NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

la ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: la
Bulunan Sonuç: 318

la

(kıs.) Louisiana.

la

(i.), (müz.) la notası, müzik gamında altıncı nota.

laager

(i.), (f.) Güney Afrika'da etrafı arabalarla kuşatılmış kamp veya konak yeri; (f.) böyle konak yeri yapmak; böyle yerde konaklamak.

lab

(i.), ABD, (k.dili) laboratuvar.

lab.

(kıs.) Labrador.

lab.

(kıs.) laboratory.

labdanum , ladanum

(i.) laden, (bot.) Cistus; laden zamkı.

label

(i.), (f.) (ed, ing veya led, ling) yafta, etiket; nitelendirici isim veya cümlecik; (f.) etiket yapıştırmak, etiketlemek; tasnif etmek, sınıflandırmak; (mim.) kapı veya pencereye saçak yapmak.

labellum

(i.) (çoğ.bella) (bot.) dudak şeklinde bir korol kısmı, dudakçık.

labia

(bak.) labium.

labial

(s.), (i.) dudaklarla ilgili; (dilb.) dudaksıl; (müz.) dudak şeklinde kenarları olan (boru); (i.) dudak ünsüzü, dudaksıl ses.

labiate ,ated

(s.), (bot.) bir tarafı sarkık dudak şeklinde olan.

labile

(s.) kaymaya meyilli, değişme için tahtaları cıva klorid ile doyurmak.

labium

(i.) (çoğ. bia) dudak; (anat.) kadının tenasül uzvunda dudak şeklinde kısım, dudak.

labor

(İng.) labour (f.) çalışmak, çabalamak; uğraşmak, emek vermek, sıkıntı çekmek, güçlükle ilerlemek; (den.) denizlerde çalkalanmak, çok hırpalanmak; doğurma halinde olmak; ağrı çekmek; emekle meydana getirmek. l will not labor the point. işin teferruatına girişmeyeceğim. labored (s.) güçlükle yapılan, meşakkatli; fazla şatafatlı.

labor

(İng.) labour (i.) çalışma, iş, emek; işçi sınıfı; doğum ağrıları; zahmet, meşakkat, sıkıntı, zorluk; (den.) fırtınada geminin şiddetle çalkalanması. Labor Day ABD eylülün ilk pazartesi gününe tesadüf eden işçi bayramı. labor dispute iş ihtilafı, iş anlaşmazlığı. labor exchange iş ve işçi bulma kurumu. laborintensive (s.) makinalardan ziyade el emeği ile yapılan veya yürütülen (iş, mahsul). Labour Party İşçi Partisi. labor relations iş münasebetleri; işçi ve işveren ilişkileri. laborsaving (s.) zahmeti azaltan, kolaylaştırıcı. labor union işçi sendikası. a labor of love hatır veya zevk için yapılan iş, menfaat mukabilinde olmayan iş, gönüllü yapılan iş. forced labor angarya. hand labor el ile yapılan iş. hard labor ağır iş cezası. in labor doğurma halinde. Ministry of Labour (İng.) Çalışma Bakanlığı.

laboratory

(i.) laboratuvar.

laborer

(i.) işçi, rençper.

laborious

(s.) zahmetli, emekli, yorucu; çalışkan, işgüzar. laboriously (z.) emek vererek; çalışarak.

laborite

(İng.) labourite (i.) işçi yandaşı.

labrador

(i.) Labrador yarımadası. Labrador current Labrador akıntısı. labradorite (i.), Labrador spar en iyisi Labrador'da bulunan rengarenk bir çeşit feldispat, labrador.

laburnum

(i.) sarısalkım, (bot.) Laburnum anagyroides.

labyrinth

(i.) labirent; entrikalıl veya karışık iş; (anat.) labirent, iç kulaktaki girintili boşluk. labyrin'thic, labyrin'thine (s.) labirent gibi, çapraşık, çok dolaşık ve karışık.

lac

(i.) Güney Asya'da bazı böceklerin bir takım ağaçlarda meydana getirdikleri reçineli sıvı, laka.

lac, lakh

(i.) Hindistan'da yüz bin rakamı; yüz bin rupi; çok büyük miktar.

laccolith

(i.), (jeol) lakolit.

lace

(f.) kaytan geçirip bağlamak; dantel ile süslemek; (k.dili) dövmek; renkler ile çizgilemek; korse kaytanını çekerek beli sıkıştırmak; içkiye hafif alkol katmak. lace into yumrukla saldırmak; şiddetle azarlamak.

lace

(i.) dantel; şerit; kaytan; kordon. lace tree dantel ağacı, (bot.) Logetta lintearia. bobbin lace kopanaki, karo danteli. Brussels lace Brüksel'de yapılan bir çeşit ince dantel, Brüksel danteli. point lace igne ile işlenen dantel, oya.

lacerate

(f.) yırtmak, yaralamak; (kalbini) kırmak, (hislerini) incitmek, üzmek. laeera'tion (i.) yutma, yaralama, incitme.

lacertilian

(s.), (i.), (zool.) kertenkele familyasına ait, kertenkele gibi; (i.) kertenkele.

lacewing

(i.) zarkanatlılardan bir böcek, (zool.) Neuroptera.

lacework

(i.) dantel.

laches

(i.), (huk.) hakkımı aramakta ihmal ve gecikme.

lachrymation

(i.) gözyaşı salgılama.

lachrymatory

(i.), (s.) eski zamanlarda içinde akraba ve dostların göz yaşlarının saklandığı farz edilen ufak şişelerden biri, göz yaşı şişesi; (s.) göz yaşına ait; göz yaşını havi.

lachrymose

(s.) gözü yaşlı, çok ağlayan; göz yaşartıcı.

lacing

(i.) kaytanla bağlama veya sıkma; kaytan veya şerit geçirme; bağcık, kaytan, şerit; içkiye karıştırılmış alkol; (k.dili) dövme.

lack

(i.), (f.) eksiklik, noksan; ihtiyaç, gereksinme; yoksunluk, mahrumiyet; (f.) eksiği olmak; ihtiyacı olmak; mevcut olmamak; bir yerde hazır bulunmamak; mahrum olmak; malik olmamak; muhtaç olmak; eksikliğini duymak .

lackadaisical

(s.) canından bezmiş gibi, cansız; alakasız, uyuşuk, tembel.

lackaday

ünlem, eski Eyvah !

lackey

(i.), (f.) uşak, erkek hizmetçi; dalkavuk, çanak yalayıcı; (f.) hizmetçilik yapmak, uşaklık etmek.

lackluster

(İng.) tre (i.), (s.) donukluk; (s.) cansız.

laconic, ical

(s.) muhtasar, kısa ve manalı, az ve öz, özlü, veciz; vecizeli söz söyleyen. laconically (z.) kısa ve öz konuşarak. lac'onism, laeon'ieism (i.) özlülük; kısa söz, icaz, özlü söz, veciz ifade.

lacrimal

(bak.) laehrymal.

lactary

(s.) sütten, sütle ilgili.

lactate

(i.), (f.) laktik asidin tuzu veya esteri; (f.) süt hasıl etmek; meme vermek, emzirmek.

lactation

(i.) süt salgılama; emzirme.

lacteal

(s.), (i.) süte ait; süte benzer; sütlü; (i.), (anat.) bağırsaklarda emilen gıda maddesini taşıyan lenfa damarı.

lactic

(s.) süte ait, ekşimiş sütten çıkarılan. lactic acid süt asidi, laktik asit. lactic fermentation yoğurt yapımında sütte meydana gelen kimyasal değişim.

lactiferous

(s.) süt veren, süt salgılayan, süt taşıyıcı.

lactometer

(i.) sütün özgül ağırlığını ölçen alet.

lactoscope

(i.) sütteki yağ miktarını tespit eden alet.

lactose

(i.), (kim.) süt şekeri, laktoz.

lacuna

(i.) (çoğ., Lat. nae, (İng. nas) boşluk, aralık, boş yer, eksiklik; (biyol.) kemikte bulunan boşluk; (biyol.) bitki ve hayvan dokularındaki hücrelerarasl boşluk

lacustrine

(s.)göllerde hâsıl olan; göle ait, gölcül.

lacy

(s.) dantel gibi; dantelli; dantelden yapılmış.

lad

(i.) büyücek erkek çocuk, delikanlı, genç erkek.

ladanum

(bak.) labdanum.

ladder

(i.) merdiven; (mec.) yükselme vasıtası; (İng.) çorap kaçığı. ladder stitch iğneardı teyel, çapraz teyel. accommodation ladder vapurun borda iskelesi. companion ladder kameraya inecek merdiven.

laddie

(i.) erkek çocuk, oğlan, delikanlı.

lade

(f.) (laded, laded veya laden) yüklemek; geminin yükünü vermek; içine su doldurmak; içinden su boşaltmak; kepçe ile içinden su almak. laden (s.) yüklü.

lading

(i.) yükleme. bill of lading konşimento.

ladino

(i.) Ladino.

ladle

(i.), (f.) kepçe; (f.), kepçe ile doldurmak veya boşaltmak. ladleful (i.) kepçe dolusu.

ladrone

(i.), (İsp.) hırsız, haydut.

lady

(i.) bayan, hanım, kibar kadın, hanımefendi; (b.h.) bir İngiliz asılzadesinin karısı, Leydi; sevilen kadın, sevgili. Lady Day 25 marta tesadüf eden bir kilise yortusu. lady in waiting kraliçe veya prensesin nedimesi. lady of the house evi idare eden kadın. lady's maid bir hanımın oda hizmetçisi. lady'smantle (i.) aslan pençesi, (bot.) Alchemilla vulgaris. lady's slipper Venüs çarığı, (bot.) Cypripedium. Our Lady Meryem Ana.

ladybird, ladybug

(i.) hanım böceği, gelincik böceği, (zool.) Coccinella.

ladyfinger

(i.) parmak biçiminde yapılan bir çeşit hamur işi; yüksükotu, (bot.) Digitalis purpurea.

ladykiller

(i.) kadın avcısı, kadınların hoşlandığı adam.

ladylike

(s.) hanımca, hanıma yakışır, hanım gibi, nazik, zarif; kadınsı (erkek).

ladylove

(i.) sevilen kadın, nişanlı kız; metres.

ladyship

(i.) hanımefendilik; (b.h.) Her, Your Ladyship (asalet unvanı) hanımefendi.

laehrymal, lacrimal

(s.) göz yaşına ait.

laequer

(i.), (f.) sarı vernik; reçineli her hangi bir vernik; vernikli tahta veya meşin iş; (f.) verniklemek.

laerosse

(i.), ABD, (Kan.) uzun saplı raketle oynanan bir top oyunu.

lag

(i.), (f.) (ged, ging) kazan veya kemeri kaplamak için kullanılan dar tahta; (f.) böyle parçalarla kaplamak.

lag

(f.) (ged, ging) (i.), argo sürmek, sürgüne göndermek; hapishaneye atmak; (i.) mahkum, suçlu.

lag

(f.) (ged, ging) (i.), (s.) geri kalmak, oyalanmak, yavaş yavaş yürümek; (i.) gerileme, geri kalma; (s.) ağır, geri. lag end geç kalan, son.

lag screw

dört veya altı köşeli ağaç vidası.

lagan

(i.), (huk.) deniz dibine batmış olup yeri şamandıra ile belli edilen şey.

lager beer

bir çeşit hafif Alman birası.

laggard

(s.), (i.) tembel, ağır; geri kalan; (i.) ağır hareket eden kimse. laggardly (z.) geri kalarak. laggardness (i.) gecikme.

lagging

(i.) keçe veya asbest ile kaplama veya döşeme; kemer kalıbı döşemesi.

lagos

(i.) Lagos.

lahore

(i.) Lahor.

laic

(i.) layik adam; dünya görüşlerini dinden ayrı tutan kimse. laic veya laical (s.) layik, cismani, dinle alâkası olmayan.

laicize

(f.) layik kılmak, dinle alâkasını kesmek.

laid

(s.) yapılışında ince ve paralel çizgiler bulunan (kâğıt).

laid

(bak.) lay laid up biriktirilmiş, ilerisi için saklanmış; hastalık sebebiyle evde veya yatakta; (den.) arması soyulmuş ve havuza yatırılmış.

lain

(bak.) lie.

lair

(i.), (f.) yatacak yer; vahşi hayvan ini; (f.) ağıla veya ine istirahat için girmek; ağıla koymak.

laird

(i.), (İskoç.) mülk sahibi.

laissez faire

(Fr.) hükümetin sanayi ve ticaret işlerine müdahale etmemesi prensibi.

laity

(i.) papazdan başka bütün halk; meslekten olmayanlar.

lake

(i.) mora çalan koyu kızıl boya.

lake

(i.) göl, havuz. lake trout göllerde yaşayan alabalık.

lakh

(bak.) lac.

lall

(f.) ,''r harfini l'' gibi telaffuz etmek.

lam

(i.), (f.) (med, ming) argo kaçış, tüyme; (f.) kaçmak, tüymek, saklanmak; hızlı koşmak. be on the lam (k.dili) acele tüymek, sırra kadem basmak, ortadan kaybolmak.

lam

(f.) (med, ming) (k.dili) dövmek, dayak atmak.

lama

(i.) Tibet'li Buda rahibi, Lama. Grand Lama Baş Lama, Dalay Lama.

lamasery

(i.) lama manastırı.

lamb

(i.), (f.) kuzu; kuzu eti; kuzu gibi masum ve zayıf kimse; acemi borsacı; (f.) kuzulamak. Lamb of God Hz. lsa. lambkin (i.) küçük kuzu, kuzucuk. lamblike (s.) kuzu gibi, iyi huylu, yumuşak başlı. lambskin (i.) kuzu derisi. lamb's wool kuzu yünü.

lambaste

(f.), (leh.) dövmek, dayak atmak; fena azarlamak.

lambda

(i.) Yunan alfabesinin on birinci harfi olan L harfi.

lambency

(i.) hafif parlaklık.

lambent

(s.) alev gibi yalayarak yayılan; hafifçe parlayan (göz, gök). lambently (z.) alev gibi yayılarak.

lambrequin

(i.) kapı veya pencere üzerine asılan süs, perde; ortaçağda miğferi muhafaza için üzerine sarılan kumaş parçası.

lame

(s.), (f.) topal, ayağı sakat; eksik, kusurlu; ABD, argo habersiz; (f.) topal etmek veya olmak. lame back ağrıyan sırt. lame brain (k.dili) aptal. lame duck (bak.) duck lame excuse kabul edilmez özür. lamely (z.) topallayarak. lameness (i.) topallık.

lame

(i.) lame, dore.

lamella

(i.) (çoğ. lae, las) (anat.), (zool), (bot.) ince levha, lamel. lamellate(d) (s.) safihalı, ince levhalı, ince tabakalı.

lament

(f.), (i.) ağlamak, inlemek, figan etmek, matem tutmak; biri için ağlamak veya keder etmek, matemini tutmak; matem, ağlayış, ah, keder, hüzün, feryat. lamented (s.) muteveffa, matemi tutulan.

lamentable

(s.) matemli, keder ifade eden; ağlanacak, ağlatır, acıklı; esef edilecek. lamentably (z.) ağlanacak halde, acınacak halde.

lamentation

(i.) ağlayış, feryat, figan, inleme; (çoğ.), (b.h.) Yeremya Peygamberin Mersiyeler kitabı.

lamia

(i.), (Yu.) (mit.) çocuk eti ve kanı ile beslenen kadın başlı yılan şeklindeki efsanevi canavar; vampir.

lamina

(i.) (çoğ. ae) ince levha, safiha, varak, tabaka. laminable (s.) varak şekline konulabilir. laminar (s.) safiha şeklinde.

laminate

(s.), (f.) yaprak şeklinde, yaprak biçimine sokulmuş; (f.) yaprak halinde ince tabakalara ayırmak, haddeden geçirerek safiha haline koymak. lamina'tion (i.) safiha haline girme veya konulma; safiha.

lammergeier, geyer

(i.) kuzu kuşu, (zool.) Gypaetus barbatus.

lamp

(i.) lamba, kandil; ışık; (çoğ.), argo gözler. lampblack (i.) kandil isi; bu isten yapılan boya. lamp chimney lamba şişesi. lamplight (i.) lamba ışığı. lamplighter (i.) sokak fenerlerini yakan adam. lamppost (i.) sokak feneri direği. lamp shade abajur. between you and me and the lamppost söz aramızda. incandescent lamp ampul safety lamp (kömür madeni ocaklarında kullanılan) emniyet feneri. student lamp ayar edilebilir masa lambası.

lampoon

(i.), (f.) hiciv, tezyif; (f.) hiciv ile tezyif etmek, hakkıda hiciv yazmak . lampooner, lampoonist (i.) hicivci, hiciv muharriri, hiciv yazan.

lamprey

(i.) yılan balığı şeklinde yuvarlak ağızlı emici bir su hayvanı, (zool.) Petromyzon.

lanate

(s.) yünlü, yün gibi.

lance

(i.) mızrak, meraklı süvari alayı neferi. lance snake ok yılanı. lancewood (i.) mızrak sapı yapımında kullanılan dayanıklı bir çeşit ağaç.

lance

(f.) neşter ile yarıp açmak, deşmek.

lancelet

(i.) basit bir deniz hayvanı, batrak, (zool.) Branchiostoma amphioxus.

lanceolate

(s.), (bot.), (zool.) mızrak biçiminde, mızraksı, lanseolat.

lancer

(i.) mızraklı süvari eri; (çoğ.) bir çeşit kadril dansı.

lancet

(i.), (tıb.) neşter; (mim.) sivri kavisli dar pencere.

lancinating

(s.) hançer gibi saplanan (sancı), keskin (ağrı).

land

(f.) karaya çıkarmak; tutup karaya getirmek (balık); durdurmak, yere indirmek; isabet ettirmek, aşketmek, indirmek; elde etmek, kazanmak; karaya çıkmak, durmak, yere inmek; isabet etmek, düşmek. land up (k.dili) eninde sonunda varmak, boylamak.

land

(i.) kara, arz; toprak, yer, arsa; memleket, diyar; (huk.) emlâk, arazi. land agent emlak simsarı, emlâk komisyoncusu. land bank emlak bankası. land breeze karadan esen rüzgâr. land crab kum yengeci. land force (ask.) kara kuvveti. land grant hükümet tarafından okul binası yapımı gibi işler için verilen toprak. land mass kıta, kıta gibi büyük kara parçası. land measure arazi ölçüleri sistemi. land mine kara mayını. land office tapu dairesi. land office business ABD, (k.dili) çok hızlı satış. land of milk and honey verimli memleket. land tax (İng.) arazi vergisi. in the land of the living sağ, hayatta. see how the land lies işlerin ne halde olduğuna bakmak, nabzını yoklamak.

landau

(i.) lando, açılıp kapanır körüklü at arabası. landaulet (i.) ufak lando.

landed

(s.) arazisi olan, arazi sahibi; araziden ibaret. land property gayri menkul mülk, arazi.

landfall

(i.), (denç) sahile yaklaşan gemicilerin karayı ilk görüşleri.

landgrabber

(i.) haksızlık veya hile ile başkasının arazisine tecavüz eden kimse .

landgrave

(i.) eskiden bazı Alman prenslerinin unvanı.

landholder

(i.) arazi sahibi; emlâk sahibi.

landing

(i.), (hav.) iniş; iskele; merdiven sahanlığı; karaya çıkma veya çıkarma. land (İng.) beam (hav.) iniş kılavuzu, radyo işareti. landing craft çıkartma gemisi. landing field havaalanı. landing gear (hav.) iniş takımı. landing place, landing stage iskele. landing strip (hav.) acil durumlarda kullanılan iniş yolu.

landlady

(i.) pansiyoncu kadın; evini kiraya veren mal sahibi kadın.

landless

(s.) arazisi olmayan, arazisiz.

landlocked

(s.) kara ile kuşatılmış.

landlord

(i.) mucir kimse, emlâkini kiraya veren mal sahibi.

landlubber

(i.), (den.) deniz ve gemiler hakkında bir şey bilmeyen kara sakini.

landmark

(i.) sınır taşı, hudut işareti; herhangi bir şeyin yerini gösteren işaret; dönüm noktası.

landowner

(i.) emlâk ve arazi sahibi.

landpoor

(s.) arazi sahibi olduğu halde fakir olan.

landscape

(i.) kır manzarası, peyzaj. landscape architect bahçe mimarı. land scape gardener bahçeyi düzenleyen kimse.

landslide

(i.) toprak kayması, heyelan; seçimde bir tarafın büyük ekseriyeti kazanması.

landsman

(i.) denizci olmayan kimse.

landsturm

(i.), (Al.) topyekün seferberlik; böyle seferberlikte toplanan asker.

landtoland

(s.) karadan karaya atılan ( roket).

landwehr

(i.), (Al.) ihtiyat askerleri.

lane

(i.) dar yol, dar sokak, dar geçit; geniş caddelerde otomobiller için bazen bir çizgi ile ayrılmış ve yanyana olan yollardan biri; deniz ve hava trafiği düzeni için tayin olunmuş yollardan biri.

lang

(kıs.) language.

langsyne

(i.), (İskoç.) geçmiş zaman, eski zaman.

language

(i.) dil, lisan; konuşma kabiliyeti; herhangi bir ifade tarzı; bir kabileye veya bir yere mahsus lehçe; kompütör lisanı. finger language sağırların kullandığı parmak işaretleri ile konuşulan dil. strong language küfür, ağır söz, sert dil. language arts okuma, edebiyat, kompozisyon yazma gibi bir çocuğun ana diline hâkimiyetini sağlayacak dersler. language laboratory dil laboratuvarı.

languid

(s.) ruhsuz, gevşek, yavaş, ağır, bati; gayretsiz, isteksiz. languidly (z.) isteksizce, yavaş yavaş. languidness (i.) isteksizlik, kuvvetsizlik, ağırlık.

languish

(f.) zayıf düşmek, gevşemek, ruhsuzlaşmak, takati kesilmek, şevksizleşmek, faaliyetini kaybetmek; isteği kalmamak; kederli ve baygın hal takınmak. languish in prison hapishanede çürümek.

languishing

(s.) kuvvetsiz; baygın.

languor

(i.) bitkinlik, isteksizlik, mecalsizlik; kuvvetsizlik; gevşeklik, ağırlık, şevksizlik; hayali olma; (tıb.) halsizlik, zafiyet. languorous (s.) bitkinlik veren; zafiyet gösteren.

laniferous, lanigerous

(s.) yün hası1 eden, yünlü.

lank

(s.) uzun ve zayıf, boylu, ince; düz (saç).

lanky

(s.) uzun boylu ve zayıf, sırık gibi.

lanner

(i.) bir çeşit doğan, (zool.) Falco biarmicus; doğancılıkta bu kuşun dişisi.

lanneret

(i.) erkek doğan kuşu.

lanoline

(i.) lanolin.

lansdowne

(i.) ipek ile yün karışımı dokunmuş bez.

lansquenet

(i.) eskiden Almanya'da ücretli piyade askeri; iskambil kâğıtları ile oynanan bir çeşit kumar oyunu.

lantern

(i.) fener, fanus; (mim.) hava ve ışık girmesi için binanın tepesine yapılan pencereli kuçuk kule. lantern fly renkli bir böcek, (zool.) Fulgora, Laternaria. lantern jawed (s.) çene kemigi ince ve uzun olan. bull'seye lantern ışığı tam öne aksettiren fener, polis feneri. dark lantern hırsız feneri. magic lantern eski slayt projektörü.

lanthanum

(i.), (kim.) lantan.

lanyard

(i.), (den.) bir şeyi yerine bağlamak için kullanılan ip parçası, savlo; (ask.) topa ateş vermek için kullanılan ufak çengelli falya ipi.

laos

(i.) Laos.

lap

(i.) kucak; etek; oturan kimsenin dizlerini örten elbise kısmı. lap dog kucağa alınan ufak köpek, fino köpeği. lap of luxury servet ve rahatlık. lapful (i.) kucak dolusu.

lap

(f.) (ped, ping) (i.) katlamak, sarmak, dolamak; örtmek; bir şeyi tamamen veya kısmen başka bir şeyin üzerine koymak; yarışta rakibini bir devirlik mesafe ile geçmek; kuşatmak, çevirmek, etrafını sarmak; kucaklamak; çark ile cilâlamak; kenarı başka şeyin üzerine binmek; katlanmak, sarılmak; (i.) başka şeyin üzerine binen kısım; yarışta bir kerelik dönüm, bir devir; kıymetli taş veya madeni eşyayı parlatmaya mahsus çark. lap dissolve (sin.) zincirleme görüntü. lap joint bindirme.

lap

(f.) (ped, ping) (i.) dil ile yalayıp yutmak; hafif çarpmak (dalga); (i.) dil ile yalayıp ağzına çekme; köpeklere mahsus sulu yemek, yal; sahile yavaş çarpan dalganın sesi. lap up, lap down çabucak içip yutmak; beğenip kabul etmek, hakikat olarak kabul etmek.

laparoscope

(i.) karın duvarından geçirilen ve iç organlarının görülmesini sağlayan alet.

laparotomy

(i.) karın yarma ameliyatı.

lapbelt

(i.), ABD araba emniyet kemeri.

lapboard

(i.) kucağa konan ve masa yerini tutan tahta.

lapel

(i.) klapa.

lapidary

(i.), (s.) hakkak, oymacı, kıymetli taş kesicisi, cevahirci; (s.) kıymetli taş kesme sanatına ait; taşlara ait; özlü; yazıta elverişli.

lapidate

(f.) taşlayıp öldürmek, taşa tutmak, taşlamak. lapida'tion (i.) birisini taşlayarak öldürme.

lapidescent

(s.) taşa benzeyen, taş heykeli andıran.

lapin

(i.) tavşan, tavşan kürkü.

lapis

(i.) (çoğ. ides) (Lat.) taş. lapis lazuli lacivert taş; bu taşın rengi.

lapland

(i.) Laponya. Laplander, Lapp (i.) İsveç ve Finlandiya'nın kuzeyinde bulunan Laponya ahalisinden biri, Lapon, Laponyalı; Lapon dili.

lappet

(i.) sarkık şey; elbisenin kıvrımı yeri; sarkık et parçası.

lapse

(f.) geçmek, mürur etmek; ihmal veya vefat dolayısıyle başkasına intikal etmek; battal olmak, hükmü kalmamak; sapmak, dalalete düşmek; yanılmak, hata etmek ; bir zaman için inanç ve prensiplerinden vaz geçmek. lapse into silence sükuta dalmak, sessizliğe gömülmek. lapse rate meteor yüksekliğin artması ile atmosfer basıncının azalma oranı.

lapse

(i.) geçme , mürur; yanılma; yanlış (söz veya yazı); kayma; sapma; günaha girme; adalette kusur; sukut (hukuk); ihmal yüzünden hak ve tasarrufunu elden kaçırma; battal olma, kullanılmaz hale gelme.

lapstone

(i.) kunduracıların dizleri üzerine koyup üstünde kösele dövdükleri taş.

lapsus

(i.), (Lat.) hata, yanlış, yanıltı. lapsus calami kalem hatası. lapsus linguae dil hatası, ağızdan kaçırma (söz) lapsus memoriae hafıza hatası.

lapwing

(i.) yağmurkuşuna benzeyen bir kuş, kızkuşu; (zool.) Vanellus vanellus.

lar

(bak.) lares.

larboard

(i.) geminin sol tarafı, iskele tarafı (şimdi bunun yerine port kelimesi kullanılmaktadır).

larceny

(i.) hırsızlık, sirkat, çalma. compound larceny başka suçlarla bir arada yapılan hırsızlık.

larch

(i.) kara çam, (bot.) Larix europaea.

lard

(i.), (f.) domuz yağı; (f.) domuz yağı ile yağlamak; yazı veya sözü tumturaklı kelilelerle süslemek.

larder

(i.) kiler; erzak. larderer (i.) kilerci.

lares

(i.) (çoğ.; tek. lar) Romalıların himaye mabutları; lares et penates (Lat.) aile mabutları; manevi değeri olan eşya.

large

(s.), (i.) büyük, geniş, cesim, azim, iri, vasi; bol, çok, külliyetli, mebzul; (den.) pupadan gelen (rüzgar);serbest; (i.), (müz.) ortaçağda kullanılan pek uzun bir nota. at large serbest; umumiyetle; bütün ayrıntılarıyle, mufassalan. largehearted (s.) iyi kalpli, cömert ruhlu, halden anlayan. largeminded (s.) geniş fikirli, serbest düşünüşlü. in the large bütün şümulü ile. largerthanlife (s.) epik veya efsanevi özellikleri olan. largely (z.) ekseriyetle, ziyadesiyle; bol bol, büyük. largeness (i.) büyüklük, cesamet, genişlik. largish (s.) irice, büyücek.

largesse

(i.) bahşiş, büyük hediye, ihsan; cömertlik.

larghetto

(s.), (z.), (i.), (müz.) largodan çabuk ve hafif; (z.) larghetto; (i.) ağır çalınan parça.

largo

(z.), (i.), (müz.) largo, ağır ağır; (i.) ağır ağır çalınan parça.

lariat

(i.) at ve sığır tutmak için boyunlarına atılan ucu ilmekli ip, kement; at bağlama ipi.

lark

(f.), (i.) cümbüş yapmak, eğlenmek; takılmak, şaka etmek; (i.) şaka, eğlence, eğlenti, cümbüş.

lark

(i.) tarlakuşu. crested lark tepeli toygar, (zool.) Galerida cristata. rise with the lark çok erken kalkmak, sabahın köründe uyanmak.

larkspur

(i.) hezaren çiçeği, (bot.) Delphinium.

larrup

(f.) dövmek, dayak atmak, sopa çekmek.

larva

(i.) (çoğ. vae) (zool.) tırtıl, kurtçuk, sürfe. larval (s.) tırtıla ait.

laryngeal

(s.) gırtlağa ait, hançerevi.

laryngitis

(i.), (tıb.) gırtlak iltihabı, larenjit.

laryngology

(i.) tıbbın boğaz ve boğaz hastalıkları bölümü, larengoloji.

laryngoscope

(i.) boğaz muayenesine mahsus aynalı alet.

laryngotomy

(i.), (tıb.) boğaz yarma ameliyatı; gırtlağa nefes deliği açma ameliyatı.

larynx

(i.) (çoğ. es veya laryn.ges) (anat.) gırtlak, hançere, boğaz.

lascar

(i.) Hintli gemici; Hintli.

lascivious

(s.) şehvetli; şehvete düşkün; şehvet uyandırıcı. lasciviously (z.) şehvetle. lasciviousness (i.) şehvet.

lase

(f.) leyzer gibi dalga yaymak; leyzer dalgası altında tutmak.

laser

(i.), (fiz.) leyzer, ışık dalgalannı kuvvetlendiren veya üretebilen bir çeşit meyzer.

lash

(i.) kamçı darbesi; kamçı ucu; küçük gören ve alaylı söz; vuruş, vurma, çarpma; kirpik.

lash

(f.) bağlamak. lash down bağlayıp muhafaza etmek. lash together iple birbirine bağlamak.

lash

(f.) kamçı ile vurmak, dövmek, kamçılamak; kınamak, ayıplamak; azarlamak; galeyana getirmek; hicvetmek; vurmak, şiddetle çarpmak (dalga); söz veya yazıyla saldırmak, çatmak; vurmak, çarpmak. lash out at sert ve ani çıkış yapmak. lash oneself into a fury çok öfkelenmek.

lash, lash

(i.) şileple yüklü mavnaları taşıma sistemi.

lashing

(i.) ip, halat; iple bağlama.

lashing

(i.) kamçılama; azarlama.

lass

(i.) kız, genç kadın, nişanlı kız, sevgili. lassie (i.) kızcağız, küçük kız.

lassitude

(i.) dermansızlık, halsizlik, bitkinlik, yorgunluk.

lasso

(i.), (f.) yabani atları yakalamaya mahsus ucu ilmekli ip, kement; (f.) böyle kementle tutmak.

last

(s.), (z.), (i.) son, en sonraki, en gerideki, sonuncu; geçen, evvelki; sabık; son derece, gayet; (z.) en sonra, son olarak, nihayet; (i.) son, en nihayet. last but not least son fakat aynı derecede ehemmiyetli. last ditch son çare, son mudafaa. Last Judgement kıyamet, kıyamet günü. last mentioned en son olarak söylenen. last night dün gece. last offices cenaze duaları. last quarter dolunaydan sonra yedinci gece. last rites cenaze töreni; ölüm döşeğinde yatanların başucunda yapılan ayin. last sleep ölüm, son uyku. last straw son had, dayanılmaz derece. Last Supper Hazreti İsa'nın şakirtleriyle yediği son yemek. last word son söz; son moda; en mükemmel şey. at last nihayet, sonunda. at long last en nihayet. breathe one's last son nefesini vermek, ölmek. the last day mahşer günü, kıyamet günü .the last two son ve sondan evvelki. the last word on the matter mesele hakkında son ve kesin söz. to the last nihayete kadar . When did you see him last ? Son defa onu ne zaman gördünuz? lastly (z.) nihayet, son olarak.

last

(f.) sürmek, baki olmak, devam etmek, dayanmak, bozulmamak, bitmemek, tükenmemek; yetmek.

last

(i.) eskiden ticarette kullanılan tartı veya ölçü, yaklaşık iki ton.

last

(i.) kundura kalıbı. stick to one's last işi olmayan şeye karışmamak, kendi işiyle uğraşmak, çizmeden yukarı çıkmamak.

lasting

(i.), (s.) dayanma, beka, bozulmayış, sürme; kadın iskarpini için dayanıklı yunlü kumaş; (s.) devam eden, dayanıklı, devamlı olan. lastingly (z.) devamlı surette, daimi olarak. lastingness (i.) devamlılık.

lat.

(kıs.) latitude.

latakia

(i.) Suriye'de Lâzkiye limanı.

latch

(i.), (f.) kapı mandalı; (f.) mandallamak veya mandallanmak. latchkey (i.) kapı mandalını açacak anahtar; kapı anahtarı. latch key child anne ve babası çalışan çocuk. on the latch yalnız mandalla kapanmış. spring latch zemberekli mandal. latch on to ABD, argo elde etmek.

latchstring

(i.) kapı mandalını açan ip. The latchstring is always out. Kapımız daima açıktır. İstediğiniz zaman buyurun.

late

(z.) geç, muayyen zamandan sonra; son zamanlarda. late in the day günün nihayetine doğru; geç kalınmış. Better late then never. Hiç olmamaktansa varsın geç olsun. early and late erken veya geç demez, vakti saati yok. sooner or later ergeç, erken veya geç. too late fazla geç. very late çok geç.

late

(s.) geç; gecikmiş, geri kalmış; sabık, geçmiş: son zamanlarda, geçenlerde; merhum, müteveffa. late for dinner yemeğe geç kalmış. late Latin ortaçağa ait Latince. at the latest en geç. of late son zamanlarda, yakın zamanlarda. lately (z.) yakın zamanlarda, bugünlerde, yakınlarda. lateness (i.) geç olma, gecikme.

latecomer

(i.) geç gelen veya geç kalan kimse.

lateen

(s.) latin yelkeni sistemine ait. lateen sail latin yelkeni, üç köşeli yelken. lateen yard latin yelken sereni.

latent

(s.) gelişmemiş, gözükmeyen, belirti göstermeyen. latent heat (bak.) heat. latent period mikropların kuluçka devresi. latency (i.) kuvveden fiil haline geçmemiş olma. latently (z.) gözükmeden.

lateral

(s.), (i.) yana ait; yanal, yanda bulunan; yandan gelen; yana doğru; (i.) yandan biten dal; yana uzanan elektrik teli. lateral thinking etraflıca düşünme. later ally (z.) yandan, yana doğru.

lateran

(i.), (s.) Roma'da Lateran katedrali; bu katedrale bitişik ve içinde eski eserler müzesi bulunan saray; (s.) bu semte ait veya bağlı.

laterite

(i.) bir cins kırmızı kil; bu kilden meydana gelen verimsiz toprak.

latex

(i.) bazı bitkilerin sütlü özsuyu; kauçuğun hammaddesi.

lath

(i.), (f.) sıva tirizi, bağdadi çıta; (f.) tiriz koymak. lath and plaster bağdadi kaplama. as thin as a lath değnek gibi, çöp gibi.

lathe

(i.), (f.) torna tezgâhı; çömlekçi çarkı; (f.) torna tezgâhında biçim vermek. lathe bed torna gövdesi.

lather

(i.), (f.) sabun köpüğü; atın köpüklü teri; (f.) sabun gibi köpürtmek, sabunlamak: köpürmek, köpük meydana getirmek. in a lather (k.dili) heyecanlı. lathery (s.) köpüklü.

latifundium

(i.) büyük arazi.

latin

(s.), (i.) Latin, Latince; eski Roma'ya ait; Katolik kilisesine ait; (i.) Latince; Latin edebiyatı; eski Romalı kimse; Katolik kilisesine mensup kimse. Latin America İspanyolca ve Portekizce konuşulan Amerikan memleketleri. Latinist (i.) Latin dili âlimi.

latin quarter

Paris'te talebe ve ressamların oturdukları semt.

latish

(s.) geççe, biraz geç.

latitude

(i.) arz derecesi; genişlik; bolluk, şümul; serbestlik, tolerans, musamaha; (astr.), (coğr.) enlem; mıntıka; (foto.) filmin toleransı. high latitudes kutuplara yakın yerler. latitu'dinal (s.) arz cihetiyle, enine olan.

latitudinarian

(s.), (i.) özellikle dinde geniş düşünüşlü, mutaassıp olmayan (kimse).

latrine

(i.) özellikle asker karargah veya kamplarında helâ.

latten

(i.) ince pirinç veya pirince benzer levha; galvanizli saç.

latter

(s.) ikisinden sonuncusu, son söylenilen; zikronulan iki şeyin sonra geleni, ikincisi; son. latterday (s.) çağa uygun, modern, şimdiki zamana uygun. Latter day Saints Ahir Zaman Azizleri (Mormon lann resmi ismi). latter end son; ölüm. latterly (z.) bu yakınlarda, son zamanlarda.

lattice

(i.), (f.) pencere kafesi, kafes; üzerinde kafes şekli bulunan arma; (f.) kafes yapmak, kafes şekline koymak; kafesle çevirmek. latticework (i.) kafes işi.

latvia

(i.) Letonya Cumhuriyeti.

laud

(i.), (f.) methiye, övme; (f.) methetmek, övmek, sena etmek, yüceltmek.

laudable

(s.) övgüye değer, takdire lâyık, beğenilen. laudabil'ity, laudableness (i.) takdire lâyık olma. laudably (z.) takdire lâyık olarak.

laudanum

(i.), ecza afyon tentürü.

laudation

(i.) övme, sitayiş, sena.

laudative, laudatory

(s.) övücü.

laugh

(f.) (i.) gülmek; sevinmek, eğlenmek; gülerek ifade etmek; (i.) gülme, gü1üş, hande; kahkaha. laugh at (birine) gülmek. laugh away gülüşle meseleyi kapatmak, gülerek geçiştirmek. laugh down gülerek susturmak. laugh line göz kenarındaki buruşukluk. laugh off gülerek geçiştirmek. laugh on the other side of the mouth güldükten sonra pişman olmak. laugh track gülme sesleri dolu teyp bandı veya plak. laugh up one's sleeve içinden gülmek, bıyık altından gülmek. have the last laugh işin sonunda kazanmış olmak.

laughable

(s.) gülünç, gülünecek, gülünür; tuhaf, acayip. laughably (z.) gülünecek kadar.

laughing

(s.), (i.) gülen, güldüren; gülme, gü1üş. laughing gas güldürücü gaz, (tıb.) azot monoksit gazı (anestezi için kullanılır). laughing hyena benekli sırtlan. laughing jackass (bak.) jackass laughing stock gülünecek kişi. no laughing matter şakaya gelmez durum, gülünmeyecek şey. laughingly (z.) gülerek.

laughter

(i.) gü1üş, gülme, hande; gülünecek şey.

launch

(f.), (i.) kızaktan suya indirmek (gemi); roket fırlatmak; başlatmak (yeni iş); mızrak gibi atmak; (i.) gemiyi kızaktan suya indirme; roketi fezaya fırlatma; (den.) işkampaviye; harp gemisinin en büyük sandalı. launch forth, launch out işe başlamak, işe atılmak. motor launch motorlu sandal, motorbot. steam launch buharla işleyen sandal, çatana, istimbot.

launcher

(i.) mancınık, katapult, fırlatıcı, atıcı.

launching

(i.) suya indirme; hareket ettirme. launching pad roketin hareket sahası; yeni bir teşebbüse atılmak için seçilen yer veya vesile.

launder

(f.) yıkayıp ütülemek (çamaşır). laundress (i.) çamaşırcı kadın. laundry (i.) çamaşırhane; çamaşır yıkama; kirli çamaşır. laundry list çamaşır listesi; uzun ve etraflı liste. laundryman (i.) umumi çamaşırhanede çalışan adam .

laundromat

(i.) otomatik tertibatlı umumi çamaşırhane.

laureate

(s.) (i.) başarılarından ötürü şeref payesi vermek için seçilen; defne dallarından çelenk giymiş; çelenk giymeye layık, mümtaz; defneden yapılmış; (i.) mümtaz şair; İngiltere'de kral veya kraliçe tarafından verilen baş şairlik payesine erişmiş kimse. laureateship (i.) baş şairlik payesi.

laurel

(i.), (f.) (ed, ing veya led ling) defne ağacı, (bot.) Laurus nobilis; defne dalından çelenk; (çoğ.) şeref, şan, şöhret; (f.) defne dalı ile süslemek. bay laurel defne ağacı. cherry laurel taflan ağacı, karayemiş ağacı, (bot.) Prunus laurocerasus mountain laurel kalmi ağacı, (bot.) Kalmia latifolia. Portugal laurel frenk taflanı, (bot.) Cerasus lusitanica. spurge laurel kulapa, (bot.) Daphne laureola. look to one's laurels şöhretini korumaya gayret etmek. rest on one's laurels kazanılan şöhretle kanaat etmek.

laurentian

(s.), (jeol.) ismini St. Lawrence nehrinin kuzeyinde bulunan pek eski kaya tabakalarından alan kaya çeşidine ait.

laurustine

(i.) hanımeline benzer bir bitki, (bot.) Viburnum tinus.

lausanne

(i.) İsviçre'de Lozan şehri.

lava

(i.) lav, püskürtü.

lavage

(i.), (tıb) şırınga ile temizleme, lavaj; mideyi yıkama.

lavation

(i.) yıkama.

lavatory

(i.) umumi hela; lavabo.

lave

(f.), şiir yıkamak, yıkanmak; yanından akıp geçmek (nehir).

lavender

(i.), (s.), (f.) lavanta çiçeği; bu bitkiden alınan lavanta; güzel koku; eflatun rengi; (s.) lavanta çiçeği renginde; f arasına lavanta çiçeği koymak, lavanta serpmek. lavender oil lavantadan çıkarılan yağ. lavender water lavanta suyu. French lavender karabaş, (bot.) Lavendula stoechas.

laver

(i.), (bot.) Porphyra türünden yenebilen bir çeşit mor renkli deniz bitkisi.

laver

(i.) büyük el leğeni.

lavish

(s.), (f.) müsrif, savurgan; mebzul, bol, pek çok; (f.) israf etmek, bol bol harcamak. lavish gifts on one birine bol bol hediye vermek, hediyelere gark etmek. lavishness (i.) müsriflik, savurganlık, ifrat.

law

(i.) kanun, yasa, nizam, kaide, kural, düstur; adalet; hukuk; tabiat kanunu; usul, töre, âdet. the law hâkim veya avukatlar sınıfı; polis law and order küçük suçlara karsı şiddet; sokaklarda emniyet. law court mahkeme. law merchant ticaret kanunu. law of nations devletler hukuku. law school hukuk fakültesi. law term hukuk deyimi veya dili; adliye mahkemelerinin toplanma zamanı. administrative law idare hukuku. canon law şeriat; kilisenin koyduğu yasaklar. civil law medeni hukuk. commercial law ticaret hukuku. common law örf ve âdet hukuku. international law milletlerarası hukuk, devletler hukuku. martial law örfi idare, sıkıyönetim. go to law mahkemeye müracaat etmek, dava etmek. lay down the law diktatörlük etmek. take the law into one's own hands hakkını kendi eli ile almak, intikamını almak.

lawabiding

(s.) kanuna itaat eden.

lawbook

(i.) kanunname, kanun dergisi.

lawbreaker

(i.) kanuna aykırı hareket eden kimse.

lawful

(s.) caiz, kanuna uygun, kanuni, meşru. lawfully (z.) kanuna uygun bir şekilde, kanuna göre, kanun gereğince. law fulness (i.) kanuna uygunluk.

lawgiver

(i.) kanun yapan kimse, kanun yapıcısı.

lawless

(s.) kanuna aykırı, kanun tanımaz, nizamsız, kanunsuz; serkeş. lawlessly (z.) kanun tanımayarak, serkeşçe. lawlessness (i.) kanunsuzluk, kanun tanımazlık.

lawmaker

(i.) meclis üyesi.

lawn

(i.) ince keten bezi; ince keten veya pamuklu kumaş; ince elek.

lawn

(i.) çimenlik meydan, çayır, çimen, çim tarhı. lawn mower çimen biçme makinası. lawn party çimenlik yerde yapılan eğlence veya ziyafet. lawn sprinkler çimen sulama aygıtı. lawn tennis açık havada oynanan tenis.

lawrencium

(i.) lavrensiyum.

lawsuit

(i.) dava.

lawyer

(i.) avukat, dava vekili.

lax

(s.) gevşek, sıkı olmayan; ihmalci, kayıtsız: kesinlikten uzak; zayıf: kaygısız; hafif ishale tutulmuş: seyrek dokunmuş; (bot.) seyrek yapraklı veya çiçekli. laxity, laxness (i.) gevşeklik. laxly (z.) gevşek bir şekilde.

laxation

(i.) gevşeklik; gevşeme; (tıb.) boşalma (bağırsaklar).

laxative

muishil, yumuşaklık veren, ishal edici (ilaç).

lay

(i.) duruş, yatış, mevki; kazanç üstünden hisse; argo yol, meslek; bir halatın bükümü veya büküm tarzı. lay days (den.) yükleme ve boşaltma süresi. lay of the land etrafın hal ve şekli; durum, vaziyet.

lay

(i.) şiir, şarkı gazel; nağme, ezgi.

lay

(f.) (laid) yatırmak, sermek; yatıştırmak; teskin etmek; koymak; vaz'etmek; yumurtlamak; üstüne koymak, koymak (vergi), yüklemek: isnat etmek, hamletmek; yerine koymak, dizmek; yaymak; belirli bir vaziyete koymak; önüne koymak, takdim etmek; kurmak (sofra); (den.) (herhangi bir yöne) gitmek. lay about one sağına soluna vurmak, saldırmak. lay aside bir yana koymak; terketmek, vaz geçmek; biriktirmek. lay at one,s door hamletmek, isnat etmek. lay away bir yana koymak; ayırmak, saklamak. lay bare açmak, açıkça ortaya koymak. lay by yığmak, bir tarafa koymak, biriktirmek. lay down ilerisi için saklamak; feda etmek; vaz geçmek, feragat etmek; emretmek; bahis tutmak, bahse girmek. lay down one's arms silâhlarını bırakmak, teslim olmak. lay for plan tertip etmek, tuzak kurmak, gizlice yolunu beklemek, pusu kurmak. lay great store on çok kıymet vermek. lay hands on tutmak, yakalamak; hücum edip zor kullanmak. lay hold of ele geçirmek; yakasına yapışmak. lay in çokça tedarik etmek, ambara yığmak, biriktirmek. lay into argo dövmek, dayak atmak; azarlamak. lay it on mübalâğalı hareket etmek, kompliman yapmak, veriştirmek. lay low yatağa düşürmek; ABD, argo gizlenmek. lay off işten çıkarmak; (den.) kıyıdan veya başka gemiden uzaklaşmak; açılmak; argo alay etmekten vazgeçmek. lay on üzerine atılmak, yüklenmek, saldırmak; üstüne sürmek; kaplamak. lay on the table teşhir etmek, reye koymamak. lay oneself out birçok tedariklerde bulunmak. lay open açmak, izah etmek; kesip içini açmak. lay out sermek; teşhir etmek, sergilemek; ölüyü gömülmeye hazırlamak; sarfetmek, harcamak; planını tertip etmek; plana göre tanzim etmek; tasarlamak, niyet etmek. lay over sonraya bırakmak; kaplamak. lay siege to kuşatmak, muhasara etmek. lay to atfetmek yüklemek; (den.) gemiyi faça edip durdurmak. lay to rest gömmek; örtbas etmek. lay up biriktirmek, toplamak, saklamak. lay waste tahrip etmek, yakıp yıkmak.

lay

(s.) belirli meslekten olmayan, işin ehli olmayan; layik; papazdan başka bütün halktan olan veya halka ait. lay reader (kil.) papaz olmayıp ayinlerde bazı parçaları okuma yetkisi olan adam.

layer

(i.) kat, tabaka; daldırma. a good layer bol yumurta yumurtlayan tavuk. layer cake arası kremalı kat kat pasta.

layette

(i.) yeni doğmuş çocuğun çamaşırları ile elbiseleri.

layman

(i.) meslek sahibi olmayan kimse, bir meslek veya ilmin yabancısı; rahip sınıfından olmayan kimse .

layoff

(i.) işçilerin geçici olarak işten çıkartılması, mecburi işsizlik.

layout

(i.) plan, tertip; takım; (matb.) mizanpaj; argo ziyafet.

layover

(i.) bir yerde duraklama, konaklama.

lazaretto

(i.) cüzam veya veba gibi bulaşıcı hastalıkların tedavi edildiği hastane; karantina yeri; (den.) kıç taraftaki erzak ambarı.

laze

(f.) tembelce vakit geçirmek, tembelleşmek.

lazulite

(i.) gök mavisi renginde bir taş, lâcivert taşı.

lazy

(s.) tembel, aylak, uyuşuk, gevşek, ağır. lazybones (i.) tembel adam. lazy eyes göz donukluğu hastalığı. lazy Susan döner tepsi. lazy tongs uzaktaki şeyleri toplamaya yarayan makas şeklinde maşa. lazily (z.) tembelce. laziness (i.) tembellik, uyuşukluk.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL