NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

ti ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: ti
Bulunan Sonuç: 173

ti

i., müz. si notası.

tiara

i. papanın üç katlı tacı; taç gibi baş süsü; eski İranlıların kullandığı sarık.

tibet

i. Tibet. Tibettan s., i. Tibetli; i. Tibet dili.

tibia

i. (çoğ. -s, -ae) anat. kaval kemiği, incik kemiği; hayvanın kaval kemiğinden yapılan eski bir çeşit flüt. tibial s. kaval kemiğine ait.

tic

i. tik. tic douloureux tıb. yüz nevraljisi.

tick

i., İng., k.dili. kredi, itibar; borç veresiye alışveriş. buy on tick veresiye almak.

tick

f., i. tıklamak, tıkırdamak; İng. çetele çekmek, işaretlerle hesap tutmak; tıkırında götürmek; i. tıkırtı, saat tıklaması; dikkat işareti. tick off tık tık vurarak saymak; işaretleyerek saymak; İng., (argo) azarlamak.

tick

i. kılıf, minder veya yastık kılıfı.

tick

i. sakırga, kene. tick fever kenelerin naklettiği ateşli hastalık. camel tick deve kenesi, zool. Trichodectes cameli. dog tick köpek kenesi, zool. Haematopinus piliferus. sheep tick koyun kenesi, zool. Trichodoctes ovis.

tickbean

i. Mısır baklası, ufak bakla.

ticker

i. tıkırdayan şey; (argo) saat; (argo) kalp; özellikle borsa fiyatlarını şeride kaydeden cihaz. ticker tape bu cihazın üzerine fiyatları kaydettiği kâğıt şerit.

ticket

i., f. bilet; etiket; A.B.D. bir partinin seçim namzetleri listesi; k.dili. trafik suçunu cezalandırmak için verilen karakol davetiyesi; ehliyet, ehliyet kâğıdı; f. etiket yapıştırmak, markasını koymak; bilet vermek. ticket agent bilet satan memur. ticket of leave İng., (eski) tahliye izni. ticket punch bilet zımbası. lottery ticket piyango bileti. pawn ticket rehin makbuzu. return ticket İng. gidiş dönüş bileti; A.B.D. dönüş bileti. round trip ticket A.B.D. gidiş dönüş bileti. season ticket bütün mevsim için geçerli bilet. just the ticket (argo) tam iş, tam adamı.

ticking

i. minder veya tente için kullanılan sıkı dokunmuş kumaş.

tickle

f., i. gıcıklamak, gıdıklamak; k.dili. eğlendirmek, memnun etmek; hafif hafif dokunmak; gıdıklanmak; i. gıdıklama, gıdıklanma. tickle one's fancy hoşuna gitmek. tickle the palm of rüşvet vermek. tickle grass çayırgüzeli, bot. Eragrostis major.

tickler

i. gıdıklayan kimse veya şey; muhtıra defteri, borç ve vadeleri gösteren defter.

ticklish

s. çok gıdıklanır; nazik, korkulur, tehlikeli. ticklishly s. nazikçe. ticklishness i. gıdıklanma; naziklik.

ticktack

i. tiktak sesi, saat tıkırtısı; şaka yapmak için tıkırtı çıkaran bir alet.

ticktacktoe

i. kâğıt üzerinde oynanan üç taş oyununa benzer bir oyun.

tidal

s. met ve cezre ait; gelgit kabilinden; gelgite bağlı. tidal basin gelgit havzası. tidal clock gelgit zaman ve durumunu gösteren saat. tidal river gelgit etkisi çok içerilere kadar ulaşan ırmak. tidal wave denizaltı yer sarsıntısından ileri gelen büyük dalga; halk hislerinde büyük galeyan veya heyecan.

tidbit

i. çok iyi ve lezzetli parça; cazip ve ilginç ufak şey.

tiddledywinks

i. parmak kuvvetiyle disk fırlatma oyunu. play tiddledywinks k.dili. oyalanmak.

tide

i., f. gelgit; met ve cezir, meddücezir; akıntı; zaman, vakit; mevsim, saat; akış, cereyan, istikamet, temayül; f. gelgit gibi yükselip alçalmak; akıntı ile gitmek; gelgit yardımı ile limana girmek veya çıkmak. tide gate havuzun gelgit kapısı; gelgit akıntısının kuvvetli olduğu yer. tide lock gelgit etkisi altında olan limandaki gemi havuzunu inmeden koruyan kapı. tide over geçici olarak yardım etmek. The tide has turned. Artık işler yoluna girdi. Time and tide wait for no man. Fırsat elden gidince bir daha bulunmaz. We have enough oil to tide us through the winter. Kışı çıkaracak kadar yakıtımız var. The tide is coming in. Deniz yükseliyor. The tide is going out. Deniz alçalıyor.

tideland

i. gelgit sınırları arasındaki arazi.

tiderip

i. su çevrisi, burgaç, anafor, eğrim, çevrinti.

tidewater

i. gelgit etkisi altında kalan su; deniz kenarı.

tideway

i. gelgitin girdiği kanal.

tidings

i., çoğ. haber, havadis.

tidy

s., i., f. üstü başı temiz; temiz giyimli; muntazam, düzenli, tertipli; k.dili. oldukça, epey; i. sandalye arkasına konan dantela örtü; f., (up ile) düzeltmek, temizleyip nizama koymak. tidily z. düzenle. tidiness i. düzen, tertip.

tie

in with k.dili ile ilişkisi olmak. tie into hızla sarılmak; (argo) haşlamak; tutmak. tie one on (argo) sarhoş olmak. tie one's tongue susmak, susturmak. tie the knot evlenmek, evlendirmek. tie to himayesine sığınmak. tie up bağlamak; bağlayıp kapamak; meşgul olmak; bağlantılı olmak; bitirmek, sonuçlandırmak. I'd like to help you, but my hands are tied. Yardım etmeyi arzu ederdim, fakat elimde değil.

tie

i. bağ, düğüm; fiyonga; kravat, boyun bağı; rabıta, bağlantı, kayıt; berabere kalma; bir binanın kısımlarını tutan lata veya demir kuşak; demiryolu traversi; müz. bağlı nota işareti; çoğ. bağlı alçak ayakkabı. tie beam duvar latası. tie clasp, tie clip kravat iğnesi. tie plate demiryolunda ray ile travers arasında bağ levhası. blood ties akrabalık, kan bağı.

tie

f. (-d, tying) bağlamak, raptetmek; düğümlemek; birleştirmek, bitiştirmek; k.dili. izdivaçla bağlamak, evlendirmek; müz. bağlamak; berabere kalmak. tie a can to (argo) kovmak. tie by the leg engel olmak. tie down kayıt altına almak, bağlamak. tie

tieanddie, tiedie

i. kumaşı düğüm atarak boyama işlemi.

tieback

i. perdeyi bir yanda tutan şerit.

tiein

i. bağlantı. tiein sale bir şey satın alabilmek için başka bir şeyi de alma şartı.

tier

i. sıra, kat; amfide yükselen sıra.

tierce

i. 42 galonluk fıçı; kil. sabahın üçüncü saati, sabah duası saati; üçlü takım; eskrimde bir vaziyet.

tierra del fuego

Ateş arazisi, Güney Amerika'nın en güney ucundaki taklmadalar.

tieup

i. gecikme, güçlük; k.dili bağlantı, ilgi.

tiff

i., f. gücenme, hafif çekişme; f. gücenmek, kızmak.

tiffany

i. çok ince muslin kumaş; yanardönerlik.

tiffin

i., İng. kahvaltı, ikindi kahvaltısı.

tigella

i., bot. sapçık.

tiger

i. kaplan, zool. Panthera tigris; kana susamış adam, zalim adam. tiger cat kaplan gibi derisi yollu yaban kedisi; tekir kedi. tiger lily siyah benekli portakal rengi zambak, pars zambağı. tiger moth bir çeşit benekli pervane. tigerish s. kaplan gibi, vahşi yırtıcı.

tight

s., z. sıkı, gergin; akmaz, sızmaz, su geçmez; dar; sıkışık; k.dili eli sıkı, cimri; k.dili müşkül, zor; zorluk çeken; tıkanmış; ucu ucuna; sıkı gerilmiş (ip); kesat; (argo) sarhoş; tedariki güç; kısaltılmış (üslup); z. sımsıkı. tightly z. sıkıca tightness i. sıkılık.

tighten

f. sıkıştırmak; sıkışmak; gerginleşmek. tighten one's belt kemeri sıkmak.

tightfisted

s. eli sıkı, cimri.

tightlaced

s. sofu.

tightlipped

s. ağzı sıkı, sır söylemez.

tightrope

i. cambazlara mahsus sıkı gerilmiş ip.

tights

i., çoğ. cambaz ve balerinlere mahsus sıkı giysi; külotlu çorap.

tightwad

i., A.B.D., (argo) cimri kimse.

tigress

i. dişi kaplan; zalim kadın.

tigris

i. Dicle.

tike

bak. tyke.

tilbury

i. iki kişilik ve iki tekerlekli hafif araba.

tilde

i. İspanyol alfabesinde ny diye telaffuz edildiği zaman n harfi üzerine konulan işaret.

tile

i., f. kiremit; yassı tuğla; duvar cinisi; çatı üzerine kiremit yerine konan demir veya taş parçası; k.dili silindir şapka; f. kiremit kaplamak; mason locasında kapıcılık etmek; birisine sır saklayacağına dair yemin ettirmek; gizli tutmak.

tiler

i. kiremitçi; mason locasında kapıcı.

tiling

i. çatıyı kaplayan kiremitler.

till

(edat), (bağlaç) -e kadar, -e gelinceye kadar, zamana kadar. till now şimdiye kadar. till the end of time ebediyen. till then o vakte kadar. till I come. ben gelinceye kadar.

till

i. para çekmecesi, kasa (dükkanda).

till

f. çift sürmek, toprağı işlemek. tillable s. ziraate elverişli. tillage i çift sürme, ziraat, çiftçilik.

till

i, jeol buzulların taşıyıp yığdığı çakıl veya kum ile karışık balçık.

tiller

i. toprağı işleyen kimse veya alet.

tiller

i., f. kök filiz; sürgün; fidan; f. kökten filiz sürmek.

tiller

i. dümen yekesi.

tilt

i. araba veya kayık tentesi.

tilt

f., i. eğilmek, bir yana yatmak; eğmek; at üzerinde mızrakla hamle etmek; arkaya yatırmak veya eğmek; saldırmak için mızrağı doğrultmak; fabrika çekici ile dövmek; i. meyil, eğiklik; tilt oyununda hile; hile ikazı; atta mızraklı hamle oyunu; atışma; tahterevalli; fabrika çekici tilt at saldırmak, kavga etmek; itiraz etmek. tilt at wind mills hayali düşmanlara saldırmak. tilt hammer şahmerdan. tilt over devirmek. tilt up kalkmak, kaldırmak. full tilt son süratle, bütün hızı ile run full tilt into someone son hızla çarpmak.

tilth

i. toprağı işleme, ziraat, çiftçilik, tarım; işlenmiş toprak.

tiltyard

i. mızraklı hamle oyun meydanı.

timbal

i. dümbelek; zool. çekirge karnının alt tarafında bulunup kanadı dokundukça ses çıkaran zar.

timbale

i. yumurtaya bulanıp kalıba dökülmüş karışık yemek; davul şeklinde bir çeşit börek.

timber

i., ünlem kereste; kereste ormanı; işlenmiş iri kereste parçası; madde, malzeme; yetenek; den. gemi kaburgası, gemi postası; ünlem Dikkat, düşüyor ! (kesilen ağaç). timber line orman sınırı. timber wolf Amerika'ya mahsus bozkurt, zool. Canis lupus timber yarding kereste deposu. timbered s. üzerinde kerestelik ağaç bulunan, ağaçlık; ahşap. timbering i. kereste.

timberland

i. ormanlık arazi.

timbre

i., müz. ses rengi.

timbrel

i. eskiden kullanılan zilli tef.

time

f. ayarlamak; uydurmak; saat tutmak; tempo tutmak.

time

i. vakit, zaman; süre, müddet; devir, devre; mühlet, vade; saat, dakika; mat. kere, defa; kat, misil; müziğin tem posu; doğurma vakti; ölüm vakti, ecel. time after time, time and again tekrar tekrar. time and a half bir buçuk misli ücret. time and motion study zaman bakımından verimi artırmak için yapılan gözlem. time ball tam öğle saatini göstermek için bir çubuğun tepesinden dibine düşürülüveren top. time bargain İng., tic. vadeli alış veriş. time bomb saatli bomba. time clock memurların geliş ve gidişlerini kaydeden saat. time constant elek. cereyanın başlangıcından en yüksek derecesine kadar olan devre, zaman sabitesi. time deposit vadeli hesap. time exposure foto. uzun pozlu resim. time fuse patlayıcı maddeyi belirli bir müddetten sonra patlatan fitil. from time immemorial ezelden beri. time lag ara. time limit belirli müddet. time lock saati gelmeden açılmayan kilit. time of day günün belirli saati. time of peace barış zamanı. time out of mind hatırlanamayacak kadar eski, çok eskiden. time signature müz. zaman işareti. time study zaman bakımından verimi artırmayı güden inceleme. time zone arz derecesine göre resmi saatin aynı olduğu mıntıka. ahead of time vaktinden önce. at the same time mamafih, bununla beraber, aym zamanda. at times zaman zaman, ara sıra. behind time geç, tehirli. behind the times eski, zamanı geçmiş. doing time hapishanede. Father Time zamanın somut sembolü. for the time being şimdilik from time to time ara sıra, zaman zaman. gain time zaman kazanmak; ileri gitmek (saat). good times iyi günler, refahlı zamanlar. hard times kötü günler, güç zamanlar. have a good time hoş vakit geçirmek. have the time of one's life fevkalade bir vakit geçirmek. in good time tam zamanında, çabuk. in no time bir an evvel. in record time rekor sayılan müddette. in the nick of time ucu ucuna. in time vaktinde, vakitli; nihayet; uygun tempoda. keep time tempo tutmak. lose time vakit kaybetmek; geri kalmak (saat). make time geç kalınan zamanı kapatmak; belirli vakte yetiştirmek. make time with isteğini kabul ettirmeye çalışmak. on time tam zamanında. out of time temposuz, tempoya aykırı. pass the time of day vakit geçirmek. seven at a time yedişer yedişer; bir kerede yedi tane. take one's time with bir işi itinayla yapmak. tell the time saatin kaç olduğunu söylemek. tell time saati okuyabilmek .this time tomorrow yarın bu saatte. Time is up Vakit bitti. Time will tell Zaman gösterir. It's about time! Artık zamanı! What a time I've had of it! Neler çektim What time is it? Saat kaç?

timecard

i. kartela, bir müessesede çalışanların geliş ve gidiş saatlerinin kaydolunduğu kart.

timeconsuming

s. vakit alan.

timehonored

s eski zamandan beri icra olunan, eskiliğinden dolayı muteber.

timekeeper

i. zaman göstergesi; saat tutan kimse.

timeless

s. nihayetsiz, sonsuz, ebedi; belirli zamanı olmayan.

timely

s., z. yerinde olan, uygun; vakitli; z. erken; vaktinde, münasip vakitte. timeliness i. vakitlilik.

timeout

i., spor oyunda kısa ara.

timepiece

i. saat, kronometre.

times

i., (edat) günler, zaman; (edat) kere.

timesaver

i. vakit kazandıran usul, zaman kazandıran aygıt.

timeserver

i. zamana uyan kimse, zamanın adamı.

timetable

i. tren veya vapur tarifesi.

timetested

s. zamanla iyiliğini ispat etmiş.

timework

i. gündelik iş, saatle çalışma.

timeworn

s. eskimiş, bayatlamış.

timid

s. korkak, ürkek; mahcup, utangaç, çekingen. timid'ity, timidness i. utangaçlık. timidly z. ürkerek, utanarak.

timing

i. ayarlama. timing gears motorun içinde valf ayarını temin eden iki dişli.

timocracy

i. Eflatun'un fikrine göre şeref ve azametin hâkim prensip olduğu devlet; Aristo'ya göre şeref rütbelerinin servet derecelerine göre verildiği devlet idaresi.

timorous

s. ürkek, korkak; ürkeklik ifade eden. timorously z. korkakça. timorousness i. ürkeklik.

timothy

i. bir çeşit çayır otu, bot. Phleum pratense.

timpani

i., çoğ. timballer, timpani.

tin

i., f. (-ned, -ning) s. kalay; teneke; İng. teneke kutu; (argo) para, (slang) mangır, mangiz; f. kalaylamak; teneke kaplamak; teneke kutulara doldurmak; s. tenekeden yapılmış. tin god tanrı gibi ululanan değersiz kimse. tin hat askerlere mahsus çelik başlık. tin lizzie A.B.D., (argo) T model Ford otomobil. tinpan alley şarkıcı ve şarkı bestecileri ile yayıncıları; bunların oturduğu semt. tin plate teneke kaplı çelik, saç.

tinamou

i. bıldırcın veya kekliğe benzer ve Güney Amerika'ya mahsus bir çeşit av kuşu.

tincal

i. tasfiye edilmemiş boraks.

tinct

f. hafif renk vermek.

tinctorial

s. renk veya boyaya ait; renk veren.

tincture

i., f. hafif renk; ecza. mahlul, ruh, ispirto eriyiği; başka şeye katılmış cüzi şey; f. hafif renk vermek; içine katmak; hafifçe etkilenmek.

tinder

i. kav, kuru ve yanıcı şey.

tinderbox

i. kav, çakmak kutusu; kav gibi çok çabuk yanan şey.

tine

i. çatal dişi; geyik boynuzunun çatalı. tined s çatallı, dişli.

tinea

i., tıb. kellik gibi deri hastalığı.

tinfoil

i. kalay yaprağı, ince levha kalay, stanyol.

ting

i., f. çınlama sesi; f. çınlamak. tingaling i. ufak zil sesi.

tinge

f., i. hafifçe boyamak, renk vermek; içine başka şey karıştırmak; i. hafif renk; cüzi şey.

tingle

f., i. (tokat, uyuşukluk veya soğuktan) yanıp acımak, sızlamak; i. yanıp aclma, sızlama; karıncalanma.

tinker

i., f. seyyar tenekeci veya lehimci; tamirci; tamircilik; bir seşit uskumru; f. teneke kapları tamir etmek; kabaca tamir etmek; tamircilik yapmak. He doesn't give a tinker's dam veya damn Aldırış etmez. It's not worth a tinker's damn. Beş para etmez .

tinkle

f., i. çınlamak, çıngırdamak, çmglrdatmak; ç.dili işemek; i. çıngırtı.

tinner

i. tenekeci; teneke madencisi; kalaycı.

tinnitus

i., tıb. kulak çınlaması.

tinny

s. teneke gibi, teneke sesli; teneke tadı veren; kalaylı.

tinsel

i., s, f. (-ed, -ing veya -led, -ling) gelin teli; gösterişli ve cicili bicili sey; ipekli veya gümüş telli kumaş; s. gelin teline benzer; cicili bicili; f. gelin teli ile süslemek; cicili bicili yapmak.

tinsmith

i. tenekeci.

tint

i., f. hafif renk; renk çeşidi; matb. zemin rengi; f. hafif renk vermek, hafif boyamak. It was red tinted with purple. Eflatuna çalan kırmızıydı.

tintinnabulum

i. (çoğ. -la) çıngırak, çıngırdak. tintinnabulary s. çıngırağa ait; çıngırak sesli. tintinnabula'tion i çıngırdama; çan çalınması.

tintype

bak. ferrotype.

tinware

i. teneke kaplar.

tiny

s. minicik, ufacık, küçücük, ufak tefek.

tion

(sonek) -meklik, -maklık (Latince köklü fiilden isim yapmada kullamlan bir ek: separation)

tip

f. (-ped, -ping) i .hafif hafif vurmak, tıkırdatmak; i hafif vuruş, tıkırdatma.

tip

i., f. (-ped, -ping) uç, burun; tepe, doruk; f. uç yapmak, burun şekli vermek; ucunu kapamak, ucuna bir şey takmak. tip to tip uç uca. on the tip of my tongue dilimin ucunda.

tip

f. (-ped, -pinu), i. bir yana yatırmak veya eğmek; şapkayla selam vermek; hafifçe vurmak; bir yana yatmak veya eğilmek; i. meyil; hafif vuruş; İng. çöplük. tip over devirmek, devrilmek. tip the scales ağırlığında olmak; etkilemek.

tip

i., f. (-ped, -ping) sadaka, bahşiş; ima; tavsiye; f. bahşiş vermek. tip off k.dili sır vermek; tavsiye etmek. tipping i. bahşis verme usulu.

tipcart

i. yük taşıyıp boşaltmaya mahsus at arabası.

tipcat

i. çelikçomak oyunu.

tipoff

i., k.dili ima, ihtar.

tippet

i. boyun atkısı.

tipple

f., i. içki içmeyi adet haline getirmek; i. içki. tippler i. akşamcı.

tipstaff

i. (çoğ. staves) maden başlıklı asa; (çoğ staffs) bu asayı taşıyan memur, kavas, mübaşir.

tipster

i., k.dili yarışlarda önceden gizli bilgi veren kimse.

tipsy

s. sarhoş, çakırkeyif; çarpık. tipsily z. sarhoşça; eğri bir şekilde. tipsiness i. sarhoşluk; eğrilik.

tiptoe

i., f., s. ayak parmağmın ucu; f. ayak parmağının ucuna basarak yürumek; sessizce yürümek; s. ayak ucunda yürüyen veya danseden; meraklı.

tiptop

i., s. en yüksek derece; bir şeyin tam tepesi; k.dili en iyi kalite; s. en âIâ.

tirade

i. tirad; azarlama kabilinden uzun sert söz; müz. sere.

tirailleur

i., ask. avcı neferi, nişancı.

tirana

i. Tiran, Arnavutluk'un başkenti.

tire

f., i. yorulmak; bitkin olmak; usanmak, bıkmak; yormak; usandırmak, bıktırmak; i. yorgunluk, bitkinlik tire of bıkmak, usanmak. tire out yormak.

tire , (ıng). tyre

i. lastik, tekerlek çemberi veya lastiği. radial tire radyal lastik.

tired

s. yorgun, bitkin, bitap; usanmış, bıkmış. tired of waiting beklemekten usanmış. tired'ness i. yorgunluk.

tireless

s. yorulmaz, çok. faal tirelessly z. yorulmadan tirelessness i. yorulmama.

tiresome

s. yorucu, sıkıcı. tire somely z. yorucu surette. tiresomeness i. yoruculuk.

tiro

bak. tyro.

tis

kıs. it is.

tisane

i. çay, ıhlamur.

tissue

i., f. kumaş, ince tül kumaş; kağıt mendil; dokunmus şey; seri, silsile; biyol. doku, nesiç; ince kağıt; f dokumak. tissue culture biyol. hayvan veya bitki dokularının organizma dışındaki bir ortam için de yaşatılması veya yetiştirilmesi, doku kültürü. tissue paper ince kâğıt, ipek kağıt. support tissue biyol. destek doku.

tit

i. vuruş; yumruk. tit for tat yumruğa yumruk, misli ile mukabele, kısasa kısas.

tit

i. meme baş.

tit

i. baştankara, zool. Parus major.

titan

i., Yu. mit. Titan; muazzam kuvvet veya kabiliyeti olan kimse; Satürn gezegeninin en buyük uydusu. titan'ic s. muazzam, beşerden üstün.

titanium

i., kim. titan.

titbit

i., İng. ala lokma, çok iyi ve lezzetli parça.

tithe

i., f. ondalık, öşür; onda bir; ufak kısım; aşar vergisi; f. gelirin onda birini kiliseye vermek; aşar vergisini vermek; onda bir nispetinde vergi koymak. tithefree s. aşardan muaf. tithepayer i. aşar vergisi veya ondalık veren kimse. tith'ing i. aşar vergisi koyma veya verme.

titian

i kızll saç rengi; kızıl saçll kız

titillate

f gıcıklamak, gıdıklamak; hisleri okşamak. titilla'tion i. gıdılklama, gıdıklanma; geçici tatlı his.

titivate

f., k.dili şıklaştırmak, süslemek; süslenmek.

title

i., f. başlık, serlevha, kitap başlşığı; lakap, ünvan, isim; rütbe ismi; huk. tasarruf hakkı, istihkak; huk. tasarruf se nedi, tapu; f. lakap veya ünvan vermek; kitaba ad koymak. title deed tapu senedi, tasarruf belgiti. title page baş sayfa, başlık sayfası. title role piyese adını veren karakter. a just title haklı tasarruf; alma veya malik olma hakkı. titled s. asalet unvanı olan isimlendirilmiş.

titleholder

i. unvan sahibi, şampiyonluk ünvanına sahip kimse.

titmouse

i. (çoğ. -mice) baştan kara, zool. Parus major bearded titmouse bıyıklı baştankara, zool. Panurus biarmicus. blue titmouse mavi baştankara, fanta, zool. Parus caeruleus. coal titmouse iskete, sam baştankarası, zool. Parus ater. long tailed titmouse uzun kuyruklu baştankara, zool. Aegithalos caudatus. marsh titmouse bataklık baştankarası, zool. Parus palustrisı penduline titmouse çulhakuşu, zool. Parus pendulinus.

titrate

f, kim titre etmek titra'tion i titre, titrasyon.

titter

f., i. kıkır kıkır gülmek, kıkırdamak; i kıkır kıkır gü1üş.

tittle

i. harf üzerine konulan işaret, nokta; zerre, en ufak şey.

tittletattle

i., f. dedikodu; dedikoducu veya geveze kimse; f., dedikodu yapmak.

tittup

f. (-ped, -ping) i. canlılıkla hareket etmek, kıvrak olmak; i. kıvraklık, canlılık.

titubation

i., tıb. omurilik hastalıklarından meydana gelen dengesizlik ve sendeleme.

titular

s., i. lakaba ait; unvandan dolayl olan; yalnız unvandan ibaret; unvan veren; i. görev veya sorumluluğu olmayıp yalnız unvanı olan kimse; fiili varlığı kalmamış bir piskoposluğun unvanını alıp merkezde kalan piskopos. titulary s. unvan dan ibaret, unvana ait. titularly s. yalnız unvandan ibaret şekilde.

tizzy

i., (argo) heyecan. all in a tizzy çok heyecanlı.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL