NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

l ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: l
Bulunan Sonuç: 1179

l'envoi

, l'envoy i., Fr. bir şiire ithaf veya başka bir sebeple konulan ek beyit.

l, l

(el) (i.) İngiliz alfabesinin on ikinci harfi; L harfi şeklinde şey.

l.

(kıs.) latitude, law, league, left, length, line, lira, lire, liter, (b.h.) Latin, book, Romen rakamlarında 50.

l.a.

(kıs.) Los Angeles.

l.h.d

kıs. Litterarum Humaniorum Doctor, Doctor of Humanities.

la

(kıs.) Louisiana.

la

(i.), (müz.) la notası, müzik gamında altıncı nota.

laager

(i.), (f.) Güney Afrika'da etrafı arabalarla kuşatılmış kamp veya konak yeri; (f.) böyle konak yeri yapmak; böyle yerde konaklamak.

lab

(i.), ABD, (k.dili) laboratuvar.

lab.

(kıs.) Labrador.

lab.

(kıs.) laboratory.

labdanum , ladanum

(i.) laden, (bot.) Cistus; laden zamkı.

label

(i.), (f.) (ed, ing veya led, ling) yafta, etiket; nitelendirici isim veya cümlecik; (f.) etiket yapıştırmak, etiketlemek; tasnif etmek, sınıflandırmak; (mim.) kapı veya pencereye saçak yapmak.

labellum

(i.) (çoğ.bella) (bot.) dudak şeklinde bir korol kısmı, dudakçık.

labia

(bak.) labium.

labial

(s.), (i.) dudaklarla ilgili; (dilb.) dudaksıl; (müz.) dudak şeklinde kenarları olan (boru); (i.) dudak ünsüzü, dudaksıl ses.

labiate ,ated

(s.), (bot.) bir tarafı sarkık dudak şeklinde olan.

labile

(s.) kaymaya meyilli, değişme için tahtaları cıva klorid ile doyurmak.

labium

(i.) (çoğ. bia) dudak; (anat.) kadının tenasül uzvunda dudak şeklinde kısım, dudak.

labor

(İng.) labour (f.) çalışmak, çabalamak; uğraşmak, emek vermek, sıkıntı çekmek, güçlükle ilerlemek; (den.) denizlerde çalkalanmak, çok hırpalanmak; doğurma halinde olmak; ağrı çekmek; emekle meydana getirmek. l will not labor the point. işin teferruatına girişmeyeceğim. labored (s.) güçlükle yapılan, meşakkatli; fazla şatafatlı.

labor

(İng.) labour (i.) çalışma, iş, emek; işçi sınıfı; doğum ağrıları; zahmet, meşakkat, sıkıntı, zorluk; (den.) fırtınada geminin şiddetle çalkalanması. Labor Day ABD eylülün ilk pazartesi gününe tesadüf eden işçi bayramı. labor dispute iş ihtilafı, iş anlaşmazlığı. labor exchange iş ve işçi bulma kurumu. laborintensive (s.) makinalardan ziyade el emeği ile yapılan veya yürütülen (iş, mahsul). Labour Party İşçi Partisi. labor relations iş münasebetleri; işçi ve işveren ilişkileri. laborsaving (s.) zahmeti azaltan, kolaylaştırıcı. labor union işçi sendikası. a labor of love hatır veya zevk için yapılan iş, menfaat mukabilinde olmayan iş, gönüllü yapılan iş. forced labor angarya. hand labor el ile yapılan iş. hard labor ağır iş cezası. in labor doğurma halinde. Ministry of Labour (İng.) Çalışma Bakanlığı.

laboratory

(i.) laboratuvar.

laborer

(i.) işçi, rençper.

laborious

(s.) zahmetli, emekli, yorucu; çalışkan, işgüzar. laboriously (z.) emek vererek; çalışarak.

laborite

(İng.) labourite (i.) işçi yandaşı.

labrador

(i.) Labrador yarımadası. Labrador current Labrador akıntısı. labradorite (i.), Labrador spar en iyisi Labrador'da bulunan rengarenk bir çeşit feldispat, labrador.

laburnum

(i.) sarısalkım, (bot.) Laburnum anagyroides.

labyrinth

(i.) labirent; entrikalıl veya karışık iş; (anat.) labirent, iç kulaktaki girintili boşluk. labyrin'thic, labyrin'thine (s.) labirent gibi, çapraşık, çok dolaşık ve karışık.

lac

(i.) Güney Asya'da bazı böceklerin bir takım ağaçlarda meydana getirdikleri reçineli sıvı, laka.

lac, lakh

(i.) Hindistan'da yüz bin rakamı; yüz bin rupi; çok büyük miktar.

laccolith

(i.), (jeol) lakolit.

lace

(f.) kaytan geçirip bağlamak; dantel ile süslemek; (k.dili) dövmek; renkler ile çizgilemek; korse kaytanını çekerek beli sıkıştırmak; içkiye hafif alkol katmak. lace into yumrukla saldırmak; şiddetle azarlamak.

lace

(i.) dantel; şerit; kaytan; kordon. lace tree dantel ağacı, (bot.) Logetta lintearia. bobbin lace kopanaki, karo danteli. Brussels lace Brüksel'de yapılan bir çeşit ince dantel, Brüksel danteli. point lace igne ile işlenen dantel, oya.

lacerate

(f.) yırtmak, yaralamak; (kalbini) kırmak, (hislerini) incitmek, üzmek. laeera'tion (i.) yutma, yaralama, incitme.

lacertilian

(s.), (i.), (zool.) kertenkele familyasına ait, kertenkele gibi; (i.) kertenkele.

lacewing

(i.) zarkanatlılardan bir böcek, (zool.) Neuroptera.

lacework

(i.) dantel.

laches

(i.), (huk.) hakkımı aramakta ihmal ve gecikme.

lachrymation

(i.) gözyaşı salgılama.

lachrymatory

(i.), (s.) eski zamanlarda içinde akraba ve dostların göz yaşlarının saklandığı farz edilen ufak şişelerden biri, göz yaşı şişesi; (s.) göz yaşına ait; göz yaşını havi.

lachrymose

(s.) gözü yaşlı, çok ağlayan; göz yaşartıcı.

lacing

(i.) kaytanla bağlama veya sıkma; kaytan veya şerit geçirme; bağcık, kaytan, şerit; içkiye karıştırılmış alkol; (k.dili) dövme.

lack

(i.), (f.) eksiklik, noksan; ihtiyaç, gereksinme; yoksunluk, mahrumiyet; (f.) eksiği olmak; ihtiyacı olmak; mevcut olmamak; bir yerde hazır bulunmamak; mahrum olmak; malik olmamak; muhtaç olmak; eksikliğini duymak .

lackadaisical

(s.) canından bezmiş gibi, cansız; alakasız, uyuşuk, tembel.

lackaday

ünlem, eski Eyvah !

lackey

(i.), (f.) uşak, erkek hizmetçi; dalkavuk, çanak yalayıcı; (f.) hizmetçilik yapmak, uşaklık etmek.

lackluster

(İng.) tre (i.), (s.) donukluk; (s.) cansız.

laconic, ical

(s.) muhtasar, kısa ve manalı, az ve öz, özlü, veciz; vecizeli söz söyleyen. laconically (z.) kısa ve öz konuşarak. lac'onism, laeon'ieism (i.) özlülük; kısa söz, icaz, özlü söz, veciz ifade.

lacrimal

(bak.) laehrymal.

lactary

(s.) sütten, sütle ilgili.

lactate

(i.), (f.) laktik asidin tuzu veya esteri; (f.) süt hasıl etmek; meme vermek, emzirmek.

lactation

(i.) süt salgılama; emzirme.

lacteal

(s.), (i.) süte ait; süte benzer; sütlü; (i.), (anat.) bağırsaklarda emilen gıda maddesini taşıyan lenfa damarı.

lactic

(s.) süte ait, ekşimiş sütten çıkarılan. lactic acid süt asidi, laktik asit. lactic fermentation yoğurt yapımında sütte meydana gelen kimyasal değişim.

lactiferous

(s.) süt veren, süt salgılayan, süt taşıyıcı.

lactometer

(i.) sütün özgül ağırlığını ölçen alet.

lactoscope

(i.) sütteki yağ miktarını tespit eden alet.

lactose

(i.), (kim.) süt şekeri, laktoz.

lacuna

(i.) (çoğ., Lat. nae, (İng. nas) boşluk, aralık, boş yer, eksiklik; (biyol.) kemikte bulunan boşluk; (biyol.) bitki ve hayvan dokularındaki hücrelerarasl boşluk

lacustrine

(s.)göllerde hâsıl olan; göle ait, gölcül.

lacy

(s.) dantel gibi; dantelli; dantelden yapılmış.

lad

(i.) büyücek erkek çocuk, delikanlı, genç erkek.

ladanum

(bak.) labdanum.

ladder

(i.) merdiven; (mec.) yükselme vasıtası; (İng.) çorap kaçığı. ladder stitch iğneardı teyel, çapraz teyel. accommodation ladder vapurun borda iskelesi. companion ladder kameraya inecek merdiven.

laddie

(i.) erkek çocuk, oğlan, delikanlı.

lade

(f.) (laded, laded veya laden) yüklemek; geminin yükünü vermek; içine su doldurmak; içinden su boşaltmak; kepçe ile içinden su almak. laden (s.) yüklü.

lading

(i.) yükleme. bill of lading konşimento.

ladino

(i.) Ladino.

ladle

(i.), (f.) kepçe; (f.), kepçe ile doldurmak veya boşaltmak. ladleful (i.) kepçe dolusu.

ladrone

(i.), (İsp.) hırsız, haydut.

lady

(i.) bayan, hanım, kibar kadın, hanımefendi; (b.h.) bir İngiliz asılzadesinin karısı, Leydi; sevilen kadın, sevgili. Lady Day 25 marta tesadüf eden bir kilise yortusu. lady in waiting kraliçe veya prensesin nedimesi. lady of the house evi idare eden kadın. lady's maid bir hanımın oda hizmetçisi. lady'smantle (i.) aslan pençesi, (bot.) Alchemilla vulgaris. lady's slipper Venüs çarığı, (bot.) Cypripedium. Our Lady Meryem Ana.

ladybird, ladybug

(i.) hanım böceği, gelincik böceği, (zool.) Coccinella.

ladyfinger

(i.) parmak biçiminde yapılan bir çeşit hamur işi; yüksükotu, (bot.) Digitalis purpurea.

ladykiller

(i.) kadın avcısı, kadınların hoşlandığı adam.

ladylike

(s.) hanımca, hanıma yakışır, hanım gibi, nazik, zarif; kadınsı (erkek).

ladylove

(i.) sevilen kadın, nişanlı kız; metres.

ladyship

(i.) hanımefendilik; (b.h.) Her, Your Ladyship (asalet unvanı) hanımefendi.

laehrymal, lacrimal

(s.) göz yaşına ait.

laequer

(i.), (f.) sarı vernik; reçineli her hangi bir vernik; vernikli tahta veya meşin iş; (f.) verniklemek.

laerosse

(i.), ABD, (Kan.) uzun saplı raketle oynanan bir top oyunu.

lag

(i.), (f.) (ged, ging) kazan veya kemeri kaplamak için kullanılan dar tahta; (f.) böyle parçalarla kaplamak.

lag

(f.) (ged, ging) (i.), argo sürmek, sürgüne göndermek; hapishaneye atmak; (i.) mahkum, suçlu.

lag

(f.) (ged, ging) (i.), (s.) geri kalmak, oyalanmak, yavaş yavaş yürümek; (i.) gerileme, geri kalma; (s.) ağır, geri. lag end geç kalan, son.

lag screw

dört veya altı köşeli ağaç vidası.

lagan

(i.), (huk.) deniz dibine batmış olup yeri şamandıra ile belli edilen şey.

lager beer

bir çeşit hafif Alman birası.

laggard

(s.), (i.) tembel, ağır; geri kalan; (i.) ağır hareket eden kimse. laggardly (z.) geri kalarak. laggardness (i.) gecikme.

lagging

(i.) keçe veya asbest ile kaplama veya döşeme; kemer kalıbı döşemesi.

lagos

(i.) Lagos.

lahore

(i.) Lahor.

laic

(i.) layik adam; dünya görüşlerini dinden ayrı tutan kimse. laic veya laical (s.) layik, cismani, dinle alâkası olmayan.

laicize

(f.) layik kılmak, dinle alâkasını kesmek.

laid

(s.) yapılışında ince ve paralel çizgiler bulunan (kâğıt).

laid

(bak.) lay laid up biriktirilmiş, ilerisi için saklanmış; hastalık sebebiyle evde veya yatakta; (den.) arması soyulmuş ve havuza yatırılmış.

lain

(bak.) lie.

lair

(i.), (f.) yatacak yer; vahşi hayvan ini; (f.) ağıla veya ine istirahat için girmek; ağıla koymak.

laird

(i.), (İskoç.) mülk sahibi.

laissez faire

(Fr.) hükümetin sanayi ve ticaret işlerine müdahale etmemesi prensibi.

laity

(i.) papazdan başka bütün halk; meslekten olmayanlar.

lake

(i.) mora çalan koyu kızıl boya.

lake

(i.) göl, havuz. lake trout göllerde yaşayan alabalık.

lakh

(bak.) lac.

lall

(f.) ,''r harfini l'' gibi telaffuz etmek.

lam

(i.), (f.) (med, ming) argo kaçış, tüyme; (f.) kaçmak, tüymek, saklanmak; hızlı koşmak. be on the lam (k.dili) acele tüymek, sırra kadem basmak, ortadan kaybolmak.

lam

(f.) (med, ming) (k.dili) dövmek, dayak atmak.

lama

(i.) Tibet'li Buda rahibi, Lama. Grand Lama Baş Lama, Dalay Lama.

lamasery

(i.) lama manastırı.

lamb

(i.), (f.) kuzu; kuzu eti; kuzu gibi masum ve zayıf kimse; acemi borsacı; (f.) kuzulamak. Lamb of God Hz. lsa. lambkin (i.) küçük kuzu, kuzucuk. lamblike (s.) kuzu gibi, iyi huylu, yumuşak başlı. lambskin (i.) kuzu derisi. lamb's wool kuzu yünü.

lambaste

(f.), (leh.) dövmek, dayak atmak; fena azarlamak.

lambda

(i.) Yunan alfabesinin on birinci harfi olan L harfi.

lambency

(i.) hafif parlaklık.

lambent

(s.) alev gibi yalayarak yayılan; hafifçe parlayan (göz, gök). lambently (z.) alev gibi yayılarak.

lambrequin

(i.) kapı veya pencere üzerine asılan süs, perde; ortaçağda miğferi muhafaza için üzerine sarılan kumaş parçası.

lame

(s.), (f.) topal, ayağı sakat; eksik, kusurlu; ABD, argo habersiz; (f.) topal etmek veya olmak. lame back ağrıyan sırt. lame brain (k.dili) aptal. lame duck (bak.) duck lame excuse kabul edilmez özür. lamely (z.) topallayarak. lameness (i.) topallık.

lame

(i.) lame, dore.

lamella

(i.) (çoğ. lae, las) (anat.), (zool), (bot.) ince levha, lamel. lamellate(d) (s.) safihalı, ince levhalı, ince tabakalı.

lament

(f.), (i.) ağlamak, inlemek, figan etmek, matem tutmak; biri için ağlamak veya keder etmek, matemini tutmak; matem, ağlayış, ah, keder, hüzün, feryat. lamented (s.) muteveffa, matemi tutulan.

lamentable

(s.) matemli, keder ifade eden; ağlanacak, ağlatır, acıklı; esef edilecek. lamentably (z.) ağlanacak halde, acınacak halde.

lamentation

(i.) ağlayış, feryat, figan, inleme; (çoğ.), (b.h.) Yeremya Peygamberin Mersiyeler kitabı.

lamia

(i.), (Yu.) (mit.) çocuk eti ve kanı ile beslenen kadın başlı yılan şeklindeki efsanevi canavar; vampir.

lamina

(i.) (çoğ. ae) ince levha, safiha, varak, tabaka. laminable (s.) varak şekline konulabilir. laminar (s.) safiha şeklinde.

laminate

(s.), (f.) yaprak şeklinde, yaprak biçimine sokulmuş; (f.) yaprak halinde ince tabakalara ayırmak, haddeden geçirerek safiha haline koymak. lamina'tion (i.) safiha haline girme veya konulma; safiha.

lammergeier, geyer

(i.) kuzu kuşu, (zool.) Gypaetus barbatus.

lamp

(i.) lamba, kandil; ışık; (çoğ.), argo gözler. lampblack (i.) kandil isi; bu isten yapılan boya. lamp chimney lamba şişesi. lamplight (i.) lamba ışığı. lamplighter (i.) sokak fenerlerini yakan adam. lamppost (i.) sokak feneri direği. lamp shade abajur. between you and me and the lamppost söz aramızda. incandescent lamp ampul safety lamp (kömür madeni ocaklarında kullanılan) emniyet feneri. student lamp ayar edilebilir masa lambası.

lampoon

(i.), (f.) hiciv, tezyif; (f.) hiciv ile tezyif etmek, hakkıda hiciv yazmak . lampooner, lampoonist (i.) hicivci, hiciv muharriri, hiciv yazan.

lamprey

(i.) yılan balığı şeklinde yuvarlak ağızlı emici bir su hayvanı, (zool.) Petromyzon.

lanate

(s.) yünlü, yün gibi.

lance

(i.) mızrak, meraklı süvari alayı neferi. lance snake ok yılanı. lancewood (i.) mızrak sapı yapımında kullanılan dayanıklı bir çeşit ağaç.

lance

(f.) neşter ile yarıp açmak, deşmek.

lancelet

(i.) basit bir deniz hayvanı, batrak, (zool.) Branchiostoma amphioxus.

lanceolate

(s.), (bot.), (zool.) mızrak biçiminde, mızraksı, lanseolat.

lancer

(i.) mızraklı süvari eri; (çoğ.) bir çeşit kadril dansı.

lancet

(i.), (tıb.) neşter; (mim.) sivri kavisli dar pencere.

lancinating

(s.) hançer gibi saplanan (sancı), keskin (ağrı).

land

(f.) karaya çıkarmak; tutup karaya getirmek (balık); durdurmak, yere indirmek; isabet ettirmek, aşketmek, indirmek; elde etmek, kazanmak; karaya çıkmak, durmak, yere inmek; isabet etmek, düşmek. land up (k.dili) eninde sonunda varmak, boylamak.

land

(i.) kara, arz; toprak, yer, arsa; memleket, diyar; (huk.) emlâk, arazi. land agent emlak simsarı, emlâk komisyoncusu. land bank emlak bankası. land breeze karadan esen rüzgâr. land crab kum yengeci. land force (ask.) kara kuvveti. land grant hükümet tarafından okul binası yapımı gibi işler için verilen toprak. land mass kıta, kıta gibi büyük kara parçası. land measure arazi ölçüleri sistemi. land mine kara mayını. land office tapu dairesi. land office business ABD, (k.dili) çok hızlı satış. land of milk and honey verimli memleket. land tax (İng.) arazi vergisi. in the land of the living sağ, hayatta. see how the land lies işlerin ne halde olduğuna bakmak, nabzını yoklamak.

landau

(i.) lando, açılıp kapanır körüklü at arabası. landaulet (i.) ufak lando.

landed

(s.) arazisi olan, arazi sahibi; araziden ibaret. land property gayri menkul mülk, arazi.

landfall

(i.), (denç) sahile yaklaşan gemicilerin karayı ilk görüşleri.

landgrabber

(i.) haksızlık veya hile ile başkasının arazisine tecavüz eden kimse .

landgrave

(i.) eskiden bazı Alman prenslerinin unvanı.

landholder

(i.) arazi sahibi; emlâk sahibi.

landing

(i.), (hav.) iniş; iskele; merdiven sahanlığı; karaya çıkma veya çıkarma. land (İng.) beam (hav.) iniş kılavuzu, radyo işareti. landing craft çıkartma gemisi. landing field havaalanı. landing gear (hav.) iniş takımı. landing place, landing stage iskele. landing strip (hav.) acil durumlarda kullanılan iniş yolu.

landlady

(i.) pansiyoncu kadın; evini kiraya veren mal sahibi kadın.

landless

(s.) arazisi olmayan, arazisiz.

landlocked

(s.) kara ile kuşatılmış.

landlord

(i.) mucir kimse, emlâkini kiraya veren mal sahibi.

landlubber

(i.), (den.) deniz ve gemiler hakkında bir şey bilmeyen kara sakini.

landmark

(i.) sınır taşı, hudut işareti; herhangi bir şeyin yerini gösteren işaret; dönüm noktası.

landowner

(i.) emlâk ve arazi sahibi.

landpoor

(s.) arazi sahibi olduğu halde fakir olan.

landscape

(i.) kır manzarası, peyzaj. landscape architect bahçe mimarı. land scape gardener bahçeyi düzenleyen kimse.

landslide

(i.) toprak kayması, heyelan; seçimde bir tarafın büyük ekseriyeti kazanması.

landsman

(i.) denizci olmayan kimse.

landsturm

(i.), (Al.) topyekün seferberlik; böyle seferberlikte toplanan asker.

landtoland

(s.) karadan karaya atılan ( roket).

landwehr

(i.), (Al.) ihtiyat askerleri.

lane

(i.) dar yol, dar sokak, dar geçit; geniş caddelerde otomobiller için bazen bir çizgi ile ayrılmış ve yanyana olan yollardan biri; deniz ve hava trafiği düzeni için tayin olunmuş yollardan biri.

lang

(kıs.) language.

langsyne

(i.), (İskoç.) geçmiş zaman, eski zaman.

language

(i.) dil, lisan; konuşma kabiliyeti; herhangi bir ifade tarzı; bir kabileye veya bir yere mahsus lehçe; kompütör lisanı. finger language sağırların kullandığı parmak işaretleri ile konuşulan dil. strong language küfür, ağır söz, sert dil. language arts okuma, edebiyat, kompozisyon yazma gibi bir çocuğun ana diline hâkimiyetini sağlayacak dersler. language laboratory dil laboratuvarı.

languid

(s.) ruhsuz, gevşek, yavaş, ağır, bati; gayretsiz, isteksiz. languidly (z.) isteksizce, yavaş yavaş. languidness (i.) isteksizlik, kuvvetsizlik, ağırlık.

languish

(f.) zayıf düşmek, gevşemek, ruhsuzlaşmak, takati kesilmek, şevksizleşmek, faaliyetini kaybetmek; isteği kalmamak; kederli ve baygın hal takınmak. languish in prison hapishanede çürümek.

languishing

(s.) kuvvetsiz; baygın.

languor

(i.) bitkinlik, isteksizlik, mecalsizlik; kuvvetsizlik; gevşeklik, ağırlık, şevksizlik; hayali olma; (tıb.) halsizlik, zafiyet. languorous (s.) bitkinlik veren; zafiyet gösteren.

laniferous, lanigerous

(s.) yün hası1 eden, yünlü.

lank

(s.) uzun ve zayıf, boylu, ince; düz (saç).

lanky

(s.) uzun boylu ve zayıf, sırık gibi.

lanner

(i.) bir çeşit doğan, (zool.) Falco biarmicus; doğancılıkta bu kuşun dişisi.

lanneret

(i.) erkek doğan kuşu.

lanoline

(i.) lanolin.

lansdowne

(i.) ipek ile yün karışımı dokunmuş bez.

lansquenet

(i.) eskiden Almanya'da ücretli piyade askeri; iskambil kâğıtları ile oynanan bir çeşit kumar oyunu.

lantern

(i.) fener, fanus; (mim.) hava ve ışık girmesi için binanın tepesine yapılan pencereli kuçuk kule. lantern fly renkli bir böcek, (zool.) Fulgora, Laternaria. lantern jawed (s.) çene kemigi ince ve uzun olan. bull'seye lantern ışığı tam öne aksettiren fener, polis feneri. dark lantern hırsız feneri. magic lantern eski slayt projektörü.

lanthanum

(i.), (kim.) lantan.

lanyard

(i.), (den.) bir şeyi yerine bağlamak için kullanılan ip parçası, savlo; (ask.) topa ateş vermek için kullanılan ufak çengelli falya ipi.

laos

(i.) Laos.

lap

(i.) kucak; etek; oturan kimsenin dizlerini örten elbise kısmı. lap dog kucağa alınan ufak köpek, fino köpeği. lap of luxury servet ve rahatlık. lapful (i.) kucak dolusu.

lap

(f.) (ped, ping) (i.) katlamak, sarmak, dolamak; örtmek; bir şeyi tamamen veya kısmen başka bir şeyin üzerine koymak; yarışta rakibini bir devirlik mesafe ile geçmek; kuşatmak, çevirmek, etrafını sarmak; kucaklamak; çark ile cilâlamak; kenarı başka şeyin üzerine binmek; katlanmak, sarılmak; (i.) başka şeyin üzerine binen kısım; yarışta bir kerelik dönüm, bir devir; kıymetli taş veya madeni eşyayı parlatmaya mahsus çark. lap dissolve (sin.) zincirleme görüntü. lap joint bindirme.

lap

(f.) (ped, ping) (i.) dil ile yalayıp yutmak; hafif çarpmak (dalga); (i.) dil ile yalayıp ağzına çekme; köpeklere mahsus sulu yemek, yal; sahile yavaş çarpan dalganın sesi. lap up, lap down çabucak içip yutmak; beğenip kabul etmek, hakikat olarak kabul etmek.

laparoscope

(i.) karın duvarından geçirilen ve iç organlarının görülmesini sağlayan alet.

laparotomy

(i.) karın yarma ameliyatı.

lapbelt

(i.), ABD araba emniyet kemeri.

lapboard

(i.) kucağa konan ve masa yerini tutan tahta.

lapel

(i.) klapa.

lapidary

(i.), (s.) hakkak, oymacı, kıymetli taş kesicisi, cevahirci; (s.) kıymetli taş kesme sanatına ait; taşlara ait; özlü; yazıta elverişli.

lapidate

(f.) taşlayıp öldürmek, taşa tutmak, taşlamak. lapida'tion (i.) birisini taşlayarak öldürme.

lapidescent

(s.) taşa benzeyen, taş heykeli andıran.

lapin

(i.) tavşan, tavşan kürkü.

lapis

(i.) (çoğ. ides) (Lat.) taş. lapis lazuli lacivert taş; bu taşın rengi.

lapland

(i.) Laponya. Laplander, Lapp (i.) İsveç ve Finlandiya'nın kuzeyinde bulunan Laponya ahalisinden biri, Lapon, Laponyalı; Lapon dili.

lappet

(i.) sarkık şey; elbisenin kıvrımı yeri; sarkık et parçası.

lapse

(f.) geçmek, mürur etmek; ihmal veya vefat dolayısıyle başkasına intikal etmek; battal olmak, hükmü kalmamak; sapmak, dalalete düşmek; yanılmak, hata etmek ; bir zaman için inanç ve prensiplerinden vaz geçmek. lapse into silence sükuta dalmak, sessizliğe gömülmek. lapse rate meteor yüksekliğin artması ile atmosfer basıncının azalma oranı.

lapse

(i.) geçme , mürur; yanılma; yanlış (söz veya yazı); kayma; sapma; günaha girme; adalette kusur; sukut (hukuk); ihmal yüzünden hak ve tasarrufunu elden kaçırma; battal olma, kullanılmaz hale gelme.

lapstone

(i.) kunduracıların dizleri üzerine koyup üstünde kösele dövdükleri taş.

lapsus

(i.), (Lat.) hata, yanlış, yanıltı. lapsus calami kalem hatası. lapsus linguae dil hatası, ağızdan kaçırma (söz) lapsus memoriae hafıza hatası.

lapwing

(i.) yağmurkuşuna benzeyen bir kuş, kızkuşu; (zool.) Vanellus vanellus.

lar

(bak.) lares.

larboard

(i.) geminin sol tarafı, iskele tarafı (şimdi bunun yerine port kelimesi kullanılmaktadır).

larceny

(i.) hırsızlık, sirkat, çalma. compound larceny başka suçlarla bir arada yapılan hırsızlık.

larch

(i.) kara çam, (bot.) Larix europaea.

lard

(i.), (f.) domuz yağı; (f.) domuz yağı ile yağlamak; yazı veya sözü tumturaklı kelilelerle süslemek.

larder

(i.) kiler; erzak. larderer (i.) kilerci.

lares

(i.) (çoğ.; tek. lar) Romalıların himaye mabutları; lares et penates (Lat.) aile mabutları; manevi değeri olan eşya.

large

(s.), (i.) büyük, geniş, cesim, azim, iri, vasi; bol, çok, külliyetli, mebzul; (den.) pupadan gelen (rüzgar);serbest; (i.), (müz.) ortaçağda kullanılan pek uzun bir nota. at large serbest; umumiyetle; bütün ayrıntılarıyle, mufassalan. largehearted (s.) iyi kalpli, cömert ruhlu, halden anlayan. largeminded (s.) geniş fikirli, serbest düşünüşlü. in the large bütün şümulü ile. largerthanlife (s.) epik veya efsanevi özellikleri olan. largely (z.) ekseriyetle, ziyadesiyle; bol bol, büyük. largeness (i.) büyüklük, cesamet, genişlik. largish (s.) irice, büyücek.

largesse

(i.) bahşiş, büyük hediye, ihsan; cömertlik.

larghetto

(s.), (z.), (i.), (müz.) largodan çabuk ve hafif; (z.) larghetto; (i.) ağır çalınan parça.

largo

(z.), (i.), (müz.) largo, ağır ağır; (i.) ağır ağır çalınan parça.

lariat

(i.) at ve sığır tutmak için boyunlarına atılan ucu ilmekli ip, kement; at bağlama ipi.

lark

(f.), (i.) cümbüş yapmak, eğlenmek; takılmak, şaka etmek; (i.) şaka, eğlence, eğlenti, cümbüş.

lark

(i.) tarlakuşu. crested lark tepeli toygar, (zool.) Galerida cristata. rise with the lark çok erken kalkmak, sabahın köründe uyanmak.

larkspur

(i.) hezaren çiçeği, (bot.) Delphinium.

larrup

(f.) dövmek, dayak atmak, sopa çekmek.

larva

(i.) (çoğ. vae) (zool.) tırtıl, kurtçuk, sürfe. larval (s.) tırtıla ait.

laryngeal

(s.) gırtlağa ait, hançerevi.

laryngitis

(i.), (tıb.) gırtlak iltihabı, larenjit.

laryngology

(i.) tıbbın boğaz ve boğaz hastalıkları bölümü, larengoloji.

laryngoscope

(i.) boğaz muayenesine mahsus aynalı alet.

laryngotomy

(i.), (tıb.) boğaz yarma ameliyatı; gırtlağa nefes deliği açma ameliyatı.

larynx

(i.) (çoğ. es veya laryn.ges) (anat.) gırtlak, hançere, boğaz.

lascar

(i.) Hintli gemici; Hintli.

lascivious

(s.) şehvetli; şehvete düşkün; şehvet uyandırıcı. lasciviously (z.) şehvetle. lasciviousness (i.) şehvet.

lase

(f.) leyzer gibi dalga yaymak; leyzer dalgası altında tutmak.

laser

(i.), (fiz.) leyzer, ışık dalgalannı kuvvetlendiren veya üretebilen bir çeşit meyzer.

lash

(i.) kamçı darbesi; kamçı ucu; küçük gören ve alaylı söz; vuruş, vurma, çarpma; kirpik.

lash

(f.) bağlamak. lash down bağlayıp muhafaza etmek. lash together iple birbirine bağlamak.

lash

(f.) kamçı ile vurmak, dövmek, kamçılamak; kınamak, ayıplamak; azarlamak; galeyana getirmek; hicvetmek; vurmak, şiddetle çarpmak (dalga); söz veya yazıyla saldırmak, çatmak; vurmak, çarpmak. lash out at sert ve ani çıkış yapmak. lash oneself into a fury çok öfkelenmek.

lash, lash

(i.) şileple yüklü mavnaları taşıma sistemi.

lashing

(i.) ip, halat; iple bağlama.

lashing

(i.) kamçılama; azarlama.

lass

(i.) kız, genç kadın, nişanlı kız, sevgili. lassie (i.) kızcağız, küçük kız.

lassitude

(i.) dermansızlık, halsizlik, bitkinlik, yorgunluk.

lasso

(i.), (f.) yabani atları yakalamaya mahsus ucu ilmekli ip, kement; (f.) böyle kementle tutmak.

last

(s.), (z.), (i.) son, en sonraki, en gerideki, sonuncu; geçen, evvelki; sabık; son derece, gayet; (z.) en sonra, son olarak, nihayet; (i.) son, en nihayet. last but not least son fakat aynı derecede ehemmiyetli. last ditch son çare, son mudafaa. Last Judgement kıyamet, kıyamet günü. last mentioned en son olarak söylenen. last night dün gece. last offices cenaze duaları. last quarter dolunaydan sonra yedinci gece. last rites cenaze töreni; ölüm döşeğinde yatanların başucunda yapılan ayin. last sleep ölüm, son uyku. last straw son had, dayanılmaz derece. Last Supper Hazreti İsa'nın şakirtleriyle yediği son yemek. last word son söz; son moda; en mükemmel şey. at last nihayet, sonunda. at long last en nihayet. breathe one's last son nefesini vermek, ölmek. the last day mahşer günü, kıyamet günü .the last two son ve sondan evvelki. the last word on the matter mesele hakkında son ve kesin söz. to the last nihayete kadar . When did you see him last ? Son defa onu ne zaman gördünuz? lastly (z.) nihayet, son olarak.

last

(f.) sürmek, baki olmak, devam etmek, dayanmak, bozulmamak, bitmemek, tükenmemek; yetmek.

last

(i.) eskiden ticarette kullanılan tartı veya ölçü, yaklaşık iki ton.

last

(i.) kundura kalıbı. stick to one's last işi olmayan şeye karışmamak, kendi işiyle uğraşmak, çizmeden yukarı çıkmamak.

lasting

(i.), (s.) dayanma, beka, bozulmayış, sürme; kadın iskarpini için dayanıklı yunlü kumaş; (s.) devam eden, dayanıklı, devamlı olan. lastingly (z.) devamlı surette, daimi olarak. lastingness (i.) devamlılık.

lat.

(kıs.) latitude.

latakia

(i.) Suriye'de Lâzkiye limanı.

latch

(i.), (f.) kapı mandalı; (f.) mandallamak veya mandallanmak. latchkey (i.) kapı mandalını açacak anahtar; kapı anahtarı. latch key child anne ve babası çalışan çocuk. on the latch yalnız mandalla kapanmış. spring latch zemberekli mandal. latch on to ABD, argo elde etmek.

latchstring

(i.) kapı mandalını açan ip. The latchstring is always out. Kapımız daima açıktır. İstediğiniz zaman buyurun.

late

(z.) geç, muayyen zamandan sonra; son zamanlarda. late in the day günün nihayetine doğru; geç kalınmış. Better late then never. Hiç olmamaktansa varsın geç olsun. early and late erken veya geç demez, vakti saati yok. sooner or later ergeç, erken veya geç. too late fazla geç. very late çok geç.

late

(s.) geç; gecikmiş, geri kalmış; sabık, geçmiş: son zamanlarda, geçenlerde; merhum, müteveffa. late for dinner yemeğe geç kalmış. late Latin ortaçağa ait Latince. at the latest en geç. of late son zamanlarda, yakın zamanlarda. lately (z.) yakın zamanlarda, bugünlerde, yakınlarda. lateness (i.) geç olma, gecikme.

latecomer

(i.) geç gelen veya geç kalan kimse.

lateen

(s.) latin yelkeni sistemine ait. lateen sail latin yelkeni, üç köşeli yelken. lateen yard latin yelken sereni.

latent

(s.) gelişmemiş, gözükmeyen, belirti göstermeyen. latent heat (bak.) heat. latent period mikropların kuluçka devresi. latency (i.) kuvveden fiil haline geçmemiş olma. latently (z.) gözükmeden.

lateral

(s.), (i.) yana ait; yanal, yanda bulunan; yandan gelen; yana doğru; (i.) yandan biten dal; yana uzanan elektrik teli. lateral thinking etraflıca düşünme. later ally (z.) yandan, yana doğru.

lateran

(i.), (s.) Roma'da Lateran katedrali; bu katedrale bitişik ve içinde eski eserler müzesi bulunan saray; (s.) bu semte ait veya bağlı.

laterite

(i.) bir cins kırmızı kil; bu kilden meydana gelen verimsiz toprak.

latex

(i.) bazı bitkilerin sütlü özsuyu; kauçuğun hammaddesi.

lath

(i.), (f.) sıva tirizi, bağdadi çıta; (f.) tiriz koymak. lath and plaster bağdadi kaplama. as thin as a lath değnek gibi, çöp gibi.

lathe

(i.), (f.) torna tezgâhı; çömlekçi çarkı; (f.) torna tezgâhında biçim vermek. lathe bed torna gövdesi.

lather

(i.), (f.) sabun köpüğü; atın köpüklü teri; (f.) sabun gibi köpürtmek, sabunlamak: köpürmek, köpük meydana getirmek. in a lather (k.dili) heyecanlı. lathery (s.) köpüklü.

latifundium

(i.) büyük arazi.

latin

(s.), (i.) Latin, Latince; eski Roma'ya ait; Katolik kilisesine ait; (i.) Latince; Latin edebiyatı; eski Romalı kimse; Katolik kilisesine mensup kimse. Latin America İspanyolca ve Portekizce konuşulan Amerikan memleketleri. Latinist (i.) Latin dili âlimi.

latin quarter

Paris'te talebe ve ressamların oturdukları semt.

latish

(s.) geççe, biraz geç.

latitude

(i.) arz derecesi; genişlik; bolluk, şümul; serbestlik, tolerans, musamaha; (astr.), (coğr.) enlem; mıntıka; (foto.) filmin toleransı. high latitudes kutuplara yakın yerler. latitu'dinal (s.) arz cihetiyle, enine olan.

latitudinarian

(s.), (i.) özellikle dinde geniş düşünüşlü, mutaassıp olmayan (kimse).

latrine

(i.) özellikle asker karargah veya kamplarında helâ.

latten

(i.) ince pirinç veya pirince benzer levha; galvanizli saç.

latter

(s.) ikisinden sonuncusu, son söylenilen; zikronulan iki şeyin sonra geleni, ikincisi; son. latterday (s.) çağa uygun, modern, şimdiki zamana uygun. Latter day Saints Ahir Zaman Azizleri (Mormon lann resmi ismi). latter end son; ölüm. latterly (z.) bu yakınlarda, son zamanlarda.

lattice

(i.), (f.) pencere kafesi, kafes; üzerinde kafes şekli bulunan arma; (f.) kafes yapmak, kafes şekline koymak; kafesle çevirmek. latticework (i.) kafes işi.

latvia

(i.) Letonya Cumhuriyeti.

laud

(i.), (f.) methiye, övme; (f.) methetmek, övmek, sena etmek, yüceltmek.

laudable

(s.) övgüye değer, takdire lâyık, beğenilen. laudabil'ity, laudableness (i.) takdire lâyık olma. laudably (z.) takdire lâyık olarak.

laudanum

(i.), ecza afyon tentürü.

laudation

(i.) övme, sitayiş, sena.

laudative, laudatory

(s.) övücü.

laugh

(f.) (i.) gülmek; sevinmek, eğlenmek; gülerek ifade etmek; (i.) gülme, gü1üş, hande; kahkaha. laugh at (birine) gülmek. laugh away gülüşle meseleyi kapatmak, gülerek geçiştirmek. laugh down gülerek susturmak. laugh line göz kenarındaki buruşukluk. laugh off gülerek geçiştirmek. laugh on the other side of the mouth güldükten sonra pişman olmak. laugh track gülme sesleri dolu teyp bandı veya plak. laugh up one's sleeve içinden gülmek, bıyık altından gülmek. have the last laugh işin sonunda kazanmış olmak.

laughable

(s.) gülünç, gülünecek, gülünür; tuhaf, acayip. laughably (z.) gülünecek kadar.

laughing

(s.), (i.) gülen, güldüren; gülme, gü1üş. laughing gas güldürücü gaz, (tıb.) azot monoksit gazı (anestezi için kullanılır). laughing hyena benekli sırtlan. laughing jackass (bak.) jackass laughing stock gülünecek kişi. no laughing matter şakaya gelmez durum, gülünmeyecek şey. laughingly (z.) gülerek.

laughter

(i.) gü1üş, gülme, hande; gülünecek şey.

launch

(f.), (i.) kızaktan suya indirmek (gemi); roket fırlatmak; başlatmak (yeni iş); mızrak gibi atmak; (i.) gemiyi kızaktan suya indirme; roketi fezaya fırlatma; (den.) işkampaviye; harp gemisinin en büyük sandalı. launch forth, launch out işe başlamak, işe atılmak. motor launch motorlu sandal, motorbot. steam launch buharla işleyen sandal, çatana, istimbot.

launcher

(i.) mancınık, katapult, fırlatıcı, atıcı.

launching

(i.) suya indirme; hareket ettirme. launching pad roketin hareket sahası; yeni bir teşebbüse atılmak için seçilen yer veya vesile.

launder

(f.) yıkayıp ütülemek (çamaşır). laundress (i.) çamaşırcı kadın. laundry (i.) çamaşırhane; çamaşır yıkama; kirli çamaşır. laundry list çamaşır listesi; uzun ve etraflı liste. laundryman (i.) umumi çamaşırhanede çalışan adam .

laundromat

(i.) otomatik tertibatlı umumi çamaşırhane.

laureate

(s.) (i.) başarılarından ötürü şeref payesi vermek için seçilen; defne dallarından çelenk giymiş; çelenk giymeye layık, mümtaz; defneden yapılmış; (i.) mümtaz şair; İngiltere'de kral veya kraliçe tarafından verilen baş şairlik payesine erişmiş kimse. laureateship (i.) baş şairlik payesi.

laurel

(i.), (f.) (ed, ing veya led ling) defne ağacı, (bot.) Laurus nobilis; defne dalından çelenk; (çoğ.) şeref, şan, şöhret; (f.) defne dalı ile süslemek. bay laurel defne ağacı. cherry laurel taflan ağacı, karayemiş ağacı, (bot.) Prunus laurocerasus mountain laurel kalmi ağacı, (bot.) Kalmia latifolia. Portugal laurel frenk taflanı, (bot.) Cerasus lusitanica. spurge laurel kulapa, (bot.) Daphne laureola. look to one's laurels şöhretini korumaya gayret etmek. rest on one's laurels kazanılan şöhretle kanaat etmek.

laurentian

(s.), (jeol.) ismini St. Lawrence nehrinin kuzeyinde bulunan pek eski kaya tabakalarından alan kaya çeşidine ait.

laurustine

(i.) hanımeline benzer bir bitki, (bot.) Viburnum tinus.

lausanne

(i.) İsviçre'de Lozan şehri.

lava

(i.) lav, püskürtü.

lavage

(i.), (tıb) şırınga ile temizleme, lavaj; mideyi yıkama.

lavation

(i.) yıkama.

lavatory

(i.) umumi hela; lavabo.

lave

(f.), şiir yıkamak, yıkanmak; yanından akıp geçmek (nehir).

lavender

(i.), (s.), (f.) lavanta çiçeği; bu bitkiden alınan lavanta; güzel koku; eflatun rengi; (s.) lavanta çiçeği renginde; f arasına lavanta çiçeği koymak, lavanta serpmek. lavender oil lavantadan çıkarılan yağ. lavender water lavanta suyu. French lavender karabaş, (bot.) Lavendula stoechas.

laver

(i.), (bot.) Porphyra türünden yenebilen bir çeşit mor renkli deniz bitkisi.

laver

(i.) büyük el leğeni.

lavish

(s.), (f.) müsrif, savurgan; mebzul, bol, pek çok; (f.) israf etmek, bol bol harcamak. lavish gifts on one birine bol bol hediye vermek, hediyelere gark etmek. lavishness (i.) müsriflik, savurganlık, ifrat.

law

(i.) kanun, yasa, nizam, kaide, kural, düstur; adalet; hukuk; tabiat kanunu; usul, töre, âdet. the law hâkim veya avukatlar sınıfı; polis law and order küçük suçlara karsı şiddet; sokaklarda emniyet. law court mahkeme. law merchant ticaret kanunu. law of nations devletler hukuku. law school hukuk fakültesi. law term hukuk deyimi veya dili; adliye mahkemelerinin toplanma zamanı. administrative law idare hukuku. canon law şeriat; kilisenin koyduğu yasaklar. civil law medeni hukuk. commercial law ticaret hukuku. common law örf ve âdet hukuku. international law milletlerarası hukuk, devletler hukuku. martial law örfi idare, sıkıyönetim. go to law mahkemeye müracaat etmek, dava etmek. lay down the law diktatörlük etmek. take the law into one's own hands hakkını kendi eli ile almak, intikamını almak.

lawabiding

(s.) kanuna itaat eden.

lawbook

(i.) kanunname, kanun dergisi.

lawbreaker

(i.) kanuna aykırı hareket eden kimse.

lawful

(s.) caiz, kanuna uygun, kanuni, meşru. lawfully (z.) kanuna uygun bir şekilde, kanuna göre, kanun gereğince. law fulness (i.) kanuna uygunluk.

lawgiver

(i.) kanun yapan kimse, kanun yapıcısı.

lawless

(s.) kanuna aykırı, kanun tanımaz, nizamsız, kanunsuz; serkeş. lawlessly (z.) kanun tanımayarak, serkeşçe. lawlessness (i.) kanunsuzluk, kanun tanımazlık.

lawmaker

(i.) meclis üyesi.

lawn

(i.) ince keten bezi; ince keten veya pamuklu kumaş; ince elek.

lawn

(i.) çimenlik meydan, çayır, çimen, çim tarhı. lawn mower çimen biçme makinası. lawn party çimenlik yerde yapılan eğlence veya ziyafet. lawn sprinkler çimen sulama aygıtı. lawn tennis açık havada oynanan tenis.

lawrencium

(i.) lavrensiyum.

lawsuit

(i.) dava.

lawyer

(i.) avukat, dava vekili.

lax

(s.) gevşek, sıkı olmayan; ihmalci, kayıtsız: kesinlikten uzak; zayıf: kaygısız; hafif ishale tutulmuş: seyrek dokunmuş; (bot.) seyrek yapraklı veya çiçekli. laxity, laxness (i.) gevşeklik. laxly (z.) gevşek bir şekilde.

laxation

(i.) gevşeklik; gevşeme; (tıb.) boşalma (bağırsaklar).

laxative

muishil, yumuşaklık veren, ishal edici (ilaç).

lay

(i.) duruş, yatış, mevki; kazanç üstünden hisse; argo yol, meslek; bir halatın bükümü veya büküm tarzı. lay days (den.) yükleme ve boşaltma süresi. lay of the land etrafın hal ve şekli; durum, vaziyet.

lay

(i.) şiir, şarkı gazel; nağme, ezgi.

lay

(f.) (laid) yatırmak, sermek; yatıştırmak; teskin etmek; koymak; vaz'etmek; yumurtlamak; üstüne koymak, koymak (vergi), yüklemek: isnat etmek, hamletmek; yerine koymak, dizmek; yaymak; belirli bir vaziyete koymak; önüne koymak, takdim etmek; kurmak (sofra); (den.) (herhangi bir yöne) gitmek. lay about one sağına soluna vurmak, saldırmak. lay aside bir yana koymak; terketmek, vaz geçmek; biriktirmek. lay at one,s door hamletmek, isnat etmek. lay away bir yana koymak; ayırmak, saklamak. lay bare açmak, açıkça ortaya koymak. lay by yığmak, bir tarafa koymak, biriktirmek. lay down ilerisi için saklamak; feda etmek; vaz geçmek, feragat etmek; emretmek; bahis tutmak, bahse girmek. lay down one's arms silâhlarını bırakmak, teslim olmak. lay for plan tertip etmek, tuzak kurmak, gizlice yolunu beklemek, pusu kurmak. lay great store on çok kıymet vermek. lay hands on tutmak, yakalamak; hücum edip zor kullanmak. lay hold of ele geçirmek; yakasına yapışmak. lay in çokça tedarik etmek, ambara yığmak, biriktirmek. lay into argo dövmek, dayak atmak; azarlamak. lay it on mübalâğalı hareket etmek, kompliman yapmak, veriştirmek. lay low yatağa düşürmek; ABD, argo gizlenmek. lay off işten çıkarmak; (den.) kıyıdan veya başka gemiden uzaklaşmak; açılmak; argo alay etmekten vazgeçmek. lay on üzerine atılmak, yüklenmek, saldırmak; üstüne sürmek; kaplamak. lay on the table teşhir etmek, reye koymamak. lay oneself out birçok tedariklerde bulunmak. lay open açmak, izah etmek; kesip içini açmak. lay out sermek; teşhir etmek, sergilemek; ölüyü gömülmeye hazırlamak; sarfetmek, harcamak; planını tertip etmek; plana göre tanzim etmek; tasarlamak, niyet etmek. lay over sonraya bırakmak; kaplamak. lay siege to kuşatmak, muhasara etmek. lay to atfetmek yüklemek; (den.) gemiyi faça edip durdurmak. lay to rest gömmek; örtbas etmek. lay up biriktirmek, toplamak, saklamak. lay waste tahrip etmek, yakıp yıkmak.

lay

(s.) belirli meslekten olmayan, işin ehli olmayan; layik; papazdan başka bütün halktan olan veya halka ait. lay reader (kil.) papaz olmayıp ayinlerde bazı parçaları okuma yetkisi olan adam.

layer

(i.) kat, tabaka; daldırma. a good layer bol yumurta yumurtlayan tavuk. layer cake arası kremalı kat kat pasta.

layette

(i.) yeni doğmuş çocuğun çamaşırları ile elbiseleri.

layman

(i.) meslek sahibi olmayan kimse, bir meslek veya ilmin yabancısı; rahip sınıfından olmayan kimse .

layoff

(i.) işçilerin geçici olarak işten çıkartılması, mecburi işsizlik.

layout

(i.) plan, tertip; takım; (matb.) mizanpaj; argo ziyafet.

layover

(i.) bir yerde duraklama, konaklama.

lazaretto

(i.) cüzam veya veba gibi bulaşıcı hastalıkların tedavi edildiği hastane; karantina yeri; (den.) kıç taraftaki erzak ambarı.

laze

(f.) tembelce vakit geçirmek, tembelleşmek.

lazulite

(i.) gök mavisi renginde bir taş, lâcivert taşı.

lazy

(s.) tembel, aylak, uyuşuk, gevşek, ağır. lazybones (i.) tembel adam. lazy eyes göz donukluğu hastalığı. lazy Susan döner tepsi. lazy tongs uzaktaki şeyleri toplamaya yarayan makas şeklinde maşa. lazily (z.) tembelce. laziness (i.) tembellik, uyuşukluk.

lb.

(kıs.) pound.

lc

(kıs.) loco citato, lower case.

lea

(i.), şiir çayırlık, mera, otlak yeri.

lea

(i.) 120 ile 130 yarda arasında değişen iplik ölçüsü.

leach

(f.), (i.) bir sıvıyı bir şeyden süzmek veya filtreden geçirmek; (i.) filtre etme; filtre mahsulü; filtre.

lead

(i.), (f.) kurşun; (matb.) satırlar arasını açmak için kullanılan ince kurşun cetvel, anterlin; iskandil; kalem kurşunu, grafit; saçma; (f.) kurşunla doldurmak veya kaplamak; (matb.) satır aralarını anterlin ile açmak; çanak çömleği kurşun sır ile kaplamak; pencere camlarını kurşunla tutturmak; kurşunla tıkamak (tüfek); iskandil etmek. lead acetate kurşun asetat. lead color kurşun rengi, kurşuni. leadfree (s.) kurşunsuz (benzin). lead line (den.) iskandil savlosu. lead pencil kurşunkalem. lead poisoning kurşun zehirlenmesi. lead sulphide (kim.) kurşun sülfürü. black lead kalem kurşunu. heave the lead iskandil etmek. red lead sülüğen tozu. white lead üstübeç.

lead

(f.) (led) yol göstermek, rehberlik etmek, götürmek, yedeğinde götürmek; elinden tutup götürmek; idare etmek, başkanlık etmek; başına geçip yol göstermek; başında olmak; tesir etmek, cezbetmek, çekmek; başlatmak; başlamak; gitmek, varmak; başta gelmek; netice vermek. lead a happy life mesut bir hayat sürmek. lead aside bir yana çekmek. lead astray yoldan çıkarmak; bozmak, baştan çıkarmak, ayartmak. lead away alıp götürmek, uzağa götürmek. lead by the nose burnuna kancayı takmak; bir kimseyi istediği şekilde idare etmek. lead in prayer başkalarının düşüncelerini dua sözleri ile belirtmek, bir heyet huzurunda yüksek sesle dua etmek. lead off başlamak, başa geçmek. lead on götürmek, teşvik etmek. lead one a dance kişisel çıkarı için zorluk çıkarmak. lead out dışarı çıkarmak. lead the way rehberlik etmek. lead up to götürmek; bir bahse yol açmak; sonuçlanmak.

lead

(i.) rehberlik, kılavuzluk, önde bulunma; önde gelme, ileride bulunma; oyunda başlama hakkı; buzlu sularda gemi için açık yol; kaya çatlakları içinde toplanmış maden cevheri; tiyatroda baş rol veya bu rolü oynayan kimse; (elek.) bağlama teli; (müz.) grupla söylenen şarkıda baş ses; makalenin ilk cümleleri; briç oyununda ilk konan kağıt veya ilk oynayacak olan kimse. have a big lead çok önde olmak, uzun mesafe almış olmak. follow the lead of one birinin ardından gitmek. take the lead başa geçmek; rehber olmak.

leaden

(s.) kurşundan, kurşun; kurşun renginde, kurşuni; ağır kurşun gibi; ağırlık veren; kasvetli.

leader

(i.) rehber, kılavuz; önder, lider, baş, reis; bando veya koro şefi; orkestrada birinci keman, solo kemancı; en öne koşulmuş at; (İng.) gazetede başmakale; (çoğ.), (matb.) gözü belirli bir yere çekmek için konulan bir sıra nokta. leadership (i.) öncülük, önderlik, liderlik.

leadin

(i.), radyo anten iniş teli.

leading

(i.), (s.) yol gösterme, rehberlik; ima; (s.) önde olan, yol gösteren, rehber olan. leading article (İng.) başmakale. leading lady piyeste başrolü oynayan kadın. leading man başrolü oynayan erkek. leading question belirli bir cevabı gerektiren soru.

leading

(i.) kurşun ile kaplama veya bölme; kurşun çerçeve (pencere için); (matb.) satır aralarının anterlini.

leadswinging

(i.), (İng.), argo bir iş yapmaz olma, slang havyar kesme.

leadwort

(i.) dişotu, (bot.) Plumbago europaea.

leaf

(i.) (çoğ. leaves) (f.) yaprak, varak; tütün veya çay yaprağı; ince madeni varak; açılıp kapanan masanın eğreti tahtası; (f.) yaprak vermek, yapraklanmak. leaf blight yapraklara arız olan hastalık. leaf bud yaprak tomurcuğu. leaf mold yaprak gübresi, yaprak çürüğü. leaf spring (oto.) yaprak yay. leaf stalk yaprak sapı. in leaf yapraklanmış. take a leaf out of a person's book birini taklit etmek. turn over a new leaf hayatını daha iyi bir yola koymak, yeniden başlamak. leaf through kitaba göz gezdirmek. leafiness (i.) çok yapraklı olma. leafy (s.) yaprağı çok, yapraklı.

leafage

(i.) yapraklar, yeşillik.

leaflet

(i.) ufak risale, dört sayfalık risale; (bot.) bileşik yaprağın bir kısmı; ufakyaprak, yaprakçık.

league

(i.) çeşitli memleketlere göre değişen yaklaşık olarak 5 kilometrelik uzaklık ölçüsü; bir saatlik yol, fersah.

league

(i.), (f.) birleşme, ittifak; özel amaçlar için meydana getirilen birlik, cemiyet; spor lig; (f.) birleştirmek, ittifak etmek. League of Nations Milletler Cemiyeti. be in league with müttefiki olmak. Hanseatic League ortaçağlarda Almanya'da birtakım şehirler arasında yapılan ticari birleşme.

leak

(i.), (f.) su sızdıran delik veya yara; sızıntı; usulsüzce para harcama; sırrın dışarıya sızması; (elek.) cereyanda sızıntı veya sızıntının yeri; (f.) sızmak; (gen.) out ile dışarı sızmak, ifşa olunmak (sır). leakage (i.) sızıntı, süzülme firesi, sızma. leaky (s.) sızıntılı.

lean

(f.) (ed veya leant) (i.), (gen.) on veya against ile dayanmak; eğri durmak, yana yatmak, eğilmek; meyletmek, temayül etmek; istinat etmek, güvenmek; dayamak, yana yatırmak; temayül ettirmek, meylettirmek; (i.), eğilme, dayanma; meyil. lean over back ward tarafsızlığını muhafaza etmek için kendi hakkını bile almamak. Leaning Tower of Pisa Piza Kulesi.

lean

(s.), (i.) zayıf, nahif; yağsız, etsiz; mahsulsüz, kıraç; (i.) yağsız et. leanness (i.) zayıflık, yağsızlık.

leaning

(i.) temayül, eğilim, meyil, arzu.

leant

(bak.) lean.

leanto

(i.) bir binanın duvarına dayayarak yapılmış damı meyilli kulübe.

leap

(f.) (ed veya leapt) sıçramak, atlamak, fırlamak, atılmak, hoplamak; üstünden atlamak, atlayıp öte tarafa geçmek; sıçratmak, fırlatmak.

leap

(i.) atlama, sıçrayış, fırlayış; atlanılan yer; atlanılan mesafe. leapfrog (i.) birdirbir oyunu. leap year artık yıl dört yılda bir gelen 366 günlük sene. leap in the dark tehlikeli teşebbüs, sonu belirsiz iş. by leaps and bounds çok süratli, büyük hızla.

leapt

(bak.) leap.

learn

(f.) (ed veya learnt) öğrenmek; işitmek; haber almak. learn by heart ezberden öğrenmek, ezberlemek. learn by rote tekrarlaya tekrarlaya ezberlemek.

learned

(s.) alim, çok okumuş, bilgili, malumatlı, bilgisi geniş. learnedly (z.) derin bilgi ile, âlimane. learnedness (i.) bilginlik, bilgi.

learning

(i.) ilim, bilgi, malumat; irfan; öğrenme, ilim kazanma.

learnt

(bak.) learn.

lease

(i.), (f.) kira kontratı; icar, kiralama; (f.) kontrat ile kiralamak. leasehold (i.), (s.) kontratla kiralanmış mal; (s.) kiralanmış. lease holder (i.) kiracı. a new lease on life hastalık veya üzüntüden sonra yeniden hayata başlama.

leash

(i.), (f.) tasma kayışı, yular; avcılıkta aynı cins üç hayvandan ibaret takım; (f.) iple bağlamak. hold in leash yularını elden bırakmamak.

least

(s.), (z.), (i.) en ufak, en küçük, en az, en cüzi, asgari; (z.) zerre kadar, en az derecede; (i.) en az derece; en az miktar; en önemsiz kimse veya şey. least common denomi nator en küçük ortak payda; ortalama seviye. least common multiple en küçük ortak kat. at least hiç olmazsa; en azından. et the very least en aşağı, en az. not give the least sign en küçük bir işaret vermemek. line of least resistance en kolay yol. not in the least hiç, zerre kadar değil. to say the least en azından, hiç olmazsa. leastways, leastwise (z.), (leh.) en az, hiç olmazsa.

leather

(i.), (f.) kösele, tabaklanmış deri, meşin; deriden yapılmış şey; (f.) kösele ile kaplamak; argo kamçı veya kayışla dövmek. leatherback (i.) yumuşak kabuklu iri bir deniz kaplumbağası. leatherette (i.) cilt bezi, pantozot. leatherhead (i.), argo mankafa veya aptal kimse. leathern (s.) deriden yapılmış. leatherneck (i.), argo bahriye askeri. leatherwood (i.) Amerika'ya mahsus beyaz ve yumuşak odunu ile sert lifli kabuğu olan bir ağaç, (bot.) Dirca palustris. cowhide leather kösele. morocco leather sahtiyan. Russian leather Rusya'da yapılan su geçmez ve dayanıklı kösele. sole leather tabanlık kösele, (gön.) leathery (s.) kayış gibi, sert.

leave

f., gen. out ile yaprak sürmek, yapraklanmak.

leave

f. (Ieft) bırakmak, terketmek; kalkmak; bir yerde bırakmak; vasiyet etmek, miras olarak blrakmak; vaz geçmek; havale etmek, tevdi etmek; yanından çıkmak, hizmetinden ayrılmak; haline bırakmak, kendi haline bırakmak, karışmamak, yalnız bırak mak; h.dili müsaade etmek. leave in the lurch müşkül mevkide bırakmak. Leave it alone. Elleme. Bırak. leave off giymemek; takmamak; vaz geçmek, bırakmak. leave out atlamak, hariç bırakmak. leave over tehir etmek, ertelemek. Leave the house! Defol ! Two from ten leaves eight. Ondan iki çıkarsa sekiz kalır. The train leaves at four o'clock Tren saat dörtte kalkar.

leave

(i.) izin, ruhsat, müsaade, mezuniyet: izin müddeti; veda, ayrılma. leave of absence izin, mezuniyet. leavetaking (i.) ayrılma, veda. by your leave müsaadenizle. on leave izinli. take French leave izinsiz savuşmak, özellikle borcunu vermeden sıvışmak. take leave ayrılmak, veda etmek. take leave of one's senses delirmek.

leaved

s. yapraklı four-leaved clover uğurlu sayılan dört yapraklı yonca.

leaven

i., f. maya, hamur; maya gibi işleyen tesir; f. mayalandırmak, maya ile kabartmak; maya gibi tesir etmek; bozmak. leaven the lump bütün hamuru mayalamak; hepsine tesir etmek.

leavings

i., çoğ. artıklar.

lebanon

i. Lübnan Cumhuriyeti; Lübnan dağları. Lebanese i., s. Lübnanlı.

lech

f., i. şehvetli olmak; i. sekse düşkün adam; şehvet.

lecher

i. aşın derecede sekse düşkün adam,zampara,sefih adam. lecherous s. şehvete düşkün, nefsine tabi, zampara. lecherously z. nefsine uyarak, zamparaca. lecherousness, lechery i. zamparalık, şehvet düşkünlüğü.

lectern

i. kilise kürsüsü; toplantıda konuşmacının önündeki kürsü.

lectionary

i. bazı kiliselerde ayinlerde okunmak üzere ayrılmış parçaları kapsayan kitap.

lecture

i., f. konferans, belirli bir konu üzerine konuşma; umumi ders; tekdir, paylama, azarlama; f. konferans vermek; ders vermek: tekdir etmek azarlamak. lecturer i. konferans veren kimse; okutman. lecture ship i. okutmanlık.

led

f., bak. lead led horse yedek at, yedekte götürülen at.

ledge

i. raf gibi düz çıkıntı; çıkıntılı kaya tabakası.

ledger

i. ana hesap defteri, hesap defterinin en büyüğü, defteri kebir; mezarın kapak taşı. ledger bait bir yere bağlanan olta yemi. ledger line müz. yardımcı çizgi; kurşunu suyun dibine oturan olta sicimi.

lee

i., s. muhafazalı taraf; rüzgardan korunacak yer; den. rüzgar altı, boca; s. rüzgar altı tarafına ait. lee anchor rüzgar altı tarafına atılan demir. lee shore rüzgar altındaki kıyı. lee tide rüzgârla beraber mey- dana gelen kabarma. under the lee of the shore kıyının rüzgârı altında.

leech

i.,den. dört köşe yelkenin gradin yakası veya astarı.

leech

i. sülük, zool. Hirudo medicinalis; eski doktor, hekim; tıb. hacamat, şişe veya boynuzla kan alma; çanak yalayıcı kimse, anaforcu kimse, dalkavuk. stick like a leech sülük gibi yapışmak.

leek

i. pırasa, bot. Allium porrum.

leer

f., i. yan bakmak, yan gözle bakmak; i. yan bakış; öfke veya şehvet bakışı.

leery

s., k.dili kuşkulu; açıkgöz; kurnaz; çok bilmiş.

lees

i., çoğ. tortu, posa. drink to she lees son damlasına kadar içmek.

leeward

s., z., i., den. rüzgâr altı tarafına ait veya buna doğru; i. rüzgar altı tarafı veya yönü.

leeway

i. rahatça kımıldanacak yer, bol yer; den. geminin yolundan rüzgar altına düşmesi. have leeway faaliyet sahası olmak.

left

s., i. sol, solda, sola ait; i. sol taraf; sol kanat. be in left field yedeğe alınmak. left hand sol taraf. left wing pol sol kanat.

left

bak. leave: s. kalan.

lefthanded

s. solak; sağdan sola; acemice, acemi; salak; sinsi, entrikacı; ikiyuzlü; asil olmayan bir kadınla evlenmiş bir prensin evliliğine ait.lefthanded com- pliment acemice veya samimi olmayan iltifat. lefthandedness i. solak olma; gizli anlamı olma.

leftist

i., pol. solcu, sol tarafı destekleyen kimse.

leftover

i., s. artan yemek; s. artan, artık.

lefty

i., k.dili solcu veya solak kimse.

leg

i., s. bacak; bacak vazifesi gören şey; ayak, mobilya ayağı; pergel ayağı; den. geminin bir rota üzerinde seyrettiği yol; pantolon bacağı; briç veya spor karşılaşmalarında kazanılan ilk oyun. leg of mutton koyun budu. legofmutton sail üç köşeli bir yelken. give no leg to stand on tutunacak bir dal bırakmamak. keep one's legs ayakta durmak, düşmemek. on one's last legs ölüm halinde, ölmek üzere; çok bitkin halde. pull one's leg birini aldatmak, birine takılmak. shake a leg acele etmek. stretch one's legs yürüme egzersizi yapmak, gezmeye gitmek.

leg

f. (-ged, -ging) gen. it ile, k.dili yürümek, koşmak.

leg

kıs. legal, legato, legislature.

legal

s. meşru, kanuni, kanuna uygun, kanuna göre, kanuna dayanan; hukuki; avukatlık mesleğine ait. legal cap avukatların kullandıkları uzun ve beyaz yazı kâğıdı. legal error adli hata. legal history hukuk tarihi. legal holidayA.B.D resmi tatil günü. legal science hukuk ilmi. legal separation evli bir çiftin ayrı yaşaması. legal tender bir borcun ödenmesi için alacaklının almaya mecbur olduğu para. legally z. kanunen, hukuken.

legalism

i. kanunlara aşırı riayet, kanunlan sayma; dinin ruhundan ziyade şeriat kaidelerine aşırı riayet. legalist i. kanunlara aşırı derecede riayet eden kimse. legalis'tic s. kanuna tıpatıp riayet eden.

legality

i. kanunşinaslık, kanuna uygunluk, kanunilik, meşruiyet.

legalize

f. meşru kılmak, kanuniyet vermek, kanuna uygun kılmak. legaliza'tion i. tasdik, kanuni kılma.

legate

i. elçi, sefir; Papa elçisi. legateship i. elçilik, sefirlik.

legatee

i. kendisine vasiyet edilen kimse.

legation

i. temsilcilik, mümessillik; elçilik heyeti (ikinci derecede); mümessillik dairesi (ikinci derecede).

legato

s., müz. bağlı, legato (bir müzik parçasındaki notaların ara vermeden birbirine bağlanarak okunması gerektiğini anlatan deyim).

legend

i. masal, hikaye, menkıbe; azizlerin hayatına dair hikaye; sikke veya harita ve resim üzerindeki yazı. legendary s. masal türünden, rivayet kabilinden.

legendry

i. edebiyatta masal türü.

legerdemain

i. el çabukluğu, el marifeti, gözbağcılık, hokkabazlık.

legged

sonek ayaklı, bacaklı: bandy-legged paytak; long-legged uzun bacaklı; one-legged tek bacaklı.

legging

i., gen. çoğ. tozluk, getr.

leggy

s. uzun bacaklı.

leghorn

i. bir çeşit tavuk, legorn.

legible

s. okunur, açık, sökülür, okunaklı. legibil'ity, leg'ibleness i. okunaklılık, açıklık. legibly z. okunaklı olarak.

legion

i. 4200'den 6000'e kadar erden meydana gelen eski Roma tümeni, alay, fırka; ordu; kalabalık. legion of angels melekler alayı. Legion of Honor Birinci Napolyon devrinde verilmeye başlanan şeref nişanı. foreign legion özellikle Fransız ordusunda yabancılardan meydana gelen gönüllü alayı.

legionary

s., i. alaylardan ibaret, alaylardan meydana gelmiş; alaya mensup; i. bir alaya mensup er.

legislate

f. kanun yapmak, kanun hükmüne koymak; bir kanunu meclise tasdik ettirerek çıkarmak.

legislation

i. kanun yapma, yasama; yasa, kanunlar.

legislative

s. kanun koyan, yasamalı. legislative immunity milletvekilliği dokunulmazlığı. legislative power yasama gücü, yasama erki. legislatively z. kanun vasıtası ile.

legislator

i. kanun yapan kimse; millet meclisi üyesi.

legislature

i. kanunlan koyan millet meclisi.

legist

i. kanunşinas, hukukşinas

legitimate

f. meşru kılmak, kanuna uygun kılmak; nesebini tasdik etmek, tasdik etmek. legitima'tion i. meşru kılma.

legitimate

s. meşru, kanuna göre, kanuna uygun, kanuni; meşru olarak doğmuş; mantıki, düşünceye uygun, elverişli. legitimate child meşru çocuk. legitimate stage oyuncuların ve seyircilerin bir arada bulundukları canlı tiyatro. legitimacy, legitimateness i. kanuna uygunluk, meşruiyet, mantıklılık. legitimately z. kanuni surette, meşru olarak. legitimatize f. meşru kılmak.

legitimist

i. kanuni yetkiyi onaylayan kimse; özellikle Fransa'da Bourbon krallığı taraftarı; İspanya,da Don Carlos partisi taraftarı.

legume

i. baklagiller familyasından bitkinin tanesi veya tohumu, baklagiller familyasından bitki; baklanın dış kabuğu veya zarfı ile içinde bulunan tohum; baklamsı meyva.

leguminous

s. baklagiller familyasına ait; baklagillerden ibaret.

lei

i. Hawaii'de takılan ve çiçek ile tüylerden yapılmış kolye.

leisure

i., s. boş vakit; işsizlik, serbestlik, fırsat; s. serbest, boş. at leisure serbest, boş vakti olan; acelesiz. at one's leisure vakti olduğu zaman. leisured s. boş vakti olan, işsiz, atıl. the leisured class çalışmayan sınıf, aristokrat sınıfı.

leisurely

s., z. acelesiz iş yapan; acelesiz yapılan; z. yavaş yavaş, sükünetle, acele etmeden.leisureliness i. ace- lesiz hal, acelesizlik.

leitmotiv

, -tif i., müz. bir opera veya müzik parçasında zaman zaman tekrarlanan nağme, kılavuz motif, ana motif.

lemma

i. (Yu., çoğ. lemmata) man. yardımcı önerme; bir şiir veya yazı önsözü.

lemming

i. kuzey memleketlerine özgü bir çeşit iri kır faresi, yaban sıçanı, zool. Lemmus lemmus.

lemnianearth

eskiden ilâç olarak kullanılan sarımtırak kurşuni renkte bir çeşit toprak.

lemnos

i. Ege denizinde Limni adası.

lemon

i. limon; limon ağacı, bot. Citrus limon; argo değersiz kimse veya şey. lemon balm oğulotu, bot Melissa offi cinalis lemon drop limon şekeri. lemon peel limon kabuğu. lemon pudding limonlu puding. lemon squash İng. limonata. lemon verbena limon otu, bot. Lippia citriodora. lemon yellow limoni renk, açık sarı. sweet lemon tatlı limon, bot. Citrus pergamia. lemonade i. limonata. lemony s. limon gibi, limoni.

lemur

i. Madagaskar'da bulunan ve maymuna benzer bir hayvan.

lend

f. (lent) ödünç vermek, eğreti olarak vermek; vermek, faizle vermek. lend a hand yardım etmek. lend an ear kulak vermek, dinlemek. lendlease i., f. ödünç verme veya kiralama sistemi; f. bu usule göre vermek. lend itself veya oneself to yardım etmek; uygun gelmek.

length

i. uzunluk, boy; müddet, mesafe, süre; gram. bir sesli harfin uzatılması veya uzunluğu. length of days uzun ömür. at great length tafsilâtıyle, ayrıntılarıyle. at length uzun uzadıya; en nihayet. at full length tafsilatıyle; boylu boyunca. cable's length den. gomene boyu, yüz kulaç. go to all lengths, go to any length her çareyi kullanmak, her çareye başvurmak. keep one at arm's length birini pek yaklaştırmamak, samimi olmasına müsaade etmemek. race won by a length bir at veya kayık boyu ile kazanılan yarış.

lengthen

f. uzatmak, uzamak.

lengthwise

, -ways z., s. uzunluğuna.

lengthy

s. uzun, fazlasıyle uzun. lengthily z. uzun uzadıya. lengthiness fazla uzunluk.

lenient

s. yumuşaklık verici; yumuşak huylu, nazik, şefkatli. lenience, leniency i. yumuşaklık. leniently z. yumuşaklıkla.

lenitive

s., i. yumuşatıcı, sükunet verici, yatıştırıcı; i. sükunet verici ilâç, hafif müshil.

lenity

i. yumuşaklık, yumuşak huyluluk, şefkat.

lens

i. adese, mercek; göz merceği. achromatic lens renksiz mercek. crystalline lens göz merceği. telescopic lens dürbün gibi fotoğraf makinası objektifi. wideangle lens geniş açılı mercek, geniş bir alanın resmini yakın bir mesafeden çekmek için kullanılan mercek.

lent

bak. lend.

lent

i. paskalyadan evvel gelen büyük perhiz; uzunca perhiz süresi.

lenten

s. büyük perhiz vaktine mahsus. lenten fare perhiz yemeği, etsiz yemek. lenten pie etsiz bir çeşit börek.

lenticular

s. mercimek şeklinde; iki yüzü dışbükey mercek şeklinde; merceğe ait. lenticularly z. mercek gibi eğri olarak.

lentil

i. mercimek, bot. Lens culinaris. water lentil su mercimeği, bot. Lemna minor.

lento

s., z., müz yavaş, ağır çalınacak.

lentoid

s. mercek şeklinde.

leo

i., astr. Aslan burcu, Aslan takım yıldızı; birçok papanın adı.

leonid

i., astrolojide aslan takım yıldızında görülen meteor yağmuruna verilen isimdir.

leonine

s. aslan gibi, aslana ait, aslana özgü; cesur, aslan yürekli.

leopard

i. pars, panter, zool. Panthera pardus. American leopard Amerika'ya mahsus bir çeşit panter, jaguar. black leopard siyah derili pars. hunting leopard avda kullanılan parsa benzer hayvan, zool. Acinonyx jubatus (cheetah ile aynı). snow leopard tekir, zool. Leopardus uncia. Can the leopard change his spots? Huy değişir mi? leopardess i. dişi panter.

leotard

i., gen. çoğ. dansöz ve akrobatlann giydiği vücuda oturan esnek bir giysi.

lepanto

i. Yunanistan'da İnebaht şehri ve limanı.

leper

i. cüzamlı kimse, miskin kimse.

lepidoptera

i. pulkanatlılar familyası. lepidopterous s. bu familya ile ilgili.

leporine

s. tavşan cinsinden; tavşana ait.

leprechaun

i. İrlanda hikayelerinde adı geçen büyük hazineye sahip ve kısa boylu ayakkabıcı cin.

leprosy

i. cüzam, miskin hastalığı.

leprous

s. cüzamlı, cüzam gibi, cüzama ait.

lesbian

, Lesbian i., s. homoseksüel kadın, sevici; s. sevicilige ait. lesbian love, lesbianism i. sevicilik.

lesbos

i. Midilli'nin eski ismi. Lesbian s. Midilli'ye ait; Midillili.

lese majesty

lesemajeste Fr., huk. hükümdara karşı yapılan kusur veya suç; hıyanet.

lesion

i., tıb. bir organ veya dokunun yapısındaki anormal veya zararlı değişiklik; yara, bere.

lesotho

i. Lesotho.

less

sonek -siz.

less

s., z., i., edat daha küçük, daha az; z. aşağı bir derecede, bir derece aşağı;i. eksik bir miktar, daha az bir şey; daha küçük kimse veya şey; edat eksi.

lessee

i., huk. kiracı, kira ile tutan kimse.

lessen

f. küçültmek, ufaltmak, eksiltmek, azaltmak; küçülmek, azalmak.

lesser

s. daha küçük, daha az, iki kimse veya şeyin küçüğü.

lesson

i. ders; paylama, azar; ibret.

lessor

i., huk. kiraya veren kimse.

lest

bağlaç olmasın diye, etmesin diye; korkusu ile, belki, olmaya ki.

let

f. (let, letting) izin vermek, müsaade etmek; by, through, in ile geçmesine, gitmesine veya gelmesine müsaade etmek; kontrata bağlamak; yardımcı fiil olarak --eyim, -elim, -sin, -sinler (birinci veya üçüncü şahıs emir kipi); kiraya vermek. let alone, let be karışmamak, haline bırakmak. Honesty, let alone honor, was not in him. Şeref şöyle dursun, onda doğruluk namına bir şey yoktu. Let be. Öyle kalsın. Dokunma. Bozma. let blood kan akıtmak, hacamat etmek. let down indirmek; boşa çıkarmak, hayal kırıklığına uğratmak. let down one's hair samimi davranmak (hanımlar). let fall düşürmek. let fly salıverip uçurmak; top veya tüfek atmak. let go bırakmak, koyuvermek; serbest bırakmak. let him down gently yavaş yavaş alıştırarak hayal kırıklığına uğratmak. let in kapıyı açıp içeriye almak. let loose serbest bırakmak (köpek veya deli). let off cezasını affetmek, cezasını hafifletmek, işten çıkarmak; dışarı vermek. let on sırrı başkasına söylemek, sırrı ifşa etmek. let oneself go duygularına serbestçe yol vermek; çekinmeden konuşmak veya gülmek,taşkınlık yapmak. let oneself in anahtar ile kapıyı açıp içeriye girmek. let out dışarıya bırakmak, koyvermek, kaçmasına müsaade etmek; gevşetmek, genişletmek. let slide vazgeçmek, haline bırakmak. let slip kaçırmak, elinden kaçırmak. let the cat out of the bag sırrı meydana çıkarmak. let up yumuşamak, sertliğini kaybetmek. let well enough alone olanla yetinmek. Let x equal 2y. X'in 2y'a eşit oldugunu farze- delim. to let kiralık.

let

sonek -cik, küçültme ifade eder: kinglet kralcık.

let

i., eski mania, engel; tenis oyuna başlarken topun hafifçe ağa dokunarak geçmesi, let. without let or hindrance hiç bir engelle karşılaşmadan.

letdown

i. hayal kırıklığı; azalma; kuvvet veya enerjinin azalması.

lethal

(li'thıl) s. öldürücü, ölüme ait. lethality i. öldürücülük.

lethargy

i. atalet, uyuşukluk; tıb. letarji lethar'gic(al) s. uyuşuk. lethar'gically z. uyuşuk şekilde.

lethe

i., Yu. mit. ölüler diyarında bulunan ve suyundan içenlere her şeyi unutturan bir nehir; unutkanlık. Lethe'an s. unutkanlık veren.

letout

i., İng. kurtulma çaresi.

lett

i. Letonyalı. Lettish s., i. Letonya'ya veya ahalisine ait; i Letonya dili.

letter

i., f. harf; mektup, tezkere; çoğ. ilim, edebiyat, bilgi; matbaa harfi, harf çeşidi;harfi harfine anlamı; spor takım üyelerine verilen şeref arması; f. kitap harfiyle yazmak; plan veya haritaya yazı yazmak. letter book eski mektup kopya defteri. letter box mektup kutusu.letter carrier İng. postacı. letter file mektup dosyası. letter of credit akreditif, itibar mektubu. letter of marque savaş zamanında korsan gibi düşman gemilerini avlama yetkisi. letter of recall bir elçiye memleketine dönmesini emreden resmi mektup. letter writer para ile mektup yazan kimse. letters patent berat, imtiyazname, ruhsat, patent. cepital letter büyük harf, majuskül. dead letter hükmü kalmamış kanun; sahibi bulunmayan mektup. man of letters muellif; ilim adamı. night letter gece tarifesine göre gönderilen telgraf. silent letter yazılıp telaffuz olunmayan harf. small letter küçük harf. to the letter harfi harfine.

lettered

s. tahsil görmüş, okumuş, münevver, edip; harflerle işaret olunmuş.

letterhead

i. mektup kâgıdı başlığı.

lettering

i. harflerle işaret etme; tabela üzerine yazılan harfler.

letterperfect

s., tiyatro rolünü harfi harfine ezberlemiş.

letterpress

i. tipo baskısı; linotip; bir kitabın yazılı kısmı (resimler hariç).

lettuce

i. salata, bot. Lactuca sativa. cos lettuce, romaine lettuce marul, bot. Lactuca sativa longifolia. head lettuce, top salata. wild lettuce yaban marulu, bot. Lactuca virosa.

letup

i. azalma; sakinleşme; ara.

leuco

önek renksiz, beyaz.

leucocyte

i., anat. kandaki beyaz kürecik, akyuvar, lökosit.

leucoma

, leukoma i., tıb. gözün kornea tabakasında meydana gelen beyaz leke.

leucorrhea

i., tıb. kadınlarda olan beyaz akıntı.

leukemia

i., tıb. lösemi, kan kanseri. leuko bak. leuco-.

levant

i. Akdeniz'in doğu sahili ve bu sahildeki memleketler; kitap ciltlemeye mahsus özel meşin. levanter i. Akdeniz'de esen doğu rüzgarı.

levantine

s., i. Yakın Doğu'ya ait; Yakın Doğu'da ticaret yapan; i Yakın Doğulu kimse, bilhassa anası veya babası Avrupalı olan kimse, Levanten; bir çeşit ipekli kalın kumaş.

levator

i., anat. bir uzvu yukarı kaldıran kas, levator kas.

levee

i., A.B.D nehir kenannda su taşmasına engel olacak set; set gibi yüksek nehir kenarı; rıhtım.

levee

i. büyük şahsiyetlerin sabahleyin misafir kabul etmeleri; İng. yalnız erkeklerin hazır bulunduğu saray kabul merasimi; A.B.D bilhassa cumhurbaşkanının umumi kabul resmi.

level

i., s., f., (-ed, -ing veya -led, -ling) düzlük, düz yer; mim, taban terazisi; tesviye aleti; yatay hat, yüzey; irtifa sathı; seviye, derece; s. düz, düzlem, yatay, ufki; bir seviyede, bir hizada, müsavi; aynı irtifada; k.dili ölçülü, dengeli, muvazeneli, muntazam; f. düzeltmek, tesviye etmek, düz etmek, düz yüzey haline getirmek; tahrip etmek; bir seviyeye kaldırmak veya indirmek; nişan almak için doğrultmak (tüfek); aynı seviyeye getirmek; yol veya bayırın nispi irtifalarını aletlerle ölçmek; argo doğruyu söylemek. level crossing bir yolun demiryolundan aynı seviyede geçmesi. dead level dümdüz yüzey; aynılık, müsavi derece. I'll do my level best. Elimden geleni yaparım. on a level with aynı yüzeyde, aynı seviyede, bir yükseklikte. level off hav. kalktıktan sonra yatay olarak uçmak. pump level şakul. spirit level tesviye ruhu, tesviye aleti.

leveler

, İng. leveller i. tesviye eden kimse veya alet; toplumsal smıf farklarını ortadan kaldırmak isteyen adam.

levelheaded

s. sağgörülü, mantıklı, dengeli; anlayışlı, iyi düşünüşlü.

lever

i., f. manivela, manivela kolu; fazla gayret sarfına vasıta olan şey; f. manive!a ile kaldırmak veya hareket ettirmek veya etmek.

leverage

i. manivela kudreti; slang piston.

leveret

i. tavşan yavrusu, birkaç,,aylık tavşan.

leviable

s. vergiye tabi.

leviathan

i. Tevratta adı geçen büyük bir su canavarı; ada balığı gibi çok büyük hayvan; iri balina veya gemi gibi büyük şey.

levigate

f., s. düz etmek; bir maddeyi nemli iken ezip toz haline getirmek; birbirine iyice karıştırmak; cilâlamak; s. düz, cilalı. leviga'tion i. düzleme.

levirate

i., s. İbranilerde ölmüş adamın karısı ile ölünün kardeşinin veya en yakın akrabasının evlenme mecburi yeti; s. bu âdete ait.

levis

i., çoğ. blucin.

levitate

f. hafif olmaktan dolayı havaya kalkmak, havada durmak; ispritizma kuvveti ile veya rüyada havaya yükselmek; havaya yükseltmek. levita'tion i. havaya yükselme olayı.

levite

i. Levi kabilesinden biri, bilhassa Tevratta Musevi tapınağı kâhinlerinin yardımcısı.

levity

i. hafiflik; hafifmeşreplik, hoppalık; münasebetsiz şakacılık; sebatsızlık, düşüncesizlik.

levy

i., f. mecburi olarak toplama (asker veya para); bu suretle toplanan asker veya para; f. zorla toplamak; huk. haczetmek. levy war on (birine karşı) harp açmak.

lewd

s. şehvet düşkünü, iffetsiz, uçarı. lewdly z. uçarıca lewdness i. uçarılık.

lewisite

i., ask. ciltte kabarcıklar meydana getiren zehirli bir sıvı.

lex

i. (çoğ. leges) Lat kanun, kaide, usul. lex scripta yazılı hukuk, mevzu hukuk. lex talionis kısas usulü, misli ile mukabele usulü.

lexical

s. bir dilin kelimelerine ait; sözlüğe ait.

lexicography

i. sözlüğün tertiplenmesi, lexicographer i. sözlüğü dü- zenleyen kimse, lügatçi. lexicographic(al) (leksıkograf'ik, ikıl) s. sözlüğe ait.

lexicology

i. leksikoloji, kelimelerin anlam ve kullanışlarından bahseden ilim.

lexicon

i. sözlük.

leyden jar

içi ve dışı metalle kaplanmış olup elektrik toplanması için kullanılan cam kavanoz.

lgp

kıs. liquified petroleum gas.

liability

i. sorumluluk, mesuliyet; taahhüt; borç, düyun; çoğ. borçların toplamı, pasif.

liable

s., to ile mesul, taahhüt altına girmiş; maruz, hassas, çabuk etkilenen; k.dili ihtimal dahilinde olan.

liaison

i. irtibat, bitişme; birleştirme; gizli ilişki; ahçı terbiye, salçaların koyulaşmasına yarayan maddeler. liaison officer irtibat subayı.

liana

, liane i. sıcak memleket ormanlarında yetişen ve sarmaşık gibi ağaçlara tırmanan bir bitki.

liar

i. yalancı.

lib

i., bak. liberation. womens lib kadınlann özgürlük hareketi.

lib.

kıs. librarian, library.

libation

i. içilen içkinin mabutların şerefine bir kısmının yere dökülmesi, bu nedenle dökülen içki; şaka içki, işret.

libel

i. f. (-ed, -ing veya -led, -ling) huk. şeref kırıcı neşriyat, kötüleyici yerme; yazılı iftira; huk. arzuhal, istida; f. iftira etmek; huk. arzuhal vererek davaya başlamak. libel(l)ous s. if tira kabilinden. libel(l)ously z. iftira ederek.

liberal

s., i. açık fikirli, serbest düşünceli; bol, pek çok; liberal, hür fikirli; yüksek ve şümullü (tahsil); cömert eli açık, mükrim; vasi, serbest; i. liberal, hür fikirli parti azası. liberal arts fen veya tarih ve felsefe gibi yüksek ilimler. liberal opinions serbest fikirler. liberal party liberal parti. liberally z. cömertce, serbestçe. liberalism i. serbest fikirlilik, liberalizm, fels. erkincilik. liberalist i. liberal, erkinci, ilerici kimse. liberalize f. (kanunları) daha serbest yönde değiştirmek, liberal kılmak, serbestlik telkin etmek. liberaliza'tion i. liberal kılma.

liberality

i. cömertlik, el açıklığı; serbest fikirlilik, liberallik.

liberate

f. serbest bırakmak, azat etmek, salıvermek;kurtarmak. liberator i. kurtaran veya azat eden kimse.

liberation

i. azat etme, kurtarma, serbest bırakma; kurtuluş.

liberia

i. Liberya.

libertarian

i. bilhassa düşünce ve harekette serbestlik taraftarı kimse; hürriyet taraftarı.

liberticide

s., i. hürriyeti yıkmaya çalışan (kimse).

libertine

i., s. ahlâksız adam; s. sefih, hovarda. libertinism .i çapkınlık, sefahat.

liberty

i. hürriyet, özgürlük, istiklâl; fazla serbestlik, cüret, küstahlık; imtiyaz, muafiyet; den. izin. liberty of conscience vicdan hürriyeti. liberty of speech söz hürriyeti. liberty of the press basın ve yayın hürriyeti. at liberty serbest, özgür; işsiz. civil liberty şahsi hurriyet veya masuniyet, medeni serbestlik. political liberty siyasi hürriyet. religious liberty dini hürriyet. set at liberty serbest bırakmak, azat etmek. take liberties küstahlık etmek, hürmetsizlik göstermek. take the liberty cesa ret etmek, cüret göstermek.

libidinous

s. şehvet düşkünü, nefsine tabi.

libido

i. şehvet; psik. cinsiyet içgüdüsü veya yaşama iradesi gibi esas içgüdü, libido.

libra

i. Terazi burcu.

librarian

i. kütüphane müdürü, kütüphane memuru. librarianship i. kütüphanecilik.

library

i. kütüphane; kütüphane binası; aynı matbaada basılan ve aynı türden kitaplar serisi; bir şahsa ait kitapların toplamı. circulating library, lending library ödünç kitap veren kütüphane. reference library kitapların okunmasına müsaade edip bunları harice vermeyen kütüphane. walking library her şeyi bilen adam, çok malumatlı kimse, ayaklı kütüphane.

librate

f. terazi gibi sallanmak, titreşmek. libratory s. terazi gibi sallanan.

libration

i. denge, muvazene; astr. yıldız ışıklarının titremesi.

libretto

i. (çoğ. İng. -tos, İt. -ti) müz. opera güftesi, opera metni; opera kitabı. librettist i. opera güftesi yazan kimse.

libreville

i. Libreville.

librium

, Librium i. bir müsekkin, yatıştırıcı bir ilâç.

libya

i. Libya.

lice

bak. louse.

license

, İng. licence i. izin, ruhsat; izin tezkeresi, ruhsatname, lisans; ehliyet; aşırı serbestlik, çapkınlık; nizama riayetsizlik; yazıda ve sanatta kaidelere riayetsizlik.li- cense tax içki satışı için verilen ruhsat parası. export license ihraç ruhsatı. import license ithalât ruhsatı.

license

, İng. Iicence f. izin vermek; izin tezkeresi vermek; salâhiyet vermek. licensee i. ruhsat sahibi.

licentiate

i. resmi bir makamdan belirli bir amme hizmetinde çalışmak için müsaade almış olan kimse.

licentious

s. ahlâksız, şehvet düşkünü, uçarı. licentiously z. ahlâksızca. licen tiousness i. ahlâksızlık.

lichen

i., bot. liken; tıb. liken denilen bir deri hastalığı.

licit

s. meşru, caiz, mubah, kanuna uygun. licitly z. kanuna uygun olarak. licitness i. kanuna uygun olma.

lick

f., i. yalamak; alev gibi yalayıp geçmek; argo dayak atmak; argo üstün gelmek, galebe çalmak, galip gelmek, yenmek; i. yalama, yalayış; tokat; yalanacak miktarda az şey; büyük surat; hayvanların yaladıklan tabii tuz.lick clean yalayıp temizlemek. lick into shape biçim vermek, hazırlamak. lick ones boots el etek öpmek, dalkavukluk etmek, çanak yalamak. lick ones chops yemek beklerken yalanmak. lick the dust mağlup olmak. a lick and s. promise baştan savma, yarımyamalak. one's licks fırsat, sıra.

lickerish

, liqourish s., eski ahlaksız, kadın düşkünü; obur, pisboğaz; sefih.

licketysplit

z., k.dili çarçabuk.

licking

i. yalayış, yalama; k.dili dayak; biçim verme.

licorice

, İng. liquorice i. meyan, meyan kökü; bot. Glycyrrhiza glabra; meyan kökü hulasası ve ,sekeri.

lictor

i. eski Roma'da yüksek memurlann önünde giden ve elinde değneklerle sarılmış bir balta taşıyan subay, baltacı.

lid

i. kapak; göz kapağı; bot. tohum zarfının kase şeklindeki kapağı, meyva kapağı; argo şapka; A.B.D., argo 20-30 gramlık bir paket haşiş. blow the lid off açığa vurmak, rezaleti göstermek. flip one's lid argo tepesi atmak. keep the lid on serbest ve bozucu hareketlere yol vermemek.

lie

f. (lay, lain, lying) i. yatmak, uzanmak; durmak, kalmak, olmak; düşmek, vaki olmak; huk. (alacaklı) kanunen caiz olmak; i. yatış; mevki (arazi); hayvan ini, kuş yuvası, balığın gizlendigi yer. lie down yatmak, uzanmak. lie in ruins harap olmak. lie in state resmi bir yere halk tarafından ziyaret edilmek üzere konmak (cenaze). lie in wait pusuya yatmak. lie low gizlenmek, saklanmak. lie off den. alargada yatmak. lie sick hasta yatmak. as far as in me lies elimden geldiği kadar, bütün kuvvetimle. Let sleeping dogs lie. Meseleyi kurcalama. İşleri kendi haline bırak. take it lying down bir hakaret veya zıt düşünceyi alttan almak.

lie

i., f. (-d, -lying) yalan, yalan söyleme, aldatma; f. yalan. söylemek, aldatmak. lie detector yalan makinası. lie like a troop er çok yalan söylemek. lie in ones teeth korkunç yalanlar söylemek. lie out of it yalan söyleyerek bir işten sıyrılıvermek. a white lie zararsız yalan, ehemmiyetsiz yalan. give one the lie yalancılıkla itham etmek. give the lie (to) yalancılıkla itham etmek; yanlış olduğunu göstermek.

liechtenstein

i. Liechtenstein.

lied

i. (çoğ. lieder) Alman halk şarkısı; çok sanatkârane yazılmış bir tür lirik şarkı parçası.

lief

z. (gen. as lief) memnuniyetle, seve seve. I would as lief go as stay. Gitsem de olur gitmesem de.

liege

s., i. Avrupa derebeyliğinde işleri kulları tarafından görülen lord veya hükümdar; bir derebeyinin himayesine girip kendini onun hizmetine adayan sadık kişi; kul; köle; metbu, amir.

liein

i. protesto etmek için umumi bir yerde yere yatma.

lien

i., huk. ipotek; ihtiyati haciz altına alma; matlup, alacak.

lieu

i. yer, mekan, mahal; yalnız in lieu of deyiminde kullanılır. in lieu of yerine, bedel olarak.

lieutenant

i., ask. teğmen; den. yüzbaşı; vekil, naip. lieutenant colonel yarbay. lieutenant commander ön yüzbaşı, kıdemli yüzbaşı. lieutenant general tuğgeneral. lieutenant governor devlet başkan vekili, vali muavini. second lieutenant teğmen. first lieutenant üsteğmen. lieutenant, junior grade den. teğmen.lieutenant, senior grade den. yüzbaşı. lieutenancy i. deniz yüzbaşılığı, kara teğ- menliği, teğmenlik.

life

i. (çoğ. lives) hayat, ömür, canlılık; can, canlı şey; yaşama tarzı; zevk, sefa, cümbüş; dayanma müddeti; biyografi; hayat merkezi, hayat noktası; ilah. ebedi hayat, ruhani hayat. life annuity kişiye yaşadığı sürece bağlanmış olan gelir. life assurance İng. hayat sigortası. life belt cankurtaran kemeri. life buoy cankurtaran simidi. life cycle bir organizmanın hayat devresi. life estate kişiye yaşadığı sürece mal ettirilen mülk veya gelir. life expectancy sig. ortalama ömür uzunluğu, muhtemel olan hayat muddeti. life history biyografi. life insurance hayat sigortası. life interest yaşadığı sürece mal ettirilen mülk. life jacket can kurtaran yeleği. life line cankurtaran halatı, yedeklik halat; avuç içinde görülen hayat çizgisi. life preserver insanı denizde boğul- maktan kurtaran cihaz, cankurtaran; İng. kurşun veya demir başlı bir çeşit kısa baston, topuzlu baston. life science canlı organizmalardan herhangi biri ile uğraşan ilim dalı. life scientist bu ilim üzerinde çalışan kimse. life span ömür, hayat süresi. life-support system yaşamak için gerekli fizyolojik hareket imkânını sağlayan sistem. life work bütün hayatın adandığı iş, meslek. A cat has nine lives. Kedi dokuz canlıdır. as big as life canlısı veya hakikisi kadar büyük; şahsen, bizzat. come to life ayılmak. depart this life bu dünyadan göçmek, ölmek. early life gençlik. eternal life ebedi hayat. for dear life bütün kuvvetiyle, hayatnı kurtarmak için. for life bütün hayat boyunca, ölünceye kadar. for the life of me hiç. have the time of one's life eğlenceli vakit geçirmek. He was the life of the party. Toplantıyı canlandıran o idi. high life sosyete hayatı. large as life ta kendisi. lay down one's life canını feda etmek. lead a dog's life çok sıkıntı çekmek, sürünmek. lead a life of pleasure zevk ve sefa sürmek. manner of life yaşayış tarzı. married life evlilik hayatı. matter of life and death hayat memat meselesi, ölüm kalım davası, ölüm dirim meselesi. prime of life hayatın en verimli devresi, tam dinçlik zamanı. single life bekarlık. station in life sosyal durum. the life to come gelecek dünyadaki hayat, ölümden sonraki hayat. throw away ones life hayatını heder etmek. time of life yaş. to the life tıpkı, canlı gibi. true to life gerçek hayatta olduğu gibi. try one for his life idam cezasını gerektirmesi muhtemel olan bir davada birisini yargılamak. Upon my life! Allah aşkına.

lifeblood

i. yaşamak için gerekli olan kan; hayat veya kuvvet veren tesir.

lifeboat

i. cankurtaran sandalı.

lifegiving

s. canlandıran, hayat veren.

lifeguard

i. plajlarda boğulma tehlikesinde olanların imdadına yetişmeye hazır özel memur.

lifeless

s. cansız, ölü; ölü gibi. lifelessly z. cansızca. lifelessness i. cansızlık.

lifelike

s. canlı, sağ imiş gibi.

lifelong

s. bütün ömründe, ömür boyu, bir ömür devam eden.

lifer

i., argo müebbet hapse mahkum kimse; A.B.D., argo hayatı boyunca asker veya subay olan kimse.

lifesaver

i. cankurtaran, hayat kurtaran kimse veya şey; b.h., tic. mark. şeker simidi.

lifesized

s. tabii büyüklükte (resim veya heykel).

lifestrings

i. hayat için gerekli olan esaslı şeyler.

lifetime

i. ömür, hayat müddeti.

lift

f., i. kaldırmak, yukarı kaldırmak; yükseltmek; k.dili çalmak, aşırmak; iptal etmek; kaldırmaya uğraşmak; yükselmek, dağılmak (sis veya duman); i. kaldrış, yükseltme, yükselme, yükselme derecesi; kaldırılacak şey; İng. asansör; yardım; kaldırıcı kuvvet; neşe, ferahlık, güç. lift a hand parmağını kıpırdatmak, en ufak bir gayret göstermek. lift up one's voice bağırmak, sesini yükseltmek. give one a lift birini arabasına almak. have a face lift genç görünmek için yüz derisini çektirmek.

liftoff

i. roketin ateşlemeden sonra dikey olarak rampasından yükselişi.

ligament

i., anat. kemikleri ve başka organlan birbirine rapteden bağ; bağ, rabıta. ligamen'tal, ligamen'tous s., anat. bağ kabilinden.

ligate

f., tıb. bağlamak, raptetmek (kan damarı). ligation i. bağlama, bağlanma.

ligature

i., f. bag, bağlama, raptetme; tıb. kan damarını bağlamak için kullanılan tel veya iplik; müz. bağ; f. tel ile bağlamak.

light

f. (-ed veya -lit) konmak; üzerine düşmek; inmek (at veya arabadan). light into azarlamak. light on rastgelmek, rastlamak. light out aceleyle yola çıkmak, yola düzülmek.

light

s., z. hafif; eksik; ehemmiyetsiz, önemsiz; ince; yüksüz, yükü hafif; az, ufak; hazmı kolay, hafif; iyi mayalanmış; gailesiz, endişesiz; çevik, ayağına tez; hafifmeşrep; kararsız; başı dönmüş, sersemlemiş; z. hafifçe, kolayca. light coin ayarı eksik sikke. light comedian hafif komedi oynayan artist. light horseman ask hafif süvari. light infantry hafif piyade. light in the head başı dönmüş, sersemlemiş; budala, ahmak; deli. light literature eğlendirici, kolay okunur hafif kitaplar. light meal hafif yemek, kolay hazmedilir yemek. light opera opera komik, operet. light sleeper uykusu hafif kimse. make light of önem vermemek. lightness i. hafiflik.

light

i. ışık, aydınlık, ziya, nur; ışık veren şey; idrak veya akıl nuru; dünyaya ışık saçan kimse; aydınlık, pencere veya tepe camı gibi ışık veren şey; anlama; güz. san. bir resmin aydınlık kısmı; kibrit gibi yanınca ışık veren şey; gün ışığı, gündüz. light buoy den. fener dubası, fener şamandırası. light dues fener resmi. light meter ışıkölçer, fotometre. bring to light meydana çıkarmak. in a good light uygun olan şartlar altında (bir şeyi görmek ), iyimser olarak. in the light of the facts olayların gelişmesine göre. northern lights kışın kutup bölge- lerinde türlü renkte görülen ışıklar. see the light nihayet anlamak. see the light of day doğmak, dünyaya gelmek; gerçekleşmek, meydana gelmek. shed veya throw light on aydınlatmak, açıklamak. strike a light kibrit çakmak. zodiacal light batıda güneş battıktan sonra ve doğuda gü- neş doğmadan görülen üçgen şeklinde ışık.

light

f. (-ed veya -lit) yakmak tutuşturmak; aydınlatmak, ışık vermek; neşelendirmek, canlandırmak, parlatmak; yanmak, tutuşmak, alev almak; parıldamak, ışık salmak. light up argo sigara veya pipo yakmak.

lightarmed

s. hafif silâhlı.

lighten

f. hafifletmek, yükünü azaltmak; neşelendirmek, sevindirmek; yükü azalmak, hafiflemek; neşelenmek.

lighten

f. aydınlatmak, ışık saçmak.

lighter

i., f. mavna, salapurya; f. mavna ile yük taşımak. lighterage i. mavna ücreti; mavnaya yükleme.

lighter

i. yakan şey veya kimse, yakıcı alet, tutuşturucu şey. cigarette lighter çakmak.

lightface

i., matb. beyaz basma harf.

lightfingered

s. hırsızlığı benimsemiş.

lightfooted

s. çevik, zarif.

lighthanded

s. eli hafif; becerikli; yükü hafif.

lightheaded

s. başı dönen, sersem.

lighthearted

s. kaygısız, endişesiz, neşeli, şen.

lightheeled

s. ayağına tez, atik.

lighthouse

i. fener kulesi.

lighting

i. aydınlatma; ışıklandırma tertibatı; resim ve fotoğrafta ışığın kullanılışı.

lightly

z. hafifçe; bir dereceye kadar; canlılıkla; ciddiye almadan.

lightminded

s. hafif, kararsız, dönek.

lightning

i. şimşek, yıldırım. lightning arrester elektrik aletlerini yıldırımdan koruyan aygıt. lightning bug ateşböceği. lightning conductor, lightning rod yıldırımsavar, paratonerç lightning glance şimşek çakışı gibi bir bakış, bir göz atış. chain lightning, forked lightning zikzak çakan şimşek. heat lightning ufukta görülen sessiz şimşek. like lightning şimşek gibi, çok çabuk. sheet lightning bulutlar arkasından yalnız ışık gösteren şimşek zikzak şimşeğin yansıttığı ışık. with lightning speed yıldırım hızı ile.

lights

i., çoğ. hayvan akciğeri.

lightship

i. fener dubası, fener gemisi.

lightsome

s. şen, şuh; neşeli, canlı; parlak, ışıklı. lightsomely z. şuhca; canlı olarak. lightsomeness i. şuhluk; parlak!ık.

lightstruck

s., foto. ışık almış, ışıkla bozulmuş.

lightweight

s., i. hafif; ehemmiyetsiz; i., spor tüy siklet; eksik ayar; zekâ ve şahsiyeti önemsiz olan kimse.

lightyear

i. ışığın bir senede kaydettiği mesafe.

lignaloes

i. ödagacı, Hint ödağacı, botı Aquilaria agallocha.

ligneous

s. dokusu veya görünüşü odun gibi olan, odunsu.

lignify

f. odun haline koymak, odunlaştırmak; odunlaşmak. lignifica'tion i. odunlaşma

lignite

i. linyit, bitkisel özellikleri koruyan yumuşak madenkömürü, kahverengi madenkömürü. lignitic s. linyite ait, linyitle ilgili.

lignum vitae

kutsal odun ağacı, peygamberağacı, bot. Guaiacum of- ficinale.

ligule

, ligula i., bot. dilcik, ligula çimen yaprağı dibindeki zarfın tepesini meydana getiren çıkıntı; bileşik çiçeğin dil şeklinde olan çiçekçiği. ligulate s. dil şeklindeki.

likable

, likeable s. hoşa giden, hoş.

like

edat, s., i. gibi, benzer; s. birbirine benzer; eşit; i. benzeri. It looks like rain. Yağmur yağacağa benziyor I feel like resting. Canım dinlenmek istiyor. I've never seen the like of it k.dili I never saw the likes of it. Benzerini hiç görmedim. Like father like son. Tıpkı babasına benzer. like mad çılgınca, çılgın gibi.

like

f. hoşlanmak, sevmek, hazzetmek. likes and dislikes (bir kimsenin) sevdiği ve beğenmediği şeyler.

like

sonek -ımsı, gibi, benzer: lifelike, workmanlike.

likelihood

i. ihtimal, olasılık.

likely

s., z. muhtemel; iyi, güzel; uygun; z. ihtimal ki, belki, galiba.

likeminded

s. hemfikir.

liken

f. benzetmek.

likeness

i. suret, kılık; resim, tasvir; benzeyiş, benzerlik, benzeşme.

likewise

z. keza, aynı şekilde ve de, ve yine, bunun gibi.

liking

i., gen. for ile sevme, hazzetme, meyil, alâka.

lilac

i., s. leylak ağacı veya çiçeği, bot. Syringa vulgaris; leylak rengi, açık mor; s. leylak rengindeki.

liliaceous

s. zambak familyasından, zambakgil zambak gibi, zambağa ait.

lilliput

i. Swift'in 'Güliverin Seyahatleri' adlı eserindeki cüceler adasının ismi. Lilliputian i., s. bu adanın ahalisinden biri; s. çok küçük, ufacık.

lilt

i., f. oynak şarkı, canlı makam; seke seke yürüme; f. oynak şarkı söylemek.

lily

i., s. zambak, bot. Lilium; su zambağı; çoğ. Fransa krallarının aile arması olan zambak şekli; s. zambak gibi; nazik, tertemiz; lekesiz, bembeyaz. lily iron kılıçbalığı veya balina avlamak için kullanılan bir çeşit zıpkın. lilylivered s. korkak, alçak, yüreksiz. lily of the valley inciçiçeği, bot. Convallaria majalis. lily pad bot. nilüfer çiçeğinin su uzerinde yatan yapraklarından biri. lilywhite s. bembeyaz, zambak gibi beyaz. calla lily gelin çiçeği. bot. Zantedeschia aethiopica. pond lily nilüfer çiçeği, göl otu, bot. Nymphaea lutea tiger lily pars zambağı, kaplan postu, bot. Lilium tigrinum water lily nilüfer çiçeği, bot. Nymphaea odorata.

lima

i. Perunun başşehri, Lima.

lima bean

lima fasulyesi, iri ve yassı taneli bir çeşit fasulye, bot. Phaseolus limensis.

limb

i. kol ve bacak gibi vücuda eklemle bağlı uzuv; ağacın büyük dalı; herhangi bir şeyin kol veya dalı; başka bir şeyin kısmı veya vasıtası sayılan kimse veya şey.limb from limb tamamen (parçalanmış). be out on the end of a limb desteksiz kalmak.

limb

i. yuvarlak bir sathın kenarı; açıları ölçmeye mahsus aletin derece işaretleri olan kenarı. upper limb of the moon ayın üst ucu. eastern limb güneş ve ayın doğuya bakan kenarı.

limbate

s., bot., zool. kenarlı, başka renkte kenarı olan.

limber

i., f. top arabasının ayrılabilen ön parçası, toparlak; den. geminin karinasına sintine suyunun geçmesi için yapılmış delik ve oluk; f., gen. up ile top arabasına koşum parçasını bağlamak. limber up harekete alıştırmak.

limber

s. eğilir bükülür, oynak (bilhassa beden uzuvları). limberness i. kolayca eğilip bükülme.

limbo

i., Kat. ilah. vaftiz edilmeden ölen çocuklarla İsa'dan evvel yaşamış olanların ruhlarının bulunduğu yer; istenmeyen veva unutulmuş sey veya kimsenin gönde- rildiği yer veya içinde bulunduğu durum;zindan, hapishane.

limburger cheese

ağır kokulu ve yumuşak bir çeşit peynir.

limbus

i. kenar şeridi; iki değişik renk arasındaki kenar.

lime

i., f. kireç; f. üzerine kireç dökmek. lime pit kireç kuyusu. slaked lime sönmüş kireç.

lime

imhlamur agacı, bot. Tilia europaea.

lime

i. misket limonu, yeşile bakan bir çeşit ufak limon, bot. Citrus aurantifolia.

limeburner

i. kireç ocakçısı.

limekiln

i. kireç ocağı.

limelight

i. kireç lambası; tiyatro projektör ışığı. in the limelight genel ilgiyi üzerinde toplamış; herkes tarafından bilinen.

limerick

i. İrlanda'da bir şehrin ismi; bir, iki ve beşinci mısralan bir kafiyede ve üç ile dördüncü mısraları başka bir kafi- yede olan nükteli bir şiir.

limestone

i. kireçtaşı.

limewater

i. kireç suyu.

limey

i., A.B.D., argo İngiliz denizcisi; İngiliz.

liminal

s. eşiğe ait; psik. şuur eşiğine ait.

limit

i. nihayet, had, uç; çoğ. hudut, sınır; bir niceliğin hiçbir zaman erişemeden aralıksız olarak yaklaştığı başka nicelikı age limit yaş haddi. off limits askerlere yasak bölge. That's the limit ! argo Ancak o kadar olur. çekilir şey değil!

limit

f. hudut tayin etmek, kısıtlamak, tahdit etmek, sınırlandırmak; kuşatmak; hasretmek, munhasır kılmak. limitable s. sınırlanabilir.

limitation

i. tahdit, sınırlama; mahdut olma; sınırlanmış olma; tahdit edici şey; takyit, bağlı kılma, kayıtlama; huk. hudut tayin etme; sınırlanmış sorumluluk. statute of limitations zaman aşımı tayin eden kanun. He has his limitations. Yetenekleri sınırlıdır.

limited

s. sınırlı, kısıtlı, az, sayılı; çevrilmiş; parçalı; ekspres (tren); İng. sınırlı sorumlu; (kıs. Ltd.). limited edition mahdut baskı. limited monarchy meşrutiyetle idare edilen krallık. limited partnership komandit şirket.

limitless

s. sınırsız, sayısız, son derece.

limn

f. eski resmetmek, resmini yapmak; betimlemek. Iim'ner i. ressam.

limnology

i tatlı suların fiziksel ve biyolojik durumlarını inceleyen bilgi dalı.

limousine

i. kupa arabası gibi üstü kapalı otomobil.

limp

f, i topallamak, aksamak; i topal lama, topallayarak yürume Iimping s topal layan

limp

s. yumuşak, eğilip bükülen: gevşek, zayıf (irade). limply z. yumuşak olarak, gevşek olarak. limpness i. gevşeklik.

limpet

i. kayalara yapışık duran konik kabuklu bir deniz hayvanı, karındanayaklılar familyasından bir canlı.

limpid

s. berrak, şeffaf, duru. limpid'ity, limpidness i. berraklık, şeffaflık. limpidly z. berrak olarak, şeffaf olarak.

limy

s. kireçli, kireç gibi.

linage

i. bir yazıdaki satır sayısı; sıraya dizme.

linchpin

i. tekerleğin dingil çivisi.

lincoln green

Lincoln şehrinde yapılan yeşil bir kumaş; bu kumaşın rengi.

linden

i. ıhlamur ağacı, bot. Tilia europaea. linden tea ıhlamur, ıhlamur çiçeğinden yapılan çay.

line

i. çizgi, yol, hat; ip, sicim; iplik; çoğ. dizgin; ölçme ipi; olta ipi; satır, mısra; hudut hattı; seri, dizi; ekvator çizgisi; enlem veya boylam dairesi, mat. eni ve kalınlığı olmayan çizgi, geometrik çizgi; plan, desen, şekil; sıra; kısa mektup, pusula, not; hareket tarzı; fikir silsilesi; hiza; belirli bir cins veya marka mal; tiyatro rol, kısım; vapur şirketi; tarik, yol, hat; ask. savunma hattı, saf, sıra; den. saf halinde yanyana giden gemi kafilesinin meydana getirdigi hat; silsile, sıra; nesep, soy; saha, çığır; meslek, hizmet, meşguliyet; bir pusun on ikide birini teşkil eden ölçü çizgisi; argo kandırıcı sözler, ikna edici sözler. line engraving çizgilerle hakkedilmiş resim kalıbı; tire klişesi. lineofbattle ship eskiden savaş hattı gemisi. line of vision görüş hattı. line squall bora, fırtna. line up sıraya girmek; tarafını tutmak; sıralamak; kıyas etmek,karşılaştırmak. all along the line sıra boyunca bring into line sıraya getirmek. branch line şube hattı, kol: asıl işe ek olarak yapılan ikinci derecede iş. draw the line bir şeyi reddetmek, yapmamak. drawn up in line saf tutmuş. have a line on hakkında bilgi almak, bilgisi olmak. hold the line değişikliğe karşı olmak; telefonu kapatmamak. in line for kazanma ihtimali olan. in line with uygun; bir hizada. in my line kabiliyet veya faaliyet alanımda. main line ana hat, anayol; başlıca iş. on a line aynı hizada, bir sırada. on the line peşin (ödeme). out of line aynı fikirde olmayan; itaatsiz; uyuşmamış. read between the lines yazılı olanından fazlasını okumak, bir yazıdaki kapalı anlamı keşfetmek. the color line beyaz insanların diğer ırklarla aralarında gözettikleri fark. the line ekvator; ordu veya donanma. toe the line bir kanun veya kurala itaat etmek veya ettirmek. What's your line? Ne işle uğraşıyorsunuz?

line

f. çizgilerle göstermek; altına veya üstüne çizgi çekmek; dizmek, bir sıraya koymak; çizgilerle doldurmak. line up sıraya girmek, sıra meydana getirmek.

line

f. içine astar koymak, astarlamak; kaplamak; doldurmak.

lineage

i. soy, nesil, nesep, silsile.

lineal

s. doğrudan doğruya soydan olan. lineally z. doğrudan doğruya (nesep veya sülâle).

lineament

i., gen. çoğ. çehrenin başlıca hatları, ayırt edici özellik.

linear

s. çizgilerden ibaret, çizgiye ait, çizgisel; aynı istikameti haiz; mat. yalnız bir derecelik niceliklere ait, doğrusal; bot. pek ince ve uzun (yaprak) linear equation mat. doğrusal denklem. linear measure uzunluk öIçüsü, boy ölçüsü. linear perspective resimde görünen şeylerin uzaklıkları oranında küçülmeleri.

lineate -ated

s. çizgili. linea'tion i. üzerine çizgiler çizme.

lineman

i. telgraf veya demiryolu hatlarını döşeyerek kontrol ve tamir eden memur; ölçü şeridi veya zincirini taşıyan kimse.

linen

s., i. keten; i. keten kumaş; keten çamaşır; masa örtüleri ve yatak çarşafları.linen draper İng. manifaturacı. wash one's dirty linen in public kirli çamaşırlarını meydana dökmek.

liner

i. vapur şirketine ait gemi; yolcu uçağı; çizgiler meydana getiren kimse veya şey; astar takan kimse; astar.

linesman

i. telefon veya elektrik hattı işçisi; bazı top oyunlarında çizgileri ve kazanılan veya kaybedilen mesafeleri göz- leyen yardımcı hakem, yan hakem.

lineup

i. yoklamada sıraya girme; spor oyuna başlamadan oyunculann yerlerini alması; sıra tutma; sıra; program.

ling

sonek isimde küçültme meydana getiren ek: duckling.

ling

i. kuzey denizlerine mahsus ve morina balığına benzer eti yenir bir balık, zool. Molva molva.

ling

i. süpürgeotu, bot. Calluna vulgaris.

linger

f. ayrılamamak, gitmemek; gecikmek; gitme vaktini uzatmak; oyalanmak; kolayca ölmemek, uzun zaman can çekişmek; kolay kolay geçmemek; yavaş yavaş gitmek. lingeringly z. ayrılmayarak, gecikerek.

lingerie

i. kadın iç çamaşırı ve gecelik.

lingo

i. (çoğ. -goes) lehçe; bir mesleğin argosu.

lingua franca

eskiden Akdeniz sahillerinde konuşulan İtalyanca'dan bozma dil; milletlerarası ticari dil.

lingual

s., i. dile ait; dil ile telaffuz olunan (harf); i. dil ile telaffuz olunan harf (t, d, n); dil ile çıkarılan ses.

linguiform

s., dil ,şeklinde.

linguist

i. birçok dil bilen; dil alimi, dil uzmanı, dilci.

linguistic-tical

s. dile ait; dilbilime ait. linguistic stock dil ailesi. linguistically z. dil bakımından. linguistics i. lengüistik, dilbilim. comparative linguistics karşılaştırmalı dilbilim.

liniment

i. romatizma ve burkulmadan doğan agnları hafifletmek için ovarak kullanılan sıvı ilâç, liniment.

lining

i. astar; astarlama.

link

i., f. halka, zincir baklası; mesaha zincirinin 20 santimetre boyunda bir ölçü halkası; bağ, rabıta, bağlantı; tek sosis kangalı; mak. mafsal, oynak yeri; f. zincirlemek, birbirine bağlamak, birleştirmek. link mo- tion mak. yuva yolu, kulis tertibatı. link up birleştirmek, birleşmek. missing link bulunamayan rabıta, eksik bağlantı; insanla maymun arasında bağ olan yaratık.

linkage

i. bağlama, bağlayış; mak. bağlantı.

links

i., çoğ. golf oyunu sahası.

linksland

i. deniz kenarında rüzgâr ile oluşan kumlu tepelerin bulunduğu alan.

linnean

, Linnaean s. meşhur İsveçli tabiat bilgini Karl von Linne'in (1707-1778) bitkileri sınıflandırma sistemine ait.

linnet

i. güzel öten ve ketenkuşuna benzeyen küçük bir kuş, zool. Carduelis cannabina.

linoleum

i. linolyum, döşemelik mantarlı muşamba.

linotype

i. matbaa harflerini satır halinde dizip döken makina, linotip.

linseed

i. keten tohumu.linseed cake yağı çıkarılmış keten tohumu posası, köftün, keten tohumu küspesi. linseed meal toz haline konmuş köftün. linseed oil bezir yağı, keten tohumu yağı. linseed poultice keten tohumu lapası.

linseywoolsey

i. yünle karışık keten veya pamuktan yapılmış kaba kumaş; eski ne olduğu belirsiz şey.

lint

i. iplik veya kumaş tiftiği; tıb. yara pansumanı için kullanılan keten tiftiği; saç filesi; yumuşak tüy.

lintel

i. kapı veya pencerenin üst sövesi, üst eşik, lento.

linty

s. tiftikli, tüylü: tiftik veya tüy gibi.

liny

, liney s. çizgi gibi, dar: çizgili.

lion

i. aslan, zool. Felis leo: Aslan burcu; Aslan takımyıldızı; göze çarpan kimse veya şey; cesur kişi, aslan gibi adam. lion hearted s. aslan yürekli, cesur, kahraman. lionlike s. aslan gibi, cesur, kuvvetli. beard the lion in his den birine kendi evinde veya yerinde karşl durmak. put one's head in the lion's mouth tehlikeye atılmak, kellesini koltuğuna almak. the lion's share aslan payı. the lion's skin sahte kahramanlık. lioness i. dişi aslan.

lionize

f. birine çok rağbet göstermek; özel önemi olan yerleri veya şeyleri ziyaret etmek; kahraman gibi davranmak, kahramanlık taslamak.

lip

i., f. (-ped, -ping) dudak: kenar, uç; yaranın kenarı; anat., zool. dudak şeklinde şey, dudak: nefesli sazların ağızlığı: nefesli sazın ağıza yerleştirilme şekli: argo küstahlık, edepsizlik: f. dudaklarla dokunmak, öpmek; ağıza almak: mırıldanmak. lip reading başkalarının dudak hareketlerinden sağırların söylenen sözü anlamaları. lip service sahte bağlılık. bite one's lip öfke veya üzüntüyü belli etmemek için dudağını ısırmak. button one's lip argo susmak, ağzına kilit vurmak. curl one's lip dudak bükmek. hang on one's lips birinin ağzından çıkan her sözü dikkatle dinlemek. keep a stiff upper lip cesaretini kaybetmemek, metin olmak. lower lip alt dudak. None of your lip. argo Küstahlığı bırak. smack one's lips du- daklarını şapırdatmak. upper lip üst dudak. lipped s. dudaklı: kenarlı.

lipoid

s. yağ gibi, yağa benzer.

lipper

i. denizin hafifçe dalgalanması: küçük dalgalardan gelen serpinti.

lippy

s., argo yüzsüz, saygısız.

lipstick

i. dudak boyası, ruj.

liquate

f., gen. out ile bir alaşımdaki madenleri uygun bir sıcaklıkta ısıtıp birini eritmek suretiyle birbirinden ayırmak. liqua'tion i. bu suretle eritip ayırma.

liquefy

f. eritmek, sıvı haline koymak. liquefac'tion i. sıvı haline koyma veya gelme. liquefi'able s. eritilebilir, sıvı haline konulabilir.

liquescent

s. mayileşir, erimeye müsait.

liqueur

i. likör, alkollü ve tatlı içki.

liquid

s., i. sıvı, su gibi akan, akıcı, akışkan: sulu, ıslak: şeffaf, berrak; paraya kolayca tahvil edilebilir; dilb. ''l ve r harfleri gibi yarım sesli; i. mayi, sıvı; yarım sesli harf. liquid air sıvı hava. liquid measure sıvı ölçeği. liquid oxygen, lox i. sıvı oksijen. liquidness i. sıvılık.

liquidate

f. ödeyip tasfiye etmek (borç), tediye etmek; tasfiye etmek (iş), işi kapatmak, likide etmek: argo öldürmek.

liquidation

i. tasfiye, işi kapatma, likidasyon go into liquidation tasfiye olunmak (firma).

liquidity

i. sıvılık, akışkanlık; akıcılık.

liquidize

f. sıvı haline koymak, sıvılaştırmak.

liquor

i., f. içki: sert içki: sıvı madde: su içinde eritilmiş ilâç, mahlul: et veya meyva suyu: f. içki veya mahlul ile tasfiye etmek: gen. up ile içki içirmek: içki içmek. the worse for liquor oldukça sarhoş.

liquorice

bak. licorice.

liquorish

bak. lickerish.

lira

i. Türk lirası: (çoğ. lire) İtalyan para birimi, liret.

lis pendens

Lat., huk. bir davanın sonuna kadar dava mevzuu eşyanın mahkemenin kontrolu altında bulunması.

lisbon

i. Lizbon.

lisle

i. ince ve dayanıklı pamuk ipliği.

lisp

f., i. yanlış telaffuz etmek, peltekçe konuşmak: s ve ''z harflerini 'th gibi telaffuz etmek: i. peltekçe konuşma. lispingly z. peltekçe konuşarak.

lissome

s. kıvrak, çevik, çabuk hareket eden atik. lissomely z. çabuk hareket ederek. lissomeness i. kıvraklık, çeviklik.

list

i., f. kumaş kenarı: f. kenar çekmek; çift pullu sabanla sürmek.

list

f.,i., den. yan yatmak; i. geminin yan yatması.

list

i., f. liste, dizin, fihrist; çoğ. yarışma yeri, mücadele alanı, er meydanı: f. listeye geçirmek, deftere yazmak; fiyat koymak. list price katalog fiyatı. black list kara liste. enter the lists mücadeleye girişmekç free list parasız girenlerin listesi (tiyatro): memlekete gümrüksüz olarak girecek eşya listesi.

listen

f. dinlemek, kulak vermek. listen in başkasının konuşmasını dinlemek, kulak misafiri olmak; radyo dinlemek. listening post düşman hattına yakın dinleme noktası.

listing

i. kayıt, kaydetme; liste.

listless

s. kayıtsız, kaygısız, dikkatsiz: neşesiz, halsiz. listlessly z. kayıtsızca. listlessness i. kayıtsızlık; neşesizlik.

lit

bak. light; s. yanmış, tutuşturulmuş, aydınlatılmış.

lit

kıs. literally, literary, literature.

litany

i. münacat: mukabele ile okunan dua nakarat, tekrar.

liter

, İng. litre i. litre.

literacy

i. okuyup yazma, okur yazarlık.

literal

s. harfi, kelimesi kelimesine: her şeyi harfi harfine yerine getiren: kelimesi kelimesine tercüme eden; hakikate uygun. literalism i. harfi harfine açıklama taraftarlığı. literalist i. harfi harfine açıklayan veya tercüme eden kimse. literally z. harfi harfine: gerçekten. literalness i. harfi harfine riayet etme.

literary

s. kitaba veya edebiyata ait, edebi: edebiyatla ilgili. literarily z. edebi olarak.

literate

s., i. okur yazar, tahsilli; edebiyat bilgisine sahip; i. okur yazar kimse.

literati

i., çoğ. münevverler sınıfı: edipler.

literatim

z., Lat. harfi harfine harfiyen.

literature

i. edebiyat: yazılmış kitaplar, eserler: edebi meslek: müz. belirli bir çalgı veya çalgı takımı için yazılmış parçaların bütünü: hususi bir mevzu hakkındaki eserler.

litharge

i. doğal kurşun oksidi, mürdesenk.

lithe

s. kolay eğilip bükülebilen, kıvrak. litheness i. kolay eğilip bükülebilme, elastikiyet. lithesome s. kolay eğilip bükülebilir.

lithia

i. lityum oksidi. lithia water ilâç olarak kullanılan lityum oksitli maden suyu.

lithic

s. taşa ait: tıb. mesane taşına ait.

lithium

i., kim. lityum.

lithograph

i., f. taşbasması resim: f. taşbasmasıyle resim yapmak. lithog'rapher i. litografyacı. lithog'raphy i. taşbasması, litografi, litografya. litograph'ic(al) s. litografiye ait. litograph'ically z. litografya ile.

lithology

i. taşbilim, litoloji.

litholysis

i., tıb. ilâçla mesane taşını eritme.

lithontriptic

s., i. mesanedeki taşı dağıtıcı veya eritici (ilâç).

lithoscope

i., tıb. mesane taşını muayeneye mahsus alet.

lithosphere

i. arzın kabuğu, taşküre, litosfer.

lithotomy

i., tıb. mesaneden taş çıkarma ameliyatı. lithotomic(al) s bu ameliyata ait.lithot'omist i. bu ameliyatı yapan cerrah. lithotomize f. bu ameliyatı yapmak.

lithotrity

i., tıb. mesane taşını kırarak çıkarma ameliyatı.lith'otrite i. mesane taşını kırma aleti. lithot'ritist i. bu ameliyatı yapan cerrah.

lithuania

i. Lituanya Lithuanian i., s. Lituanyalı; Lituanya dili; s. Lituanya diline ve halkına ait.

litigate

f. mahkemeye müracaat etmek; dava açmak; (bir maddeyi) mahkemeye arzetmek. litigant i. davacı; mu- hasım. litiga'tion i. dava etme, dava, muhasamat.

litigious

s. davadan hoşlanır: kavgacı; davaya ait; davalı, çekişmeli, kavgalı. litigiously z. kavga edercesine.

litmus

i. turnusol. Iitmus paper turnusol kağıdı. litmus test durumun tahlili.

litotes

i. çok diyecek yerde az değil'' der gibi bir fikri olumsuz şekilde ifade etme.

litt

B. kıs. Bachelor of Literature.

litt

D. kıs.Doctor of Literature.

litter

i., f. döküntü, çerçöp yığıntısı; intizamsızlık, karışıklık; kedi veya köpek gibi hayvanın bir defada doğurduğu yavrular; tahtırevan; sedye; hayvanları yatırmak için serilen saman veya kuru ot; f. karmakarışık etmek; doğurmak, bilhassa birden çok yavru doğurmak; ahırda hayvanın altına yataklık ot sermek. litter bag A.B.D çöp torbası. litter down altına yataklık saman yaymak.litter up karmakarışık etmek. be in litter (hayvan) doğum halinde olmak.

litterateur

i. edip, edebiyatsı.

litterbin

i., İng. sokak veya bahçede çöp kutusu.

litterbug

i., A.B.D., umumi yerleri kirleten kimse.

little

s. (-r, -st; less veya lesser, least) z., i. küçük, ufak; kısa, az, cüzi; cici; ehemmiyetsiz, değersiz, naçiz; dar fikirli, geri; z. az miktarda; hemen hiç gibi; i. az miktar; ufak şey; az zaman. Little Bear, Little Dipper Küçükayı takımyıldızı. little by little azar azar, yavaş yavaş, tedricen. little or nothing hiç denecek kadar az, hemen hemen hiç. little theater amatör tiyatro; deneysel tiyatro. a little slam briç on üç elden ibaret bir oyunun on iki elini kazanma. in little minyatür halinde; kısa olarak. make little of ehemmiyet vermemek; pek az anlayabilmek. think little of kıymet vermemek, ehemmiyetsiz saymak; tereddüt etmemek. Little did I think Aklımdan geçirmedim. Give me a little time.Bana biraz vakit verin. He did what little he could. Elinden geleni yaptı. He little knows... Bilmiyor ki... Wait a little. Biraz bekle. littleness i. küçüklük.

littoral

s., i. sahile yakın; i. sahil boyu.littoral cordon jeol. kıyı kordonu.

liturgic

, -gical s. ayine ait, umumi duaya ait, ayinle ilgili. liturgically z. ayin kabilinden olarak. liturgics i. umumi ibadet merasimini idare etme sanatı; ayinlerin tarih ve tefsiri.

liturgist

i. ayinler kitabına bağlı kimse; ayinler kitabını tertip eden veya bu ilmi bilen kimse.

liturgy

i. toplulukla dua usulli; kilise ayinleri kitabı; ekmek ve şarap takdisi ayini, Aşai Rabbani, komünyon.

livable

s. içinde yaşanabilir, iskanı kabil; yaşanabilir, hayata elverişli; yaşamaya değer.

live

f. yaşamak, sağ olmak, hayatta olmak; beslenmek; geçinmek, ömür sürmek; oturmak, eğleşmek, ikamet etmek; geçirmek, sürmek (hayat). live a double life iki yüzlü hayat yaşamak. live a lie sahte hayat geçirmek. live and learn yaşadıkça ögrenmek. Live and let live. Ne sen bana karış ne ben sana karışayım. live down a slander bir iftirayı unutturacak şekilde yaşamak. live fast sefahat sürmek. live out sonuna kadar yaşamak. live up to one's reputation şöhretini doğrulayacak bir hayat yaşamak.

live

s. canlı, diri, zinde, hayat dolu; hayata ait, yaşayanlara ait; yanan; elektrikle dolu (tel); parlak (renk); asıl yerinde bulunan (kaya); matb. basılmaya hazır; patlamamış (bomba); radyo canlı (yayın). live embers sönmemiş ateş korları. live load hareketli yük. live oak kışın yapraklarını dökmeyen bir ceşit meşe ağacı. live rail elektrikli lokomotife cereyan veren ray. live steam kazandan gelen tam kuvvetli istim. live wire elektrik cereyanı nakleden tel; k.dili başkalarını harekete getirme kabiliyeti olan faal kimse. a live issue günün mühim meselesi.

live-forever

i. herdemtaze, bot. Sedum purpureum

livein

s., i. iş yerinde oturan; iş yerinde oturmayı gerektiren (vazife); i. protesto maksadıyle bir süre umumi bir yerde oturma.

livelihood

i. geçim, geçinme; geçim vasıtası, rızk.

livelong

s. bitmez tükenmez, bütün, tekmil. all the livelong night hiç bitmeyecekmiş gibi gelen bir gece boyunca.

lively

s. canlı, neşeli; ferah; parlak, keskin; hayatla kaynaşan; zıplayan, geriye seken (top). lively description canlı bir tarif. lively hope kuvvetli ümit. lively imagination canlı muhayyile. lively time neşeli vakit. make things lively for one başına iş açmak. liveliness i. canlılık, zindelik; parlaklık.

liven

f., gen. up ile neşelendirmek, canlandırmak; neşelenmek, canlanmak.

liver

i. yaşayan kimse; belirli bir hayat yaşayan kimse. clean liver temiz hayat yaşayan kimse. high liver boğazına düşkün kimse. loose liver uçarı hayat yaşayan kimse.

liver

i. karaciğer. liver color karaciğer rengi, kırmızıya çalan kahverengi. liver fluke ciğer trematodu, zool. Fasciola hepatica. lilylivered, whitelivered s. korkak.

liverish

s., k.dili rahatsız; sinirli.

liverwort

i. kızılyaprak, koyunotu, bot. Agrimonia eupatorium.

livery

i. özel üniforma; hizmetçi sınıfı; kılık, kıyafet; kira atlarını besleme işi; kira atları ile arabalarının muhafaza olunduğu yer; huk. istimlak beratı, ferağ. liveryman iç at ve arabaları kiraya veren kimse; Londra'da lonca üyesi. livery stable kiralık atların beslendiği ahır. liveried s. özel üniformalı.

livestock

i. çiftlik hayvanları, mal.

livid

s. sinirden mosmor kesilmiş; kurşun renkli, bereli gibi mor; k.dili çok öfkeli, kanı beynine sıçramış. livid'ity, lividness i. kurşun rengi; bereli ten rengi.

living

s. yaşayan, canlı, diri, sağ; canlandırıcı; yaşayanlara ait; zinde, kuvvetli, faal; tıpkı. living language yaşayan dil. living picture canlı tablo. living wage geçindirebilecek maaş. a living faith kuvvetli iman.

living

i. yaşama, hayat tarzı; geçim; geçinme; the ile yaşayanlar. living room bir ailenin oturma odası. good living hali vakti yerinde olma, rahat yaşama. makeone's living hayatını kazanmak, geçinmek.

livorwurst

i. ciğerli sosis.

lixiviate

f. odun külünden külsuyu elde etmek.

lizard

i. kertenkele, zool. Lacertilia, Sauria; kertenkeleye benzer hayvanların her biri.

ll

kıs. will, shall.

llama

i. lama.

llano

i., İsp. Güney Amerika'da geniş ova.

llb

kıs. Bachelor of Laws

lld

kıs. Doctor of Laws

lloyd's

i.deniz sigortası işlerine bakan ve gemiciliğe ait haberler neşreden şirket. Lloyd's list denizcilik havadislerini neşreden gazete. Lloyd's Register Lloyd sicil defteri.

lm

bak. lunar module.

lng

kıs. liquified natural gas.

lo

( ünlem) işte, bak. Lo and behold! işte! Al sana ! Karşına ne çıksa beğenirsin !

loach

i. çoprabalığı, zool. Cobitis.

load

f. yükletmek, yüklemek; yükünü vermek; hediye yağdırmak; hile yapmak için zarı doldurmak; birine tesir ederek haksız hüküm verdirmek; doldurmak; fotograf makinaslna film koymak; tıkabasa doldurmak (mide); hayat sigortasına zam koymak; yüklenmek, üzerine yük almak; silah doldurmak. load up yükletmek.

load

i. yük, hamule; sıklet, ağırlık; endişe, üzüntü, kaygı; fikir yorgunluğu; silâh doldurmak için barut ve fişek; mak. mukavemet; bir cihazın ihtiva ettiği elektrik miktarı, şarj. load displacement den. geminin tam yükünü alınca çektiği su. load factor bir elektrik santralından alınan ortalama elektrik miktarının elde edilebilecek maksimum miktara oranı. load line den. tam yüklü geminin suya batacağı kısmı gösteren çizgi. loads i., k.dili çok miktar, yığın. loads of love pek çok sevgiler, kucak dolusu sevgiler. get a load of A.B.D., (argo) göz atmak. take a load off one's mind endişesini gidermek.

loaded

s. dolu; hileli (zar);( argo )sarhoş; (argo) zengin. loaded question şaşırtıcı soru. loaded statement iki anlamlı söz.

loader

i. yükleten veya dolduran kimse veya alet; vinç gibi yükleme makinası.

loading

yükleniyor; (fiil) to load, yüklemek, bir cihaza dosya veya veri yüklemek (bilgisayar, mobil telefon); bir gemiye veya herhangi bir yük taşıyıcı araca yükleme yapmak. (isim) yükleme.

loadstar

bak. lodestar.

loadstone

bak. lodestone.

loaf

çoğ. loaves i. ekmek somunu, somun. loaf cake somun şeklinde pasta.

loaf

f. aylakça vakit geçirmek, boş gezmek, haylazlık etmek. loafer i laylak veya boş gezen kimse; haylaz kimse; mokasen tipi ayakkabı.

loam

i., f. içinde organik maddeler olan kum ve kil karışımının meydana getirdiği gevşek yapılı toprak; kuvvetli toprak; tuğla yapmak için kum, kil ve samanla yapılmış harç; f. böyle harçla sıvamak. loamy s. özlü harçtan ibaret; kuvvetli toprak gibi.

loan

i., f. ödünç verme; ödünç alma, borçlanma; ödünç verilen şey; f. bilhassa faiz karşılığında ödünç para vermek; ödünç vermek; (eğreti olarak) vermek. loan collection sergide gösterilmek üzere sahipleri tarafından ödünç olarak verilen resim veya eşya koleksiyonu. loan shark A.B.D., k.dili tefeci. loan society ödünç para veren şirket. on loan ödünç olarak, eğreti olarak.

loanword

i. başka bir lisandan alınan kelime.

loath,loth

s. isteksiz, istemeyen. nothing loath isteyerek, karşı koymayarak.

loathe

f. nefret etmek, hiç sevmemek; tiksinmek, iğrenmek. loathing i. nefret. loathingly z. nefretle.

loathsome

s. tiksindirici, nefrete layık, iğrenç. loathsomely z. nefret edilecek surette. loathsomeness i. iğrençlik.

lob

f. (-bed,- bing) i. ağır ağır atmak; tenis kortunun arka tarafına düşsün diye topu havaya vurmak; (kriket) topu aşağıdan ve ağır ağır atmak; yavaş yavaş ve salınarak gitmek; i. havaya vurulan top; ağır ağır ve aşağıdan atılan top.

lobar

s., anat. toparlak kısma ait, lopa ait, loplu. lobar pneumonia akciğer lopu zatürreesi.

lobate,lobated

s., bot., zool. yuvarlak kısımları olan, loplu; kenarları sarkık.

lobby

i., f. dehliz, koridor, geçit; antre; bekleme odası; senatör veya milletvekilleri ile görüşmek üzere bekleme salonunda bekleyen kimseler; kulis faaliyeti; f., A.B.D. oylarını kazanmak amacıyle meclis üyeleriyle görüşmek. lobbyist i. böyle görüşmelerde bulunan kimse.

lobe

i. yuvarlakça kısım; kulak memesi; ciğerin yuvarlak ucu, lop; mak. yuvarlak olmayan çarkın çıkıntılı tarafı; jeol. karada bulunan geniş bir buz tabakasının çıkıntılı ucu. lobed s. yuvarlak uçlu, loplu.

lobo

i. A.B.D kurt

lobotomy

i., tıb. beynin bir kısmını kesip çıkartma.

lobster

i. ıstakoz, zool. Homarus vulgaris. lobster-eyed s. patlak gözlü. lobster pot ıstakoz tutma sepeti. lobster thermidor ıstakoz etiyle mantardan yapılmış yahni.

lobule

i. yuvarlakça ufak çıkıntı, lopçuk. lobular s. böyle çıkıntılı, loplu.

local

s., i. mevzii, mevkii, mahalli, yöresel; belirli bir yere ait; mec. dar, sınırlı; i. her istasyonda duran tren; banliyö treni; gazetede mahalli haber. local authority huk. mahallin en yüksek sivil makamı, mahalli idare. local color sanatta ve edebiyatta işlenilen yöresel özellikler. local government mahalli idare. local option bir şehir veya bölge ahalisinin kendi yerlerinde içki yasağı olup olmamasına karar verme hakkı. locally z. mevzii olarak, mahalli olarak.

locale

i. mahal, yer, yöre, özellikle belirli bir olayın geçtiği yer.

localism

i. mahalli şive veya adet; belirli bir yer için beslenilen sevgi; yerli şeye rağbet; belirli bir yere bağlılık.

locality

i. yer, mevki, mahal, mevzi, mekan; bir şeyin bulunduğu yer.

localize

f. belirli bir yere sınırlamak; yerini bulup belirtmek. localiz'able s. sınırlanabilir. localiza'tion i. sınırlama, yerini belirtme.

locate

f. bir yerde iskân etmek, yerleştirmek; yerini tayin etmek; tam yerini keşfetmek; k.dili sakin olmak, oturmak.

location

i. yer, mahal, mekân, mevki; iskân, sakin olma; huk. kiraya verme. on location stüdyo dışında yapılan filim veya televizyon çalışması.

locative

i., s. bazı kaynaşık dillerde yer gösteren isim hali, ismin -de hali; s. bu şekildeki isimlere ait.

loch,lough

i, İskoç. gö1, körfez, haliç.

lock

i. kilit; silâh çakmağı; güreşte birkaç çeşit yakalama usulü; kilitleme; kilitli şey; yokuşu inerken tekerleği tutan zincir; kanal içinde gemileri bir yüzeyden diğerine yükseltmek veya alçaltmak için kullanılan havuz. lock, stock and barrel baştan başa, tamamen. safety lock maymuncukla kolay kolay açılamayan emniyetli kilit; tüfekte emniyet tertibatı. Yale lock Yale markalı veya ona benzer emniyet kilidi. under lock and key kilit altında.

lock

f. kilitlemek; kapamak; kilitleyip tutturmak; birbirine geçmek, kenetlenmek (kol); kanal havuzuna sokmak (gemi); kapatmak, bağlamak (para); kilitlenmek, kapanmak; kanal havuzunda yukarı veya aşağı gitmek. lock in kilitlemek, üzerine kapıyı kilitlemek. lock out dışarıda bırakmak. lock spring cep saati kapağını işleten yay. lock step art arda sık adımla yürüyüş. lock stitch çapraz dikiş. lock up kilit altında saklamak; matb. bağlamak.

lock

i. saç lülesi; çoğ. saçlar; bir tutam yün veya pamuk.

lockage

i. gemiyi kanal havuzundan geçirme; havuzdan geçme parası.

locker

i. kilitli çekmece veya dolap; den. dolap, ambar; kilitleyen kimse; kilitleyici şey. locker room sporcuların elbise ve aletleri için dolaplı oda. Davy Jones's locker denizin dibi.

locket

i. madalyon.

lockjaw

i., tıb. tetanos.

locknut

i. emniyet somunu, kilit somunu.

lockout

i. lokavt; sualtı çalışmalarında kullanılan ve altında denize açık bir çıkış yeri olan tertibat.

locksmith

i. çilingir.

lockstep

i. birbiri arkasından aralık bırakmaksızın yürüyüş şekli; sıkı intizam, değişmez usul.

lockup

i. tevkifhane, tutukevi.

loco

s., A.B.D., k.dili deli. loco weed i. Birleşik Amerika'nın batı tarafında bulunan Astragalus türünden zehirli ot.

lococitato

Lat. (kıs. l.c.) yukarıda zikrolunan kitapta veya yerde.

locomotion

i. hareket; bir yerden bir yere gidip gelme veya gezme hareketi.

locomotive

s., i. harekete ait; hareket edebilen; i. lokomotif.

locomotorataxia

tıb. hareket intizamsızlığı, ataksi.

loculus

i. (çoğ.- li)biyol. göze, göz, hücre. locular s. hücrevi.

locus

i. (çoğ. loci) mevki, yer, mahal; geom. belirli şartlar altında herhangi bir hat veya noktanın kendi hareketiyle meydana getirdiği yüzey veya hat.

locust

i. çekirge, zool. Acridium; ağustosböceği, zool. Cicada; salkım ağacı, akasya ağacı, bot. Robinia pseudoacacia; keçiboynuzu, bot. Ceratonia siliqua.

locution

i. ifade tarzı; tabir, terim.

lode

i. maden damarı.

lodestar, loadstar

i. çobanyıldızı, Kutupyıldızı; yol gösterici rehber veya prensip.

lodestone,loadstone

i., mad. mıknatıs taşı.

lodge

i. tekke; mason teşkilâtının azaları veya toplanma yeri, loca; ufak ev; kapıcı veya bahçıvan kulübesi; tatil evi; hayvan ini.

lodge

f. geçici olarak oda vermek; misafir etmek; yerleştirmek, emaneten teslim etmek, vermek; arzetmek, takdim etmek; ekini bastırıp yere yatırmak (rüzgâr); muvakkaten bir evde oturmak; misafir olmak; bir yerde kiracı olmak; bir yerde geçici olarak kalmak; içine gömülmek. lodger i. misafir; kiracı.

lodging

i. geçici olarak oturulan mesken; çoğ. pansiyon; kiralık oda. lodging house kiralık odaları olan ev.

lodgment

i. ikamet etme, yerleşme; sakin olma; düşman istihkâmlannı zaptedip içine yerleşme; huk. emaneten teslim etme, para yatırma, tevdi.

loess

i. kurumuş nehir yataklarında bulunan ve rüzgârın getirdiği zannedilen çok verimli sarımtırak kül rengi ince toprak, lös.

loft

i. çatı arası; çatı arası odası; güvercinlik; güvercin sürüsü; samanlık; kilise balkonu.

loft

f. yükseğe atmak (top); fezaya yollamak.

lofty

s. yüksek, âli, bülent; gururlu, mağrur, kibirli; azametli, çalımlı; çok yüksek (fikir). loftily z. mağrurca. loftiness i. yücelik; kibirlilik, gururluluk.

log

i. kütük, ağaç gövdesi; kütük gibi şey veya adam; den. parakete, geminin süratini ölçme aleti; den. jurnal, gemi jurnalı. log cabin kütükten yapılmış kulübe. log chip den. parakete. log line den. parakete savlosu.

log

f. (-ged, -ging) ağaç kesmek, bir ormanın ağaçlarını kesmek. log'ger i. ağaç kesicisi.

log

i. logaritma.

log

f. (-ged,- ging) seyir defterine kaydetmek; belirli bir mesafe katetmek.

log'ical

s. jeolojiye ait. geolog'ically z. jeolojik olarak geol'ogist i. jeolog. geol'o gize f. jeoloji ile meşgul olmak.

logarithm

mat. logaritma. logarith'mic(al) s. logaritmaya ait. logarith'mically z. logaritma usulü ile.

logbook

i. gemi jurnalı.

loge

i. loca, tiyatro locası.

loggerhead

i. Atlantik Okyanusuna mahsus çok iri deniz kaplumbağası; Amerika'ya mahsus bir çeşit örümcekkuşu. at loggerheads with biri ile kavgalı.

logic

i. mantık ilmi, mantık, eseme; mantıklı düşünüş; muhakeme kuvveti; yargılama gücü. the logic of events olayların gerektirdiği.

logical

s. mantıki, mantıka ait; makul; uygun; mantıklı, esemeli. logically z. mantığa göre, mantıklı olarak.

logician

i. mantıkçı, mantıkla uğraşan kimse.

logistics

i., ask. orduları yığma ve hareket ettirme ile besleme sanatı, lojistik.

logjam

i. bıçkı fabrikasına giden kütüklerin nehirde meydana getirdiği tıkanıklık; engel.

logo

bak. logotype.

logogram,logograph

i. bir kelime ifade eden işaret.

logomachy

i. kelime üzerinde yapılan münakaşa; kelime teşkil etme oyunu.

logorrhea

i. çenesi düşüklük.

logos

i., Yu. Kelâm, logos, deyi; kâinatın nizamı.

logotype

i., matb. işaret olarak kullanılan desen, harf veya kelime; alameti farika.

logrolling

i. politikada karşılıklı yardım yolu ile iki kişinin birbirini tutması.

logwood

i. bakkam ağacı, bot. Haematoxylon campechianum; bu ağacın gayet sert kerestesi; bu ağaçtan çıkan kırmızı boya maddesi.

logy

s., A.B.D., k.dili ağır, yavaş, bati.

loin

i. bel; etin fileto kısmı. loincloth i. peştemal, kuşak. fruit of the loins nesil, kuşak. gird up one's loins beline kuşağını sarmak; büyük bir işe hazırlanmak.

loiter

f. yolda oyalanmak, aylakça dolaşmak, yolda duraklayarak gitmek. loiterer i. aylak dolaşan kimse. loitering i. başıboş dolaşma.

loll

f. iş yapmadan dolaşmak, sallanmak; ağzından dışarı sarkıtmak (dil); away ile tembelcesine geçirmek (vakit); ağızdan dışarıya sarkmak (dil).

lollipop

i. çubuk ucunda yalanarak yenen şeker; İng. öğrencilerin sokakta karşıdan karşıya geçebilmesi için arabaların durmasını sağlayan işaret.

lome

i. Togo'nun başşehri, Lome.

london

i. Londra. Londoner i. Londralı.

lone

s. yalnız, kimsesiz; ıssız, tenha; bekâr, evlenmemiş. lone hand kağıt oyununda refakatsiz oynayan kimse; tek başına mücadele eden siyasi aday.

lonely

s. yalnız, kimsesiz; terkedilmiş, ıssız, tenha; yalnızlıktan ruhu sıkılmış; kasvetli, sıkıntı verici. loneliness i. yalnızlık, kimsesizlik.

loner

i., lone wolf yalnızlığı seven kimse.

lonesome

s. yalnızlıktan içi sıkılmış. lonesomeness i. yalnızlıktan doğan iç sıkıntısı.

long

f. çok istemek, arzulamak, hasretini çekmek, özlemek. long for özlemek, arzulamak. long after a friend bir dostun özlemini çekmek. long for freedom hürriyet hasreti çekmek. I long to go Gitmeyi çok istiyorum. longing i. hasret, özlem. longingly z. hasretle, özlemle.

long

z. çok, pek: geç; müddetince, müddetine kadar, çok vakit, çoktan.

long

s., i. uzun; uzun süren, yorucu;mesafece uzun; alışılmıştan uzun; şümullü, uzak (tarih); i., (şiir) uzun hece. long division bak. division. long dozen on üç. Long Island New York eyaletinde bir adanın ismi. long johns A.B.D., k.dili uzun paçalı don. long jump uzun atlama. long measure uzunluk öIçüsü. long on mevcudu bol, fazlası olan. long shot kazanma ihtimali az bir teşebbüs veya bahis. long since çoktan beri, epey zamandır. long ton 1016 kiloluk ton. long view uzağı görüş, ilerisini görüş; planlamada ilerideki sonucu düşünebilme. a long face ekşi yüz, asık surat. a long head alışılmıştan uzun kafa; zekâ, akıl, anlayış. a long tongue uzun dil, colloq. dillidüdük. as long as mademki. so long as sürece. at long last en sonunda, nihayet. before long yakında, çabuk. in the long run nihayette, en sonunda. not by a long shot k.dili hiç. not by a long sight, not by a long ways katiyen. of long standing çok eski. the long and the short of it uzun lafın kısası, hulasa, doğrusu. longish s. uzunca.

longboat

i. yelkenli geminin en büyük sandalı.

longbow

i. uzun yay.

longcloth

i. iyi cins pamuklu kumaş.

longdistance

s. uzun mesafeli; şehir dışı (telefon konuşması).

longdrawn

s. uzun süren.

longeur,longueur

i. kitap veya piyeste fazla uzun ve sıkıcı kısım.

longevity

i. ömür uzunluğu, uzun ömürlülük.

longhair

s., i. profesör tipinde; klasik müziğe düşkün; i. profesör tipli kimse; bilgin; klasik müzik; hippi.

longhand

i. el yazısı (stenografinin aksi).

longheaded

s. düsünüşünde uzağı görme kabiliyeti olan, önsezi sahibi; akıllı, zeki.

longitude

i. boylam; astr. tul.

longitudinal

s. uzunluğuna, uzunlamasına; boylama ait. longitudinally z. boydan boya uzanarak, uzunlamasına olarak.

longlived

s. uzun ömürlü. longlivedness i. uzun ömürlülük.

longplaying,lp

s. uzun devirli (plak), dakikada 331/3 devir yapan (büyük plak).

longrange

s. uzun menzilli (top). long-range plans uzun vadeli planlar.

longshoreman

i. gemi yükletme ve boşaltma gibi liman işlerinde kullanılan işçi.

longsighted

s. uzağı gören, ilerisini düşünen.

longstop

i., İng. istenilmeyen bir duruma mani olan kimse veya şey.

longsuffering

s. tahammüllü, sabırlı, azap çeken.

longterm

s. uzun vadeli.

longtime

s. kıdemli.

longways

z. uzunluğuna.

longwinded

s. sözü bitmez.

loo

i. bir çeşit iskambil oyunu, lu; bu oyunda ceza kâsesi; İng., k.dili tuvalet.

loofa

i. lif kabağı; bu kabaktan çıkan banyo lifi.

look

f., i. bakmak, nazar etmek, dikkatle bakmak, görmek; düşünmek, mütalaa etmek; gözetmek; yönelmiş olmak; görünmek, gözükmek, benzemek; i. bakış, nazar, bakma; görünüş, ifade; yüz ifadesi. look about etrafına bakmak, dört yanını gözlemek veya kollamak. look after bakmak, gözetmek. look ahead ileriye bakmak, istikbale bakmak. look alive acele etmek. look around bütün ihtimalleri incelemek veya üzerinde düşünmek. look back hatırlamak. Look before you leap Düşüncesizce iş görmeyin. look daggers bakışıyle tehdit etmek. look down on (birini) hor görmek. look for aramak, beklemek. look forward to beklemek, ummak. Look here! Bana bak! look in on kısa bir ziyaret yapmak. look into araştırmak, soruşturmak, incelemek. Look lively! Acele et! Çabuk ol! look on bakıp durmak, seyretmek; başkası ile aynı kitaptan okumak. look one in the face utanmayarak veya cesaretle birinin yüzüne bakmak. look out sakınmak; gözetmek. look out for dikkat etmek. look over incelemek, muayene etmek, göz gezdirmek, yoklamak. look sharp dikkat etmek. look the other way görmezlikten gelmek. Look to your manners Davranışlarına dikkat et! Kendine gel. look up gözleri yukarı dikmek; aramak, bakmak; ziyaret etmek, yoklamak; iyileşmek, düzelmek. look up to hürmeti olmak, hürmet etmek; güvenmek, itimat etmek. good looks gü zellik. He looked me through and through Beni iyice inceledi. Beni süzdü. Things look bad for you işiniz kötüdür. Yandınız. looking glass ayna.

look-see

i., (argo) bakma.

looker

i. bakan kimse;( argo) güzel ve yakışıklı kimse.

looker-on

i. seyirci.

looking-glass

s. ters yönde olan; karmakarışık.

lookout

i. gözetleme yeri; gözetleme; gözleme; bekleme.

loom

i. dokuma tezgâhı; dokuma; den. küreğin topacı.

loom

f., i. uzakta hayal gibi gözükmek; aslından daha kocaman ve korkunç gözükmek; büyük önem kazanmak; i. uzakta hayal gibi belirme.

loon

yapılmış şerit

loon

i. ahmak kimse; değersiz kimse; serseri kimse.

loon

i. gerdanlı dalgıç, zool. Gavia. crazy as a loon bütün bütün sersem, zırdeli.

loony,luny

s., (argo) deli, çılgın.

loop

i., f. ilmek; ilik halkası; ırmağm yılankavi aktığı yer; kroşe ve örgü işlerinde bir ilmek; doğum kontrolü için dölyatağına konulan halka, spiral; f. ilmek yapmak, ilmeklemek; ilmek olmak, ilmekle tutulmak. loop back bir eğri meydana getirerek aksi yönde gitmek. loop stitch ilmekli dikiş, fisto. loop the loop uçak ile havada dikey dönüş yapmak, takla atmak. loop up ilmeklemek.

loophole

i. mazgal deliği, duvar kovuğu; kaçamak.

loopy

s. ilmekli; (argo) deli.

loose

s., f. gevşek, sıkı ve bağlı olmayan, başıboş; dağınık, ayrı ayrı, seyrek, sıkışık olmayan; ahlakça serbest, hafifmeşrep, iffet sahibi olmayan; şüpheli, müphem; yumuşak (öksürük); ishal olmuş, kabız değil; f. gevşetmek, çözmek, açmak; salıvermek, hapisten çıkarmak, serbest bırakmak, azat etmek; boşaltmak (tüfek). loose ends yarım kalmış işler. loose-jointed s. mafsalları sıkıca birleşmemiş. loose-leaf s. sayfaları çıkarılıp tekrar takılabilen (kitap veya defter). loose rein dizginleri gevşek, baskısız. at loose ends boşta. break loose ipini koparıp başıboş kalmak; hapishaneden kaçıp kurtulmak. cast loose çözmek, ayırmak. cut loose ilişkiyi kesmek; kaçmak, kurtulmak; k.dili cümbüş etmek, eğlenmek. get loose kurtulmak. hang loose (argo) istifini bozmamak. have a screw loose çivisi gevşemek; aklından zoru olmak. let loose salıvermek, çözüp koyvermek. on the loose serbest; eğlencede, cümbüşte. play fast and loose hile ile davranmak, özü sözü birbirine uymamak. set veya turn loose serbest bırakmak, başıboş salıvermek. loosely z. gevşek olarak; üstünkörü; ahlâksızca; hemen hemen, kabaca. looseness i. gevşeklik; ishal; intizamsızlık; kararsızlık.

loosen

f. gevşetmek, çözmek, açmak; salıvermek; tıb. ishal etmek; gevşemek, çözülmek.

loosestrife

i. altın kamış, bot. Lysimachia vulgaris.

loot

i., f. yağma çapul, ganimet, kanunsuz kazanç; A.B.D., (argo) para; f. yağma etmek, ganimet olarak zaptetmek.

lop

i., f. (-ped, -ping) ufak dal, ağacın budanmış kısmı; f. ağacın dallarını kesmek, budamak; kesip düşürmek.

lop

f. (-ped,- ping) sarkmak, asılı olmak; sarkıtmak.

lope

f., i. uzun ve rahat adımlarla koşmak; i. uzun ve rahat adım.

lopsided

s. bir tarafa meyilli; orantısız.

loquacious

s. konuşkan, dilli, çeneli, geveze. loquaciously z. çok söyleyerek.

loquacity

i. ağız kalabalığı, gevezelik.

loquat

i. yenidünya ağaç veya meyvası, maltaeriği, bot. Eriobotrya japonica.

loran

i. radyo sinyalleri ile gemi veya uçağın yerini tespit eden bir sistem.

lord

i., f. efendi, sahip, mal sahibi; hakim, hükümdar; lord (bir asalet unvanı); b.h. Rab, Allah, Tanrı; Hazreti İsa; f. lord payesi vermek. Lord bless me! Aman ya Rabbi! Lord Chamberlain İngiltere'de baş mabeyinci. lord it over someone gururlu dav- ranmak, kibirlilik göstermek, amirane tavır takınmak. Lord Mayor Londra belediye reisi. Lord's Day pazar günü. lords of creation insan, beşer. First Lord of the Admiralty İngiltere'de Bahriye Nazırı. House of Lords Lordlar Kamarası. live like a lord lord gibi lüks içinde yaşamak. my lord efendim, lord cenapları. O Lord! Ya Rabbi! Our Lord Rabbimiz, Efendimiz, Hazreti İsa. The Lord knows how Nasıl olduğunu ancak Allah bilir. the Lords Lordlar Kamarası. the Lord's Prayer İsa'nın öğrettigi dua. the Lord's Supper Aşai Rabbani ayini. lordlike s. lord gibi, lordcasına. lordling i. lordcuk, genç ve önemsiz lord. lordless s. sahipsiz.

lordly

s. amirane, lordvari, lorda yaraşır bir sekilde; azametli, muhteşem, asil; gururlu, kibirli, küstah. lordliness i. azamet; gurur, kibirlilik.

lordosis,lordma

i., tıb. omurga kemiğinin alt kısmının ileri doğru fazla çıkması.

lordship

i. lordluk sıfatı veya payesi; egemenlik, üstünlük; his veya your ile lord cenapları.

lore

i. ilim, bilgi, irfan (özellikle eski zaman bilgileri).

lore

i. kuşlarda gaga dibi ile göz arasındaki bölge, ağız ile göz arasındaki düzlük (kuş, sürüngen, balık).

lorgnette

i. süslü sapı olan ve kullanılmadığı zaman katlanabilen gözlük; sapı opera dürbünü.

lorry

i., İng. kamyon; A.B.D. alçak olup yansız ve dört tekerlekli yük arabası.

lory

i. Avustralya'ya ve komşu adalara mahsus parlak kırmızı renkli papağan; Güney Afrika'ya mahsus parlak tüylü bir kuş.

lose

f .(lost) kaybetmek, yitirmek, zayi etmek; kaçırmak, elden kaçırmak; şaşırmak; azıtmak; kaybolmak; mahrum olmak; mağlup olmak. lose face itibarını kaybetmek. lose ground geri çekilmek, mevkiini kaybetmek. lose oneself kendini kaybetmek, kendinden geçmek. lose oneself in zihnini tamamen işgal etmek, dalmak. lose one's temper kızmak. lose out kazanamamak. lose sight of gözden kaybetmek; unutmak. lose the way yolu şaşırmak.

loser

i. kaybeden kimse; ziyan eden kimse. a good loser oyunu kaybedince kızmayan kimse.

losing

s. kazançlı olmayan, ziyan gören.

loss

i. ziyan, zarar, hasar; harabiyet, kayıp, elden çıkma; israf, telef; ask. zayiat, kayıplar. loss leader tic. müşteri kazanmak için ziyanla satılan belirli bir şey. loss of civic rights huk. medeni haklardan iskat. loss of profit huk. mahrum kalınan kar. a dead loss tam ziyan; her şeyi kaybetme. at a loss şaşırmış, ne yapacağını bilmez; zararına (satış). average loss den. sig. kısmi ziyan. bear a loss ziyana katlanmak. proof of loss ziyanı ispat. total loss den. sig. onarılmaya değmeyecek derecede kayıp veya zarar, tam zarar.

lost

s. kaybolmuş, zayi olmuş, telef olmuş, gitmiş; mahvolmuş; aklını şaşırmış, kendini kaybetmiş; yolunu şaşırmış; dalgın, düşünceye dalmış; israf olmuş; duygusunu kaybetmiş. lost cause kaybedilmiş dava, ümitsiz dava. lost in tamamen dalmış. lost to kaybolmuş, elinden çıkmış. be lost on tesir etmemek.

lot

i., f. (-ted,- ting) kısmet, kader, talih, baht, nasip; kura; İng. vergi; arazi parçası; hisse, pay; gen. çoğ. birçok, çok miktar; kısım, parça; nevi, tip; f. taksim etmek, hisselere ayırmak; kısımlara ayırmak (arazi); kur'a ile taksim etmek. a lot çok. cast in one's lot with birinin kaderine bağlanmak, birinin nasibini paylaşmak. cast lots zar atarak veya başka suretle talihini denemek. draw lots kur'a çekmek. odd lot az miktar. He has lots of friends. Pek çok dostu var. the lot hepsi.

loth

bak. loath.

lothario

i. baştan çıkartan kimse.

lotion

i. vücudun bir yerini yıkamak veya yumuşatmak için kullanılan ilaçlı su, losyon.

lottery

i. piyango, lotarya, kur'a; kader, kısmet, tesadüf.

lotto

i. tombala oyunu.

lotus

i. nilüfer çiçeği, bot. Nymphaea lotus; hünnap, çiğde, bot. Zizyphus jujuba; ark. eski binaların üstüne süs olarak yapılan nilüfer çiçeği şekli; mit. meyvasının yiyenlere tatlı bir uyuşukluk verdiği farzolunan ağaç. lotus eater kendini hayali bir uyuşukluğa veren kimse. lotus position yogada bir oturuş şekli. honey lotus kokulu sarı yonca, bot. Melilotus officinalis.

loud

s., z. yüksek (ses); gürültülü, patırtılı; mübalağacı; çok parlak (renk); kaba, inceliği olmayan; z. yüksek sesle, gürültü ile. loudmouthed s. ağzı kalabalık. loudspeaker i. hoparlör, sesi yükseltme aleti. loudvoiced s. yüksek sesli. loudly z. yüksek sesle; gürültüyle. loudness i. gürültü; ses yüksekliği. out loud normal konuşma sesi ile, sesli.

louden

f. yükselmek veya yükseltmek (ses).

lough

bak. loch.

lounge

f., i. tembelce uzanmak veya yayılıp oturmak; aylakça vakit geçirmek, tembel tembel dolaşmak; i. şezlong, divan, sedir; istirahat odası, bekleme odası, salon; aylaklık; tembelce yatış veya oturuş. lounge away (vakit) tembelce geçirmek. lounger i tembelce yaşayan kimse.

louse

i. (çoğ. lice) bit, kehle, zool. Pediculus;( argo) eşekoğlueşek, pis herif. crab louse kasık biti, kıl biti, zool. Phthirus pubis. plant louse fidan biti, zool. Aphis.

lousy

s. bitli, üstü başı bit dolu; (argo) kötü; (argo) alçak, iğrenç. He is lousy with money (argo) Onun parası çok. lousiness i. bitlilik; iğrençlik; berbatlık.

lout

i. kaba adam, aptal veya maskara kimse; (slang) eşek. loutish s. soytarı gibi; kaba, hoyrat. loutishly z. hoyratça. loutishness i. kabalık, hoyratlık; eşeklik.

louver

i. eski zaman binalarında yanları pencereli kubbecik; pancur tahtası veya pancurlu pencere; hava deliği. louver boards,louver boarding yağmurun girmesine mâni olan pancurlu pencere; pancur tahtaları.

lovable

s. sevilir, sevimli, cana yakın, hoş.

lovage

i selam otu, yaban kerevizi, bot. Levisticum officinale.

love

i. sevgi, muhabbet, aşk; sevgili, yâr, dost; b.h. aşk tanrısı, Küpid; psik. eros; (tenis) sıfır, hiç sayı kazanmamış olma. love affair aşk macerası. love apple (eski) domates. love beads hippilerin taktıkları renkli boncuklar. love charm aşk husule getiren büyü. love child aşk mahsulü, gayri meşru çocuk. love feast dostluk bağlarını kutlayan ve kuvvetlendiren ziyafet. love grass çayırgüzeli, bot. Eragrostis major. love knot muhabbet alameti olarak hususi bir şekilde bağlanan fiyonga. love letter aşk mektubu. love match yalnız aşk üzerine kurulan izdivaç. love potion aşk iksiri. love seat iki kişilik sedir. love story aşk hikâyesi. a labor of love hatır için yapılan iş. fall in love abayı yakmak, aşık olmak. for the love of aşkına, hatırı için. give my love to sevgilerimi söyle. make love sevişmek. not for love or money ne hatır için ne para için, hiç bir surette. There is no love lost between them. Birbirlerini hiç sevmezler. Birbirlerinden nefret ederler.

love

f. sevmek, aşık olmak.

love-crossed

s. aşkta şanssız.

love-in-a-mist

i. çöreotu, bot. Nigella damascena.

love-in-idleness

i. yabani menekşe.

love-lies-bleeding

i. horoz ibiği çiçegi, yabani kadife çiçeği, bot. Amaranthus tricolor.

lovebird

i. muhabbetkuşu, zool. Meleopsittacus undulatus; ufak bir papağan.

loveless

s. sevgisiz, sevgiden mahrum; sevgisi olmayan; sevilmeyen.

lovelock

i. kakül, zülüf, saçlülesi.

lovelorn

s. sevgilisi tarafından bırakılmış, terkedilmiş; aşk hicranı çeken.

lovely

s. güzel, latif, hoş, sevimli, sevilir. loveliness i. güzellik, sevimlilik.

lover

i. âşık, seven kimse, yar, dost. lover of art sanat aşığı.

lovesick

s. aşk hastası, sevdalı.

lovestruck

s. (birisinin) aşkıyle vurulmuş.

loving

s. seven, sevgi gösteren, müşfik. loviny cup iki kulplu büyük içki kâsesi, mükafat olarak verilen kâse. loving-kindness i. şefkat, lütuf, iyilik, merhamet. lovingly z. sevgi ile. lovingness i. sevgi tavrı.

low

s., z. alçak, yüksek olmayan; alçaktaki, aşağıdaki; ekvatora yakın; ufka yakın; alçak gönüllü, mütevazı; hakir; az; ucuz, adi; yavaş; müz. pes; kuvvetsiz, zayıf, baygın; sıkıntılı; alçak, rezil; geri, medeniyetsiz; kısa, bodur, boysuz; karamsar; üzgün; z. alçak mevkide veya mevkie; ucuz fiyatla; pes olarak; mütevazı tarzda. low camp bayağı. low comedy fars. Low Countries Hollanda, Belçika ve Lüksemburg. low frequency alçak frekans. low gear birinci vites. low life yoksulluk. Low Mass Katolik kilisesinde müziksiz ve basit ayin. low pressure alçak basınç. low profile dikkati çekme - me siyaseti. low relief hafif kabartma. low tide cezir, inik deniz. high and low havas ve avam, herkes. lay low yatırmak, yatağa düşürmek; yıkmak, mahvetmek. lie low saklanmak; niyetlerini gizlemek, susup beklemek. run low bitmek üzere olmak. search high and low her yerde aramak.

low

f., i. böğürmek; i., böğürme.

low-down

s., k.dili alçak, ahlaksız; alçakça yapılan.

low-minded

s. adi düşünüşlü, alçak fikirleri olan.

low-pressure

s. alçak basınçlı; meteor. normalden aşağı basıncı belirten.

low-spirited

s. kederli, üzgün, tasalı.

low-water mark

alçak su seviyesi işareti; bir şeyin en alçak veya en düşük noktası.

lowborn

s. aşağı tabakadan.

lowboy

i. alçak konsol.

lowbrow

s., i. adi, tahsil görmemiş, kültürsüz, basit (kimse).

lowdown

i., k.dili hakikat, bir işin içyüzü.

lower

f. indirmek; azaltmak, eksiltmek, tenzil etmek; zayıflatmak; alçaltmak, rezil etmek; müz. pesleştirmek; inmek, azalmak, eksilmek.

lower

s., z. daha aşağı; daha alçak. lower case minüskül, küçük harf. lower chamber halk meclisi, avam kamarası. lower class alt tabaka. lower criticism metnin aslını araştıran eleştiri. lower court huk. bidayet mahkemesi, alt mahkeme. lower deck ikinci güverte, tavlun. lower school bir okulun hazırlayıcı kısmı. lower world arz, dünya; ölüler diyarı. lowermost s. en aşağı, en aşağıda olan.

lower,lour

f., i. surat asmak, somurtmak; karartmak (bulut); i. asık surat, kaşlarını çatarak bakma. lowering s. somurtkan; kararmış (gök).

lowland

i., gen. çoğ., s. düz arazi, ova; s. ovaya mahsus.

lowlife

i. ayaktakımı; kopuk, hayta.

lowly

s., z. rütbe veya mevkice asağı; mütevazı, alçak gönüllü; z. ikinci derecede, aşagı. lowliness i. alçak gönüllülük.

lownecked

s. açık yakalı (elbise), dekolte.

lowpitched

s. alçak sesli, pes sesli; heyecansız; az meyilli (çatı).

lowrise

s. asansörsüz ve alçak (bina).

lox

i., liquid oxygen sıvı oksijen.

lox

i. füme balık.

loxodromic

s., den. kerte hatları üzerinde seyre ait. loxodromics i. kerte hatları üzerinde seyir sanatı. loxodromic curve, loxodromic line her meridyen ile aynı açıyı yapan çizgi.

loyal

s. sadık, vefalı. loyalist i. her zaman krala sadık kalan kimse. loyally z. sadakatle.

loyalty

i. sadakat, hulus, bağlılık. loyalty oath A.B.D. sadakat yemini.

lozenge

i. pastil; baklava biçimi, eşkenar dörtgen; baklava şeklinde şey.

lp

i., s. dakikada 33 1/3 devir yapan büyük plak; s., bak. long-playing

lsd

i. suni halusinojen bir madde.

lubber

i. acemi ve hantal kimse; den. gemi ile az seyahat etmiş kimse.

lube

i., lube oil bak. lubricating oil.

lubricate

f. yağlamak, yağlayarak kolay işler hale getirmek. lubricating oil makina yağı, motor yağı. lubricant i. yağlayıcı madde. lubrica'tion i. yağlama. lubricator i. yağlama cihazı; yağdanlık.

lubricity

i. zamparalık, kadın düşkünlüğü; yağlılık, kayar halde olma, kayganlık, kaypaklık.

lubricous

s. kaygan; dönek; zampara.

luce

i. turnabalığı, zool. Esox lucius.

lucent

s. parlak, ziyadar, şeffaf, berrak, açık, aydın, vazıh.

lucerne

i. Luzern.

lucerne

i., İng. kaba yonca.

lucid

s. kolay anlaşılır; kafası sağlam; aklı başında; berrak, vazıh, açık; şeffaf. lucid interval hasta veya delinin şuurlu hale geldiği fasıla. lucid'ity, lucid- ness i. berraklık, vuzuh, açıklık; akılselim, sağduyu.

lucifer

i. Zühre yıldızı, Venüs, sabah yıldızı; Şeytan, İblis; k.h., eski kibrit.

luck

i. talih, şans, baht, ikbal; uğurlu şey. as luck would have it şansıma. down on one's luck talihsiz, bahtsız. for luck uğur getirsin diye. in luck talihli, şansı açık, bahtiyar. just my luck tam benim şansıma. out of luck talihsiz. try one's luck şansını denemek. worse luck maalesef, ne yazık ki. luckless s. talihsiz, şanssız. lucklessly z. talihsizce.

luckily

z. çok şükür, talihine, bereket versin ki.

lucky

s. talihli, şanslı, uğurlu, meymenetli. lucky day uğurlu gün, mesut gün. lucky dog talihli adam. Lucky dog! Kerata ,sanslı. lucky penny uğurlu para. luckiness i. şanslılık.

lucrative

s. karlı, kazançlı, yararlı. lucratively z. karlı olarak, kazançlı olarak.

lucre

i. para, servet. filthy lucre (şaka) para, akçe.

lucubrate

f. gece geç saatlere kadar çalışmak, kafa yorarak çalışmak; emekle eser meydana getirmek. lucubra'tion i. emekle meydana getirilmiş eser. lu'cubrator i. böyle emekle çalışan kimse. lu'cu- bratory s. gece çalışmasına ait; zahmetli, yorucu, sıkıntılı, emekli.

luddite

i. makina düşmanı, makinaların işçinin zararına kullanıldığına inanan kimse.

ludic

s. oynama ile ilgili; civelek, oynak.

ludicrous

s. gülünç, güldürücü, komik. ludicrously z. gülünç şekilde, komik olarak. ludicrousness i. komiklik, güldürücülük.

lues

i., tıb. frengi.

luff

i., f., den. orsa seyiri; flok ve velena yelkenlerinde lerno yakası ve astarı; f. orsa etmek, orsasına seyretmek. luff tackle adi palanga, orsa palangası.

luffa

bak. loofa.

lug

i., İskoç. kulak veya kulak memesi; kulp, sap; araba okunun içinden geçtiği meşin halka.

lug

f. (-ged,- ging) çekmek, sürüklemek; güçlükle taşımak; zorla sokmak (lüzumsuz söz veya hikaye); ağır ağır hareket etmek, sürüklenmek.

luggage

i. bagaj, yolcu eşyası. luggage van İng. eşya vagonu. personal luggage şahsi yol eşyası.

lugger

i. iki veya üç direkli ve aşırmalı yelken kullanan gemi.

lugsail,lug

i. aşırmalı yelken, hasır yelken.

lugubrious

s. fazla hazin, acıklı; çok kasvetli, sıkıntılı; aslk suratlu

lugworm

i. kuma gömülen halkalı deniz kurdu.

luke

i. Yeni Ahdin üçüncü kitabı; bu kitabın yazarı.

lukewarm

s. ılık; soğuk, kayıtsız, ilgisiz. lukewarmly z. ılık olarak; ilgisizce. lukewarmness il ılıklık; kayıtsızlık.

lull

f., i. sakinleştirerek uyutmak, uyuşturmak, teskin etmek; uyuşmak, teskin olunmak, sükun bulmak; i. muvakkat sukunet; ara verme, fasıla.

lullaby

i. ninni; müz. ninniye benzer parça.

lulu

i., k.dili olağanüstü bir şey.

lumbago

i., tıb. belağrısı, lumbago.

lumbar

s., i., anat. bele ait (damar, sinir). lumbar region bel nahiyesi, bel. lumbar vertebrae bel omurları.

lumber

f. hantal hantal yürümek.

lumber

i., f., ing. kalabalık eden ve kullanılmayan eşya; f. lüzumsuz eşya ile doldurmak.lumber room ing. sandık odası.

lumber

i., f. kereste; f. kereste kesmek; ormanda ağaç kesmek lumberjack i. ormanda ağaç kesen kimse. lumberman i. keresteci, hızarcı, bıçkıcı. lumberyard i. kereste deposu. lumber mill kereste kesme yeri.

lumbering

i. kereste için ağaç kesimi.

lumbering

s. hantal, kaba; gürültülü. lumberingly z .hantalca

lumen

i. (çoğ. mina) lümen, ışık ölçü birimi; anat. tüp şeklindeki organın içindeki boşluk.

luminary

i. ışık veren cisim (bilhassa günes veya ay); aydınlatıcı ve bilgili kimse.

luminescence

i. parlaklık, ışıldama luminescent s. ışıldayan.

luminiferous

s. ışık saçan.

luminous

s. parlak, aydınlık, ziyadar; akıllı, zeki; berrak, açık, vazıh. luminously z. parlak şekilde, berrak olarak. Iuminosity i. parlaklık.

lummox

i., A.B.D., k.dili aptal veya bön kimse, ahmak kimse.

lump

i., f. parça, küme, biçimsiz parça, topak, yumru; öbek; şiş; yığın, toptan şey; hantal kimse, ahmak kimse; f. yığmak, biçimsiz parça haline koymak; bir araya getirmek; toptan almak veya satmak; hantal hantal dolaşmak. lump coal iri parçalar halinde madenkömürü.lump sugar kesme şekerl Iump sum yekten, hep birden verilen para. have a lump in one's throat üzüntüden boğazı tıkanmak. in the lump toptan, hep birden. lumpish s. siş gibi, yumru gibi; aptal. lumpishness i. topak hali; ağırlık. lumpy s. yumrularla dolu, yumru yumru, topak topak.

lump

f., k.dili ister istemez tahammül etmek, kahrını çekmek. If you don't like it you can lump it (argo) Beğensen de bir beğenmesen de.

luna , luna

i. ay; ay tanrıçası; (eski) gümüş. Luna moth Amerika'ya mahsus iri bir pervane, zool. Tropaea luna.

lunacy

i. delilik, cinnet, akıl hastalığı, divanelik, kaçıklık, ahmaklık, delicesine hareket.

lunar

s. aya ait, kameri; yarımay şeklinde; gümüşe ait, gümüşlü. lunar caustic cehennemtaşı. lunar distance ayın güneşten veya bir yıldızdan derece hesabıyle olan uzaklığı. lunar module, LM aya insan götürmek için kullanılan roketin en ön kısmı. lunar month kameri ay. lunar rainbow ay lşığından meydana gelen gökkuşağı. lunar year yeni ay ile başlayan on iki veya on üç aylık yıl, ay yılı.

lunarian

i. ayda yaşadığı farz edilen kimse; ayı inceleyen kimse.

lunate

s. yarımay şeklinde.

lunatic

s., i. deli, mecnun, akıl hastası, çılgıca yapılan; delilere mahsus; i. deli kimse. lunatic fringe aşırı hareketlerle bir fikir veya hareketi destekleyen kimseler.

lunation

i. iki yeni ay arasındaki 291/2 günlükdevre, kameri ay.

lunch

i., f. hafif yemek, öğle yemeği; öğle yemeğinde yenen yiyecekler; f. öğle yemeği yemek veya yedirmek. lunch counter büfe. lunch hour öğle tatili.

luncheon

i. hafif yemek, hafif öğle yemeği. luncheonette' i hafif yemeklerin satıldığı küçük büfe.

lunchroom

i. sandviç ve hafif yemekler yenilen lokanta.

lune

i., geom. birbirini kesen iki yayın meydana getirdiği şekil; hilâl şeklinde her hangi bir şey.

lunette

i. duvar veya kubbedeki hilâl şeklinde aralık; ask. ay tabya.

lung

i. akcierlerin her biri. lungs i, çoğ. akciğer. at the top of his lungs avazı çıktığı kadar.

lunge

i., f. kılıç ile hamle; saldırış, hamle; f. eskrim veya boksta hamle etmek; saldlrmak, davranmak.

lungwort

i. ciğerotu, bot. Pulmonaria officinalis.

lunisolar

s. güneşle aynı ilişkisine veya hareketine ait.

luny

bak. loony.

lupine

i. acı bakla, bot. Lupinus.

lupine

s. kurda ait; aç kurt gibi; vahşi, yırtıcı.

lupus

i., tıb. deri veremi.

lurch

i., (eski) müşkül durum. leave in the lurch güç bir zamanda terketmek (bir dost veya ortağı).

lurch

i., f., den. geminin birdenbire sallanması veya silkinmesi; sarhoş gibi sendeleme; f. sallanmak, silkinmek; sendelemek.

lurcher

i. pusu kuran kimse; adi hırsız, dolandırıcı, aldatıcı kimse .

lure

i., f. hayan veya balık tutmak için yem; şahin veya atmacayı geri getirmek için gösterilen kuş veya ete benzer şey; cazibe, tuzak; f. cezbetmek; kuş veya et gibi bir şey göstererek çağırmak (şahin).

lurid

s. korkunç, dehşetli, korkutucu; donuk, uçuk renkli; karanlıkta kızıl alev saçan, kızıl renkli; renkli, parlak.

lurk

f. hırsız gibi gizlenmek, pusuya yatmak; gizli olmak; gizli gizli dolaşmak. on the lurk pusuda lurkingplace i. pusu yeri; hırslızın gizlendiği yer.

lusaka

i. Kuzey Rodezya'nın başşehri, Lusaka.

luscious

s. pek tatlı, çok lezzetli; fazla tatlı; zevki okşayan lusciously z çok lezzetli olarak. lusciousness i. lezzetlilik.

lush

s. çok sulu, çok özlü; bereketli, bol; lezzetli; cafcaflı.

lush

i., f., (argo) ayyaş kimse; f. çok içki içirmek veya içmek.

lust

i., f. şehvet, şehvet düşkünlüğü; nefsaniyet; çok kuvvetli ve karşı konulamaz arzu; arzu, heves, düşkünlük; f. şehvetli olmak. lust for, lust after şehvetle arzu etmek.

luster

ing. -tre i., f. parlaklık, parıltı; cila; şaşaa, göz allalık, ihtişam; şamdan, avize, ışık veren şey; çok güzel olma; şöhret; f. cilalamak, parlaklık vermek. lusterware i. sırlı çanak çömlek. lusterless s. cilâsız, donuk, mat; zevksiz.

lustful

s. şehvet düşkünü, şehvetli. lustfully z. şehvetli olarak. lustfulness i. şehvet düşkünlüğü.

lustral

s. arınmaya ait; arınmak için kullanılan; beş senede bir olan.

lustrate

f. törenle arıtmak, yıkayıp arıtmak (ayinde); şartlamak. lustra'tion i ayinde yıkayıp arıtma.

lustre

bak. luster.

lustrous

s. parlak. lustrously z. parlak olarak. lustrousness i. parlaklık.

lustrum

i. (çoğ. tra, trums) (eski) Roma'da beş senede bir yapılan nufus sayımı; bu zamanda yapılan genel arınma; beşsenelik müddet.

lusty

s. vücudu kuvvetli, sağlam, dinç, canlı, gürbüz; kuvvetli. lustily z. kuvvetle, şiddetle. lustiness i. kuvvet, şiddet; şevk, iştah, zevk, canlılık.

lute

i., f., müz. ut, lavta cinsinden telli saz, kopuz; f. ut çalmak. lutist, lutanist i. udi, kopuzcu.

lute

i., f. borunun ek yerlerini yapıştırmak için kullanılan ince toz haline getirilmiş bir kil bileşimi; f. böyle bir bileşimle sıvamak.

luteous

s. açık veya orta koyulukta yeşilimsi sarı renkli.

lutestring

i. bir çeşit parlak ipekli kumaş.

lux

i (çoğ. es, luces) fiz. ışık ölçüsü birimi.

luxate

f. mafsaldan çıkarmak, yerinden çıkarmak, burkmak. luxa'tion i. çıkık.

luxe

i. lüks, çok süslü şey. de luxe lüks, şatafatlı.

luxembourg

i. Lüksemburg.

luxuriant

s.. bereketli, çok bol; çok süslü. luxuriance, -cy i. bolluk. luxuriantly z. bol olarak; çok süslü olarak.

luxuriate

f. lüks ya şamak; pek çok zevk almak; külfetli şekilde yetişmek.

luxurious

s. lüks, lükse ait, zevk verici, çok rahat. luxuriously z. lüks olarak, çok rahat şekilde. luxuriousness i. lüks olma, rahatlık.

luxury

i. lüks şey; çok zevk veren şey; lüks hayata dalma; fazla bolluk içinde yaşama.

luzon

i. Luzon.

lycanthropy

i., tıb. hastamn kendini kurt zannederek kurt gibi hareket etme deliliği; halk edebiyabnda sihirbazlıkla bir insaın kurt haline konulması.

lycaonia

i., tar. Likaonya, Konya yöresinin eski ismi.

lyceie

i. lise.

lyceum

i., b.h. Atina yakınlarında Aristo'nun felsefe öğrettiği koru; konferans salonu; konferans ve konser yoluyle halk eğiten örgüt; lise.

lycia

i., tar. Likya, Muğla yöresinin (eski) ismi.

lycopod

i. kurdayağı, bot. Lycopodium clavatum.

lycopodium

i., ecza. kurdayağı tozu.

lyddite

i. asit pikrikten meydana gelen kuwetli bir patlaylıcı madde, lidit.

lydia

i., tar. Lidya, Manisa yöresinin eski ismi.

lydian

s., i. (eski) Lidya'ya ait; kadınsı; şehvet düşkünü; i. Lidyalı kimse; Lidya dili. Lydian mode müz. eski Yunanlılarda yumuşak ve sinirleri gevşetici bir gam. Lydian stone mihenk taşı.

lye

i. kül suyu, boğada suyu.

lying

i. yatış; yatacak yer. lying-in i. çocuk doğurma; loğusalık. lying to den. faça edip yatma.

lying

i. yalan söyleme, yalancılık.

lymph

i., tıb. lenfa, akkan. lymph node. lenf bezi, akkan düğümü.

lymphatic

s., i. lenfatik; içinde lenf bulunan; lenfe ait; heyecansız, aşırı serin kanlı, kaygısız, tembel halli; i. lenf damarı. lymphatic gland lenf bezi. lymphatic system lenf sistemi. lymphatic vessel lenf damarı.

lynch

f. yargılamadan öldürmek, linç etmek. Iynch law linç kanunu.

lynx

i. vaşak, kara kulak, zool. Caracal melanotis. pardine lynx vaşak, zool. lynx pardina. lynx-eyed s. çok keskin gözlü.

lyonaise

s. ince dilinmiş soğan ile pişirilmiş (patates).

lyra

i., astr. Şilyak takım yıldızı.

lyre

i., müz. çenk, bir çeşit harp. lyre bird zool. Avustralya'ya mahsus ve kuyruğu çenk şeklinde bir çeşit kuş. lyrist i.çenk çalan kimse;gazel yazan veya okuyan kimse.

lyric

s., i. lirik; i. gazel, lirik şiir; çoğ. güfte. lyric drama lirik dram. lyric poetry lirik şiirler. lyrical s.gazele ait, şiir tarzında. lyricism i. lirizm, lirik nitelikleri olma. lyricist i. şarkı veya müzikli oyun için güfte yazarı.

lyse

f., tıb. kaybolmak,yok olmak (hastalık belirtisi, bakteriler); yok etmek.

lysine

i., biyokim. bir çok proteinde bulunan bir amino asit,lizin.

lysis

i., tıb. hastalık belirtilerinin tedricen kaybolması;bi-yokim.hücrelerin eriyip yok olması.

lysol

i. lizol.

lyssa

i.,tıb.kuduz hastalığı.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL