NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

as ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: as
Bulunan Sonuç: 167

as

(z). gibi, veçhile, suretle; iken as... so oldugu gibi, dahi, o veçhile. as well as gibi. as you were going siz giderken. so as gibi, suretle, veçhile; için; ki as...as kadar. so as to see görecek surette, görmek için. This is as good as that.Bu da diğeri kadar iyidir. He bought the farm as well as the house.Hem evi hem de çiftliği aldı. As we have finished, we may go. Mademki işimiz bitti, gidebiliriz. ıt gets better as you go along. iş ilerledikçe daha iyi oluyor. Do as I do. Sen de benim yaptığımı yap. Expensive as it was, I bought it. Çok pahalı olduğu halde aldım. as is şimdiki durumuyla. I'II buy it as is. Olduğu gibi satın alırım.

as

baglaç çünkü, mademki, nitekim. as if, as though, as it were sanki, güya. as to, as for gelince, hakkynda,... sorarsanız AS (kıs). Anglo-Saxon.

asafetida

(i). şeytantersi, çadıruşağı otu, kötü kokulu bir sinir ilâcı.

asbestos

(i).amyant,asbest, yanmaz taş dağ keteni, taş keten, yeşil taş pamuğu. asbestos packing asbest salmastrası.

ascap

(kıs). American Society of Composers, Authors and Publishers.

ascarid

(i). askarid, (zool). Ascaris.

ascend

(f). çıkmak, yukarı çıkmak, yükselmek , muzikte pesten tize geçmek; akarsu boyunca akıntıya karşı gitmek; artmak, çoğalmak , ziyadeleşmek; üzerine çıkmak, tırmanmak. ascendable (s). çıkılır, çıkılabilir.

ascendancy

(i). hüküm, nüfuz, itibar, üstünlük, faiklyet.

ascendantent

(i)., (s). hüküm, nüfuz, itibar; s yükselen; üstün, faik, hâkim; ufukta görünmeye başlayan. be in the ascendant galip olmak, nufuz sahibi olmaya başlamak.

ascender

(i)., (matb). satırın tepesine kadar uzantısı olan harf.

ascension

(i). yukarı çıkış, yükselme, miraç; (astr). ufuktan yükseklik derecesi; (bak). right ascension.

ascent

(i). çıkış, yükseliş; çıkacak yol, yokuş, bayır.

ascertain

(f). doğrusunu anlamak, tahkik etmek, araştırmak, soruşturmak. ascertainable (s). soruşturulabilir, tahkik edilebilir , anlaşılabilir. ascertainment (i). soruşturma , tahkik, anlama.

ascetic

(i). din urğuna dünya zevklerini feda eden kimse, zahit kimse, münzevi kimse, riyazetçi, sofu kimse, derviş. ascetic (s). zahit, sofu; kendi zevkini çok düşünmeyen. asceticism (i). koyu sofuluk, aşırı riyazet, çilecilik, zahitlik; sade bir hayat sürme.

ascites

(i)., tıb sıskalık, karında istiska, karına su dolması, karında sıvı toplanması.

asclepius

(i). Yunanlıların tıp ilâhı.

ascorbic acid

C vitamini

ascot

(i). bir çeşit enli boyunbağı.

ascribe

(f). atfetmek, hamletmek, vermek, yüklemek, isnat etmek. ascribable (s). atfolunabilir, isnat olunabilir, yüklenebilir.

ascription

(i). yükleme, isnat, atıf. ascription of praise Tannya övgü sunma, hamt, tesbih, tehlil.

aseity

(i). kendiliğinden meydana gelme.

asepsis

(i)., (tıb). mikropsuzluk, asepsi. aseptic (s). mikropsuz, aseptik.

asexual

(s)., (biyol). cinsiyetsiz, erkekliği ve dişiliği olmayan, eşeysiz.

ash

(i). dibudak ağacı veya kerestesi, (bot). Fraxinus mountain ash yabani üvez ağacı, alıç, (bot). Sorbus ancuparia.

ash

(i). kül. ash can kaloriferden alınan küllerin konulduğu varil. ash hole kül yeri, külhan ashpan (i). sobadaki ateşten düşen külü tutan kap veya çekme, küllük. ashpit (i). kül veya çöp çukuru, külhan. ash tray sigara tablası, kül tablası. Ash Wednesday Paskalyadan evvelki perhizin ilk çarşambası.

ashamed

(s). utanmış, mahcup olmuş.

ashen

(s). kül gibi; kül rengi, soluk renkli; dişbudak ağacına ait veya ondan yapılmış.

ashkenazim

(i)., (çoğ). Polonya, Rus ve Alman Yahudileri.

ashlar

(i). inşaatlarda kullanılan kesme veya yontma kare taş; böyle taşlarla yapılmış veya kaplanmış yapı.

ashore

(z). karaya, karada, kıyıya, kıyıda, karaya oturmuş (gemi).

ashram

(i). Hindistan'da tekke.

ashy

(s). küllü, kül serpilmiş, külle kaplı; kül rengi.

asia

(i). Asya. Asia Minor Anadolu.

asian

(s)., (i). Asyalı.

asiatic

(i)., (s). Asyalı; (s). Asya kıtasına veya halkına ait.

aside

(z). bir yana, bir tarafa, bir kenara, ayrı, kendi kendine. aside from ABD -den başka. call aside bir tarafa çağırmak. draw aside bir tarafa almak, bir tarafa çekmek. Iay aside bir tarafa koymak, saklamak. stand aside bir yana çekilmek. turn aside bir yana sapmak, bir yana saptırmak, baştan çıkarmak.

aside

(i). bir oyuncunun sahnede kendi kendine söyledii sözler.

asinine

(s). aptal, inatçı , (eşek gibi) eşeğe ait, eşekçe. asinin'ity (i). eşeklik, aptallık.

ask

(f). sormak; talep etmek; davet etmek, teklif etmek; icap ettirmek, istemek, ihtiyaç göstermek; yalvarmak, rica etmek, niyaz etmek. ask for sormak, aramak, talep etmek, istemek. ask for it hak etmek. ask in içeriye davet etmek. ask one to davet etmek. ask one rica etmek.

askanceaskant

(z). göz ucuyla, yan yan (bakış); güvensizlikle; beğenmeyerek. Iook askance göz ucuyla bakmak, yan bakmak.

askew

(z). eğri olarak, çarpık bir şekilde.

aslant

(s)., (edat). (z). eğri olan, yan, meyilli ; edat üzerinden meyilli olarak; (z). meyilli olarak.

asleep

(s)., (z). uykuda olan, uyuşmuş; (z). uyurken, uykuya. fall asleep uykuya dalmak. fast asleep derin uykuda. My foot is asleep. Ayağım uyuşmuş.

aslope

(s)., (z). meyilli, yatyk, eğri; (z). meyilli olarak.

asmara

(i). Asmara nehri.

asocial

(s). toplumdan kaçan, merdümgiriz ; toplumun yararını düşünmeyen, egoist, menfaatperest.

asp

(i). engerek yılanı.

asparagus

(i). kuşkonmaz, (bot). Asparagus officinalis. asparagus fern perçemli kuşkonmaz. wild asparagus dişi kuşkonmaz, (bot). Asparagus acutifolius.

asparticacid

kuşkonmaz otu ve pancardan çıkarılan özel bir asit, asparagin asidi.

aspect

(i). görünüş, gösteriş, veçhe, suret; yüz, çehre, sima; bakış, görüş, nazar; safha, hal, durum, vaziyet; (astrol). gezegenlerin birbirine oranla durumları.

aspen

(i). yaprakları çok titreyen bir çeşit kavak ağacı, toz ağacı, (bot). Populus tremuloides.

asper

(i). akçe, pul.

asper

(i). ''h'' sesi.

asperity

(i). pürüz, sertlik; kabalık, şiddet; zorluk, güçlük.

aspermous

(s)., (bot). tohumsuz, aslı tohumsuz olan.

asperse

(f). iftira etmek, lekelemek, çamur atmak; serpmek. aspersion (i). iftira, leke. cast aspersions taş atmak, laf sokuşturmak, dokundurmak. aspersive (s). iftira kabilinden.

asphalt

(i). maden zifti; asfalt, maden zifti ile kum veya çakıl taşını karıştırarak yol yapımında kullanılan malzeme; asfalt yol.

asphodel

(i). çirişotu, (bot). Asphodelus.

asphyxia

(i), (tıb). asfeksi, oksijen yokluğundan ileri gelen boğulma, nefes kesilmesi. (havagazından boğulma gibi).

asphyxiate

(f). boğmak, oksijensiz bırakmak; boğulmak.asphyxia'tion (i). oksijen yokluğundan boğulmaya sebep olma, boğulma, nefes kesilmesi.

aspic

(i)., ahçı. et vb'nin yanında garnitür olarak servis yapılan iştah açıcı bir çeit jelatin.

aspidistra

(i)., (bot). aspidistra, zambak familyasından çok güzel yaprakll bir salon bitkisi.

aspirant

(s)., (i). istekli, arzulu, talip (kimse).

aspirate

(i)., (f)., (s). h sesi ve ''h harfi; h', gibi ses çIkarma; (f). h sesiyle telâffuz etmek; (s). ''h sesiyle telâffuz olunan.

aspiration

(i). arzu, istek, iştiyak; yüksek bir gaye edinme; teneffüs etme, nefes alıp verme; (gram). h harfini telâffuz.

aspirator

(i). aspiratör, emici alet; (tıb). emerek vücuttan sıvıları çeken alet.

aspire

(f). yüksek bir gaye edinmek, arzu etmek, talip olmak, göz dikmek.

aspirin

(i ).aspirin

aspiring

(s). gözü ilerde olan, bir gayesi olan aspiringly (z). yüksek emeller peşinde koşarak.

asquint

(s)., (z). gözunün ucuyla bakan; (z). gözünün ucuyla bakarak, yan yan bakarak.

ass

(i). eşek, merkep: ahmak, aptal veya budala kimse; argo but, kaba et wild ass dağ kulanı, yaban eşeği, zool Asinus onager.

assagai

(i). Güney Afrika'da kullanılan hafif bir mızrak.

assail

(f) saldırmak, üzerine atılmak, üzerine varmak, hücum etmek, hamle etmek; tecavüz etmek, dil uzatmak assailable (s). tecavüz edilebilir. assailant (i). saldırgan kimse, mütecaviz kimse.

assassin

(i). suikastçı, katil, gizlice adam öIdüren kimse; (bh). ismaili mezhebinin Haşşâşin denilen koluna mensup olan kimse.

assassinate

(f) suikast yapmak, alçakçasına adam öldürmek (özellikle siyasi kişileri);bir kimsenin şöhretini mahvetmek assassina'tion i suikast, adam öIdürme.

assault

(i)., (f). saldırı, şiddetli hucum, hamle, tecavüz; (f). saldırmak, hücum etmek, tecavüz etmek. assault and battery huk. muessir fiil.

assay

(i). tahlil; tecrübe, deneme; tartma, ayarlama; ayar için alınan madde.

assay

(f). denemek, tecrübe etmek, yoklamak ; tahlil etmek, ayar etmek; değer biçmek , kıymet takdir etmek.

assemblage

(i). toplantı, meclis; takım, kalabalık; montaj; bir araya toplama veya toplanma.

assemble

(f). toplamak, birleştirmek, bir araya getirmek, kısımlan birbirine uydurmak ; parçaları yerli yerine takmak; toplanmak , birleşmek, bir araya gelmek, toplantı yapmak, içtima etmek.

assembly

(i). toplantı, meclis, kongre assembly line montaj fabrikası. assembly room toplantı salonu. right of assembly toplanma hakkı. assemblyman (i). meclis üyesi, özellikle eyalet meclisi üyesi.

assent

(i)., (f). rıza, muvafakat, tasdik, onay, kabul teslim; (f). razl olmak, muvafakat etmek, tasdik etmek, kabul etmek.

assert

(f). ispat ve iddia ile beyan etmek; üzerinde durmak, teyit etmek; demek, öne sürmek, söylemek, iddia etmek assert one's rights hakkını öne sürmek. assertive (s). iddiacı. assertively (z). öne sürerek. assertion (i). iddia, teyit, hakkını ispat etme. assertory (s). iddia eden.

assess

(f), tayin etmek (vergi, para cezası v.b.) , kıymet takdir etmek, tarh etmek, -e bağlamak assessable (s). vergi tayini için kıymeti takdir olunabilen.

assessment

i takdir edilen kıymet; kıymet takdir etme; vergi; ödenecek veya toplanacak meblâğ .

assessor

(i).vergi tahakkuk memuru; yargıç muavini veya muşaviri. assessor'ial (s). bu memura ait.

asset

(i), mal, kıymetli şey, kıymetli vasıf.

assets

(i)., (çog)., (tic). emval, servet, mevcudat, aktif, varlık. assets and liabilities varlıklar ve borçlar asset and liability statement bilanço. current assets döner varlıklar. fixed assets sabit kıymetler, duran varlıklar. personal sssets menkul mallar. real assets taşınmazlar, gayri menkul mallar. Iiquid assets derhal paraya çevrilebilen kıymetler.

asseverate

(f). beyan ve iddia etmek, katiyetle bildirmek. assevera'tion (i). iddia, soyleme, beyan, söz.

assiduous

(s). çaIışkan, yorulmaz, yılmaz, bezmez, usanmaz; devamlı, surekli; dikkatli assidu'ity, assid'uousness (i). çalışkanlık, gayret; devam , süreklilik assiduously (z). kendini vererek, gayretle; sürekli olarak.

assign

(f). atamak, tayin etmek; aylrmak , tahsis etmek; kararlaştırmak; atfetmek , hamletmek; (huk). devretmek assignable (s). tayini mümkun, tahsisi mümkün; feragat edilmesi mümkün.

assignation

(i). randevu, gizli aşk randevusu.

assignee

(i)., (huk). kendisine mal, hak ve yetki devredilen kimse.

assignment

(i). atama, tayin etme; tayin edilen şey; (huk). feragat etme, feragat senedi, havale senedi; davanın görulmesi için gün tayin edilmesi; müflisin malınl bir vekile emaneten teslim ve havale; temlik; okul ödevi, evde hazırlanacak ders assignment clause bir sigorta poliçesinde sahibine ciro hakkını veren madde.

assimilate

(f). benzetmek, uydurmak , tesbih etmek, bagdaştırmak; özumsemek , hazmetmek, emmek assimila'tion (i). benzeyis, tesbih; benzesme, temsil; hazım, emme, ozumseme, asimilasyon assim'ilative (s). benzeten, teşbih eden; hazmedici, özümseyici.

assist

(f)., (i). yardım etmek, muavenet etmek, iane vermek, desteklemek; (i). yardım assist at hazır bulunmak assistance (i). yardım, muavenet, imdat, iane assistant (i). muavin, yardımcı assistant professor asistan .

assize

(i). kurulda alınan karar, hukum; (çog), (ing) geçici mahkeme celsesi.

associate

(i)., (f)., (s). arkadaş, dost; serik, ortak; uye,aza; (f). arkadaşlık etmek; ortak etmek, birleştirmek; benzetmek, yakıştırmak, aralannda iliski kurmak; ortakllk kurmak, ,serik olmak;(s). arkadas olan, ortak çıkar ve ilişkileri olan; tam üyelik haklanndan yararlanamayan, üye olarak tam yetki sahibi olmayan. associate professor (doçent). associable (s). baglantısı olabilen. associateship (i). arkadaslık; şeriklik, ortaklık.

associated press

Assosiated Press haber ajansı

association

(i). kurum, cemiyet; arkadaşlık, birlik; şirket association football (ing). futbol. association of ideas çagrışım.

associative

(s). birliğe ait. associative faculty çağrışım yeteneği.

assonance

(i). telaffuz benzerliği; asonans, yarım kafiye, seci. assonant (s). telaffuzu benzer olan; yarım kafiyeli.

assort

(f). tasnif etmek, sınıflandırmak, cinslerine göre ayırmak; uymak, uygun olmak, yakışmak. assorted (s). çesitli assortment (i). tasnif, sınıflandırma; çesitle

asst

(kıs).assistant.

assuage

(f). azaltmak, hafifletmek, yatıştırmak, teskin etmek, kesmek; tatmin etmek.

assuasive

(s). hafifletici, dindirici, teskin edici.

assume

(f). üzerine almak, deruhte etmek ; farzetmek, var olduğunu kabul etmek; var gibi göstermek, yakıştırmak; yetkisi olmadan bir vazifeyi üstüne almak. assumed (s). farzolunan; hayali; takma, müstear (isim) ; gasbedilmiş assuming (s). kibirli, mağrur, amirane tavırlar takınan.

assumpsit

(i)., (huk). bir vaat uzerine yapılan sözlesme; akdin bozulması halinde zarar ziyan davası.

assumption

(i) farz, tahmin, zan; tavır, poz, amirlik taslama; kendine is edinme, ustune alma; kibir, gurur, kustahlık; semaya yukselme, uruç, bilhassa Hazreti Meryem'in semaya urucu. Feast of the Assumption 15 Ağustosta kutlanan Meryem'in urucu yortusu.

assumptive

(s). farzolunan, zannedilen ; kibirli, magrur. assumptively (z).farzederek , zannederek; kibirle, gururla.

assurance

(i). güven, itimat; inanç, itikat; nefsine itimat, kendine güvenme, cesaret ; söz, yemin, teminat; arsızlık, yüzsüzlük; (ing). sigorta.

assure

(f).temin etmek , temin edici söz söylemek;ikna etmek; söz vermek;sigorta etmek.assured (s).önceden belli olan (ışur'idli) (z) elbette, her halde, mutlaka, muhakkak assuring (i).,(s). emniyet veren, inandıncı (şey veya kimse). assuringly (z). inandlncı bir şekilde.

assurgent

(s)., (bot). yükselen, yukarı dogru kıvrılan.

assyria

(i). Asur. Assyrian (i).,(s). Asuri, Asurca. Assyriol'ogist (i). Asur uygarlıgl bilgini. Assyriol'ogy (i). Asur uygarllğı(tarih, dil ve arkeoloji) ilmi.

astarte

(i). Fenikelilerin aşk ilâhesi, Kibele.

astatic

(s)., fiz. tesirsiz denkligi olan; sabit olmayan, belirli bir yeri veya yönu olmayan.

aster

(i). ylldız çiçegi, pat çiçeği China aster saray patı.

asteriated

(s). yıldız şeklinde yansıtan.

asterisk

(i). yıldız işareti.

asterism

(i)., astr. yıldız kümesi; matb. uç yıldız işareti; bazı kristalleşmiş madenlerin i çinde yıldız şeklinin belirmesi özelligi.

astern

(z).den geriye, gerisinde, arkaya, geminin gerisinde kalmak, geride bulunmak.go astern geri gitmek (gemi), tornistan etmek;geminin kıç tarafına gitmek.

asteroid

(i).(s)., (astr). küçük gezegen, asteroid, planetoit; (zool). deniz yıldızı familyası; s yıldız gibi. asteroi'dal (s). küçük gezegenle ilgili; yıldıza benzer.

asthenia

(i).,tıp.kuvvetsizlik,dermansızlık, kuvvetten düşme. asthen'ic (s)., tıb. kuvvetsizlige ait, kuvvetsiz.

asthma

(i)., tıb. nefes darlıgı, astım. asthmat'ic (s)., astımla ilgili, astımlı, nefes darlıgına ait.

astigmatism

(i)., tıb. astigmatizm. astigmat'ic (s). astigmatik astigmometer (s). astigmatın derecesini olçmeye mahsus alet.

astir

(z)., (s), hareket halinde, harekette; (s). yataktan kalkmış, etrafta dolaşan.

astomatous

(s). agızsız.

astonish

(f). şaşırtmak, hayrete dusurmek. be astonished at hayret etmek, şaşmak, şaşakalmak.

astonishing

(s). şasırtıcı, hayret verici, şaşılacak. astonishingly (z). şaşılacak surette.

astonishment

( i). hayret, şaskınlık, şaşırma.be filled,(seized,struck). with astonishment şaşmak, şaşakalmak, donakalmak.

astound

(f). aşırı derecede şaşırtmak, bütüun bütün hayret ettirmek. astoundingly (z). hayret ettirecek surette, Saşırtıcı bir şekilde.

astraddle

(z). ata binmiş gibi bacaklan birbirinden ayn olarak, eyere binmiş olarak.

astragal

(i), (mim ).dlşbukey pervaz .

astragalus

(i). topuk kemigi.

astrakhan

(i). astragan, yeni dogmuş kuzunun postu; karagülün kürkü.

astral

(s). yıldızlı, ylldız gibi, yıldızlarla ilgili;(biyol yıldlz biçiminde.

astrand

(s) . kıyıda, karaya oturmuş.

astraphobia

(i).(Ing). ylldlnm ve gök gürültüsünden aşım korku.

astray

(z)., (s). yolundan çıkmış, yanlış yol tutmuş, sapıtmış, sapmış,go ü astray kötü yola sapmak; yanlış yere gitmek. Iead astray ayartmak azdırmak,.baştan çıkartmak ;kötü yola sevketmek.

astride

(z). ata binmis gibi bacaklan birbirinden ayn olarak.

astringe

(f). sıkmak, sıkıştırmak, teksif etmek. astrin'gency (i). sıkıştırıcılık, sıkıcılık,kabız, kasılma astringent (i)., (s). Iokal olarak doku ve damarlan büzen ilaç; (s)sıkıştırıcı büzücü.

astrobiology

( i) astrobiyoloji.

astrodome

(i).uçağın üst kısmında gökcisimlerini gözlemek için yuvarlak pencere.

astrodynamics

(i) yıldızların hareketleriyle ilgili bilim dalı.

astrogate

(f). uzay aracmda yön tayin etmek.

astrography

(i) astrografi, yıldızların haritasını çıkarma veya yıldızları tarif etme ilmi.

astrolabe

(i). eskiden gökcisimlerinin yüksekliğini tayin etmede kullamlan bir gözlem aracı, usturlap.

astrolatry

(i). gökcisimlerine tapma.

astrologer

(i) muneccim.

astrology

(i). astroloji, muneccimlik ; yıldız falcılığı; (eski zamanda)yıldızlar ilmi. astrolog'ical (s) astrolojiye ait, astrologically (z) astrolojik olarak.

astronaut

(i). astronot.

astronautics

(i) fezada yolculuk ilmi.

astronomer

(i). astronom.

astronomical

( s ).,çok fazla, muazzam, aşırı astronomik; astronomi ile ilqili.

astronomy

(i) astronomi, yıldızlar ilmi.

astrophotography

(i) fotografçılığın astronomiye uygulanması. as'trophotograph'ic (s). gökcisimlerinin foto ğraflannln allnmasma ait.

astrophysics

(i) gökcisimlerinin fiziksel ve kimyasal yapılarını inceleyen ilim, astrofizik. astrophysical (s) astrofizikle ilgili.

astute

(s). dirayetli, akıllı, zeki, kurnaz, zeyrek, aldanmaz. astutely (z) dirayetle; kurnazcasına. astuteness (i). dirayet, feraset; kurnazlık.

asunci6n

(i) Asunsion, Paraguay ,ın başkenti,

asunder

(z). ayrılmış olarak, parçalanm ış bir şekilde; parçalar halinde; birbirinden ayrı veya uzak.

asylum

(i) sığınak barinak, melce; himaye, koruma, muhafaza; kimsesiz veya düşkünleri barındıran kurum, yetimhane, düşkünler evi. give asylum to barındırmak. insane asylum akıl hastanesi, şifa yurdu. orphan asylum yetimhane, oksüzler yurdu political asylum siyasi iltica take asylum in barınmak, sığınmak, iltica etmek.

asymmetry

(i) simetrisizlik, bakıışımszlık.asymmetrıc (s) simetrik olmayan, simetriz, bakışımsız.

asymptote

(i).,mat.asimptot, sonuşmaz.asymptotic (s) asimptotik, sonuşmazla ilgili veya ona ait.

asynchronous

(s) aynı zamanda vaki olmayan, eşzamanlı olmayan.

asyndeton

(i) cümlenin bolümleri arasında bağlaç kullanmama: I came, I saw, I conquered.

asyntactic

(s) gramer kurallarına uymayan, biçimsiz.

asystole

(i)., kalpteki kasılma yetmezliği .As you were !Ask. emir. Eski vaziyetinizi alınl

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL