NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

tr ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: tr
Bulunan Sonuç: 494

tr.

kıs. trace, translated, translator, treasurer trust.

trabeate , ated

s., mim. sütun pervazlı, sacaklıklı

trabecula

i. (çoğ. -lae) anat. bağ. trabecular, trabeculate s. bağ gibi.

trace

i., f. iz, eser, nişan: azıcık şey, zerre, az miktar: işaret: kalıntı: ormanda patika: hafif çizgi; f. izlemek: izini araştırıp bulmak; ayrıntıları ile tanımlayarak aslını göstermek: çizmek: dikkatle çizmek veya yazmak: şeffaf kağıt üzerinden kopya etmek; oymak, hakketmek: geçmek. trace back aslını arayıp bulmak. trace out krokisini yapmak, planını çizmek. trace over şeffaf kağıt üzerinden kopya etmek. traces of pain ağrı belirtileri, hafif ağrılar. He traces his family back to the fifteenth century. Soyu on beşinci yuzyıla kadar uzanıyor. No trace remains. Hiç bir iz kalmadı. trace'able s. izlenebilir, izi bulunabilir.

trace

i. arabanın koşum kayışı; mak. hareket aktarmak için iki parçayı birleştirip işleten çubuk. kick over the traces gemi azıya almak.

tracer

i. izleyen şey veya kimse; kopya çıkaran alet; kayıp şeyleri soruşturma belgesi; terzi ruleti; tıb. hastalığın yerini saptamak için vücuda zerkedilen radyoaktif izotop. tracer bullet giderken havada iz bırakan kurşun.

tracery

i. oyma taşta yapraksı süs.

trachea

i. (çoğ. -ae) anat. nefes borusu, soluk borusu; bot. yapraklarda bulunan ufak damar, trake. tracheal s. soluk borusuna veya damara ait. tracheotomy (treykiyat'ımi) i., tıb. soluk borusunu açma ameliyatı.

tracheitis

i., tıb. soluk borusu iltihabı.

trachoma

i., tıb. trahom.

trachomatous

s. trahomlu.

trachyte

i., jeol. trakit.

tracing

i. kopya etme; kopya; iz, yol. tracing paper aydinger kâğıdı, ince kopya kâğıdı.

track

i., f. iz, eser, nişan; ayak veya tekerlek izi: yol: koşu yolu: spor atletizm, koşma, atlama ve atma: ray: dizi, seri; f. izlemek, takip etmek; izini aramak: geçmek; iz bırakmak veya yapmak; iki tekerlek arasında uzanmak (mesafe). track down izleyerek bulmak. track man (spor) koşucu, atlet. track meet (spor) atletizm karşılaşması. track shoe kabaralı ayakkabı. across the tracks kenar mahallede. double track çift hatlı (demir yolu). in one's tracks olduğu yerde. jump the track raydan çıkmak; yoldan sapmak, geçmek, atlamak. keep track of dikkatle izlemek; ilişkiyi devam ettirmek. lose track of bağlantıyı kaybetmek, izini yitirmek. make tracks acele gitmek off the track hattan çıkmış; konudan ayrılmış. on the track konuyla ilgili on the right track doğru yolda. in his tracks peşinde, izinde. single track tek hatlı, tek yönlü. singletrack mind aymazlık, gözü bağlılık. the beaten track çok geçilmiş yol, işlek yol. The children tracked snow into the house. Cocuklar ayakkabılarıyle karı içeriye taşıdılar. track'er i. izleyen kimse.

trackage

i. demiryolu rayları; başka kumpanyanın demiryolunu kullanma hakkı; bu hakkı kullanmak için verilen para.

trackless

s. izsiz, iz kalmayan; yol suz; raysız giden tracklessly z. izsiz, iz bırakmadan. tracklessness i. izsizlik.

trackman

i., d.y. hat bekçisi.

tract

i. dinsel veya törel risale; broşür.

tract

i. saha, alan, arazi parçası, toprak; anat. nahiye, bölge. digestive tract sindirim sistemi.

tractable

s. söz dinler, yumuşak başlı, uysal; kolay işlenir, şekle girer. tractabil'ity, tractableness i. yumuşaklık, uysallık. tractably z. uysallıkla.

tractate

i. risale, broşür.

tractile

s. çekilip uzar, çekilebilir.

traction

i. çekme, çekilme; fiz. çekiş gücü traction engine yük çekme lokomotifi veya traktörü. traction wheel lokomotiften kuvvet alan tekerlek. in traction tıb. askıda. tractional s. çekme kuvvetine ait. tractive s. çekici.

tractor

i. traktör; kamyonun şoför mahalli.

trade

i., f. alışveriş; ticaret: iş, sanat, meşguliyet; esnaf: pazarlık: değiş tokuş, takas, trampa: müşteriler: f. alışveriş etmek; ticaret yapmak; iş yapmak. trade agreement ticari anlaşma. trade discount toptancı indirimi. trade in eskisini yenisine fiyat farkıyle değiştirmek. trade journal mesleki mecmua. trade mark alâmeti farika, ticari marka. trade name ticari isim, ticaret unvanı. trade off değiş tokuş ederek elden çıkarmak. trade on -den faydalanmak. trade route ticaret yolu. trade school meslek okulu, sanat okulu. trade secret mesleki sır. trade union sendika. trade wind alize.

tradelast

i. iltifat. I have a tradelast for you. Siz benim hakkımda duyduğunuz bir iltifatı söylerseniz, ben de size hakkınızda duyduğum iltifatı söylerim.

trader

i. tüccar, tacir; ticaret gemisi.

tradesfolk

i. esnaf takımı.

tradesman

i. dükkâncı, esnaf adam.

trading

i. alışveriş; değiş tokuş. trading post uygurlaşmamış yerlerde değiş tokuş için kurulmuş dükkân. trading stamp kâr pulu, pay kuponu.

tradition

i. anane, gelenek, görenek, âdetler; sünnet; hadis.

traditional

s. geleneksel, ananevi. traditionalism i. ananeye bağlılık, gelenekçilik. traditionally z. geleneksel olarak, geleneklere göre traditionalist i. ananeye bağlı kimse, gelenekçi.

traduce

f. iftira etmek, karalamak, çamur atmak.

traffic

i. gidişgeliş, trafik, seyrüsefer; alışveriş, ticaret, trampa, değiş tokuş; yük miktarı; yolcu adedi; iş, muamele. drug traffic uyuşturucu madde ticareti. traffic circle A.B.D. gidişgelişin tek yönde olduğu daire şeklindeki kavşak. traffic cop k.dili trafik polisi. traffic divider refüj. traffic island ada. traffic jam trafik tıkanıklığı. traffic light trafik ışığı, trafik lambası. traffic manager trafik memuru. Let us charge what the traffic will bear. Satılabilecek en yüksek fiyatı koyalım.

traffic

f. (-ficked, -ficking) yolculuk yapmak. traffic in değiş tokuş etmek; karanlık işlerle uğraşmak. traffic with ile ilişkide bulunmak.

trafficker

i. kaçakçı; karanlık işlerle uğraşan kimse.

tragacanth

i. kitre; geven, bot. Astragalus; zamk ağacı, kitre ağac.

tragedian

i. trajedi yazarı veya aktörü. tragedienne' i trajedi aktrisi.

tragedy

i. facia, trajedi; felâket, korkunç olay.

tragic , ical

s. facia kabilinden, facialı; trajik; korkunç, müthiş, feci, hüzünlü, acıklı. tragic drama, trajedi. tragically z. faciayla, trajik bir şekilde, feci surette. tragicalness i. facialılık, acıklı durumı

tragicomedy

i. hem trajedi hem komedi yönü olan piyes. tragicomical s. hem ağlatıcı hem güldürücü.

tragopan

i. Asya'ya mahsus boynuz şeklinde uzantıları olan bir çeşit sülün, zool. Tragopan.

trail

f., i. sürüklemek, arkası sıra yerde sürüklemek; izlemek; geriden izlemek, geri kalmak; ayakla çiğneyerek yol yapmak; sürünmek; sürüklenmek; iz bırakmak, peşinde bırakmak; bitki gibi yerde uzamak; izleyerek avlamak; i. iz; peten, sürüklenen şey, kuyruk; (bir) sürü, (bir) yığın; top arabasının kundak kuyruğu; patika, keçiyolu. trail one's coat başına belâ aramak, kaşınmak, aramak. trail rope çekme halatı. hit the trail yola koyulmak. She left a trail of broken hearts. Ardında bir yığın kırık kalp bıraktı.

trailblazer

i. yol açan kimse; öncü.

trailer

i. yerde surüklenen şey veya kimse; sürüngen sap, yerde uzanan fidan; diğer bir arabanın çektiği araba; römork; otomobilin çektiği ve içinde ev tertibatı olan araba; sin. gelecek programa ait filim parçası. fragman trailer court ev römorku park yeri.

trailingarbutus

i. fundagillerden pembe çiçekli her dem taze bir bitki, bot. Epigaea repens.

train

i., f. tren, katar; saf; refakatçiler, maiyet; yerde sürünen uzun etek; silsile, takım, sıra, düzenli durum; sıra halinde barut; hayvanı tuzağa çekmek için sıralanmış yem; f. alıştırmak, öğretmek, talim ettirmek; ehlileştirmek; dalları kazık veya duvara bağlayıp istenilen biçime getirmek (ağaç veya fidan); nişan almak (top); talim etmek; idare etmek; pehriz ile yarışa hazırlanmak; talim görmek. train dispatcher tren hareket memuru. train down zayıflama rejimi yap mak. train oil balinadan alınan yağ. train shed vagonların muhafaza edildiği depo. train up yetiştirmek, terbiye etmek. trained eye alışkın göz. trained nurse diplomalı hastabakıcı, hemşire. half trained yarı eğitilmiş. over trained luzumundan fazla ve zararlı olacak derecede eğitilmiş. train'able s. talim olunabilir, eğitilebilir, alıştırılabilir, terbiyesi mümkün.

trainband

i., ask. eskiden İngiltere'de bir çeşit talimli redif alayı.

trainer

i. talimci, terbiye edici, antrenör; top nişancısı; talim uçağı.

training

i. talim, terbiye, tahsil; antrenman. training camp askeri veya spor talim kampı. training seat çocuk için eğitici oturak. training ship okul gemisi. go into training antrenman yapmak.

trainmile

i. demiryolu seferlerinin hesap birimi olan tren mili.

traipse

f., k.dili dolaşmak, başıboş gezmek.

trait

i. hususiyet, özellik; nad. dokunma.

traitor

i. hain kimse, vatan haini. traitress. i hain kadın.

traitorous

s. haince, hıyanet kabilinden traitorously z. hainlikle. traitorousness. i hainlik.

trajectory

i. mermi yolu; geom. eğri, münhani; astr. yörünge.

tram

i., İng., f. (-med, -ming) tramvay; maden ocaklarında raylar üzerinde işleyen sandık şeklinde araba; f. böyle arabada taşımak.

tram

i. ibrişim, bükme ipek.

tram

i., f. (-med, -ming) mak. başka şeylere nispetle doğru ayarlanmış olma (in tram, out of tram olarak kullanılır); f. doğru ayarlamak.

tramcar

i., İng. tramvay.

tramline

i., İng. tramvay hattı.

trammel

i., f. (-ed, -ing veya -led, -ling) gen. çoğ. mânia, engel; balık tutmak için ağ; ata rahvan yürümesini öğretmek için kullanılan bukağı; ocakta tencere askısı; mak. kollu pergel, elipsograf; f. engel olmak; tuzağa düşürmek.

tramontane

s., i. dağların ötesindeki: (İtalya'ya göre) Alplerin ötesindeki; yabancı; i. dağların ve bilhassa Alplerin ötesinde oturan kimse; yabancı kimse.

tramp

f., i. serserice dolaşmak; ağır adımlarla yürümek; yaya olarak yolculuk etmek, taban tepmek; çiğnemek, ayak altında çiğnemek; i. derbeder ve serseri kimse; avare gezme; ağır adım ve sesi; uzun yaya gezintisi; den. tarifesiz işleyen yük vapuru. tramp on (upon, under foot) üstüne basıp geçmek; kötü veya insafsızca muamele etmek. on the tramp yerden yere dolaşmakta, serserilik etmekte.

trample

f., i. ayak altında çiğnemek, ayak altına almak; i. ayakla çiğneme; ayakla çiğneme sesi.

trampoline

i. tramplen.

tramroad

i. maden ocaklarında oluklu veya raylı hat.

tramway

i., İng. tramvay, tramvay hattı; maden ocaklannda hat.

trance

i., f. dalınç, esrime, vecit hali, istiğrak; kendinden geçme; ruhun yücelmesi; f. vecit haline koymak; teshir etmek, büyülemek.

tranquil

s. sakin, rahat, asude; durgun, sessiz; gönlü rahat tranquil'lity i. sükun. tranquilly z. sükunetle tranquilness i. sükunet.

tranquilize , (ıng.) tranquillise

f. sakinleştirmek, sakinleşmek, yatıştırmak, yatışmak. tranquiliza'tion i teskin etme.

tranquilizer

i. müsekkin, yatıştırıcı şey; teskin edici ilaç.

trans siberian railroad

Sibirya'yı kateden demiryolu.

trans-

(önek) ötesinde, aşın, karşı tarafta, öbür tarafında; arasından; içinden; tamamen, bütün bütün; çaprazvari.

trans.

kıs. transaction, transitive, translator.

transact

f. yapıp bitirmek, görmek (iş), muamele görmek.

transaction

i. iş görme; iş, muamele; çoğ. bir kurumun bütün muamelelerini gösteren basılı rapor veya kayıtlar. transactional s. karşılığında cevap gerek tiren. transactional analysis insanlararası ilişkilerin analizi.

transalpine

s., Alplerin ötesinde (kuzeyinde) yaşayan veya bulunan (kimse veya şey).

transatlantic

s. Atlantik okyanusunun ötesindeki; Atlantik aşırı; Atlantik okyanusunu geçen.

transcaucasia

i. Kafkasların güneyinde Azerbeycan, Gürcistan ve Ermenistan'ı içine alan bölge.

transceiver

i. alıcı verici radyo.

transcend

f. üstüne çıkmak, faik olmak; geçmek, aşmak; üstün gelmek. transcendence, -cy i. üstünlük, üstün gelme.

transcendent

s. üstün, faik; âlâ; insan aklından üstün. transcendently z. üstün olarak. transcendentness i. üstünlük, faiklik.

transcendental

s. üstün, faik; fels. deneyüstü, tecrübeden üstün olan; fizikötesi, doğaüstü. transcendental number esas cebir işlemleriyle temin edilemeyen sayı (örneğin Pi sayısı). transcendentalism i. beşer tecrübesi fevkindeki insan bilgisi esaslarını tespit eden prensip, transendentalizm. transcendentalist i. bu felsefenin taraftarı.

transcontinental

s. kıtayı kateden; kıtanın öte tarafındaki.

transcribe

f. kopya etmek, suret çıkarmak; müz. uyarlamak.

transcript

i. ikinci nüsha, suret, kopya; bir öğrenim süresinde okunan derslerden alınan notlann resmi sureti. transcrip'tion i. kopyasını çıkarma; transkripsiyon; müz. uyarlayış.

transcurrent

s. çaprazvari uzanan.

transducer

i. enerjiyi bir sistemden başka bir sisteme nakleden cihaz, iletme sistemi.

transect

f çaprazvari kesmek transec'tion i. kesit.

transept

i., mim. planı haç şeklinde olan kilisenin iki kanadı.

transfer

f. (-red, -ring) nakletmek, geçirmek; devretmek, başkasına bırakmak; baskı ile kopya etmek; aktarma yapmak. transferable s. nakli mümkün, devredilebilir, havale edilebilir. transference i. nakletme, naklolunma transferor i., huk. devreden kimse.

transfer

i. nakil, havale, transfer, geçirme; devir, feragat; naklolunan veya geçirilen şey; çıkartma; telgraf havalesi; aktarma bileti.

transference

i., psik. hislerin psikolojik olarak bir başkasına yönelmesi.

transfigure

f. şeklini değiştirmek; yüceltmek. transfigura'tion i. suret veya şekil değişmesi; b.h. dağda Hazreti İsa'nın suretinin değişmesi, tecelli.

transfinite

s., i. mat. sınır üstü (sayı).

transfix

f. mıhlamak; sivri uçla delmek; kazıklamak, kazığa oturtmak; hayretten dondurmak.

transform

f. biçimini değiştirmek, dönüştürmek, tahvil etmek, nev'ini değiştirmek; başka kalıba sokmak; mat. dönüştürmek.

transformation

i. şekil değişmesi, dönüşüm, dönüştürüm; kadın perukası; gram. dönüşme.

transformer

i şekil de/gıs/ tirici; elek transformatör, trafo

transformism

i, biyol dö nüşümcülük, şekilde/gıs/imcilik

transfuse

f. sıvıyı bir kaptan başka bir kaba boşaltmak, sıvıyı aktarmak. transfu'sion i. aktarma. blood transfusion kan nakli.

transgress

f. bozmak, ihlal etmek, çiğnemek, aksine hareket etmek; kanuna itaatsizlik etmek; günah işlemek; hududunu aşmak, haddi aşmak. transgressor i. günahkar kimse, tecavüz eden kimse.

transgression

i. tecavüz, haddi aşma; ihla1; günah, suç. trans gressional s. günah ve hata kabilinden.

tranship

bak. transship.

transhumance

i. iyi otlak için sürülerin mevsim göçü.

transience, -siency

i. geçici hal, geçicilik.

transient

s., i. geçici, süreksiz; fani, kalımsız; çabuk geçen; i. yalnız kısa zaman kalan misafir; radyo. geçici dalga veya cereyan. transiently z. geçici olarak. transientness i. geçicilik; fanilik.

transilient

s. bir şeyden öbürüne atlayan; ani hareketlerle sıçrayan.

transilluminate

f., tıb. arkasından ışık vererek aydınlatmak.

transistor

i., elek. transistor. transistorize f. transistorla teçhiz etmek.

transit

i., f. geçme, mürur; geçiş; transit; astr. gökcisminin teleskop sahasından geçmesi; astr. ufak bir gökcisminin büyük bir gökcismi ile dünyanın arasından geçmesi; yatay ve düşey açıları ölçmeye mahsus yüzölçümü aleti; f. geçmek, transit geçmek; teleskop sahasından ge çirmek veya geçmek. transit circle, transit instrument bir gökcisminin meridyenden geçişini izleyen rasat aleti, meridyen aleti. transit compass yatay açı ö1çmeye mahsus yüzölçümü aleti. transit duty transit gümrük resmi. transit lounge (havaalanında) transit salonu. in transit transit olarak.

transition

i. geçiş, intikal; geçiş yeri veya müddeti; bağlantı; müz., eksen değişimi. transition period, transition stage geçiş devresi, intikal devresi.

transitional

s. geçişe veya değişmeye ait. transitionally z. değişim müddetince.

transitive

s., i. geçme veya geçirme kabiliyeti olan; gram. nesneli, geçişli; i. geçişli fiil. transitively z. geçişli olarak.

transitory

s. geçici, süreksiz; fani, kalımsız. transitorily z. geçici olarak. transitoriness i. geçicilik; fanilik.

transjordan

i. eski Ürdün (devleti).

translate

f. çevirmek, tercüme etmek; nakletmek; bir insanı ölmeden göğe nakletmek; dönüştürmek, değiştirmek, tahvil etmek; tercümanlık yapmak; tercüme edilmek; telgrafı alarak tekrar başka yere aynen göndermek (otomatik cihaz). translatable s. tercümesi mümkün, çevrilebilir; dönüştürülebilir.

translation

i. çeviri, tercüme; verden yere nakil; tahvil, tebdil.

translator

i. tercüman, çevirmen, mütercim; telgrafı gönderen otomatik cihaz.

transliterate

f. başka dilin alfabesiyle yazmak. translitera'tion i. transkripsiyon.

translucent

s. yarı şeffaf. translucency i. yarı şeffaflık translucently z. yarı şeffaf bir şekilde.

translunar

s. ayın ötesindeki.

transmarine

s. denizaşırı.

transmigrate

f. bir memleketten başka bir memlekete göç etmek, hicret etmek; tenasüh etmek, slçramak, göçmek (ruh).

transmigration

i. hicret; ruh göçü, ruh sıçraması. transmigration of a soul tenasuh, ruh göçü.

transmissible

s. geçirilmesi mümkün. transmissibil'ity i. geçirme imkânı.

transmission

i. geçirme, nakil, intikal, gönderme, iletme, taşıma; mak. transmisyon, vites. transmission dynamometer bir makina veya cihazdan geçirilen kuvveti ölçme aleti. automatic transmission otomatik vites. transmissive s. naklolunur; nakleder, iletken.

transmit

f. (ted, -ting) geçirmek; göndermek, nakletmek; geçmesine müsaade etmek. transmitter i. radyo veya televizyon verici istasyonu; nakledici cihaz; geçiren kimse; iletken şey.

transmogrify

f. şeklini değiştirmek, acayip şekle sokmak.

transmontane

s. dağ(lar)ın ötesindeki; Alplerin kuzeyindeki; Alplerin güneyindeki.

transmutable

s.cismen değişirilmesi mümkün transmutability i. değişme kabiliyeti, cismen degiştirilme imkânı.

transmutation

i. tahavvül, değiştirilme.

transmute

f. aslını veya şeklini değiştirmek.

transoceanic

s. okyanusun ötesinde bulunan, okyanus aşırı, transokyanus, okyanus ötesi; okyanuslar arası.

transom

i. vasistas; pencereyi yatay olarak bölen kiriş; çapraz kiriş; den. kıç yatırması.

transonic

s., fiz. ses altından ses üstüne geçerken oluşan durumlarla ilgili.

transonic barrier

bak. sonic barrier.

transoxiana

i., eski Amu Derya ötesi, Semerkant bölgesi.

transparency

i. şeffaflık; şeffaf şey; ışığa tutulunca görülebilen cam üzerine yapılmış resim; slayt.

transparent

s. şeffaf, berrak, saydam cam gibi; açık vazıh, aşikâr. transparently z. şeffaf olarak. transparentness, transparence i. şeffaflık, açıklık.

transpierce

f. sivri aletle delmek, delip geçmek.

transpiration

i terleme.

transpire

f. vaki olmak, olmak; beden veya bitki gözeneklerinden dışarı çıkmak; terlemek; nefes vermek; meydana çıkmak, şüyu bulmak, duyulmak, sızmak.

transplant

f., i. bir yerden çıkarıp başka yere dikmek (fidan); başka yere yerleştirmek; tıb. aşılama için doku eklemek; i. nakletme; başka yere yerleştirilen şey; başka yere yerleştirme. heart transplant kalp nakli. transplanta'tion i. doku nakli.

transponder

i., elek. radyo sinyaline cevap veren radyo vericisi.

transpontine

s. köprü ötesinde; Londra'da Thames nehrinin güney tarafında.

transport

i. askeri vasıta; kendinden geçme, zevk ve heyecandan çılgın hale gelme; nakil, münakalat, taşınma, yerden yere götürme; sürgün olmuş kimse. Ministry of Transport Ulaştırma Bakanlığı.

transport

f. yerden yere götürmek, taşımak, nakletmek; kendinden geçirmek, çı1dırtmak; sürgüne göndermek, nefyetmek. transportable s. nakli mümkün; taşınabilir.

transportation

i.. nakil, yerden yere taşıma, münakalât, ulaştırma; nakil vasıtası; nakil vasıtası bileti; taşıt ücreti; sürgünlük cezası.

transpose

f. ters çevirip yerini değiştirmek; sırasını değiştirmek, takdim ve tehir etmek; mat. işaretini değiştirerek denklemin bir tarafından öbür tarafma geçirmek; müz. aktarmak, perdesini degiştirmek transposable s. yeri değiştirilebilir, aktarılabilir.

transposition

i. yerini degiştirme; takdim ve tehir; mat işaretini degiştirerek denklemin bir tarafından öbür tarafına geçirme; tıbı bir uzvun olağandışı bir yerde bulunması; tıb. bir doku parçasını yerinden tamamen ayırmadan kesip başka bir yere yapıştırma ameliyatı; müz. aktarma.

transship

f. (-ped, -ping) aktarma yapmak. transshipment i. aktarma.

transubstantiate

f. başka bir cisme deiğştirmek; Hazreti İsa'nın et ve kanına değiştirmek. (Aşai Rabbani'de kullanılan ekmek ve Sarabı). transubstantia'tion i. Katolik ve Ortodoks kiliselerinin inanışına göre Aşai Rabbani ayininde kullanılan ekmek ve şarabın Hazreti İsa'nın et ve kanına değiştirilmesi.

transude

f. sızmak, ter gibi deriden sızmak. transudation i. sema, sızıntı.

transuranian

s. uranyumdan daha ağır olan.

transvaal

i. Transval.

transversal

s., i. yandan yana geçen, karşıdan karşıya, enine; i., geom. bir takım hatları kateden doğru hat.

transverse

s., i. karşıdan karşıya, enine, çaprazvari; i. çapraz şey; mat. hiperbolde enine mihver. transverse ligament anat. çaprazvari bağ. transversely z. çapraz olarak.

transvestite

i. kadınımsı giyinmekten zevk alan erkek.

trap

i. bir çeşit volkanik kara taş. trappean s. volkanik kara taş benzeri.

trap

f. (-ped, -ping) i. süslemek, atlara süslü takım koymak; i., çoğ., k.dili eşya, pıl pırtı.

trap

i., f. (-ped, -ping) tuzak, kapan, kapanca; hile, desise; koku veya gaz çıkmasın diye borudaki S şeklinde kıvrım; iki tekerlekli tek atlı hafif araba; (argo) ağız; çoğ. dans orkestrasında vurma çalgılar; f. tuzağa düşürmek; kapanca ile tutmak; engel olmak; tuzak hazırlamak; apteshane küngüne kapak koymak. trap door tavanda veya yerde bulunan kapak şeklinde kapı. set a trap for tuzak kurmak. trapdoor spider toprakta açılır kapanır kapaklı yuvası olan örümcek. trap'shooting i. kuş gibi havaya fırlatılan şeyi havada vurma talimi.

trapeze

i. trapez, jimnastik trapezi. trape'ziform s. trapez şeklinde.

trapezium

i., geom. yamuk.

trapezoid

i., geom ikizkenar yamuk (Bazen trapezium ve trapezoid kelimeleri ters anlamda kullanılır). trapezoi'dal s. ikizkenar yamuk şeklinde.

trapper

i. tuzakçı, kürklü hayvanları tuzakla tutmayı meslek edinen avcı.

trappings

i., çoğ. süslü koşum takımı süs, tezyinat.

trappist

i. çok sıkı kuralları olan ve konuşmayı bile meneden Katolik manastırda rahip.

trash

i., f. çerçöp, süprüntü; çalı çırpı; çöplük;değersiz bayağı adam; avam, ayak takımı; değersiz şey; artık; saçma; özü çıkarılmış şeker kamışı. f. çerçöpünü temizlemek; çalısını çırpısını ayırmak, budamak; luzumsuz diye atmak, (argo) yıkmak, tahrip etmek.

trashy

s. süprüntü gibi, adi, değersiz. trashiness i. çerçöp.

trass

i. hidrolik çimento yapımında kullanılan bir çeşit volkanik süngertaşı.

trauma

i. (çoğ. -mata) tıb. yara, incinme, travma; psik. sarsıntı. traumatic s., tıb. yaraya ait, yaradan ileri gelen; sarsıntı doğuran.

travail

f., i. ağrı çekmek, doğum agrısı çekmek; zahmet ve meşakkat çekmek; i. doğum ağrısı; zahmet ve meşakkat, şiddetli ağrı.

travel

f. (-ed, -ing veya -led -ling) i. yolculuk etmek, seyahat etmek, gezip dolaşmak, yol gitmek; geçmek; mak. hareket etmek, gidip gelmek (mil); A.B.D., k.dili hızlı gitmek; i. seyahat etme; çoğ. yolculuk; çoğ. seyahatname; hareket; mak. muntazam hareket; milin hareket mesafesi. travel agency seyahat acentesi. traveling salesman seyahat eden satış elamanı.

travelled

s. çok seyahat etmiş; seyahati dolayısıyle tecrübe edinmiş; işlek (yol).

traveller

i. yolcu, seyyah, gezmen; İng. satış elemanı; den. halat üzerinde hareket eden demir halka; üzerinde halkaların hareket ettiği halat veya çubuk. traveler's check seyahat çeki. commercial traveller İng. satış elemanı.

travelogue

i. bir seyahat hakkında konferans veya filim.

traverse

s., i., f. aykırı, çapraz; i. kat eden kısım; çapraz kısım; travers; mim. galeri; bölen şey, engel; çapraz çizgi; karşıdan karşıya geçme; geçiş yolu; makina kısmının yana doğru hareket sahası; huk. resmi red; geminin volta seyri; kestirme mesafe; kayanın yüzeyinden enlemesine geçiş; f. bir yandan öbür yana geçirmek veya geçmek; öne arkaya hareket etmek; mil etrafında dönmek; dikkatle incelemek; karşı gelmek; sağa sola çevirmek; huk. iddiayı reddetmek; dönmek. traverse board den. geminin rotasını göstermek için kullanılan delikli tahta, rota bildiricisi. traverse circle ask. topun vaziyetini degiştirirken top tekerleklerinin üzerinde işlediği demir. daire traverse sailing den. volta seyri. traverse survey poligon usulü ölçme. traverse table den. volta cetveli; yüzölçümü işlerinde kullanılan bir çeşit cetvel; d.y. lokomotifi bir hattan paralel başka bir hatta yanlarmasına nakleden sürgü.

travertine

i. travertin, ırmaklardaki kireçli su birikintisinden hasıl olan açık sarı renkli sünger gibi kaya, bir çeşit kireç taşı, pamuktaş.

travesty

f., i. gülünç etmek maksadı ile taklit etmek; hicvetmek; i. gülünç surette taklit veya tebdil, alay, hiciv, karikatür. travesty of justice adaleti küçültücü olay, adli haksızlık, adaletsizlik.

trawl

f., i. tarak ağı ile balık tutmak; torba şeklinde ağ ile deniz dibini taramak; i. kayık arkasından çekilen çok çengelli olta; deniz dibini taramaya mahsus torba şeklinde ağ. trawler i. torba şeklinde ağ ile ballk tutmak için kullanılan gemi; bu şekilde balık tutan balıkçı.

tray

i. tepsi, sini; tabla; sandık bölmesi.

treacherous

s. hain, haince; güvenilmez, emniyet olunamaz; arkadan vuran; korkulur, tehlikeli. treacherously z. haince davranarak. treacherousness i. hainlik.

treachery

i. vefasızlık, hainlik, ihanet.

treacle

i., İng. şeker pekmezi; (eski) tiryak, panzehir.

tread

f. (trod, trodden) i. ayak basmak; yürümek; ayak altında çiğnemek, ayakla ezmek; dans figürü yapmak; çiftleşmek (erkek kuş); i. ayak basışı; yürüyüş; merdiven basamağının döşeme tahtası; tekerleğin veya ayakkabının yere temas eden kısmı, lastik tırtıl; yumurtada iç göbek. tread down ayak altında çiğnemek. tread on üstüne basmak, çiğnemek. tread on air sevinçten kendini havada uçar gibi hissetmek. tread on eggs ziyadesiyle ö1çü1ü davranmak. tread on one's toes birinin hislerini incitmek; başkasının hakkına tecavüz etmek. tread out ayakla ezip özünü çıkarmak. tread the boards, tread the stage aktörlük yapmak, piyeste oynamak. tread under foot ayak altında çiğnemek. tread on one's heels peşine düşmek, yakından takip etmek. tread water el ve ayakların hafif hareketleriyle su içinde dik durmak.

treadle

i., f. pedal, ayaklık, basarık; f basarık ile makina işletmek.

treadmill

i. ayak değirmeni; sıkıcı ve monoton iş.

treadwheel

i. ayak deiğrmeninde ayakla döndürülen tekerlek.

treaon

i. hıyanet, hainlik; devlete karşı hainlik. high treason hükümdara karşı hıyanet.

treaonable

s. devlete hıyanet kabilinden. treasonableness i. hıyanet. treasonably z. haince.

treasure

i., f. hazine, para hazinesi; biriktirilmiş şey; değerli şey; f. hazine yığmak, para biriktirmek; çok kıymetli tutmak. treasure city hazinenin bulunduğu şehir; erzak depoları ve mağazalar şehri. treasure house hazine dairesi. treasure hunt saklanmış bir şeyi bulma oyunu. treasure up aklında tutmak.

treasurer

i. haznedar, veznedar, kesedar. treasurership i. haznedarlık, veznedarlık.

treasuretrove

i. meydana çıkarılan sahipsiz define.

treasury

i. hazine; maliye dairesi; maliye vekâleti; bilgi hazinesi (kitap); büyük antoloji. treasury bill kısa vadeli hazine bonosu. treasury note A.B.D. hazinenin çıkardığı kâğıt para. treasury stock bir kumpanyanın kendi kasasında kalan hisse senetleri. treasury warrant maliye senedi.

treat

f., i. davranmak, muamele etmek; kimyevi bir tesire maruz bırakmak; tahlil etmek; tedavi etmek; konu etmek; işlemden geçirmek; ikram etmek; anlaşma koşullarını görüşmek; i. zevk, zevk veren şey; ikram. treat of bahsetmek. treat some thing as a joke işi şakaya vurmak. treat something seriously işi ciddiye almak. treat with müzakereye girişmek; birine ikram etmek. I treated myself to a new dress Paraya kıyıp kendime yeni bir elbise aldım.

treatise

i. bilimsel inceleme, tez.

treatment

i. muamele, davranlş, birine yapılan muamele; tedavi; ele alış tarzı.

treaty

i. antlaşma, muahede. treaty port özel bir antlaşma şartı ile eskiden ecnebilere açık olan liman. treaty terms antlaşma şartları.

trebizond

i. Trabzon.

treble

s., i., f. üç misli, üç kat; müz. tiz; en tiz sese ait; i., müz. soprano ses; soprano sesli çalgı veya kimse; f. üç kat etmek, üç misli artırmak. treble clef müz. sol anahtarı trebly z. üç misli.

trebuchet , trebucket

i. mancınık; hassas terazi.

trecento

i. on dördüncü yüzyıl (İtalyan sanat veya edebiyatı bakımından).

tree

i., f. ağaç; eski darağacı, çarmıh; f. ağaca çıkarmak; k.dili çıkmaza sokmak; korkudan ağaca sığınmaya mecbur etmek. tree creeper orman tırmaşık kuşu, zool. Certhia. tree fern ağaç gibi büyüyen eğreltiotu. tree frog, tree toad ağaç kurbağası. tree medick. an otu, bot. Medicago arborea. tree moss ağaç yosunu. tree of life ömür ağacı, Tuba ağacı. tree pipit incirkuşu, incir delen, zool. Anthus trivialis tree surgery hasta ağaçlanrı kısmen kesilip temizlenmesi. family tree aile şeceresi. up a tree çıkmaza girmiş, şaşkın halde.

treenail

i. agaç ,çivi, kavela.

trefoil

i. yonca; mim. binalarda yonca şeklinde süs. bird'sfoot trefoil gazel boynuzu, bot. Lotus corniculatus; söküotu, bot. Ornithopus Iesser. yellow trefoil ufak yonca, bot. Trifolium procumbens. marsh trefoil su yoncası, bot. Menyanthes trifoliata. moon trefoil an otu. white trefoil üçleme yonca, bot. Trifolium repens.

trehala

i. bazı böcek kozalarında bulunan şekerli ifrazat.

trek

f. (-ked, -king) i. yük arabası çekmek; Güney Afrika'da öküz arabası ile göç etmek, hicret etmek; güçlükle gitmek; i. öküz arabası ile hicret veya seyahat; bir günlük menzil.

trellis

i., f. bahçede veya evin dış tarafında bulunan kafes işi; f. kafes işi yapmak; dallarını kafese sarmak.

tremble

f., i. titremek; ürpermek; i. titreme; ürperme. tremble for üzerine titremek, endişede olmak. tremblingly z. titreyerek.

tremendous

s. heybetli; çok büyük, kocaman, gayet iri; k.dili çok iyi, şahane. tremendously z. çok. tremendousness i. heybetli oluş.

tremolo

i., müz. ses veya çalgıda titreklik, çırpıntı; orgda titrek ses çıkaran jödorg.

tremor

i. titreme; ürperme; sarsıntı.

tremulant, lent

s. titrek, titreyen.

tremulous

s. titrek, ihtizazlı; ürkek, korkak. tremulously z. titreyerek. tremulousness i. titreklik.

trench

f., i. içine veya etrafına hendek veya siper kazmak; kirizma yapmak; siper kazmak; tecavüz etmek; i. çukur, hendek; siper. trench coat trençkot. trench foot soğuktan ve rutubetten hâsıl olup kangrene yol açan ayak rahatsızlığı. trench mouth tıb. toprak basilinden meydana gelen ağız hastalığı. trench on tecavüz etmek; yakın gelmek. trench warfare siper harbi.

trenchant

s. keskin; acı, şiddetli, ezici, tesirli, kuvvetli. trenchancy i. keskinlik; tesirli olma trenchantly z. keskin olarak; tesirli bir şekilde.

trencher

i. eskiden sofrada kullanılan tahta tabak.

trencherman

i. iştahı yerinde kimse.

trend

f., i. yönelmek, meyletmek, temayül etmek; i. temayül, meyil, eğilim; yön. trendy s. en son modayı izleyen.

trepan

i., f. (-ned, -ning) tıb. kafatasını delmeye mahsus yuvarlak cerrah testeresi; kuyu delme burgusu; f. cerrah testeresi ile kafatasını delmek; mak. burgu ile delik açmak.

trepang

i., zool. bir çeşit denizhıyarı.

trephine

i., f., tıb. yuvarlak cerrah testeresi; f. bu testere ile delmek.

trepidation

i. titreme; ürperme; korku, dehşet.

trespass

f., i. tecavüz etmek; başkasının mülküne haksız olarak ayak basmak, hududu geçmek; ihla1 etmek; bozmak; günah işlemek; i. başkasının hakkına tecavüz; kanuna karşı gelme; günah, suç. No trespassing. Geçilmez. Girilmez.

tress

i. saç lülesi, belik, bukle; uzun saç; saça benzer örgü. tressed s. örgülü, lüle 1ü1e.

trestle

i. masa ayaklığı, sehpa; sehpa köprü. trestle table sehpa üzerine kurulmuş masa. trestlework i.sehpa (köprü), iskele işi.

trey

i.iskambil veya zar üçlüsü.

tri-

(önek) üç, üç misli.

triable

s. tecrübe olunur, denenmesi mümkün; davası görülebilen.

triad

i. üçlü takım; müz. bilhassa birinci ile üçüncü ve beşinci notalardan ibaret uçlük akort, triade; kim. üç değerli atom.

trial

i., huk. davanın görülmesi, muhakeme, duruşma, yargılama; tecrübe, deneme, bakma, imtihan; tecrübe olunma, denenme; imtihan kabilinden olan felaket veya keder. trial and error çeşitli yolları deneme; deneyerek. trial balance muhasebede zimmet ve matlup yekunlarının mukayesesi, mizan. trial balloon halkın tepkisini öğrenmek için bir plan hakkında verilen önhaber. trial by jury jüri heyeti tarafından muhakeme olunma. trial jury bir davada son kararı veren on iki kişilik jüri heyeti. trial trip yelkenli gemi veya vapurun tecrübe seferi; tecrübe, deneme. be on trial yargılanmak, muhakemesi olmak; tecrübe edilmek, denenmek. He is a trial to his mother. Annesi için bir baş belâsıdır.

triangle

i. üç köşeli şekil, üçgen; gönye; üçlü grup; müz. üçköşe, triangel. the eternal triangle rakip aşk.

triangular

s. üç köşeli, üçgen şeklindeki. triangularity i. üçlülük. triangularly z. üç köşeli olarak.

triangulate

s., f. üçgenlerle bölünmüş; üçgen; f. üçgen yapmak; üçgenlere bölmek; nirengi yapmak.

triangulation

i. nirengi.

triassic

s. i. jeol. Jura devrinden evvel gelen. Trias devrine ait; i. Triasik devir.

triatic stay

den. direk kulumbirleri arasındaki ıstralya, karanfil.

tribal

s. kabileye ait. tribalism i. kabile kültürü ve ilişkileri. tribally z. kabile seklinde.

tribasic

s., kim. üç bazlı.

tribe

i. kabile, aşiret, oymak, soy, uyruk; aynı sınıftan veya aynı sanattan kimseler, grup; biyolı takım, familya; dişi hayvandan gelen zürriyet. tribes'man i. kabileye mensup fert.

tribology

i. teknolojide cisimlerin sürtünmelerini inceleyen dal.

tribrach

i., (şiir) üç kısa heceli vezin parçası.

tribulation

i. mihnet, musibet; dert, keder, büyük sıkıntı.

tribunal

i. mahkeme; hakim kürsüsü.

tribune

i. Roma tarihinde soylulara karşı halkın seçtigi ve halkı koruyan sulh hakimi; halkı savunan kimse. tribunate, tribuneship i. halkl savunan memur makamı. tribunicial, -tial s. bu makama ait.

tribune

i. kursu, platform, tribun.

tributary

s., i. vergi veren; tabi olan, bağımlı; vergiye ait, haraç olarak verilen; yardımcı; bir ırmağa karışan (ayak); i. haraca tabi hükümdar veya hükümet; ırmak ayağı; göle dökülen ırmak.

tribute

i. övme, sitayiş, takdir; hediye: haraç, vergi, baç; haraç verme mecburiyeti.

trice

f., gen. up (ile) kaldırıp baglamak; hisa etmek.

trice

i. lahza, an. in a trice bir lahzada, çabucak.

triceps

i. üç başlı kas

trichiasis

i., tıb. kirpiklerin içe doğru dönmesi; idrarda ipliksi elyaf görülmesi, trikiyazis.

trichina

i. (çoğ. -nae) tıb. trişin. trichinosis i., tıb. trişinoz. trichinous s. trişinli; trişinozlu.

tricho-

(önek) saç, kıl

trichome

i. bitki kabuğunun iç zarından çıkan şey (kıl).

trichosis

i., tıb. saç hastalığı.

trichotomy

i. üç kısma bölünme; insan tabiatının beden, ruh ve can olarak üç kısma ayrılması. trichotomous s. üç kısma ayrılmış.

trichrome , trichromic, trichromatic

s. üç renkten ibaret, üç renkli.

trick

i., f. hile, oyun, desise, dolap, şey tanlık; marifet, ustalık; hokkabazlık, el çabukluğu; adet; garip taraf; huy, hususiyet; (briç) bir devirde oynanılan kağıtlar; den. nöbet; f. aldatmak, hile yapmak. trick out veya up süslemek. bag of tricks bir sürü yalan ve düzen; eldeki imkânlar. play a trick on oyun oynamak, azizlik etmek. That'll do the trick. O işimizi görür. That child knows a trick or two! O çocuk ne kurnazdır! That cat has been up to her old tricks. O kedi yine marifetini göstermiş. trick'ery i. hile, hilekârlık.

trickish

s. hile kabilinden, hilekâr; hüner isteyen. trickishly z. hile ile trickishness i. hile, hilekârlık.

trickle

f., i. damla damla akmak veya akıtmak; azar azar gelmek; i. damlama; damla damla akan şey.

trickster

i. hilekâr veya düzenbaz kimse.

tricktrack

i. tavla oyunu.

tricky

s. hile; ustalık isteyen; becerikli, usta, hünerli. trickily z. hile ile. trickiness i. hile; hüner.

triclinic

s., fiz. üç ekseni dik olmayan açılarla kesişen (kristal).

triclinium

i. Romalıların yemek yerken üzerine uzandıkları ve ortadaki masanın üç yanını çevreleyen sedir.

tricolor

i. üç renkli bayrak; b.h. Fransız bayrağı. tricolored s üç renkli.

tricorn

i. eskiden giyilen üç kenarı kalkık şapka.

tricot

i. triko.

tricuspid

s. üç çatallı (azı diş leri veya kalp kapağl gibi). tricuspid valve anat. üçlü kapacık, triküspid.

tricycle

i., f. üç tekerlekli velespit; f. üç tekerlekli velespite binmek.

tridactyl

s. üç parmaklı.

trident

i., s. üç dişli gladyatör mızrağı; üçlü çatalı olan balık zıpkını; Neptünün sembolü; s. üç çatallı mızrak gibi, üç çatallı.

tridentate

s. üç dişli, üç çıkıntısı veya ucu olan.

tridimensional

s. üç boyutlu.

triecious

bak. trioecious.

tried

bak. try; s. güvenilir, güvene layık; saf, arıtılmış.

triennial

s., i. üç senede bir olan, üç sene süren; i. üç senede bir olan veya üç sene süren şey; üçüncü ylldönümü. triennially z. üç senede bir.

trier

i. tecrübe eden kimse; yargılayan kimse.

trifacial

s., i., anat., zool. beyinden çıkan beşinci çift sinirlere ait, trigeminusa ait; i. üçüz sinir, trigeminus.

trifid

s. üçlü çatal; üçe bölünmüş.

trifle

i., s., f. önemsiz şey; az miktar, cüzi şey; ucuz ve adi süs eşyası; pandispanya ve meyvalardan yapılan bir çeşit tatlı; kalay ve kurşun alaşımı; f. oynamak; boşuna harcamak; boş şeyler konuşmak; oyalamak, oyalanmak; şaka yapmak. trifle with önem vermemek. a trifle biraz. He is not a man to trifle with. O hafiften alınacak bir kimse değildir. Don't trifle with your health. Sıhhatinizle oynamayın.

trifling

s. ehemmiyetsiz, ufak, cüzi, az; sathi; her şeyi ehemmiyetsiz gibi karşılayan; değersiz, işe yaramaz. triflingness i. ehemmiyetsizlik. triflingly z. önemsiz olarak.

trifocal

s. (yakın, orta ve uzak mesafeler için) üç ayrı kısmı olan (gözlük). trifocals i. üç kısımlı gözlük.

trifoliate

s., bot. üç yapraklı, yaprak gibi üç kısmı olan; üç yaprakçığı olan (yaprak); mim. üç yapraklı.

trifoliolate

s., bot. üç yaprakçığı olan (yaprak).

trifolium

i., bot. yonca, tirfil.

triforium

i. (çoğ. -ria) mim. büyük kiliselerin yan galerilerinden biri.

triformed

s. üç kısımlı, üç şekli olan; üç şekilden ibaret.

trifurcate , -cated

s. üçlü çatal üç kısma ayrılmış.

trig

s., f. (-ged, -ging) şık, temiz giyimli; sağlam dayanıklı sıkı; güvenilir; canlı cıvıl cıvıl; f., out veya up (ile) şıklaştırmak; güzelleştirmek.

trig

i., f. (-ged, -ging) takoz, köstek; f. altına takoz koyarak hareketine mâni olmak; frenlemek.

trig.

kıs. trigonometry.

trigeminal

s., i. üçlü; anat., zool. trigeminusa ait; i. trigeminus.

trigger

i., f. tüfek tetiği; mak. zembereği serbest bırakmaya mahsus cihaz; dürtü; f. başlatmak. trigger man A.B.D., (argo) cinayet işlemeyi üzerine alan gangster. quick on the trigger eli tetikte; hazırcevap, kafası çabuk işler.

triggerfish

i. çotira zool. Balistes capriscus.

triggerhappy

s., A.B.D., (argo) önemsiz sebeplerle silah kullanan.

triglyph

i. Yunan mimarisinde Dorik frizlerde fasıla ile sıralanan düşey üç yivli taş levha, triglif. triglyph'ic(al) s. böyle levhaya ait.

trigon

i. Zodyak'ın dörtte biri; üç köşeli bir çeşit çenk.

trigonal

s. üç köşeli; kristalde üç katmerli simetriye ait.

trigonometry

i. trigonometri. trigonomet'ric(al) s. trigonometriye ait. trigonomet'rically z. trigonometrik olarak.

trigraph

i. tek ses çıkaran üç harf.

trihedral

s. üç yüzlü, üç yanlı, tek noktada birleşen üç yüzlü (cisim), trihedron. i, geom. bir noktada birleşen üç düzlemden husule gelen sekil.

trijugate , gous

s., bot. üç çift yaprakçığı olan.

trilateral

s. üç yanlı, üç kenarlı, üç yönlü.

trilinear

s. üç hattan ibaret, üç hatta ait.

trilingual

s. üç dilde ifade olunan; uç dil konuşan, üç dilli.

triliteral

s., i. üç harften ibaret (kelime).

trill

f., i. sesi titremek veya titretmek; titrek ses ile söylemek veya terennüm etmek; i. sesin titremesi; müz. titrek ses; ''r'' sesinin titretilerek söylenmesi.

trillion

i. ingiliz sistemine göre 18. sıfırlı, Amerikan ve Fransız sistemine göre 12 sıfırlı rakam, trilyon.

trillium

i. bir çiçek etrafında uç yaprağı olan fidan, trilyum.

trilobate

s. üç loplu, üç kısımlı.

trilobite

i. bedeninde üç bölme bulunan ve şimdi soyları tükenmiş olan deniz böcekleri takımından bir hayvan.

trilocular

s. üç gözlü, üç hücreli.

trilogy

i. üçlü eser, triloji.

trim

s. (-mer, -mest), f. (-med, -ming), i. temiz ve yakışıklı, biçimli, şık; f. budamak, kırkmak, kesip düzeltmek; süslemek; temizleyip nizama koymak; den. yükü düzgün istif ederek gemiyi denk etmek; yelkenleri rüzgâra göre düzeltmek; hav ayar etmek; k.dili yenmek, bozmak; aldatmak; azarlamak; den. denk olmak; iki parti arasında her ikisine de taraftar görünmek; i. nizam intizam; hal, vaziyet; süs; artık; den. geminin dengi; kıyafet, kılık; mim .binanın iç tarafında bulunan süve gibi hafif tahtalar. trim by the bow den. gemiyi başı kıçından daha fazla suya batacak şekilde denkleştirmek. trim one's sails ayağını denk almak. in good trim iyi halde veya vaziyette; denk, oranlı (gemi). out of trim fena vaziyette; idmansız; dengi bozuk (gemi, uçak) trim'ly z. biçimli olarak. trim'ness i. biçimli oluş.

trimerous

s. birbirine benzer üç kısmı olan; bot. üç klsımlı (çiçek); biyol. üç eklemli.

trimester

i. üç aylık müddet.

trimeter

s., i. üç cüz (tef'ile)den. ibaret (mısra).

trimmer

i. süsleyen kimse, düzenleyici kimse; yağcı, dalkavuk; bir çeşit yapı kirişi.

trimming

i süsleme; süsleyici şey; garnitür; çoğ. kırpıntı; k.dili mağlubiyet, dayak.

trimonthly

üç ayda bir (olan).

trimorphism

i., biyol. aynı türde üç şeklin bulunması. trimorphic, trimorphous s. üç şekilli.

trine

s., i. üç kat uçlü, üç kere yapılan; i. üçlü takım; b.h. teslis.

trinidad and tobago

Trinidad ve Tobago.

trinitarian

s., i. teslis prensibine ait; i. teslis prensibine inanan kimse. Trinitarianism i. teslis prensibini kabul eden mezhep.

trinitrotoluene , trinitrotoluol

i. nitrat ile toluenden mürekkep kuvvetli bir patlayıcı madde, kıs. T.N.T.

trinity

i. üçlü, üçlü birlik; b.h., ilah teslis; teslisi temsil eden simge.

trinket

i. yüzük veya duğme gibi ufak sus; kıymetsiz şey, oyuncak, biblo.

trinodal

s., bot. üç düğüm veya eklemi olan.

trinomial

s., i., mat. üç terimli; biyol. üç kelimeli ismi olan, i., mat + veya işaretiyle birleşmiş üç terimli ifade; biyol. üç kelimeli isim.

trio

i. üçlü takım; müz. üç1ü, triyo.

trioecious,triecious

s., bot. aynı türün değişik bitkilerinde erkek ile dişi ve hünsa çiçekleri olan.

triolet

i. bir çeşit sekiz mısralı şiir kıtası.

trioxida

i., kim. içinde üç oksijen atomu bulunan oksit.

trip

i. kısa seyahat veya yolculuk; tur; sürçme, çelme, ayak takılması; seğirtme; mak. kastanyola, durdurucu tertibat; hata, yanlış; (argo) uyuşturucu madde kullanma ve bunun tesiri. trip hammer otomatik demir çekici. round trip gidiş dönüş. take a trip seyahat etmek; (argo) uyuşturucu madde kullanmak.

trip

f. (-ped, -ping) sürçmek, çelmek, selme takmak; hafif hafif veya sekerek yürümek, sekmek, sıçramak, seğirtmek; yanılmak, hata yapmak; mak. açılmak, çözülmek, boşalmak, engeli kaldırıp serbest bırakmak, harekete geçirmek; nad. yolculuk etmek; hatasını ortaya çıkarmak; (eski) havada gezer gibi dans etmek; den. dipten ayırmak; (argo) uyuşturucu madde tesirinde olmak. trip up çelme takmak; yalanını yakalamak trip the light fantastic dans etmek.

tripartite

s. üç kısma ayrılmış; üç kısımdan veya kopyadan ibaret; üç taraf arasında yapılmış. triparti'tion i. üç parçaya bölünme.

tripe

i. işkembe; k.dili saçma, manasız veya değersiz şey.

tripetalous

s., bot. çiçeği üç yapraklı.

triphase

s., elek üç fazlı.

triphthong

i. bir hecede birleşmiş üç ünlü. triphthon'gal s. bir ses çıkaran birleşik üç ünlü kabilinden.

tripinnate

s., bot. üç dereceli tüysü.

triplane

i. üst üste üç kanatlı uçak.

triple

s., f., i. üç kat, üç misli, üçlü; f. üç misli yapmak veya olmak; i., beysbol üç kalelik bir top vuruşu. Triple Alliance. Üçler ittifakı. tripleexpansion engine üç genişlemeli makina. triple measure, triple time müz. üç vurgulu tempo. triple threat A.B.D., k.dili üç sahada hünerli kimse.

triplet

i. üç şeyden ibaret takım; (şiir) üç mısralı kafiyeli şiir parçası; müz. triolet, üçlem; üçüzlerden biri.

triplex

s., i. üç kısımdan mürekkep, üç kat; i. üç daireli ev.

triplicate

f. üç kat etmek; üç kopyasını çıkarmak. triplica'tion i. üç kat etme veya olma.

triplicate

s., i. üç kat, üç misli;üç kopyadan ibaret; i. üçlü kopya; aynı cinsten üç şey. in triplicate üç kopya olarak.

triplicity

i üç kat veya üç misli olma; üçlü takım.

tripod

i. üç ayaklı sehpa; fotoğraf sehpası. tripodal s. sehpaya benzer.

tripoli

i. Trablusgarp; Trablusşam; k.h. Trablus taşı, cilâ için kullanılan alçıtaşı.

tripolitania

i. Trablusgarp ülkesi.

tripos

i. Cambridge üniversitesinde şeref payesi imtihanı.

tripper

i. seyahat eden kimse; İng., k.dili turist; mak. kastanyola.

tripping

s., i. çevik, kıvrak; hafif adımlarla yürüyen; i. hafif ve çevik adımlarla yürüme; hafif bir dans. trippingly z. sekerek.

triptane

i., kim. triptan.

triptych

i. üç kanatlı resim; üç kere katlanan yazı levhası.

triquetrous

s. üç taraflı, üç köşeli.

trireme

i. üç sıra kürekleri olan eski savaş gemisi, kadırga.

trisect

f. üç kısma bölmek; geom. üç eşit kısma ayırmak. trisec'tion i., geom. üç eşit kısma ayırma.

triserial

s. üç sıra olarak tertip edilmiş.

trismus

i., tıb. cene kilitlenmesi. trismic s. çene kilitlenmesi ile ilgili.

trispermous

s, bot. üç tohumlu.

triste

s., Fr. kederli, acıklı.

tristesse

i., Fr. keder.

tristful

s, eski kederli üzüntülü. tristfully z. kederle.

tristichous

s. üç satırlı.

tristylous

s., bot. üç stilli.

trisyllable

i. üç heceli kelime. trisyllab'ic s. üç heceden ibaret.

trite

s. herkesçe bilinen, basmakalıp, malum; adi; bayatlamış, eskimiş. trite'ly z. adi bir şekilde. triteness i adilik.

tritheism

i. üç uknumun üç ayrı tanrı olduğuna dair itikat. tritheist i. böyle bir inancl olan kimse. tritheis'tic(al) s. bu itikat kabilinden.

triton

i., Yu. mit. yarısı adam yarısı balık olan deniz mabudu; k.h., zool. boru şeklinde bir çeşit deniz salyangozu veya bunun kabuğu.

triturate

f., i. ezip toz etmek, öğütmek; dövmek; i. ezilip toz haline getirilmiş madde. triturable s. ezilip toz haline getirilir. tritura'tion i. ince öğütme, toz halinde ezme; toz haline getirilmiş madde.

triumph

i., f. zafer alayı; zafer, başarı, muvaffakiyet, galebe; zafer sevinci; f. zafer kazanmak muzaffer olmak, galip gelmek, yenmek; iftihar etmek, övünmek; zafer merasimi yapmak.

triumphal

s. zafere ait, zafer kabilinden. triumphal arch zafer takı. triumphal column zafer abidesi, zafer sütunu.

triumphant

s. muzaffer, galip; iftihar eden; zaterli; övünen. triumphantly z. muzafferane.

triumvir

i. (çoğ. -virs, -viri) en yüksek hükümet mevkiini eşit olarak elde tutan üç devlet başkanından biri. triumvirate i. üç kişinin bir arada devlet başkanı olması, triumvirlik; üçler grubu.

triune

s., ilah. birde üç olan (teslis için). triu'nity i. birde üç olma.

trivalent

s., kim. üç değerli.

trivet

i. sofrada sıcak tabak altına konulan ayaklı madeni tepsi nihale; ayakı destek.

trivia

i., çoğ. değersiz şeyler.

trivial

s. saçma, abes; cüzi, önemsiz, ehemmiyetsiz. trivial'ity, trivialness i. saçmalık, ehemmiyetsizlik. trivially z. önemsiz olarak.

trivium

i. ortaçağ üniversitelerinde ilk dört seneyi teşkil eden dilbilgisi ile belâgat ve mantık.

triweekly

z., s. üç haftada bir veya haftada üç kere (olan veya çıkan).

trix

(sonek) (or ekiyle biten bazı isimlerin dişil sekli: aviatrix, executrix)

trocar, trochar

i., tıb. vücudun su toplamış yerinden sıvıyı çekmeye mahsus cerrah aleti, trokar.

trochaic

s, i. biri uzun ve biri kısa iki heceli şiir vezni çeşidinden; i. böyle vezin veya mısra.

trochal

s. tekerleğe benzer.

trochanter

i., anat. uyluk kemiğinin kalçada olan yumru başı, trokanter, trohanter; zool. böcek bacağının ikinci mafsalı.

trochar

bak. trocar.

troche

i. yuvarlak ve yassı hap.

trochee

i., (siir) biri uzun ve biri kısa iki heceli vezin.

trochilus

i. (çoğ. -li) bir çeşit yağmurkuşu; bir çeşit ötleğen.

trochlea

i., anat. makara, troklea. troclear s. troklea ile ilgili.

trochoid

i., geom. tekerlenme eğrisi, yuvarlanma eğrisi: anat. döner eklem. trochoi'dal s. tekerlek gibi. trochoi'dally z. tekerlek gibi dönerek.

trod, trodden

bak. tread.

troglodyte

i. mağarada oturan kimse; köşeye çekilmiş veya münzevi kimse; zool. insana benzer maymun.

troika

i. Rusya'da kullanılan yan yana koşulmuş üç atlı kızak veya araba; üçlü yönetim.

trojan

s., i. Truva şehrine veya ahalisine ait; i. Truvalı. Trojan horse Truva atı. Trojan War Truva savaşçı. like a Trojan çok çahşkan; yiğit ve cesur.

troll

f., i. su içinde olta sürükleyerek balık tutmak; birbirini takip eden birkaç sesle şarkı söylemek; yüksek sesle veya serbestçe şarkı okumak; döndürmek; i. bir işi tekrar tekrar yapma; birbirini takip eden seslerle söylenen sarkı, nakarat, tekrar; olta iğnesine yakın takılıp fırıldak gibi dönen yem.

troll

i. magaralarda veya tepelerde bulunduğu farzolunan dev veya cüce.

trolley

i. tramvay, tramvay arabası; tramvay arabasına elektrik cereyanı veren kol; yük boşaltmak için gövdesi kaldırılıp indirilen araba; asma yük arabası. trolley bus troleybüs. trolley car tramvay arabası. trolley man i. vatman veya tramvay biletçisi. trolley pole arş. off its trolley arştan çıkmış, boynuzları çıkmış. off his trolley kdili. kafadan çatlak.

trollop

i. pasaklı kadın; fahişe orospu.

trombone

i., müz. trombon.

trommel

i., mad. silindir şeklinde döner kalbur.

trompe

i., mad. demirci ocağına hava cereyanı veren bir cihaz.

trompel'oeil

Fr., güz. san. göz aldatıcı olduğu kadar hakikate uyan yağlı boya resim.

troop

i., f. küme, sürü; bölük, tabur, alay; cemaat, güruh: gen. çoğ. asker; süvari bölüğü; f. sürü halinde toplanmak; ileri yürüyüşü yapmak; küme veya sürü halinde toplamak. troop away yürüyüş yapmak, ilerlemek, gitmek. troop carrier asker taşıyıcı uçak veya zırhlı araba. troop off gitmek, gidivermek. troop the colors İngiltere'de asker safları önünde bayrak ile bando geçirme merasimi yapmak.

trooper

i. süvari askeri veya atlı; asker gemisi; atlı polis; il jandarması. swear like a trooper çok ağır sözlerle sövüp saymak, ağzını bozmak.

troopship

i. asker gemisi.

tropaeolum

i., bot. bir çeşit Latin çiçeği.

trope

i, kon san mecaz, kinaye; metne ilave .

trophic

s., biyol. besinsel.

tropho-

(önek) beslenmeye ait.

trophy

i. hatıra, andaç, yadigâr, bergüzar; kupa; ganimet; mim. bir silâh takımını gösteren bina süsü.

tropic

i., s., coğr. dönence, tropika; çoğ. tropikal kuşak; s. tropikal. Tropic of Cancer Yengeç dönencesi. Tropic of Capricorn. Oğlak dönencesi. tropical s. tropikal; mecazi, kinaye kabilinden.

tropism

i, biyol dogrulum

tropolouy

i. konuşma veya yazıda mecaz kullanma; bunun üzerine yazılmış risale.

troposphere

i. troposfer.

trot

f.,(-ted, -ting) i. tırıs gitmek; koşmak; hızlı yürümek: i. tırıs: hızlı gidiş, koşuş: k.dili yabancı dil derslerinde gizli olarak kullanılan tercüme kitabı: çoğ. k.dili ishal. trot out k.dili göze girmek için bir şey göstermek. trot'ter i. tırıs giden koşu atı; k.dili paça.

troth

i. sadakat bağlılık: hakikat, doğruluk: nişanlanma. plight one's troth sadakat yemini etmek.

trou-del-oup

i., ask . atlı askerlere karşı savunma aracı olarak kullanılan ve ortasına sivri kazık çakılı konik çukur.

troubadour

i. Fransa ve İtalya'da on bir ile on üçüncü yüzyıllar arasında saz şairi, âşık, ozan.

trouble

f. rahatsız etmek, tedirgin etmek, zahmet vermek, canını sıkmak; karıştırmak, altüst etmek, bulandırmak: sıkmak: başını ağrıtmak, eziyet vermek; zahmet etmek; üstünde durmak, dikkat etmek; üzülmek, te1aş1anmak. Don't trouble yourself. Zahmete girmeyin. feel (veya) be troubled üzülmek, merak etmek. Her deafness troubles her. Sağırlığı canını sıkıyor. May I trouble you for the salt? Tuzu verebilir misiniz ? Sorry to trouble you. Size zahmet verdiğim için özür dilerim. Size zahmet oldu. The principal can't be troubled with a11 the petty problems. Müdür ufak tefek meselelerle meşgul olamaz.

trouble

i. zahmet, sıkıntı, üzgü, üzüntü, ıstırap, dert, keder, belâ; sıkıntılı şey, mesele; rahatsızlık, hastalık. ask for trouble. bela aramak, bela satın almak. digestive troubles sindirim bozukluğu, hazlmsızlık. get into trouble belaya çatmak, başı belaya girmek. in trouble başı belada; k.dili evlenmeden gebe kalmış. take trouble zahmete katlanmak, zahmet etmek: dikkat etmek. Trouble in the neighboring country closed the border. Komşu memlekette çıkan karışıklık sınırın kapanmasına sebep oldu. trouble spot sıkıntı veren yer, sık sık arızalanan kısım. What's the trouble? Ne var? Derdin ne? Mesele nedir?

troubled

s. tedirgin, üzgün: meraklı. troubled waters bulanık sular: düzensizlik, sıkıntı.

troublemaker

i. mesele çıkaran kimse: baş belası.

troubleshooter

i. aksaklıkları saptayıp çözümleyen kimse.

troublesome

s. zahmetli, sıkıntılı, üzgülü, belâlı, üzüntülü; baş belası, musibet, rahat vermez. troublesomely z. zahmetli olarak. troublesomeness i. zahmetlilik.

troublous

s. karışık, güç, slkıntılı.

trough

i. tekne, yalak: oluk: iki dalga arasındaki çukur; uçurum. low pressure trough alçak basınçlı dar ve uzun hava sahası.

trounce

f. dövmek, dayak atmak, cezalandırmak; k.dili yenilgiye uğratmak.

troupe

i. trup. trou'per i. trup uyesi; tecrübeli oyuncu.

trousers, trowsers

i., çoğ. pantolon pair of trousers pantolon.

trousseau

i. gelin eşyası, çeyiz, cihaz.

trout

i. alabalık, zool. Salmo. brook trout dere alabalığı, zool. Salmo fontinalis. lake trout göl alası, zool. Salvelinus namaycush, zool. Salmo lacustris. sea trout deniz alası, zool. Salmo trutta.

trouvere, -veur

i. ortaçağda Fransa'da epik şair.

trove

i. define, hazine.

trover

i., huk. zaptolunan bir malı geri almak için açılan dava, istirdat davası.

trow

f., (eski) zannetmek, sanmak; düşünmek; inanmak

trowel

i., f. mala, sürgü; fidanları sökmeye veya dikmeye mahsus el küreği; f. mala ile sıvamak, malalamak.

troy

i. kuyumcuların kullandığı tartı sistemi. troy weight kuyumcu tartısı.

troy

i. Truva.

truancy

i. okul kaçkınlığı, dersi asma.

truant

i., s., f. okul kaçağı; s. kaçak, firari; aylak; f. okul veya vazifeden kaçmak, asmak. truant officer A.B.D. okul kaçakları ile meşgul olan memur.

truce

i. ateşkes, mütareke anlaşma; ara, fasıla.

truck

i., f. kamyon, yük arabası; domuz arabası; iki tekerlekli el arabası; ağır yük vagonu; İng tablalı yük vagonu; tekerlekli çerçeve; f. el arabası veya kamyon ile yük taşımak; kamyon kullanmak; A.B.D., (argo) yürümek, gitmek.

truck

f., i. mübadele etmek, değiş tokuş etmek, trampa etmek takas etmek; i. mübadele, değiş tokuş takas, trampa; k.dili süprüntü, pılı pırtı: önemsiz şeyler; A.B.D. bostanda yetiştirilen meyva ve sebze; k.dili ilişki. truck farm bostan. truck farming bostancılık.

truckage

i. yük nakletme bedeli; el arabası veya kamyon ile yük taşıma.

trucking

i. yük arabacılığı: değiş tokuş; bostancılık.

truckle

f., i., to (ile) kendini alçaltıp tabi olmak, yaltaklanmak; i. ufak tekerlek; leh. açılır kapanır karyolanın altına itilen tekerlekli yatak.

truckman

i. yük arabacısı, kamyoncu.

truculent

s. vahşi, haşin ve merhametsiz, gaddar, zalim; insafsız, yıkıcı. truculence, -cy i. vahşilik, haşinlik. truculently z. gaddarca.

trudge

f., i. zahmetle yürümek, yorgunlukla yürümek; i. zahmetli yürüyüş.

trudgen

i., trudgen stroke kulaçlama yüzüş.

true

s., z. f. hakiki sahi, gerçek, doğru; halis, katkısız, som, safi; sadık, samimi, içten; tam, aym; asıl; meşru; z. doğru olarak, hakikaten, gerçekten; doğru; f. doğrultmak, düzeltmek, tam şeklini vermek. true bill muhakeme lüzumu kararı. true-false test doğru', veya yanlış diye cevaplandırılan test. true horizon deniz yüzeyi ile paralel olan hakiki ufuk. come true doğru çıkmak, gerçekleşmek. in true doğru işleyen, merkeze uygun.

trueblue

i. sadakat belirtisi sayılan mavi renk.

trueblue

s. pek sadık, sözünün eri.

trueborn

s. doğuştan, hakiki.

truehearted

s. sadık, hakikatlı.

truelove

i. sevgili.

truffle

i. domalan, yermantarı, bot. Tuber; domuz ağırşağı.

truism

i. herkesçe bilinen hakikat, bellilik, apaçıklık, doğruluğu kabul edilmiş önerme.

trull

i. eski pasaklı kadın; fahişe, orospu.

truly

z. hakikaten, gerçekten, doğrulukla, sadakatle, samimiyetle; tamamen, doğru olarak; kanunen.

trump

i., (şiir) boru; boru sesi.

trump

i., f. koz; k.dili iyi adam: f. koz oynamak: koz oynayarak almak. trump card koz. trump up uydurmak, icat etmek. play one,s trump card kozunu oynamak.

trumpery

i. gösterişli fakat değersiz şey, kıymetsiz süs; saçma: hile.

trumpet

i., f., müz. boru, çalgı borusu; borazan; boru sesi; f. boru çalarak ilân etmek; ilan etmek, yaymak; boru gibi ses çıkarmak. trumpet call boru sesi ile çağırma. trumpet creeper borulu hanımeli, bot. Campsis radicans. a flourish of trumpets boru sesleri. blow one's own trumpet kendi borusunu çalmak, kendi kendinin reklamını yapmak, övünmek. ear trumpet kulak borusu. speakin'g trumpet ağız borusu, megafon.

trumpeter

i. boru çalan kimse, borazan; ilan eden kimse, tellâl. trumpeter swan borazan kuşu, zool. Psophidae.

truncate

f., s.ucunu veya tepesini kesmek; s. tepesi kesik; bot. tepesi kesik gibi (yaprak), güdük. truncated s. kesik yassı. truncated pyramid keisk piramid. truncation i. ucunu veya tepesini kesme; kesik şey.

truncheon

i., f. kısa ve kalın sopa, çomak, matrak; asa; İng. cop; f. sopa ile dövmek, coplamak.

trundle

i., f. ufak tekerlek; tekerlek sesi; f. domuz arabası ile taşımak; yuvarlamak (çember). trundle bed açılır kapanır karyolanın altına itilebilen tekerlekli yatak.

trunk

i., s. gövde, beden; sandık; otomobil bagajı; ana hat; zool. hortum: madeni veya ağaç oluk veya künk; den. yolcu kamarasının güverteden yüksek kısmı, mezarna; çoğ. erkek mayosu; mim. sütun bedeni; s. demiryolu veya telgraf ana hattına ait. trunk call şehirlerarası telefon. trunk engine pistonu boru şeklinde olan istim makinası. trunk hose eski zamanlarda giyilen bir çeşit şalvar. trunk line demir yolu veya telgraf ana hattı. trunk nail iri ve süslü başlı çivi. trunk road ana yol. trunk room sandık odası.

trunnion

i. top muylusu.

truss

i., f. fıtık bağı, kasık bağı; kiriş, destek, makas, dayak, üçgenlerden oluşan takviye iskeleti; kuru ot veya saman demeti; bağlam, demet; den. büyük serenin orta yerini direğe bağlayan demir çember; f. tavuğu pişirmeden önce kanadını kırıp bağlamak; destek koymak; sıkıca bağlamak. truss bridge makas kirişleriyle desteklenen köprü. truss up bağlamak, iple bağlamak. truss'ing i. üçgenli takviye sistemi.

trust

i., f. itimat, güven, emniyet; tevekkül; ümit; güvenilen şahıs veya şey; emanet; kredi; mutemetlik; tröst; f. güvenmek itimat etmek emniyet etmek: güvenerek vermek, teslim etmek, emanet etmek: inanmak: tevekkül etmek; kredi vermek. trust company tröst şirketi. trust deed huk. vekâletname. trust fund tesis parası, vakıf para. Trust Territory Birleşmiş Milletler adına büyük bir memleket tarafından idare edilen bölge, manda altındaki bölge. in trust himayesinde, gözetiminde. on trust güvenle, emniyetle. trust in güvenmek. trust to -e dayanmak; itimat etmek; emanet etmek. trust with emanet etmek, teslim etmek. trustingly z. itimatla, güvenerek. trust'less s. güvenilmez, yalan. We'll see you soon, we trust. İnşallah yakında görüşürüz.

trustbuster

i., A.B.D. k.dili tröstü bozmaya çalışan kimse.

trustee

i., f. vekil, mutemet, yeddiemin, mütevelli; f. mutemede mal teslim etmek. trusteeship i. vekillik; Birleşmiş Milletler adına bir bölgenin idaresi.

trustful

s. güvenen, itimat kabilinden, çabuk inanılır. trustfully z. güvenle. trustfulness i. güvençlilik.

trustworthy

s. itimada lâyık, güvenilir. trustworthiness i. güvenilirlik.

trusty

s., i. güvenilir, sadık, emin; i. güvenilir kimse; güven uyandırdığından dolayı kendisine bazı özel haklar tanınan mahpus. trustily z. güvenilir surette. trustiness i. güvenilir hal.

truth

i. hakikat, gerçeklik, gerçek, doğruluk, sıhhat; hak; sadakat, içten bağlılık, samimiyet, vefa; aslına uygunluk, hakikilik; dürüstlük. gospel truth mutlak hakikat. in truth hakikaten, gerçekten. of a truth gerçekten, filvaki.

truthful

s. doğru sözlü, doğru, samimi; gerçek. truthfully z. doğru olarak; hakikaten, gerçekten. truthfulness i. doğruluk, gerçeklik.

truthless

s. gerçeksiz hakikatsiz; yalancı.

try

f., i. uğraşmak, çalışmak; teşebbüs etmek, kalkışmak; denemek, tecrübe etmek, imtihan etmek, sınamak; araştırmak, teftiş etmek, tetkik etmek, tahkik etmek; huk. yargılamak, muhakeme etmek, davasını görmek; yormak; eritmek; arıtmak; tasfiye etmek; i. çalışma, uğraşma; deneme, tecrübe. try for elde etmeye çalışmak. try on prova etmek, giyip denemek. try out birisinin kabiliyetini denemek. try square ayarlı gönye. Just try and catch me ! kd.ili Haydi, yakala bakalım ! try conclusions with ile boy ölçüşmek. try one's hand at denemek, el atmak. Try try again. Sebat et.

trying

s. yorucu, sabır tüketici, sinirlendirici, sıkıcı.

tryout

i. kabiliyet denemesi, deneme.

trypanosome

i., zool. tripanazoma.

trysail

i., den. yan yelken.

tryst

i. buluşma sözü, randevu; buluşma yeri.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL