bot. Linaria vulgaris.

toadstool

i. sapkalı mantar; k.dili zehirli mantar.

toady

i., f. dalkavuk; f. dalkavukluk etmek, yaltaklanmak. toadyism i. dalkavukluk.

toast

i., f. kızartılmış ekmek (dilimi); f. ekmek kızartmak; ateşe tutup iyice ısıtmak; kızarmak (ekmek); çok ısınmak, yanmak. toast'ing fork ekmek kızartmaya mahsus uzun çatal.

toast

i., f. sıhhatine içme; sıhhatine veya şerefine içerken kadeh tokuşturma; sıhhatine içilen kimse; f. sıhhatine içmek.

toaster

i. tost makinası.

toastmaster

i. ziyafette şerefe içilmesini teklif eden kimse, ziyafet reisi.

tobacco

i. tütün; tömbeki. tobacco box tütun kutusu. tobacco heart tıb. çok tütün içmekten ileri gelen kalp hastalığı. tobacco pipe pipo, tütün çubuğu. tobacco pouch tütün torbası. İng. tütüncü.

tobacconist

i. tütün satıcısı.

toboggan

i., f. ayaksız ve ucu kalkık alçak kızak; f. böyle kızakla kaymak veya gitmek. toboggan slide böyle kızakların kayması için yapılmış ve çoğunlukla setlerle çevrilmiş dönüşlü yokuş.

toby

i. üç köşeli şapka giyen ihtiyar adam şeklinde yapılmış bira bardağı; A.B.D. bir çeşit ince uzun puro.

toccata

i., müz. tokkata.

tocopherol

i. E vitamini.

tocsin

i. tehlike işaretini bildiren zil, alarm zili; tehlike işareti.

tod

i. çalı, sarmaşık çalısı; 13 kiloluk eski yün tartısı.

today

z., i. bugün; bu günlerde, şimdi; i. bugün, şimdiki zaman.

toddle

f, i çocuk gibi sendeleyerek yürümek; gitmek; i. çocuk gibi sendeleyerek yürüme. toddler i. yeni yürümeye başlayan çocuk.

toddy

i. sıcak su ve şekerle karıştırılmış bir içki; Hindistan'da bazı hurma ağaçlarından çıkarılan tatlı bir şıra.

todo

i., k.dili heyecanlı faaliyet, telaş, gürültü, patırtı.

tody

i. Antil adalarına mahsus ve böcek yiyen bir çeşit küçük kuş, zool. Todus.

toe

i., f. ayak parmağı; ayak ucu; kundura burnu; f. ayak parmakları ile vurmak; çiviyi meyilli çakmak. toe dance ayak ucunda dans. toe in paytak yürümek. toe out ayak uçlarını dışa doğru çevirerek yürümek. toe the mark koşuda başlangıç çizgisinin üzerinde hazır vaziyette durmak; vazifesini yapmaya hazır bulunmak; kurallara uymakı be on one's toes tetikte olmak. tread on someones toes kırmak, incitmek (hisleri). turn up ones toes nalları dikmek, ölmek.

toehold

i. güreşte hasmının ayağını bükme, topuk elleme; ancak basacak yer; başlangıç.

toenail

i. ayak tırnağı.

toff

i., İng., (argo) kibar adam.

toffee

bak. taffy.

tog

i., f. (-ged,- ging) k.dili palto; çoğ. elbise; f., out (veya) up (ile) en iyi elbisesini giymek.

toga

i. eski Roma'da hür erkek vatandaşlann özellikle resmi yerlere giderken sarındıkları uzun ve dikişsiz beyaz çarşaf, toga. togaed, togated s. toga giymiş, togalı; azametli.

together

z., s. beraber, birlikte, hep bir yerde, bir arada; aralıksız, fasılasız; s., A.B.D., (argo) sakin, kendine hâkim, kendine güvenen get. it all together (argo) sakinleşmek; olumlu davranışı olmak, kendine güvenmek. together with ile beraber. togetherness i. beraber oluş, birbirine yakın oluş; birbirine tutkunluk.

toggery

i., k.dili giyim eşyası ve bunların satıldığı mağaza.

toggle

i., f., den. kasa çeliği; f. kasa çeliği ile bağlamak. toggle harpoon, toggle iron zıpkının ucuna takılan ve zıpkının çekilmesine engel olan demir kanca; mak. mafsallı kol, mafsallı manivela. toggle joint mak. menteşeli dirsek.

togo

i. Togo.

toil

f., i. çalışmak, yorulmak, didinmek, zahmet çekmek; zorlukla ilerlemek; i. zahmet, meşakkat, yorgunluk; zahmetli iş; uğraş.

toil, toils

i. tuzak, ağ. taken in the toils tuzağa duşmüş, yakalanmış.

toile

i. tuval.

toilet

i., A.B.D. tuvalet odası, apteshane; tuvalet; tuvalet masası; giyinip kuşanma, süslenme. toilet paper tuvalet kâğıdı. toilet powder yüz pudrası. toilet room banyo ve tuvalet odası. toilet table tuvalet masası. toilet water tuvalet suyu.

toiletry

i. sabun ve tarak gibi tuvalet eşyası.

toilette

i. kendine çeki düzen verme; giyim tarzı; elbise.

toilsome

s. zahmetli, meşakkatli, emek isteyen, yorucu. toilsomely. z. zahmetle.

toke

i., A.B.D., (argo) nefes, (slang) fırt (sigara, haşiş).

token

i., f. belirti, nişan, işaret; hatıra, yadigâr, andaç; hususiyet, özellik; jeton; f. göstermek, işaret etmek; sembolü olmak. token money itibari para, para yerine geçen sikke veya kâgıt. by the same token aynı sebeple. in token of belirtisi olarak.

tokenism

i. ancak sembolik olarak bir reformu yerine getirme.

tokyo

i. Tokyo.

tola

i. Hindistan'da 11,5 gramlık bir ağırlık birimi

told

bak. tell.

tolerable

s. dayanılabilir, çekilebilir, tahammülü mümkün, katlanılabilir; orta, ne iyi ne kotü, iyice; k.dili sıhhati oldukça iyi. tolerableness i. tahammül imkanı. tolerably z. oldukça, iyice.

tolerance

i. müsamaha, müsaade, hoşgorü, hoş görme, tahammül; mak. tolerans, müsaade edilen hata veya fark derecesi; sikkelerde muteber tutulan ayardan farklı olmasına müsaade edilen ağırlık. derecesi.

tolerant

s. müsamahakar, tahammüllü, hoşgörücü, sabırlı. tolerantly z. hoş görerek.

tolerate

f. tahammül etmek, menetmemek, müsamaha etmek, hoş görmek, yapılmasına müsaade etmek, katlanmak; tıb. bir ilaç veya sarsıntının tesirine dayanmak.

toleration

i. müsaade, müsamaha, hoşgörü; tahammül, sabır; yapılmasına müsaade etme; dini işlerde fikir farkını hoş görme.

toll

f., i. çanı ağır ağır çalmak; (saat) çalmak; çan çalarak çağırmak; avı cezbedecek hareketler yapmak; cenaze çanı çalınmak; i. ağır çan sesi.

toll

i. resim; köprü veya yol parası, geçiş vergisi; geçiş resmi; duhuliye resmi, giriş vergisi, oktruva; geçiş parası alma hakkı; değirmen payı veya hakkı; şehirlerarası telefon ücreti; zorla alma. death toll ölü sayısı. toll bridge geçiş ücreti alınan köprü. toll call şehirlerarası telefon konuşması. toll collector köprü geçiş ücretini toplayan kimse. toll line şehirlerarası telefon hattı. toll road geçiş ücreti alınan yol. The fire took a heavy toll Yangın çok sayıda can ve mal kaybına sebep oldu. The three recent deaths in his family took a heavy toll on him. Ailesindeki üç ölüm ona darbe gibi indi.

tollgate

i. geçiş ücretinin ödendiği köprü veya yol girişi.

tollhouse

i. geçiş ücreti toplayan memurun kulübesi. tollhouse cookie için de ufak çikolata parçaları bulunan fındıklı çörek.

toltec

i. Orta Meksika'da Azteklerden evvel yaşayan pek medeni bir kavim Toltecan s. bu kavme ait.

toluene

i. bir çeşit balsamdan çıkarılan ve ilaç veya boya imalâtında kullanılan benzin gibi bir sıvı.

tom

i. çeşitli hayvanların erkeği; b.h. Thomas adının kısası tom turkey baba hindi. Tom, Dick and Harry herkes, avam sınıfı.

tom thumb

Parmak çocuk; cüce.

tomahawk

i., f. Kuzey Amerika kızılderililerinin bir çeşit savaş baltası; f. bu balta ile vurup ölüdürmek. bury the tomahawk savaştan vazgeçmek, barış yapmak.

toman

i. toman (iran parası).

tomato

i. (çoğ. -es) domates; domates fidanı; A.B.D., argo kız.

tomb

i. mezar, kabir, gömüt, sin; türbe.

tombac

i. tombak, bakır ve çinko alaşımu

tombola

i. tombala oyunu.

tomboy

i. oğlan gibi kız, erkek tavırlı kız.

tombstone

i. mezar taşı.

tomcat

i. erkek kedi.

tomcollins

cin ve soda karışımı bir içki.

tome

i. cilt; büyük kitap.

tomentose, tomentous

s. üzeri pamuk gibi tüylü,yünlü.

tomfool

i., k.dili çok ahmak adam.

tomfoolery

i. ahmaklık; saçmalık.

tommy

i. İngiliz ordusunda er; İng., k.dili bir somun veya parça ekmek; bir işçiye ücret yerine verilen eşya; ücret yerine eşya alma.

tommyrot

i., k.dili saçma.

tomography

i. vücudun röntgen ışınlarıyle çekilmiş belli bir kesitinin resmi.

tomorrow

z., i. yarın.

tompion

bak. tampion

tomtit

i. baştankaraya benzer ufak kuş.

tomtom

i. tamtam.

tomy

(sonek) kesme.

ton

i. ton, (A.B.D.), (Kanada) 2000 libre (909 kilo); İng. 2240 libre (1018 kilo); 1000 kiloluk ağırlık; den. gemi ambarında 2,83 metreküplük yer; bir ton suya eşit olan gemi istiap ölçüsü. long ton büyük ton, 2240 libre. short ton küçük ton, 2000 libre.

ton

i., Fr. moda.

tonal

s. ses perdesine ait. tonally z. ses perdesine dikkat ederek.

tonality

i., müz. tonalite, tonculuk, bir bestenin ton özelliği; resimde renk uygunluğu.

tone

i. nitelik, perde ve süresi itibariyle ses; müzik sesi; müz. aralık; ses rengi; ton, perde; tıb. vücudun veya uzvun sıhhatli hali, beden kuvveti; fikir hali; nitelik; güz. san. renk tonu; tarz, tavır, hal. tone color müz. ses rengi. tone poem müz. senfonik şiir. half tone, semitone i. yarım perde. whole tone tam perde. toneless s. perdesiz; bıkkınlık ifade eden.

tone

f., foto. kimyasal banyo ile rengini değiştirmek; renk almak; rengi uygun düşmek. tone down mülayimleştirmek, yumuşatmak; donuklaştırmak, parlaklığını azaltmak. tone up kuvvetlendirmek.

tonedeaf

s. perde farkını işitemeyen.

tong

i. eskiden Amerika Birleşik Devletleri'nde faaliyet gösteren gizli Çin örgütü; A.B.D. aile

tonga islands

Tonga adaları.

tongs

i., çoğ. maşa. a pair of tongs maşa.

tongue

f., müz. dil vuruşu yapmak; tahtalara geçme kenar yapmak; k.dili konuşmak.

tongue

i. dil; lisan; dil şeklinde şey; söz, konuşma; konuşma tarzı; konuşulan dil; araba oku; broş iğnesi; denize uzanan sivri burun, dil. a sharp tongue sert söz söyleme eğilimi. find one's tongue yeniden konuşabilmek, konuşmaya başlamak. gift of tongues dini bir toplantıda bilinmeyen kelimelerle konuşma. give tongue havlamak (av köpeği). have one's tongue in one's cheek birini memnun etmek için düşündüğünden başka türlü ağız kullanmak, şaka yollu konuşmak. hold one's tongue susmak, dilini tutmak. put out one's tongue dilini çıkarmak. smoked tongue tütsü ile kurutulmuş dil, füme dil. wag one's tongue gevezelik etmek, boşboğazlık etmek.

tongue-and-groovejoint

lamba ve zıvana.

tonguelashing

i., k.dili azarlama, haşlama.

tonguetied

s. dili tutulmuş. tongue twister tekerleme, ses oyunu.

tonic

i., s. kuvvet ilacı, tonik; müz. ana nota, baş nota; dilb. vurgulu ses; içilecek soda; s. ses veya ses perdelerine ait; dilb. vurgulu; kuvvet verici; vücudu kuvvetlendirici; resimde gölge ve ışık veya renk etkisine ait. tonic accent kelime telaffuzunda vurgu; perde değişmesinden meydana gelen aksan. tonic sol-fa do re mi vb. kelimelerle yazılan ses perdesi sistemi.

tonicity

i. sıhhat, zindelik, esneklik (kas).

tonight

i., z. içinde bulunulan gece; içinde bulunulan günün gecesi; z. bu gece, bu akşam.

tonka bean

tohumları tütüne karıştırılan ve Güney Amerika'ya mahsus bir ağacın meyvası.

tonmile

i. tonmil.

tonnage

i. ton olarak bir geminin taşıma kabiliyeti, istiap haddi, tonaj, tonilato; gemideki yükün ağırlığı; bir memleketin bütün gemilerinin tonajı.

tonneau

i. eski bir otomobilin oturacak yerlerini de kapsayan arka kısmı.

tonometer

i. ses perdesini ölçme aleti; diyapazon, akort verme aleti; gözün tansiyonunu ölçme aleti.

tonsil

i., anat. bademcik. tonsillar s. bademciğe ait, bademcikle ilgili. tonsillec'tomy, tonsillot'omy i., tıb. bademcik ameliyatı. tonsillitis i.,tıb. bademcik iltihabı.

tonsorial

s. berbere ve berberliğe ait.

tonsure

i., f. Katolik papazlarının tıraş olunan tepe kısmı; başın tepesini tıraş etme; f. Katolik papazının tepesini tıraş etmek.

tontine

i. bir çeşit ortaklaşa hayat sigortası sistemi, tontin.

tonus

i., tıb. devamlı kas kasılması; biyol. bir uyarıya cevap olarak kasların kasılma yeteneği.

too

z. fazla, lüzumundan fazla, hadden ziyade; de, dahi, ilâveten, ek olarak, hem de. Too bad! Vah vah! I am too going. Ne yaparsan yap, gideceğim. This has gone too far. Bu mesele sıktı artık.

took

bak. take.

tool

i., f. alet, el aleti, kalem; çoğ. takım, avadanlık; herhangi bir işi görmek için gerekli olan vasıta; herkesin oyuncağı olan kimse; (argo) penis; f. aletle şekil vermek veya yapmak; kalıp gibi aletle süslemek; (argo) arabaya binip sürmek. tool box takım kutusu. tool'ing i. çizgili olarak taş yontma; sıcak kalıpla kitap kapağına süs yapma.

toon

i. Batı Hint adalarına mahsus ve kırmızı olan kerestesi mobilya için kullanılan bir ağaç.

toot

f., i. boru çalmak, boru gibi ses çıkarmak; i. boru sesi; düdük sesi; (argo) içki alemi.

tooth

i. (çoğ. teeth) f. diş; diş gibi çıkıntı, diş şeklinde şey; diş gibi kesen şey; belirli bir yemeğe olan aşırı düşkünlük; çoğ. keskin ve içine işleyen şey; f diş diş etmek, kenarına diş yapmak. armed to the teeth baştan tırnağa kadar silâhlı. a bone in his teeth gemi giderken önünde meydana gelen su fışkırması. by the skin of one's teeth ancak, güçbelâ. cast it in his teeth yüzüne vurmak, yüzüne karşı söylemek. cut a tooth diş çıkarmak. fight tooth and nail çok şiddetli dövüşmek. get one's teeth into kendini vermek (işine). in the teeth of karşı karşıya. show one's teeth tehdit etmek. It set my teeth on edge Dişlerimi kamaştırdı. They put teeth in that law. Koydukları madde ile kuralın etkisini artırdılar. toothed s. dişli tooth'y s. dişlek.

toothache

i. diş ağrısı.

toothbrush

i. diş fırçası. tooth brush tree misvak agacı, bot. Salvadora persıca.

toothpaste

i. diş macunu.

toothpick

i. kürdan, diş karıştırıcı.

toothpowder

i. diş tozu.

toothsome

s. lezzetli, tadı güzel, iştah açıcı; hoş. toothsomely z. lezzetle; hoşça. toothsomeness i. lezzetlilik; hoşluk.

toothwort

i. dişotugillerden herhangi bitki, bot. Dentaria; gizli otu, bot. Lathraea.

tootle

f. nefesli sazlarda yavaş ve devamlı ses çıkarmak.

toots

i., A.B.D., (argo) kız; gen. ünlemle kullanılır: Hi, toots! N'aber kız?

tootsy, tootsywootsy

(argo) (çocuk, kadın) ayak.

top

i. topaç. sleep like a top külçe gibi uyumak.

top

i., s. üst, tepe; zirve, doruk; baş; başın tepesinde bulunan saç tutamı; çoğ. bitkinin toprak üstünde kalan kısmı; en yüksek derece, en yüce yer; den çanaklık; (spor) topun tepesine vuruş; s. en yüksek; âlâ, birinci derecedeki, birinci sınıf. top boot uzun potin. top hat silindir şapka. top'less s üstü olmayan; belden yukarısı çıplak. top'most s. en üstteki. at the top of his lungs bar bar, avazı çıktığı kadar. blow one's top argo tepesi atmak; çıldırmak. go over the top siperden çıkıp saldırmak; beklenilenden daha çoğunu elde etmek. off one's top kafadan çatlak, kaçık. on top zirvede; başta, en güç1ü; başarılı. on top of en tepede; üstünde; ilâveten, ek olarak; az kalsın, nerdeyse on top of that hem de, üstelik. one thing on top of another üst üste, birbiri üstüne. over the top fazladan. I'm on top of the world. Dünyalar benim oldu.

top

f (-ped, -ping) tepesini kesmek; üstünü kapamak, kapak koymak; kapak yerine geçmek; tepesine çıkmak; tepeye varmak, üstünden geçmek; geçmek, üstün gelmek; üstesinden gelmek; kim. damıtarak en uçucu kısmını ayırmak; (spor) topun tepesine vurmak top off bitirmek, sona erdirmek;tepeleme doldurmak. Can you top this? Bundan daha iyisini uydurabilir misiniz?

topaz

i. topaz; bir çeşit sarı safir.

topazolite

i. sarı veya zeytin renginde, grena.

topcoat

i. palto.

topdrawer

s., k.dili iyi cins, üstün.

topdressing

i. serpme gübre.

tope

f. çok içki içmek, ayyaş olmak. top'er i. ayyaş kimse, bekri kimse.

tope

i. ufak kubbeli Buda tapınağı.

tope

i. camgöz, zool. Galeus canis.

topectomy

i. beyindeki ön lobun kısmen çıkarılması.

topflight

s. en iyi kalite, üstün.

topgallant

i., den. babafingo.

topheavy

s. havaleli, üst taraf çok yüklü.

tophet

i. Kudüs şehri yakınlarındaki Hinnom deresinde eskiden çocukların kurban edildiği bir yer; cehennem.

tophus

i. (çoğ tophi) tıb. gut hastalığında mafsallarda kireç toplanması.

topiary

s., i., bahç. süslü şekilde budanmış; i. süslü şekilde budama sanatı; böyle düzenlenmiş bahçe.

topic

i. konu, mevzu.

topical

s. konuya ait; tartışmalı; yöresel, mahalli, mevzii; güncel, günün meselelerine değinen; tıb. lokal. topical coloring kumaş basması, bez üstüne yapılan renkli basma. topical song güncel konulu şarkı topically z. tartışmalı olarak; yöresel olarak.

topknot

i. kuş sorgucu tepe ibik; saç topuzu; kordele ve tüy gibi saç süsü.

topmast

i., den. gabya çubuğu.

topnotch

s. en iyi kalite, üstün.

topographical

s. topografyaya ait, topografik.

topography

i. topografya. topographer i. topografya uzmanı.

topology

i., mat. geometrik şekillerin veya üc boyutlu cisimlerin bazı durumlarda değişmeyen özelliklerini inceleyen matematik dalı.

toponym

i. yer ismi; bulunduğu yerden dolayı verilen isim. topon'ymy yer adları bilgisi.

topper

i. bir şeyin tepesini kesen kimse veya alet; kaban; (argo) üstün kimse; (argo) kaliteli şey; (argo) silindir şapka.

topping

s., i. üstün, âlâ; İng., k.dili zinde, çok sıhhatli; çok iyi; i. tepesini kesme; tepe; sos.

topple

f. devirmek; devrilmek, düşecek gibi yana yatmak; itip yuvarlamak, düşürmek. topple over düşmek.

tops

s., (argo) en iyi, birinci sınıf.

topsail

i. gabya yelkeni.

topsecret

s., A.B.D., ask. çok gizli.

topside

i., den., gen. çoğ. geminin su hattından yukan olan dış yanı, borda.

topsoil

i. toprağın üst tabakası, humus.

topsyturve

z., s., i. altüst, başaşağı, karmakarışık; i. başaşağı vaziyette olma; karışıklık.

toque

i. başa sıkıca oturan kenarsız bir kadın şapkası

tor

i. kayalık yüksek tepe, kayalık burun

torah

i. Tevrat, Eski Ahdin ilk beş kitabı; Musa şeriatı; k.h. Musevi edebiyatında kanun.

torc , torque

i. burma madenden gerdanlık.

torch

i. meşale; asetilen lambası; İng. cep feneri; (argo) yangın çıkarma delisi. torch race eski Yunanlılarda koşucuların elde tuttukları meşaleleri birbirine vererek yaptıkları menzil yarışı. torch singer melankolik aşk şarkıları söyleyen kimse. torch song melankolik bir aşk şarkısı. carry a torch for (argo) karşılık görmeksizin sevmek. hand on the torch ilim ışığını devam ettirmek.

torchbearer

i. meşale taşıyan kimse; bilgi veya doğruluk yayan kimse.

torchlight

i. meşale ışığı.

torchonlace

i. keten ipliğiyle işlenen bir çeşit dayanıklı dantela.

tore

bak. tear.

tore

i., mim. tam kaval (yarım daire profilinde yuvarlak silme kısmı).

toreador

i. boğa güreşçisi, toreador. toreador pants balıkçı pantolonu.

toreutic

s. maden oymacılığına ait. toreutics i. maden oymacılığı.

torii

i. Japonya'da Sinto tapınağının ulu ve süslü tore kapısı.

torment

f. işkence etmek, eziyet etmek, eza vermek, azap çektirmek; canını sıkmak, başını ağrıtmak; kızdırmak. tormentingly z. işkence edercesine. tormentor i. eziyetçi kimse; işkence aleti; sahne içindeki yan perde.

torment

i. işkence, eziyet, ezinç, eza, elem, azap, cefa; cehennem.

tormentil

i. beşparmakotu, bot. Potentilla reptans.

torn

f., bak. tear.

tornado

i. (çoğ. -does, -dos) kasırga; hortum; şiddetli fırtına.

torose , torous

s., bot. yumrulu; zool. şişkin, çıkıntılı, boğumlu.

torpedo

i. (çoğ. -does, -dos) f torpil; demiryolu üzerine konulup işaret olarak tekerlekler altında patlatılan fişek; eğlence için taş üzerine atılıp patlatılan fişek; uyuşturanbalığı, torpilbalığı, zool. Raia top pedo; f. torpillemek, torpil ile harap etmek veya batırmak. torpedo boat torpido, torpidobot. torpedoboat destroyer muhrip. torpedo net torpil ağı. torpedo station torpido üssü. torpedo tube torpil atmaya mahsus kovan.

torpid

s. uyuşmuş, uyuşuk; cansız gibi; durgun; duygusuz; faaliyetsiz.

torpidity, torpidness

i. uyuşukluk, hareketsizlik, cansızlık. torpidly z uyuşukça; hareketsizce.

torpor

i. uyuşukluk, cansızlık, hareketsizlik; sersemlik. torporif'ic s. uyuşukluk getirici, uyuşturucu.

torquate

s., zool. boynu halkalı.

torque

i., mak. devir meydana getiren kuvvet, dönme momenti; bazı sıvı ve billurlardan geçme sonucunda polarılmış ışık düzleminde meydana gelen dönel etki; bak. torc.

torrefy , torrify

f. kavurmak, yakmak; mad. tas. yüksek ısıyla gazlarını defetmek için kurutmak; ecza. kurutup gevrekleştirmek torrefac'tion i. kavurma. uyuşuk.

torrent

i. sel, çok hızlı akıntı; sel gibi akan veya zorlu şey.

torrential

s. sel gibi; selden meydana gelen; şiddetli, kızışık. torrentially z. sel gibi.

torricellian

s. barometrenin ana ilkesini keşfeden İtalyan fizik bilgini; Toricelli'ye ait veya onunla ilgili Torricellian tube barometrenin cam tübü Torricellian vacuum barometre cıvası üzerindeki hava boşluğu.

torrid

s. güneşten kavrulan: çok sıcak kızgın, ateş gibi yakıcı. Torrid Zone Sıcak Kuşak. torrid'ity i. sıcaklık yakıcılık.

torsion

i. burma, bükme kıvırma; burulma bükülme, kıvrılma; mak. burulmuş tel veya cubuğun eski haline dönmesini gerektiren kuvvet. torsion balance burulmalı terazi. torsion meter burma ölçeği torsion scale tel veya maden çubuklarının burulması ile işleyen terazi. torsional s. burulma kabilinden, bükülmeye ait. torsionally z. burarak.

torsk

i. mezgitgillerden herhangi bir balık, zool. Gadidae.

torso

i. insan gövdesi; heykel gövdesi; güdük şey.

tort

i., huk. haksız muamele, haksız fiil.

torte

i., ahçı. turta.

tortfeasor

i., huk. haksız fiil isleyen kimse.

torticollis

i., tıb. kasılma sonucu boynun çarpılması, boyun tutulması.

tortile

s. bükülmüş, çöreklenmiş.

tortilla

i., Meksika bir çeşit pizza, lahmacun.

tortious

s., huk. haksız fiil kabilinden.

tortoise

i. kaplumbağa, tosbağa, zool. Testudo. tortoise shell bağa.

tortoiseshell

i. çilli evcil kedi, üç renkli dişi kedi.

tortuosity

i. eğri büğrülük, yılankavilik. tortuously z. eğri büğrü bir şekilde.

tortuous

s. eğri büğrü, dolambaçlı büküle kıvrıla uzayan; hileli.

torture

i., f. işkence, eza, eziyet, azap, elem; f. işkence etmek, eziyet etmek, azap vermek; biçimini bozmak, anlamını değiştirmek.

torus

i. (çoğ. tori) mim. tam kaval; anat. kasta veya kemikte yuvarlak çıkıntı, yumru, kabartı; bot. çiçek tablası.

tory

i., s., İng. tutucu parti üyesi; s., k.h. tutucu Toryism i. tutuculuk.

tosh

i., İng., k.dili saçma.

toss

f., i. atmak; havaya fırlatmak; (başı) arkaya doğru silkmek; öteye beriye çarpmak; çalkalamak, çalkandırmak; çalkanmak; bir yandan öbür yana atılmak; silkinmek, sarsılmak; karıştırmak; tartışmak; yazı tura için parayı havaya atmak; i. fırlatma, atma; atılma; (başı) arkaya silkme; yazı tura için para atma; bahis. tossed salad hafifçe altüst edilmiş salata. toss down içivermek, yuvarlamak. toss off bir yudumda içmek, yuvarlamak; yapıvermek. toss up yazı tura için para atmak; hazırlayıvermek win the toss yazı turada kazanmak. I tossed and turned all night. Bütün gece kıpır kıpır döndüm.

tossup

i. yazı tura için para atma; düşeş, şans işi.

tot

f. (-ted, -ting) gen. up (ile) toplamak.

tot

i. ufak çocuk, yeni yürüyen çocuk; azıcık içki.

total

s., i., f. (-ed, -ing veya -led, -ling ) bütün, tam tamam; top yekun; i. toplam, yekun, tutar; top, hepsi; f. toplamak, yekununu bulmak; tutmak, etmek; (argo) tamamen harap etmek. total abstinence alkolden kaçınma, Yeşilaycılık. total eclipse güneşin tam tutulması. total loss tam zarar. total war top yekun savaş. totality i. bütünlük, tümlük; astr. ay veya gün tutulmasının tam olduğu süre. totally z. tamamen bütün bütün.

totalitarian

s., i. totaliter, bütüncül; i. totaliter yönetim yanlısı. totalitarianism i. totalitercilik.

totalize

f. toplamak totaliza'tion i. toplama totalizer. totalizator i. at yarışlarında müşterek bahisleri kaydedip toplayan hesap makinası.

tote

f., i., A.B.D., k.dili taşımak; i. taşıma; yük. tote bag kadınların büyük el çantası.

totem

i. ongun, totem: totem heykeli. totem pole totem heykeli. totemism i. ongunculuk, totemizm. totemist i. onguncu, toteme inanan kimse; totem uzmanı.

tother , t'other

zam. k.dili öbürü.

totter

f. sendelemek, yalpalamak, sallanmak totteringly z .sendeleyerek tottery s. sarsak; sallantıda olan.

toucan

i. tukan, zool. Rham phastidae.

touch

f. dokunmak, ellemek, el sürmek; temas etmek, değmek; bitişik olmak; erişmek; yaklaşmak; tesir etmek; düzeltmek; mütehassıs olmak; (argo) para koparmak; İng., (argo) aldatmak; sözünü etmek, bahsetmek; yemek; müz. çalmak; mat. teğet geçmek, değmek. touch at uğramak. touch bottom dibe değmek; (fiyat) çok düşmek; (ümit) suya düşmek. touch down inmek. touch off patlatmak, ateşlemek. touch on (konuya) dokunmak, değinmek. touch one to the quick ciğerine işlemek, yüreğine tesir etmek. touch the heart of yüreğini yumuşatmak, etkilemek. touch up retuş yapmak touch wood nazar değmesin diye tahtaya vurmak. He touched his hat. Şapkasına dokunarak selâm verdi. I don't dare touch wine. Şaraba el süremem. touch'able s. dokunulur, el sürülebilir.

touch

i. dokunma, dokunuş, temas, değme; bitişik olma; dokunum, dokunma duyusu; hisleri uyandırma kuvveti; koku, çeşni; iz; üslup; (argo) kendisinden kolayca para koparılan kimse; (argo) para isteme; müz. tuşlayış, dokunuş; tuşların direnci; spor taç touch and go tehlikeli durum; (konuya) şöyle bir dokunma. touch football özel teçhizatsız oynanan bir çeşit Amerikan futbolu. touch needle ayar iğnesi; mihenk veya altın ayar iğnesi. a soft touch ken disinden kolayca para koparılan kimse. finishing touches tamamlayıcı düzeltmeler, son retuşlar. keep in touch with temasta bulunmak, alâkayı devam ettirmek. the royal touch sıraca hastalığının ilâcı farz edilen kralın el dokunuşu. I felt a touch of rheumatism this morning. Bu sabah romatizma beni şoyle bir yokladı. The writer has a light touch. Yazarın hoş bir üslubu var.

touchandgo

s. tehlikeli, nazik; baştan savma, gelişigüzel, yüzeysel.

touchdown

i. Amerikan futbolunda gol.

touche

(ünlem) (eksrimde) Tuş! Dokundun ! Tam yerinde !

touchhole

i. eski toplarda falya deliği.

touching

s., edat dokunaklı, içe dokunur, etkili; (edat) -e dayanarak, -e bağlı olarak. touchingly z. dokunaklı bir şekilde.

touchmenot

i. kına çiçeği, bot. I mpatiens.

touchstone

i. denektaşı, mihenk taşı.

touchtype

f. bakmadan daktilo kullanmak. touchwood i. ağaç kavı, kav.

touchy

s. alıngan, çabuk darılır; titiz, huysuz; çabuk tutuşan. touchily z. alınganca. touchiness i. alınganlık; titizlik.

tough

s., i. kopmaz, kırılmaz; sert, pek dayanıklı; kart; güç, zor, çetin; kuvvetli, eğilmez; direşken; belâlı; i. külhanbeyi. tough spot çıkmaz. That's tough. Tough luck. Geçmiş olsun. Vah, vah! Pek yazık. He had the toughest beat in the city. Şehrin en olaylı devriyesi onun üzerindeydi. tough'ish s. epeyce dayanıklı; pişkince; kartça; güççe. tough'ly z. güçlükle. tough'ness i. dayanıklılık; güçlük.

toughen

f. katılaşmak, katılaştırmak; güçlüklere alıştırmak.

toughie

i., k.dili külhanbeyi; çıkmaz durum, açmaz.

toughminded

s katı, yeğin; çetin; çakırpençe

toupee

i. eğreti tepe saçı, ufak peruka.

tour

i., f. devir; gezi, tur, seyahat; dünya seyahati, uzun yolculuk; turne; nöbet; f. seyahat etmek, tur yapmak, gezintiye çıkmak; turneye çıkmak. tour of duty tayin edilen bir yerde çalışma süresi. tour the Continent Avrupa'yı dolaşmak. the grand tour tahsilin tam olması için aristokrat çocuklarının Avrupa'yı dolaşması. touring car büyük açık otomobil.

touraco

i. Afrika muzculu, zool. Turacus fischeri.

tourbillion

i. helezoni şekilde havaya yükselen fişek; kasırga.

tourdeforce

Fr. üstün kudret veya hüner gösterisi.

tourism

i. turizm; zevk için yapılan geziler.

tourist

i. turist. tourist agency seyahat acentesi. tourist class bazı vapurlarda ikinci ve üçüncü mevkiler arasında yolcu mevkii, turistik mevki.

tourmaline

i. kıymetli taş gibi kullanılan ve birçok renkleri bulunan şeffaf bir taş.

tournament

i. yarışma, turnuva; ortaçağda mızrak oyunu; turnuva oyunları.

tourney

i., f. turnuva; f. turnuvaya katılmak; mızrak oyununa katılmak.

tourniquet

i. kan akıntısını durdurmak için kola veya bacağa sarılan sıkı sargı.

tousle

f. arap saçına çevirmek, bozmak, karıştırmak, karmakarışık etmek.

touslesmois

i., Fr. tespih çiçeğinin nişastalı yumru kökü.

tout

f., i., k.dili müşteri aramak, simsarlık etmek; oy toplamak; yarış taliminde atları gizlice gözetlemek; bahis tutan kimseye atlar hakkında önceden bilgi vermek; i. yarış taliminde atları gözetleyip bahisçilere önceden bilgi veren kimse; simsar

toutdesuite

Fr. derhal, hemen.

tovarisch

i., Ru. yoldaş.

tow

f., i. yedeğe alıp çekmek; çekmek; i. yedekte çekme veya çekilme; yedekte çekilen duba; çekme halatı. have in tow yedekte bulundurmak; peşine takıp gezdirmek. take in tow yedeğe almak, yedekte çekmek; himaye altına almak. tow'age i. yedekte çekme; yedek ücreti.

tow

i. kıtık.

toward

s. yumuşak başlı, uysal; yaklaşan. toward'ly s. eski uslu, uysal; uygun.

towards

(edat) -e doğru, doğrultusunda, tarafına doğru; -e yakın, -e karşı; için. towards evening akşama doğru, akşam üzeri.

towboat

i. römorkör.

towel

i., f. havlu, silecek, peşkir; f. havlu ile kurulamak veya kurulanmak. Turkish towel kaliteli havlu. towel(l)ing i. havluluk bez throw in the towel; k.dili pes demek.

tower

i., f. kule, burç: kale, hisar; f. başkalarından yüksek olmak; dikine havalanmak (kuş). tower over bir diğerinden daha yüksek olmak. a tower of strength insana manevi kuvvet veren kimse. the Tower Londra'nın eski kalesi. water tower yüksek su deposu.

towering

s. yüksek, kule gibi; çok şiddetli, şiddeti artan towering rage dehşetli öfke.

towhead

i. sırma saçlı kimse.

towline , towrope

i. çekme halatı.

town

i. kasaba; şehir; şehir halkı; şehrin iş merkezi. town and gown tüccarlar ile üniversite. town clerk kasaba sicil memuru. town council belediye meclisi. town crier şehir tellâlı. town hall belediye binası. town house şehirdeki ev; İng. belediye dairesi. town meeting kasabada oy kullanma hakkı olan herkesin katıldığı toplantı. town talk şehir dedikodusu veya söylenti konusu, şehir havadisi. go to town şehre inmek; (argo) harıl harıl yapmak. on the town vakıftan yardım görmekte; (argo) çakırkeyf, âlemde. paint the town red (argo) çok gürültülü eğlenti yapmak.

township

i. kasaba ile yöresi ve bağlantıları, kaza, ilçe.

townsman

i. sehirli, hemşeri.

townspeople

i. şehir halkı.

towpath

i. kanal kenarında gemiyi çeken beygirlere mahsus yedek yol.

toxemia

i. kan zehirlenmesi.

toxic

s. zehir nev'inden, zehirden meydana gelmiş, zehirli. toxicant s., i. zehirli, zehirleyici, zehir meydana getiren; i. zehirli madde. toxica'tion i. zehirleme, zehirlenme.

toxicology

i zehirbilim, zehirler bilgisi, toksikoloji. toxicological s. zehirbilimsel. toxicologist i. zehirbilim uzmanı.

toxin,ine

i. toksin.

toy

i., f., s. oyuncak; oyuncak gibi ufak şey, önemsiz şey; f. eğlenmek, oynamak: s. oyuncak gibi, küçük, ufak. toy shop oyuncakçı dükkânı.

tr.

kıs. trace, translated, translator, treasurer trust.

trabeate , ated

s., mim. sütun pervazlı, sacaklıklı

trabecula

i. (çoğ. -lae) anat. bağ. trabecular, trabeculate s. bağ gibi.

trace

i., f. iz, eser, nişan: azıcık şey, zerre, az miktar: işaret: kalıntı: ormanda patika: hafif çizgi; f. izlemek: izini araştırıp bulmak; ayrıntıları ile tanımlayarak aslını göstermek: çizmek: dikkatle çizmek veya yazmak: şeffaf kağıt üzerinden kopya etmek; oymak, hakketmek: geçmek. trace back aslını arayıp bulmak. trace out krokisini yapmak, planını çizmek. trace over şeffaf kağıt üzerinden kopya etmek. traces of pain ağrı belirtileri, hafif ağrılar. He traces his family back to the fifteenth century. Soyu on beşinci yuzyıla kadar uzanıyor. No trace remains. Hiç bir iz kalmadı. trace'able s. izlenebilir, izi bulunabilir.

trace

i. arabanın koşum kayışı; mak. hareket aktarmak için iki parçayı birleştirip işleten çubuk. kick over the traces gemi azıya almak.

tracer

i. izleyen şey veya kimse; kopya çıkaran alet; kayıp şeyleri soruşturma belgesi; terzi ruleti; tıb. hastalığın yerini saptamak için vücuda zerkedilen radyoaktif izotop. tracer bullet giderken havada iz bırakan kurşun.

tracery

i. oyma taşta yapraksı süs.

trachea

i. (çoğ. -ae) anat. nefes borusu, soluk borusu; bot. yapraklarda bulunan ufak damar, trake. tracheal s. soluk borusuna veya damara ait. tracheotomy (treykiyat'ımi) i., tıb. soluk borusunu açma ameliyatı.

tracheitis

i., tıb. soluk borusu iltihabı.

trachoma

i., tıb. trahom.

trachomatous

s. trahomlu.

trachyte

i., jeol. trakit.

tracing

i. kopya etme; kopya; iz, yol. tracing paper aydinger kâğıdı, ince kopya kâğıdı.

track

i., f. iz, eser, nişan; ayak veya tekerlek izi: yol: koşu yolu: spor atletizm, koşma, atlama ve atma: ray: dizi, seri; f. izlemek, takip etmek; izini aramak: geçmek; iz bırakmak veya yapmak; iki tekerlek arasında uzanmak (mesafe). track down izleyerek bulmak. track man (spor) koşucu, atlet. track meet (spor) atletizm karşılaşması. track shoe kabaralı ayakkabı. across the tracks kenar mahallede. double track çift hatlı (demir yolu). in one's tracks olduğu yerde. jump the track raydan çıkmak; yoldan sapmak, geçmek, atlamak. keep track of dikkatle izlemek; ilişkiyi devam ettirmek. lose track of bağlantıyı kaybetmek, izini yitirmek. make tracks acele gitmek off the track hattan çıkmış; konudan ayrılmış. on the track konuyla ilgili on the right track doğru yolda. in his tracks peşinde, izinde. single track tek hatlı, tek yönlü. singletrack mind aymazlık, gözü bağlılık. the beaten track çok geçilmiş yol, işlek yol. The children tracked snow into the house. Cocuklar ayakkabılarıyle karı içeriye taşıdılar. track'er i. izleyen kimse.

trackage

i. demiryolu rayları; başka kumpanyanın demiryolunu kullanma hakkı; bu hakkı kullanmak için verilen para.

trackless

s. izsiz, iz kalmayan; yol suz; raysız giden tracklessly z. izsiz, iz bırakmadan. tracklessness i. izsizlik.

trackman

i., d.y. hat bekçisi.

tract

i. dinsel veya törel risale; broşür.

tract

i. saha, alan, arazi parçası, toprak; anat. nahiye, bölge. digestive tract sindirim sistemi.

tractable

s. söz dinler, yumuşak başlı, uysal; kolay işlenir, şekle girer. tractabil'ity, tractableness i. yumuşaklık, uysallık. tractably z. uysallıkla.

tractate

i. risale, broşür.

tractile

s. çekilip uzar, çekilebilir.

traction

i. çekme, çekilme; fiz. çekiş gücü traction engine yük çekme lokomotifi veya traktörü. traction wheel lokomotiften kuvvet alan tekerlek. in traction tıb. askıda. tractional s. çekme kuvvetine ait. tractive s. çekici.

tractor

i. traktör; kamyonun şoför mahalli.

trade

i., f. alışveriş; ticaret: iş, sanat, meşguliyet; esnaf: pazarlık: değiş tokuş, takas, trampa: müşteriler: f. alışveriş etmek; ticaret yapmak; iş yapmak. trade agreement ticari anlaşma. trade discount toptancı indirimi. trade in eskisini yenisine fiyat farkıyle değiştirmek. trade journal mesleki mecmua. trade mark alâmeti farika, ticari marka. trade name ticari isim, ticaret unvanı. trade off değiş tokuş ederek elden çıkarmak. trade on -den faydalanmak. trade route ticaret yolu. trade school meslek okulu, sanat okulu. trade secret mesleki sır. trade union sendika. trade wind alize.

tradelast

i. iltifat. I have a tradelast for you. Siz benim hakkımda duyduğunuz bir iltifatı söylerseniz, ben de size hakkınızda duyduğum iltifatı söylerim.

trader

i. tüccar, tacir; ticaret gemisi.

tradesfolk

i. esnaf takımı.

tradesman

i. dükkâncı, esnaf adam.

trading

i. alışveriş; değiş tokuş. trading post uygurlaşmamış yerlerde değiş tokuş için kurulmuş dükkân. trading stamp kâr pulu, pay kuponu.

tradition

i. anane, gelenek, görenek, âdetler; sünnet; hadis.

traditional

s. geleneksel, ananevi. traditionalism i. ananeye bağlılık, gelenekçilik. traditionally z. geleneksel olarak, geleneklere göre traditionalist i. ananeye bağlı kimse, gelenekçi.

traduce

f. iftira etmek, karalamak, çamur atmak.

traffic

i. gidişgeliş, trafik, seyrüsefer; alışveriş, ticaret, trampa, değiş tokuş; yük miktarı; yolcu adedi; iş, muamele. drug traffic uyuşturucu madde ticareti. traffic circle A.B.D. gidişgelişin tek yönde olduğu daire şeklindeki kavşak. traffic cop k.dili trafik polisi. traffic divider refüj. traffic island ada. traffic jam trafik tıkanıklığı. traffic light trafik ışığı, trafik lambası. traffic manager trafik memuru. Let us charge what the traffic will bear. Satılabilecek en yüksek fiyatı koyalım.

traffic

f. (-ficked, -ficking) yolculuk yapmak. traffic in değiş tokuş etmek; karanlık işlerle uğraşmak. traffic with ile ilişkide bulunmak.

trafficker

i. kaçakçı; karanlık işlerle uğraşan kimse.

tragacanth

i. kitre; geven, bot. Astragalus; zamk ağacı, kitre ağac.

tragedian

i. trajedi yazarı veya aktörü. tragedienne' i trajedi aktrisi.

tragedy

i. facia, trajedi; felâket, korkunç olay.

tragic , ical

s. facia kabilinden, facialı; trajik; korkunç, müthiş, feci, hüzünlü, acıklı. tragic drama, trajedi. tragically z. faciayla, trajik bir şekilde, feci surette. tragicalness i. facialılık, acıklı durumı

tragicomedy

i. hem trajedi hem komedi yönü olan piyes. tragicomical s. hem ağlatıcı hem güldürücü.

tragopan

i. Asya'ya mahsus boynuz şeklinde uzantıları olan bir çeşit sülün, zool. Tragopan.

trail

f., i. sürüklemek, arkası sıra yerde sürüklemek; izlemek; geriden izlemek, geri kalmak; ayakla çiğneyerek yol yapmak; sürünmek; sürüklenmek; iz bırakmak, peşinde bırakmak; bitki gibi yerde uzamak; izleyerek avlamak; i. iz; peten, sürüklenen şey, kuyruk; (bir) sürü, (bir) yığın; top arabasının kundak kuyruğu; patika, keçiyolu. trail one's coat başına belâ aramak, kaşınmak, aramak. trail rope çekme halatı. hit the trail yola koyulmak. She left a trail of broken hearts. Ardında bir yığın kırık kalp bıraktı.

trailblazer

i. yol açan kimse; öncü.

trailer

i. yerde surüklenen şey veya kimse; sürüngen sap, yerde uzanan fidan; diğer bir arabanın çektiği araba; römork; otomobilin çektiği ve içinde ev tertibatı olan araba; sin. gelecek programa ait filim parçası. fragman trailer court ev römorku park yeri.

trailingarbutus

i. fundagillerden pembe çiçekli her dem taze bir bitki, bot. Epigaea repens.

train

i., f. tren, katar; saf; refakatçiler, maiyet; yerde sürünen uzun etek; silsile, takım, sıra, düzenli durum; sıra halinde barut; hayvanı tuzağa çekmek için sıralanmış yem; f. alıştırmak, öğretmek, talim ettirmek; ehlileştirmek; dalları kazık veya duvara bağlayıp istenilen biçime getirmek (ağaç veya fidan); nişan almak (top); talim etmek; idare etmek; pehriz ile yarışa hazırlanmak; talim görmek. train dispatcher tren hareket memuru. train down zayıflama rejimi yap mak. train oil balinadan alınan yağ. train shed vagonların muhafaza edildiği depo. train up yetiştirmek, terbiye etmek. trained eye alışkın göz. trained nurse diplomalı hastabakıcı, hemşire. half trained yarı eğitilmiş. over trained luzumundan fazla ve zararlı olacak derecede eğitilmiş. train'able s. talim olunabilir, eğitilebilir, alıştırılabilir, terbiyesi mümkün.

trainband

i., ask. eskiden İngiltere'de bir çeşit talimli redif alayı.

trainer

i. talimci, terbiye edici, antrenör; top nişancısı; talim uçağı.

training

i. talim, terbiye, tahsil; antrenman. training camp askeri veya spor talim kampı. training seat çocuk için eğitici oturak. training ship okul gemisi. go into training antrenman yapmak.

trainmile

i. demiryolu seferlerinin hesap birimi olan tren mili.

traipse

f., k.dili dolaşmak, başıboş gezmek.

trait

i. hususiyet, özellik; nad. dokunma.

traitor

i. hain kimse, vatan haini. traitress. i hain kadın.

traitorous

s. haince, hıyanet kabilinden traitorously z. hainlikle. traitorousness. i hainlik.

trajectory

i. mermi yolu; geom. eğri, münhani; astr. yörünge.

tram

i., İng., f. (-med, -ming) tramvay; maden ocaklarında raylar üzerinde işleyen sandık şeklinde araba; f. böyle arabada taşımak.

tram

i. ibrişim, bükme ipek.

tram

i., f. (-med, -ming) mak. başka şeylere nispetle doğru ayarlanmış olma (in tram, out of tram olarak kullanılır); f. doğru ayarlamak.

tramcar

i., İng. tramvay.

tramline

i., İng. tramvay hattı.

trammel

i., f. (-ed, -ing veya -led, -ling) gen. çoğ. mânia, engel; balık tutmak için ağ; ata rahvan yürümesini öğretmek için kullanılan bukağı; ocakta tencere askısı; mak. kollu pergel, elipsograf; f. engel olmak; tuzağa düşürmek.

tramontane

s., i. dağların ötesindeki: (İtalya'ya göre) Alplerin ötesindeki; yabancı; i. dağların ve bilhassa Alplerin ötesinde oturan kimse; yabancı kimse.

tramp

f., i. serserice dolaşmak; ağır adımlarla yürümek; yaya olarak yolculuk etmek, taban tepmek; çiğnemek, ayak altında çiğnemek; i. derbeder ve serseri kimse; avare gezme; ağır adım ve sesi; uzun yaya gezintisi; den. tarifesiz işleyen yük vapuru. tramp on (upon, under foot) üstüne basıp geçmek; kötü veya insafsızca muamele etmek. on the tramp yerden yere dolaşmakta, serserilik etmekte.

trample

f., i. ayak altında çiğnemek, ayak altına almak; i. ayakla çiğneme; ayakla çiğneme sesi.

trampoline

i. tramplen.

tramroad

i. maden ocaklarında oluklu veya raylı hat.

tramway

i., İng. tramvay, tramvay hattı; maden ocaklannda hat.

trance

i., f. dalınç, esrime, vecit hali, istiğrak; kendinden geçme; ruhun yücelmesi; f. vecit haline koymak; teshir etmek, büyülemek.

tranquil

s. sakin, rahat, asude; durgun, sessiz; gönlü rahat tranquil'lity i. sükun. tranquilly z. sükunetle tranquilness i. sükunet.

tranquilize , (ıng.) tranquillise

f. sakinleştirmek, sakinleşmek, yatıştırmak, yatışmak. tranquiliza'tion i teskin etme.

tranquilizer

i. müsekkin, yatıştırıcı şey; teskin edici ilaç.

trans siberian railroad

Sibirya'yı kateden demiryolu.

trans-

(önek) ötesinde, aşın, karşı tarafta, öbür tarafında; arasından; içinden; tamamen, bütün bütün; çaprazvari.

trans.

kıs. transaction, transitive, translator.

transact

f. yapıp bitirmek, görmek (iş), muamele görmek.

transaction

i. iş görme; iş, muamele; çoğ. bir kurumun bütün muamelelerini gösteren basılı rapor veya kayıtlar. transactional s. karşılığında cevap gerek tiren. transactional analysis insanlararası ilişkilerin analizi.

transalpine

s., Alplerin ötesinde (kuzeyinde) yaşayan veya bulunan (kimse veya şey).

transatlantic

s. Atlantik okyanusunun ötesindeki; Atlantik aşırı; Atlantik okyanusunu geçen.

transcaucasia

i. Kafkasların güneyinde Azerbeycan, Gürcistan ve Ermenistan'ı içine alan bölge.

transceiver

i. alıcı verici radyo.

transcend

f. üstüne çıkmak, faik olmak; geçmek, aşmak; üstün gelmek. transcendence, -cy i. üstünlük, üstün gelme.

transcendent

s. üstün, faik; âlâ; insan aklından üstün. transcendently z. üstün olarak. transcendentness i. üstünlük, faiklik.

transcendental

s. üstün, faik; fels. deneyüstü, tecrübeden üstün olan; fizikötesi, doğaüstü. transcendental number esas cebir işlemleriyle temin edilemeyen sayı (örneğin Pi sayısı). transcendentalism i. beşer tecrübesi fevkindeki insan bilgisi esaslarını tespit eden prensip, transendentalizm. transcendentalist i. bu felsefenin taraftarı.

transcontinental

s. kıtayı kateden; kıtanın öte tarafındaki.

transcribe

f. kopya etmek, suret çıkarmak; müz. uyarlamak.

transcript

i. ikinci nüsha, suret, kopya; bir öğrenim süresinde okunan derslerden alınan notlann resmi sureti. transcrip'tion i. kopyasını çıkarma; transkripsiyon; müz. uyarlayış.

transcurrent

s. çaprazvari uzanan.

transducer

i. enerjiyi bir sistemden başka bir sisteme nakleden cihaz, iletme sistemi.

transect

f çaprazvari kesmek transec'tion i. kesit.

transept

i., mim. planı haç şeklinde olan kilisenin iki kanadı.

transfer

f. (-red, -ring) nakletmek, geçirmek; devretmek, başkasına bırakmak; baskı ile kopya etmek; aktarma yapmak. transferable s. nakli mümkün, devredilebilir, havale edilebilir. transference i. nakletme, naklolunma transferor i., huk. devreden kimse.

transfer

i. nakil, havale, transfer, geçirme; devir, feragat; naklolunan veya geçirilen şey; çıkartma; telgraf havalesi; aktarma bileti.

transference

i., psik. hislerin psikolojik olarak bir başkasına yönelmesi.

transfigure

f. şeklini değiştirmek; yüceltmek. transfigura'tion i. suret veya şekil değişmesi; b.h. dağda Hazreti İsa'nın suretinin değişmesi, tecelli.

transfinite

s., i. mat. sınır üstü (sayı).

transfix

f. mıhlamak; sivri uçla delmek; kazıklamak, kazığa oturtmak; hayretten dondurmak.

transform

f. biçimini değiştirmek, dönüştürmek, tahvil etmek, nev'ini değiştirmek; başka kalıba sokmak; mat. dönüştürmek.

transformation

i. şekil değişmesi, dönüşüm, dönüştürüm; kadın perukası; gram. dönüşme.

transformer

i şekil de/gıs/ tirici; elek transformatör, trafo

transformism

i, biyol dö nüşümcülük, şekilde/gıs/imcilik

transfuse

f. sıvıyı bir kaptan başka bir kaba boşaltmak, sıvıyı aktarmak. transfu'sion i. aktarma. blood transfusion kan nakli.

transgress

f. bozmak, ihlal etmek, çiğnemek, aksine hareket etmek; kanuna itaatsizlik etmek; günah işlemek; hududunu aşmak, haddi aşmak. transgressor i. günahkar kimse, tecavüz eden kimse.

transgression

i. tecavüz, haddi aşma; ihla1; günah, suç. trans gressional s. günah ve hata kabilinden.

tranship

bak. transship.

transhumance

i. iyi otlak için sürülerin mevsim göçü.

transience, -siency

i. geçici hal, geçicilik.

transient

s., i. geçici, süreksiz; fani, kalımsız; çabuk geçen; i. yalnız kısa zaman kalan misafir; radyo. geçici dalga veya cereyan. transiently z. geçici olarak. transientness i. geçicilik; fanilik.

transilient

s. bir şeyden öbürüne atlayan; ani hareketlerle sıçrayan.

transilluminate

f., tıb. arkasından ışık vererek aydınlatmak.

transistor

i., elek. transistor. transistorize f. transistorla teçhiz etmek.

transit

i., f. geçme, mürur; geçiş; transit; astr. gökcisminin teleskop sahasından geçmesi; astr. ufak bir gökcisminin büyük bir gökcismi ile dünyanın arasından geçmesi; yatay ve düşey açıları ölçmeye mahsus yüzölçümü aleti; f. geçmek, transit geçmek; teleskop sahasından ge çirmek veya geçmek. transit circle, transit instrument bir gökcisminin meridyenden geçişini izleyen rasat aleti, meridyen aleti. transit compass yatay açı ö1çmeye mahsus yüzölçümü aleti. transit duty transit gümrük resmi. transit lounge (havaalanında) transit salonu. in transit transit olarak.

transition

i. geçiş, intikal; geçiş yeri veya müddeti; bağlantı; müz., eksen değişimi. transition period, transition stage geçiş devresi, intikal devresi.

transitional

s. geçişe veya değişmeye ait. transitionally z. değişim müddetince.

transitive

s., i. geçme veya geçirme kabiliyeti olan; gram. nesneli, geçişli; i. geçişli fiil. transitively z. geçişli olarak.

transitory

s. geçici, süreksiz; fani, kalımsız. transitorily z. geçici olarak. transitoriness i. geçicilik; fanilik.

transjordan

i. eski Ürdün (devleti).

translate

f. çevirmek, tercüme etmek; nakletmek; bir insanı ölmeden göğe nakletmek; dönüştürmek, değiştirmek, tahvil etmek; tercümanlık yapmak; tercüme edilmek; telgrafı alarak tekrar başka yere aynen göndermek (otomatik cihaz). translatable s. tercümesi mümkün, çevrilebilir; dönüştürülebilir.

translation

i. çeviri, tercüme; verden yere nakil; tahvil, tebdil.

translator

i. tercüman, çevirmen, mütercim; telgrafı gönderen otomatik cihaz.

transliterate

f. başka dilin alfabesiyle yazmak. translitera'tion i. transkripsiyon.

translucent

s. yarı şeffaf. translucency i. yarı şeffaflık translucently z. yarı şeffaf bir şekilde.

translunar

s. ayın ötesindeki.

transmarine

s. denizaşırı.

transmigrate

f. bir memleketten başka bir memlekete göç etmek, hicret etmek; tenasüh etmek, slçramak, göçmek (ruh).

transmigration

i. hicret; ruh göçü, ruh sıçraması. transmigration of a soul tenasuh, ruh göçü.

transmissible

s. geçirilmesi mümkün. transmissibil'ity i. geçirme imkânı.

transmission

i. geçirme, nakil, intikal, gönderme, iletme, taşıma; mak. transmisyon, vites. transmission dynamometer bir makina veya cihazdan geçirilen kuvveti ölçme aleti. automatic transmission otomatik vites. transmissive s. naklolunur; nakleder, iletken.

transmit

f. (ted, -ting) geçirmek; göndermek, nakletmek; geçmesine müsaade etmek. transmitter i. radyo veya televizyon verici istasyonu; nakledici cihaz; geçiren kimse; iletken şey.

transmogrify

f. şeklini değiştirmek, acayip şekle sokmak.

transmontane

s. dağ(lar)ın ötesindeki; Alplerin kuzeyindeki; Alplerin güneyindeki.

transmutable

s.cismen değişirilmesi mümkün transmutability i. değişme kabiliyeti, cismen degiştirilme imkânı.

transmutation

i. tahavvül, değiştirilme.

transmute

f. aslını veya şeklini değiştirmek.

transoceanic

s. okyanusun ötesinde bulunan, okyanus aşırı, transokyanus, okyanus ötesi; okyanuslar arası.

transom

i. vasistas; pencereyi yatay olarak bölen kiriş; çapraz kiriş; den. kıç yatırması.

transonic

s., fiz. ses altından ses üstüne geçerken oluşan durumlarla ilgili.

transonic barrier

bak. sonic barrier.

transoxiana

i., eski Amu Derya ötesi, Semerkant bölgesi.

transparency

i. şeffaflık; şeffaf şey; ışığa tutulunca görülebilen cam üzerine yapılmış resim; slayt.

transparent

s. şeffaf, berrak, saydam cam gibi; açık vazıh, aşikâr. transparently z. şeffaf olarak. transparentness, transparence i. şeffaflık, açıklık.

transpierce

f. sivri aletle delmek, delip geçmek.

transpiration

i terleme.

transpire

f. vaki olmak, olmak; beden veya bitki gözeneklerinden dışarı çıkmak; terlemek; nefes vermek; meydana çıkmak, şüyu bulmak, duyulmak, sızmak.

transplant

f., i. bir yerden çıkarıp başka yere dikmek (fidan); başka yere yerleştirmek; tıb. aşılama için doku eklemek; i. nakletme; başka yere yerleştirilen şey; başka yere yerleştirme. heart transplant kalp nakli. transplanta'tion i. doku nakli.

transponder

i., elek. radyo sinyaline cevap veren radyo vericisi.

transpontine

s. köprü ötesinde; Londra'da Thames nehrinin güney tarafında.

transport

i. askeri vasıta; kendinden geçme, zevk ve heyecandan çılgın hale gelme; nakil, münakalat, taşınma, yerden yere götürme; sürgün olmuş kimse. Ministry of Transport Ulaştırma Bakanlığı.

transport

f. yerden yere götürmek, taşımak, nakletmek; kendinden geçirmek, çı1dırtmak; sürgüne göndermek, nefyetmek. transportable s. nakli mümkün; taşınabilir.

transportation

i.. nakil, yerden yere taşıma, münakalât, ulaştırma; nakil vasıtası; nakil vasıtası bileti; taşıt ücreti; sürgünlük cezası.

transpose

f. ters çevirip yerini değiştirmek; sırasını değiştirmek, takdim ve tehir etmek; mat. işaretini değiştirerek denklemin bir tarafından öbür tarafma geçirmek; müz. aktarmak, perdesini degiştirmek transposable s. yeri değiştirilebilir, aktarılabilir.

transposition

i. yerini degiştirme; takdim ve tehir; mat işaretini degiştirerek denklemin bir tarafından öbür tarafına geçirme; tıbı bir uzvun olağandışı bir yerde bulunması; tıb. bir doku parçasını yerinden tamamen ayırmadan kesip başka bir yere yapıştırma ameliyatı; müz. aktarma.

transship

f. (-ped, -ping) aktarma yapmak. transshipment i. aktarma.

transubstantiate

f. başka bir cisme deiğştirmek; Hazreti İsa'nın et ve kanına değiştirmek. (Aşai Rabbani'de kullanılan ekmek ve Sarabı). transubstantia'tion i. Katolik ve Ortodoks kiliselerinin inanışına göre Aşai Rabbani ayininde kullanılan ekmek ve şarabın Hazreti İsa'nın et ve kanına değiştirilmesi.

transude

f. sızmak, ter gibi deriden sızmak. transudation i. sema, sızıntı.

transuranian

s. uranyumdan daha ağır olan.

transvaal

i. Transval.

transversal

s., i. yandan yana geçen, karşıdan karşıya, enine; i., geom. bir takım hatları kateden doğru hat.

transverse

s., i. karşıdan karşıya, enine, çaprazvari; i. çapraz şey; mat. hiperbolde enine mihver. transverse ligament anat. çaprazvari bağ. transversely z. çapraz olarak.

transvestite

i. kadınımsı giyinmekten zevk alan erkek.

trap

i. bir çeşit volkanik kara taş. trappean s. volkanik kara taş benzeri.

trap

f. (-ped, -ping) i. süslemek, atlara süslü takım koymak; i., çoğ., k.dili eşya, pıl pırtı.

trap

i., f. (-ped, -ping) tuzak, kapan, kapanca; hile, desise; koku veya gaz çıkmasın diye borudaki S şeklinde kıvrım; iki tekerlekli tek atlı hafif araba; (argo) ağız; çoğ. dans orkestrasında vurma çalgılar; f. tuzağa düşürmek; kapanca ile tutmak; engel olmak; tuzak hazırlamak; apteshane küngüne kapak koymak. trap door tavanda veya yerde bulunan kapak şeklinde kapı. set a trap for tuzak kurmak. trapdoor spider toprakta açılır kapanır kapaklı yuvası olan örümcek. trap'shooting i. kuş gibi havaya fırlatılan şeyi havada vurma talimi.

trapeze

i. trapez, jimnastik trapezi. trape'ziform s. trapez şeklinde.

trapezium

i., geom. yamuk.

trapezoid

i., geom ikizkenar yamuk (Bazen trapezium ve trapezoid kelimeleri ters anlamda kullanılır). trapezoi'dal s. ikizkenar yamuk şeklinde.

trapper

i. tuzakçı, kürklü hayvanları tuzakla tutmayı meslek edinen avcı.

trappings

i., çoğ. süslü koşum takımı süs, tezyinat.

trappist

i. çok sıkı kuralları olan ve konuşmayı bile meneden Katolik manastırda rahip.

trash

i., f. çerçöp, süprüntü; çalı çırpı; çöplük;değersiz bayağı adam; avam, ayak takımı; değersiz şey; artık; saçma; özü çıkarılmış şeker kamışı. f. çerçöpünü temizlemek; çalısını çırpısını ayırmak, budamak; luzumsuz diye atmak, (argo) yıkmak, tahrip etmek.

trashy

s. süprüntü gibi, adi, değersiz. trashiness i. çerçöp.

trass

i. hidrolik çimento yapımında kullanılan bir çeşit volkanik süngertaşı.

trauma

i. (çoğ. -mata) tıb. yara, incinme, travma; psik. sarsıntı. traumatic s., tıb. yaraya ait, yaradan ileri gelen; sarsıntı doğuran.

travail

f., i. ağrı çekmek, doğum agrısı çekmek; zahmet ve meşakkat çekmek; i. doğum ağrısı; zahmet ve meşakkat, şiddetli ağrı.

travel

f. (-ed, -ing veya -led -ling) i. yolculuk etmek, seyahat etmek, gezip dolaşmak, yol gitmek; geçmek; mak. hareket etmek, gidip gelmek (mil); A.B.D., k.dili hızlı gitmek; i. seyahat etme; çoğ. yolculuk; çoğ. seyahatname; hareket; mak. muntazam hareket; milin hareket mesafesi. travel agency seyahat acentesi. traveling salesman seyahat eden satış elamanı.

travelled

s. çok seyahat etmiş; seyahati dolayısıyle tecrübe edinmiş; işlek (yol).

traveller

i. yolcu, seyyah, gezmen; İng. satış elemanı; den. halat üzerinde hareket eden demir halka; üzerinde halkaların hareket ettiği halat veya çubuk. traveler's check seyahat çeki. commercial traveller İng. satış elemanı.

travelogue

i. bir seyahat hakkında konferans veya filim.

traverse

s., i., f. aykırı, çapraz; i. kat eden kısım; çapraz kısım; travers; mim. galeri; bölen şey, engel; çapraz çizgi; karşıdan karşıya geçme; geçiş yolu; makina kısmının yana doğru hareket sahası; huk. resmi red; geminin volta seyri; kestirme mesafe; kayanın yüzeyinden enlemesine geçiş; f. bir yandan öbür yana geçirmek veya geçmek; öne arkaya hareket etmek; mil etrafında dönmek; dikkatle incelemek; karşı gelmek; sağa sola çevirmek; huk. iddiayı reddetmek; dönmek. traverse board den. geminin rotasını göstermek için kullanılan delikli tahta, rota bildiricisi. traverse circle ask. topun vaziyetini degiştirirken top tekerleklerinin üzerinde işlediği demir. daire traverse sailing den. volta seyri. traverse survey poligon usulü ölçme. traverse table den. volta cetveli; yüzölçümü işlerinde kullanılan bir çeşit cetvel; d.y. lokomotifi bir hattan paralel başka bir hatta yanlarmasına nakleden sürgü.

travertine

i. travertin, ırmaklardaki kireçli su birikintisinden hasıl olan açık sarı renkli sünger gibi kaya, bir çeşit kireç taşı, pamuktaş.

travesty

f., i. gülünç etmek maksadı ile taklit etmek; hicvetmek; i. gülünç surette taklit veya tebdil, alay, hiciv, karikatür. travesty of justice adaleti küçültücü olay, adli haksızlık, adaletsizlik.

trawl

f., i. tarak ağı ile balık tutmak; torba şeklinde ağ ile deniz dibini taramak; i. kayık arkasından çekilen çok çengelli olta; deniz dibini taramaya mahsus torba şeklinde ağ. trawler i. torba şeklinde ağ ile ballk tutmak için kullanılan gemi; bu şekilde balık tutan balıkçı.

tray

i. tepsi, sini; tabla; sandık bölmesi.

treacherous

s. hain, haince; güvenilmez, emniyet olunamaz; arkadan vuran; korkulur, tehlikeli. treacherously z. haince davranarak. treacherousness i. hainlik.

treachery

i. vefasızlık, hainlik, ihanet.

treacle

i., İng. şeker pekmezi; (eski) tiryak, panzehir.

tread

f. (trod, trodden) i. ayak basmak; yürümek; ayak altında çiğnemek, ayakla ezmek; dans figürü yapmak; çiftleşmek (erkek kuş); i. ayak basışı; yürüyüş; merdiven basamağının döşeme tahtası; tekerleğin veya ayakkabının yere temas eden kısmı, lastik tırtıl; yumurtada iç göbek. tread down ayak altında çiğnemek. tread on üstüne basmak, çiğnemek. tread on air sevinçten kendini havada uçar gibi hissetmek. tread on eggs ziyadesiyle ö1çü1ü davranmak. tread on one's toes birinin hislerini incitmek; başkasının hakkına tecavüz etmek. tread out ayakla ezip özünü çıkarmak. tread the boards, tread the stage aktörlük yapmak, piyeste oynamak. tread under foot ayak altında çiğnemek. tread on one's heels peşine düşmek, yakından takip etmek. tread water el ve ayakların hafif hareketleriyle su içinde dik durmak.

treadle

i., f. pedal, ayaklık, basarık; f basarık ile makina işletmek.

treadmill

i. ayak değirmeni; sıkıcı ve monoton iş.

treadwheel

i. ayak deiğrmeninde ayakla döndürülen tekerlek.

treaon

i. hıyanet, hainlik; devlete karşı hainlik. high treason hükümdara karşı hıyanet.

treaonable

s. devlete hıyanet kabilinden. treasonableness i. hıyanet. treasonably z. haince.

treasure

i., f. hazine, para hazinesi; biriktirilmiş şey; değerli şey; f. hazine yığmak, para biriktirmek; çok kıymetli tutmak. treasure city hazinenin bulunduğu şehir; erzak depoları ve mağazalar şehri. treasure house hazine dairesi. treasure hunt saklanmış bir şeyi bulma oyunu. treasure up aklında tutmak.

treasurer

i. haznedar, veznedar, kesedar. treasurership i. haznedarlık, veznedarlık.

treasuretrove

i. meydana çıkarılan sahipsiz define.

treasury

i. hazine; maliye dairesi; maliye vekâleti; bilgi hazinesi (kitap); büyük antoloji. treasury bill kısa vadeli hazine bonosu. treasury note A.B.D. hazinenin çıkardığı kâğıt para. treasury stock bir kumpanyanın kendi kasasında kalan hisse senetleri. treasury warrant maliye senedi.

treat

f., i. davranmak, muamele etmek; kimyevi bir tesire maruz bırakmak; tahlil etmek; tedavi etmek; konu etmek; işlemden geçirmek; ikram etmek; anlaşma koşullarını görüşmek; i. zevk, zevk veren şey; ikram. treat of bahsetmek. treat some thing as a joke işi şakaya vurmak. treat something seriously işi ciddiye almak. treat with müzakereye girişmek; birine ikram etmek. I treated myself to a new dress Paraya kıyıp kendime yeni bir elbise aldım.

treatise

i. bilimsel inceleme, tez.

treatment

i. muamele, davranlş, birine yapılan muamele; tedavi; ele alış tarzı.

treaty

i. antlaşma, muahede. treaty port özel bir antlaşma şartı ile eskiden ecnebilere açık olan liman. treaty terms antlaşma şartları.

trebizond

i. Trabzon.

treble

s., i., f. üç misli, üç kat; müz. tiz; en tiz sese ait; i., müz. soprano ses; soprano sesli çalgı veya kimse; f. üç kat etmek, üç misli artırmak. treble clef müz. sol anahtarı trebly z. üç misli.

trebuchet , trebucket

i. mancınık; hassas terazi.

trecento

i. on dördüncü yüzyıl (İtalyan sanat veya edebiyatı bakımından).

tree

i., f. ağaç; eski darağacı, çarmıh; f. ağaca çıkarmak; k.dili çıkmaza sokmak; korkudan ağaca sığınmaya mecbur etmek. tree creeper orman tırmaşık kuşu, zool. Certhia. tree fern ağaç gibi büyüyen eğreltiotu. tree frog, tree toad ağaç kurbağası. tree medick. an otu, bot. Medicago arborea. tree moss ağaç yosunu. tree of life ömür ağacı, Tuba ağacı. tree pipit incirkuşu, incir delen, zool. Anthus trivialis tree surgery hasta ağaçlanrı kısmen kesilip temizlenmesi. family tree aile şeceresi. up a tree çıkmaza girmiş, şaşkın halde.

treenail

i. agaç ,çivi, kavela.

trefoil

i. yonca; mim. binalarda yonca şeklinde süs. bird'sfoot trefoil gazel boynuzu, bot. Lotus corniculatus; söküotu, bot. Ornithopus Iesser. yellow trefoil ufak yonca, bot. Trifolium procumbens. marsh trefoil su yoncası, bot. Menyanthes trifoliata. moon trefoil an otu. white trefoil üçleme yonca, bot. Trifolium repens.

trehala

i. bazı böcek kozalarında bulunan şekerli ifrazat.

trek

f. (-ked, -king) i. yük arabası çekmek; Güney Afrika'da öküz arabası ile göç etmek, hicret etmek; güçlükle gitmek; i. öküz arabası ile hicret veya seyahat; bir günlük menzil.

trellis

i., f. bahçede veya evin dış tarafında bulunan kafes işi; f. kafes işi yapmak; dallarını kafese sarmak.

tremble

f., i. titremek; ürpermek; i. titreme; ürperme. tremble for üzerine titremek, endişede olmak. tremblingly z. titreyerek.

tremendous

s. heybetli; çok büyük, kocaman, gayet iri; k.dili çok iyi, şahane. tremendously z. çok. tremendousness i. heybetli oluş.

tremolo

i., müz. ses veya çalgıda titreklik, çırpıntı; orgda titrek ses çıkaran jödorg.

tremor

i. titreme; ürperme; sarsıntı.

tremulant, lent

s. titrek, titreyen.

tremulous

s. titrek, ihtizazlı; ürkek, korkak. tremulously z. titreyerek. tremulousness i. titreklik.

trench

f., i. içine veya etrafına hendek veya siper kazmak; kirizma yapmak; siper kazmak; tecavüz etmek; i. çukur, hendek; siper. trench coat trençkot. trench foot soğuktan ve rutubetten hâsıl olup kangrene yol açan ayak rahatsızlığı. trench mouth tıb. toprak basilinden meydana gelen ağız hastalığı. trench on tecavüz etmek; yakın gelmek. trench warfare siper harbi.

trenchant

s. keskin; acı, şiddetli, ezici, tesirli, kuvvetli. trenchancy i. keskinlik; tesirli olma trenchantly z. keskin olarak; tesirli bir şekilde.

trencher

i. eskiden sofrada kullanılan tahta tabak.

trencherman

i. iştahı yerinde kimse.

trend

f., i. yönelmek, meyletmek, temayül etmek; i. temayül, meyil, eğilim; yön. trendy s. en son modayı izleyen.

trepan

i., f. (-ned, -ning) tıb. kafatasını delmeye mahsus yuvarlak cerrah testeresi; kuyu delme burgusu; f. cerrah testeresi ile kafatasını delmek; mak. burgu ile delik açmak.

trepang

i., zool. bir çeşit denizhıyarı.

trephine

i., f., tıb. yuvarlak cerrah testeresi; f. bu testere ile delmek.

trepidation

i. titreme; ürperme; korku, dehşet.

trespass

f., i. tecavüz etmek; başkasının mülküne haksız olarak ayak basmak, hududu geçmek; ihla1 etmek; bozmak; günah işlemek; i. başkasının hakkına tecavüz; kanuna karşı gelme; günah, suç. No trespassing. Geçilmez. Girilmez.

tress

i. saç lülesi, belik, bukle; uzun saç; saça benzer örgü. tressed s. örgülü, lüle 1ü1e.

trestle

i. masa ayaklığı, sehpa; sehpa köprü. trestle table sehpa üzerine kurulmuş masa. trestlework i.sehpa (köprü), iskele işi.

trey

i.iskambil veya zar üçlüsü.

tri-

(önek) üç, üç misli.

triable

s. tecrübe olunur, denenmesi mümkün; davası görülebilen.

triad

i. üçlü takım; müz. bilhassa birinci ile üçüncü ve beşinci notalardan ibaret uçlük akort, triade; kim. üç değerli atom.

trial

i., huk. davanın görülmesi, muhakeme, duruşma, yargılama; tecrübe, deneme, bakma, imtihan; tecrübe olunma, denenme; imtihan kabilinden olan felaket veya keder. trial and error çeşitli yolları deneme; deneyerek. trial balance muhasebede zimmet ve matlup yekunlarının mukayesesi, mizan. trial balloon halkın tepkisini öğrenmek için bir plan hakkında verilen önhaber. trial by jury jüri heyeti tarafından muhakeme olunma. trial jury bir davada son kararı veren on iki kişilik jüri heyeti. trial trip yelkenli gemi veya vapurun tecrübe seferi; tecrübe, deneme. be on trial yargılanmak, muhakemesi olmak; tecrübe edilmek, denenmek. He is a trial to his mother. Annesi için bir baş belâsıdır.

triangle

i. üç köşeli şekil, üçgen; gönye; üçlü grup; müz. üçköşe, triangel. the eternal triangle rakip aşk.

triangular

s. üç köşeli, üçgen şeklindeki. triangularity i. üçlülük. triangularly z. üç köşeli olarak.

triangulate

s., f. üçgenlerle bölünmüş; üçgen; f. üçgen yapmak; üçgenlere bölmek; nirengi yapmak.

triangulation

i. nirengi.

triassic

s. i. jeol. Jura devrinden evvel gelen. Trias devrine ait; i. Triasik devir.

triatic stay

den. direk kulumbirleri arasındaki ıstralya, karanfil.

tribal

s. kabileye ait. tribalism i. kabile kültürü ve ilişkileri. tribally z. kabile seklinde.

tribasic

s., kim. üç bazlı.

tribe

i. kabile, aşiret, oymak, soy, uyruk; aynı sınıftan veya aynı sanattan kimseler, grup; biyolı takım, familya; dişi hayvandan gelen zürriyet. tribes'man i. kabileye mensup fert.

tribology

i. teknolojide cisimlerin sürtünmelerini inceleyen dal.

tribrach

i., (şiir) üç kısa heceli vezin parçası.

tribulation

i. mihnet, musibet; dert, keder, büyük sıkıntı.

tribunal

i. mahkeme; hakim kürsüsü.

tribune

i. Roma tarihinde soylulara karşı halkın seçtigi ve halkı koruyan sulh hakimi; halkı savunan kimse. tribunate, tribuneship i. halkl savunan memur makamı. tribunicial, -tial s. bu makama ait.

tribune

i. kursu, platform, tribun.

tributary

s., i. vergi veren; tabi olan, bağımlı; vergiye ait, haraç olarak verilen; yardımcı; bir ırmağa karışan (ayak); i. haraca tabi hükümdar veya hükümet; ırmak ayağı; göle dökülen ırmak.

tribute

i. övme, sitayiş, takdir; hediye: haraç, vergi, baç; haraç verme mecburiyeti.

trice

f., gen. up (ile) kaldırıp baglamak; hisa etmek.

trice

i. lahza, an. in a trice bir lahzada, çabucak.

triceps

i. üç başlı kas

trichiasis

i., tıb. kirpiklerin içe doğru dönmesi; idrarda ipliksi elyaf görülmesi, trikiyazis.

trichina

i. (çoğ. -nae) tıb. trişin. trichinosis i., tıb. trişinoz. trichinous s. trişinli; trişinozlu.

tricho-

(önek) saç, kıl

trichome

i. bitki kabuğunun iç zarından çıkan şey (kıl).

trichosis

i., tıb. saç hastalığı.

trichotomy

i. üç kısma bölünme; insan tabiatının beden, ruh ve can olarak üç kısma ayrılması. trichotomous s. üç kısma ayrılmış.

trichrome , trichromic, trichromatic

s. üç renkten ibaret, üç renkli.

trick

i., f. hile, oyun, desise, dolap, şey tanlık; marifet, ustalık; hokkabazlık, el çabukluğu; adet; garip taraf; huy, hususiyet; (briç) bir devirde oynanılan kağıtlar; den. nöbet; f. aldatmak, hile yapmak. trick out veya up süslemek. bag of tricks bir sürü yalan ve düzen; eldeki imkânlar. play a trick on oyun oynamak, azizlik etmek. That'll do the trick. O işimizi görür. That child knows a trick or two! O çocuk ne kurnazdır! That cat has been up to her old tricks. O kedi yine marifetini göstermiş. trick'ery i. hile, hilekârlık.

trickish

s. hile kabilinden, hilekâr; hüner isteyen. trickishly z. hile ile trickishness i. hile, hilekârlık.

trickle

f., i. damla damla akmak veya akıtmak; azar azar gelmek; i. damlama; damla damla akan şey.

trickster

i. hilekâr veya düzenbaz kimse.

tricktrack

i. tavla oyunu.

tricky

s. hile; ustalık isteyen; becerikli, usta, hünerli. trickily z. hile ile. trickiness i. hile; hüner.

triclinic

s., fiz. üç ekseni dik olmayan açılarla kesişen (kristal).

triclinium

i. Romalıların yemek yerken üzerine uzandıkları ve ortadaki masanın üç yanını çevreleyen sedir.

tricolor

i. üç renkli bayrak; b.h. Fransız bayrağı. tricolored s üç renkli.

tricorn

i. eskiden giyilen üç kenarı kalkık şapka.

tricot

i. triko.

tricuspid

s. üç çatallı (azı diş leri veya kalp kapağl gibi). tricuspid valve anat. üçlü kapacık, triküspid.

tricycle

i., f. üç tekerlekli velespit; f. üç tekerlekli velespite binmek.

tridactyl

s. üç parmaklı.

trident

i., s. üç dişli gladyatör mızrağı; üçlü çatalı olan balık zıpkını; Neptünün sembolü; s. üç çatallı mızrak gibi, üç çatallı.

tridentate

s. üç dişli, üç çıkıntısı veya ucu olan.

tridimensional

s. üç boyutlu.

triecious

bak. trioecious.

tried

bak. try; s. güvenilir, güvene layık; saf, arıtılmış.

triennial

s., i. üç senede bir olan, üç sene süren; i. üç senede bir olan veya üç sene süren şey; üçüncü ylldönümü. triennially z. üç senede bir.

trier

i. tecrübe eden kimse; yargılayan kimse.

trifacial

s., i., anat., zool. beyinden çıkan beşinci çift sinirlere ait, trigeminusa ait; i. üçüz sinir, trigeminus.

trifid

s. üçlü çatal; üçe bölünmüş.

trifle

i., s., f. önemsiz şey; az miktar, cüzi şey; ucuz ve adi süs eşyası; pandispanya ve meyvalardan yapılan bir çeşit tatlı; kalay ve kurşun alaşımı; f. oynamak; boşuna harcamak; boş şeyler konuşmak; oyalamak, oyalanmak; şaka yapmak. trifle with önem vermemek. a trifle biraz. He is not a man to trifle with. O hafiften alınacak bir kimse değildir. Don't trifle with your health. Sıhhatinizle oynamayın.

trifling

s. ehemmiyetsiz, ufak, cüzi, az; sathi; her şeyi ehemmiyetsiz gibi karşılayan; değersiz, işe yaramaz. triflingness i. ehemmiyetsizlik. triflingly z. önemsiz olarak.

trifocal

s. (yakın, orta ve uzak mesafeler için) üç ayrı kısmı olan (gözlük). trifocals i. üç kısımlı gözlük.

trifoliate

s., bot. üç yapraklı, yaprak gibi üç kısmı olan; üç yaprakçığı olan (yaprak); mim. üç yapraklı.

trifoliolate

s., bot. üç yaprakçığı olan (yaprak).

trifolium

i., bot. yonca, tirfil.

triforium

i. (çoğ. -ria) mim. büyük kiliselerin yan galerilerinden biri.

triformed

s. üç kısımlı, üç şekli olan; üç şekilden ibaret.

trifurcate , -cated

s. üçlü çatal üç kısma ayrılmış.

trig

s., f. (-ged, -ging) şık, temiz giyimli; sağlam dayanıklı sıkı; güvenilir; canlı cıvıl cıvıl; f., out veya up (ile) şıklaştırmak; güzelleştirmek.

trig

i., f. (-ged, -ging) takoz, köstek; f. altına takoz koyarak hareketine mâni olmak; frenlemek.

trig.

kıs. trigonometry.

trigeminal

s., i. üçlü; anat., zool. trigeminusa ait; i. trigeminus.

trigger

i., f. tüfek tetiği; mak. zembereği serbest bırakmaya mahsus cihaz; dürtü; f. başlatmak. trigger man A.B.D., (argo) cinayet işlemeyi üzerine alan gangster. quick on the trigger eli tetikte; hazırcevap, kafası çabuk işler.

triggerfish

i. çotira zool. Balistes capriscus.

triggerhappy

s., A.B.D., (argo) önemsiz sebeplerle silah kullanan.

triglyph

i. Yunan mimarisinde Dorik frizlerde fasıla ile sıralanan düşey üç yivli taş levha, triglif. triglyph'ic(al) s. böyle levhaya ait.

trigon

i. Zodyak'ın dörtte biri; üç köşeli bir çeşit çenk.

trigonal

s. üç köşeli; kristalde üç katmerli simetriye ait.

trigonometry

i. trigonometri. trigonomet'ric(al) s. trigonometriye ait. trigonomet'rically z. trigonometrik olarak.

trigraph

i. tek ses çıkaran üç harf.

trihedral

s. üç yüzlü, üç yanlı, tek noktada birleşen üç yüzlü (cisim), trihedron. i, geom. bir noktada birleşen üç düzlemden husule gelen sekil.

trijugate , gous

s., bot. üç çift yaprakçığı olan.

trilateral

s. üç yanlı, üç kenarlı, üç yönlü.

trilinear

s. üç hattan ibaret, üç hatta ait.

trilingual

s. üç dilde ifade olunan; uç dil konuşan, üç dilli.

triliteral

s., i. üç harften ibaret (kelime).

trill

f., i. sesi titremek veya titretmek; titrek ses ile söylemek veya terennüm etmek; i. sesin titremesi; müz. titrek ses; ''r'' sesinin titretilerek söylenmesi.

trillion

i. ingiliz sistemine göre 18. sıfırlı, Amerikan ve Fransız sistemine göre 12 sıfırlı rakam, trilyon.

trillium

i. bir çiçek etrafında uç yaprağı olan fidan, trilyum.

trilobate

s. üç loplu, üç kısımlı.

trilobite

i. bedeninde üç bölme bulunan ve şimdi soyları tükenmiş olan deniz böcekleri takımından bir hayvan.

trilocular

s. üç gözlü, üç hücreli.

trilogy

i. üçlü eser, triloji.

trim

s. (-mer, -mest), f. (-med, -ming), i. temiz ve yakışıklı, biçimli, şık; f. budamak, kırkmak, kesip düzeltmek; süslemek; temizleyip nizama koymak; den. yükü düzgün istif ederek gemiyi denk etmek; yelkenleri rüzgâra göre düzeltmek; hav ayar etmek; k.dili yenmek, bozmak; aldatmak; azarlamak; den. denk olmak; iki parti arasında her ikisine de taraftar görünmek; i. nizam intizam; hal, vaziyet; süs; artık; den. geminin dengi; kıyafet, kılık; mim .binanın iç tarafında bulunan süve gibi hafif tahtalar. trim by the bow den. gemiyi başı kıçından daha fazla suya batacak şekilde denkleştirmek. trim one's sails ayağını denk almak. in good trim iyi halde veya vaziyette; denk, oranlı (gemi). out of trim fena vaziyette; idmansız; dengi bozuk (gemi, uçak) trim'ly z. biçimli olarak. trim'ness i. biçimli oluş.

trimerous

s. birbirine benzer üç kısmı olan; bot. üç klsımlı (çiçek); biyol. üç eklemli.

trimester

i. üç aylık müddet.

trimeter

s., i. üç cüz (tef'ile)den. ibaret (mısra).

trimmer

i. süsleyen kimse, düzenleyici kimse; yağcı, dalkavuk; bir çeşit yapı kirişi.

trimming

i süsleme; süsleyici şey; garnitür; çoğ. kırpıntı; k.dili mağlubiyet, dayak.

trimonthly

üç ayda bir (olan).

trimorphism

i., biyol. aynı türde üç şeklin bulunması. trimorphic, trimorphous s. üç şekilli.

trine

s., i. üç kat uçlü, üç kere yapılan; i. üçlü takım; b.h. teslis.

trinidad and tobago

Trinidad ve Tobago.

trinitarian

s., i. teslis prensibine ait; i. teslis prensibine inanan kimse. Trinitarianism i. teslis prensibini kabul eden mezhep.

trinitrotoluene , trinitrotoluol

i. nitrat ile toluenden mürekkep kuvvetli bir patlayıcı madde, kıs. T.N.T.

trinity

i. üçlü, üçlü birlik; b.h., ilah teslis; teslisi temsil eden simge.

trinket

i. yüzük veya duğme gibi ufak sus; kıymetsiz şey, oyuncak, biblo.

trinodal

s., bot. üç düğüm veya eklemi olan.

trinomial

s., i., mat. üç terimli; biyol. üç kelimeli ismi olan, i., mat + veya işaretiyle birleşmiş üç terimli ifade; biyol. üç kelimeli isim.

trio

i. üçlü takım; müz. üç1ü, triyo.

trioecious,triecious

s., bot. aynı türün değişik bitkilerinde erkek ile dişi ve hünsa çiçekleri olan.

triolet

i. bir çeşit sekiz mısralı şiir kıtası.

trioxida

i., kim. içinde üç oksijen atomu bulunan oksit.

trip

i. kısa seyahat veya yolculuk; tur; sürçme, çelme, ayak takılması; seğirtme; mak. kastanyola, durdurucu tertibat; hata, yanlış; (argo) uyuşturucu madde kullanma ve bunun tesiri. trip hammer otomatik demir çekici. round trip gidiş dönüş. take a trip seyahat etmek; (argo) uyuşturucu madde kullanmak.

trip

f. (-ped, -ping) sürçmek, çelmek, selme takmak; hafif hafif veya sekerek yürümek, sekmek, sıçramak, seğirtmek; yanılmak, hata yapmak; mak. açılmak, çözülmek, boşalmak, engeli kaldırıp serbest bırakmak, harekete geçirmek; nad. yolculuk etmek; hatasını ortaya çıkarmak; (eski) havada gezer gibi dans etmek; den. dipten ayırmak; (argo) uyuşturucu madde tesirinde olmak. trip up çelme takmak; yalanını yakalamak trip the light fantastic dans etmek.

tripartite

s. üç kısma ayrılmış; üç kısımdan veya kopyadan ibaret; üç taraf arasında yapılmış. triparti'tion i. üç parçaya bölünme.

tripe

i. işkembe; k.dili saçma, manasız veya değersiz şey.

tripetalous

s., bot. çiçeği üç yapraklı.

triphase

s., elek üç fazlı.

triphthong

i. bir hecede birleşmiş üç ünlü. triphthon'gal s. bir ses çıkaran birleşik üç ünlü kabilinden.

tripinnate

s., bot. üç dereceli tüysü.

triplane

i. üst üste üç kanatlı uçak.

triple

s., f., i. üç kat, üç misli, üçlü; f. üç misli yapmak veya olmak; i., beysbol üç kalelik bir top vuruşu. Triple Alliance. Üçler ittifakı. tripleexpansion engine üç genişlemeli makina. triple measure, triple time müz. üç vurgulu tempo. triple threat A.B.D., k.dili üç sahada hünerli kimse.

triplet

i. üç şeyden ibaret takım; (şiir) üç mısralı kafiyeli şiir parçası; müz. triolet, üçlem; üçüzlerden biri.

triplex

s., i. üç kısımdan mürekkep, üç kat; i. üç daireli ev.

triplicate

f. üç kat etmek; üç kopyasını çıkarmak. triplica'tion i. üç kat etme veya olma.

triplicate

s., i. üç kat, üç misli;üç kopyadan ibaret; i. üçlü kopya; aynı cinsten üç şey. in triplicate üç kopya olarak.

triplicity

i üç kat veya üç misli olma; üçlü takım.

tripod

i. üç ayaklı sehpa; fotoğraf sehpası. tripodal s. sehpaya benzer.

tripoli

i. Trablusgarp; Trablusşam; k.h. Trablus taşı, cilâ için kullanılan alçıtaşı.

tripolitania

i. Trablusgarp ülkesi.

tripos

i. Cambridge üniversitesinde şeref payesi imtihanı.

tripper

i. seyahat eden kimse; İng., k.dili turist; mak. kastanyola.

tripping

s., i. çevik, kıvrak; hafif adımlarla yürüyen; i. hafif ve çevik adımlarla yürüme; hafif bir dans. trippingly z. sekerek.

triptane

i., kim. triptan.

triptych

i. üç kanatlı resim; üç kere katlanan yazı levhası.

triquetrous

s. üç taraflı, üç köşeli.

trireme

i. üç sıra kürekleri olan eski savaş gemisi, kadırga.

trisect

f. üç kısma bölmek; geom. üç eşit kısma ayırmak. trisec'tion i., geom. üç eşit kısma ayırma.

triserial

s. üç sıra olarak tertip edilmiş.

trismus

i., tıb. cene kilitlenmesi. trismic s. çene kilitlenmesi ile ilgili.

trispermous

s, bot. üç tohumlu.

triste

s., Fr. kederli, acıklı.

tristesse

i., Fr. keder.

tristful

s, eski kederli üzüntülü. tristfully z. kederle.

tristichous

s. üç satırlı.

tristylous

s., bot. üç stilli.

trisyllable

i. üç heceli kelime. trisyllab'ic s. üç heceden ibaret.

trite

s. herkesçe bilinen, basmakalıp, malum; adi; bayatlamış, eskimiş. trite'ly z. adi bir şekilde. triteness i adilik.

tritheism

i. üç uknumun üç ayrı tanrı olduğuna dair itikat. tritheist i. böyle bir inancl olan kimse. tritheis'tic(al) s. bu itikat kabilinden.

triton

i., Yu. mit. yarısı adam yarısı balık olan deniz mabudu; k.h., zool. boru şeklinde bir çeşit deniz salyangozu veya bunun kabuğu.

triturate

f., i. ezip toz etmek, öğütmek; dövmek; i. ezilip toz haline getirilmiş madde. triturable s. ezilip toz haline getirilir. tritura'tion i. ince öğütme, toz halinde ezme; toz haline getirilmiş madde.

triumph

i., f. zafer alayı; zafer, başarı, muvaffakiyet, galebe; zafer sevinci; f. zafer kazanmak muzaffer olmak, galip gelmek, yenmek; iftihar etmek, övünmek; zafer merasimi yapmak.

triumphal

s. zafere ait, zafer kabilinden. triumphal arch zafer takı. triumphal column zafer abidesi, zafer sütunu.

triumphant

s. muzaffer, galip; iftihar eden; zaterli; övünen. triumphantly z. muzafferane.

triumvir

i. (çoğ. -virs, -viri) en yüksek hükümet mevkiini eşit olarak elde tutan üç devlet başkanından biri. triumvirate i. üç kişinin bir arada devlet başkanı olması, triumvirlik; üçler grubu.

triune

s., ilah. birde üç olan (teslis için). triu'nity i. birde üç olma.

trivalent

s., kim. üç değerli.

trivet

i. sofrada sıcak tabak altına konulan ayaklı madeni tepsi nihale; ayakı destek.

trivia

i., çoğ. değersiz şeyler.

trivial

s. saçma, abes; cüzi, önemsiz, ehemmiyetsiz. trivial'ity, trivialness i. saçmalık, ehemmiyetsizlik. trivially z. önemsiz olarak.

trivium

i. ortaçağ üniversitelerinde ilk dört seneyi teşkil eden dilbilgisi ile belâgat ve mantık.

triweekly

z., s. üç haftada bir veya haftada üç kere (olan veya çıkan).

trix

(sonek) (or ekiyle biten bazı isimlerin dişil sekli: aviatrix, executrix)

trocar, trochar

i., tıb. vücudun su toplamış yerinden sıvıyı çekmeye mahsus cerrah aleti, trokar.

trochaic

s, i. biri uzun ve biri kısa iki heceli şiir vezni çeşidinden; i. böyle vezin veya mısra.

trochal

s. tekerleğe benzer.

trochanter

i., anat. uyluk kemiğinin kalçada olan yumru başı, trokanter, trohanter; zool. böcek bacağının ikinci mafsalı.

trochar

bak. trocar.

troche

i. yuvarlak ve yassı hap.

trochee

i., (siir) biri uzun ve biri kısa iki heceli vezin.

trochilus

i. (çoğ. -li) bir çeşit yağmurkuşu; bir çeşit ötleğen.

trochlea

i., anat. makara, troklea. troclear s. troklea ile ilgili.

trochoid

i., geom. tekerlenme eğrisi, yuvarlanma eğrisi: anat. döner eklem. trochoi'dal s. tekerlek gibi. trochoi'dally z. tekerlek gibi dönerek.

trod, trodden

bak. tread.

troglodyte

i. mağarada oturan kimse; köşeye çekilmiş veya münzevi kimse; zool. insana benzer maymun.

troika

i. Rusya'da kullanılan yan yana koşulmuş üç atlı kızak veya araba; üçlü yönetim.

trojan

s., i. Truva şehrine veya ahalisine ait; i. Truvalı. Trojan horse Truva atı. Trojan War Truva savaşçı. like a Trojan çok çahşkan; yiğit ve cesur.

troll

f., i. su içinde olta sürükleyerek balık tutmak; birbirini takip eden birkaç sesle şarkı söylemek; yüksek sesle veya serbestçe şarkı okumak; döndürmek; i. bir işi tekrar tekrar yapma; birbirini takip eden seslerle söylenen sarkı, nakarat, tekrar; olta iğnesine yakın takılıp fırıldak gibi dönen yem.

troll

i. magaralarda veya tepelerde bulunduğu farzolunan dev veya cüce.

trolley

i. tramvay, tramvay arabası; tramvay arabasına elektrik cereyanı veren kol; yük boşaltmak için gövdesi kaldırılıp indirilen araba; asma yük arabası. trolley bus troleybüs. trolley car tramvay arabası. trolley man i. vatman veya tramvay biletçisi. trolley pole arş. off its trolley arştan çıkmış, boynuzları çıkmış. off his trolley kdili. kafadan çatlak.

trollop

i. pasaklı kadın; fahişe orospu.

trombone

i., müz. trombon.

trommel

i., mad. silindir şeklinde döner kalbur.

trompe

i., mad. demirci ocağına hava cereyanı veren bir cihaz.

trompel'oeil

Fr., güz. san. göz aldatıcı olduğu kadar hakikate uyan yağlı boya resim.

troop

i., f. küme, sürü; bölük, tabur, alay; cemaat, güruh: gen. çoğ. asker; süvari bölüğü; f. sürü halinde toplanmak; ileri yürüyüşü yapmak; küme veya sürü halinde toplamak. troop away yürüyüş yapmak, ilerlemek, gitmek. troop carrier asker taşıyıcı uçak veya zırhlı araba. troop off gitmek, gidivermek. troop the colors İngiltere'de asker safları önünde bayrak ile bando geçirme merasimi yapmak.

trooper

i. süvari askeri veya atlı; asker gemisi; atlı polis; il jandarması. swear like a trooper çok ağır sözlerle sövüp saymak, ağzını bozmak.

troopship

i. asker gemisi.

tropaeolum

i., bot. bir çeşit Latin çiçeği.

trope

i, kon san mecaz, kinaye; metne ilave .

trophic

s., biyol. besinsel.

tropho-

(önek) beslenmeye ait.

trophy

i. hatıra, andaç, yadigâr, bergüzar; kupa; ganimet; mim. bir silâh takımını gösteren bina süsü.

tropic

i., s., coğr. dönence, tropika; çoğ. tropikal kuşak; s. tropikal. Tropic of Cancer Yengeç dönencesi. Tropic of Capricorn. Oğlak dönencesi. tropical s. tropikal; mecazi, kinaye kabilinden.

tropism

i, biyol dogrulum

tropolouy

i. konuşma veya yazıda mecaz kullanma; bunun üzerine yazılmış risale.

troposphere

i. troposfer.

trot

f.,(-ted, -ting) i. tırıs gitmek; koşmak; hızlı yürümek: i. tırıs: hızlı gidiş, koşuş: k.dili yabancı dil derslerinde gizli olarak kullanılan tercüme kitabı: çoğ. k.dili ishal. trot out k.dili göze girmek için bir şey göstermek. trot'ter i. tırıs giden koşu atı; k.dili paça.

troth

i. sadakat bağlılık: hakikat, doğruluk: nişanlanma. plight one's troth sadakat yemini etmek.

trou-del-oup

i., ask . atlı askerlere karşı savunma aracı olarak kullanılan ve ortasına sivri kazık çakılı konik çukur.

troubadour

i. Fransa ve İtalya'da on bir ile on üçüncü yüzyıllar arasında saz şairi, âşık, ozan.

trouble

f. rahatsız etmek, tedirgin etmek, zahmet vermek, canını sıkmak; karıştırmak, altüst etmek, bulandırmak: sıkmak: başını ağrıtmak, eziyet vermek; zahmet etmek; üstünde durmak, dikkat etmek; üzülmek, te1aş1anmak. Don't trouble yourself. Zahmete girmeyin. feel (veya) be troubled üzülmek, merak etmek. Her deafness troubles her. Sağırlığı canını sıkıyor. May I trouble you for the salt? Tuzu verebilir misiniz ? Sorry to trouble you. Size zahmet verdiğim için özür dilerim. Size zahmet oldu. The principal can't be troubled with a11 the petty problems. Müdür ufak tefek meselelerle meşgul olamaz.

trouble

i. zahmet, sıkıntı, üzgü, üzüntü, ıstırap, dert, keder, belâ; sıkıntılı şey, mesele; rahatsızlık, hastalık. ask for trouble. bela aramak, bela satın almak. digestive troubles sindirim bozukluğu, hazlmsızlık. get into trouble belaya çatmak, başı belaya girmek. in trouble başı belada; k.dili evlenmeden gebe kalmış. take trouble zahmete katlanmak, zahmet etmek: dikkat etmek. Trouble in the neighboring country closed the border. Komşu memlekette çıkan karışıklık sınırın kapanmasına sebep oldu. trouble spot sıkıntı veren yer, sık sık arızalanan kısım. What's the trouble? Ne var? Derdin ne? Mesele nedir?

troubled

s. tedirgin, üzgün: meraklı. troubled waters bulanık sular: düzensizlik, sıkıntı.

troublemaker

i. mesele çıkaran kimse: baş belası.

troubleshooter

i. aksaklıkları saptayıp çözümleyen kimse.

troublesome

s. zahmetli, sıkıntılı, üzgülü, belâlı, üzüntülü; baş belası, musibet, rahat vermez. troublesomely z. zahmetli olarak. troublesomeness i. zahmetlilik.

troublous

s. karışık, güç, slkıntılı.

trough

i. tekne, yalak: oluk: iki dalga arasındaki çukur; uçurum. low pressure trough alçak basınçlı dar ve uzun hava sahası.

trounce

f. dövmek, dayak atmak, cezalandırmak; k.dili yenilgiye uğratmak.

troupe

i. trup. trou'per i. trup uyesi; tecrübeli oyuncu.

trousers, trowsers

i., çoğ. pantolon pair of trousers pantolon.

trousseau

i. gelin eşyası, çeyiz, cihaz.

trout

i. alabalık, zool. Salmo. brook trout dere alabalığı, zool. Salmo fontinalis. lake trout göl alası, zool. Salvelinus namaycush, zool. Salmo lacustris. sea trout deniz alası, zool. Salmo trutta.

trouvere, -veur

i. ortaçağda Fransa'da epik şair.

trove

i. define, hazine.

trover

i., huk. zaptolunan bir malı geri almak için açılan dava, istirdat davası.

trow

f., (eski) zannetmek, sanmak; düşünmek; inanmak

trowel

i., f. mala, sürgü; fidanları sökmeye veya dikmeye mahsus el küreği; f. mala ile sıvamak, malalamak.

troy

i. kuyumcuların kullandığı tartı sistemi. troy weight kuyumcu tartısı.

troy

i. Truva.

truancy

i. okul kaçkınlığı, dersi asma.

truant

i., s., f. okul kaçağı; s. kaçak, firari; aylak; f. okul veya vazifeden kaçmak, asmak. truant officer A.B.D. okul kaçakları ile meşgul olan memur.

truce

i. ateşkes, mütareke anlaşma; ara, fasıla.

truck

i., f. kamyon, yük arabası; domuz arabası; iki tekerlekli el arabası; ağır yük vagonu; İng tablalı yük vagonu; tekerlekli çerçeve; f. el arabası veya kamyon ile yük taşımak; kamyon kullanmak; A.B.D., (argo) yürümek, gitmek.

truck

f., i. mübadele etmek, değiş tokuş etmek, trampa etmek takas etmek; i. mübadele, değiş tokuş takas, trampa; k.dili süprüntü, pılı pırtı: önemsiz şeyler; A.B.D. bostanda yetiştirilen meyva ve sebze; k.dili ilişki. truck farm bostan. truck farming bostancılık.

truckage

i. yük nakletme bedeli; el arabası veya kamyon ile yük taşıma.

trucking

i. yük arabacılığı: değiş tokuş; bostancılık.

truckle

f., i., to (ile) kendini alçaltıp tabi olmak, yaltaklanmak; i. ufak tekerlek; leh. açılır kapanır karyolanın altına itilen tekerlekli yatak.

truckman

i. yük arabacısı, kamyoncu.

truculent

s. vahşi, haşin ve merhametsiz, gaddar, zalim; insafsız, yıkıcı. truculence, -cy i. vahşilik, haşinlik. truculently z. gaddarca.

trudge

f., i. zahmetle yürümek, yorgunlukla yürümek; i. zahmetli yürüyüş.

trudgen

i., trudgen stroke kulaçlama yüzüş.

true

s., z. f. hakiki sahi, gerçek, doğru; halis, katkısız, som, safi; sadık, samimi, içten; tam, aym; asıl; meşru; z. doğru olarak, hakikaten, gerçekten; doğru; f. doğrultmak, düzeltmek, tam şeklini vermek. true bill muhakeme lüzumu kararı. true-false test doğru', veya yanlış diye cevaplandırılan test. true horizon deniz yüzeyi ile paralel olan hakiki ufuk. come true doğru çıkmak, gerçekleşmek. in true doğru işleyen, merkeze uygun.

trueblue

i. sadakat belirtisi sayılan mavi renk.

trueblue

s. pek sadık, sözünün eri.

trueborn

s. doğuştan, hakiki.

truehearted

s. sadık, hakikatlı.

truelove

i. sevgili.

truffle

i. domalan, yermantarı, bot. Tuber; domuz ağırşağı.

truism

i. herkesçe bilinen hakikat, bellilik, apaçıklık, doğruluğu kabul edilmiş önerme.

trull

i. eski pasaklı kadın; fahişe, orospu.

truly

z. hakikaten, gerçekten, doğrulukla, sadakatle, samimiyetle; tamamen, doğru olarak; kanunen.

trump

i., (şiir) boru; boru sesi.

trump

i., f. koz; k.dili iyi adam: f. koz oynamak: koz oynayarak almak. trump card koz. trump up uydurmak, icat etmek. play one,s trump card kozunu oynamak.

trumpery

i. gösterişli fakat değersiz şey, kıymetsiz süs; saçma: hile.

trumpet

i., f., müz. boru, çalgı borusu; borazan; boru sesi; f. boru çalarak ilân etmek; ilan etmek, yaymak; boru gibi ses çıkarmak. trumpet call boru sesi ile çağırma. trumpet creeper borulu hanımeli, bot. Campsis radicans. a flourish of trumpets boru sesleri. blow one's own trumpet kendi borusunu çalmak, kendi kendinin reklamını yapmak, övünmek. ear trumpet kulak borusu. speakin'g trumpet ağız borusu, megafon.

trumpeter

i. boru çalan kimse, borazan; ilan eden kimse, tellâl. trumpeter swan borazan kuşu, zool. Psophidae.

truncate

f., s.ucunu veya tepesini kesmek; s. tepesi kesik; bot. tepesi kesik gibi (yaprak), güdük. truncated s. kesik yassı. truncated pyramid keisk piramid. truncation i. ucunu veya tepesini kesme; kesik şey.

truncheon

i., f. kısa ve kalın sopa, çomak, matrak; asa; İng. cop; f. sopa ile dövmek, coplamak.

trundle

i., f. ufak tekerlek; tekerlek sesi; f. domuz arabası ile taşımak; yuvarlamak (çember). trundle bed açılır kapanır karyolanın altına itilebilen tekerlekli yatak.

trunk

i., s. gövde, beden; sandık; otomobil bagajı; ana hat; zool. hortum: madeni veya ağaç oluk veya künk; den. yolcu kamarasının güverteden yüksek kısmı, mezarna; çoğ. erkek mayosu; mim. sütun bedeni; s. demiryolu veya telgraf ana hattına ait. trunk call şehirlerarası telefon. trunk engine pistonu boru şeklinde olan istim makinası. trunk hose eski zamanlarda giyilen bir çeşit şalvar. trunk line demir yolu veya telgraf ana hattı. trunk nail iri ve süslü başlı çivi. trunk road ana yol. trunk room sandık odası.

trunnion

i. top muylusu.

truss

i., f. fıtık bağı, kasık bağı; kiriş, destek, makas, dayak, üçgenlerden oluşan takviye iskeleti; kuru ot veya saman demeti; bağlam, demet; den. büyük serenin orta yerini direğe bağlayan demir çember; f. tavuğu pişirmeden önce kanadını kırıp bağlamak; destek koymak; sıkıca bağlamak. truss bridge makas kirişleriyle desteklenen köprü. truss up bağlamak, iple bağlamak. truss'ing i. üçgenli takviye sistemi.

trust

i., f. itimat, güven, emniyet; tevekkül; ümit; güvenilen şahıs veya şey; emanet; kredi; mutemetlik; tröst; f. güvenmek itimat etmek emniyet etmek: güvenerek vermek, teslim etmek, emanet etmek: inanmak: tevekkül etmek; kredi vermek. trust company tröst şirketi. trust deed huk. vekâletname. trust fund tesis parası, vakıf para. Trust Territory Birleşmiş Milletler adına büyük bir memleket tarafından idare edilen bölge, manda altındaki bölge. in trust himayesinde, gözetiminde. on trust güvenle, emniyetle. trust in güvenmek. trust to -e dayanmak; itimat etmek; emanet etmek. trust with emanet etmek, teslim etmek. trustingly z. itimatla, güvenerek. trust'less s. güvenilmez, yalan. We'll see you soon, we trust. İnşallah yakında görüşürüz.

trustbuster

i., A.B.D. k.dili tröstü bozmaya çalışan kimse.

trustee

i., f. vekil, mutemet, yeddiemin, mütevelli; f. mutemede mal teslim etmek. trusteeship i. vekillik; Birleşmiş Milletler adına bir bölgenin idaresi.

trustful

s. güvenen, itimat kabilinden, çabuk inanılır. trustfully z. güvenle. trustfulness i. güvençlilik.

trustworthy

s. itimada lâyık, güvenilir. trustworthiness i. güvenilirlik.

trusty

s., i. güvenilir, sadık, emin; i. güvenilir kimse; güven uyandırdığından dolayı kendisine bazı özel haklar tanınan mahpus. trustily z. güvenilir surette. trustiness i. güvenilir hal.

truth

i. hakikat, gerçeklik, gerçek, doğruluk, sıhhat; hak; sadakat, içten bağlılık, samimiyet, vefa; aslına uygunluk, hakikilik; dürüstlük. gospel truth mutlak hakikat. in truth hakikaten, gerçekten. of a truth gerçekten, filvaki.

truthful

s. doğru sözlü, doğru, samimi; gerçek. truthfully z. doğru olarak; hakikaten, gerçekten. truthfulness i. doğruluk, gerçeklik.

truthless

s. gerçeksiz hakikatsiz; yalancı.

try

f., i. uğraşmak, çalışmak; teşebbüs etmek, kalkışmak; denemek, tecrübe etmek, imtihan etmek, sınamak; araştırmak, teftiş etmek, tetkik etmek, tahkik etmek; huk. yargılamak, muhakeme etmek, davasını görmek; yormak; eritmek; arıtmak; tasfiye etmek; i. çalışma, uğraşma; deneme, tecrübe. try for elde etmeye çalışmak. try on prova etmek, giyip denemek. try out birisinin kabiliyetini denemek. try square ayarlı gönye. Just try and catch me ! kd.ili Haydi, yakala bakalım ! try conclusions with ile boy ölçüşmek. try one's hand at denemek, el atmak. Try try again. Sebat et.

trying

s. yorucu, sabır tüketici, sinirlendirici, sıkıcı.

tryout

i. kabiliyet denemesi, deneme.

trypanosome

i., zool. tripanazoma.

trysail

i., den. yan yelken.

tryst

i. buluşma sözü, randevu; buluşma yeri.

tsar

bak. czar.

tsetse fly

çeçe, zool. Glossina mor sitans, Glossina palpalis.

tshirt

i. tişört.

tsunami

i. denizaltı yer sarsıntısından ileri gelen büyük dalga.

tu quoque

Lat. sen de (hasmı aynı suç ile itham etmek için kullanılır).

tu-whit , tu-whoo

baykuş ötüşü.

tub

i., f. (-bed, -bing) yarım fıçı, tekne yayık; bir yayığın alabildiği miktar; banyo küveti; k.dili tekne; f. fıçı içine dikmek veya koymak; teknede yıkamak. tub'bable s. yıkanabilir. tub'ful i. tekne dolusu.

tuba

i. büyük ve kalın sesli bir çalgı borusu, tuba.

tubal

s. boruya ait; anat. dölyatağı borusuna ait. tubal pregnancy dış gebelik.

tubby

s. fıçı gibi; şişman ve bodur, bıdık; çınlamasız, boğuk.

tube

i., f. boru, tüp; bot. çiçeğin boru gibi olan kısmı; boru eklinde şey; yeraltı demiryolu veya tüneli; (argo) televizyon; f. boru koymak, boru döşemek; boru içine koymak. bronchial tubes bronşlar. pneumatic tube tazyikli hava ile içinden mektup gönderilen boru. tube pan içi borulu pasta tenceresi.

tubeless

s. iç lastiği olmayan.

tuber

i. yumru kök; anat ufak ur.

tubercle

i. tümsecik, tüberkül; bot. küçük yumru, yumrucuk; tıb. ufak ur, kabarcık, şiş. tuber'cular s. yumrulu; tüberkülozlu, tüberküloza özgü. tuber'culous. s verem kabilinden, tüberkülozlu. tuber'culate(d) s. urlu, yumrulu.

tuberculin

i. tüberkülin.

tuberculosis

i. tüberküloz, verem, colloq. ince hastalık.

tuberose

i. sümbülteber, bot. Polianthes tuberosa.

tuberous, tuberose

s. kabarcık veya urlarla kaplı; anat. tümsekli; bot. yumrulu. tuberosity i. urluluk; kabarcık, ur, yumru; anat. sinir veya eklemin kemiğe bağlandığı yerde bulunan kemik çıkıntısı, pürtük.

tubing

i. boru takımı, borular; boru yapmaya mahsus madde; boru şeklinde dokunmuş kumaş; tüp veya boru yapma.

tubular

s. boru şeklindeki; borulu; boru sesi gibi. tubulous s. boru şeklindeki; borulu.

tubule

i. ufak tüp.

tuck

f., i. içine tıkmak, içine sokmak, altına kıvırmak; kat kat edip küçültmek; sıkıştrıvermek, tıkmak; üstünü örtüp etrafını tıkmak; kat yapmak; i. elbise kırması; geminin kıç kuruzu; İng., (argo) yemek. tuck away (veya) in İng., k.dili iştahla yemek, tıka basa doldurmak. tuck oneself in bed yatağa girip yorganın kenarını şiltenin altına sıkıştırmak tucker i. tıkan veya sıkıştıran şey veya kimse; plise makinası; eski zaman kadınlarının giydiği dantel veya muslin yelek; omuz atkısı, şal.

tucker

f., k.dili yormak. tucker out yormak, bezdirmek, bıktırmak.

tuckshop

i., İng. şekerci dükkânı, pastane.

tude-

(sonek) -lik (Latince sıfatlardan isim yapımında kullanılır: fortitude, latitude).

tudor

i., s. Tudor, İngiltere'de 1485-1603 senelerinde saltanat süren hanedan; s. Tudor hanedanma ait. Tudor flower İngiliz gotik sanatında kullanılan üç yapraklı çiçek. Tudor style Tudor üslubu, İngiliz Rönesans üslubu.

tuesday

i. salı kıs. Tues.

tufa

i. süngertaşı; ırmak veya kaynaklarda oluşan bir çeşit kireçtaşı.

tufaceous

s. süngertaşı veya kireçtaşı kabilinden.

tuff

i. süngertaşı.

tuft

i., f. küme, öbek, top; tepe, sorguç; püskül; f. kümelemek, demet demet yapmak: püskül ile süslemek. tuft'ed s kümeli; tepeli. tuft'y s. perçem gibi püskül püskül veya küme küme olan, öbek öbek.

tug

f,. i. kuvvetle çekmek; çekmek, çekelemek; i. kuvvetli çekiş, büyük gayret; römorkör; koşum kayışı. tug boat i. römorkör. tug of war halat çekme oyunu; şiddetli rekabet.

tuition

i. okul taksiti; öğretim

tularemia

i., tıb. kemirgenlerden insanlara geçen ateşli bir hastalık, tularemi.

tulip

i. lâle, lâle fidanı. tulip root bazı tahılların sapına arız olan bir hastalık. tulip tree ağaç lâlesi, bot. Liriodendron tulpifera; lâle ağacı. white tulip tülbent lâlesi, bot. Tulipa stellata.

tulipomania

i. lâle yetiştirrneye aşırı merak.

tulle

i. tül, ipek bürümcük.

tumble

f., i. düşmek, yıkılmak, devrilmek; yuvarlanmak; acele ve dikkatsizce yürümek; takla atmak; karıştırmak, altüst etmek; örselemek; yıkmak, devirmek, yuvarlamak, düşürmek; cila makinasında yuvarlayıp temizlemek; i. düşüş, yuvarlanma; taklak; A.B.D., k.dili fırsat. tumble in yuvarlanır gibi girmek, cumburlop düşmek, içine düşmek; yatağa girmek. tumble out of bed yataktan fırlamak. tumble to k.dili anlamak. tumble up çabucak güverteye çıkmak. all in a tumble tamamen altüst.

tumblebug

i. bokböceği.

tumbledown

s. yıkılacak gibi, yıkılmak üzere, yarı yıkık.

tumbler

i. su bardağı; taklakçı güvercin, uçarken takla atan güvercin; emniyet kilidinde hareketli kısım; tabancada tetik ile hareket ettirilen bir kısım; hacıyatmaz.

tumbleweed

i. horozibiği, yabani kadife çiçeği, bot. Amaranthus.

tumbling

i. cambazlık; taklak; güvercinin uçarken taklak atması. tumbling barrel, tumbling box parlatmaya mahsus döner varil.

tumbrel , tumbril

i. çiftçi arabası, kağnı; Fransız ihtilâli zamanında suçluları idam yerine götürmek için kullanılan araba; eskiden suya batırmak maksadı ile üstüne suçlu kadınları bağladıkları tekerlekli iskemle.

tumefy

f. şişmek, şişirmek; kabarmak, kabartmak. tumefa'cient s., tıb. şişiren, şişlik meydana getiren. tumefac'tion i. kabartı, şiş; şişme, kabarma, şişirme.

tumid

s. şişmiş, şişkin, kabarmış; çıkıntılı; mübalağalı, tantanalı, debdebeli.

tumor , ing. tumour

i. şiş, yumru, ur, tümör; (eski) mübalâğa.

tumult

i. gürültü, karışıklık, kargaşalık, kargaşa; heyecan. tumultuary s. gürültülü, patırtılı, kargaşalı.

tumultuous

s. düzensiz; gürültülü, patırtılı, kargaşalı. tumultuously z. düzensizce. tumultuousness i. kargaşalık.

tumulus

i. (çoğ., -li) höyük; çoğunlukla mezar üzerindeki toprak yığını. tumular s. yığın şeklinde. tumulous, tumulose s. tepeleri çok.

tun

i., f. (-ned, -ning) büyük fıçı; takriben 950 litrelik sıvı ölçüsü; biracılann mayalama teknesi; f. fıçılamak, büyük fıçıya doldurmak.

tuna

i. tonbalığı, orkinos, istavrit azmanı, zool. Thunnus.

tunable

s. akort edilebilir, ayarlana bilir, düzeltilebilir.

tundra

i. tundura.

tune

i., f. beste, hava, nağme; ahenk, düzen; akort; hal, mizaç; f. akort etmek, ahenk vermek; ahenkle çalmak; düzen vermek; ahenkli olmak, sesi uymak. tune down sesi bastırmak. tune in belirli bir istasyonu açmak. tune out istasyonu düzeltmek. tune up salgıları akort etmek; ayarlamak. change one's tune ağız değiştirmek. in tune akortlu. out of tune akortsuz; ahenksiz, düzensiz. to the tune of bestesiyle; meblağına kadar.

tune-up

i. ayarlama.

tuneful

s. ahenkli, hoş sesli, nağmeli. tunefully z. ahenkle. tunefulness i. hoş seslilik.

tuneless

s. ahenksiz, nağmesiz, makamsız; sessiz, müziksiz.

tuner

i. akortçu; amplifikatör ve hoparlörü olmayan radyo; ayarlayıcı alet.

tung oil

tung yağı, boyalarda kullanılan bir çeşit yağ.

tungsten

i. tungsten, volfram. tungsten lamp teli tungstenden olan ampul. tungstic s. tungstenli.

tungus,tunguz

i. Doğu Sibirya'da yaşayan Moğol ırkından biri, Tunguz.

tunic

i. eski Yunan ve Romalıların kollu veya kolsuz ve dizlere kadar inen gömlek veya entarisi; tünik; ask. günlük asker ceketi; zool. gömlek, kılıf, zar; anat. tabaka, kılıf. tunicate(d) s. zarlı, tabakalı.

tunicle

i. ince entari; bazı papazlann iç entarisi; biyol. zar.

tuning

i. akort. tuning fork diyapazon. tuning hammer, tuning key piyano akort aleti. tuning peg, tuning pin akort anahtarı.

tunis

i. Tunus şehri.

tunisia

i. Tunus ülkesi.

tunnage

bak. tonnage.

tunnel

i., f. (-ed, -ing veya -led, -ling) tünel, yeraltı yolu; yeraltı maden ocağının yatay yolu; f. tünel açmak; yeraltında yol veya geçit açmak. tunnel diode elek. transistör gibi amplifikatör. tunnel disease bak. bends.

tunny

i. orkinos, tonbalığı, zool. Thunnus. pickled tunny lakerda. short-finned tunny palamut, torik, altıparmak, zool. Pelamys sarda.

tup

i., f. (-ped, -ping) koç, erkek koyun; balyozun kazık başını döven yüzü, şahmerdan; f. çiftleşmek (koç); tos vurmak.

tuppence

i., İng., k.dili. iki penilik sikke; hiç, beş para.

tuque

i. Kanada'ya mahsus bir çeşit örme kukulete.

turanian

s. Turanlı. Turanianism i. Turancılık, Panturanizm.

turban

i. sarık; sarığa benzer kadın başlığı, turban. turbaned s. sarıklı.

turbary

i., İng. huk. başkasının arazisinden kesek veya turba çıkarma hakkı; kesek veya turba çıkarılan yer, turbalık.

turbid

s. bulanık, çamurlu; yoğun; karışık, düzensiz. turbid'ity, turbidness i. bulanıklık; yoğunluk; karışıklık. turbidly z. bulanıkça.

turbinal

s., i., anat., zool. sarmal şekilde kıvrılmış, türbinal; i., bak. turbinated bone.

turbinate, -nated

s. kıvrımlı, türbinal; bot. konik şekilde sarmal; zool. konik. turbinated bone insan burnundaki koni şeklinde üç kemikten biri. turbina'tion i. kıvrımlılık.

turbine

i. türbin.

turbit

i. kısa gagalı ve göğsü kabarık tüylü evcil bir güvercin.

turbo-

(önek )türbin ile çalışan, türbinli.

turbogenerator

i. türbinli jeneratör.

turbojet

i. türbinli jet motoruyle işleyen uçak.

turboprop

i. türbinli pervanesi olan uçak.

turbot

i. kalkan, zool. Pselta maximus.

turbotrain

i. türbinle çalışıp fazla hız yapan tren.

turbulent

s. çalkantılı dalgalı; kavgacı, şamatacı; karışıklık çıkaran. turbulence,-cy i. şiddetli çalkantı; çalkantılı hava; karışıklık, kargaşalık. turbulently z. çalkantılı bir şekilde; kargaşayla.

turco

i. Cezayir'de eski Fransız ordusunda piyade eri.

turco-, turko-

(önek) Türk.

turcoman

bak. Turkoman.

turd

i. kaka, bok; A.B.D., (argo) hergele, herifçioğlu.

turdiform

s. ardıçkuşu şeklinde.

turdine

s., zool. kara tavukgillerden.

tureen

i. büyük çorba kâsesi.

turf

i., f. çimen, çim; turba, kesek, yer tezeği; A.B.D., (argo) bir çetenin sahip çıktığı şehrin bir bölümü; f. kesekle veya çimle kaplamak, çimlendirmek. the turf at yarışçılığı; at yarışı meydanı, hipodrom. turf'iness i. kesekle kaplı toprak; keseğe benzer şey. turf'man i. at yarışı meraklısı. turf'y s. kesekle kaplı, çimli, çime benzer, at yarışına ait.

turgent

s., (eski) şişkin. turges'cence , -cy i. şiş, şişlik; abartma. turges'cent s. şişecek gibi.

turgid

s. şişmiş, şişkin, şiş; abartmalı, şişirilmiş, tumturaklı. turgid'ity i. şişkinlik.

turgor

i. şişkinlik; biyol. turgor.

turin

i. Torino.

turk

i. Türk. Turk'ism i. Türkçülük; Türklere özgü deyiş veya adet.

turk's-cap lily

kırmızı zambak.

turkestan

i. Türkistan.

turkey

i. hindi, zool. Meleagris gallopavo; A.B.D., (argo) başarısız piyes. turkey buzzard hindi akbabası. turkey cock erkek hindi, baba hindi. turkey hen dişi hindi. turkey trot bir çeşit caz dansı. talk turkey dobra dobra konuşmak, yüzüne karşı söylemek.

turkey

i. Türkiye. Turkey red kırmızı kökboyası. Turkey stone firuze; bileğitaşı.

turki

s., i. Türk dilleri ailesine ait; bu dili konuşanlarla ilgili; i. Türk dilleri ailesi; bu dili konuşan kimse.

turkic

i., s. Türkçe, Türk dilleri ailesi; s. Türkçe.

turkish

i., s. Türkçe; s. Türk; Türkçe. Turkish bath alaturka hamam. Turkish carpet Türk halısı. Turkish delight lokum, lâtilokum. Turkish pound Türk lirası. Turkish tobacco Türk tütünü. Turkish towel havlu.

turko-

bak. Turco-.

turks-head

i. Türk cevizi denilen düğüm.

turmaline

bak. tourmaline.

turmeric

i. zerdeçal, bot. Curcuma longa. turmeric paper kim. zerdeçal kâğıdı, alkalik maddeleri muayene etmeye mahsus kağıt.

turmoil

i. gürültü, karışıklık, dağdağa; telâş.

turn

i. dönüş devir, deveran; sapış, yön değiştirme, yönelme, istikameti çevirme; sapak, dönemeç; viraj; oyun sırası; korkutma, ödünü koparma; gezme, dolaşma; gidip gelme; muamele; sıra, nöbet; kabiliyet, yetenek, istidat; biçim; yön; tarz, nevi; k.dili. sarsıntı, şok; kısa piyes; büklüm, kıvrım; dönüm; iş fırsatı; müz. grupetto, grupçuk, kümecik, işleme. turn about, turn and turn about nöbetle, sıra ile. turn bench torna. turn of phrase üslup. turn of the screw bir amaç uğruna baskı kullanma. at every turn her defasında, istisnasız. by turns nöbetleşe. done to a turn tam kararında pişmiş. in turn sıra ile, nöbetle. out of turn sıra beklemeden, sıra dışından. take turns nöbetleşmek, sıra ile yapmak. take a sudden turn birden fenaya veya iyiye dönüvermek (hastalık). It's your turn. Sıra sizde. This will serve my turn. Bu benim işimi görür.

turn

f. döndürmek, çevirmek; devrettirmek, altüst etmek; torna tezgâhında biçim vermek; tersyüz etmek; burkmak; biçimini değiştirmek, bozmak, tahvil etmek, değiştirmek; kıvırmak; körletmek; uygulamak, faydalanmak; etmek yapmak; doğrultmak, tevcih etmek, yöneltmek; havale etmek, teslim etmek, nakletmek; ekşitmek; tercüme etmek, başka dile çevirmek; bulandırmak; geri çevirmek; dönmek, devretmek, deveran etmek; yönelmek; geçmek; dönüşmek; kesilmek, olmak; bulanmak, sersemlemek; geçmek doldurmak; sapmak, eğilmek; döneklik etmek; bozulmak, ekşimek; den. tiramola etmek. turn about öbür tarafa dönmek; evirip çevirmek. turn a deaf ear to işitmezlikten gelmek, kulak asmamak. turn adrift başıboş bırakmak. turn against aleyhine dönmek, aleyhine döndürmek. turn a hair kılını kıpırdatmak, aldırış etmek. turn a hand işe koyulmak, girişmek. turn an honest penny namusu ile ekmeğini kazanmak. turn a neat phrase hoş bir üslupla yazmak. turn aside bir yana dönmek; saptırmak, vaz geçirmek. turn away başka tarafa yöneltmek; kovmak; dönüp gitmek, sapmak; vaz geçmek. turn back geri çevirmek; geri dönmek. turn color renk değiştirmek. turn down kıvırmak bükmek; reddetmek, geri çevirmek; yüzünü aşağı çevirmek (iskambil kâğıtları); kısmak. turn in içine kıvırmak, içeriye doğru çevirmek; teslim etmek; yatmak. turn inside out içini dışına çevirmek, tersyüz etmek. turn into olmak, kesilmek, dönmek. turn loose salıvermek, serbest bırakmak. turn off kapamak; kesmek; lafa boğmak, sözü çevirip cevapsız bırakmak; sapmak; İng. yol vermek; (argo) ilgisini kaybetmek. turn on açmak; çevirmek; (argo) heyecanlandırmak, esritmek; (argo) esrar kullanmak; bağlı olmak, bakmak; düşman olmak. turn one's back on sırt çevirmek. turn on one's heels dönüp gitmek. turn out tersyüz etmek; dışarı atmak, kovmak; otlatmak için dışarıya çıkarmak (hayvan); dışına dönmek; yapmak, imal etmek, meydana getirmek; söndürmek; katılmak; k.dili. yataktan kalkmak; olmak, çıkmak. turn over çevirmek, devirmek; havale etmek, teslim etmek; devretmek; zihninde evirip çevirmek; altüst olmak, devrilmek, dönmek; alıp satmak (mal). turn over a new leaf yeni bir hayata başlamak. turn round çevirmek, çevrilmek, dönmek. turn tail kaçmak, tüymek, toz olmak. turn the corner köşeyi dönmek; krizi geçirmek, tehlikeyi atlatmak. turn the tables on one tersine çevirmek; altüst etmek. turn the trick işi halletmek. turn thumbs down on reddetmek.. turn to müracaat etmek, baş vurmak, yardımını istemek; işe koyulmak; (belirli bir sayfayı) açmak. turn traitor hain olmak, hainlik etmek. turn turtle den. alabora olmak, altüst olmak, ters dönmek. turn up yukarı çevirmek, çevirip kaldırmak; açmak, çevirmek; yüzünü yukarı çevirmek; ortaya çıkmak; gelmek, bulunmak. turn upside down altüst etmek veya olmak; devrilmek.

turnabout

i. atlıkarınca; aksi yöne veya fikre dönüş.

turnbuckle

i., den. liftin uskuru, germe donanımı.

turncoat

i. dönek adam, prensip değiştiren kimse.

turncock

i. musluk.

turndown

s. devrik (yaka).

turner

i. çeviren kimse, döndüren veya dönen şey; tornacı; bedeneğitimi uzmanı.

turnery

i. tornacılık; tornacı işi; tornacı dükkanı.

turnhall

i. jimnastikhane.

turning

i. dönüş, dönme; yoldan sapma veya çıkma; dönemeç, dönüş yeri. turning point dönüm noktası.

turnip

i. şalgam, bot. Brassica rapa.

turnkey

i., s. zindancı, gardiyan; s. anahtar teslim usuluyle yapılan. turn-key job tamamlayıp teslim etmek üzere kontrat yapılan iş.

turnknob

i. döner düğme.

turnout

i. katılanlar toplantı mevcudu; istasyonlarda yan hat; mahsul, ürün, verim; trafikte sapma; İng. grev; sapak; malzeme; at ve koşum takımları ile beraber araba.

turnover

i. devrilme; sermaye tedavülü, devir; sermaye ve bununla kazanılan meblâğ; meyvalı turta.

turnpike

i. geçiş parası alınan yol.

turnspit

i. kebapçı, döner çeviren kimse; eskiden ayak değirmenini çevirmekte kullanılan köpek.

turnstile

i. turnike.

turntable

i. pikapta plağın altındaki döner tabla; demiryollarında vagonları bir hattan diğerine geçiren veya lokomotifin yönünü değiştiren döner platform, döner levha.

turnup

s., i. katlı; i. katlı kısım; (iskambil) yüzü çevrik kağıt; şans.

turnverein

i. jimnastik kulübü.

turpentine

i. neftyağı, terebentin. turpentine tree katran ağacı, bot. Pistacia terebinthus.

turpeth

i. türbit kökü, müshil olarak kullanılan bir kök; müshil olarak kullanılan alkalik civa sulfat tuzu.

turpitude

i. alçaklık, ahlaksızlık, kötücülük.

turquoise

i. firuze, türkuvaz.

turret

i., mim. ufak kule; ask. döner taret. turret deck den. taret güvertesi. turret gun taret topu. turret lathe torna tezgahı. turreted s. kule biçimindeki; kuleli, taretli.

turriculate

s. ufak kuleli, ufak kuleye benzer.

turtle

i. kaplumbağa, zool. Testudo. turtle neck balıkçı yaka. green turtle eti lezzetli ve iri yeşil bir deniz kaplumbağası.

turtleback

i., turtle deck balık sırtı güverte.

turtledove

i. üveyik, zool. Streptopelia turtur; yusufcuk, zool. Turtur auritus; kumru, zool. Turtur communis.

tuscany

i. Toskana. Tuscan s., i. Toskana'ya ait; i. Toskana lehçesi; Toskanalı.

tush

(ünlem) Sus! Vaz geç!

tush, tusk

i., f. fildişi; denizaygırı veya yaban domuzunun uzun azı dişi; uzun sivri diş; f. azı dişi ile eşmek; uzun sivri dişle delmek veya kesmek. tusked, tusk'y s. uzun ve sivri dişleri olan.

tusker

i. uzun ve sivri dişli fil veya yaban domuzu.

tussis

i., tıb. öksürük.

tussive

s., tıb. öksurüğe ait, öksürükten ileri gelen.

tussle

i., f. güreşme; itişme, itişip kakışma; uğraşma, mücadele; f. mücadele etmek, uğraşmak.

tussock

i. ot öbeği, çalı kümesi; top. tussock grass sazlık yerlerde demetler halinde büyüyen herhangi bir ot. tussock moth sürfesi uzun tüylü bir çeşit pervane. tussocky s. top top.

tut

(ünlem) Sus! Adam sen de! Tut, tut! Vah,vah!

tutelage

i. vasilik, vesayet; vasi idaresi altında olma; eğitim.

tutelary

s. vasi olan, himaye eden; vasiye ait.

tutor

i., f. hususi öğretmen; İng. öğretmen; huk. veli, vasi; f. özel ders vermek; hususi hocalık etmek; hususi hocadan ders almak. tutorage i. hususi hocalık. tuto'rial s. her öğrenciyle bir öğretmenin meşgul olduğu ders sistemine ait. tutorship i. hususi hocalık; vesayet.

tutsan

i. koyun kıran, bot. Hypericum androsaemum.

tutti

s., İt., müz. hep beraber (çalgıcı ve okuyuculara talimat).

tutti-frutti

i. karışık meyvalı şekerleme veya dondurma.

tutty

i. bir çeşit çinko oksit.

tutu

i. balerinlerin giydiği çok kısa ve kat kat kabarık eteklik.

tuxedo

i. smokin.

tuyere

i. maden eritme ocağına hava veren boru.

tv

i. televizyon.

twaddle

f., i. boş laf etmek, saçmalamak; i. boş laf, saçma; geveze adam.

twain

s., i., (eski) iki; i. iki kimse veya şey; (su derinliği) iki kulaç, on iki kadem, üç buçuk metre.

twang

f., i. yay kirişi gibi ses çıkarmak, tıngırdamak; genizden konuşmak veya ses çıkarmak; i. yay kirişinin sesi, tıngırtı; genizden çıkan ses.

twangle

f., i. tıngırdamak, tıngırdatmak; i. tıngırtı.

twankay

i. Çin'den gelen bir çeşit yeşil çay.

twas

kıs. (eski) it was.

twayblade

i. orkide familyasından yerde büyüyen bir bitki.

tweak

f., i. çimdikleyip çekmek; i. çimdik.

tweed

i. yüzü kabarık olarak dokunmuş yünlü kumaş, tüvit.

tweedle

f., i. gelişigüzel şarkı söylemek veya ıslık çalmak; çalmak (çalgı); i. kemanınkini andıran ses. tweedledum and tweedledee birbirine tıpatıp benzeyen iki şey.

tween

kıs. between.

tweet

i., f. kuş yavrusunun cıvıltısı; f. böyle ses çıkarmak.

tweeter

i. tiz sesler için küçük hoparlör.

tweeze

f., k.dili. cımbızla almak.

tweezers

i., çoğ. cımbız; cerrah aletleri takımı.

twelfth

s., i. on ikinci; on ikide bir. Twelfth-night i. Noelden on iki gün sonraki gece (beş ocak gecesi).

twelve

s., i. on iki. Twelve Apostles Hazreti İsa'nın havarisi olan on iki resul.

twelve-tone

s., müz. on ikili, kromatik, makamı olmayan.

twelvefold

s. on iki kat.

twelvemo

i., s., bak. duodecimo.

twelvemonth

i. yıl, sene.

twentieth

s., i. yirminci; yirmide bir.

twenty

s., i. yirmi.

twerp

i., (argo) herif; ulan, velet.

twi-

(önek) iki, çift, iki kere.

twibil(l)

i. çifte ağızlı savaş baltası; demirin bir ucu keser ve öbür ucu balta şeklinde bir çeşit kazma.

twice

z. iki kere, iki defa. twice-told s. iki defa söylenmiş, çok söylenmiş; eskimiş, köhne.

twiddle

f., i. döndürerek oynatmak; önemsiz şeylerle meşgul olmak; i. hafifçe döndürme. twiddle one's thumbs parmaklarıyle oynamak.

twig

i. ince dal, sürgün, çubuk. twig'gy s. ince dala benzer veya buna ait; ince dalları çok.

twig

f. (-ged, -ging) İng., (argo) anlamak, kavramak; incelemek, iyice bakmak.

twilight

i. alaca karanlık; başarının sönmesi; mec. yarı buçuk veya az bilgi. Twilight of the Gods İskandinav mit tanrılarla devlerin birbirlerini mahvettikleri savaş. twilight sleep doğum ağrılarını azaltmada kullanılan hafif anestezi.

twill

kıs., (eski) it will.

twill

i., f. kabarık ve çapraz dokunmuş kumaş; f. böyle kumaş dokumak.

twin

s., i., f. (-ned, -ning) ikiz; çift; f. ikiz doğurmak; ikiz olarak doğmak; ikiz gibi kılmak. twin'born s. ikiz olarak doğmuş. Siamese twins birbirine yapışık olarak doğmuş ikiz kardeşler. the Twins ikizler burcu.

twin-screw

s., den. çifte uskurlu; iki ağızlı vida.

twine

i., f. sicim; sarma; sarılış; ipliğin karışıp dolaşması; f. bükmek, sarmak; sarılmak, çöreklenmek.

twinge

f., i. birdenbire sancı vermek, ıstırap vermek, birdenbire sancılanmak; i. birden gelen şiddetli sancı; azap, üzüntü.

twinkle

f., i. göz kırpıştırmak; pırıldamak; çabuk çabuk görünüp kaybolmak; biduziye yanıp sönmek; i. göz kırpıştırma; pırıldama, pırıltı; bir göz açıp kapama müddeti.

twinkling

i. göz kırpıştırma; pırıltı, pırıldama; bir an. in the twinkling of an eye göz açıp kapayıncaya kadar.

twinning

i. ikiz doğurma; iki şey veya kimsenin birleşmesi; iki kristalin birleşmesi.

twirl

f., i. dönmek; fırıldatmak; çevirmek; burmak; i. çevriliş, dönüş, kıvrılış; kıvrım, büklüm.

twist

f., i. bükmek; sarmak; burmak; burkmak; ters anlam vermek; bükülmek; sarılmak; burulmak; şaşırtmak; helezoni döndürmek; kıvrımlar meydana getirmek; dolambaçlı yönde çevirmek; bozmak; i. bükülme; sarılma; burma; burkulma; ibrişim; burmalı ekmek; bükme, bükülmüş şey; düğüm; dönme; dönüş; topun havada dönerek gitmesi; kötülüğe meyil; bükme kuvveti; twist dansı; değişiklik. twist around one's finger parmağının ucunda oynatmak. twist off büküp koparmak. twist one's arm zorlamak, mecbur etmek. twist one's words birinin sözlerine yanlış anlam vermek. twist the lion's tail damarına basmak(İngiliz halkını sinirlendirmek için). twist up büküp bırakmak. a twist of the wrist hüner, ustalık. twist'ed s. bükülmüş; şaşırtılmış, sapkın. twist'er i. büken şey veya kimse; yuvarlanarak giden top; kasırga, hortum.

twit

f. (-ted, -ting) i. azarlamak, kusurunu yüzüne vurmak; takılmak, kızdırmak; i. takılma.

twitch

f., i. birdenbire kapıp çekmek; seğirmek; i. çekip koparma, kapıp çekme; bir kasın gayri ihtiyari oynaması, seğirme.

twitter

f., i. cıvıldamak; kıs kıs gülmek; yüreği çarpmak, heyecanlanmak; cıvıldar gibi söylemek; i. cıvıltı; heyecan.

twixt

(edat), (şiir) arasında.

two

s., i. iki, çift. two bits A.B.D. yirmibeş sent. two cent's worth A.B.D., (argo) fikrini anlatma sırası. two-chamber system çift meclis sistemi. two part iki kısımlı. by twos ikişer ikişer. in two iki kısma (kesmek). put two and two together düşünerek bir sonuç çıkarmak. I'll come in a minute or two. Bir iki dakikaya kadar geleceğim.

two-bit

s., A.B.D., k.dili. beş paralık.

two-cycle

s. iki zamanlı.

two-edged

s. iki ağızlı, iki yüzü keskin, iki anlamlı, iki tesirli.

two-faced

s. ikiyüzlü; sahtekar.

two-fisted

s., A.B.D., k.dili. kuvvetli ve saldırgan.

two-fold

s., z., i. iki kat, iki misli.

two-headed

s. çifte başlı.

two-legged

s. iki ayaklı.

two-master

i. iki direkli gemi veya şilep.

two-phase

s., elek. çift fazlı.

two-ply

s. iki katlı (ip), iki katmerli.

two-point

s. iki noktası olan, iki noktadan bahseden.

two-sided

s. iki taraflı, iki yanlı; ikiyüzlü

two-spot

i., (iskambil) iki; A.B.D., (argo) önemsiz kimse; A.B.D., (argo) iki dolarlık kağıt para.

two-step

i. bir çeşit dans; bu dansın müziği.

two-way

s. iki taraflı, iki kollu, iki yollu.

twobyfour

s., i. 5 x 10 cm büyüklüğünde; i. bu büyüklükte kiriş tahtası.

twofer

i., A.B.D., (argo) tek fiyatına satılan iki parça eşya.

twohanded

s. iki elli; iki el ile kullanılır.

twopence

i., İng. iki penilik İngiliz parası; az miktar; önemsiz şey.

twopenny

s., İng. iki peni kıymetinde, adi, değersiz.

twosome

s., i. iki kişi ile yapılan, çift, iki kişilik (dans veya oyun).

tx

kıs. Texas.

ty

(sonek) -lik, -lık.

tyburn

i. eskiden Londra'da bir idam meydanı.

tycoon

i., A.B.D., k.dili. çok zengin ve nüfuzlu iş adamı; eskiden yabancıların Japon ordusu kumandanlarına verdiği ad.

tying

bak. tie.

tyke , tike

i. adi köpek, sokak köpeği; k.dili, (şaka) haylaz çocuk; kaba herif.

tympan

i., mim. alın; matb. baskı makinasının silindirine ve basılacak kağıdın altına gelmek üzere sarılan fazla kâğıt.

tympanic

s. davula benzer; anat. kulak davuluna (timpana) ait. tympanic bone timpan kemiği. tympanic membrane timpan zarı.

tympanites

i., tıb. karında gazdan ileri gelen şişkinlik.

tympanitis

i., tıb. timpan zarı iltihabı.

tympanum

i. (çoğ. -na) anat. kulak davulu, timpan, orta kulak; mim. kapı veya pencere alnı; elek. telefon cihazındaki madeni zar.

tympany

i., tıb. mide şişkinliği; şişkinlik, kabarıklık; kibir, gurur.

typ.

kıs. typographer, typographical, typography.

type

i., f. çeşit, cins, kategori; tip; remiz, kinaye, ima; numune, örnek; en âlâ cinsten numune, ideal örnek; matb. basma harf veya harfler, hurufat; f. kopyasını veya nümunesini çıkarmak; daktiloda yazı yazmak; önceden göstermek veya haber vermek; belirli bir kategoriye ayırmak. type bar linotip makinası- nın döktüğü bir satırlık harf. type high matbaa harfi yüksekliğinde. type metal matbaa harfi dökmeye mahsus maden halitası, harf metali. type species biyol. örnek cins. type specimen biyol. örnek nümune. boldfaced type siyah harf, kalın matbaa harfi. Gothic type gotik matbaa harfi. italic type italik matbaa harfi. Roman type adi matbaa harfi, beyaz harf.

typescript

i. daktilo ile yazılmış yazı.

typesetter

i.mürettip, dizmen. typesetting machine matbaa harfi dizme makinası.

typewrite

f.daktiloda yazı yazmak.

typewriter

i. yazı makinası, daktilo.

typewriting

i. daktiloda yazı yazma, daktilografi; daktilo yazısı.

typhlitis

i., tıb. körbağırsak iltihabı. typhlitic s. bu iltihapla ilgili.

typhlo-

(önek) körlük; anat. körbağırsak.

typhoid

i., s. tifo; s. tifoya benzeyen. typhoid bacillus tifo mikrobu. typhoid fever tifo.

typhoon

i. şiddetli kasırga.

typhus

i., tıb. tifüs.

typical

s. alâmet kabilinden, simge cinsinden; tipik. typically z. tipik olarak; tipik derecede; umumiyetle.

typify

f. simge veya ima veya misal ile göstermek; simgesi veya misali olmak, cinsinden olmak.

typist

i. daktiloda yazı yazan kimse.

typo

i., k.dili. daktilo hatası, baskı hatası.

typography

i. basılacak bir şeyin tanzimi; basılmış bir şeyin umumi görünüşü; matbaacılık, basma sanatı, tipografya. typographer i. matbaacı; matbaa işlerini tanzim ve tertip eden kimse. typograph'ic(al) s. matbaacılığa ait. typographical error tipo, baskı hatası, dizgi hatası. typograph'ically z. matbaacılık bakımından.

tyrannic, -nical

s. zalim, zalimane, gaddar, gaddarca, müstebit. tyrannically z. zalimce.

tyrannicide

i. zalimi öldürme; zalimi öldüren kimse.

tyrannize

f., gen. (over ile) zalimlik etmek, zulüm etmek, eza etmek, kasıp kavurmak.

tyrannosaur

i. çok iri etçil ve 12 metre boyunda bir dinosor.

tyrannous

s. zalimane, zulüm kabilinden. tyrannously z. zalimce.

tyranny

i. zulüm, gaddarlık, istibdat; zalimin hâkimiyeti; müstebit hükümet; böyle hükümet devresi.

tyrant

i. zalim, cebbar, zorba, gaddar, kırıcı, yıkıcı; tiran, müstebit hükümdar.

tyre

bak. tire.

tyre

i. Lübnan'da Sur şehri. Tyrian s., i. eski Sur şehrine ait; koyu mor renkte olan; i. eski Sur şehri ahalisinden biri. Tyrian dye, Tyrian purple iskerletten çıkarılan koyu mor boya.

tyro,tiro

i. acemi kimse, çırak, yeni başlayan kimse.

tyrol

i. Avusturya'da Tirol.

tyrolese

s., i. Tirol eyaletine veya ahalisine ait; i. Tirol ahalisi veya bunlardan biri.

tyrolienne

i. Tirol köylülerine mahsus bir dans; bu dansın müziği.

tzetze

bak. tsetse.

tzigane, tzigany

s., i. Macar Çingenelerine veya müziğine ait; Macar Çingenesi.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL