NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

a ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: a
Bulunan Sonuç: 2157

a

(i). ingiliz alfabesinin ilk harfi; birinci kalite veya derece; (müz). la notası, la perdesi; A.B.D. en yüksek not.

a

(s) bir, herhangi bir (ünsüzle başlayan kelimelerden önce kullanılır; bak. an).; her bir, -de,-ne: twice a year senede iki defa, two lira a dozen düzinesine iki lira.

a la

usulünde, tarzında.

a la carte

alâkart, yemek listesine göre, her yemeğin ayrı ayrı fiyatı olan.

a la king

beyaz sosta pişmiş

a la mode

(Fr). modaya uygun; dondurmalı.

a mensa et thoro

(Lat), (huk). sofradan ve yataktan (boşanmanın bir çeşidi).

a u

(kıs). angstrom units.

a-one

(s). birinci kalite olan.

aa

(i) pürüzlü lav

aardvark

(i) Güney Afrika'da bulunan ve karınca yiyen bir hayvan.

aaron's rod

sığırkuyruğu, (bot) Verbascum.

ab

önek -den, uzağa: abjure yeminle vazgeçmek; abdicate feragat etmek.

ab

(kıs) Bachelor of Arts üniversite diploması

ab

(i). temmuz ortasında başlayan Musevî takvimindeki ay.

aba

(i). aba.

abaca

(i). kenevir muzu, (bot) Musa textilis.

aback

(z), (den) faça. taken aback şaşırmış.

abactor

(i) davar hırsızı.

abacus

(i) hesap tahtası; (mim )sütun başlığmdan geçen düz tabla.

abaddon

(i) öIüler diyarı; cehennem, tamu.

abaft

(z), (den) kıça doğru, kıç tarafta, kıç tarafında.

abalone

(i,) (zool) kabuklu bir deniz hayvanı.

abampere

(i) on amperlik elektrik cereyan birimi.

abandon

(f) tamamıyle bırakmak, terketmek, başından atmak; kendini tamamıyla vermek; kendini kaptırmak.

abandoned

(s) metruk, terk edilmiş; hayâsız, ahlâksız.

abandonment

(i) terk; metrukiyet, terk edilmiş olma; tam feragat ile kendini teslim etme.

abas

(Fr) kahrolsun.

abase

(f) alçaltmak, gururunu kırmak abasement( i) alçaltma, alçalma.

abash

(f) utandırmak, mahcup etmek, bozmak; gururunu kırmak.

abask

(z) güneşte ısınarak.

abate

(f) azaltmak, indirmek; kısmen yahut tamamıyla kesmek; azalmak, eksilmek, hafiflemek, çekilmek; hükmü kalmamak abatement (i) azaltma, azaltılma, azalış, tenzil; kesilmiş yahut indirilmiş meblâğ.

abatjour

(i) tepe penceresi; panjur.

abattoir

(i),(Fr) mezbaha, salhane, kasaplık hayvanların kesildiği yer.

abaxial

(s) eksenden uzak.

abba

(i) baba; (bazı kiliselerde) piskopos.

abbe

(i) papaza verilen nezaket unvanı.

abbess

(i) kadınlar manastırının baş rahibesi.

abbey

(i) manastır; manastıra ait bina veya binalar; manastır kilisesi.

abbot

(i) manastırın baş rahibi.

abbreviate

(f) kısaltmak, özetlemek, ihtisar etmek abbrevia'tion(i). kısaltma, remiz, bir veya birtakım kelimeleri gösteren harf veya harfler; özetleme, ihtisar; kısaltılmış yazı, özet; (müz) bir takım notaları gösteren remiz yahut işaret.

abc's

alfabe; herhangi bir şeyin temel kuralları.

abdicate

(f) -(den) çekilmek, -(den) vazgeçmek, feragat etmek: resmen bırakmak veya feragat etmek ; (özellikle hükümdarlıktan)tacını ve tahtını terk etmek abdica'tion (i) tacını ve tahtını terk etme.

abdomen

()i karın, batın; biyol haşarat gövdesinin art kısmı abdom'inal (s) karna ait abdominal cavity (anat) karın boşluğu.

abduct

(f) zorla almak,(kadın yahut çocuk) kaçırmak.

abduction

(i).(çocuk) kaçırma; kız kaçırma abductor(i) kaçıran kimse; dışarı çeken kas.

abeam

(z),(den) omurgaya dikey olarak, bordanın tam ortası hizasında.

abecedarian

(s), (i) çok basit;(i) okumayı yeni öğrenen kimse.

abed

(z) yatakta, yatağın üstünde.

abele

(i) akçakavak (bot) Populus alba.

aberglaube

(i),(Al) batıl itikat.

aberration

(i). hata, dalâlet, doğru yoldan ayrılma, inhiraf; yan delilik, akıl hastalığı; sapıklık; (astr) sapınç, sapma; adese veya ayna sisteminde bütün ışınların bir noktaya toplanamaması.

abet

(f) söz ve davranışlarla cesaret vermek veya yardım etmek.(gen. fina anlamda).

abetter

-tor (i) başkasına kötülük aşılayan kimse, kışkırtan kimse, suç ortağı.

abeyance

(i). askıda oluş, muallakıyet in abeyance kullanılmaz durumda, askıda, muallâkta.

abhor

(f) hor görmek, iğrenmek abhorrence (i) nefret; nefret edilen veya tiksinilen herhangi bir şey abhorrent (s) nefret uyandıran, iğrenç; (to) ile karşı, muhalif, zıt.

abib

(i), (ibr) nisan ayının eski bir ismi.

abide

(f) bir yerde kalmak; sabit durmak; tahammül etmek, dayanmak, çekmek; ikamet etmek, oturmak, sakin olmak, mukim olmak abide by sebat etmek; itaat etmek durmak.

ability

(i). iktidar, yetenek, kabiliyet; marifet, hüner; dirayet, zekâ; huk ehliyet, kudret abilities (i) kabiliyetler; hassalar, melekeler.

abinitio

(Lat) başlangıçtan, aslından.

abiogenesis

(i) cansızdan canlı oluşumu.

abject

(s) sefil, alçak, aşağılık; gurursuz; köle gibi abjectly (z). alçakça, sefilce abjectness (i) alçaklık, adilik, sefillik.

abjure

(f) yemin ederek vazgeçmek; kesin olarak feragat etmek, inkâr etmek, sapıklıktan dönmek abjura'tion (i) yeminle vazgeçme, feragat etme abjuration of religion inkâr etme, dinden Sıkma, irtidat abjuratory (s) vazgeçme kabilinden.

ablation

(i).(tlb). bedenden (ur, uzuv) alma; (jeol). (taşların) zamanla aşınması; uzay sürtünme ısısının zarar vermeden dağıtılması.

ablative

(i), (s). Latince isimlerde ablatif, ismin -(den) hali; (s) -den halinde olan.

ablaut

(i). gram mana değişikliği ile sesli harfin değişmesi.

ablaze

(s).(z). alevli; hararetli, şevkli; (z) alev alev, hararetle.

able

(s). güçlü, muktedir, kadir; istidadı olan, hünerli, becerikli; yetkili able-bodied (s) vücudu sağlam olan güçlü able-bodied seaman gemici tayfa.

abloom

(s). çiçekli~ bol çiçekleri olan.

abluent

(s), (i) temizleyici; (i) deterjan.

ablush

(s) kızarmış yüzlü.

ablution

(i) yıkanma, aptes, gusül.

ably

(z). hünerle, maharetle.

abnegate

(f) inkâr etmek, reddetmek, feragat etmek abnega'tion (i) inkâr, feragat, mahrumiyete katlanma.

abnormal

(s) anormal, usule veya âdete uygun olmayan; tabii olmayan abnormal'ity (i) anormallik, usule veya âdete uygunsuzluk; bu halde olan kimse veya şey.

abnormity

(i) anormallik.

aboard

(z), edat gemi, tren vb'nin içine veya içinde; den yan yana.

abode

(i) ev, oturulan yer, ikametgah, mesken; kalma, ikamet.

abode

(bak). abide.

abolish

(f) kaldırmak, bozmak; ilga etmek, feshetmek, iptal etmek.

abolition

(i). kaldırılma, ilga abolitionist i herhangi bir şeyin kaldırılması taraftarı.

abomb

(i) atom bombası.

abominable

(s) çok kötü, iğrenç, nefret uyandıran abominable snowman (bak) yeti abominably (z) çok fena bir şekilde, berbat olarak.

abominate

(f) son derece iğrenç kabul etmek, istikrah etmek, nefret etmek abomina'tion (i) iğrenme, istikrah, nefret; iğrenç veya menfur şey; kötülüğe sebep olan herhangi bir şey.

aboriginal

(s), (i) asıl yerli: bir yerin en eski halkından olan (kimse).

aborigine

(i) bir memleketin asıl yerlisi; bir memleketin asıl hayvan ve bitkilerinden biri.

abort

(f) çocuk düşürmek; boşa çıkmak; bitirmeden durdurmak; başarısızlıkla bitmek.

abortion

(i) çocuk düşürme; düşük; olgunlaşmadan kurumuş çiçek, meyve veya ekin; tam başarısızlık.

abortive

(s). vaktinden evvel doğmuş; boş, beyhude, eksik, akim; tıb çocuk düşürmeye sebebiyet veren abortively (z). akim kalarak.

aboulia

(i). irade yitimi.

abound

(f).(gen). in ile çok olmak, bol olmak, mebzul olmak.

about

edat -(e) dair, hakkında; çevresine, etrafında; yakında, civarında, havalisinde; ötesinde berisinde, her yerinde; ile meşgul; için About facel (ask)., emir Geriye don I about to come gelmek üzere beat about the bush bin dereden su getirmek about-face (i). geriye dönüş. fikir veya karar değişimi.She has a special air about her. Kendine özgü bir havası var.

about

(z). aşağı yukarı, takriben, kadar; her tarafta; etrafa, etrafına; ötede beride, şurada burada; aksi yöne, obur tarafa; sıra ile about half a kilo yarım kilo kadar about 7 o'clock saat yedi sularında Iook about etrafına bakınmak order one about iş yüklemek put the ship about gemiyi aksi yöne çevirmek, tiramola etmek Turn about is fair play Tam karşılığını yapmak hak icabıdır.

above

(s). yukarıda olan; yukarıda zikredilmiş, daha önce gösterilmiş olan; semada olan, gökteki.

above

(z). daha yukarıda olarak, sıraca önce olarak; rütbe veya iktidarca üstün olarak above-board (s) doğru, hilesiz, aşikâr above ground yeryüzünde, toprağa gömülmemiş.

above

edat yukarısına, yukarısında, üstüne, üstünde fevkine, fevkinde; -den yukarıya, yukarıda, ustun; daha çok above all hepsinden ziyade, bütün bunlardan başka.

abovo

(Lat). başlangıçtan beri.

abr

(kıs). abridged, abridgement.

abracadabra

(i) hastalıktan korunmak için üç köşeli muska üzerine yazılan manasız harfler; muska; anlamsız söz.

abrade

(f) aşındırmak, yemek.

abrasion

(i) aşınma yenme, yıpranma; aşınmış veya aşındırılmış kısım yahut ondan kopan parçalar.

abrasive

(i), (s) aşındırmak ve bilemek veya cilâ yapmak için kullanılan bir madde; aşındırıcı şey, yıprandırıcı madde; (s). aşındıran, bileme veya cilâ işinde kullanılabilen.

abreast

(z). yan yana, beraber; aynı hizada, aynı seviyede.

abridge

(f) kısaltmak, özetlemek, kesmek; mahrum etmek abridgement (i) kısaltma, özetleme; azalma, kesilme; bir eser, demeç veya sözün kısaltılmış şekli; özet, hulâsa.

abroad

(z) ortalıkta, halk arasında; dışarıda; dış memleketlerde, hariçte; şurada burada, her tarafta; memleket dışına.

abrogate

(f). yetkisini kullanarak ilga etmek, iptal etmek, feshetmek; kaldırmak, bir tarafa koymak abroga'tion (i). ilga, iptal, yetkisini kullanarak feshetme.

abrupt

(s). birdenbire olan, ani olan, acele ile olan; ters, haşin; birbirini tutmaz, kesik, pürüzlü; çok dik abruptly (z). birdenbire; terslikle abruptness (i). acele; sertlik, terslik.

abscess

(i).(tıb) çıban, apse, cerahat kesesi.

abscissa

(i)., (geom). absis, fasla.

abscission

(i) kesme, kesilme, ani bitiş;(kon). (san). inkıta, ara, fasıla.

abscond

(f) kaçmak, firar etmek, kanundan kaçmak, özellikle alacaklıdan kaçmak absconder (i) kaçak, firari, kanundan kaçan kimse.

absence

(i). gaybubet, yokluk; (huk). gaip oluş, gıyap; dalgınlık.

absent

(f). çekilmek, hazır bulunmamak için çekilip gitmek absent oneself gitmek, bulunmamak.

absent

(s). nâmevcut, yok, gaip absent-minded (s) dalgın absent without leave (ask). vaktinde dönmek üzere kaçan.

absentee

(s). vazifesi başında bulunmayan; başka bir memlekette ikamet eden(mal sahibi). absenteeism (i). vazifesi başında veya malın olduğu memlekette bulunmama itiyadı.

absinth

(i). apsent, pelin otu ile yapılan anasonlu yeşil bir içki; (bot). pelin otu, acı pelin.

absolute

(s). kâmil, tam; halis, sade, saf; mutlak, sonsuz, nihayetsiz, kayıtsız şartsız; gram soyut, mücerret; ki,sisel değer ölçülerine bağlı olmayan absolute ceiling hav azami yükseliş haddi absolute pitch (müz). bir notanın frekansı; bir sesin perdesini ezberden tayin etme kabiliyeti. absolute scale mutlak ölçü. absolute temperature mutlak ısı derecesi (mutlak sıfırdan hesap ederek). absolute zero ısıda mutlak sıfır noktası. absolutely (z), tamamen, kesin olarak, kati surette. absoluteness (i). mutlakiyet.

absolution

(i). suç, günah veya cezayı affetme; Katolik kilisesinde günahlarrn affolunduğunu papazın ilân etmesi.

absolutism

(i). mutlak oluş, mutlakıyet doktrini mutlakçılık; (pol). mutlak idare, kayıtsız şartsız kral hâkimiyeti.

absolutist

(i). kralların kayıtsız şartsız hakimiyeti taraftarı, mutlakıyetci.

absolve

(f). suç, günah veya cezayı affetmek yahut bunu ilân etmek.

absonant

(s). zıt, akla uygun olmayan.

absorb

(f). içine çekmek, içmek, emmek, massetmek; yutmak; işgal etmek, zapt etmek absorbent (s).(i). içe çekici, alıcı, emici (madde). absorbent cotton hidrofil pamuk. absorption (i). içe çekme, içme, emme, zihin meşguliyeti, dalgınlık.

abstain

(f). çekinmek, kaçınmak, geri durmak, sakınmak, imtina etmek abstain from (-den) imtina etmek, (-den) kaçınmak.

abstemious

(s). çok yemek ve içmekten sakınan, perhizkâr abstemiously (z). perhiz yaparak, ılımlı bir şekilde, az yiyip içerek.

abstention

(i). çekinme, kaçınma, sakınma, imtina; çekimser olma.

absterge

(f). silmek, temizlemek.

abstinence

(i). (yiyecek, zevk v.b. şeylerden) kendini geri tutma; perhiz, imsak abstinent (s). perhizkâr.

abstract

(s).,(i). eşya veya fikirlerden soyut olan; soyut, mücerret; dalgın; ideal, nazari, kuramsal; (i) özet. abstract noun soyut isim abstract number soyut sayı, mücerret adet. in the abstract kuramsal olarak. abstractly (z). soyut olarak.

abstract

(f). çıkarmak, ayırmak veya tecrit etmek; çalmak, aşırmak; kimyasal usullerle ayırmak, çıkarmak; özetlemek, hulâsa etmek.

abstractedness

(i). zihin meşguliyeti, dalgınlık.

abstraction

(i) soyutlama; çıkarma, tecrit, ayırma; münzevi hayat; zihin meşguliyeti, dalgınlık; çalma, aşırma.

abstruse

(s). anlaşılması güç, muğlak abstruseness (i). muğlaklık.

absurd

(s). anlamsız, manasız, akılsızca, gülünç; birbirine karşıt düştüğü için yanlış; imkansız, olmayacak absurdity (i). anlamsızlık, manasızlık; delilik, maskaralık absurdly (z). esassız olarak; saçma bir şekilde absurdness (i). anlamsızlık, manasızlık, akılsızlık.

abundance

(i). bolluk, çokluk, bereket; servet.

abundant

(s). bol, bereketli, mebzul abundantly (z). bol bol.

abuse

(i). kötüye kullanma, suiistimal; kötü muamele; zarar; fesat, suç; küfür, sövüp sayma; Irza tecavüz.

abuse

(f). kötüye kullanmak; suiistimal etmek; zarar vermek, incitmek; sövüp saymak, küfür etmek; şerefini lekelemek; Irza tecavüz etmek.

abusive

(s). ağzı bozuk, küfürbaz; yolsuz, bozuk; fesatçı abusively (z). yolsuz olarak.

abut

(f). dayanmak, bitişik olmak.

abutment

(i). köprünün karada olan ayağı, mesnet; (mim). kemer veya kubbenin ağırlığını destekleyen kısım.

abysmal

(s). dipsiz, derin; koyu, kesif, çok; hudutsuz.

abyss

(i). cehennem, tamu, uçurum olan yer; ahlâki veya zihni derinlik; denizin dibi.

abyssinia

(i). Habeşistan.

abyssinian

(s), (i). Habeş.

ac

(kıs). account.

acacia

(i) akasya; aksalkım ağacı.

academic

(s). eğitimle ilgili; ilmi; soyut, mücerret, pratiğe dayanmayan.

academician

(i). akademisyen, terbiyeci.

academy

(i). akademi, yüksek okul: ilim adamları cemiyeti.

acanthus

(i). kenger otu, ayı yoncası,(bot), Acanthus;(mim). sütun başlıklarında kullanılan akantos yaprağı.

acappella

(müz). çalgı eşliği olmadan söylenen (şarkı v.b.).

acarid

(i). kene, sakırga.

accede

(f). iktidara gelmek, iş başına geçmek; razı olmak, muvafakat etmek accede to the throne cülus etmek, tahta çıkmak accede to one's wishes birinin isteklerine razı olmak.

accelerando

(z).,(it) , (müz). tedricen artan hız ile, accelerando.

accelerate

(f). hızlandırmak, süratlendirmek , tacil etmek, hızlanmak, sürat kazanmak accelera'tion (i). hızlandırma, tacil etme, süratin artması accelerator (i)., oto gaz pedalı; (fiz). siklotron veya benzeri.

accent

(i). aksan, telâffuzda bir heceye verilen kuvvet ; aksan i,sareti, vurgu; şive; hisleri belirtmek için cümlede belirli kelime veya hecelerin vurgulandırılması.

accent

(f). aksan vermek, telâffuzda bir heceyi vurgulu olarak okumak ; önemle belirtmek.

accentuate

(f). üzerine basarak okumak; önemle belirtmek accentua'tion (i). aksan koyma, vurgulama.

accept

(f). kabul etmek, almak; icabet etmek; onaylamak, tasdik etmek, razı olmak; anlamak, mana vermek.

acceptable

(s). kabul olunabilir, makbul be acceptable makbule geçmek.

acceptance

(i). kabul; kabul edilme ; tasdik ve imza olunmuş tahvil, poliçe v,b non-acceptance (i), (huk). ademi kabul, ret.

acceptation

(i). kabul; anlam, mana.

access

(i). giriş, yol, methal, geçit; artma, Çoğalma; (tıb). nöbet have access yanına girebilmek, huzura kabul edilmek.

accessible

(s). yanına girilebilir, içine girilebilir; kolay bulunur; kandırılabilir; alınır, bulunur accessibil'ity (i). yanına gitme imkânı, içine girilebilme imkanı, kolay bulunma imkânı.

accession

(i). vasıl olma, ulaşma, varış; artma, Çoğalma; cülus, tahta çıkma; (müzeye, kütüphaneye) yeni gelen şey.

accessory

(s). (i). yardımcı olan, muavenet eden; suç ortaklığı eden;(i). aksesuar, yardımcı şey; suç ortağı.

accidence

(i). sarf usul ve prensipleri ; tasrif, çekim.

accident

(i). kaza, arıza; (gram). sarf bölüğü; (fels). ilinek, âraz, accident insurance kaza sigortası acciden'tal (s)., (i). kaza eseri olan, arızi; rastlantı eseri olan, tesadüfi; esaslı olmayan;(i)., (müz). armür dö kle'den sonra tesadüfi olarak gelen bemol veya diyez. acciden' tally (z). kazaen,istemiyerek, rasgele, kazara.

acclaim

(f). alkışlamak; bağırarak ilân etmek; bağırmak.

acclamation

(i). alkışlama, alkış, bravo'' deme; açık oylamada lehte oy verme by acclamation oy birliği ile.

acclimate,acclimatize

(f). bir yerin iklimine alıştırmak acclimatiza'tion (i). bir yerin havasına alışma veya alıştırma.

acclivity

(i). yokuş, bayır.

accolade

(i). şövalyelik rütbesi verilirken kucaklama, öpme veya kılıç yüzü ile omuza hafifçe vurma töreni; mükâfat; övme; (müz). rabıta.

accommodate

(f). birbirine uygun hale getirmek; telif etmek, uzlaştırmak; bir başkasının işini görmek; sağlamak, temin etmek; yerleştirmek, yer tedarik etmek accommodate oneself uymak, intibak etmek accommodate oneself to circumstances ayağını yorganına göre uzatmak, şartlara uymak.accommodating (s).iltifatçı, lütufkar.

accommodation

(i). uyma, intibak; birinin işini görmeye razı olma, Iütufkarlık; düzen; yerleşme; telif etme, uzlaştırma ; ödünç, istikraz. accommodations (i). yatacak yer, konfor, rahatı sağlayan şartlar accommodation train (ABD). birçok istasyonda duran yolcu treni.

accompaniment

(i). eşlik eden şey, refakat eden şey; (müz). akompaniman.

accompanist

(i)., (müz). piyanoda eşlik eden kimse, akompanist.

accompany

(f). bir kimseye arkadaş olmak, yanında bulunmak, beraberinde gitmek veya gelmek, refakat etmek, rehberlik etmek; (müz). eşlik etmek; maiyetinde bulunmak ; ilâve etmek, eklemek.

accomplice

(i). suç ortağı.

accomplish

(f). başarmak, becermek , üstesinden gelmek; tamamlamak, ikmal etmek accomplished (s). ikmal edilmiş ; hünerli; nezaketli.

accomplishment

(i). başarı, muvaffakiyet; icra, tamamlama.

accord

(f). uzlaştırmak, telif etmek, uyum sağlamak, ahenk vermek; teslim etmek; uymak, mutabık olmak, ahenkli olmak accord with ahenkli olmak, uygun olmak.

accord

(i). anlaşma, uzlaşma, itilâf, birleşme, ittifak, ittihat; uyum, ahenk; uygunluk ; istek; (huk). mahkeme haricinde uzlaşma, sulh with one accord hep birlikte of one's own accord kendiliğinden, kendi rızası ile.

accordance

(i). uyum, ahenk, uzlaşma in accordance with (-e) göre, (-e) uygun olarak.

according

(z). uygun olarak, binaen, göre according as göre, tıpkı, aynen according to göre, nazaran accordingly (z). binaen, binaenaleyh.

accordion

(i). akordeon.

accost

(f), yaklaşıp hitap etmek.

accouchement

(i), Loğusalık; doğum.

account

(f). hesap vermek, sebebini belirtmek; cevap vermek; saymak, itibar etmek account for hesap vermek, sebebini izah etmek.

account

(i). hesap; pusula; tarif, beyan; rivayet, hikâye, izahat; önem, ehemmiyet, kıymet, değer; sebep, cihet. account book hesap defteri. accounts payable (tic). tediye olunacak hesaplar accounts receivable (tic). tahsil olunacak hesaplar account rendered (tic). borçlunun inceleyip ödemesi için ibraz edilen hesap. by all accounts herkesin dediğine göre. call to account cevap istemek, sorguya çekmek. cash account cari hesap. give an account of anlatmak, cevabını vermek, hesabını vermek. give an account of oneself nerede olduğunu ve ne yaptığını söylemek,hesap vermek. joint account müşterek hesap. make no account of saymamak, itibar etmemek. on account of için, hasebiyle, (-den) dolayı. on no account asla, katiyen, hiçbir suretle. pay an account hesabı kapatmak. profit and loss account kar ve zarar hesabı. running account açık hesap. settle an account hesabını görmek,hesaplaşmak.take into account göz önünde tutmak, düşünmek, hesaba katmak.turn to account kullanmak, zayi ekmemek.outstanding account tesviye edilmemiş hesap.

accountable

(s). sorumlu, mesul; tarif edilebilir, anlatılabilir accountabil ity (i). sorumluluk, mesuliyet.

accountant

(i). muhasebeci, sayman accountancy (i). muhasebecilik accounting (i). muhasebe.

accouter

(f). askeri giyecek vermek.

accouterments

(i). (çoğ).asgari giyecekler ve teçhizat.

accra

(i). Akra.

accredit

(f). inanmak, güvenmek, itimat etmek, itibar etmek; itimatname vererek memur etmek accredita'tion (i),(ABD). (bir okul, yüksek okul veya üniversiteye teftişten sonra verilen) muadelet belgesi.

accrescent

(s). büyüyen, çoğalan.

accrete

(f), (s). birleşmek, yapışmak; eklenip büyümek; eklemek; (s). ekli; birleşmiş.

accretion

(i). ilave, ek; gelişme, uzvi büyüme; katılma; yapışma; ilhak.

accrual

(i). büyüme, artış; artış miktarı.

accrue

(f). ziyadeleşmek, çoğalmak; hasıl olmak, gelmek; (huk). hak olarak hissesine düşmek; gerçekleşmek, tahakkuk etmek accrued expense tahakkuk etmiş masraf . accrued interest tahakkuk etmiş faiz.

acculturation

(i). bir kültürün başka bir kültürden aldığı tesir.

accumulate

(f). yığmak; toplamak , biriktirmek; birikmek, çoğalmak, yığılmak.

accumulation

(i). yığma, biriktirme, toplama; toplanma, yığılma; biriktirilmiş veya toplanmış şeyler; biriktirilip sermayeye eklenen faiz.

accumulative

(s). toplayıcı, biriktirici; toplanmış, birikmiş.

accumulator

(i). toplayıcı şey veya kimse; su gücünü toplayan cihaz; (ing). akümülatör, akü .

accuracy

(i). doğruluk, dikkat, titizlik, ihtimam, incelik.

accurate

(s). doğru, sahi, tam; ince accurately (z). doğru olarak, kusursuz bir şekilde.

accurateness

(bak). accuracy. ac.curs.ed (s). lanetlenmiş, melun,meşum, nefret uyandıran, menfur.accursedly (z). meşum olarak, uğursuzca.

accursed

(s). Lânetlenmiş, melun, meşum; nefret uyandıran, menfur. accursedly (z). meşum olarak, uğursuzca.

accusative

(s)., (i)., (gram) ) (-i) halinde; (i). (-i) hali.

accuse

(f). suclamak, itham etmek, cürüm isnat etmek accusa'tion (i). cürüm isnadı, suçlama, itham; töhmet accused (s). sanık, maznun.

accustom

(f). alıştırmak accustom oneself alışmak, âdet edinmek, itiyat peyda etmek be accustomed to itiyadında olmak , alışkın olmak.

ace

(i). as, birli iskambil oyununda); zerre; beş düşman uçağı düşüren pilot; spor as oyuncu. ace in the hole (ABD). argo en son koz, yedek koz. He was within an ace of falling .Az daha düşecekti Düşmesine ramak kaldı.

acedia

(i). halsizlik, kaygısızlık.

acentric

(s). merkezsiz, merkez dışı .

acephalous

(s). başsız, reissiz; (zool). asefala sınıfından; (bot). başsız.

acerb

(s). acı, sert.

acerbate

(f). acılaştırmak; sinirlendirmek.

acerbity

(i). ekşilik, acılık; terslik, sertlik, huysuzluk.

acetabulum

(i), (anat). hokka çukuru.

acetanilide

(i). teskin edici ve ateş düşürücü bir ilâç, asetanelit.

acetate

(i). bir nevi sentetik kumaş, rayon; asetik asit tuzu.

acetic

(s). sirke gibi, ekşi. acetic acid asetik asit, sirke asidi.

acetify

(f). ekşitmek, ekşimek.

acetone

(i). aseton.

acetylene

(i). asetilen.

achaean,achaian

(s). Eski Yunanistan'a ait .

ache

(i). (f). ağrı, sızı, acı; (f) ağrımak, sızlamak, acımak.

achene

(i). (bot). aken, kapçık meyva, tek tohumlu, açılmaz ve sert kabuklu bir meyve tipi.

achieve

(f). başarmak, yapabilmek, üstesinden gelmek; kazanmak, meydana getirmek muzaffer olmak achievement (i). başarı, muvaffakiyet; husule getirme, başarma; husule getirilmiş şey. achievement test başarı testi.

achilles'tendon

(biyol). ökçe veteri, Aşil kirişi.

achondroplasia

(i)., (tıb). cücelik, bodurluk.

achromatic

(s). renksiz; renkleri tabii haliyle gösteren; (müz). perdesi değişmeyen; akromatik.

achromatopsia

(i)., (Tıb). renk körlüğü, akromatopsi.

acicular

(s). iğne ve diken şeklinde olan.

acid

(i)., (s). asit, ekşi şey, ekşi; (s). asit niteliğinde; asit fazlalığı olan. acid'ity (i). ekşilik , ekşime, asidite.

acidify

(f). asit etmek, ekşitmek.

acidosis

(i)., (tıb). asidoz, özellikle şeker hastalığında kanın asitli hali.

acidulate

(f). mayhoş etmek, biraz ekşitmek. acidulous (s) mayhoş, eksice.

aciform

(s). iğne biçiminde.

ack-ack

(i). uçaksavar ateşi.

acknowledge

(f). doğruluğunu kabul etmek, teslim etmek, onaylamak, tasdik etmek; şükranla tanımak; gerçek veya kanuni olduğunu kabul etmek. acknowledgment (i). teslim, onaylama, tasdik, itiraf, kabul, teşekkür; senet, tasdikname, borç ikrarı.

aclinic

(s). meyilsiz. aclinic line pusula iğnesinin meyilli olmayıp kendiliğinden yatay kaldığı mıknatıslı ekvator çizgisi.

acme

(i). doruk, zirve, olgunluk zirvesi; (Tıb). buhran, kriz.

acne

(i). sivilce; (Tıb). akne, bir çeşit cilt hastalığı.

acock

(z), küstahça; eğri.

acolyte

(i). kilisede rahibe yardım eden memur; yardımcı kimse.

aconite

(i). kaplan boğan, bıldırcın otu,(bot). Aconitum napellus. wolfsbane aconite kurtboğan.

acorn

(i). meşe palamudu.

acoustic

(s). işitme duyusu ile ilgili, ses ilmine ait, işitmeye ait. akustik.

acoustics

(i). akustik ilmi; akustik bina inşa etme ilmi. acoustics (i)., bir odanın akustik vasfı.

acquaint

(f). haberdar etmek, bilgi vermek, malumat vermek. be acquainted with tanımak, şahsen bilmek. acquaint oneself with öğrenmek, aşinallk peyda etmek.

acquaintance

(i). tanıdık, bildik; iyi bilme; haber, bilgi, malumat; tanış.

acquaintanceship

(i). ahbaplık , tanışıklık, aşinalık.

acquest

(i). ele geçen şey; (huk). verasetten başka bir şekilde ele geçen şey.

acquiesce

(f). kabul etmek, razı olmak, muvafakat etmek. acquiescence (i). uysallık, razı olma, kabul etme. acquiescently (z). uysallıkla,

acquire

(f). ele geçirmek, elde etmek, kazanmak, istihsal etmek, tedarik etmek. acquired (s). kazanılmış, müktesep. acquired characteristics doğuştan olmayıp sonradan kazanılan özellikler.

acquirement

(i). kazanç, iktisap; ilim, marifet, hüner.

acquisition

(i). kazanılan şey, iktisap; kütüphaneye yeni gelen kitap; müzeye yeni gelen eşya.

acquisitive

(s). açgözlü; elde edilebilen. acquisitive instinct açgözlülük, kespetme eğilimi.

acquit

(f). suçsuz çıkarmak, beraat ettirmek. acquit oneself görevini yapmak; davranmak hareket etmek. acquit oneself well vazifesini iyi yapmak. be acquitted beraat etmek, temize çıkmak.

acquittal

(i). suçsuzluk hükmü, beraat.

acquittance

(i). zimmetten kurtulma; ibra senedi, makbuz,

acre

(i). bir arazi ölçü birimi, 0404 hektar, 0404 dönüm, 430 eski dönüm. God's acre mezarlık. acres (i)., (çoğ). emlak, arazi; (k). dili çok miktar.

acreage

(i). dönüm miktarı, arazi alanı.

acrid

(s). acı, ekşi, keskin, sert; zihni kurcalayan.

acrimonious

(s). acı, ters, haşin, sert. ac'rimony (i). acılık, haşinlik, sertlik.

acrobat

(i). akrobat, cambaz.

acrobatics

(i). cambazlık, akrobasi.

acromion

(i)., (anat). akromyon, omuz çıkıntısı.

acronym

(i). birkaç kelimenin baş harflerinin veya ilk hecelerinin bir araya gelmesiyle oluşan kelime: NATO, U N ESCO.

acropolis

(i). şehrin en yüksek noktasında bulunan iç kale veya hisar, akropol.

across

(z)., edat ortasından, iSinden veya üstünden karşı tarafa geçerek; edat çaprazvari, öbür tarafa, karşı yakada. come across rast gelmek, tesadüf etmek; (k). dili görünmek. come across with (k). dili istemeyerek vermek.

acrostic

(i). akrostiş.

acrylic

(i). sıcakken yumuşak olan plastik.

act

(i). yapılan şey, iş, fiil, ameliye; kanun; resmi yazı; tiyatro perde. act of God (huk). icbar edici sebep, insan kudretinden üstün afet(yıldırım inmesi gibi). caught in the act suçüstü (cürmü meşhut halinde) yakalanmış. put on an act poz yapmak.

act

(f). rol yapmak, oynamak; taklit etmek; yapmak, işlemek; etkilemek, tesir etmek; hareket etmek, davranmak; temsil etmek, rolünü oynamak. act up yaramazlık etmek, gösteriş yapmak. act as başkasının vazifesini yapmak. act on a suggestion yapılan teklife göre davranmak.

acting

(s). yapan, işleyen, temsil eden; vekil olan, vekâlet eden.

actinic

(s). güneş vb. ışınlarının kimyasal değişiklikler meydana getirme özelliğine ait. actinic rays kimyasal değişiklikler meydana getiren ışınlar.

actinism

(i). güneş vb ışınlarının kimyasal değişiklikler meydana getirme özelliği.

actinium

(i). aktinyum.

actinometer

(i). güneş ışınlarının kuvvetini ölçen araç, aktinometre.

action

(i). iş, amel, çalışma, meşguliyet, faaliyet, fiil; hukuk davası; etki, tesir, kuvvet, nüfuz; tiyatro bir oyundaki olaylar dizisi; harekete geçme (asker,makina v.b.). actionable (s). dava edilebilir.

activate

(f). faal hale getirmek, harekete geçirmek; (fiz). radyoaktif hale getirmek.

activation

(i). faal hale getirme; lâğım sularının hava ve bakterilerle temas ettirilmesi sonucunda temiz su haline getirilmesi.

active

(s). hareket kuvveti olan, etkin, değiştirebilen, fail; faal, çalışkan; pratik; hareketli, canlı, yerinde duramayan, çevik; (gram). etken, aktif; (tic). faiz getiren, paraya çabuk çevrilebilen (sermaye). active officer muvazzaf subay. active volcano aktif durumda olan yanardağ.

activism

(i)., (fels). aktivizm, etkincilik ; güneş vb ışınlarının kimyasal değişiklikler meydana getirme özelliği; eylemcilik.

activist

(i). etkinci; eylemci, özellikle politikada eylemciliğe meyilli olan kimse.

activity

(i). faaliyet; fiil, amel; kuvvet; etki, tesir; faal oluş; tez canlılık, tetiklik.

actor

(i). artist, aktör, oyuncu; yapan kimse.

actress

(i). artist, aktris, kadın oyuncu.

actual

(s) gerçek, hakiki, asli, asıl, fiili; şimdiki. actual'ity (i). hakikat ac'tualize (f). gerçekleştirmek, hakiki kılmak, kuvveden fiile çIkarmak. actually (z). hakikatte , gerçekten; bilfiil.

actuar,y

(i). hayat sigortası istatistikleri uzmanı.

actuate

(f). kuvveden fiile çıkarmak , harekete getirmek; olumlu bir şekilde etkilemek.

acuity

(i). keskinlik, sivrilik.

aculeate

(s). sivri; iğneli.

acumen

(i). dirayet, feraset, çabuk kavrayış.

acuminate

(f)., (s). açmak; (s). ucu uzun ve sivri.

acupuncture

(i)., (tıb). iğne saplamak suretiyle teşhis ve tedavi.

acute

(s). sivri, keskin, ince; zeki, zeyrek, açıkgöz; aşırı hassas; tiz, keskin (ses); (Tıb). akut; hâd, vahim, ağır, şiddetli. acute angle dar açı.acutely (z). zekâ ile; şiddetle. acuteness (i). zekâ keskinlik.

ad

A.D. AD (kıs). Anno Domini milâttan sonra. ad (i). ilan, reklam.

ad

(i). ilân, reklâm.

ad here

(f). yapışmak, tutmak; iltihak etmek; bağlanmak, bağlı olmak, merbut olmak. adherence (i). sabit durma: vefa, bağlılık, merbutiyet adherent (s)., (i). yapışık, bağlı, merbut; (i) taraftar, taraf tutan kimse, bir parti veya kiliseye mensup olan kimse.

adabsurdum

(Lat). anlamsız veya saçma bir hale gelinceye kadar.

adage

(i). atasözü, darbımesel, vecize.

adagio

(z). (i)., (müz). adagio;(i). yavaş çalınan parça

adam

(i). Adem; bir erkek adı. Adam's apple (bak). apple. not to know one from Adam tanıyamamak the old Adam insanların günah işlemeye olan tabii eğilimi.

adamant

(s)., (i). hoşgörüsüz; çok sert; (i). çok sert efsanevi bir taş.

adamantine

(s). sarsılmaz; delinmez ; elmas gibi sert ve parlak.

adapt

(f). bir şeye uydurmak, uyarlamak; edeb adapte etmek. adapt oneself uymak, intibak etmek, tabi olmak. adaptable (s). uysal, şartlara uyan, intibak edebilen adapter (i). adaptör; intibak eden ve ettiren şey veya kimse.

adaptability

(i). şartlara ve çevreye uyma yeteneği, intibak kabiliyeti, uysallık.

adaptation

(i). uygunluk, imtizaç , intibak, tatbik, uyma; (edeb). adaptasyon, uyarlama; ışık değişikliklerine gözü alıştırma işlemi; uydurulma, şekil değişmesi.

adar

(i). musevi takviminde şubat ortasında başlayan ay.

adastra

(Lat). yıldızlara.

add

(f). katmak, ilâve etmek, eklemek; zammetmek, toplamak. adder (i). toplayan şey veya kimse. add up toplamak, yekun çıkarmak; neticelenmek; (k). dili anlaşılmak, belli olmak.

addend

(i). katılan rakam veya miktar.

addendum

(i). ilave edilecek şey veya söz.

adder

(i). birkaç cins zehirli yılan; engerek, sağır yılan, (zool). Vipera berus; Amerika'da bulunan birkaç cins zehirsiz yılan. adder's mouth birkaç cins salepçi otu adder's-tongue (i). yılan dili, suoku; turna gagası,(bot). Geranium robertianum adderwort (i). kurtpençesi, yılan kökü. death adder dikenli yılan, (zool).Acanthophis.

addict

(i). tiryaki, müptelâ kimse, bir şeye düşkün kimse.

addict

(f). alıştırmak. be addicted to alışmak, kendini vermek, tiryakisi olmak, müptelâ olmak, düşkün olmak addictive (s). tiryaki eden, alışkanlık husule getiren.

adding machine

hesap makinesi

addis ababa

Adis Ababa

addition

(i). ilave, ilave edilmiş şey; (mat). toplama in addition to (-e) ilâveten, ayrıca, fazla olarak. additional (s). biraz daha, ilâve edilen, eklenilen.

additive

(i)., (s). katkı; katılan kimyasal madde; (s). toplamsal, ilâve olunacak.

addle

(f). (s). bozmak, şaşırtmak; çürümek, cılk çıkmak; (s). çürük, cılk addlebrained (s). ahmak addled egg cılk yumurta.

address

(i). adres; söylev, nutuk; konuşurken takınılan tavır, eda; hüner, sanat.

address

(f). söylev vermek, nutuk söylemek, hitap etmek; mektubun adresini yazmak.

addressee

(i). adresine mektup gönderilen kimse.

addresser

(i). hitap eden kimse; imza eden kimse; dilekçe sahibi.

addressograph

(i). adres yazma makinesi.

adduce

(f). getirmek, göstermek (delil).

aden, gulf of

Aden körfezi

adenoid

(i). (anat). Ienf bezi.

adenoma

(i)., (tıb). lenf bezlerinin şişmesi veya büyümesi, adenoma, genellikle bez dokusu uru.

adept

(s)., (i). usta, mahir;(i). mütehassıs, uzman.

adequacy

(i). ehliyet, yetenek, kifayet, yeterlilik.

adequate

(s). uygun, ehven, elverişli, kifayetli, yeterli.adequately (z). layıkıyle adequateness (i). yeterlilik.

adharma

(i),, Sanskrit günahkarlık.

adhesion

(i) yapışma; iltihak, razı olma, bağlı olma; vefa, sabit durma; (tıb)., (bot). ayrı parçaların birbirine yapışması.

adhesive

(s)., (i). yapışkan, yapışıcı; (i). tutkal, zamk, çiriş adhesive plaster, adhesive tape yapışkan şerit, bant, plaster adhesiveness (i). yapışkanlık.

adhibit

(f). koymak, yapıştırmak, vermek (ilaç).

adhoc

(Lat). bunun için, buna mahsus; bu zamana kadar. ad hoc committee kısa sureli ve tek bir vazife için kurulan komite.

adhominem

(Lat). bir kimsenin ön yargı ve tutkularına hitap eden.

adiathermic

(s). sıcaklık ışınlarını geçirmeyen.

adieu

ünlem (i). Allah'a Ismarladık, elveda , Allah'a emanet olunuz; (i), (gen) (çoğ). veda, Allah'a emanet etme.

adinfinitum

(Lat). sonu olmayarak, nihayetsiz bir şekilde.

adinterim

(Lat). geçici, muvakkat.

adios

ünlem Allah'a Ismarladık.

adipose

(s).,(i) etin yağına ait; yağlı; (i) etin yağlı tarafı.

adit

(i). maden ocağına giden yatay geçit.

adj

(kıs). adjective, adjacent, adjustment.

adjacency

(i). bitişik olma, yakınlık.

adjacent

(s). bitişik, yakın, komşu.

adjectival

(s). sıfat cinsinden.

adjective

(i). (s). sıfat; (s). sıfat cinsinden olan, niteleyici.

adjoin

(f). bitiştirmek, yan yana koymak; bitişik olmak, yan yana olmak adjoining (s). bitişik, yan yana.

adjourn

(f). ertelemek, tehir etmek, başka güne bırakmak; oturuma son vermek; dağılmak adjournment (i). ertelenme; oturuma son verme; iki celse arasındaki müddet.

adjudge

(f). hüküm vermek.

adjudicate

(f). hüküm ve karar vermek adjudica'tion (i). hüküm ve karar verme; hüküm. adjudicator (i). hüküm ve karar veren kimse, hakem.

adjunct

(i). ilâve, ek, esası teşkil etmeyen kısım; iş arkadaşı, yardımcı, muavin; (gram). başka kelimeleri tanımlamak veya nitelemek için kullanılan kelime veya kelimeler.

adjure

(f). Allah rızası için diye rica etmek, istirham etmek adjura'tion (i). ciddi tembih veya dilek; yemin.

adjust

(f). düzeltmek, uydurmak, alıştırmak , ayar etmek adjustable (s). ayar edilebilir, düzeltilebilir uydurulabilir. adjustment (i). tasfiye; tanzim, düzeltme, tashih, Islah; düzen, nizam; uyma, intibak.

adjutant

(i). yardımcı, muavin; emir subayı, yaver. adjutant general komutana bilgi veren ve emirlerini orduya tebliğ eden general. adjutant stork Hindistan'da bulunan bir çeşit iri leylek.

adlib

(f)., (k). dili irticalen söylemek.

adlibitum

(Lat). istenildiği kadar, istenildiği gibi; (müz). tempo vb hususunda istenildiği gibi çalınabilen notalar;(kıs) ad lib.

adman

(i). ilâncılıkla meşgul olan kimse.

administer

(f). yönetmek, idare etmek; vermek, icra etmek, ifa etmek: yemin ettirmek; hizmet etmek, levazımını temin etmek, donatmak.

administration

(i). yönetim, idare, hükümet nezaret; başkan ve yardımcıları , idareciler; bakanlar kurulu, vekiller heyeti ; yemin ettirme; ilaç verme.

administrative

(s). yönetimle ilgili, idari.

administrator

(i). yönetmen, idareci, mudur, mütevelli; (huk). vasi, vekil, mirası idare eden kimse.

admirable

(s). takdire şayan, beğenilecek , çok güzel admirably (z). beğenilecek surette.

admiral

(i). amiral.vice-admiral (i). tümamiral rear-admiral (i). tuğamiral. admiral butterfly bir cins kelebek.

admiralty

(i),, (b.h). bahriye mahkemesi ; İngiltere'de deniz kuvvetleri kumandanlığı.

admire

(f). çok beğenmek, hayran olmak, takdir etmek admira'tion (i). hayranlık , çok beğenme. admir'er (i). takdirkar kimse; âşık. admiringly (z). beğenerek, hayran olarak.

admissible

(s). kabul olunabilir, kabule şayan. admissibil'ity (i) makul oluş, kabul olunabilme.

admission

(i). kabul, girme müsaadesi ; teslim (hakikat); giriş ücreti, duhuliye. admission free duhuliyesiz, giriş ücreti olmayan.

admit

kabul etmek, teslim etmek ; içeriye bırakmak, girmesine müsaade etmek: izin vermek, müsaade etmek admit of imkân vermek admittance (i). içeriye kabul; girme müsaadesi , giriş hakkı. No admittance. Girilmez.

admittedly

(z). itiraf edildiği gibi.

admixture

(i). katıp karıştırılma, ilâve.

admonish

(f). öğüt vermek, nasihat etmek, tembih etmek, ihtar etmek.

admonition

(i). tembih, ihtar, nasihat, öğüt.

admonitory

(s). ihtar mahiyetinde, nasihat şeklinde.

adnauseam

(Lat). kusturacak kadar, iğrenç derecede.

ado

(i) gürültü, patırtı. make an ado hadise çıkarmak, kıyameti koparmak. without any more ado hemen, ses çıkarmadan.

adobe

(i). kerpiç.

adolescence

(i). gençlik, büyüme çağı.

adolescent

(s)., (i). delikanlı, genç, büyümekte olan.(kimse).

adopt

(f). kabul etmek, edinmek, benimsemek ; evlât edinmek. adoption (i). kabul , benimseme; evlatlığa kabul etme, evlât edinme adoptive (s). evlâtlığa kabul eden veya edilen.

adore

(f). tapınmak, perestiş etmek, aşırı derecede sevmek. adorable (s). tapınılacak, perestişe layık, çok güzel ve sevimli. adora'tion (i) perestiş, tapınma, aşk, aşırı sevgi.

adorn

(f). süslemek, donatmak, tezyin etmek, çeki düzen vermek. adornment (i). süs, ziynet.

adrem

(Lat). sadede, konuya, mevzua.

adrenal

(i). (s). böbrek üstü bezi,(s), bu bezle ilgili.adrenal glantl böbrek ustu bezi.

adrenaline

(i). adrenalin.

adrianople

(i). Edirne.

adriatic

(i). Adriya Denizi.

adrift

(s). başıboş; kendi haline terk edilmiş , serseri; akıntı ve rüzgâr etkisiyle sürüklenmekte olan (Gemi).

adroit

(s). eli çabuk, usta, becerikli, mahir, hünerli. adroitly (z). hünerle.adroitness (i). hüner, marifet, el çabukluğu.

adscititious

(s). ilâve edilen, katma , ek olan, gereksiz.

adulate

(f). yaltaklanmak, tabasbus etmek. adula'tion (i). mübalağalı bir şekilde methetme, aşırı övgü, tabasbus, yaltaklanma adulatory (s). aşırı övgü niteliğinde olan, yaltaklanma mahiyetinde.

adult

(s)., (i). reşit, ergin, erişkin (kimse).

adulterate

(f)., (s). karıştırmak, safiyetini bozmak; (s). karışık, mahlut adultera'tion (i). karıştırma, karıştırılmış olma.

adultery

(i). zina, evli biriyle gayri meşru cinsi münasebet. adulterer (i). zina yapan erkek adulteress (i). zina yapan kadın adulterine (s). gayri meşru (çocuk). adulterous (s). zina eden; caiz olmayan, memnu.

adumbrate

(f). ima etmek, anıştırmak ; gölgelemek. adumbra'tion (i). ima, kinaye; gölgeleme.

adust

(s). yanmış, kavrulmuş, kurumuş adv kıs adverb.

advalorem

(Lat). pahasına göre, kıymeti üzerinden.

advance

(i). ilerleme, ileri gitme, terakki, terfi; fiyat yükselmesi; avans, öndelik. advances (i)., (çoğ). ilerlemeler; (k).dili açık verme, asılma. advance guard öncü kuvvet. in advance önde, ileride; peşin olarak.

advance

(f). ilerletmek, ilerlemek, ileri götürmek, ileri gitmek, terakki etmek, terakki ettirmek, terfi etmek, terfi ettirmek; artmak, yükselmek (fiyat) ; avans vermek, ödünç vermek; teklif etmek. advanced (s). ilerlemiş, ileri advancement (i). terfi; ilerleme, terakki.

advantageous

(s). kârlı, faydalı , istifadeli. advantageously (z). faydalı bir şekilde.

advent

(i). gelme, gelip çatma, görünme , olma, vuku. Advent (i)., (kil). Hazreti İsa'nın dünyaya gelmesi; Noel'den evvel bir ay müddet.

adventitious

(s) arızi, harici, tesadüfe bağlı.

adventure

(f). tehlikeye atmak, şansa bırakmak; cesaret etmek, göze almak, atılmak. adventurer (i). maceraperest kimse. adventurous (s). macera seven; cüretli; cesaret isteyen (bir iş),

adventure

(i). macera, serüven, sergüzeşt; spekülasyon, vurgun sağlayan teşebbüs.

adverb

(i)., (gram). zarf. adverbial (s). zarfa ait adverbially (z). zarf cinsinden olarak.

adversary

(i). muhalif kimse, düşman , hasım.

adversative

(s). muhalefet belirten , karşı fikri ifade eden.

adverse

(s). zıt, muhalif, ters, karşı, aksi. adversely (z). karşı olarak, muhalefet ederek. adverseness (i). terslik, zıtlık, muhalefet.

adversity

(i). zorlu sıkıntı, üzgü, zorluk, güçlük; çapraşık durum.

advert

(f). zikretmek, ima etmek, dokundurmak , hissettirmek. advert to (-dan) bahsetmek.

advertise

(f). ilân etmek, bildirmek; reklâmını yapmak. advertisement (i). ilân, haber, bildirme, reklâm. advertising agent reklâm ajansı.

advice

(i). öğüt, nasihat.

advisable

(s). tavsiye edilebilir; uygun, münasip, muvafık. advisabil'ity, advisableness (i). uygunluk, muvafık olma, tavsiyeye lâyık olma.

advise

(f). tavsiye etmek; öğüt veya nasihat vermek, akıl öğretmek; haber veya bilgi vermek; danışmak, istişare etmek, akıl sormak. ill-advised (s). akılsız, tedbirsiz well-advised (s). tedbirli, akıllı.

advisedly

(z). akıllıca, tedbirli olarak: bilerek, düşünerek.

advisement

(i). danışma, müşavere , düşünme. under advisement muallâkta ; incelenmekte.

adviser

(i) danışman, müşavir; danışman öğretmen.

advisory

(s). tavsiye niteliğinde; akıl öğreten, öğüt veren.

advocacy

(i). taraf tutma, taraftarlık ; savunma.

advocate

(i). savunan kimse, müdafi kimse, taraftar. devil's advocate tartışma olsun diye zayıf tarafı savunan kimse.

advocate

(f). savunmak, müdafaa etmek, sahip çıkmak, korumak.

adynamia

(i)., (tıb). kuvvetsizlik.

adytum

(i). tapınağın en iç odası adz (i). keser, marangoz keseri aedile eski Roma'da Bayındırlık memuru.

aegean sea

Ege Denizi, Adalar Denizi

aegis

(i). kalkan, siper; saye, himaye.

aeolian

(s)., (Yu). (mit), rüzgar tanrısı Aeolus-a ait; rüzgardan hâsıl olan; rüzgarla çalınan bir çalgıya ait; eski bir Yunan ırkına mensup. aeolian harp rüzgar kuvvetiyle çalınan harp.

aeon

(bak). eon.

aerate

(f). içine hava karıştırmak; havalandırmak, havayla temas ettirmek aerator (i) havalandırıcı.

aeration

(i). hava aldırma, havalandırma ; havayla temas ettirerek temizleme.

aerial

(i)., (s). telsiz anteni; (s). havaya ait; havada yapılan; havai, görülmez; hava ilmine ait; (bot) açık havada yetiştirilen (ufak kökler). aerial car hava hattı arabası.

aerie

(i). yükseklerdeki kuş yuvası (kartal v.b.).

aeriform

(s). hava halinde, gaz halinde; hayali.

aerify

(f). içine hava karıştırmak, havayla temas ettirmek; gaz haline getirmek.

aerobatics

(i). pilotun uçakla havada yaptığı marifet gösterileri.

aerodrome

(i). havaalanı, hava limanı; hangar.

aerodynamic

(s). hareket halinde olan hava veya gaza ait. aerodynamics (i). aerodinamik.

aerogram

(i). telsiz telgraf.

aerogramme

(i). zarfsız uçak mektubu.

aerolite

(i). göktaşı: aerolit.

aerology

(i). hava ilmi, aeroloji.

aeromechanics

(i). hareket halinde ve sabit olan hava ve gazlar ilmi.

aerometer

(i). hava ölçme aracı, aerometre.

aeronaut

(i). balon kullanan pilot. aeronautics (i). havacılık.

aeroplane

(i)., (ing). uçak, tayyare.

aerosol

(i). aerosol.

aerospace

(i). roket, güdümlü mermi ve uzay gemilerinin çalışması konusunda tek bir tabaka sayılan atmosfer ve onun dışındaki boşluk. aerospace industry uzay gemileri ve bunların teçhizatlarını imal eden sanayi kolu.

aerosphere

(i). havaküre.

aerostat

(i). havada sabit durabilen balon.

aerostatics

(i). hava kanunları ilmi.

aerotherapeutics

(i), (tıb). hava veya gazlarla tedavi.

aery

(bak). aerie.

aesculapian

(s). eski Roma tıp tanrısına ait; tıp mesleğine ait aesthetic, aesthetical bak esthetic, esthetical aestival bak estival aet kıs, Lat aetatis yaşında aetiology bak etiology.

afar

(z). uzak, uzakta, uzaktan.

aff

(kıs). affectionate, affirmative.

affability affableness

(i). nezaket, tatlılık, hatırşinaslık.

affable

(s). nazik, tatlı, hatırşinas, sokulgan.affably (z). nezaketle.

affair

(i). iş, maslahat; vaka, olay, hadise; hal; ilişki. an affair of honor namus veya şeref meselesi. Foreign Affairs Dışişleri as affairs stand şimdiki halde. Iove affair aşk macerası.

affaire

(i)., (Fr). gizli ilişki; mesele, hikâye.

affect

(f). etkilemek, tesir etmek, değiştirmek ; müteessir etmek, dokunmak; taslamak. affect ignorance cahillik taslamak, bilmezlikten gelmek. My arm is affected. Hastalık koluma yayıldı.

affectation

(i). yapmacık, taklit; naz.

affected

(s). taklitçi, sahte tavırlı, poz yapan; etkilenmiş, tesir altında kalmış, müteessir. affectedly (z). yapmacık tavırlarla. affectedness (i). yapmacık, sahte tavır.

affecting

(s). taklitçi, sahte tavırlı; etkileyen, tesir eden, müessir. affectingly (z) müessir şekilde, etkileyici bir tarzda.

affection

(i). sevgi, muhabbet; etkileme , tesir etme, teessür; hastalık. play on one's affections karşısındakinin hislerine hitap etmek. win one's affection bir kimsenin sevgisini kazanmak. affectionate (s). seven; sevgi gösteren.affectionately (z). sevgi ile.

affective

(s). hissi, dokunaklı.

afferent

(s), (anat). içeri götüren (sinir v.b.).

affiance

(f), (i). nişanlamak; (i). nişan.

affidavit

(i)., (huk). yemin ederek verilen yazılı ifade, yeminli beyan. draw up an affidavit yeminli beyan yazmak.

affiliate

(f). (i). yakın ilişki kurmak, sıkı münasebette bulunmak; evlât edinmek; (huk). baba tanımak; aslını ve soyunu tayin etmek; (i). bağlı şirket. affiliate wrth iltihak etmek, katılmak; üye olmak. affilia'tion (i). yakın ilişki, sıkı münasebet; evlâtlığa kabul.

affinity

(i). eğilim, meyil, eğinim; (kim). çekme; alâka, ilgi, cazibe; dünürlük, hısımlık, nikâhtan hâsıl olan akrabalık.

affirm

(f). demek, söylemek, beyan etmek, iddia etmek; (gram)., (man). tasdik etmek, ispat etmek; teyit etmek; (huk). tasvip etmek affirmable (s). iddia olunabilir.

affirmation

(i). tasvip, tasdik; müspet ifade; (huk). yemin yerine geçen söz.

affirmative

(s)., (i). olumlu, müspet, tasdik edilen; (i). müspet iddia; tartışmada olumlu tezi savunanları tutan taraf; olumlu cevap a decided affirmative kuvvetli ve olumlu karar. in the affirmative ispat ve tasdik anlamında, olumlu, müspet. The affirmative has it. olumlu taraf kazandı. affirmatively (z). teyit ederek, olumlu olarak.

affix

(i). ek, ilâve (kelimenin başına veya sonuna).

affix

(f). eklemek, ilâve etmek; takmak; koymak, atmak (imza).

afflatus

(i). ilham; vahiy.

afflict

(f). keder vermek, üzmek, mahzun etmek, müteessir etmek; müptela etmek, belaya düşürmek. affliction (i). dert, keder, elem, belâ afflictive (s). keder veya elem verici.

affluence

(i). bolluk, refah, servet; (-e) doğru akış (kan),affluent (s). bol akan; bol, mebzul; zengin.

afford

(f). para dayandırmak; işine gelmek ; hâsıl etmek, meydana getirmek, mahsul vermek. I can-t afford this. Buna bütçem müsait değildir.

afforest

(f). orman haline getirmek, ormanlaştırmak, ağa,clamak. afforesta'tion (i) ormanlaştırma, ağaç dikme.

affranchise

(f). azat etmek, serbest bırakmak, muaf tutmak. affranchisement (i). azatlık, azat etme, af.

affray

(i). kavga, gürültü.

affright

(i). ani korku.

affront

(i)., (f). hakaret; (f). kırmak, gücendirmek , saymamak, hakaret etmek. give affront to kızdırmak, gücendirmek.

affusion

(i). dökülme, dökme.

afghanistan

(i). Afganistan.

afield

(z). kıra, kırda, evden uzak. far afield sadetten uzak, konu dışında.

afire

(s). tutuşmuş, yanmakta, alev alev.

aflame

(s). alevler içinde, alevlenmiş, tutuşmuş.

afloat

(s)., (z). yüzmekte; su dolmuş; su basmış; havada. Rumors are afloat. Ortalıkta şayialar dolaşıyor. The firm is afloat. şirket masrafım çIkarıyor.

aflutter

(s)., (z). titreme halinde; (z). titreyerek.

afoot

(z). ayakta; yataktan kalkmış; hareket halinde, ilerlemekte.

afore

(z)., edat önce, evvel.aforemen tioned (s). evvelce zikredilen, mezkur. as aforesaid evvelce denildiği gibi.

afortiori

(Lat). daha kuvvetli bir sebeple, daha ziyade; (fels). afortiori.

afoul

(s). bir şeye takılmış, dolaşmış.

afqhan

(i). Afganlı; Afganca, Peştu dili; Afgan cins köpeği; (k.h). bir çeşit yün atkı veya battaniye.

afraid

(s). korkan, korkmuş. be afraid korkmak. be afraid of (-den) korkmak.

afresh

(z). yeniden, tekrar.

africa

(i) Afrika. African (i)., (s). Afrikalı; (s). Afrika'ya ait.

afrikaans

(i). Güney Afrika'da konuşulan Hollanda lehçesi.

afrikander

(i). Güney Afrika'da doğan Avrupalı.

afrit

(i). ifrit.

afro

(i) uzun ve kıvırcık saç modası.

aft

(s)., (z) (den). kıçta, kıça doğru fore and aft baştan kıça kadar.

after

(z), edat bağlaç sonra; ardına, ardında; (-dan) sonra; ardı sıra; için; tarzında, üslubunda. a painting after Reubens Rubens'in üslubunda bir resim. at a quarter after four dördü çeyrek geçe. a person after my own heart kalbimi fetheden bir kimse. three months after üç ay sonra. after all bununla beraber, yine de, buna rağmen.

after-dinner

(s). yemekten sonra gelen,

after-hours

(z). mesai saatlerinden sonraki saatlerde.

afterbirth

(i). (tıb). plasenta, son, meşime.

afterburner

(i)., (hav). art yakıcı.

afterclap

(i). beklenmedik olay.

afterdamp

(i). grizu patlamasından kalan zehirli gaz karması.

afterdeck

(i). (den). geminin kıç tarafındaki güverte.

aftereffect

(i). asıl tesirden sonra görülen tali tesir, tali reaksiyon.

afterglow

(i). güneş battıktan sonraki parlaklık.

afterguard

(i). (den). geminin kıçında hizmet eden tayfa.

afterlife

(i). ahret, öbür dünya.

aftermath

(i). kötü sonuç; yan tesir; çayır biçildikten sonra biten otlar.

aftermost

(s). en geri, en son.

afternoon

(i). öğleden sonra.

afterpains

(i)., (tıb). doğumdan sonraki ağrılar.

afterpart

(i)., (den). kıç taraf.

afterpiece

(i). asıl piyesten sonraki oyun.

aftersails

(i). kıç direk yelkenleri.

aftertaste

(i). ağızda kalan lezzet .

afterthought

(i). sonradan akla gelen fikir.

aftertime

(i). gelecek, istikbal.

afterward

(z). sonra,sonradan .

aga

(i). ağa

again

(z). tekrar, yine, bir daha; bundan başka. as much again bir misli daha. now and again ara sıra, zaman zaman, bazen. tirne and again tekrar tekrar, defaatle.

against

edat karşı, muhalif, aleyhinde, aykırı. He is against reforms. O adam reform düşmanıdır. over against ona karşı, karşılık olarak; karşı karşıya; karşısında, mukabil.

agalloch

(i). ödağacı (bot). Aquilaria agallocha.

agamous

(s)., (bot). eşeysiz.

agape

(s). hayretten ağzı açık kalmış, şaşırmış, şaşkın.

agape

(i). sevgi, muhabbet.

agar

(i). bazı deniz yosunlarından elde edilen jelatinimsi bir madde.

agaric

(i). katran köpüğü, (bot) Agaricus campestris.

agate

(i). akik taşı; bilye; (matb). 5 1/2 puntoluk harf agateware (i). renkli emay.

agave

(i). agav, Amerika'da yeti, sen sabır otu, (bot). Agave.

age

(i). yaş, çağ, devir, devre. chronological age kronolojik yaş. dark ages karanlık devirler. for ages, for an age uzun bir zaman, senelerce, çoktan beri. mental age (psik). zekâ yaşı. of age reşit, rüştünü ispat etmiş. under age reşit olmamış, rüştünü ispat etmemiş. ageliss (s). ihtiyarlamaz, kocamaz, eskimez. agelong (s). uzun zaman süren.

age

(f). yaşlanmak, ihtiyarlamak, kocamak: eskitmek aged (s). yaşlı, ihtiyar aged (s). yıllanmış, dinlendirilmiş (içki); yaşındaki .

agency

(i). vasıta, fail; iş, faaliyet; acentalık, vekâlet; acente.

agenda

(i). gündem, görülecek işler.

agent

(i). fail, amil; etkili olan kimse veya şey; acente, temsilci; vekil. free agent başkalarına karşı hesap vermek mecburiyetinde olmayan kimse, kendi kendine karar verebilen kimse.

agent provocateur

(ajan provokatör) bir kimse veya grubu suç işlemeye teşvik edip sonradan cezalandıran gizli ajan.

aggiornamento

(i).,modernleşme, asrileşme.

agglomerate

(f), (i). toplamak, bir araya getirmek, yığmak;(i). toplama; (jeol). volkanik parçaların bir araya toplanması. agglomera'tion (i). toplama; yığın; bir araya toplanmış şeyler.

agglutinant

(s). tutkal gibi yapıştıran. agglutina'tion (i). yapıştırma; (gram), bitişkenlik, bitişme; (tıb). aglütinasyon, ayrı kısımları birleştiren ameliye (yara). agglutinative (s). yapıştırma işlemine ait; (gram). bitişken.

aggrandize

(f). büyütmek. aggrandizement (i) büyütme; itibarını yükseltme; değer veya rütbesini yükseltme.

aggravate

(f). ağırlaştırmak, kötüleştirmek , şiddetlendirmek; (k). dili kızdırmak, darıltmak; tahriş etmek; abartmak, mübalâğa etmek. aggrava,tion (i). kızdırma, darıltma: şiddetlendirme.

aggregate

(f). toplamak, bir araya getirmek, cem etmek. aggrega'tion (i). toplanma , bir araya gelme; hepsi, bütünü.

aggregate

(i)., (s). mecmu, toplam, yekün, küme; kum, çakıl; (s). bütün.

aggress

(f). saldırmak; kavga çıkarmak.

aggression

(i). tecavüz, hücum, saldırı; saldırganlık. nonaggression (i). saldırmazlık , ademi tecavüz aggressive (s). saldırgan, mütecaviz aggressor (i) mütecaviz , saldırgan kimse veya memleket.

aggrieve

(f). rencide etmek, incitmek, kırmak. aggrieved (s). kederli; zarar gören; (huk). haksız hüküm yemiş olan.

aghast

(s). şaşırmış, çok korkmuş, donakalmış.

agile

(s). çevik, tetik. agility (i). çeviklik, tetiklik.

aging

(i). yaşlanma hali veya belirtileri; yıllanma, eskime.

agio

(i). para farkı, acyo.

agiotage

(i). sarraflık; borsa oyunu.

agitate

(f). çalkalamak, sallamak; altüst etmek; kışkırtmak, tahrik etmek. agita'tion (i). çalkalanış, sallanış, dalgalanış; sıkıntı, ıstırap, heyecan; fesat agitator (i). kışkırtan kimse, tahrikçi .

agitato

(s). (z)., (it)., (muz). acele ve heyecanlı tarzda çalınan veya söylenen.

agitprop

(i) propaganda ve kışkırtma bürosu.

agleam

(s). parlak, ışıltılı.

aglet

(i). ayakkabı bağı vb'nin ucundaki küçük demir.

aglow

(s). parlak, şaşaalı .

agname

(i)., (ing). Lakap.

agnate

(s). baba tarafından akraba, akraba. agna'tion (i). yalnız erkek tarafından akrabalık.

agnostic

(i)., (fels). agnostik.

agnosticism

(i)., (fels). agnostisizm , bilinemezcilik.

agnus castus

kara ayit, (bot). Vitex agnus castus.

ago

(z). evvel, önce.

agog

(s)., (z). heyecanlı, arzulu, istekli, şevkli, ümitli; (z). heyecanla, arzulu olarak.

agonistic

(s). münakaşa yoluyla istediğini elde etmeye çalışan.

agonize

(f). can çekişmek; fazlasıyla eziyet ve ıstırap çekmek; bütün gücüyle mücadele etmek; ıstırap vermek, işkence etmek.

agony

(i). can çekişme: şiddetli Istırap; şiddetli heyecan; sert mücadele.

agora

(i). eski Yunanistan'da pazar yeri, meclis; toplanma yeri.

agouti, agouty

(i). Güney ve Orta Amerika ile Batı Hint Adaları'na mahsus tavşana 'benzer kemirici bir hayvan.

agraphia

(i)., (tıb). bir beyin hastalığı nedeniyle okuma yazma kabiliyetini kaybetme,

agrarian

(s) tarımsal, zirai; tarlalara ait; (pol). çiftçilere yardım etmeyi ve tarımsal kâr sağlamayı amaçlayan.

agree

(f). razı olmak, muvafakat etmek kabul etmek, anlaşmak, uyuşmak; (gram). uyuşmak. agree to bir konuda mutabık kalmak, anlaşmak, kabul etmek agree with bir kimse ile mutabık kalmak. agreeable (s). hoş, tatlı; münasip, uygun, mutabık, iyi, güzel. agreeableness (i). tatlılık, hoşluk. agreeablly (z). hoş bir şekilde, tatlılıkla.

agreed

(s). mutabık; kararlaştırılmış olan. Agreed. Kabul Tamam Peki.

agreement

(i). anlaşma, muvafakat, ittifak, karar; mukavele, itilâf; mukavelename , kontrat, bağıt. come to an agreement bir karara varmak, uyuşmak. gentlemen's agreement karşılıklı anlayışa dayanan ve yazılı metni olmayan anlaşma.

agribusiness

(i). tarım ve tarım ticareti.

agriculture

(i). tarım; ziraat, çiftçilik. agricul'tural (s). tarımsal, zirai, çiftçiliğe ait. agricul'turist (i). ziraat uzmanı; çiftçi.

agrimony

(i). kasıkotu, (bot). Agrimonia ; kızılyaprak, koyun otu, (bot). Agrimonia eupatoria. hemp agrimony koyun otu, (bot). Eupatorium cannabinum.

agrology

(i). toprakları inceleyen ilim.

agronomics

(i). bir memleketin topraklarını iktisadi yönden inceleyen ilim dalı.

agronomy

(i). bilimsel tarım.

aground

(s). karaya oturmuş. go aground karaya oturmak.

ague

(i). sıtma, malarya; sıtma nöbeti . aguish (s). sıtmalı, sıtma getiren, nöbetli.

ah

ünlem ey, oh, ah, of, vah, ya; Acayip ! Hayret I

aha

ünlem ya, oh; Gördün mü I

ahead

(z). ileri, ileride, başta, önde. get ahead başa geçmek.

ahem

ünlem Hım.

ahimsa

(i)., Sanskrit canlıların hayatına kıymama doktrini.

ahoy

ünlem Hey ! Hu ! Yahu ! Ship ahoy I Hey gemi.

ai

(i). Güney Amerika'ya mahsus agaç üzerinde yaşayan üç parmaklı bir hayvan .

aid

(i)., (f). yardım, iane; f yardım etmek, iane vermek. first aid ilk yardım.

aide

(i). yaver; yardımcı, muavin.

aide-de-camp

(i). yaver, emir subayı.

aide-memoire

(i). hatırlatıcı niteliği olan not.

aigrette

(i). kuş tepeliği, sorguç.

aikido

(i). bir nevi Japon güreşi.

ail

(f). rahatsız olmak, hasta olmak; sıkıntı vermek, taciz etmek, rahatsız etmek. ailing (s). keyifsiz, rahatsız, hasta ailment (i). rahatsızlık , hastalık.

ailanthus

(i) aylandız ağacı.

aileron

(i)., (hav). kanatçık, goşisman, eleron. aileron controls goşisman kumandaları.

ailoy

(i)., (f). maden alaşımı, halita, alaşım; maden alaşımından olan adi maden; değerli bir şeyin kıymetini azaltan unsur; (f). kıymetli madene kıymetsiz maden karıştırmak.

aim

(i). maksat, emel, niyet, amaç, gaye; nişan alma; hedef yönü; nişan tahtası, hedef. aimless (s). gayesiz, hedefsiz, maksatsız. take aim nişan almak.

aim

(f). hedefe doğru çevirmek mermi, söz veya iş); (gen). at ile kastetmek, maksadı olmak; nişan almak; niyet etmek.

aimighty

(s). her şeye kadir; argo dehşetli, müthiş, çok büyük. the Almighty Kadiri Mutlak, Allah, Tanrı.

aimsgiving

(i). sadaka verme.

ain't

(kıs)., (h) dili am not, are not, is not değil.

aipha

(i). alfa, Yunan alfabesinin ilk harfi; başlangıç. alpha and omega başlangıç ve bitiş, baş ve son, birinci ve sonuncu, bütün. Alpha rays radyumun saçtığı üç ışından pozitif elektrikli birincisi.

air

(i). hava, nefes; (müz). hava, nağme; tavır. air base hava üssü.air bladder (zool). baIıklarda hava ile dolu bir kese, hava kesesi. airborne (s). havadan gelen (toz mikrop v.b.); havadan nakledilen; uçmakta. air brake hava freni. air castle hayal edilen şey, hülya.air chamber hava hücresi. air chisel hava basınçlı kalem. air-cooled (s). hava ile soğutulmuş. air-conditioned (s).klima tertibatı bulunan. air-conditioner (i). harareti ayar eden cihaz, klima tertibatı. air coridor hava koridoru.aircraft (i). uçaklar, uçak, hava taşıtı. aircraft carrier uçak gemisi. airdrop (i). havadan yapılan yiyecek v.b. yardımı. airfield (i). havaalanı, iniş pisti. air fleet hava filosu. airflow (i). hava akımı. air force hava kuvvetleri. air gun hava tüfeği.air hammer sıkıştırılmış hava ile çalışan çekiç. air heating hava ile ısıtma. air intake hava almaya mahsus tertibat. air lane hava geçidi. airlift (i). uçaklarla taşıma.airline (i). hava yolu, havada doğru çizgi. airliner (i). dev uçak.air mail uçak postası. airman (i). havacı, tayyareci. airmanship (i). havacılık.air marshal hava mareşali.airplane (i). uçak.air plant (bot). başka bir bitki üzerinde büyüyen fakat gıdasını ondan almayan salep otu,liken veya yosun gibi bir bitki.air pocket hava boşluğu. airport (i). havaalanı.air post uçak postası. air power hava kuvvetlerinin gücü. airproof (s). hava geçirmez. air pump hava pompası.air raid hava hücumu. air-raid shelter sığınak.air resistance hava mukavemeti. air rifle tek saçma atan havalı tüfek. air route hava yolu. air shaft aydınlık, hava bacası.airship (i). uçak, motorlu balon. airsickness (i). uçak yolculuğunda duyulan rahatsızlık, hava tutması. airspace (i). bir binanın üzerindeki boş yer, hava, bir memleketin (şehrin v.b.) üzerindeki hava. air speed hava sürati, havaya nazaran sürat. air speed indicator sürat saati. airstrip (i). ufak hava meydanı. airtight (s). hava geçmez. air transport hava ulaşımı, hava taşıtı. air trap hava sifonu. air valve hava valfı. air warfare hava çarpışması. airways (i). hava yolları.airworthy (s). uçabilir, havalanabilir. an air of arrogance kendini beğenmiş tavır. compressed air sıkıştırılmış hava. put on airs çalım satmak, poz takınmak. she is on the air. radyoda söylüyor. take the air dışarıya çıkıp dolaşmak.up in the air karar verilmemiş, neticeye bağlanmamış. walk on air ayakları yere değmemek (sevincinden).

air

(t). havalandırmak; güneşe sermek; ateşe göstermek; açmak. air one's views fikirlerini açmak.

airedale

(i). sert kıllı ve irice teriyer köpeği.

airily

(z). havai bir şekilde, hoppaca; hafife alarak.

airiness

(i). havadar olma; hafiflik.

airing

(i). havaya gösterme, hava alma, gezinti; açığa vurma.

airy

(s). havai; havadar; hava gibi hafif; hayali; çalım satan, kendine bir hava veren; çevik, canlı, şen; (güz). (san). şeffaf.

aisle

(i). ara yol, yan taraf, geçit (özellikle kilise ve tiyatroda).

aitchbone

(i). sığır budu.

ajar

(z). aralık, az açık (kapı); ahenksiz.

akimbo

(z). elleri böğründe.

akin

(s). benzer, yakın; akraba olan, hısım olan.

al frasco

taze sıva üzerinde yapılan; açık havada; açık hava.

alabaster

(i). su mermeri, kaymak taşı. Oriental alabaster Bektaşi taşı.

alack

ünlem, eski Ah, vah I alackaday ünlem Yazık, eyvah!.

alacrity

(i). neşe ve çeviklik, şevk.

alalia

(i). konuşma kabiliyetinin yok oluşu.

alarm

(f). tehlikeyi haber vermek; birdenbire korkutmak. alarmist (i). etrafı telaşa veren kimse. alarmingly (z). korku verecek surette.

alarm

(i). korku, dehşet; tehlike işareti; (ask). silâh başına çağrı; tehlike işareti veya dikkati çekme tertibatı, alarm. alarm bell bir tehlikeyi veya haberi bildiren çan. alarm clock çalar saat. burglar alarm hırsızı haber veren tertibat, alarm tertibatı. fire alarm yangın işareti. give the alarm tehlike işareti vermek.

alarum

(i). bir tehlikeyi veya haberi bildiren işaret veya tertibat.

alas

ünlem Eyvah, yazık.

albania

(i). Arnavutluk.

albanian

(i)., (s). Arnavut; Arnavutça .

albatross

(i). pek iri bir cins deniz kuşu, albatros.

albedo

(i)., (astr). beyazlık derecesi.

albeit

bağlaç gerçi, her ne kadar, ise de, fakat, yine.

albescent

(s). beyazlaşan; akçıl, beyaza çalan.

albino

(i). doğuştan beyaz saçlı, albinos, akşın hayvan veya insan. al binism (i). albinizm; abraşlık.

albion

(i)., şiir ingiltere.

album

(i). albüm.

albumen

(i). albümin, yumurta akı. albuminous (s). albuminil.

alburnum

(i)., (bot). ağaç özü.

alchemy

(i). simya, alşimi.alchemist (i). simyager, alşimist.

alcohol

(i). alkol, ispirto; içki. alcohol'ic (s)., (i). alkolik, ispirtoya ait; (i). ayyaş. alcoholism (i). alkolizm, içkiye düşkünlük, içkinin vücutta yaptığı tahribat. denatured alcohol mavi ispirto, karışık ispirto, rubbing alcohol tuvalet ispirtosu.

alcoran

().i, eski Kur'an ı kerim.

alcove

(i). odada yatak veya kitap rafları konulması için ayrı yer; kameriye; (jeol). düz kayanın tabakaları içine nehrin açtığı çukur.

aldebaran

(i)., (astr). Eldebaran yıldızı.

alder

(i). kızılağaç, Akçaağaç. (bot). Alnus.

alderman

(i). belediye meclisi üyesi.

alderney

(i). aslı Alderney adasından olan bir çeşit inek.

ale

(i). bir çeşit bira.

aleatory

(s). şansa bağlı.

alee

(z)., den rüzgar altında veya altına.

alehouse

(i). meyhane, birahane.

alembic

(i). imbik.

aleppo

(i). Halep şehri. Aleppo button , Aleppo boil (tıb). Halep çıbanı, şark çıbanı, yıl çıbanı. Aleppo pine Halep çamı, (bot). Pinus halepensis.

alert

(s).,(i). tetik, açıkgöz, atik, uyanık, zeyrek; (i). alarm işareti the alert (ask). uyanık ol'' işareti. be on the alert gözünü açmak, uyanık olmak, hazır olmak. alertness (i). tetiklik, açıkgözIük , atiklik.

aleutian islands

Aleut adaları

alexandretta

(i). İskenderun.

alexandria

(i). İskenderiye.

alexandrine

(i). mısraları on ikişer heceli şiir; İskenderiyeli.

alexandroupolis

(i). Dedeağaç.

alexia

(i). okuma kabiliyetinin kayboluşu, aleksi , okuma yitimi.

alfalfa

(i). kaba yonca, alfalfa, (bot). Medicago sativa.

alga

(i). deniz yosunu.

algebra

(i). cebir ilmi. algebra'ic (s). cebir ilmine ait, cebirsel.

algeria

(i). Cezayir. Algiers (i). cezayir (cezayirin başkenti) algerian (i). (s) Cezayirli. Algerine (i). (s). Cezayirli.

algerian

(i)., (s). Cezayirli Algerine (i)., (s). Cezayirli.

algesia

(i). ağrıya hassasiyet.

alias

(z)., (Lat). namı diğer, diğer ismi.

alibi

(i), (huk). suç işlendiği anda zanlının başka yerde bulunduğunu ispat etmesi; ABD, (k).dili özür, mazeret.

alien

(i)., (f). yabancı, yabancı uyruklu, ecnebi; başka Irktan olan kimse; bazı hak veya imtiyazlardan mahrum olan kimse; hariçte bırakılan kimse; (f). başkasına devretmek (mal v.b.) ; muhabbetini soğutmak. alienable (s). satılabilir, ferağı kabil. undesirable alien memlekette ikameti hükümetçe arzu olmayan yabancı.

alien

(s). yabancı uyruklu; yabancı özellikleri olan; yerleşmemiş; uymamış, intibak etmemiş.

alienate

(f). diğerine feragat ve temlik etmek, ferağ etmek; soğutmak, vazgeçirmek (aşk). aliena,tion (i). aşktan vazgeçirme , soğutma; diğerine feragat ve temlik etme; dini müesseselere ait mülkü ellere verme; akli dengesizlik. alienator (i). diğerine feragat ve temlik eden kimse, aşktan vazgeçiren, soğutan kimse.

alienist

(i). akıl hastalıkları uzmanı.

aliform

(s). kanat şeklinde olan.

alight

(s). aydınlanmış, ışıl ışıl, ışıkları yanmakta olan.

alight

(f). konmak (kuş v.b.); at veya arabadan inmek; on i/e birdenbire bulmak.

align

(f). sıraya dizmek, sıraya koymak. alignment (i). sıraya dizme; hiza çizgisi; iki nokta arasında muhayyel bir doğru çizgi çekme; (müh). aynı hizada olma.

alike

(s)., (z). benzer, aynı; (z). birbirinin aynı olarak, farksızca.

aliment

(i). yiyecek, gıda, beslenme; maişet, nafaka.

alimentary

(s). beslenmeye ait, besleyici alimentary canal hazım borusu.

alimentation

(i). beslenme, besleme.

aliminous

(s). şaplı. aluminum, ing

alimony

(i). nafaka.

aliquot

(s)., (mat), bir sayıyı tam bölen.

alive

(s). sağ, canlı, hayatta, diri; şevkli, sevinçli, faal; heyecanlı; hassas, haberdar, uyanık, farkında. alive with bees arı dolu. Man alive I argo Hey mübarek I

alizarine

(i). kökboyası, alizarin.

alkali

(i)., (kim). alkali, kalevi. alkales'cent (s). alkalisi biraz fazla. alkaline (s). alkalik, kalevi.

alkaloid

(i)., (kim). striknin ve morfin gibi kuvvetli ve tehlikeli bir grup ilâçlardan her biri .

alkanet

(i). sığırdili; havacıva, (bot). Alkanna tinctoria; kızıllık otu, öküzdili, (bot). Anchusa officinalis mountain alkanet öküzdili, (bot). Arnica montana.

all

(s). bütün, hep; her. all clear tehlike geçti işareti. all fours dört ayak. all hands (den). herkes. all his life butun ömrünce, hayatı boyunca. all-inclusive (s). herşey dahil. all night bütün gece. all the others ötekilerin hepsi, diğerleri. all the same ne olursa olsun. for all ı know bana kalırsa. for all the world ne pahasına olursa olsun, dünyada, tıpkı, aynen.I am all in.Bitkin bir haldeyim. with all speed bütün hızı ile. (Not; Harf-i tarif veya iyelik veyahut da işaret zamiri all ile kullanıldığında all ile isim arasına konulur; all the rest, all his life, all these days.)

all

(i). herkes, her şey. All went well. Her şey yolunda gitti.above all bilhassa, özellikle, her şeyden fazla. after all nihayet, velhasıl. All aboardl Herkes gemiye ! all in all her şeyi hesaba katarak. at all hiç. in all hepsi, tamamı, yekunu.once for all ilk ve son defa olarak.

all

(z). tamamen, bütün bütün. all along her zaman; daima. all at once hep birden. all but az daha; (-den) başka. all-embracing (s). her şeyi saran. all-fired (s), ABD, argo aşırı. All Fool-s Day (ing) 1 Nisan günü. all -important (s). çok mihim._all in çor yorgun, bitkin. all of (-den) az olmayan. all of a sudden birdenbire,aniolarak. all out elinden geleni yapma. all over tamamen: bitmiş; tekrar, baştan. all-purpose (s). her işe yarar. all right pek iyi; şöyle böyle.All right. Peki. all-round (s). çok meziyeti olan, çok cepheli. All Saints' Day (ing). bütün ölmüş azizlerin yortusu, 1 kasım. all the better daha iyi. all the same hepsi bir. all there aklı başında. all told yekun olarak. It's all up. Her şey bitti. all too soon pek erken, zamansız. not all there (k). dili kaçık, deli. beat all hollow (k). dili tamamen yenmek, mehvetmek (oyunda).

allah

(i). Allah

allay

(f). yatıştırmak, teskin etmek, bastırmak.

allegation

(i). iddia, söz; (huk). dava takriri; özür, bahane, mazeret.

allege

(f). iddia- etmek, söylemek; delil göstermek, kaynak göstermek. allegedly (z). sözde.

allegiance

(i). vatan veya hükümdara sadakat; sadakat, bağlılık, merbutiyet (gerçeğe, bir partiye v.b.).

allegoric

(s). alegorik, kinayeli , remzi. allegorically (z). kinaye kabilinden , mecazi olarak.

allegorize

(f). remiz ve kinaye yolu ile öğüt verici hikâye haline getirmek; bir hikâyeyi remiz ve kinaye şeklinde yorumlamak. allegorist (i). kinayeli hikâyeler meydana getiren kimse.

allegory

(i). remiz ve kinayeli hikâye , kinaye.

allegretto

(z)., (müz). allegretto.

allegro

(s)., (z)., (müz). allegro.

alleluia

(i)., ünlem sevinç if ade eden bir kelime, elhamdülillah.

allergy

(i)., (tıb). alerji. aller-gic (s). belirli bir şeye karşı aşın derecede hassas, alerjik. allergen (i). alerji meydana getiren madde.

alleviate

(f). hafifletmek, yatıştırmak , teskin etmek. allevia'tion (i). hafifleme; teselli.

alley

(i). geçit, dar sokak, pasaj, ara yol; patika; bowling oyununa mahsus dar yol. up his alley tam onun işi, biçilmiş kaftan. alley cat sokak kedisi. alleyway (i). binaları birbirine bağlayan geçit.

alley

(i). bilye.

alliaceous

(s). sarımsak veya soğan gibi olan yahut kokan; sarımsaklı.

alliance

(i). anlaşma, birleşme, uyuşma , ittifak; evlenme ile hâsıl olan akrabalık, dünürlük; (zool). birbirine benzeyen bir takım familyalar.

allied

(s). müttefik, aralarında anlaşma olan; hısım olan, akraba olan.

allies

(i). Müttefikler.

alligator

(i). Amerika timsahı. alligator pear perse ağacı veya meyvası.

alliterate

(f). bir satır veya cümlecikte aynı sesi tekrar etmek. allitera'tion (i). bir cümlecikte aynı sesi tekrar etme. alliterative (s): aynı sesin tekrar edildiği par,ca veya cümleciğe ait.

allium

(i). Allium familyasından bir çeşit bitki .

allocate

(f). tahsis etmek, yerini tayin etmek. alloca'tion (i). tahsis etme, yerini tayin etme, tahsisat.

allocution

(i). söylev, nutuk, hitabe.

allomorph

(i)., (dilb). alomorf.

allopathic

(s). zıt tedavi usulüne ait. al,lopath, allop'athist (i). bu usulü uygulayan doktor. allopathically (z). bu usule göre. allop'athy (i). zıt tedavi usulü.

allophone

(i)., (dilb). alofon.

allot

(f). kur'a usulü ile tayin etmek; pay etmek, bölüştürmek; tahsis etmek. allotment (i). hisse, pay; tayin; tahsis; bölüştürme, taksim; tevzi .

allotrope

(i). değişik hal, alotrop.

allow

(f). bırakmak, izin vermek, müsaade etmek; tasvip etmek; tasdik etmek; hesaba katmak, saymak; itiraf etmek, kabul etmek, teslim etmek; razı olmak, rıza göstermek; itiraf etmek; hesaplamak. allowable (s). caiz, meşru, hesaba katılabilir.

allowance

(i)., (f). tahsisat, harçlık, aylık, haftalık vb; bırakma; karşılık; müsamaha, göz yumma, müsaade, rıza; itiraf, kabul, teslim; (tic). fiyat indirimi, tenzilât; tolerans, yedek pay; (f). harçlık bağlamak.

allspice

(i). yenibahar; baş biber ağacı.

allude

(f). ima etmek, kastetmek, kinaye yoluyla söylemek; zikretmek, bahsetmek. alluded to adı geçen, zikredilmiş olan.

allure

(f). cezbetmek, çekmek, celbetmek, aklını başından almak, meftun etmek. allurement (i). meftun etme, cezbetme, çekme; meftun eden veya cazip şey; sihir. alluring (s). cazip, akıl çelici, çekici. alluringly (z). cazip surette, aklını başından alarak.

allusion

(i). ima, kinaye, imleme, bahis, zikir.

alluvial

(s). sel ve ırmak sularının biriktirdiği çamur gibi, alüvyonlu, Iıglı.

alluvion

(i). ırmak veya deniz suyunun kıyıyı basması, sel; sel ve ırmak sularının biriktirdiği toprak, alüvyon, Çığ; bu çeşit topraktan hasıl olan yeni arazi.

alluvium

(i). sel ve ırmak sularının biriktirdiği toprak; bu çeşit topraktan hasıl olan yeni arazi.

ally

(i)., (f). müttefik; dost, arkadaş; yapısı veya bileşimi itibariyle başka bir şeye benzeyen şey; (f). birleşmek, ittifak etmek; akraba olmak. ally oneself with veya to ile birleşmek.

almagest

(i). Batlamyos'un astronomi kitabı; Ortaçağda yazılmış fen kitabı.

almamater

bir kimsenin tahsil gördüğu okul.

almanac

(i). takvim, yıllık.

almond

(i). badem; kargadelen. almond oil bademyağı. almond shaped badem şeklinde.almond tree badem ağacı; acı badem ağacı, (bot). Prunus amygdalus. Chios almond sakız bademi, dişbademi .

almoner

(i). yardım dağıtan memur.

almost

(z). hemen hemen; az daha, takriben, yaklaşık olarak.

alms

(i), (çoğ)., tek sadaka, zekat.

almshouse

(i). darülaceze, düşkünler yurdu, yoksullar evi, imarethane.

aloe

(i). sarısabır, ödağacı, (bot). Aloexylon agallocum. aloeswood (i). kartal ağacı, (bot). Aquilaria agallocha. American aloe agave, sabır ağacı, süreyya, (bot) Agave americana.

aloft

(z). yukarı, yukarıya yukarda; (den). yukarda, armada.

alogia

(i)., (tıb).. konuşamazlık.

aloha

(i)., Hawaii Hoş geldiniz; Allaha ısmarladık.

alone

(s)., (z). yalnız tek başına. Iet alone kendi haline bırakmak, meşgul olmamak, karışmamak.

along

(z)., edat boyunca, müddetince; yanı sıra, yakın. alongside (z)., edat yanına , yanında, bordasında, bordasına. alongshore (z). kıyı boyunca. along about esnasında, sularında. be along varmak, vasıl olmak. all along öteden beri; hep böyle, her zaman. Come along. Hadi canım. get along with (-le geçinmek, anlaşmak. Go along. Haydi git. Siz gidiniz. along with ile beraber.

aloof

(z). soğuk (davranış), uzak, uzakta, ayrı, açıkta. aloofness (i). uzaklık, kendini uzak tutma, araya mesafe koyma.

alopecia

(i). kellik.

aloud

(z). yüksek sesle.

alp

(i). yüksek dağ.

alpaca

(i). Güney Amerika'ya mahsus koyuna benzer bir hayvan, alpaka; alpaka yünü; alpaka yününden yapılmış kumaş.

alpenglow

(i). bazı günler güneşin doğuşunda ve batışında dağların tepelerine vuran pembe ışık.

alpenstock

(i). dağa tırmanmaya mahsus demir uçlu uzun baston.

alphabet

(i). alfabe; unsurlar, esaslar. alphabet'ical (s). alfabe sırasına göre. alphabet'ically (z). alfabe sırası ile.

alpine

(s). Alp dağlarına ait; yüksek dağlara ait. Alpinist (i). Alp dağlarına veya yüksek dağlara tırmanan adam.

alps

(i). (çoğ). Alp dağları.

already

(z). evvelce; şimdiden, halen; zaten.

alsatian

(s)., (i). Alsas'a ait; (i). Alsas'lı; iri bir çeşit Alsas çoban köpeği.

also

(z). da dahi, hem, hem de, yine, aynı zamanda, keza.

also-ran

(i). ABD, (k).dili yarışı kaybeden at; başarısızlığa uğrayan politikacı.

altar

(i). kurban kesilen yahut buhur yakılan özel yüksek yer, sunak, kurban taşı, mezbaha; altar, mihrap; aşai rabbani sofrası. altar-piece (i). mihrabın arkasındaki veya üstündeki mozaik, heykel veya resim. altar rail mihrabın önündeki parmaklık. Iead to the altar evlenmek.

altazimuth

().i (astr). gökcisimlerinin açı ve yüksekliklerini ölçmeye yarayan ve biri yatay diğeri dikey iki tane dereceli dairesi olan bir alet.

alter

(f). değiştirmek, tahvil etmek; hadım etmek; değişmek, başka türlü olmak. alter course (den) rota değiştirmek. alterable (s). değişir, değiştirilebilir. altera'tion (i). değişiklik düzeltme, başkalaşma. alterative (i). (i) değiştirici; (i)., (tıb). bünyenin tabiatını değiştiren ve iyileştiren ilaç.

alter ego

(Lat). bir kimsenin ikinci şahsiyeti; çok yakın dost.

altercate

(f). kavga etmek, atışmak , şiddetli münakaşa etmek. alterca'tion (i). kavga, çekişme.

alternate

(f). münavebe ile birbirini takip etmek veya ettirmek; bir sıra takip etmek, birbiri ardına gelmek. alternating current (elek). dalgalı akım.

alternate

(s)., (i). karşılıklı, almaşık, münavebeli; (bot). karşılıklı olmayan, almaşık ;(i). icabında başkasının yerini alabilen kimse, vekil. alternately (z). münavebe ile, sıra ile.

alternation

(i). münavebe, birbirinin yerini alma; birbirini takip etme; değişim , tahavvül.

alternative

(s)., (i). iki şıktan birini seçme imkanını gösteren, diğer, başka,(i). şık, iki şeyden biri, çare, iki şıktan biri . I had no alternative. Başka çarem kalmamıştı. Yapacak başka bir şey yoktu.

alternator

(i). dalgalı elektrik akımı veren üreteç, alternatör.

although

baçlaç gerçi, her ne kadar, ise de, olmakla beraber, olduğu halde.

altimeter

(i). yükseltiyi gösteren alet, altimetre.

altitude

(i). yükseklik, yükselti, irtifa.

alto

(i)., (müz) alto, en pes kadın veya çocuk sesi.

alto-relievo

(i). (güz). (san). yüksek kabartma.

altogether

(z). bütün bütün, tamamen. in the altogether (k).dili çıplak, anadan dogma.

altruism

(i). diğerkâmlık, başkalarını düşünme, fedakârlık. altruist (i). digerkâm, fedakâr, başkalarını düşünen kimse. altruistic (s). digerkâm, fedakâr, başkalarını düşünür.

alum

(i). şap.

alumina

(i). alüminyum oksit.

aluminium

i alüminyum

alumna

(i)., ABD bir okul veya üniversiteden mezun olan kız.

alumnus

(i). ABD bir okul veya üniversite mezunu erkek; eski öğrenci.

alveolus

(i)., (anat)., (zool). küçük çukur; diş çukuru; akciğer alveolu. alveolar (s). diş yuvasına ait.

alvine

(s). barsaktan olan, barsağa ait.

always

(z). daima, her zaman, her vakit; her defa, muntazam; evvelden beri, mütemadiyen, boyuna.

alyssum

(i). deliotu, (bot). Alyssum.

am

(f). -im.

am, ma

(kıs). Artium Magister, Master of Arts. AM (kıs). Anno Mundi, dünya yaratıldığı seneden. am (kıs). ante meridiem, öğleden evvel. Am, (kıs). America, American.

amadou

(i). kav, mantar kavı.

amah

(i). Uzak Doğu'da çocuk dadısı.

amain

(z). şiddetle, tam kuvvetle.

amalgam

(i). malgama, cıva ile başka bir madenin karışımı; karışım, mahlut; iki şeyin birbirine karışması.

amalgamate

(f). cıva ile başka bir madeni birbirine karıştırmak: karıştırmak; karışmak, bileşmek. amalgama'tion (i). cıva ile bir madeni birbirine karıştırma; karışma; millet, firma, ırk veya ailelerin karışması; halita, karışım, alaşım, imtizaçtan hasıl olan cisim veya toplum.

amanuensis

(i). kâtip, yazıcı, sekreter.

amaracus

(i). mercanköşk otu, (bot) Majorana hortensis.

amaranth

(i)., şiir hayali bir solmaz çiçek; horozibiği çiçeği, yabani kadife çiçeği, (bot). Amaranthus tricolor.

amaranthine

(s). horozibiğine ait; solmaz, ölmez, ebedi; rengi mora çalan.

amaryllis

(i). renkli nergis zambağı.

amass

(f). yığmak, toplamak, biriktirmek.

amateur

(i). amatör, meraklı, hevesli kimse; spor amatör sporcu. amateur'ish (s). acemi veya amatör işi gibi.

amative

(s). aşka eğilimli; aşkla ilgili. amativeness (i). aşk eğilimi.

amatol

(i). amonyum nitrattan yapılmış patlayıcı bir madde.

amatory

(s). âşıkane; ateşli, şehvetle ilgili.

amaurosis

(i)., (tıb). amoroz, harici bir değişiklik olmadan göze arız olan körlük.

amaze

(f). hayran bırakmak, şaşırtmak, hayrete düşürmek. amazement (i). hayret, şaşkınlık. amazing (s). şaşırtıcı, hayret verici, garip, acayip amazingly (z). şaşılacak surette.

amazon

(i)., (mit). eski zamanda yalnız kadın savaşçılardan ibaret bir kabile; kadın savaşçı; erkeğe benzer kadın, kavgacı kadın; (coğr). Amazon Nehri.

amazonian

(s). erkek tavırlı (kadın) ; (bh). Amazon Nehrine ait.

ambage

(i). dolambaçlı yol; dolaylı davranış.

ambary

(i). bir cins ebegümeci,(bot). Hibiscus cannabis; bu bitkinin elyafı.

ambassador

(i). büyükelçi, sefir; büyük yetki sahibi siyasi delege; büyük bir davanın temsilci veya savunucusu. ambassador plenipotentiary büyükelçi. ambassadress (i). sefire. ambassador'ial (s). büyükelçi ile ilgili, sefareti ilgilendiren. ambassador -at-large (i). belirli bir memlekette devamlı görevli olmayan büyükelçi.

amber

(i). kehribar; kehribar rengi .

ambergris

(i). esmeramber.

ambidexter

(i). iki elini aynı şekilde kullanabilen kimse; iki yüzlü kimse. ambidexter'ity (i). iki elini aynı şekilde kullanabilme hüneri; iki yüzlülük. ambidextrous (s). iki elini aynı şekilde kullanabilen; çok cepheli, usta; iki yüzlü.

ambience

(i). muhit, çevre, ortam.

ambient

(s). dolaşan; kuşatan, çevreleyen , ihata eden.

ambiguity

(i). belirsizlik, muğlâklık , müphemiyet, şüpheli oluş.

ambiguous

(s). belirsiz, müphem , iki anlamlı, muğlak. ambiguously (z). muğlak olarak. ambiguousness (i). muğlâklık.

ambit

(i). çevre, muhit, etraf.

ambition

(i). hırs, ihtiras (iyi şeyler için olunca makbul sayılır); heves; şiddetle arzu olunan şey. ambitious (s). haris, hırslı; çok istekli, tutkun; başarma isteği olan; büyük işler peşinde koşan. ambitiously (z). ihtirasla, hırsla, hevesle. ambitiousness (i). ihtiras, hırs, heves.

ambivalent

(s). kararsız, karışık hisler besleyen.

amble

(i)., (f). eşkin gidiş; binek hayvanlannın eşkin ve rahvan yürüyüşü; (f). eşkin gitmek; avare avare gezinmek.

amblyopia

(i)., (tıb). göz donukluğu hastalığı, görme bozukluğu. amblyopic (s). görme bozukluğuna ait.

ambrosia

(i)., (mit). Yunan tanrılarının ölümsüzlük veren yemekleri; çok lezzetli yiyecek veya içki.

ambsace

(i). hepyek ; talihsizlik , şanssızlık.

ambulance

(i). cankurtaran, ambulans : gezici hastane.

ambulate

(f). gezmek, yürümek. ambulant (s) seyyar, gezici; (tıb). vücudun bir tarafından başka tarafına geçen; (tıb). hastayı yatırmaya lüzum göstermeyen. ambula'tion (i). gezme, gezinme, gezicilik. am'bulatory (i)., (s)., (mim). gezilecek yer; (s). gezmeye ait, gezilebilir.

ambuscade

(i). pusu, tuzak.

ambush

(i)., (f). pusu, tuzak; (f). tuzak kurmak, pusuya düşürmek. Iay an ambush pusu kurmak. Iie in ambush pusuya yatmak.

ameba

(i)., (zool). amip. amebic (s). amiplerle ilgili; amiplerin sebep olduğu. amebic dysentery (tıb). amipli dizanteri.

ameliorate

(f). biraz ıslah etmek, iyileştirmek, düzeltmek; iyileşmek,; düzelmek, biraz ıslah olmak. ameliora'tion (i). iyileşme, düzelme.

amen

ünlem âmin; argo Haklısınız I

amenability

(i). uysallık, yumuşak başlılık, boyun eğme; yükümlülük, mükellefiyet ; sorumluluk, mesuliyet.

amenable

(s). uysal, yumuşak başlı; yükümlü, mükellef, sorumlu. amenableness (i)., (bak). amenability amenably (z). uysalca, boyun eğerek, yumuşak başlılıkla.

amend

(f). ıslah etmek, düzeltmek, tashih etmek; (huk). bir tasarı vb'ni tadil etmek; tamir etmek; değişiklik yapmak; iyileşmek , düzelmek; iyileşmeye yüz tutmak., amendable (s). tadil edilebilir, düzeltilebilir. amendatory (s). ıslah edici, düzeltici.

amendment

(i). tashih, ıslah; bir kanunu değiştirme; değişiklik; (huk). mahkemenin rızası ile davadaki yanlışlığı düzeltme ; toprağı ıslah etme.

amends

(i)., (çoğ). tazminat. make amends for özür dilemek; af dilemek; kusurunu düzeltmek.

amenity

(i). tatlılık, letafet; (çoğ). hoş tavırlar; hayatın hoş ve konforlu yönleri.

amenorrhea

(i)., (tıb). âdetin anormal zamanda kesilmesi.

amerce

(f). para cezasına çarptırmak, ceza vermek.

america

(i). Amerika; Güney ve Kuzey Amerika.

american

(s)., (i). Amerika kıtalarına mensup; Amerika Birleşik Devletlerine ait;(i). Amerika kıtalarının yerlisi; Amerika Birleşik Devletleri tebaasına ait olan kimse.

americanism

(i). Amerikalılara mahsus âdet, kelime veya deyim; Amerika Birleşik Devletlerine bağlılık.

americanize

(f). Amerikalılaştırmak.

amerindian

(s). Amerikalı Kızılderili veya Eskimo'larla ilgili.

amethyst

(i). mor renkte bir çeşit kuvars, ametist.

amharic

(i). Habeşistan'ın resmi lisanı.

amiability

(i). yumuşak huyluluk , sevimlilik, tatlılık.

amiable

(s). hoş, sevimli, tatlı. amiably (z). hoş surette, tatlılıkla.

amianthus

(i). bir çeşit ince pamuk taşı bir çeşit ince asbest, amyant.

amicable

(s). dostane, dostça amicably (z). dostçasına

amicuscuriae

(Lat), (huk). mahkemenin fahri müşaviri .

amid

edat ortasına, ortasında, arasına, arasında

amidships

(z). geminin ortasında.

amigo

(i). arkadaş, dost, yoldaş,

amino acid

(kim). amino asidi.

amiss

(z). fena, yanlış; kusurlu. come amiss zarar vermek. go amiss yolunu şaşırmak , yanılmak. not amiss isabetli, münasip. take amiss gücenmek.

amity

(i) dostluk, ahbaplık, sevgi, hayırseverlik.

amman

(i). Amman, Ürdün-ün başkenti.

ammeter

(i)., (elek). elektrik akımını amperle ölçen alet, ampermetre.

ammonal

(i). alüminyumla amonyum nitrat bileşiminden meydana gelen patlayıcı bir madde.

ammonia

(i). amonyak

ammoniac

(s). amonyak ile ilgili.

ammoniac

(i). uşak ağacından elde edilen sakız.

ammonite

(i). bir kafadanbacaklı kabuğunun fosili.

ammonium

(i). amonyum. ammonium chloride nışadır. ammonium nitrate amonyum nitrat.

ammunition

(i). mühimmat, cephane.

amnesia

(i)., (tıb).. hafıza kaybı, unutkanlık, psik amnezi.

amnesty

(i)., (f). genel af: f genel af yoluyla serbest bırakmak.

amnion

(i). rahimde cenini çevreleyen zar, meşime. amoeba bak ameba

amok

(bak). amuck.

amomum

(i)., (bot). kakule.

among

edat arasına, arasında , içinde; sınıfında, memleketinde, zamanında.(Among daha çok A.B.D.'de amongst ise ingilterede kullanılır).

amoral

(s). ahlâkdışı, ahlâk ile ilgisi olmayan, ahlâk çerçevesi dışında kalan.

amorous

(s). aşka meyilli, aşk izhar eden, aşktan ileri gelen: of ile aşık. amorous disposition aşka meyilli karakter. amorously (z). aşıkane. amorousness (i). âşıklık.

amorphous

(s). Sekişsiz, özelliği olmayan. amorphism (i). Şekilsizlik.

amortize

(-ing). (-tise) (f). (tic). bir borcun anaparasını taksitlerle ödemek, amortize etmek. amortiza'tion (i). itfa, masrafın imhası amortisman, bir borcun anaparasını taksitlerle ödeme.

amount

(f). to ile , olmak, etmek, varmak , baliğ olmak. It doesn't amount to much. Fazla kıymeti yoktur. He will amount to something. Başarılı bir adam olacak.

amount

(i). meblâğ, miktar, yekun, tutar; faizle beraber anaparanın yekunu; hulasa. amount brought forward (tic). nakli yekun.

amour

(i)., (Fr). aşk, aşk macerası. amourpropre (i). izzetinefis, onur, haysiyet.

amperage

(i). elektrik akımının amperle ölçülen kuvveti; amper miktarı.

ampere

(i). elektrik akımının kuvvet birimi, amper.

ampersand

(i)., (matb) 've anlamına gelen işaret: &.

amphetamine

(i). amfetamin.

amphibian

(i)., (s). hem suda hem karada yaşayan hayvan; hem suya hem karaya inip kalkabilen uçak; (s). böyle hayvanlarla ilgili.

amphibious

(s). hem suda hem karada yaşayabilir, iki yaşayışlı; hem su hem kara ile ilişkisi olan; iki tabiatlı, iki sınıfa mensup.

amphibole

(i)., (min). amfibol kimya ve fizik bakımından piroksenlerden farklı olan bir silikat familyası.

amphibology

(i). bir cümlenin iki anlama gelmesi; belirsiz anlam, belirsizlik.

amphitheater

(-ing). -tre (i). amfiteatr, amfiteatr Seklinde herhangi bir şey; spor sahası, arena.

amphora

(i). iki kulplu eski bir cins küp, amfor.

amphoteric

(s). her iki cinsten; her iki yönden etkili.

ample

(s). geniş, büyük; bol, mebzul; kâfi, çok; etraflı, mufassal. ampleness (i). bolluk, genişlik.

amplification

(i). amplifikasyon , ses hacmini artırma; genişletme, büyütme ; (kon). (san). tafsilâtlı izahat; ilâve; abartma, mübalâğa; görülen noktayı büyütme.

amplify

(f). bollaştırmak, genişletmek , büyütmek; sesini kuvvetlendirmek; ayrıntıları ile söylemek veya yazmak; mübalâğa etmek. amplifier (i). amplifikator; büyüten, büyültücü veya genişleten alet.

amplitude

(i). bolluk, genişlik.

amply

(z). bol bol, kâfi miktarda, fazlasıyla.

ampule

(i)., (tıb). ampul.

ampulla

(i).şişe; biyol. kabarcık.

amputate

(i). bir uzvunu kaybetmiş olan kimse.

amsterdam

(i). Amsterdam.

amuck

(i). Malayalılarda görülen ve ruhsal bir bunalımı takip ederek şiddetli öldürme arzusu Seklinde beliren hastalık. run amuck öldürme arzusuyla sağa sola saldırmak ; cinnet getirerek etrafa hücum etmek.

amulet

(i). muska, nazarlık, tılsım.

amuse

(f). eğlendirmek, avutmak. amusement (i). eğlence, zevk. amusement park luna park. amusing (s). hoş, eğlendirici. amusingly (z) hoş ve eğlendirici bir şekilde.

amygdalate

(s)., (i). badem gibi, bademe ait yahut bademden yapılmış; (i)., (tıb). badem sütü. amygdal'ic (s). bademden yapılmış. amygdalic acid badem asidi.

amygdaline

(s). badem gibi, bademe ait yahut bademden yapılan.

amygdaloid

(i)., (s)., (jeol). badem gibi tanelerle dolu bir çeşit taS; (s). badem Seklinde.

amylaceous

(s). nişastaya benzer, nişastalı.

an

bir ünlü ile başlayan kelimelerden evvel kullanılan belgesiz sıfat; bir. - ana- önek yukarı; tekrar

ana

(z)., (ecza). her cinsten aynı miktarda (reçete).

ana

sonek (-e). ait olan koleksiyon: Americana, Shakespeareana.

anabaptist

(i)., (kil). çocukların vaftizini reddeden bir Hıristiyan mezhebine mensup kimse.

anabasis

(i)., (tar). bir ordunun deniz kıyısından içeriye doğru girişi (özellikle ksenofon'un katıldığı Fars seferi, M.Ö.401); (tıb). ateşin yükselmesi

anabolism

(i)., (biyol). yapıcı metabolizma.

anachronism

(i). tarih hatası, bir şâhıs veya olayı gerçek devrinden başka bir tarihte gösterme.

anacoluthon

(i). (gram). bir cümle içinde anlam uyuşmazlığı.

anaconda

(i)., (zool). Güney Amerika'ya mahsus bir ,çeşit büyük boa yılanı; herhangi bir çeşit boa yılanı.

anacreon

(i). eski bir Yunan lirik sairi, Anakrion. Anacreon'tic (s)., ,şiir Anakrion'un lirik üslubuyla ilgili.

anaemia

bak anemia

anaemia

(i)., (tıb). kansızlık, anemi. anemic (s). kansız, anemik.

anaerobic

(s)., (biyol). oksijensiz yaşayabilen; oksijenin yokluğu ile ilgili veya oksijen yokluğuna ait.

anaesthesia

(bak). anesthesia.

anagoge

(i). bâtıni tefsir.

anagram

(i). harflerin sırası değiştirilerek elde edilen yeni kelime.

anal

(s)., (anat) anusa ait, anal, makatla ilgili.

analectic

(s). seçme, seçilmiş. an'alects(i)., (çoğ). seçme eserler veya parçalar.

analgesia

(i)., (tıb). analjezi, ağrı duymazlığı. analgesic (i)., (s)., (tıb). ağrı kesen ilâç; (s). analjeziye ait, analjezi hâsıl eden.

analog

(i). mukayese edilebilen herhangi bir şey, benzeyen herhangi bir şey. analog computer aralıksız olarak, ortaya konulan problemin değerlerine benzer nicelikler (gerilim, direnç v.b.) veren elektronik hesap makinesi.

analogic

(s). kıyaslanabilen,münasebeti olan.

analogous

(s). benzer, paralel, muvazi; (biyol). kuş ve böcek kanatları gibi aynı vazifeyi gören analogously (z). benzer şekilde.

analogy

(i). benzerlik, benzeşme; karşılaştırma, mukayese, kıyas; benzeyen şey. analogous (s) benzer, paralel, muvazi; (biyol). kuş ve böcek kanatları gibi aynı vazifeyi gören. analogously (z). benzer şekilde.

analphabetic

(s). okuması yazması olmayan, ummi.

analysand

(i)., (tıb). psikanalize tabi tutulan hasta.

analysis

(i). analiz, tahlil, çözümleme. chemical analysis kimyasal tahlil. electrolytic analysis elektrolitik tahlil. qualitative analysis nitel çözümleme. quantitative analysis nicel çözümleme. spectrum analysis spektral analiz.

analyst

(i). tahlilci, tahlil eden tahlil kabiliyeti olan kimse; psikoanalist.

analytic

(s). çözümsel tahlili. analytic geometry çözümsel geometri. analytically (z). tahlil yolu ile.

analyze

(ing). analyse (f). tahlil etmek, analiz etmek: psikanalize tabi tutmak ; çözümlemek, incelemek, tetkik etmek. analyzable (s). tahlil olunabilir, çözümlenebilir.

anamnesis

(i). hatırlama, hatıra getirme: hastanın geçmişi.

anamorphosis

(i). özel bir açıdan bakılınca muntazam görülen şekilsiz resim; bir resmin şekilsiz yapılması; bu şekilde resim yapma metodu.

anapest

(i)., şiir iki kısa ve bir uzun heceden meydana gelen vezin tefilesi, feilun.

anaphrodisiac

(i)., (s). şehvet teskin edici (ilaç).

anarchic

(s), anarşiye ait; kanun tanımayan anarchist (i). anarşist.

anarchy

(i). anarşi; kargaşalık, ihtilâl. anar'chic (s). anarşiye ait; kanun tanımıyan. anarchist (i). anarşist.

anastomose

(f)., (anat). anastomoz vasıtasıyle birleşmek, ağızlaşmak, yekvucut olmak. anastomo'sis (i). ağızlaşma, anastomoz , iki damarın birleşmesi. anastomot'ic (s). damar birleşmesine ait.

anastrophe

(i). kelimelerin olağan tertibinin değiştirilmesi.

anat

(kıs). anatomy.

anathema

(i). aforoz, Lânetleme (özellikle katoliklerde) ; aforoz edilmiş veya lânetlenmiş kimse; yasak edilmiş şey.

anathematize

anathematize (ing). (-tise) (f). afaroz etmek, lanetlemek.

anatolia

(i). Anadolu. Anatolian (i)., (s). Anadolulu.

anatomical

(s). anatomik, anatomi ile ilgili. anatomically (z). anatomik olarak.

anatomist

(i). teşrih,ci, anatomi bilgini.

anatomize

(-ing). -mise (f). teşrih etmek, açımlamak, dikkatle tahlil veya tetkik etmek.

anatomy

(i)., anatomi, hayvan (özellikle insan) yapısı, teşrih; teşrih edilecek şey; iskelet; inceden inceye tetkik.

ancestor

(i). cet, ata, soy sop, dede. ancestor'ial, ances'tral (s). ecdada ait, ecdattan kalmış, geçmiş zamanlara ait. an'cestry (i). ecdat, nesep; iyi aileden gelme, asalet, soyluluk.

anchor

(f), demirlemek, lenger atmak. anchorable (s). demirlenebilir. anchoringplace (i). demirleme yeri.

anchor

(i)., (den). demir, çapa, lenger; iki duvarı birbirine tutturan demir; halat çekişme oyununda en arkada duran adam; çıkar yol, dayanak noktası. anchor ground gemi demirleyecek yer, demir yeri. anchorhold (i). demirin tutması; emniyet. at anchor demirli, demir atmış. cast anchor, drop anchor demir atmak, demirlemek.drag the anchor demir taramak. kedge anchor tonaz demiri, ufak lenger, ocaklık demiri. weigh anchor demir almak.

anchorage

(i). demirleme yeri, liman; demirleme, demirlenmiş olma; güven, emniyet ; demirleme harcı.

anchoret, anchorite

(i). bir köşeye çekilmiş olan kimse, münzevi hayat yaşayan kimse.

anchovy

(i). hamsi balığı, tirhos balığı, (zool). Engraulis encrasicholus; ançüez . anchovy pear Batı Hint Adalarında yetişen bir ağacın meyvası; bu ağaç.

anchusa

(i). sığırdili.

ancient

(s).,(i). eski, kadim, eski zamandan kalma;(i). yaşlı adam, ata, baba.

ancillary

(s). yardımcı.

ancylostomiasis

(i)., (tıb). kancalı kurt hastalığı.

and

bağlaç ve, de, ile And howl (k).dili. Hem de nasıl and so forth ve saire.

andalusia

(i). Endülüs.

andaman sea

Andaman Denizi.

andante

(z)., (müz). andante.

andantino

(s)., (müz). andantino.

andes

(i)., (çog).. And dağları.

andiron

(i). ocağın demir ayaklığı. and/or ve ya da, veya.

andorra

(i). Andorra.

androgynous

(s). hem erkek hem dişi; (bot). iki eşeyli, çifte cinsiyetli çiçek veren.

android

(s)., (i). insan şeklinde; (i). insan şeklinde robot.

andromeda

(i). bir Yunan tanrıçası ; (astr). Andromeda takımyıldızı.

anecdote

(i). anekdot, kısa hikâye, menkıbe, fıkra. an'ecdotal (s). fıkra tarzında.

anechoic

(s). yankısız.

anemography

(i)., meteor. rüzgârın şiddet ve yönünü otomatik olarak tayin etme tekniği.

anemology

(i)., meteor. rüzgâr bilgisi.

anemometer

(i). rüzgârın şiddet ve hızını tayin eden araç.

anemone

(i). anemon çiçeği, (bot). Anemone. garden anemone yıldızlı numan çiçeği.

anemoscope

(i)., meteor. yelkovan , rüzgar pusulası, rüzgârın yönünü veya varlığını gösteren araç.

anent

edat ötürü, dair, ilgili; bitişik.

aneroid

(s). sıvısız aneroid barometre aneroid, kadranlı barometre. aneroid aItimeter (hav). aneroid altimetre, aneroid yükselti saati.

anesthesiologist

(i). narkozcu.

anesthesis

(i)., (tıb). anestezi, hislerin iptal edilmesi veya ölmesi, duyum yitimi.

anesthetic

(i)., (s). anestetik, eter, kloroform vb gibi hissi iptal eden ilâç; (s). uyuşturucu.

anesthetize

(f)., (tıb). uyutmak.

aneurism

(i),, (tıb). anevrizma, atardamar cidarlarının (çeperlerinin) zayıflamış noktalarında meydana gelen şişlik.

anew

(z). yeniden, tekrar, baştan, bir daha.

anfractuous

(s). iğribüğrü, girintili çıkıntılı. anfractuos'ity (i). iğribüğrülük , girintili çıkıntılı olma.

angary

(i)., (huk). harp halinde tarafsız bir ülkenin emlâkını kullanma ve tahrip etme hakkı; (den). (huk). bir geminin müsaderesi.

angel

(i). melek; ölmüş bir kimsenin ruhu; melek gibi adam, melek huylu kimse; (k).dili bir piyes vb'nin masrafını üzerine alan kimse. angelfish (i). maymunbalığı, (zool). Squatina vulgaris. angel food cake beyaz ve hafif bir çeşit pasta. angelic (s). melek gibi.

angelica

(i). melekotu, (bot). Angelica,

angelus

(i). Katoliklerin sabah, öğle ve akşam okudukları ''tecessüdü isa duası; bu duanın okunacağı zaman haber veren çan sesleri.

anger

(i)., (f). öfke, hiddet, gazap, dargınlık ; (f). darıltmak, kızdırmak, öfkelendirmek.

angina

(i). anjin, boğaz iltihabı , boğak.

angiology

(i)., (tıb). damarlar bilgisi.

angle

(f). olta ile balık avlamak. angler (i). olta ile balık tutan kimse; başka balıkları yutan büyük ağızlı ve boynuzlu bir çeşit balık, fenerbalığı, (zool). Lophius piscatorius.

angle

(i). açı, zaviye; sivri köşe; görüş açısı; vecih, cihet, safha; argo kâr. angle of incidence gelme açısı. angle of reflection yansıma açısı. angle of vision görüş açısı. acute angle dar açı. adjacent angles bitişik açılar. aIternate angles iç veya dış ters açılar. critical angle en küçük kırılma açısı; (hav). zor iniş açısı. drift angle (den). (hav). akıntı açısı. abtuse angle geniş açı. plane angle düzlem açı. right angle dik açı. spherical angle küresel açı. angled (s). açılı, zaviyeli, köşeli.

angle

(f). köşeler yaparak dönmek, viraj almak; (k).dili ima yoluyla bir şeyi veya fikri öne sürmek; el altından soruşturmak. angle iron köşebent demiri.

angles

(i)., (çog). beşinci yüzyılda İngiltere'yi istilâ eden bir Cermen kabilesi, Anglo'lar (ingiliz ve ingiltere kelimeleri bu kelimeden türemiştir).

angleworm

(i). solucan.

anglican

(i)., (s). ingiliz kilisesine mensup kimse, Anglikan; (s). İngiliz kilisesine ait.

anglicism

(i). İngiliz diline mahsus deyim; ingiliz özelliği.

anglicize

(f). İngilizleştirmek, (i). İngilizleşmek.

angling

(i). olta ile balık avlama.

anglo-american

(s).,(i).ecdadı ingiliz ve kendisi Amerikalı olan; (i). Anglo-Amerikan.

anglo-catholic

(s)., (i). ingiliz kilisesine mensup olup Katolikliğe meyleden (kimse).

anglo-lndian

(s)., (i). Hindistan -da oturan İngilizlere ait; (i). anası babası ingiliz olup Hindistan'da doğan veya uzun süre ikamet eden kimse.

anglo-lrish

(i)., (s). İrlanda-da oturan ingiliz.

anglo-norman

(s)., (i). İngiltere'nin Normanların egemenliğinde olduğu devreyle ilgili; (i). aslen Normandiyalı olup İngiltere'de yaşayan kimse; Normandiyalıların İngiltere'de konuştuğu Fransızca.

anglo-saxon

(i)., (s). Anglosakson.

anglomania

(i). aşın derecede ingiliz ve ingillere hayranlığı.

anglophile

(s). ingiliz hayranı ve taraftarı.

anglophobe

(i). ingiliz düşmanı; ingiliz aleyhtarı. Anglopho'bia (i). ingiliz aleyhtarlığı, ingiliz düşmanlığı.

anglophone

(s). İngilizce konuşan (Afrikada devlet veya şahıs).

angora

(i). Ankara. Angora cat Ankara kedisi. Angora goat Ankara keçisi. Angora wool tiftik, moher.

angry

(s). öfkeli, hiddetli, kızgın, gücenmiş , darılmış; (tıb). kızarmış, kabarmış; sinirli, titiz. angry about a thing bir meseleden dolayı darılmış. angry with a person bir kimseye gücenmiş. angrily (z). hiddetle, gazapla, öfkeyle.

angstrom

(i)., (fiz).. radyo kısa dalga ölçülerinde kullanılan santimin yüz milyonda biri.

anguish

(i). Şiddetli ıstırap, acı, keder, elem yeis.

angular

(s). köşeli, zaviyeli, açısal; zaviye ile ölçülen; sivri; bir deri bir kemik (insan) ; davranışları rahat olmayan zarafetten yoksun. angular measure açı ölçüsü angular motion deveran dönme. angular velocity (dönüş sırasında) açısal sürat.

angularity

(i). açılı veya köşeli olma.

anhelation

(i). nefes darlığı.

anhydride

(i)., (kim). anidrid.

anhydrous

(s). (kim). susuz.

aniconic

(s). benzetmesiz.

anil

(i). çivitotu, (bot). Indigofera suffruticosa.

anile

(s). kocakarı gibi bunamış.

aniline

(i). anilin.

anima

(i). hayat kaynağı, ruh can.

animadvert

(f). eleştirici bir şey söylemek, tenkit edercesine söz söylemek. animadversion (i). eleştirme, tenkit, kınama, sitem.

animal

(i)., (s). hayvan; (s). hayvanlara ait hayvani diriksel. animal breeding hayvan besleme. animal heat vücut sıcaklığı. animal husbandry hayvancılık. animal kingdom hayvanlar âlemi. animal magnetism çekicilik. animal nature insandaki hayvansal tabiat. animal psychology hayvan psikolojisi. animal spirits canlılık, hayatiyet. animal worship hayvana tapma, hayvanperestlik. domestic animal ehli hayvan, evcil hayvan. wild animal vahşi hayvan, yabani hayvan.

animalcule

(i). mikroskopla görülebilen hayvancık.

animalism

(i). hayvanilik, hayvan oluş.

animalize

(f). hayvanlaştırmak: hazım yoluyla besinleri hayvani madde haline getirmek. animaliza'tion (i). hayvanlaştırma.

animate

(f). hayat vermek, hayatiyet kazandırmak, ihya etmek, canlandırmak Şevklendirmek. animate (s). canlı; neşeli, hayat dolu. animated cartoon canlı resimlerden ibaret kısa filim, miki filmi.

animation

(i). canlılık, hayatiyet şevk.

animato

(z)., (müz). canlı olarak, animato.

animator

(i). canlılık veren, canlandıran , hayatiyet veren şey veya kimse.

animism

().i animizm, butun varlıkların ve evrenin bir ruh taşıdığına inanan doktrin; varlıkların bedenlerinden ayrı olarak ruh sahibi oldukları inancı; ruhun hayat ve sağlığın temel varlığı olduğuna inanma doktrini ; ruhların varlığına inanış.

animistic

(s). animizmle ilgili.

animosity

(i). husumet, kin düşmanlık.

animus

(i). kötü niyet, ters mizac; gaye, hedef, maksat.

anion

(i). negatif iyon.

anise

(i). anason (bot). Pimpinella anisum.

anisette

(i). anasonlu içki, rakı.

ankara

(i). Ankara.

ankh

(i). eski Mısır'da hayat sembolü olan tepesi halka şeklinde hac.

ankle

(i). ayak bileği. ankle bone (anat). aşık kemiği, astragalus.

anklet

(i). ayak bileğine takılan bilezik , halhal; kısa çorap.

ankylosis

(i). (tıb). oynakların yapışması, eklem katılaşması, ankiloz.

anna

(i). Hindistan'da para birimi olan rupinin on altıda biri.

annalist

(i). tarihi olayları kaydeden kimse tarihçi .

annals

(i).,(çoğ). tarihi olaylar; vakayiname , tarihi olayları tarih sırasıyla kaydeden eser .

anneal

(f). tavlamak, kızdırdıktan sonra yavaş yavaş soğutarak yumuşatmak: sertleştirmek. annealing oven tavlama fırım.

annelid

(i)., (s)., zool. halkalı; (s). halkalılara ait.

annex

(i). ilâve; ek bina, müştemilat.

annex

(f). ilhak etmek, ilâve etmek, eklemek.

annexation

(i). ilhak (arazi); mülhak arazi; (huk). müsadere.

annihilate

(f). imha etmek yok etmek; bozmak; iptal etmek, feshetmek. annihilable (s). imha edilebilir, fesh ve iptal edilebilir. annihila'tion (i). imha, yok etme; iptal; tüketme; fena.

anniversary

(i). yıl dönümü, senei devriye; yıl dönümünü kutlama.

annodomini

(Lat). (Rabbin senesinde). Milâdi sene, Milâttan sonra, MS.

annohegirae

(Lat). Hicri sene, H.

annomundi

(Lat). dünyanın yaratılış tarihinden itibaren hesap edilen yılda.

annotate

(f). şerh etmek, haşiyeler ilâve etmek, notlarla izah etmek. annota'tion (i). not, şerh annotator (i). müfessir, notlar ilâve eden, yorumlayan kimse.

announce

(f). bildirmek, beyan etmek, haber vermek, ilân etmek. announcer (i). spiker. announcement (i). tebliğ, ilân, bildiri.

annoy

(f). tâciz etmek, usandırmak, sıkmak, başını ağrıtmak, canını sıkmak; kızdırmak. annoyance (i). sıkıntı, üzüntü, rahatsızlık. annoying (s). sinirlendirici, can sıkıcı.

annual

(i)., (s). yıllık, salname; (bot). bir yıl ömrü olan bitki; (s). senelik, yıllık, her sene. annually (z). her sene, yılda bir.

annuitant

(i). yıllık taksit veya tahsisat alan kimse.

annuity

(i). yıllık taksit; tahsisat, her yıl tahsil edilen belirli bir gelir; hizmete bedel olmayarak bir yerden verilen yıllık maaş.contingent annuity şarta bağlı yıllık maaş. deferred annuity ilerde belirli bir zamanda verilecek yıllık maaş. joint annuity belirli birkaç şahsın veya bu şahıslardan birinin yaşadığı müddetçe aldığı maaş. lifi annuity kaydı hayat şartıyla gelir. perpetual annuity daimi yıllık taksit. reversionary annuity belirli bir vakadan ve çoğunlukla bir şahsın ölümünden sonra bağlanan maaş. survivorship annuity belirli iki veya şahıstan sağ kalana bağlanan maaş(Bazen reversionary annuity anlamında kullanılır.)

annul

(f). bozmak, ilga etmek, kaldırmak, iptal etmek, feshetmek.

annular

(s). halka şeklinde, yuvarlak, dairesel. annular eclipse (astr). dairesel tutulma. annular tube (bot). halkalı damar.

annulate

(s). halkalı, halkalardan meydana gelmiş.

annulation

(i). halka Sekli, halka.

annulet

(i). halkacık.

annulment

(i). ilga, kaldırma, iptal, fesih, bozma; evliliğin butlanı.

annulus

(i). halka, halka Seklinde olan şey. annulose (s). halka Seklinde, halka halka olan.

annunciate

(f). ilan etmek, tebliğ etmek, bildirmek.

annunciation

(i). haber, tebliğ etme, bildirme, ilân; (bh). Cebrail vasıtasıyla Hazreti Meryem'e ulaştırılan haber.

anode

(i)., (elek). pozitif kutup , anot.

anodyne

(i)., (s). uyuşturucu, yatıştırıcı , müsekkin (ilaç), ağrı kesici.

anoint

f yağlamak, meshetmek; sıvamak. anointing, anointment (i). yağlama , yağlanma.

anomalous

(s). kural dışı, kaidelere uymayan, istisna teşkil eden; tabiR olmayan , anormal.

anomaly

(i). kural dışı oluş, kaide dışı olan şey, sapıklık, anomali, anormallik; (gram). kural dışı kelime. true anomaly (astr). gerçek anomali, elipste radyus vektörü ile büyük eksen arasındaki açı .

anomie

(i). ümitsizlik, gayesizlik, toplumsal düzensizlikten ileri gelen bunalım.

anon

(z)., eski şimdi, hemen, derhal, çok geçmeden; başka bir zaman. ever and anon arasıra, zaman zaman.

anonym

(i). ismi bilinmeyen yazar; takma isim.

anonymity

(i). yazarı bilinmeyiş, gerçek ismini saklama .

anonymous

(s). isimsiz, anonim, ismi meçhul. anonymously (z). imza koymadan, imzasız olarak.

anopheles

(i). sıtma sivrisineği, anofel.

anorexia

(i)., (tıb). iştahsızlık.

anosmia

(i)., (tıb). koku almazlık, koku duyusu eksikliği, anozmi.

another

(s).,(zam.) başka, ayrı, diğer, sair, öbür; zam. bir daha, başka, aynı. one after another birbiri arkasından , sıra ile. one another birbirini, yekdiğerini.You're anotherl Sen del

anoxia

(i)., (tıb). kanda oksijen azlığı.

ans

(kıs). answer.

anserine

(s). kaza ait, kaz gibi; aptal.

answer

(i). cevap, karşılık, mukabele; (müz). bir çalgının başka bir çalgıya cevap vermesi; hesabın doğru sonucu. answerless (s). cevapsız.

answer

(f). cevap vermek, gelmek (çağrılınca) , gitmek; halletmek; mukabele etmek, karşılamak; ihtiyacı karşılamak; ödemek , hesap görmek; to i/e tekabül etmek, uymak. answer back karşılık vermek. answer for that ondan sorumlu olmak. answer the doorbell kapı zili çalınca açmak. answerable (s) sorumlu, mesul; cevap verilebilir.

ant

(i). karınca, (zool). Formica. flying ant kanatlı karınca. red ant kızıl karınca, (zool). Formica sanguinea. stinging ant karaiğne. white ant divik.

antacid

(s). mide ekşimesini tedavi eden, asitleri giderici.

antagonism

(i). husumet, kin; zıddiyet.

antagonist

(i). muhasım, karşı çIkan, muhalif kimse. antagonis'tic (s). muhasım, zıt, muhalif. antagonis'tically (z). muhalefet ederek, karşı çIkarak.

antagonize

(f). zıtlık yaratmak, aleyhine çevirmek, husumeti tahrik etmek, kışkırtmak.

antalgic

(s)., (i). ağrı kesici.

antarctic

(i)., (s). Güney Kutbu ve civarı; (s). Güney Kutbuna ve o civara ait. Antarctic Circle Güney Kutup dairesi.

antarctica

(i). Antarktika.

antarthritic

(s)., (tıb). eklem ağrısını teskin eden.

antasthmatic

(s)., (tıb). astımı teskin eden, antiazmatik.

ante

(i). pokerde oyuna başlamadan evvel her oyuncu tarafından ortaya konulan para, bop.

anteater, antbear

(i)., (zool). Myrmccophaga cinsinden karınca yiyen bir takım hayvanlardan biri.

antebellum

(s)., (Lat). harpten evvel (özellikle Amerikan iç harbinden evvel).

antecedence

(i). evvellik, öncelik, takaddüm.

antecedent

(s), (i). önce gelen, evvel, mukaddem; (i). önerti; geçmişte vaki olay; geçmiş, mazi; ,(cog). ced, soy; (gram). zamirin yerini aldığı isim veya tümleç; (mat). bir denklemin ilk ünitesi.

antedate

(f). bir mektuba veya senede geçmiş bir tarih atmak; daha evvel gelmek, takaddüm etmek.

antediluvial

(s). Tufandan evvelki. antediluvian (s).,(i). Tufandan evvelki devre ait; (i). eski kafalı kimse; çok yaşlı adam.

antelope

(i). antilop; ceylan, gazal, ahu.

antemeridiem

öğleden evvel, sabah; (kıs). AM.

antenatal

(s). doğumdan evvel olan.

antenna

(i)., (zool). anten; böcek boynuzu, duyarga; anten (radyo v.b.)

antenuptial

(s). nikahtan evvel olan.

anteorbital

(s). gözlerin önünde olan.

antepenult

(i). sondan üçüncü hece.

anterior

(s). evvelki, önceki, mukaddem , eski; ilerde, önde; (biyol). ön, öndeki, ön tarafta bulunan.

anteroom

(i). bekleme odası.

anthelion

(i). güneşin ışığında bulut üzerinde görülen renkli halka.

anthelmintic

(s)., (i). solucanları bağırsaktan defeden;(i). solucan ilâcı, solucan düşürücü ilâç.

anthem

(i). şükran ve sevinç ilâhisi. national anthem milli marş.

anther

(i). (bot). çiceklerde ercik başı, enter, haşefe, başçık.

anthill

(i). tümsek şeklinde olan karınca yuvası.

anthology

(i). seçme edebi parçalardan derlenmiş eser, antoloji. antholog'ical (s). antolojiye ait. anthologist (i). antoloji düzenleyen kimse.

anthozoa

(i)., (çoğ)., (zool). mercan familyasından olan deniz hayvanları.

anthracite

(i). çok sert bir çeşit maden kömürü, antrasit.

anthrax

(i). koyun ve davarlara anz olan bir hastalık, antraks, şarbon; şirpençe.

anthropocentric

(s). insanı evrenin merkezi olarak kabul eden.

anthropography

(i). antropolojinin bir dalı, etnoloji.

anthropoid

(s)., (i). insana benzeyen , insanımsı; (i). insana benzeyen maymun.

anthropology

(i). antropoloji, beşeriyet, insanbilim. anthropolog'ical (s). antropolojiye ait. anthropologist (i). antropoloji bilgini veya uzmanı, antropolog.

anthropometry

(i). insan vücudunun muhtelif uzuvlarını ölçme ilmi. anthropomet'ric (s). bu ilme ait.

anthropomorphism

(i). insanbiçimcilik, antropomorfizm. anthropomorphous (s). insan şeklinde.

anthropophagi

(i). çog. yamyamlar. anthropophagous (s). insan eti yiyen. anthropophagy (i). yamyamlık, insan yeme adeti.

anti

(önek). Karşı, zıt, ters, aksi.

anti-semite

(i). Yahudi aleyhtarı. anti-Semit'ic (s). Yahudilerin aleyhinde olan. anti-Sem'itism (i). Yahudi aleyhtarlığı.

antiaircraft

(s). uçaksavar. antiaircraft gun uçaksavar topu.

antibiotic

(i). antibiyotik.

antibody

(i). kana dışarıdan giren yabancı cisimlere karşı koyan madde, antikor.

antic

(i). soytarılık, maskaralık, tuhaflık.

antichrist

(i). Deccal, Sahte Mesih; Mesih düşmanı.

antichristian

(s). Hıristiyan dinine karşı gelen veya çIkan; Deccal'e ait.

anticipate

(f). beklemek, ummak; önceden tahmin etmek sezinlemek, geleceği görmek; önce davranmak.

anticipation

(i). güvenle bekleme ; önceden yapma; evvelden farketme, sezinleme; evvelden yaşama; (müz). sonra çalmacak notalann birkaçmln evvelden çalmması.

anticipatory

(s). ilerde vaki olacak hali içine alan.

anticlerical

(s). papaz sınıfına muhalif, papazların siyasete karışmalarına karşı.

anticlimactic

(s)., (kon). (san). ani bir değişiklikle daha az etkili bir hale gelen ifade ile ilgili; daha önemli bir olayın etkisiyle gölgelenen vaka ile ilgili.

anticlimax

(i)., (kon). (san). ifadenin ani bir değişiklikle daha az etkili bir şekil alması; daha önemli bir olayın etkisiyle gölgelenen vaka.

anticline

(i)., (jeol). bir eksenden zıt yönlere giden tabakaların bükülmesi veya kemeri, yukaç. anticli,nal (s). yukaça ait.

anticoagulant

(i). kanın pıhtılaşmasına engel olan ilaç.

anticonvulsant

(i). çırpınmayı önleyen ilaç.

anticyclone

(i). yüksek basınç alanı, karşı- döngü.

antidote

(i). panzehir, hastalık etkisini giderici madde, ilâç, deva, çare; herhangi bir (bedeni veya akli). bozukluğun etkisini giderici madde. antidotal (s). panzehire ait.

antiebanon

(i). Lübnan Suriye sınırında ve Lübnan dağlarının doğrultusunda bir dağ silsilesi.

antiemetic

(s)., (i). kusmayı önleyen (ilaç).

antifebrile

(s). ateş düşürücü.

antifreeze

(i). bir sıvının donmasını önleyen alaşım, antifriz.

antifriction

(s). sürtünmeye karşı.

antigen

(i).,(tıb). antijen.

antihero

(i). kibarlık ve Şereften uzak olan baş kahraman.

antihistamine

(i)., (tıb). antıhistamin.

antiknock

(i)., oto vuruntu kesici yakıt ilâvesi.

antilogarithm

(i)., (mat). Logaritma oranında olan sayı.

antilogy

(i). karşıtlık, tezat.

antimacassar

(i). yüksek arkalıklı sandalyede oturulunca başın geldiği kısmı örten bez parçası; koltuk örtüsü.

antimalarial

(s). sıtmaya karşı kullanılan.

antimatter

(i)., (fiz). zıt zerrelerden oluşmuş madde.

antimony

(i). antimon, rastık taşı.

antinational

(s). millet veya milletçiliğe karşı.

antinephritic

(s). böbrek hastalıklarına karşı faydalı.

antineutrino

(i). antinotrino.

antineutron

(i). antinotron,

antinomian

(s)., (i). ahlâk kurallarına karşı gelen (kimse). antinomianism (i). ahlâk kurallarına karşı gelme,

antinomy

(i). iki kanun veya iki felsefe prensibi arasındaki zıtlık.

antinovel

(i). plan ve karakterlere önem vermeyip konuyu duygusal yönden ele alan roman.

antioch

(i). Antakya.

antiparticle

(i), (fiz). zıt zerre.

antipasto

(i). meze.

antipathetic

(s). tabiatça zıt olan,

antipathy

(i). nefret, tiksinme, istikrah, karşıt duygu, antipati, tabiat zıtlığı.

antipersonnel

(s). insan öldürücü (silahlar).

antiperspirant

(i). ter kesici ilâç.

antiphlogistic

(s)., (i)., (tıb). iltihabı azaltan.

antiphony

(i). karşılıklı ilâhi okuma usulü; karşılıklı okunan ilâhi, dua vb,, antifoni antiphonal, antiphon'ic (s). karşılıklı okuma usulüne ait.

antiphrasis

(i)., (kon). (san). bir kelimenin aksi anlamda kullanılması.

antipodal antipodean

(s). yeryüzünün aksi tarafında olan; bir şeyin taban tabana zıddı.

antipodes

(i)., (çog).. yeryüzünün aksi tarafında bulunan yer; yeryüzünün aksi taraflarında oturanlar; tabiat, mizaç ve ahlâkça bir başkasına taban tabana zıt olan kimse yahut şey; birbirine zıt iki kimse yahut iki şey.

antipole

(i). zıt.

antipope

(i). kanunlar gereğince seçilmiş Papaya muhalefet eden kanun dışı Papa.

antipyretic

(s). (tıb). harareti teskin eden, ateş düşürücü.

antiquarian

(i)., (s). antika meraklısı, eski eserler uzmanı; (s). antika şeylere ait. an'tiquary (i). antika meraklısı.

antiquate

(f). eskitmek.

antiquated

(s). çok eski; modası geçmiş.

antique

(s)., (i). eski zamanlara ait; eski devirlerden kalma, antika; (i). antika; sanatta eski Yunan ve Roma uslubu; bir çeşit matbaa harfi. antiqueness (i). antikalık, eskilik, eski zaman işi.

antiquity

(i). eskilik, antikalık; eski zamanlar, eski zaman adamları, eski zaman medeniyeti; (gen). (çog).. eski zaman kalıntıları; çok ihtiyar kimse, çok eski şey.

antirachitic

(s). (i). raşitizme karşı.

antirrhinum

(i). sıracaotları familyası (aslanağzı, kurt ağzı v.b.).

antiscorbutic

(s)., (i). iskorbüt hastalığını önleyen (ilaç).

antiseptic

(i)., (s). antiseptik. antiseptically (z). antiseptik suretiyle. antisepsis (i). antisepsi.

antiserum

(i). aşı, antiserum.

antislavery

(s). köleliğe karşı, kölelik aleyhtarı.

antisocial

(s). toplumsal örgüt ve yararlara karşı.

antispasmodic

(s)., (i)., (tıb). sinir krizlerini teskin eden veya önleyen (ilaç), kulunç giderici, kasınç giderici (ilaç).

antistrophe

(i). eski Yunan tiyatrosunda koronun stropheden sonraki dönüş hareketinde okuduğu satırlar; dansta ters hareketler yapma.

antisubmarine

(i). denizaltı avcı gemisi.

antitank gun

(i). tanksavar top.

antithesis

(i). antitez, karşı tez, karşı sav; zıtlık.

antithetic

(s). karşıt olan, tezatlı;tezat mahiyetinde .antithetically (z). tezat teşkil ederek.

antitoxic

(s). (biyol). antitoksik.antitoxin i antitoksin.

antitrust

(s)., (ekon). tröstlerin teşekkül etmesine karşı olan.

antitype

(i). meydana geleceğine önceden işaret veya ima edilen olay.

antler

(i). geyik ve karaca boynuzu veya boynuzunun dalı. antlered (s). boynuzlu , boynuzlarla süslenmiş.

antlion

(zool). Karınca aslanı.

antonomasia

(i)., (kon).(san). bir kimsenin bir lakap veya unvanla teşhis edilmesi ;bir özel ismin benzer nitelikteki diğer şahıslar için genel olarak kullanılması. antonomastical (s). sıfatla tesmiye usulü ile yapılan.

antonym

(i). zıt anlama yelen kelime.

antrum

(i)., (anat). oyuk.

anus

(i). anus, şerç, makat.

anvil

(i). örs.

anviltop

(i). ucu sivri fırtına bulutu.

anxiety

(i). endişe, kuruntu, vesvese , korku, huzursuzluk; büyük arzu.

anxious

(s). endişeli, mustarip, sıkıntılı , vesveseli, üzüntülü; to veya for ile çok arzulu, istekli, hevesli. anxiously (z). endişe ile, istekle. anxiousness (i). endişe , ıstırap, huzursuzluk sit in the anxious seat ABD, (k).dili endişeli olmak, diken üzerinde oturmak.

any

(s). (z)., zam bir herhangi, her ne kadar, her, her bir, bazı, birkaç, biraz, hiçbir, hiç; daha.

anybody

(i). zam kimse, herhangi bir kimse, hiç kimse, herkes, her kim. He isn't just anybody. O herhangi bir kimse değil.

anyhow

(z). her nasılsa, ne olursa olsun, hiç bir surette her halde; dikkatsizce.

anymore

artık; daha fazla.

anymorethan

(-den). daha fazla.

anyone

(zam). herhangi bir kimse.

anyplace

(z). herhangi bir yer.

anything

zam bir şey, herhangi bir şey, her şey hiç bir şey. anything but... olmasın da ne olursa olsun.

anyway

(z). zaten, her halükârda, hangi şartlar altında olursa olsun; ne ise; dikkatsizce, dalgacı bir şekilde.

anywhere

(z). herhangi bir yere veya yerde, her yere, hiç bir yere.

anywise

(z)., her nasıl olursa.

anzac

(i). Birinci Dünya Savaşında Avustralya ve Yeni Zelanda askeri, Anzak.

aorist

(i). geniş zaman, muzari, bazı dillerde kesinlikle zaman bildirmeyen zaman; özellikle Yunanca'da haber kipinin geniş zamanı.

aorta

(i)., (anat). kanı yürekten vücuda nakleden şahdamar, büyük ortadamar, (aort). aortal, aortic s aortla ilgili. .

ap

(kıs). April, Apostle.

apace

(z). çabuk, süratle.

apache

(i). ABD' nin güneybatısında bulunan Kızılderili kabile gruplarından biri; (k.h.). pariste gece soyguncusu,külhanbeyi, apaş.

apart

(z)., (s). ayrı, bir tarafa, bir yana, bir tarafta; münferit olarak, birbirinden ayrı; bağımsız olarak, müstakil bir şekilde; parça parça; (s). ayrı, farklı. drift apart sürüklenmek ; uzaklaşmak; tedricen ayrı düşmek.,set apart ayırmak, bir tarafa koymak, tahsis etmek. take apart sökmek, parçalara ayırmak. tell apart birbirinden ayırmak. tefrik etmek.

apartheid

(i). Güney Afrika'da ırk ayırımı.

apartment

(i). apartman dairesi. apartment house apartman.

apathetic

(s)., duygusuz, hissiz, Iâkayt, kayıtsız, ilgisiz; soğuk, cansız.

apathy

(i). duygusuzluk, duyumsamazlık , hissizlik, kayıtsızlık; soğukluk, cansızlık.

ape

(i)., (f)b kuyruksuz veya kısa kuyruklu maymun; maymun; mukallit kimse, taklitçi; (f). taklit etmek.

apeak

(z)., (den) dikey olarak, amudi olarak, apiko.

apeman

insana benzeyen primat.

apercu

(i). bakış, nazar; özet, hulâsa, plan.

aperient

(s)., (i)., (tıb). müshil, laksatif; (i). müshil tesiri yapan ilaç veya yiyecek.

aperitif

(i). aperitif, yemekten evvel içilen iştah açıcı içki.

aperture

(i). delik, gedik, menfez; fotoğraf makinesinde merceklere giren ışığı ayarlamak için genişletilip daraltılabilen delik; (geom). birbirini çapraz kesen iki doğrunun arası.

apery

(i). taklitçilik.

apetalous

(s). yapraksız (çiçek).

apex

(i). doruk, zirve, tepe, uç; (geom). açının tepesi; (astr). apeks, güneş hareketinin hedef noktası.

aphasia

(i)., (tıb). afazi, söz yitimi. auditory aphasia söz sağırlığı.

aphelion

(i)., (astr). bir gezegen veya bir kuyruklu yıldız yörüngesinin güneşten en uzak olan ucu, afel, evc, yeröte.

aphid

(i)., (zool). yaprak biti.

aphonia

(i)., (tıb). afoni, ses kısılması.

aphorism

(i). vecize, darbımesel. aphoristic (s). darbımesel kabilinden.

aphoristic

(s). darbımesel kabilinden.

aphotic

(s). Işıksız.

aphrodisiac

(s)., (i). cinsel arzu uyandıran; (i). cinsel arzu uyandıran ilaç veya gıda maddesi.

aphtha

(i)., (tıb). pamukçuk.

aphthousfever

aft, aft humması.

aphyllous

(s). yapraksız.

apian

(s). arılarla ilgili.

apiarist

(i). arı yetiştiren kimse.

apiary

(i). arı kovanlarının bulunduğu yer, arı kovanı.

apices

(bak). apex.

apiculture

(i). arıcılık.

apiece

(z). parça başına, her biri, her birine, tane olarak.

apish

(s). maymun gibi, maymunumsu; aşırı taklitçi apishly (z). maymun gibi; taklit ederek. apishness (i). taklitçilik.

aplanatic

(s). sapmasız (mercek).

aplasia

(i)., (fıb). bir uzvun tam gelişmemesi.

aplomb

(i). kendine aşırı güven, nefsine itimat.

apnoea

(i). soluk almanın dinmesi.

apocalypse

(i). vahiy; keşif; ifşa olunma. apoc'alyp'tic (s). vahye ait. apocalyptically (z). vahiy şeklinde, vahiy ifade ederek.

apocopate

(f). kelime sonundan bir veya birkaç harfi kaldırmak. apocopate (s). son harfi veya sesi kaldırılmış (kelime). apocope (i). kelime sonundan bir veya birkaç harfi kaldırma.

apocope

(i). kelime sonundan bir veya birkaç harfi kaldırma.

apocrypha

(i). Eski Ahit'e bağlı olup İbranice metinleri bulunmadığı için herkesSe Kitabı Mukaddes'in metnine dahil edilmeyen ve bazı kiliselerce mukaddes kabul edilen bir takım kitaplar, apokrifa. apocryphal (s). apokrifaya ait; doğruluğu kabul edilmeyen; sahte, uydurma, sonradan uydurulmuş.

apodal

(s).ayaksız hayvanlarla ilgili.

apodictic

(s). sabit, belli, itiraz kaldırmaz, müsellem.

apodosis

(i)., (gram). şart cümlesinin ikinci kısmı, ceza.

apogee

(i)., (astr). bir gök cisminin (özellikle ayın) yörüngesinin yeryüzünden en uzak noktası, apoje; doruk, zirve.

apogeotropism

(i)., (bot). bitkinin topraktan yükseğe büyüme eğilimi.

apollo

(i). Apollo; çok yakışıklı genç adam.

apollyon

(i). cehennemin en derin çukuru Gayya-nın bekçisi, zebani.

apologetic

(i). özür dileme. apologetic (s). özür dileyen, af talep eden, itizar beyan eden; savunma şeklinde olan. apologetically (z). özür diler gibi; mazeret beyan ederek. apologetics (i) dini inançları savunan ilahiyat dalı.

apologia

(i). kendini mazur göstermek için yazılan yazı, savunma, müdafaa.

apologist

(i). yazılı veya sözlü olarak bir şahıs veya fikri savunan kimse, müdafi, apolojist.

apologize

(f). özür dilemek, tarziye vermek, itizar etmek, mazeret beyan etmek; yazılı veya sözlü olarak savunmak.

apologue

(i). ahlâki hikâye, içinden kıssadan hisse çıkarılan hikâye; alegori.

apology

(i). özür, tarziye, itizar; mazeret; savunma, müdafaa; yetersiz bir örnek veya taklit.

aponeurosis

(i)., (anat). vücudun bazı yerlerinde bulunan mukavim bir deri, akderi, akortü.

apophasis

(i)., (kon). san bir konu hakkında konuşmayı inkâr ederek bahsetme.

apophthegm

(bak). apothegm.

apoplectic

(s). inme veya felce ait; felce meyilli. an apoplectic fit inme gelmesi, felç inmesi.

apoplexy

(i). inme, nüzul, felç.

aport

(z).,(den). sol tarafa, sol tarafta, iskeleye, iskelede.

aposiopesis

(i)., (kon). (san). sözünü birdenbire yarıda bırakma.

apostasy

(i). irtidat, din değiştirme; bir partiden başka bir partiye geçme; esas doktrinden cayma, prensip ve inançlarında değişiklik yapma.

apostate

(i). (s). din değiştiren kimse; siyasi parti veya inancını değiştiren kimse; s din değiştiren, mürtet.

apostatize

(f). irtidat etmek, dininden dönmek; fikir veya prensiplerinde değişiklik yapmak.

aposteriori

(Lat). (man). aposteriori, sonsal .

apostil

(i). (not)., haşiye, derkenar.

apostle

(i). oniki havariden biri, apostol; herhangi bir ahlaki reform hareketinin öncüsü; Mormon kilisesi idare heyeti üyelerinden biri.

apostleship

(i). havarilik.

apostolate

(i). havarilik makamı ve görevi.

apostolic

(s). oniki havariden birine ait; havarilerin özelliğini taşıyan; Papa'ya ait. apostolically (z). havarilere has bir şekilde.

apostrophe

(i). tepeden virgül, kesme, apostrof; (kon). (san) nutuk esnasında appeal orada bulunmayan belirli bir şahsa hitaben söylenen sözler.

apostrophize

(f). bir söylevde hazır bulunmayan bir şahsa hitap etmek.

apothecary

(i). eczacı. apothecaries' measure eczacı ölçüsü. apothecaries' weight eczacı tartısı.

apothegm

(i). vecize.

apothem

(i). (geom). iç yarıçap, yanal yükseklik.

apotheosis

(i). ilâhlaştırma, tanrılaştırma; bir şahsı veya prensibi aşırı derecede yükseltme; kutsal kabul edilen fikir veya ideal.

apotropaic

(s). kötülüğe karşı koruyucu.

appalachian mountains

Appalaş dağları

appall

(ing). appal (f). dehşete düşürmek , korkutmak, yeise düşürmek. appalling (s). korkunç, müthiş. appallingly (z). dehşete düşürecek kadar.

appanage

(i). kral tarafından hanedana mensup olanlara irat ve maaş olarak tahsis olunan arazi veya para; has, tımar; bir kimsede yaradılıştan mevcut olan kabiliyetler , fıtri istidat.

apparatus

(i). takım, aletler, cihaz, makine, levazım, aygıt; politik bir örgütün bir kısmı. apparatus criticus (Lat). edebi çalışmalarda kullanılan kitaplar vb; bir eserin derkenarı.

apparel

(i)., (f). esvap, elbise, kıyafet, kılık, kisve: (f). giydirmek, donatmak, teçhiz etmek.

apparent

(s). kolay anlaşılır, idrak edilir; açık, vazıh; gözle görülebilir, meydanda olan, ortada olan; zahiri, görünüşte olan. heir apparent taht, unvan vb'nin vârisi. apparent time mahalli saat. apparently (z). görünüşte, galiba; güya. apparentness (i). açıklık, vazıh oluş; meydanda oluş.

apparition

(i). hayalet, görüntü, tayf; gözle görülen şey, vaka, olay, hadise; acayip bir cismin görünmesi.

appeal

(i). münacat, yalvarış, yakarış; cazibe, çekicilik; daha yüksek bir makama baş vurma; (huk). temyiz, davayı daha yüksek bir mahkemeye devretme.

appeal

(f). rica etmek, istirham etmek, yalvarmak; yardım talebinde bulunmak; (huk). davayı daha yüksek bir mahkemeye devretmek ; müracaat etmek, istida etmek; hoşuna gitmek, hitap etmek; baş vurmak. appeal from the chair meclis başkanının kararına karşı gelerek meclise baş vurmak. appeal to the country (ing). halkın oyuna baş vurmak. ıt appeals to the eye.Göze güzel görünür. Göze hitap eder. Göz doldurur.

appealing

(s). hoş görünen, hitap eden, cazip, çekici, albenisi olan.

appear

(f). gözükmek, görünmek; belirmek ; meydana çıkmak, zuhur etmek; aşikâr olmak, belli olmak; bizzat veya vekil vasıtasıyla mahkeme huzuruna çıkmak, ispatı vücut etmek.

appearance

(i). görünüş, gösteriş; dış görünüş, zevahir; meydana çıkma, zuhur etme; hadise, olay; (huk). davalı veya davacının mahkeme huzuruna çıkması. for the sake of appearances ele güne karşı, gösteriş olsun diye, zevahiri kurtarmak için. keep up appearances zevahiri kurtarmak, durumu idare etmek. nonappearance (i) ispatı vücut etmeyeş, hazır bulunmayış.

appease

(f). teskin etmek, yatıştırmak; tatmin etmek; bastırmak, susturmak. appeasable (s). teskin olunabilir, yatıştırılabilir, bastırılabilir. appeasement (i). yatıştırma; (pol). harp tehdidinde karşı tarafa taviz verme.

appellant

(i)., (huk). davayı daha yüksek bir mahkemeye temyiz eden kimse, davanın yeniden görülmesini talep eden taraf.

appellate

(s)., (huk). davaların yeniden görülmesine ait.appellate court temyiz mahkemesi.

appellation

(i). ad, isim, nam, lakap, unvan, mahlas; isimlendirme, ad verme.

appellative

(i)., (s). cins isim; lakap, mahlâs, unvan; (s). cins isme ait; tanımlayıcı, tavsif edici.

appellee

(i)., (huk). dava temyizinde davalı.

append

(f). ilave etmek, eklemek; iliştirmek.

appendage

(i). ilâve, katkı, ek, zeyil, mülhakat; (biyol). uzantı.

appendant

(s)., (i). asılı, takılı, muallakta ; ait olan, müteallik, mülhak, bağlı, merbut; (i). eklenen veya ilave edilen kimse veya şey.

appendectomy

(i). apandis ameliyatı.

appendicitis

(i)b apandisit körbağırsağın iltihaplanması.

appendix

(i). ilave, ek, zeyil, lahika; (tıb). apandis, körbağırsağın solucanımsı uzantısı.

apperceive

(f). kavramak, idrak etmek.

apperception

(i). idrak, kavrama, intikal kabiliyeti.

appertain

(f). ait olmak, bağlı olmak, merbut olmak appertaining (s). ait olan, ilgili, alâkadar, mensup, bağlı, merbut.

appetence

(i). iştiha, şiddetli arzu; tabii eğilim, temayül, istidat. appetens (s). after veya of ile arzulu, istekli, iştahlı.

appetite

(i). iştah; istek, arzu, şehvet. Iose one's appetite iştahı kesilmek. ravenous appetite aç kurt iştahı, azgın istek. sharpen one's appetite whet one's appetite iştah açmak.

appetizer

(i). iştah açan şey, çerez, meze, iştah açıcı içki, aperitif, açar.

appetizing

(s). iştah verici, iştah açıcı.

applaud

(f). alkışlamak; takdir etmek, beğenmek, tasvip etmek. applause (i). alkış.

apple

(i). elma. apple blossom elma baharı. apple butter elma marmelâdı. apple green elma yaprağı renginde. applejack (i). elma rakısı. apple juice elma suyu. apple of discord (mit). kavga tanrıçası tarafından tanrılara atılan ve Paris tarafından Venüs e hediye edilen elma. apple of the eve gözbebeği, çok değer verilen bir şey. in apple-pie order çok düzenli. apple polisher A.B.D., argo dalkavak, slang yağcı. applesauce (i). elma püresi; (k) dili saçma, boş laf. Adam's apple (anat) Ademelması, gırtlak çıkıntısı. bitter apple hanzal, ithiyarı, (bot). Citrullus colocynthis. upset the apple cart pişmiş aşa soğuk su katmak, bir işi bozmak.

appliance

(i). alet.

applicable

(s). uygulanabilir , tatbik edilebilir; uygun, münasip. applicabil'ity (i). uygulanabilme, tatbik edilebilme.

applicant

(i). başvuran kimse, müracaat eden kimse, talip kimse, aday, namzet.

application

(i). uygulama, tatbik; ilâç, merhem; itina, özen, dikkat; istida, dilekçe , müracaat, başvurma, talep.

applicator

(i). aplikator.

applied

(s). tatbiki, uygulamalı; denenmiş.

applique

(s)., (f). aplike, bir kumaşın üzerine diğer bir kumaştan tatbik edilmiş (motif v.b.) ; (f). aplike etmek.

apply

(f). yaklaştırmak; uygulamak, tatbik etmek; atfetmek, vermek; tahsis etmek, hasretmek, (-e). ayırmak; mahsus olmak, ait olmak, taalluk etmek; müracaat etmek, başvurmak apply a match kibritle tutuşturmak. apply oneself to something kendini bir şeye vermek.

appoggiatura

(i)., (it)., (müz). adi notanın yanına ilâve edilen ufak nota,.

appoint

(f). atamak, tayin etmek, tahsis etmek, memur etmek; tesis etmek, vaz'etmek, koymak; kararlaştırmak, tayin etmek (zaman v.b.); donatmak, teçhiz etmek.

appointee

(i). atanan kimse, tayin edilmiş kimse.

appointive

(s). tayine bağlı, tayinle doldurulan.

appointment

(i). atama, tayin; memuriyet, hizmet, görev, iş; randevu; emir; (çoğ).. donatım, teçhizat (gemi, otel v.b.)

apportion

(f). eşit olarak bölmek, paylaştırmak, taksim etmek. apportionment (i). pay; paylaştırma, bölme, taksim, hisselere ayırma.

apposable

(s). diğer parmakların uçlarına dokunabilen (baş parmak).

appose

(f). yan yana koymak; yapıştırmak.

apposite

(s). uygun, münasip, yerinde. appositely (z). uygun bir şekilde. appositeness (i). uygunluk, yerinde oluş.

apposition

(i)., (gram). aynı şeyi açıklayan iki kelimenin yan yana konması; bir araya koyma, ekleme, ilave etme.

appositive

(i). aynı şeyi açıklayan ve yan yana bulunan kelimelerin ikincisi.

appraisal

(i). değer biçme, kıymet takdir etme, tahmin.

appraise

(f). değer biçmek, kıymet takdir etmek, keşfini yapmak; tahmin etmek. appraisement (i). değer biçme, kıymet takdir etme; tahmin appraiser (i). muhammin.

appreciable

(s). sezilebilir, tefrik edilebilir; değer biçilebilir, takdir edilebilir.

appreciate

(f). paha biçmek, kıymet takdir etmek, değerlemek; kadrini bilmek, kıymet bilmek; fiyatı yükseltmek, değerlendirmek ; ayırt etmek, tefrik etmek; fiyatı yükselmek , kıymeti artmak, değerlenmek.

appreciation

(i). takdir, değerlendirme , kıymet bilme; tenkit, özellikle lehte tenkit; (tic). kıymet artışı .

appreciative

(s). kıymet bilen, takdir ettiğini gösteren, takdirkar.

apprehend

(f). vesayet altına almak ; tutuklamak, tevkif etmek; anlamak, idrak etmek, kavramak; korkmak, endişe etmek.

apprehensible

(s). anlaşılabilir, idrak olunabilir, fark olunabilir.

apprehension

(i). korku, endişe, kuruntu, vesvese; (psik). ilk sezi; anlayış, kavrayış, idrak; zan, tahayyül; akıl, zihin; tevkif, tutuklama.

apprehensive

(s). endişeli, vesveseli ; anlayışlı, müdrik; hassas, duygulu. apprehensively (z). vesveseli olarak. apprehensiveness (i). endişe, vesvese.

apprentice

(i)., (f) çırak; (den). miço; (f). usta yanına çırak olarak vermek, usta yanına koymak. apprenticqship (i). çıraklık.

appriseapprize

(f). haber vermek, bilgi vermek; paha biçmek, kıymet takdir etmek. apprizer (i). muhammin. apprizement (i). paha biçme; haber verme.

approach

(f)., (i). yaklaştırmak, yakına getirmek, yaklaşmak, yanaşmak, yakına gelmek ; baş vurmak, müracaat etmek; başlamak, işe koyulmak; (i). yaklaşma, yanaşma; methal; başlangıç; spor golf topunu yeşil meydana sokan vuruş. approachable (s). müracaat edilebilir, yanına varılabilir, yaklaşılabilir, cana yakın.

approbate

(f). resmen tasvip etmek, onaylamak.

approbation

(i). beğenme, tensip , tasdik.

appropriable

(s). istimlâk edilebilir , mal edilmesi mümkün veya caiz olan.

appropriate

(f). almak, kendine mal etmek; tahsis etmek, ayırmak.

appropriate

(s). münasip, uygun, yerinde; mahsus, has. appropriately (z). uygun bir şekilde. appropriateness (i) uygunluk , yerinde oluş.

appropriation

(i). tahsisat; ayırma, tahsis etme; mal etme.

approval

(i). uygun bulma, onama, onaylama, tasvip, razı olma, resmi izin. on approval muhayyer olarak, beğenilmediği takdirde geri verilmek şartıyla.

approve

(f). uygun bulmak, tasvip etmek, onaylamak, tasdik etmek, beğenmek, münasip görmek, tensip etmek; denemek, yoklamak. approvingly (z). beğenerek, tasvip ve tasdik ederek.

approx

(kıs). approximate, -Iy.

approximate

(s). yaklaşık olarak, takribi, tahmini, yakın. approximately (z). yaklaşık olarak, tahminen, takriben.

approximate

(f). yaklaşmak, yaklaştırmak, yakın olmak, yakına gelmek, yakına getirmek. approxima'tion (i). tahmin; yaklaşma, yakın olma.

appurtenance

(i). bağlı olan şey veya kimse; ilâve, ek, müştemilat.

appurtenant

(s). bağlı, merbut, tabi, ait.

apr

(kıs). April.

apraxia

(i)., (tıb). apraksi, işlev yitimi.

apricate

(f). güneşte ısınmak.

apricot

(i). kayısı, zerdali, (bot). Prunus armeniaca.

april

(i). Nisan. April fool Nisan birde aldatılan kimse.

apriori

(Lat). apriori, önsel.

apron

(i). önlük, göğüslük, önlük gibi kullanılan şey, peştamal; tiyatro sahnesinin ön kısmı; (hav). hangarın önündeki beton saha; makinelerin üzerindeki koruyucu metal kapaklar; kayışlı taşıyıcı; buzul eteği; örtü. tied to her apron strings aşırı derecede annesine veya karısına bağlı. aproned (s). önlüklü.

apropos

(s)., (z). of veya to ile vaktinde olan, yerinde olan, uygun, münasip; (z). bu münasebetle, sırası gelmişken (söz veya fikir).

apse

(i), (mim). bir binada ve bilhassa bir kilisede ekseriyetle yarım daire şeklindeki çıkıntılı kısım.

apsis

(i)., (astr). gezegenin yerçekimi merkezine en uzak ve en yakın noktaları; elipsin tepeleri; (mim)., (bak). apse.

apt

(s)....eğiliminde olan, muhtemel, mümkün; çabuk kavrayan, zeki, anlayışlı; uygun, yerinde, münasip. apt to believe inanmak eğiliminde. aptly (z). uygun bir şekilde yerinde. aptness (i). uygun oluş; çabuk kavrayış, yatkınlık.

apt

(s) eğiliminde olan, muhtemel, mümkün ; çabuk kavrayan, zeki, anlayışlı; uygun, yerinde, münasip. apt to believe inanmak eğiliminde. aptly (z). uygun bir şekilde, yerinde., aptness (i). uygun oluş, münasip oluş; çabuk kavrayış, yatkınlık.

aptera

(i)., (çoğ). kanatsız böcekler, (zool). Apterygota. apteral, apterous (s). kanatsız.

apteryx

(i)., (zool). apteriks.

aptitude

(i). istidat, yetenek, kabiliyet , meyil, anıklık.

aqua

(i)., (Lat). su. aqua fortis kezzap, nitrik asit. aqua regia kezzap ile tuz ruhu bileşiminden meydana gelen altın eritmeye mahsus bir sıvı. aqua vitae alkol, ispirto, sert içki.

aquacade

(i). müzik eşliğinde su revüsü.

aqualung

(i). su altında kullanılan oksijen tüpü, skuba.

aquamarine

(i). akuamarin, mavimsi yeşil renkte olan bir ziynet taşı; mavimsi yeşil renk,

aquanaut

(i). su altında yaşayarak araştırma yapan bilgin.

aquaplane

(i). su kayağı, deniz surat motorlarının arkasına takılıp üstüne binilen tahta.

aquarelle

(i). suluboya resim.

aquarium

(i). akvaryum.

aquarius

(i)., (astr). Kova Burcu, Saka takımyıldızı.

aquatic

(s). suda yaşar; suya ait,

aquatint

(i)., (güz). (san). bakır levhaları kezzap ile özel bir şekilde işleyip suluboya resim gibi resim yapma metodu; bu şekilde yapılmış resim.

aqueduct

(i).su yolu kemeri, kemerli su yolu.

aqueous

(s). sudan meydana gelen, su ile yapılan, sulu olan. aqueous humor gözde bulunan bir sıvı.

aquiculture

(i). madensel sularda bitki yetiştirme usulü.

aquila

(i)., (astr). Kartal takım yıldızı.

aquiline

(s). kartal gibi; kartal gagası gibi kıvrık (özellikle burun için kullanılır), gaga burunlu.

arab

(i). Arap, Arabistanlı; Arap atı. street Arab köprü altı çocuğu.

arabesque

(i)., (s). arabesk, çiçekli ve yapraklı süsleme; (s). arabesk tarzında olan.

arabia

(i). Arabistan. Arabia Felix Yemen.

arabian

(i), (s). Arap, Arabistanlı; (s). Arabistan a ait. Arabian Nights Binbir Gece Masalları. Arabian Sea Umman Denizi.

arabic

(i)., (s). Arapça; (s). Arabistan-a veya Araplara ait. Arabic League Arap Birligi. Arabic numerals Arap rakamları, bugün kullandığımız rakamlar.

arabism

(i). Arap terimi.

arabist

(i). Arap dil ve edebiyatı âlimi,

arable

(s). sürülüp ekilebilir, işlenebilir.

araby

(i)., ,(şiir) Arabistan.

arachnida

(i)., (coğ). (zool). eklembacaklıların örümcek ve akrep sınıfı.

arachnidan

(i)., (s)., zool örümcek ve akrep cinsinden hayvan; (s). bu hayvanlara ait.

arachnoid

(i)., (s)., (anat). araknoid, beyin zarlarından biri; (s)., (bot). örümceksi, ağımsı.

aral sea

Aral Denizi

aramaic

(s)., (i). Aram veya eski Suriye'ye ait; (i). Arami dili.

ararat

(i). Ağrı Dağı.

arare

(i). (ar), 100 m 2 'lik bir alan ölçü birimi.

arbalest

(i). eski zamanda ok atmak için kullanılan bir çeşit zemberekli yay.

arbiter

(i). hakem, iki taraf arasındaki bir mesele hakkında kesin karar verme yetkisi olan tarafsız kimse: son söz sahibi.

arbitrage

(i)., (tic). bir borsada satın alınan tahvilatı aynı zamanda diğer bir borsada kâr ile satma; arbitraj; hakem vasıtası ile bir davayı halletme.

arbitrament

(i). karar verme hakkı veya yetkisi; hakem sıfatıyla karar verme; hüküm, karar.

arbitrary

(s). indi, kendince, ihtiyari , keyfi. arbitrarily (z). keyfi olarak. arbitrariness (i). keyfi hareket.

arbitrate

(f). hakem sıfatıyla dinleyip karar vermek; karar vermek; hakem kararıyla halletmek.arbitra'tion (i). hakem kararıyla halletme. arbitration court (huk) hakem mahkemesi. arbitrator (i). hakem, iki taraf arasındaki bir meselede kesin karar verebilme yetkisi olan tarafsız kimse.

arbor

(ing). arbour (i). çardak, kameriye; (mak). mil, dingil. Arbor Day ABD'de ağaç dikmeye tahsis edilen bir ilkbahar günü. arborvitae (i). ömür ağacı, dirim ağacı, mazi ağacı, (bot). Thuya orientalis. arbored (s). kameriyeli.

arboreal

(s). ağaca ait veya ağaç gibi olan; agaçsyl; ağaçlarda yaşayan veya gezen.

arboreous

(s), ağaç gibi; ağaçlı ağaçlık,

arborescence

(i), ağaca benzeme, ağaç şekli.

arborescent

(s). şekil ve büyüklük bakımından ağaca benzeyen.

arboretum

(i). bilimsel amaçlarla ağaç yetiştirilen alan.

arboriculture

(i). ağaç ve fidan yetiştirme.

arboriform

(s). ağaç şeklinde.

arborization

(i). maden veya fosillerde bulunan ağaç gibi şekil; (anat). dallanma.

arbour

(bak). arbor

arbutus

(i). mayıs çiçeği; kocayemiş, (bot). Arbutus unedo.

arc

(i). kavis; kemer, ark, yay; yay eklinde olan herhangi bir şey. arc lamp, arc light ark lâmbası.

arcade

(i). (mim). sıra kemerler; kemer altı, üstü kapalı çarşı.

arcadia

(i). eski Yunanistan da sade ve mesut bir ırkın oturduğu rivayet edilen dağlık bir ülke; cennet hayatı yaşatan kırlar. Arcadian (s). bu ülkeye ait; sakin, asude; sade, basit; pastoral.

arcane

(s). sırri, gizli, saklı, herkesçe bilinmesi caiz olmayan.

arcanum

(i). sır, muamma; eski simyacıların çözmeye çalıştıkları doğal sırlar; kuvvetli ve niteliği meçhul ilaç.

arch

(s). nazlı, cilveli, çapkın. archly (z). cilveli bir eda ile. archness (i). cilvelilik.

arch

(kıs). archaic, archaism, architect.

arch

(i). kemer, tak; ayak kemeri; kavis arch stone kemerin kilidi makamında olan taş. arch supporter ayak kemerine destek, kavis. arch of triumph zafer takı.

arch

(f). kemer yapmak veya kemerlerle kapatmak, kemer ekline koymak, kemer eklini almak; (sırt veya kaş) kabartmak.

arch-

önek baş, en büyük.

archaeology

(bak). archeology.

archaic

(s). kadim, eski; artık kullanılmayan , modası geçmiş.

archaism

(i) artık kullanılmayan söz veya terim.

archangel

(i). baş melek; melek otu, (bot). Archangelica officinalis archangelic (s). baş meleğe ait.

archbishop

(i). başpiskopos. archbishopric (i) başpiskoposluk makamı veya bölgesi.

archdeacon

(i). başdiyakoz.

archdiocese

(i). başpiskoposun idaresi altındaki bölge.

archduke

(i). arşidük. archducal (s). arşidüke ait. archduchess (i). ariduşes. archduch'y (i). arşidükün idaresi altındaki bölge. archduke'dom (i). arşidüklük.

archenemy

(i). baş düşman; şeytan.

archeology

(i). arkeoloji. archeological (s).arkeoloji ile ilgili. archeolog-ically (z). arkeoloji ile ilgili olarak. archeol'ogist (i). arkeolog.

archer

(i). okçu, kemankeş. archery (i). okçuluk.

archetype

(i). asıl numune, ilk örnek, orijinal model veya numune.

archfiend

(i). şeytan.

archimandrite

(i). bir veya birkaç manastırı idare eden rahip, yüksek rütbeli papaz.

archimedean

(s). ünlü Yunan matematikçisi Arşimed'e ait.

archipelago

(i). üzerinde irili ufaklı çok sayıda ada bulunan deniz; takımadalar ; adalar grubu. the Archipelago Adalar Denizi, Ege Denizi.

architect

(i). mimar.

architectonic

(s). mimarlığa ait, yapı veya plan Çizmeye ait; teknik yönden mimarlığı andıran; bir sistemin organizasyon kurallarını belirten (ilim v.b.).

architecture

(i). mimarlık; inşaat, yapı. architec-tural (s). mimari, mimarlığa ait.

architrave

(i)., mim sütunlar üzerine konulan ve üst kiriş makamında olan taban, taban.

archives

(i)., (çoğ). arşiv, devletin evrak hazinesi. archival (s). arşive ait. ar'chivist (i). arşiv müdürü veya bu işlerle meşgul olan kimse, arşivci.

archon

(i). eski Atina'da dokuz hâkimden biri; hükümdar.

archpriest

(i). başpapaz.

archway

(i). kemer altı yolu.

arctic

(s). arktik, Kuzey Kutbuyla ilgili veya o bölgede bulunan; çok soğuk. Arctic Circle Kuzey Kutup dairesi. Arctic Current Kuzey Buz Denizinden gelen akıntı. arctic fox kutup tilkisi. Arctic Ocean Kuzey Buz Denizi. Arctic Zone Kuzey Kutbu ile Kuzey Kutup dairesi arasındaki bölge.

arcturus

(i)., (astr). Arkturus.

arcuate

(s). kavisli, bükümlü, eğri. arcua-tion (i). eğme, eğrilik, kavis: (mim). kemerli inşaat.

ardent

(s). ateşli, gayretli, şevkli, hararetli. ardently (z). gayretle, şevkle, istekle. ardency (i). ateşlilik; şevk.

ardor

(i). gayret, şevk, ateş.

arduous

(s). güç, çetin, müşkül, gayret isteyen; dik. arduously (z). gayretle, güçlükle. arduousness (i). güç oluş, çetinlik.

are

(İngilizce gramerinde yardımcı fiildir.) -sin, -iz, -siniz, -dirler.

area

(i). alan, saha, mesaha, yüzölçümü.

areaway

(i). bir mahzen veya bodrumun girişi; geçit.

areca

(i). birkaç çeşit hurma ağacı.

aren't

(kıs). are not.

arena

(i). arena, oyun meydanı, amfiteatrın ortasında bulunan meydan; mücadele alanı.

arenaceous

(s). kumlu, kum gibi.

areoleareola

(i). meme başı etrafındaki renkli halka.

areopagus

(i). eski Atina-da Akropol'ün yanında bulunan bir tepe; o tepede toplanan yüksek hukuk meclisi. Areopagite (i). Aeropagus meclisi üyesi.

arete

(i). dağın bir tepesinden diğerine uzanan dar ve sarp geçit.

argaeus

(i). Erciyas Dağı.

argali

(i). helezon gibi dışarıya kıvrık boynuzları olan bir cins yabani koyun.

argent

(i)., (s)., hane. gümüş (s). gümüş renginde, parlak, beyaz.

argentina

(i). Arjantin. Argentine (s)., (i). Arjantinli.

argentine

(i)., (s). Balık pullarından elde edilen ve sahte inci yapımında kullanılan gümüşümsü bir madde; (s). gümüş gibi, gümüşle ilgili.

argil

(i). kil, balçık. argilla'ceous (s). kil gibi; killi.argillif-erous (s). içinde kil ve balçık bulunan, kil ve balçık hasıl eden. argillo-arena'ceous (s). kil ve kum karışımından meydana gelen (toprak). argil'lous (s). kil ve balçığa ait, kil gibi.

arglentiferous

(s). içinde gümüş bulunan.

argon

(i). (kim). argon.

argonaut

(i)., (mit). Argonot, Altın Pösteki''yi elde etmek için Argo gemisinde Yason'un idaresi altında seyahat eden kahramanlardan biri; (k.h.) sedefli deniz helezonu.

argosy

(i). büyük gemi, bilhassa en büyük eski tip ticaret gemisi.

argot

(i). argo, herhangi bir zümrenin kullandığı özel dil, özellikle külhanbeyleri veya hırsızlar arasında parola olarak kullanılan dil.

argue

(f). tartışmak, münakaşa etmek; ispat etmek, delil göstermek; out of ile caydırmak; for ile delil göstererek lehte söz söylemek; savunmak, müdafaa etmek; against ile itiraz etmek, karşı gelmek.argue one into going bir kimseyi gitmeye razı etmek.

argument

(i). tartışma, münakaşa; karşısındakileri ikna etmek için öne sürülen delil veya hususlar; bir kitabın savunduğu fikirlerin özeti. argumen'tal (s). münakaşa veya delil göstermeye ait. argumenta'tion (i). tartışma, münakaşa; yargılama, muhakeme. argumen'tative (s). tartışmacı, munakaşacı; zıtlık ifade eden, münakaşa götürür.

argumentumadhominem

(Lat). tartışmada karşı tarafın söz ve hareketlerini kendi görüşünü savunmada delil olarak kullanma.

argus

(i)., (mit). Zeus'un yüz gözlü oğlu; uyanık adam, açıkgöz kimse. Arguseyed (s). uyanık, tetikte olan, açıkgöz.

aria

(i)., (müz). arya, şan solosu.

arid

(s). kuru, sıcaktan çatlamış, kıraç; tatsız, yavan. arid'ity, aridness (i). kuraklık, kıraçlık; yavanlık; kuru şey.

aries

(i)., (astr). Koç Burcu, Koç takımyıldızı.

aright

(z). doğru olarak, hatasız bir şekilde.

aril

(i)., (bot). bazı tohumların etrafında bulunan kese şeklinde ince zar.

arioso

(z)., (müz). arya tarzında.

arise

(f). kalkmak, yerinden kalkmak, doğrulmak; zuhur etmek; ortaya çıkmak, doğmak.

aristocracy

(i). aristokratlık, aristokrasi.

aristocrat

(i). aristokrat; asilzade, kibar kimse, hâkim sınıftan biri; aristokrasi taraftarı. aristocrat'ic (s). aristokrasiye ait, asil, çok kibar. aristocrat'ically (z). aristokratça.

aristotelian

(s). (i). Yunan filozofu Aristo'ya ait; (i). Aristo nazariyeleri taraftarı. Aristotelianism (i). Aristoculuk. Aristotelic (s). Aristo'ya veya felsefesine ait.

aristotle

(i). Aristo.

arithmetic

(i). aritmetik, hesap, hesap ilmi.arithmet'ical (s). aritmetikle ilgili. arithmet'ically (z). aritmetik yoluyla. arithmetician (i). aritmetikçi.

ark

(i).altı düz mavna, duba; sandık, kutu. Noah's ark Nuh'un gemisi. Ark of the Covenant üzerinde on emir yazılı olan taş tabletlerin bulunduğu sandık.

arm

(f)., (i). silahlandırmak,donatmak,teçhiz etmek, savaşa hazırlamak; silahlanmak, silaha sarılmak; zırh giydirmek; (i). silah; askeri kuvvetlerin bir kolu. arming (i). silahlanma; silahlandırma; silah, donatım teçhizat,teçhiz.

arm

(i). kol; dal; mil: şube; pazı; koy, küçük körfez; kuvvet, güç, otorite. armchair (i).koltuk.armful (i). kucak dolusu. armhole (i)., (terz). kolevi.armlet (i). kısa kol (elbise) ; pazıbent; halis, koy. arm of the law güvenlik kuvvetleri. armpit (i). koltuk altı. arm's length kol boyu. arm's reach elin yetişeceği mesafe. be within arm's reach yakın olmak, elinin altında olmak. keep one at arm's length bir kimseyi uzak tutmak, yüz vermemek.

armada

(i). donanma. the Armada 1588'de İngiltere'ye hücum edip mağlup olan İspanyol donanması.

armadillo

(i)., (zool). Güney Amerika'da bulunan ve zırh gibi kabuğu olan, kertenkele cinsinden iri hayvan.

armageddon

(i). kıyamet gününde iyilik ve kötülük orduları arasında sıkacak savaşa sahne olacak meydan, mahşer; ölüm kalım savaşı.

armament

(i). silahlandırma, donatım, teçhizat.

armamentarium

(i)., (tıb). tedavi usul ve araçlarının tümü.

armature

(i).zırh; hayvan ve bitkilerde zırh; (elek). armatür, mıknatısın iki kutbu arasına yerleştirilen demir parçası; bobin endüvisi.

armband

(i). pazıbent.

armed

(s).silahlı. armed forces silahlı kuvvetler.

armenia

(i). Ermenistan. Armenian (i).,(s).Ermeni, Ermenice.

armiger

(i). eski şovalyenin silâhtarı.

armillary

(s). bileziğe benzer yahut bileziğe ait; halka halka olan.

armistice

(i). mütareke, ateşkes.

armor

(ing). armour (i). zırh; silâh. armor-bearer (i). silâhtar. armor-piercing (s). zırh delen. armor plate zırhlı levha. armored (s).zırhlı. armored car zırhlı otomobil, zırhlı vagon.

armorer

(i). zırh ve silâh yapan veya tamir eden kimse.

armorial

(s). silâh veya hanedanIık armasına ait.

armory

(i). cephane ve talimhane; silıh deposu; ABD silıh fabrikası, tophane.

armour

(bak). armor.

arms

(i). silâhlar, cephane; arma.To arms ! Silâh başına ! bear arms silahlı olmak. under arms silâhlanmış, harbe hazır. up in arms ateş püskürmeye hazır ; ayaklanmış; of kelenmiş. Iay down arms sulh yapmak; teslim olmak.

army

(i). kara ordusu, ordu. army commander orgeneral. army worm sürü halinde yürüyen ve her şeyi yiyip bitiren bir çeşit tırtıl.

arnica

(i) arnika, dağtütünü, öküzotu, (bot). Arnica montana; bu bitkiden elde edilen ilaç.

aroma

(i). koku, güzel koku, rayiha.

aromatic

(s). güzel kokulu, rayihalı, baharat gibi kokan.

aromatize

(f). kokulandırmak, baharat kokusu vermek.

around

(z). edat etrafına, etrafında, yakında, civarda; edat etrafına, etrafında, dört bir yanına, dört bir yanında; şuraya buraya; şurada burada. get around ayakta ve sihhatte olmak; atlatmak; yayılmak, get around to fırsat bulmak, (fig). eli değmek. to have been around hayat tecrübesi olmak, bir yerde bulunmuş olmak.

arouse

(f). uyandırmak, canlandırmak, ayaklandırmak, kaldırmak, tahrik etmek, harekete geçirmek; uyanmak, canlanmak, harekete geçmek, gözünü açmak. arousal (i). uyandırma, canlandırma.

arpeggio

(i)., (müz). çalgıda notaları hızlı ve kesik çalma; bu şekilde çalınan notaların toplamı; arpej.

arquebusharquebus

(i). eskiden kullanılan bir çeşit çakmaklı tüfek. ha

arr

(kıs). arranged, arrival, arrived.

arrack

(i). rakı.

arraign

(f). (huk). mahkeme huzuruna çağırıp cürüm isnat etmek, suçlamak, itham etmek; kusur bulmak. arraigning, arraignment (i)., (huk). mahkemede davayı resmen sanığa tebliğ etme; kusur veya kabahat yükleme.

arrange

(f). düzenlemek, tertip etmek, tanzim etmek, düzeltmek, sıraya koymak, tesviye etmek, dizmek; bir konuda anlaşmaya varmak; kararlaştırmak, planlamak; islah etmek, bertaraf etmek, bitirmek; hazırlanmak , hazırlamak; (müz). aranjman yapmak. arrangement (i). düzenlemi, tanzim, tesviye, düzen, nizam, tertip, sıra, dizme; hazırlık; anlaşma, mukavele; tertip edilmiş şey; (müz). aranjman.

arrant

(s). çok kötü, kötü şohret sahibi olan, ady çıkmış. arrantly (z). kötü bir şekilde; baştan aşağı.

arras

(i). nakışlı duvar veya kapı halısı; halı dokuması.

array

(i). saf, sıra, tertip, tanzim, düzen, nizam; ordu; debdebe, tantana; muhteşem kıyafet.

array

(f). dizmek, saf çekmek, tertip etmek, düzenlemek, tanzim etmek; giydirip kuşatmak, donatmak. arrayal (i). dizme, tertip etme; giydirip kuşatma.

arrear

(i). arka kısım; arkada kalma; (gen). ,(çoğ). ödenmemiş borç, bakaya. be in arrears borcu vaktinde ödeyememek. arrearage (i) geri kalma; vaktinde ödenmemiş borcun bakyyesi.

arrest

(i)., (f). tutuklama, tevkif, hapis; durdurma; kesme; (f). durdurmak, kesmek; (huk). tutuklamak, tevkif etmek, tutmak; çekmek, celbetmek (dikkat). under arrest tutuklu, mevkuf; durdurulmuş.

arribrepensee

(i). art fikir, gizli düşünce veya maksat.

arrive

(f). gelmek, vâsıl olmak, varmak, ulaşmak, yetişmek. arrival (i). geliş, varış; gelen kimse.

arrogance

(i). kibir, kendini beğenme , kibirlilik, gurur; küstahlık, haddini bilmezlik. arrogant (s). kibirli, marur, azametli; küstah. arrogantly (z). kibirle; küstahça.

arrogate

(f).iddia etmek, haksız yere iddia etmek veya benimsemek; bir diğerinin üzerine atmak. arroga'tion (i), haksız iddia.

arrow

(i). ok. arrowhead (i). ok başı, temren.

arrowroot

(i). ararot.

arrowy

(s). ok gibi; süratli; okla dolu.

arroyo

(i). kuru vadi.

arsenal

(i). tophane, askeri teçhizat deposu.

arsenate

(i)., (kim). arsenik asidinden bir tuz.

arsenic

(i). arsenik, sıçanotu. arsenic , -al (s). arsenige ait, arsenikli.white arsenic sıçanotu, beyaz zırnık. yellow arsenic sarı zırnık. arsenicated (s). arsenikle karışmış olan. arsenous (s). arseniğe ait, arsenikli. arsenic acid arsenik asidi. arsenite (i). bu asidin tuzu. arsine (arsin) (i). renksiz ve çabuk alevlenen zehirli bir gaz.

arson

(i). kundakçılık, kasten yangın çıkarma.

art

(f)., eski (sen) -sin.

art

(kıs). article.

art

(i). hüner, sanat, marifet, ustalık, maharet ; ilim dalı, fen. arts and crafts el işleri. Bachelor of Arts degree edebiyat fakültesi diploması, başölyelik derecesi; (kıs). AB, BA black art sihir, sihirbazlık, büyü, büyücülük. fine arts güzel sanatlar. Iiberal arts edebiyat ve beşeri ilimler.Master of Arts edebiyat fakültesi diploması ile doktora arasında bir derece. mechanical arts endüstriyel sanatlar. the arts edebiyat, fen ve beşeri ilimler.

artefact

(bak). artifact.

artemisia

(i)., (bot). Artemisia familyasyndan bir tür.

arterial

(s)., (tıb). atardamarlardaki temiz kanla ilgili; atardamarlarla ilgili; atardamarlara benzer. arterial blood temiz kan. arterial highway ana şose, anayol, büyük yol.

arterialize

(f)., (tıb). oksijen vasıtasıyla ciğerlerdeki pis kanı temiz kan haline getirmek.

arteriosclerosis

(i)., (tıb). damar sertliği, arterioskıleroz.

artery

(i) arter, kırmızı kan damarı, nabız damarı, atardamar; büyük cadde, anayol; büyük nehir artesian

artful

(s) ustalıklı, sanatlı, maharet isteyen; kurnaz artfully (z) maharetle, ustaca artfulness (i) maharet, ustalık

arthritic

(i), (s), (tlb) arterit; (s) mafsala ait; mafsal iltihabına ait

arthritis

(i), (tlb) mafsal iltihabı, arterit

arthrodia

(i), anat düz yüzlü eklem

arthropoda

(i), (coğ), (zool) eklembacaklylar

arthrosis

(i), (anat) eklem, mafsal

artichoke

(i) enginar, (bot) Cynara scolymus Jerusalem artichoke beyaz yerelması, yıldız kökü prickly artichoke kenger, yaban enginarı, bot Cynara cardunculus wild artichoke yabani deve dikeni

article

(i) makale, yazı; bent, madde, fıkra, fasıl, bahis; ey, nesne, madde; kısım; gram harfi tarif ve harfi tenkir : (zool) boum, bitki boumu articles of apprenticeship usta ile çırak arasında anlama articles of association şirket mukavelesi

article

(f) maddeler halinde tertip etmek; madde madde şikayetleri içine alan bir dilekçe vasıtasyyla bir kimseyi dava etmek; usta yanyna mukavele ile çırak vermek

articular

(s) mafsallara ait articularly (z) mafsallara ait olarak

articulate

(f) mafsal ile birletirmek ; mafsallarla bitişmek.

articulate

(s). mafsallı; düzenli bir şekilde birbirine bağlı.

articulate

(f). açıkça beyan etmek, ifade etmek; telaffuz etmek, söylemek.

articulate

(s). düşüncelerini rahatça ifade edebilen; konuşkan. articulately (z). açıkça ifade ederek, kolay anlaşılır bir şekilde. articulateness (i) açıkça ifade etme kabiliyeti, belagat.

articulation

(i). mafsal, eklem, oynak yeri; bitiştirme; telâffuz; telâffuz şekli.

artifact

(i). insan eliyle yapılan şey, bilhassa ilk insanlann meydana getirdigi sanat eseri; yapı; (biyol). dokuda suni olarak meydana getirilen şey.

artifice

(i). oyun, hile, desise; hüner, sanat; hunerli iş; ustalık.

artificer

(i). sanatkâr, sanat erbabı; icat eden kimse; askeri teknisyen.

artificial

(s). yapma, suni, taklit; yalan, yalancy, sahte, zoraki. artificially (z). sahte olarak, suni olarak, yapmacıkla.artificial horizon (hav). suni ufuk. artificial insemination suni ilkahç

artificiality

(i). yapmacık tavırlar; sunilik; taklit şey.

artillery

(i). top gibi büyük harp siIâhları , ağır silâhlar; topçu sınıfı; topçuluk. artilleryman (i). topçu neferi

artisan

(i). esnaf, zanaatçı, endüstri işçisi.

artist

(i). sanatçı, sanatkâr, ressam, heykeltıraş; sahne sanatçısı; argo düzenbaz kimse.

artiste

(i). sahne sanatçısı, dansöz, şantöz, aktör.

artistic

(s). sanat yönü olan, estetik güzellie sahip, sanatkârane, güzel sanatlara ait. artistically (z). sanatkârca, sanatkârane bir şekilde.

artistry

(i). sanatkârlık, sanat kabiliyeti , sanat eserleri; güzel sanatlarla meşgul olma.

artless

(s). hilesiz, saf, açık sözlü; hünersiz, sanatsız, kaba; tabii, doğal. artlessly (z). hilesizce, saflıkla. artlessness (i). hilesiz oluş, saflık.

arty

(s)., (k).dili gösterişli, iddialı.(sanat eseri).

arum

(i)., (bot). yılanyastığı, danaayağı.

arundinaceous

(s). kamış cinsinden , kamışa benzer.

aruspex

(bak). haruspex.

aryan

(i)., (s). Ari, Hint-Avrupalı, HintAvrupa dilini konuşan tarih öncesi kavim; (s). bu kavme veya Hint-Avrupa diline ait.

as

(z). gibi, veçhile, suretle; iken as... so oldugu gibi, dahi, o veçhile. as well as gibi. as you were going siz giderken. so as gibi, suretle, veçhile; için; ki as...as kadar. so as to see görecek surette, görmek için. This is as good as that.Bu da diğeri kadar iyidir. He bought the farm as well as the house.Hem evi hem de çiftliği aldı. As we have finished, we may go. Mademki işimiz bitti, gidebiliriz. ıt gets better as you go along. iş ilerledikçe daha iyi oluyor. Do as I do. Sen de benim yaptığımı yap. Expensive as it was, I bought it. Çok pahalı olduğu halde aldım. as is şimdiki durumuyla. I'II buy it as is. Olduğu gibi satın alırım.

as

baglaç çünkü, mademki, nitekim. as if, as though, as it were sanki, güya. as to, as for gelince, hakkynda,... sorarsanız AS (kıs). Anglo-Saxon.

asafetida

(i). şeytantersi, çadıruşağı otu, kötü kokulu bir sinir ilâcı.

asbestos

(i).amyant,asbest, yanmaz taş dağ keteni, taş keten, yeşil taş pamuğu. asbestos packing asbest salmastrası.

ascap

(kıs). American Society of Composers, Authors and Publishers.

ascarid

(i). askarid, (zool). Ascaris.

ascend

(f). çıkmak, yukarı çıkmak, yükselmek , muzikte pesten tize geçmek; akarsu boyunca akıntıya karşı gitmek; artmak, çoğalmak , ziyadeleşmek; üzerine çıkmak, tırmanmak. ascendable (s). çıkılır, çıkılabilir.

ascendancy

(i). hüküm, nüfuz, itibar, üstünlük, faiklyet.

ascendantent

(i)., (s). hüküm, nüfuz, itibar; s yükselen; üstün, faik, hâkim; ufukta görünmeye başlayan. be in the ascendant galip olmak, nufuz sahibi olmaya başlamak.

ascender

(i)., (matb). satırın tepesine kadar uzantısı olan harf.

ascension

(i). yukarı çıkış, yükselme, miraç; (astr). ufuktan yükseklik derecesi; (bak). right ascension.

ascent

(i). çıkış, yükseliş; çıkacak yol, yokuş, bayır.

ascertain

(f). doğrusunu anlamak, tahkik etmek, araştırmak, soruşturmak. ascertainable (s). soruşturulabilir, tahkik edilebilir , anlaşılabilir. ascertainment (i). soruşturma , tahkik, anlama.

ascetic

(i). din urğuna dünya zevklerini feda eden kimse, zahit kimse, münzevi kimse, riyazetçi, sofu kimse, derviş. ascetic (s). zahit, sofu; kendi zevkini çok düşünmeyen. asceticism (i). koyu sofuluk, aşırı riyazet, çilecilik, zahitlik; sade bir hayat sürme.

ascites

(i)., tıb sıskalık, karında istiska, karına su dolması, karında sıvı toplanması.

asclepius

(i). Yunanlıların tıp ilâhı.

ascorbic acid

C vitamini

ascot

(i). bir çeşit enli boyunbağı.

ascribe

(f). atfetmek, hamletmek, vermek, yüklemek, isnat etmek. ascribable (s). atfolunabilir, isnat olunabilir, yüklenebilir.

ascription

(i). yükleme, isnat, atıf. ascription of praise Tannya övgü sunma, hamt, tesbih, tehlil.

aseity

(i). kendiliğinden meydana gelme.

asepsis

(i)., (tıb). mikropsuzluk, asepsi. aseptic (s). mikropsuz, aseptik.

asexual

(s)., (biyol). cinsiyetsiz, erkekliği ve dişiliği olmayan, eşeysiz.

ash

(i). dibudak ağacı veya kerestesi, (bot). Fraxinus mountain ash yabani üvez ağacı, alıç, (bot). Sorbus ancuparia.

ash

(i). kül. ash can kaloriferden alınan küllerin konulduğu varil. ash hole kül yeri, külhan ashpan (i). sobadaki ateşten düşen külü tutan kap veya çekme, küllük. ashpit (i). kül veya çöp çukuru, külhan. ash tray sigara tablası, kül tablası. Ash Wednesday Paskalyadan evvelki perhizin ilk çarşambası.

ashamed

(s). utanmış, mahcup olmuş.

ashen

(s). kül gibi; kül rengi, soluk renkli; dişbudak ağacına ait veya ondan yapılmış.

ashkenazim

(i)., (çoğ). Polonya, Rus ve Alman Yahudileri.

ashlar

(i). inşaatlarda kullanılan kesme veya yontma kare taş; böyle taşlarla yapılmış veya kaplanmış yapı.

ashore

(z). karaya, karada, kıyıya, kıyıda, karaya oturmuş (gemi).

ashram

(i). Hindistan'da tekke.

ashy

(s). küllü, kül serpilmiş, külle kaplı; kül rengi.

asia

(i). Asya. Asia Minor Anadolu.

asian

(s)., (i). Asyalı.

asiatic

(i)., (s). Asyalı; (s). Asya kıtasına veya halkına ait.

aside

(z). bir yana, bir tarafa, bir kenara, ayrı, kendi kendine. aside from ABD -den başka. call aside bir tarafa çağırmak. draw aside bir tarafa almak, bir tarafa çekmek. Iay aside bir tarafa koymak, saklamak. stand aside bir yana çekilmek. turn aside bir yana sapmak, bir yana saptırmak, baştan çıkarmak.

aside

(i). bir oyuncunun sahnede kendi kendine söyledii sözler.

asinine

(s). aptal, inatçı , (eşek gibi) eşeğe ait, eşekçe. asinin'ity (i). eşeklik, aptallık.

ask

(f). sormak; talep etmek; davet etmek, teklif etmek; icap ettirmek, istemek, ihtiyaç göstermek; yalvarmak, rica etmek, niyaz etmek. ask for sormak, aramak, talep etmek, istemek. ask for it hak etmek. ask in içeriye davet etmek. ask one to davet etmek. ask one rica etmek.

askanceaskant

(z). göz ucuyla, yan yan (bakış); güvensizlikle; beğenmeyerek. Iook askance göz ucuyla bakmak, yan bakmak.

askew

(z). eğri olarak, çarpık bir şekilde.

aslant

(s)., (edat). (z). eğri olan, yan, meyilli ; edat üzerinden meyilli olarak; (z). meyilli olarak.

asleep

(s)., (z). uykuda olan, uyuşmuş; (z). uyurken, uykuya. fall asleep uykuya dalmak. fast asleep derin uykuda. My foot is asleep. Ayağım uyuşmuş.

aslope

(s)., (z). meyilli, yatyk, eğri; (z). meyilli olarak.

asmara

(i). Asmara nehri.

asocial

(s). toplumdan kaçan, merdümgiriz ; toplumun yararını düşünmeyen, egoist, menfaatperest.

asp

(i). engerek yılanı.

asparagus

(i). kuşkonmaz, (bot). Asparagus officinalis. asparagus fern perçemli kuşkonmaz. wild asparagus dişi kuşkonmaz, (bot). Asparagus acutifolius.

asparticacid

kuşkonmaz otu ve pancardan çıkarılan özel bir asit, asparagin asidi.

aspect

(i). görünüş, gösteriş, veçhe, suret; yüz, çehre, sima; bakış, görüş, nazar; safha, hal, durum, vaziyet; (astrol). gezegenlerin birbirine oranla durumları.

aspen

(i). yaprakları çok titreyen bir çeşit kavak ağacı, toz ağacı, (bot). Populus tremuloides.

asper

(i). akçe, pul.

asper

(i). ''h'' sesi.

asperity

(i). pürüz, sertlik; kabalık, şiddet; zorluk, güçlük.

aspermous

(s)., (bot). tohumsuz, aslı tohumsuz olan.

asperse

(f). iftira etmek, lekelemek, çamur atmak; serpmek. aspersion (i). iftira, leke. cast aspersions taş atmak, laf sokuşturmak, dokundurmak. aspersive (s). iftira kabilinden.

asphalt

(i). maden zifti; asfalt, maden zifti ile kum veya çakıl taşını karıştırarak yol yapımında kullanılan malzeme; asfalt yol.

asphodel

(i). çirişotu, (bot). Asphodelus.

asphyxia

(i), (tıb). asfeksi, oksijen yokluğundan ileri gelen boğulma, nefes kesilmesi. (havagazından boğulma gibi).

asphyxiate

(f). boğmak, oksijensiz bırakmak; boğulmak.asphyxia'tion (i). oksijen yokluğundan boğulmaya sebep olma, boğulma, nefes kesilmesi.

aspic

(i)., ahçı. et vb'nin yanında garnitür olarak servis yapılan iştah açıcı bir çeit jelatin.

aspidistra

(i)., (bot). aspidistra, zambak familyasından çok güzel yaprakll bir salon bitkisi.

aspirant

(s)., (i). istekli, arzulu, talip (kimse).

aspirate

(i)., (f)., (s). h sesi ve ''h harfi; h', gibi ses çIkarma; (f). h sesiyle telâffuz etmek; (s). ''h sesiyle telâffuz olunan.

aspiration

(i). arzu, istek, iştiyak; yüksek bir gaye edinme; teneffüs etme, nefes alıp verme; (gram). h harfini telâffuz.

aspirator

(i). aspiratör, emici alet; (tıb). emerek vücuttan sıvıları çeken alet.

aspire

(f). yüksek bir gaye edinmek, arzu etmek, talip olmak, göz dikmek.

aspirin

(i ).aspirin

aspiring

(s). gözü ilerde olan, bir gayesi olan aspiringly (z). yüksek emeller peşinde koşarak.

asquint

(s)., (z). gözunün ucuyla bakan; (z). gözünün ucuyla bakarak, yan yan bakarak.

ass

(i). eşek, merkep: ahmak, aptal veya budala kimse; argo but, kaba et wild ass dağ kulanı, yaban eşeği, zool Asinus onager.

assagai

(i). Güney Afrika'da kullanılan hafif bir mızrak.

assail

(f) saldırmak, üzerine atılmak, üzerine varmak, hücum etmek, hamle etmek; tecavüz etmek, dil uzatmak assailable (s). tecavüz edilebilir. assailant (i). saldırgan kimse, mütecaviz kimse.

assassin

(i). suikastçı, katil, gizlice adam öIdüren kimse; (bh). ismaili mezhebinin Haşşâşin denilen koluna mensup olan kimse.

assassinate

(f) suikast yapmak, alçakçasına adam öldürmek (özellikle siyasi kişileri);bir kimsenin şöhretini mahvetmek assassina'tion i suikast, adam öIdürme.

assault

(i)., (f). saldırı, şiddetli hucum, hamle, tecavüz; (f). saldırmak, hücum etmek, tecavüz etmek. assault and battery huk. muessir fiil.

assay

(i). tahlil; tecrübe, deneme; tartma, ayarlama; ayar için alınan madde.

assay

(f). denemek, tecrübe etmek, yoklamak ; tahlil etmek, ayar etmek; değer biçmek , kıymet takdir etmek.

assemblage

(i). toplantı, meclis; takım, kalabalık; montaj; bir araya toplama veya toplanma.

assemble

(f). toplamak, birleştirmek, bir araya getirmek, kısımlan birbirine uydurmak ; parçaları yerli yerine takmak; toplanmak , birleşmek, bir araya gelmek, toplantı yapmak, içtima etmek.

assembly

(i). toplantı, meclis, kongre assembly line montaj fabrikası. assembly room toplantı salonu. right of assembly toplanma hakkı. assemblyman (i). meclis üyesi, özellikle eyalet meclisi üyesi.

assent

(i)., (f). rıza, muvafakat, tasdik, onay, kabul teslim; (f). razl olmak, muvafakat etmek, tasdik etmek, kabul etmek.

assert

(f). ispat ve iddia ile beyan etmek; üzerinde durmak, teyit etmek; demek, öne sürmek, söylemek, iddia etmek assert one's rights hakkını öne sürmek. assertive (s). iddiacı. assertively (z). öne sürerek. assertion (i). iddia, teyit, hakkını ispat etme. assertory (s). iddia eden.

assess

(f), tayin etmek (vergi, para cezası v.b.) , kıymet takdir etmek, tarh etmek, -e bağlamak assessable (s). vergi tayini için kıymeti takdir olunabilen.

assessment

i takdir edilen kıymet; kıymet takdir etme; vergi; ödenecek veya toplanacak meblâğ .

assessor

(i).vergi tahakkuk memuru; yargıç muavini veya muşaviri. assessor'ial (s). bu memura ait.

asset

(i), mal, kıymetli şey, kıymetli vasıf.

assets

(i)., (çog)., (tic). emval, servet, mevcudat, aktif, varlık. assets and liabilities varlıklar ve borçlar asset and liability statement bilanço. current assets döner varlıklar. fixed assets sabit kıymetler, duran varlıklar. personal sssets menkul mallar. real assets taşınmazlar, gayri menkul mallar. Iiquid assets derhal paraya çevrilebilen kıymetler.

asseverate

(f). beyan ve iddia etmek, katiyetle bildirmek. assevera'tion (i). iddia, soyleme, beyan, söz.

assiduous

(s). çaIışkan, yorulmaz, yılmaz, bezmez, usanmaz; devamlı, surekli; dikkatli assidu'ity, assid'uousness (i). çalışkanlık, gayret; devam , süreklilik assiduously (z). kendini vererek, gayretle; sürekli olarak.

assign

(f). atamak, tayin etmek; aylrmak , tahsis etmek; kararlaştırmak; atfetmek , hamletmek; (huk). devretmek assignable (s). tayini mümkun, tahsisi mümkün; feragat edilmesi mümkün.

assignation

(i). randevu, gizli aşk randevusu.

assignee

(i)., (huk). kendisine mal, hak ve yetki devredilen kimse.

assignment

(i). atama, tayin etme; tayin edilen şey; (huk). feragat etme, feragat senedi, havale senedi; davanın görulmesi için gün tayin edilmesi; müflisin malınl bir vekile emaneten teslim ve havale; temlik; okul ödevi, evde hazırlanacak ders assignment clause bir sigorta poliçesinde sahibine ciro hakkını veren madde.

assimilate

(f). benzetmek, uydurmak , tesbih etmek, bagdaştırmak; özumsemek , hazmetmek, emmek assimila'tion (i). benzeyis, tesbih; benzesme, temsil; hazım, emme, ozumseme, asimilasyon assim'ilative (s). benzeten, teşbih eden; hazmedici, özümseyici.

assist

(f)., (i). yardım etmek, muavenet etmek, iane vermek, desteklemek; (i). yardım assist at hazır bulunmak assistance (i). yardım, muavenet, imdat, iane assistant (i). muavin, yardımcı assistant professor asistan .

assize

(i). kurulda alınan karar, hukum; (çog), (ing) geçici mahkeme celsesi.

associate

(i)., (f)., (s). arkadaş, dost; serik, ortak; uye,aza; (f). arkadaşlık etmek; ortak etmek, birleştirmek; benzetmek, yakıştırmak, aralannda iliski kurmak; ortakllk kurmak, ,serik olmak;(s). arkadas olan, ortak çıkar ve ilişkileri olan; tam üyelik haklanndan yararlanamayan, üye olarak tam yetki sahibi olmayan. associate professor (doçent). associable (s). baglantısı olabilen. associateship (i). arkadaslık; şeriklik, ortaklık.

associated press

Assosiated Press haber ajansı

association

(i). kurum, cemiyet; arkadaşlık, birlik; şirket association football (ing). futbol. association of ideas çagrışım.

associative

(s). birliğe ait. associative faculty çağrışım yeteneği.

assonance

(i). telaffuz benzerliği; asonans, yarım kafiye, seci. assonant (s). telaffuzu benzer olan; yarım kafiyeli.

assort

(f). tasnif etmek, sınıflandırmak, cinslerine göre ayırmak; uymak, uygun olmak, yakışmak. assorted (s). çesitli assortment (i). tasnif, sınıflandırma; çesitle

asst

(kıs).assistant.

assuage

(f). azaltmak, hafifletmek, yatıştırmak, teskin etmek, kesmek; tatmin etmek.

assuasive

(s). hafifletici, dindirici, teskin edici.

assume

(f). üzerine almak, deruhte etmek ; farzetmek, var olduğunu kabul etmek; var gibi göstermek, yakıştırmak; yetkisi olmadan bir vazifeyi üstüne almak. assumed (s). farzolunan; hayali; takma, müstear (isim) ; gasbedilmiş assuming (s). kibirli, mağrur, amirane tavırlar takınan.

assumpsit

(i)., (huk). bir vaat uzerine yapılan sözlesme; akdin bozulması halinde zarar ziyan davası.

assumption

(i) farz, tahmin, zan; tavır, poz, amirlik taslama; kendine is edinme, ustune alma; kibir, gurur, kustahlık; semaya yukselme, uruç, bilhassa Hazreti Meryem'in semaya urucu. Feast of the Assumption 15 Ağustosta kutlanan Meryem'in urucu yortusu.

assumptive

(s). farzolunan, zannedilen ; kibirli, magrur. assumptively (z).farzederek , zannederek; kibirle, gururla.

assurance

(i). güven, itimat; inanç, itikat; nefsine itimat, kendine güvenme, cesaret ; söz, yemin, teminat; arsızlık, yüzsüzlük; (ing). sigorta.

assure

(f).temin etmek , temin edici söz söylemek;ikna etmek; söz vermek;sigorta etmek.assured (s).önceden belli olan (ışur'idli) (z) elbette, her halde, mutlaka, muhakkak assuring (i).,(s). emniyet veren, inandıncı (şey veya kimse). assuringly (z). inandlncı bir şekilde.

assurgent

(s)., (bot). yükselen, yukarı dogru kıvrılan.

assyria

(i). Asur. Assyrian (i).,(s). Asuri, Asurca. Assyriol'ogist (i). Asur uygarlıgl bilgini. Assyriol'ogy (i). Asur uygarllğı(tarih, dil ve arkeoloji) ilmi.

astarte

(i). Fenikelilerin aşk ilâhesi, Kibele.

astatic

(s)., fiz. tesirsiz denkligi olan; sabit olmayan, belirli bir yeri veya yönu olmayan.

aster

(i). ylldız çiçegi, pat çiçeği China aster saray patı.

asteriated

(s). yıldız şeklinde yansıtan.

asterisk

(i). yıldız işareti.

asterism

(i)., astr. yıldız kümesi; matb. uç yıldız işareti; bazı kristalleşmiş madenlerin i çinde yıldız şeklinin belirmesi özelligi.

astern

(z).den geriye, gerisinde, arkaya, geminin gerisinde kalmak, geride bulunmak.go astern geri gitmek (gemi), tornistan etmek;geminin kıç tarafına gitmek.

asteroid

(i).(s)., (astr). küçük gezegen, asteroid, planetoit; (zool). deniz yıldızı familyası; s yıldız gibi. asteroi'dal (s). küçük gezegenle ilgili; yıldıza benzer.

asthenia

(i).,tıp.kuvvetsizlik,dermansızlık, kuvvetten düşme. asthen'ic (s)., tıb. kuvvetsizlige ait, kuvvetsiz.

asthma

(i)., tıb. nefes darlıgı, astım. asthmat'ic (s)., astımla ilgili, astımlı, nefes darlıgına ait.

astigmatism

(i)., tıb. astigmatizm. astigmat'ic (s). astigmatik astigmometer (s). astigmatın derecesini olçmeye mahsus alet.

astir

(z)., (s), hareket halinde, harekette; (s). yataktan kalkmış, etrafta dolaşan.

astomatous

(s). agızsız.

astonish

(f). şaşırtmak, hayrete dusurmek. be astonished at hayret etmek, şaşmak, şaşakalmak.

astonishing

(s). şasırtıcı, hayret verici, şaşılacak. astonishingly (z). şaşılacak surette.

astonishment

( i). hayret, şaskınlık, şaşırma.be filled,(seized,struck). with astonishment şaşmak, şaşakalmak, donakalmak.

astound

(f). aşırı derecede şaşırtmak, bütüun bütün hayret ettirmek. astoundingly (z). hayret ettirecek surette, Saşırtıcı bir şekilde.

astraddle

(z). ata binmiş gibi bacaklan birbirinden ayn olarak, eyere binmiş olarak.

astragal

(i), (mim ).dlşbukey pervaz .

astragalus

(i). topuk kemigi.

astrakhan

(i). astragan, yeni dogmuş kuzunun postu; karagülün kürkü.

astral

(s). yıldızlı, ylldız gibi, yıldızlarla ilgili;(biyol yıldlz biçiminde.

astrand

(s) . kıyıda, karaya oturmuş.

astraphobia

(i).(Ing). ylldlnm ve gök gürültüsünden aşım korku.

astray

(z)., (s). yolundan çıkmış, yanlış yol tutmuş, sapıtmış, sapmış,go ü astray kötü yola sapmak; yanlış yere gitmek. Iead astray ayartmak azdırmak,.baştan çıkartmak ;kötü yola sevketmek.

astride

(z). ata binmis gibi bacaklan birbirinden ayn olarak.

astringe

(f). sıkmak, sıkıştırmak, teksif etmek. astrin'gency (i). sıkıştırıcılık, sıkıcılık,kabız, kasılma astringent (i)., (s). Iokal olarak doku ve damarlan büzen ilaç; (s)sıkıştırıcı büzücü.

astrobiology

( i) astrobiyoloji.

astrodome

(i).uçağın üst kısmında gökcisimlerini gözlemek için yuvarlak pencere.

astrodynamics

(i) yıldızların hareketleriyle ilgili bilim dalı.

astrogate

(f). uzay aracmda yön tayin etmek.

astrography

(i) astrografi, yıldızların haritasını çıkarma veya yıldızları tarif etme ilmi.

astrolabe

(i). eskiden gökcisimlerinin yüksekliğini tayin etmede kullamlan bir gözlem aracı, usturlap.

astrolatry

(i). gökcisimlerine tapma.

astrologer

(i) muneccim.

astrology

(i). astroloji, muneccimlik ; yıldız falcılığı; (eski zamanda)yıldızlar ilmi. astrolog'ical (s) astrolojiye ait, astrologically (z) astrolojik olarak.

astronaut

(i). astronot.

astronautics

(i) fezada yolculuk ilmi.

astronomer

(i). astronom.

astronomical

( s ).,çok fazla, muazzam, aşırı astronomik; astronomi ile ilqili.

astronomy

(i) astronomi, yıldızlar ilmi.

astrophotography

(i) fotografçılığın astronomiye uygulanması. as'trophotograph'ic (s). gökcisimlerinin foto ğraflannln allnmasma ait.

astrophysics

(i) gökcisimlerinin fiziksel ve kimyasal yapılarını inceleyen ilim, astrofizik. astrophysical (s) astrofizikle ilgili.

astute

(s). dirayetli, akıllı, zeki, kurnaz, zeyrek, aldanmaz. astutely (z) dirayetle; kurnazcasına. astuteness (i). dirayet, feraset; kurnazlık.

asunci6n

(i) Asunsion, Paraguay ,ın başkenti,

asunder

(z). ayrılmış olarak, parçalanm ış bir şekilde; parçalar halinde; birbirinden ayrı veya uzak.

asylum

(i) sığınak barinak, melce; himaye, koruma, muhafaza; kimsesiz veya düşkünleri barındıran kurum, yetimhane, düşkünler evi. give asylum to barındırmak. insane asylum akıl hastanesi, şifa yurdu. orphan asylum yetimhane, oksüzler yurdu political asylum siyasi iltica take asylum in barınmak, sığınmak, iltica etmek.

asymmetry

(i) simetrisizlik, bakıışımszlık.asymmetrıc (s) simetrik olmayan, simetriz, bakışımsız.

asymptote

(i).,mat.asimptot, sonuşmaz.asymptotic (s) asimptotik, sonuşmazla ilgili veya ona ait.

asynchronous

(s) aynı zamanda vaki olmayan, eşzamanlı olmayan.

asyndeton

(i) cümlenin bolümleri arasında bağlaç kullanmama: I came, I saw, I conquered.

asyntactic

(s) gramer kurallarına uymayan, biçimsiz.

asystole

(i)., kalpteki kasılma yetmezliği .As you were !Ask. emir. Eski vaziyetinizi alınl

at

edat tarafında, -de, -da; -e, -a; üzere, halinde; başına, her birine, beherine; nezdinde ; yanında, evinde; ile meşgul; hususunda at all hiç, hiç bir suretle at and from den. sig. gerek limarda ve gerekse yolda(sigorta) at best nihayet, olsa olsa. at call talep edildiginde. at ease rahat. at first önce, evvela. at home evde; kabul günü. at large serbest. at last nihayet. at least hiç olmazsa. at most en çok. atoncederhal, hemen. at one aynl fikirde mutablk; saat birde. at par resmi değerinde. at sight göruldüğünde, ibrazında at that oldugu gibi; haliyle; hatta, bile. all at once hepsi birden, hep birden. all at sea şaşırmış, ne yapacağını bilmez bir halde. sick at heart kederli, uzgun, muteessir.

at wt

(kıs). atomic weight.

at-home

(i). samimi ev toplantısı, kabul günü.

atabal

(i). davul

atabeg

(i). atabey

atabrine

(i)., (tıb). kinin gibi bir ilâç, atebri n.

ataman

(i). Kazak reisi, hetman.

ataractic

(s)., (tıb). sakinleştirici, yatıştırıcı, huzur verici.

ataraxia

(i). ataraksiya; huzur, sukun, rahat oluş.

atavic

(s). eski atalarla ilgili.

atavism

(i). atacılık, atavizm, eski nesillerin bir özelliginin birkaç kuşak sonra tekrar belirmesi. atavis'tic (s). atalara ait, ataç.

ataxia

(i)., (tıb). beden faaliyetlerinde düzensizlik, adalelerin koordinasyon bozuklugu.

ate

bak. eat.

ate

(i). eski Yunan fikrine göre insanı kör edip cinayete sürükleyen kuvvet. -ate sonek -miş: desolate terkedilmiş; ile: caudate kuyruklu; etken fiil: enumerate saymak; sonuç: mandate emir; kim oksijenli tuz: chlorate klorat. At easel! ask. emir Rahatl

atelier

(i)., (Fr) imalâthane, atölye.

atempo

(it)., (müz). evvelki tempoya dönüş.

atemporal

(s) zamanla ilişkisi olmayan.

atheism

(i). Allahın varlığını inkâr; Allahsızlık. atheist (i). Tanrının varlıgını kabul etmeyen kimse, ateist. atheistic, -al (s). Allahsız.

atheling

(i)., (tar). asil kimse; kral naibi

athena athene

(i)., (mit). Atena.

athenaeum

(i)., fen ve edebiyat kulübü; genel kitaplık, okuma odası.

athens

(i).atina şehri.athenian (s).,(i).atinalı.

atherosclerosis

( i)., (tıp)damarlar ın tıkanması.

athirst

(s). hevesli; istekli; eski susam ış, susuz.

athl.

athlete;athlete;athletics.

athlete

(i). atlet, sporcu, pehlivan. athlete's foot madura ayağı, (tıb). mantar.

athletic

(s). atletik, atletlere ait. athletically (z). atletik bir şekilde.athleticism (i).atletizim sporculuk.athletics (i ). atletizm.

athrob

(s)., (z). çarpan; (z). çarparak.

athwart

(z)., edat çapraz; aykırı, tersine, karşı; edat bir taraftan karşı tarafa; karşı, zıt. athwartship (z)., (den), alabandadan alabandaya.

atilt

(z)., (s). eğilmiş olarak, yan yatmış bir şekilde; hücuma geçme pozisyonunda; (s). eğilmiş, yan yatmış.

atingle

(s). sızlayan, titreyen.

atlantes

(i)., (çoğ).(mim). erkek heykel şeklindeki sütunlar.

atlantic

(i)., (s). Atlas Okyanusu; (s). Atlas Okyanusu ile ilgili.

atlantis

(i). eski zamanlarda Cebelitar ık'ın batısında var oldugu ve sonradan zelzeleden battığı söylenen efsanevi bir ada.

atlas

(i)., (mit). göklere destek olduğu söylenen bir yarı-tanrı. Atlas Mountains Atlas Dağları.

atlas

(i). atlas (harita kitabı).;(tıb). boyun fıkra kemiklerinin birincisi, atlas, birinci omur; bir çeşit ipekli kumaş, atlas; buyük boy kâğıt.

atm

(kıs).atmosphere, atmospheric.

atman

(i). (Hindu dininde) can, ruh, nefes.

atmometer

(i).atmometre, buhar ölçer.

atmosphere

(i). havaküre, atmosfer; çevre, muhit; (fiz). havaküre (basınç birimi). atmospher'ic, -al (s). havaya ait, atmosferik. atmospher'ics (i).,(çoğ). radyoda parazit.

atoll

(i). atol, mercanada.

atom

(i). atom, zerre, cevher; çok küçük miktar.

atomic

(s) atomik, atomal: çok küçük atomic bomb atom bombası. atomic energy atom enerjisi. atomic heat (kim). atomal ısı. atomic number (fiz). atomal sayı. atomic weight atomal ağırlık. atomics (i). nükleer fizik.

atomism

(i). atomculuk. atomist (i). atomculuğu kabul eden kimse.

atomize

(ing).-ise (f).atomlara ayırmak.

atonal

(s)., (müz). atonal, ton ve makam temeline dayanmayan (beste). atonal'ity (i)., (müz).atonalite.

atone

(f). telâfi etmek, (bir suç, kabahat v.b.'ni) affettirecek harekette bulunmak, kefaret etmek. atonement (i). kefaret, tazminat , özür dileme, tarziye.

atonic

(s)., (tıb). dermansız takatsız, zayıf; gram. aksansız; vurgusuz.

atony

(i)., (tıb). zafiyet, dermansızlık, kuvvetsizlik.

atop

(z)., edat, (s). üstte, üstünde, üzerine, üzerinde; (s). üstündeki. -ator sonek -ici: narrator hikâyeci. -atory sonek netice veren, netice olan: mandatory zorunlu.

atrabilious,

(i).(ar). ( s). kara sevdalı, hüzünlü, melankolik.

atremble

(s). titreyen, korkan.

atrip

(z)., (den). tırnağı denizin dibinden az yükselmiş (çapa).

atrium

(i)., (mim). eski Roma evlerinde avlu veya giriş yeri; Orta Çağ'da kilisenin etrafı sütunlarla çevrili avlusu; anat. atriyum, kalpteki kulakçıklardan biri.

atrocious

(s). çok fena, pek çirkin, iğrenç, menfur; gaddar, zalim, kalpsiz atrociously (z). zalimlikle, gaddarcasına; korkunç bir şekilde. atrociousness (i). zulüm gaddarlık, iğrençlik, menfur oluş.

atrocity

(i). gaddarlık, kütülük şenaat , canavarlık. atrocities (i).(çoğ). mezalirn.

atrois

(Fr). üç kişilik.

atrophy

(i)., (tıb). gıdasızlıktan zayıflama, bedenin zayıflayıp kuruması; dumur,atrofi körelme.

atropine

(i). atropin, güzelavrato1undan çıkarılan ve hekimlikte kullanılan zehirli bir madde.

att

kıs.attention, for the attention of dikkatine; attorney.

attach

(f). takmak, raptetmek, iliştirmek, tutturmak; bitiştirmek, bağlamak; (huk). haczetmek , müsadere etmek; maiyete tayin etmek; vermek, hamletmek, isnat etmek; sevdirmek attached (s). bağlı, merbut, ilgili; ilişik; tutkun.

attache

(i). ataşe attache case genellikle deriden yapılan, dik dörtgen ve menteşeli evrak koyacağı, çanta. naval attache deniz atasesi.

attachment

(i). bağlılık, merbutiyet; ilgi, alaka; sevgi, muhabbet, dostluk; (huk). zapt ve müsadere, haciz; zapt ve müsadere ilamı; ek parça.

attack

(f)., (i). hücum etmek, saldırmak, vurmak, basmak, tecavüz etmek; laf atmak, aleyhinde söylemek; işe koyulmak; tutmak, isabet etmek; (i). saldırı, hücum; (tıb) yakalanma , tutulma, nöbet; birbirinin aleyhinde söyleme; işe koyulma; (müz). bir notaya başlama tarzı.

attain

(f). varmak, ulaşmak, ermek, erişmek, vâsıl olmak, yetişmek; kazanmak, bulmak, kespetmek. attainable (s). ulaşılabilir, erişilebilir, kazanılabilir, ele geçirilebilir, istihsali mümkün.

attainder

(i)., (huk). idam hükmü verilmesi veya kanun dışı ilân edilmesi hallerinde bir kimsenin bütün vatandaşlık haklarını kaybetmesi; eski leke, şerefsizlik.

attainment

(i).hüner, marifet; elde etme, erişme, edinme.

attaint

(f)., (i). (huk). idam hükmü verilmesi üzerine bir kimsenin vatandaşlık haklarını kaldırmak; lekelemek, rezil etmek; (i). Ieke, ayıp; medeni hakların kaldırılması.

attar

(i). ıtır attar of roses gülyağı.

attemper

(f). mülayimleştirmek, yumu şatmak, sertligini gidermek;(içine bir şey katarak) ısıyı ayarlamak veya düzenli bir hale koymak; adapte etmek, uydurmak, intibakını sağ1amak.

attempt

(f)., (i). kalkışmak, yeltenmek , teşebbüş etmek; çalışmak, gayret etmek, denemek, tecrübe etmek; hayatına kastetmek, suikast teşebbüsünde bulunmak; (i). teşebbüs, yeltenme, kalkışma; deneme, tecrübe attempt on one's life suikast teşebbüsü.

attend

(f). (toplantıya) iştirak etmek, katılmak; kulak vermek, laf dinlemek; bakmak, mukayyet olmak; eşlik etmek, refakat etmek, maiyetinde bulunmak; hazır bulunmak; beklemek ; on ile hazır bulunmak; to ile bakmak, üzerine almak; ilgilenmek; meşgul olmak; kulak kesilmek, dikkat etmek.

attendance

(i). devam, gitme; refakat; hazır bulunanlar, maiyet. dance in attendance on üzerine titremek.

attendant

(i). hizmetçi, hizmetkar; refakat eden kimse, eşlik eden kimse; beraberinde olan şey; bir kimsenin maiyetinde çalışan memur; netice, akıbet

attention

(i) dikkat, ihtimam, üzerine titreme, meşgul olma; teveccuh, iltifat,nezaket; (çoğ). aşığın sevgilisine gösterdiği ilgi. Attention I Hazır ol I attention span (psik). bir kimsenin konu degiştirmeden aynı şeye dikkat edebildiği müddet.

attentive

(s). dikkatli, hizmete hazır; kibar, ince, nazik attentively (z). dikkatle, hizmete hazır olarak; nezaketle attentiveness (i). dikkat; nezaket, incelik

attenuant

(s). hafifletici, sulandırıcı.

attenuate

(s). ince, zayıf, azalmış, dar.

attenuate

(f). inceltmek, hafifletmek , azaltmak, daraltmak, zayıflatmak; değerini düşürmek attenua'tion (i). inceltme, zayıflatma, azaltma; incelme, daraltmak, azalma, zayıflama.

attest

(f).,( i). resmen ve açıkça söylemek, iddia etmek; şahadet etmek, tasdik etmek, ispat etmek, delil göstermek, beyan etmek; (i). şahadet, tasdik.

attestation

(i) şahadet, tasdik; yemin.

attic

(i). tavan arası; tavan arasındaki oda veya odalar; (mim). klasik mimari tarzda cephe üzerindeki kat veya süslu duvar.

attic

(s)., (i ).Atinalı; ince, doğru; sade; (i ).Atina lehçesi.

atticism

(i). Atik Yunanca'sına has dil özelliği; güzel ve ince ibare; Atinalılara baglılık.

attire

(i)., (f) süslu veya gösterişli elbise , esvap, kıyafet, kisve; (f). giydirmek, donatmak attirement (i). giyim kuşam, esvap; tezyinat.

attitude

(i). tutum, davranış, tavır; vaziyet alış; (hav). dünya ve ufka göre meyil (s).tutumla tutumla ilgili, vaziyete ait. attitudinize (f). tavır takınmak, vaziyet almak, çalım satmak.

attorn

(f)., (huk). başkasının kiracısı olmaya razı olmak; devretmek.

attorney

(i). vekil, dava vekili attorney at law avukat attorney general devletin en yüksek hukuk memuru (adalet bakanı gibi) ; başsavcı, baş müddeiumumi power of attorney vekâlet, temsil yetkisi; vekaletname attorneyship (i). vekâlet, avukatlık

attract

(f). çekmek, cezbetmek attractile (s). çekici, cazip attractive (s). cazibeli, cazip, ,cekici, alımlı. attractively (z). güzel, alımlı surette attractiveness (i). çekicilik, cazibe.

attractability

(i). çekicilik, cezbetme kabiliyeti attractable (s). cezbedilir, cezbedilebilir.

attraction

(i). cazibe, çekici oluş, alımlılık; buyüleyici şey; eglence programı, atraksiyon; (fiz). çekim.

attrib

(kis).attribute, attributive.

attribute

(f) vermek, yüklemek, isnat etmek, atfetmek, hamletmek. attributable (s). isnat olunabilir, atfolunabilir. attribu'tion (i). isnat, verme, hamletme, atfetme; sıfat, nitelik; ozellik, hassa; yetki, salâhiyet attributive (s). verici, hamledici; (gram). niteleyici.

attribute

(i). sıfat, nitelik, vasıf; (man). yüklem, mahmul; (gram). yüklem; sıfat veya benzeri.

attrited

(s). sürtünmeyle aşınmış.

attrition

(i). sürtüşme, yıpranma, aşınma.

attune

(f). akort etmek; ahenk kazandırmak, uyum sağlamak.

atty

(kıs). attorney.

atty gen

(kıs). Attorney General.

atwain

(z)., eski ikiye ayrılarak.

atwitter

(s). heyecanlı; cıvıltılı.

atypical

(s). tipik olmayan.

au gratin

ograten.

aubade

(i).,(Fr). sabah şarkısı.

aubergine

(i). patlıcan.

auburn

(s). kumral.

auc

(kıs).ab urbe condita (Lat). şehrin kuruluş tarihinden itibaren (hesaplanan yıl).

aucontraire

(Fr). aksine.

aucourant

(Fr). zamana uygun, çağdaş, modern.

auction

(i).,(f). mezat, müzayede ile satış; bir çesit iskambil oyunu; (f). miizayede ile satmak, haraç mezat satmak. auction bridge okşın briç. public auction açık artırma. put up to auction mezada çıkarmak. sell by auction açık artırma ile satmak auctioneer (i). mezatçı, tellal.

aud

(kıs). auditor.

audacious

(s). cüretli, cüretkâr; küstah, arsız. audaciously (z). küstahça, cüretle. audaciousness (i). küstahlık, cüretkârlık.

audacity

(i). cüret; küstahlık.

audible

(s). işitileilir, duyulabilir. audibil'ity, audibleness (i). işitilebilme duyulabilme. audibly (z). işitilebilecek surette, duyulacak şekilde.

audience

(i). bir toplantıda hazır bulunanlar, dinleyiciler; resmi göruşme, huzura kabul. audience chamber kabul salonu. give an audience to huzura kabul etmek. have an audience with huzura kabul olunmak, mülakat yapmak, gürüşmek.

audient

(s). işiten, duyan.

audile

(i). ses yoluyla kafasında kavramlar oluşmuş kimse.

audio

(s). kulağa hitap eden, müzik reprodüksiyonuyla ilgili. audio frequency ses dalgalarının frekansı.

audio-visual

(i)., (s). kulak ve göze aynı anda hitap eden sistem, öğretimde kullanılan yardımcı araç; (s). kitaptan başka ögretim araçları (radyo, resim, fonograf, televizyon) ile ilgili.

audiology

(i). işitme duyusunu inceleyen bilim dalı.

audiometer

(i). işitme kuvvetini ölçme aleti.

audiophile

(i). aslına uygun müzik çalan elektronik araçlar (radyo, teyp, fonograf v.b. ) meraklısı kimse.

audiphone

(i). (tıb). üst dişlere dayama suretiyle işitmeye yardım eden bir alet.

audit

(i).,(f). hesapların gözden geçirilmesi, hesapların kontrolu, kesin hesap; (f). hesapları kontrol etmek. auditor (i). hesap kontrolörlüğü.

audit

(f). dinlemek; ABD dinleyici talebe olarak bir dersi takip etmek. auditive (s)., (i). işitmeyle ilgili (şey) auditory (s). işitme duyusu ve organları ile ilgili; (i)., (çog). dinleyiciler. auditory canal (anat). kulak yolu.

audition

(i). (opera, koro, v.b.'ne girmek için yapılan) ses imtihanı; işitme hassası, işitme kuvveti, işitme.

auditorium

(i). toplantı salonu.

auf wiedersehen

ünlem, (Al). Allaha ısmarladlk; güle güle.

aufait

(Fr). usta, mahir.

aufklarung

(i)., (Al). irfan; 18 yüzyılda bilimsel akım.

aufond

(Fr). esasen, aslında.

aug

(kıs). August, Augustan, Augustus.

augean

(s). çok pis. Augean stables otuz sene pis kaldıktan sonra Herkül'ün bir günde temizlediği ahırlar.

augend

(i)., (mat). toplama işleminde birinci rakam, ekleme ile büyüyen miktar.

auger

(i). burgu, matkap, delgi. shell auger kaşık matkabı.

aught

(i). sıfır.

aught

(i)., (z). şey, nesne, zerre; hiç bir şey; hiç; (z). hiç bir şekilde For aught I carel Umurumda deği.l Vız gelir tırıs gider. Bana ne !

augment

(i). zam, ilâve; ilâve harf veya hece (Yunan, sanskritçe v.b. gibi dillerde).

augment

(f). büyütmek, artırmak, çoğaltmak; uzatmak; büyümek, artmak, çoğalmak ; uzatmak; augmentable (s). artırılması mümkün olan, çoğaltı!abilir. augmenta'tion (i). artırma, büyütme, çoğaltma, uzatma. augmentative (s)., (i). artma yahut artırma kuvveti olan; (i)., gram kelimenin anlamını büyüten (ek). augmented (s). artmış, çoğalmış. augmented interval (müz). yarım ton artırılmış mesafe. Augmented Roman okuma öğretmek için kullanılan 43 harfli Latin alfabe: ITA, Initial Teaching Alphabet. augmenter (i). artıran kimse veya şey.

augur

(i)., (f). eski Roma,da kuşlara bakarak kehanet etmekle görevli bir çeşit falcı; kâhin; (f). kehanet etmek, önceden haber vermek;yormak. augural (s).kahinliğe ait. augury (i). kehanet; fal, alâmet; kehanet ayini.

august

(i). Ağustos ayı.

august

(s). muhterem, aziz.

augustan

(s) Roma imparatoru Ogüst'e veya onun devrine ait; Roma imparatorluğunun veya herhangi bir memleketin edebiyatının altın çağına ait; üstün zevke sahip, klasik nitelikte.

augustness

(i). azamet, ululuk, yücelik.

aujus

(Fr). kendi suyuyla, kendi sosuyla.

auk

(i). (zool). soğuk memleketlerde yaşayan bir çeşit deniz kuşu.

aulait

(fr).sütlü.

auld

(s)., iskoç. eski, kadim; ihtiyar. for auld lang syne eski günlerin hatırasına hürmeten.

aulic

(s). saraya ait, divana ait.

aunaturel

terbiye edilmeden hazırlanmış yemek; çıplak.

aunt

(i). teyze, hala, yenge. aun'tie (i). teyzecik v.b.

aupair

(ing). (Fr). hizmetçi kız.

aura

(i). bir cismin saçtığı buhar, koku vb; ruh, hava, atmosfer.

aural

(s). kulağa veya işitme duyusuna ait.

aurate

(s). kulaklı.

aureateaurated

(s). altln renginde, yaldlzlı; parlak, mükemmel.

aureoia, aureole

(i). hale, agıl, ayla.

aurevoir

(Fr). Allaha ısmarladık; güle güle.

auric

(s). altınlı; (kim). üç valanslı altınla (bileşik).

auricle

(i)., (anat). sayvan, kulak kepçesi; kulakçık; (bot)., (zool). kulağa benzeyen şey, kulacık, kulakçık. auricled (s). kulaklı.

auricula

(i). çuha çiçeğinin bir çeşidi, ayı kulağı, (bot). Primula auricula.

auricular

(s). kulağa ve işitme duyusuna ait; kulağa söylenmiş, mahrem olarak söylenmiş; kulaktan kulağa; (anat). kulak kepçesine ait.

auriculate

(s). kulaklı veya kulak gibi kısımları olan.

auriferous

(s). içinde altın bulunan, altınlı (toprak, maden).

auriform

(s). insan kulağı biçiminde olan.

auriga

(i). (astr). Arabacı takımyıldızı.

aurist

(i). kulak uzmanı.

aurora

(i). güneşteki fırtınalar sonucu meydana gelip kutuplarda geceleri görülen renkli ve hareket eden ışıklar; tan, doğuş, fecir, tulu, seher; (b.h)., (mit). seher tanrıçası. aurora australis güney yarımkürede geceleri gökyüzünde görülen renkli ışıklar. aurora borealis kuzey yarımkürede geceleri gökyüzünde görülen renkli ışıklar. auroral (s). güneşin doğuşuna ait; kutupsal ışıklara ait.

aurous

(s). içinde altın bulunan; kim tek valanslı altından oluşmuş.

aurum

(i). altın.

aus

(kıs). Australasia, Australia, Austria.

auscultate

(f)., (tıb). stetoskop ile dinlemek.

auscultation

(i)., (tıb). stetoskop ile dinleme; dinleme, kulak verme.

ausgleich

(i)., (Al). antlaşma, anlaşma, bilhassa Avusturya ile Macaristan arasında 1867'de imzalanan birleşme anlaşması.

auspex

(i). eski Roma'da kâhin.

auspicate

(f). uğur getireceğine inanılan törenlerle açmak, açış töreni yapmak, başlamak.

auspice

(i). kuşların hareketine bakıp kahinlik etme; fal, alâmet.auspices (i). himaye, nezaret .under the auspices of himayesinde.

auspicial

(s). kehanetle ilgili; uğurlu, hayırlı.

auspicious

(s). uğurlu, hayırlı. auspiciously (z). hayırlı bir şekilde, uğurlu olarak. auspiciousness (i). uğur, hayır.

aust

(kıs). Austria, Austrian.

austere

(i). sertlik, haşinlik; parasızlıktan dolayl masraftan kaçınma.

austral

(s). güney; sıcak.

australasia

(i). Asya kıtasının güneydoğusundaki büyüklü küçüklü adaların tümü.

australia

(i). Avustralya. Australian (i)., (s). Avustralyalı; (s). Avustralya'ya ait. Australian ballot üzerinde bütün adayların isimleri basılmış gizli oy pusulası. Australian crawl kulaclama yüzüş.

australoid

(s). Avustralya'nın asıl yerlilerine ait veya benzeyen.

austria

(i). Avusturya. AustriaHungary Avusturya-Macaristanimparatorluğu Austrian (i). (s). Avusturyalı; (s). Avusturya'ya ait.

autacoid

(i). hormon.

autarchy

(i). mutlak hâkimiyet; muhtariyet , özerklik.

autarky

(i). bağımsız ekonomi politikası.

authentic

(s). güvenilir, inanılır, sahih, hakiki. authentic'ity (i). güvenilir olma, sıhhat, salâhiyet. authen'tically (z). güvenilir şekilde.

authenticate

(f). doğru olduğunu ispat etmek, sıhhatini tevsik etmek. authentica'tion (i). doğru olduğunu ispatlama , sıhhatini tevsik etme.

author

(i)., (f). yazar, müellif, muharrir; yaratıcı, müsebbip; yazarın eserleri; (f). yazmak , eser yazmak authoress (i). kadın yazar.

authoritarian

(s)., (i). serbestlige imkan vermeden yöneten; (i). sıkı idare taraftarı.

authority

(i) yetki, salâhiyet, hâkimiyet , otorite; hükümet; itibar, nüfuz; bilirkişi, ehli vukuf, erbap; şahadet, şahit; yetkili sayılan kitap veya yazar. the authorities yetkili olanlar; polis ve hakimler author'itative (s). yetkili, salahiyettar; itimada lâyık, itibar olunur, amirane. author'itatively (z). yetkili olarak; güvenilebilecek şekilde. author'itativeness (i). yetkili oluş, salâhiyet sahibi oluş; güvenilir olma.

authorization

(i). izin, ruhsat, cevaz; tensip, uygun görme.

authorize

(f). yetki vermek, saIâhiyet vermek; yetkili olarak kurmak; izin vermek; ruhsat vermek; müsaade etmek; caiz görmek; teyit etmek, tasdik etmek. Authorized Version Kitabı Mukaddes'in 1611'de yapılan ingilizce tercümesi.

authorship

(i). yazarlık, muharrirlik, müelliflik; kaynak.

autism

(i)., (tıb). anormal derecede hayale dalma, içe kapanış. autistic (s). hayale dalmaktan kurtulamayan.

auto

(i)., ABD otomobil.

auto-

önek kendi kendine, kendiliğinden hareket eden.

autobahn

(i). Almanya'da geniş ve düzgun araba yolu, otoban.

autobiography

(i). otobiyografi , bir yazarın kendi hal tercümesi. autobiograph'ical (s). kendihayatından bahseden yazarın biyografisine ait. autobiographically (z). kendi hayat hikâyesi ile ilgili olarak.

autobus

(i). otobüs.

autocephalous

(s)., (kil). kendi kendini idare eden, müstakil, başına buyruk.

autochthon

(i). esas yerli, bir yerin kadim insanı (hayvanı, bitkisi).

autochthonic, autochthonous

(s). yerli, kadim.

autoclave

(i). otoklav, sterilizator.

autocracy

(i). otokrasi, bir hükumdarın mutlak hâkimiyeti, istibdat.

autocrat

(i). diktator, müstebit kimse, otokrat.autocratic (s). müstebit. autocratically (z). müstebit bir şekilde.

autodafe

(i). engizisyon devrinde ateşe atma cezası.

autodiagnosis

(i)., (tıb). kendi hastalığını teşhis.

autodynamic

(s). kendi kuvvetini üreten.

autoeroticism

(i).özünerosçuluk.

autogamous

(s)., (bot). kendi tozu ile tozaklanan. autogamy (i). kendi tozu ile tozaklanma; (biyol). birbirine benzer hücre veya özlerin birleşmesi.

autogenesis

(i)., (biyol). kendiliğinden vücut bulma, kendi kendine peyda olma. autogenet'ic (s). kendi kendine peyda olan; jeol suyun tesiri ile peyda olan.

autogenous

(s). kendi kendine hâsıl olan. autogenous welding kendiliginden ve ek maden kullanmadan kaynama (maden parçaları).

autogiro,autogyro

(i). otojir.

autograft

(i)., (tıb). aynı vücuttan alınıp vücudun başka bir yerine yapıştırılan ekleme parça.

autograph

(i)., (f). bir kimsenin kendi el yazısı; muharririn kendi eliyle yazılmış yazı veya müsvedde; bir kimsenin kendi el yazısı ile imzası; (f). kendi el yazısı ile imza atmak.

autoharp

(i)., (müz). akort çalan bir çeşit kanun.

autohypnosis

(i). kendi kendini hipnotize etme.

autoimmunization

(i). yaradılıştan bir hastalığa karşı bağışıklığı olma.

autoinfection

(i)., (tıb). vücutta hâsıl olan mikroplarla iltihaplanma.

autoinoculation

(i).,(tıb). kendi vücudundan alınan bir madde ile aşılanma.

autointoxication

(i).,(tıb). kendi vücudunda hâsıl olan zehirli maddeden zehirlenme.

autokinetic

(s). kendiliğinden hareket eden.

automat

(i)., ABD içinde otomatik tertibatla yemek verilen lokanta.

automate

(f). otomatikleştirmek, makineleştirmek.

automatic

(s)., (i). kendiliğinden hareket eden, otomatik; (i). otomatik tabanca. automatic pilot uçağı idare eden otomatik tertibat. automatically (z). otomatik olarak, otomatikman.

automation

(i). makinelerin veya bir fabrikanın otomatik tertibatla idare edilmesi.

automatism

(i). otomatik oluş; isteğe baglı olmadan yapılan hareket; (psik)., (fels). otomatizm, özdevim, munsakiyet.

automaton

(i). kendiliğinden hareket eden şey; isteğe bağ1ı olmadan veya mihaniki surette hareket eden kimse.

automobile

(i). otomobıl.

automorphic

(s). başkalarını da kendi gibi farzeden. automorphism (i). başkalarını da kendisi gibi farzetme.

automotive

(s). otomobillerle ilgili; kendiliğinden hareket edebilen.

autonomic

(s). özerk, muhtar, muhtariyetle idare edilen, otonom.

autonomous

(s). özerk, muhtar; özerklige ait; müstakil, kendi kendini idare eden.

autonomy

(i). özerklik, muhtariyet, kendi kendini idare etme hakkı.

autopathic

(s)., (tıb). sebepsiz gibi görünen hastalıga ait.

autopathy

(i)., (tıb). sebepsiz gibi görünen hastalık.

autoplasty

(i)., (tıb). otoplasti. autoplastic (s). otoplastiye ait.

autopneumatic

(s). hava basıncı ile kendiliğinden hareket eden.

autopsy

(i). otopsi.

autosuggestion

(i)., (tıb). kendi kendine telkin.

autotherapy

(i)., (tıb). kendi kendine tedavi; hastanın kendi vücudundan alınan bir madde ile tedavi edilmesi.

autotoxemia

( i)., (tıb). kendi vücudunda hâsıl olan mikroplarla iltihaplanma.

autoxidation

(i)., (kim). havada oksitlenme; ikinci bir maddenin de bulunmasıyla oksitlenme.

autumn

(i). sonbahar, güz, hazan. autum'nal (s). sonbahara ait. autumnal equinox (astr). sonbahar ekinoksu.

auxiliary

(i)., (s). yardımcı, muavin; gram yardımcı fiil; (s). yedek; yedek motorlu (yelkenli).

av

(kıs). Authorized Version.

av

(kıs). average, avoirdupois.

avail

(i)., (f). yarar, fayda, kâr; (f). yaramak, ise yaramak, faydası olmak. of no avail beyhude, boşuna. to avail oneself of yararlanmak, -den istifade etmek.

available

(s). kullanışlı, hazır, elde mevcut; piyasada bulunan. availabil'ity, avail'ableness (i). hazır bulunma; muteber olma.

avalanche

(i). (çığ). dağ1ardan yuvarlanan kar kümesi; heyelân.

avantgarde

(i)., (s). yenilik getirenler (s). yeni moda yaratan, yenilik getiren.

avarice

(i). (hırs)., tamah. avaricious (s). haris, tamahkâr avariciously (z). hırsla, tamahkarlıkla. avariciousness (i). harislik, tamahkârlık.

avast

ünlem, (den). Dur ! Agantal Abosa !

avatar

(i). Hindu mitolojisinde bir tanrının insan veya hayvan şeklinde yeryüzüne inmesi.

avaunt

ünlem, eski Defol !

ave

ünlem, (i). (Lat). selâm, merhaba; (i).bir selam duası.Ave Maria Selam, ey Meryem !

ave

Ave. (kıs).avenue, Avenue.

avemaceous

(s). yulaf veya yulaf cinsinden otlara benzer veya onlara ait.

avenge

(f). intikam almak, öç almak. avenge oneself on -den intikam almak, -den öç almak.

aventurine

(i). yıldıztaşı.

avenue

(i). cadde, geniş yol, sokak; girilecek veya çıkılacak yol; iki tarafı ağaçlıklı yol.

aver

(f). iddia etmek, kuvvetle söylemek, ispat etmek, tahkik etmek.

average

(f). ortasını bulmak, vasatisini alrnak; vasati olarak yapmak veya almak; vasati yekun tutmak.

average

(i). (s). vasati hesap, ortalama, vasat, orta; cari olan fiyat, derece veya miktar; adi ölçü; (den). hasar, avarya; (s). muhammin , avarya duzenleyen eksper. average clause sigortada verilecek tazminatın miktar ını sınırlayan madde. above the average vasattan yukarı. an average family orta derecede bir aile.on an average vasati olarak, ortalama olarak.

averrhoes

(i). ibni Rüşt.

averse

(s). to ile karşı, aksi fikirde olan, muhalif; çekinen, içtinap eden. averse to going gitmek istemeyen, gitmekten çekinen. averseness (i). çekingenlik çekinme, içtinap.

aversion

(i). nefret, iğrenme, tiksinme, istikrah; tiksinti veren şey, menfur şey. have an aversion to sevmemek, hoşlanmamak, tiksinmek, yıldızı barışmamak.

avert

(f). başka tarafa çevirmek, yön değiştirtmek; önlemek, menetmek, defetmek, bırakmamak.

avian

(s). kuşlara ait.

aviary

(i) kuşhane.

aviate

(f). uçak kullanmak.

aviation

(i). havacılık, tayyarecilik; uçuş.

aviator

(i). pilot, tayyareci, havacı.

avicenna

(i). ibni Sina.

aviculture

(i). kuş besleme.

avid

(s). arzulu, hırslı, haris. be avid for -e arzulu olmak, haris olmak. avidity (i). istek, arzu, hırs.

avifauna

(i)., (zool). belirli bir bölgedeki kuşlar veya kuş türleri.

avigation

(i). uçak kullanma tekniği , pilotluk.

aviso

(i). haber, bilgi, malumat; muhabere gemisi, avizo.

avitaminosis

(i)., (tıb). vitaminsizlikten ileri gelen hastalık.

avocado

(i)., avocado pear perse ağacınn meyvası.

avocation

(i). amatörce meşgale, iş, meşguliyet, hobi.

avocet

(i). avoset, (zool). Recurvirostra.

avoid

(f). sakınmak, çekinmek, kaçınmak , uzak durmak, içtinap etmek; (huk). bertaraf etmek, feshetmek, iptal etmek. avoidable (s). kaçınılır, sakınılır, içtinap olunur ; bertaraf edilir, fesholunur avoidance (i). sakınma, içtinap; (huk). iptal.

avoir

(kıs). avoirdupois.

avoirdupois

(i). İngiltere ve Amerika'da kullanllan tartı usulu; (k).dili şişmanlık.

avouch

(f). onaylamak, teyit ve tasdik etmek, kuvvetle söylemek, iddia etmek, garanti etmek, itiraf etmek, açıkça söylemek.

avow

(f). açıkça söylemek, beyan etmek, ilân etmek, ikrar etmek, itiraf etmek, kabul ve tasdik etmek.avowal (i). beyan, ilân, ikrar, itiraf, kabul, tasdik. avowedly (z). açıkça, sarahaten, alenen.

avulsion

(i). koparma, sökme; kopmuş, parça; (huk). bir ırmagın yolunu değiştirmesi gibi tabii bir sebepten dolayı bir mülkün başka bir mülk sahibinin tarafına geçmesi.

avuncular

(s). amca veya dayı gibi veya onlara mensup.

await

(f). beklemek, intizar etmek, gözlemek, hazır olmak.

awake

(s). uyanık, tetikte, (sak). be awake to -e karşı uyanık olmak. awakening (i)., (s). uykudan uyanış; (s). uyandırıcı.

awake,awaken

(f). uyandırmak; uyarmak, ikaz etmek; kışkırtmak, tahrik etmek; uyanmak; farkına varmak, gözü açllmak; harekete geçmek, canlanmak, dirilmek.

award

(i).(f).ödül müküfat; olarak vermek;hükmen vermek, hükmetmek, verilmesini emretmek.

aware

(s).haberdar, farkında, vakıf, uyanık. be awere of farkında olmak, farkına varmak. awareness (i). farkında olama.

awash

(z)., (s). su seviyesi ile beraber; (s). suyla örtülü; dalgalarla yıkanan; suda yüzen, dalgaların sağa sola attığı.

away

(z). uzağa, uzakta; bir yana; -den, -dan be away bulunmamak, başka yere gitmişolmak. becarriedaway sürüklenrnek; kapılmak. carry away alıp götürmek, sürüklemek . come away bırakıp gelmek. cut away kesmek, kesip atmak. do away with yok etmek, öldurmek, ortadan kaldırmak. drive away uzaklaşmak; kovmak, defetmek. eat away aşındırmak; yiyip bitirmek. far away uzağa, çok uzakta, uzaklarda. fire away hemen ateş etmek; durmadan konuşmak.fly away uçup gitmek, kaçmak. give away bir kimseye hediye etmek; nikahta gelini güveye vermek; ihbar etmek, ele vermek. go away gitmek, ayrılmak. hide away saklamak, saklanmak. make away with aşırmak, çalmak yürütmek. put away kaldlrmak. right away hemen, derhal. send away başka bir yere göndermek, kovmak. send away for mektupla ısmarlamak. snatch away kapmak take away alıp götürmek. waste away erimek, sararıp solmak.

away

ünlem Defol ! Haydi !

awe

(f). korkutmak, dehşete düşürmek huşu vermek.

awe

(i). korku, huşu, haşyet. awesome (s). korku veren, korku veya huşu ifade eden. awestricken, awestruck (s). huşu içinde, hayran kalmış.

aweather

(z)., (den). rüzgâr üstüne, rüzgâr üstünde.

aweigh

(z)., (s).,(den). dipten ayrılmış (çapa).

awful

(s). korkunç, dehşet verici; müthiş, berbat, çok kötü; (k).dili heybetli, iri awfully (z)., (k).dili çok; çok fena.

awhile

(z). biraz, kısa bir zaman için, bir müddet.

awhirl

(s).,(z). telaşlı; (z).telaşla.

awkward

(s). eli işe yakışmaz, sakar, hantal, biçimsiz, yakışık almayan, münasebetsiz , kaba; idaresi güç. awkwardly (z). acemicesine. awkwardness (i). beceriksizlik, acemilik.

awl

(i). (biz)., saraç ve kunduracı bizi.

awn

(i)., (bot). diken, kılçık, sorguç. awns of barley arpa dikenleri, arpa kılçıkları. awned, awny (s). dikenli, kılçıklı, sakallı. awnless (s). kılçıksız, sorguçsuz.

awning

(i). tente, güneşlik, sayvan.

awoke

(bak). awake.

awol

(kıs). absent without leave asker kaçağı.

awry

(s)., (z). çarpık, yan, ters, yanlış.

ax, axe

(i)., (f)., balta; (f). balta ile budamak; baltalamak.

axial

(s). eksen ile ilgili; eksen teşkil eden, mihveri. axial pressure (fiz). eksensel basınç. axial turbine (mak). dik türbin.

axil

(i)., (bot). koltuk, ağaç dalı ile sapı yahut yaprak sapı ile dal arasında olan köşe veya koltuk.

axilla

(i)., (anat). koltuk altı.

axillary

(s). (anat)., (bot). koltuk altına ait.

axiology

(i)., (fels). moral, estetik, (din). gibi değer sistemlerinin incelenmesi, değer kuramı.

axiom

(i). aksiyom, belit, kabul edilmiş gerçek. axiomat'ic (s). kendiliğinden belli; aksiyomla ilgili olan axiomatically (z). kendiliğinden belli olarak; aksiyom olarak.

axis

(i). eksen, mihver, kutup; (mak). dingil; (tar). itilâf, anlaşma, uyuşma. axis bearing (mak). dingil yatağı. axis friction (mak). mihver sürtünmesi. axis pressure dingil basıncı. axis of rotation deveran mihveri; (mat). dönüm ekseni magnetic axis manyetik eksen.

axle

(i). dingil, mil. axle box dingil kutusu.

axletree

(i). araba dingili.

axminster

(i). evvelce İngiltere'nin Axminster şehrinde yapılmış olan bir çeşit Türk halısı.

axolotl

(i).,(zool). bir çeşit salamandra.

axon

(i)., (zool). bir hayvanın vücut ekseni; akson.

ay aye

(z).evet, muhakkak, hay, hay.Aye aye, Sir! Baş üstüne efendim ! (gemicinin cevabı); Tamam anlaşıldı!

ay, aye

(z).,şiir hep, daima. for aye ilelebet.

ay,aye

(i). kabul oyu, olumlu oy, evet: olumlu oy veren seçmen.

ayah

(i). yerli hizmetçi veya dadı.

aye-aye

(i)., (zool). yalnız Madagaskar'da buluhan kedi büyüklüğunde sincaba benzer bir hayvan.

ayrshire cattle

genellikle kahverengi ile karışık beyaz renkte bir çeşit iskoçya sığırı.

azalea

(i). Amerikan hanımeli, açalya, (bot). Rhododendron.

azerbaijan

(i). Azerbaycan.

azimuth

(i). (astr). azimut, gök küresinin herhangi bir noktası ile güney yönü arasmdaki açı. azimuth compass bir gök cisminin mıknatıssal başucunu tayin için kullanılan pusula, semt pusulasu. azimuth tables semt cetvelleri.

azoic

(i)., (s)., jeol azoik devir, hayat olmayan çağ; (s). azoik, hayat olmayan jeolojik devre ait.

azores

(i). Asor adaları.

azov, sea of

Azak Denizi.

aztec

(i)., (s). Aztek, Meksika'da yaşayan Kızılderili kabilesi; (s). bu kabileye mensup veya ait.

azure

(i)., (s). gökyüzü, sema; gök mavisi; (s). gökmavisi renkte.

azurite

(i).,(jeol). bir çeşit bakır cevheri; fazla değeri olmayan bir taş.

azygous

(s)., (zool)., (bot). tek, çift olmayan.

azym

(i). mayasız ekmek azymous (s). mayasız.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL