NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

w ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: w
Bulunan Sonuç: 977

w,w

i. İngiliz alfabesinin yirmi üçüncü harfi; kim. tungsten, volfram; fiz. erke; vat.

w.

kıs. Wales, Wednesday, Welsh, West, Western, Work.

w.

kıs. week, west, weight, wide, width, wife, with, word, wrong.

w.c.

kıs. water closet, without charge.

w.c.t.u.

kıs. Women's Christian Temper ance Union Yeşilay derneğinin ABD'deki karşılığı.

wa

kıs. Washington (eyaleti).

waac

kls Women'a Army Auxiliary Corps

waaf

kıs., İng. Women's Auxiliary Air Force.

waas

kıs., İng. Women's Auxiliary Army Service.

wabble

bak. wobble.

wac

i. WAAC'de çalışan kadın.

wacke

i. yapısı ince ve yumuşak bir çeşit bazalt.

wacky

s., (argo) mantıksız; sapık, kaçık; tuhaf; manyak. wackily z. mantıksızca. wackiness i. kaçıklık.

wad

i., f. (-ded, -ding) tutam, tomar; tıkaç, tampon; tüfek sıkısı; topak; k.dili. büyük miktar, çok para; f. tıkaç koymak; tomar şekline getirmek. a wad of gum papuç kadar çiklet. bet one's wad k.dili. eldeki bütün parayı bahse yatırmak. shoot one's wad k.dili. bütün parayı har vurup harman savurmak.

wadding

i. tıkaç, tampon; vatka.

waddle

f., i. badi badi yürümek, paytak paytak yürümek; i. badi badi yürüyüş. waddly s. paytak.

wade

f. sığ suda oynamak; sığ su veya çamur içinde yürümek. wade into k.dili. şiddetle girişmek. wade through (sığ su veya çamur) içinden geçmek; ağır ağır ve güçlükle ilerlemek; zorla tamamlamak. wad'ing i. suda yürüme. wading boots kalçaya kadar çıkan uzun çizme.

wader

i. sığ su veya çamur içinde yürüyen kimse; uzunbacaklılardan herhangi bir kuş.

wadi , wady

i. vadi, dere.

waf

i., İng. WAAF'te çalışan kadın.

wafer

i., f. çok ince bisküvit; yufka; kâğıt helvası; üzerinde çok kısımlı elektronik devre bulunan silikon parçası; Katoliklerin Aşai Rabbani ayininde kullandlkları mayasız ince ekmek; eskiden mektupları mühürlemede kullanılan yuvarlak etiket; f. etiket ile mühürlemek veya yapıştırmak.

waffle

f., (argo) anlamsız konuşmak; kararsız olmak.

waffle

i. kalıpla yapılan bir çeşit gözleme. waffle iron ızgara şeklinde gözleme kalıbı.

waft

i., f., den. rüzgar yönünü belirten flama; f., (eski) el sallayarak işaret vermek.

waft

f., i. yavaş yavaş götürmek, sürüklemek (rüzgar veya dalgalarla); i. hafif ses veya koku; sürüyüp götürme; hafif esinti.

wag

f. (-ged,- ging) i. sallamak; çenesi ötmek; hareket etmek; İng., (argo) okuldan kaçmak; i. sallama. set tongues wagging dile düşürmek. The tail wags the dog dünya tersine dönüyor. the world wags on and we wag with it. Dünya ile birlikte yuvarlanıp gidiyoruz.

wag

i. şakacı kimse, latifeci kimse. waggery i. şaka, latife; mizah.

wage

f. (mücadele, münakaşa, savaş) devam etmek, sürdürmek.

wage

i. ücret, maaş. wages i. ücret; karşılık. wage earner, wageworker i. işçi, ücretli işçi. living wage geçimi temin edecek maaş. wage scale barem. The wages of sin is death. Günahın kefareti ölümdür.

wager

i., f. bahis, bahis tutuşma; f. bahis tutuşmak.

waggish

i. şaka kabilinden, şakacı.

waggle

f., i. sallanmak; sallamak; sarsılmak; i. sallayış sallanış. waggly s. sallanan.

wagon

İng. waggon i. dört tekerlekli yük arabası; dört tekerlekli açık oyuncak araba; k.dili. tevkif edilenleri taşımaya mahsus polis arabası; tekerlekli servis masası; İng. yük vagonu, katar; (argo) zırhlı savaş gemisi. on the wagon k.dili. içkiyi bırakmış durumda. fix someone's wagon A.B.D., (argo) mahvetmek; hakkından gelmek.

wagon-lit

i., Fr. vagonli, yataklı vagon.

wagonage

i. taşıma ücreti.

wagoner

i Büyükayı; Arabacı takımyıldızı.

wagoner

i. arabacı.

wagonload

i. bir araba dolusu.

wagtail

i. kuyruksallayan, zool. Motacilla.

wahabi , wahhabi

i. Vahabi. Wahabiism i. Vahabilik.

waif

i. kimsesiz çocuk; bulunmuş ve sahibi bellisiz şey; hırsızın kaçarken düşürdüğü çalıntı eşya.

wail

f., i. feryat etmek, figan etmek; hayıflanmak; yas tutmak; i. figan. Wailing Wall Kudüs'te ağlama duvarı.

wain

i. tarlada kullanılan yük arabası. the Wain İng. Büyükayı.

wainscot

i., f. (-ed, -ing veya -ted, -ting) tahta kaplama, lambri; İng. doğramacılıkta kullanılan en iyi cins meşe; f. lambri kaplamak.

wainscoting

i. kaplamalık tahta; kaplama.

wainwright

i. yük arabası yapıcısı.

waist

i. bel; herhangi bir şeyin orta kısmındaki girinti; kadın elbisesinin üst kısmı; bulüz; geminin orta kısmı, bel.

waistband

i. elbisenin beli.

waistcloth

i. kuşak, peştamal.

waistcoat

i., İng. yelek.

waisthigh

s. bele kadar çıkan, yarı beline kadar; adi, bayağı.

waistline

i. bel yeri.

wait

f. beklemek; hazır olmak; bekletilmek, durmak; k.dili. ertelemek, bekletmek. wait for beklemek. wait on hizmetçilik yapmak, servis yapmak; ziyaretine gitmek; bağlı olmak; leh. beklemek. wait on one hand and foot birinin etrafmda dört dönmek. wait at table servis yapmak. wait up for one birini beklemek için yatmamak. wait tables garsonluk yapmak. Wait a minute! Bir dakika! in waiting refakat eden, nedimelik yapan. keep one waiting birini bekletmek. waiting list bekleyenler listesi, yedek liste. waiting room bekleme odası. Don't wait supper for me. Yemek için benim gelmemi bekleme. Wait your turn Sıranı bekle. Everything comes to him who waits. Sabreden derviş muradına ermiş.

wait

i. bekleme, bekleme süresi; gecikme; ara; pusu; İng. Noel'de sokaklarda çalıp söyleyen müzisyen grubu üyesi. lie in wait pusuya yatmak.

wait-a-bit

i. çengelli dikenleri olan herhangi bir bitki.

waiter

i. garson; bekleyen kimse; tepsi. waitress i. kadın garson.

waive

f. iddiadan vaz geçmek, feragat etmek, sarfınazar etmek; ertelemek tehir etmek; huk. hakkından vaz geçmek.

waiver

i., huk. hakkından vaz geçme, feragat.

wake

f. (-d veya woke, woken) uyanmak; uyanık kalmak; canlanmak, yeni hayat bulmak; uyandırmak; ikaz etmek; canlandırmak, ihya etmek; leh. ölünün başında beklemek, sabahlamak.

wake

i. geceleri ölüyü bekleme; ölüyü beklerken verilen ziyafet; dini merasim için sabahlama.

wake

i. dümen suyu, geminin izi. in the wake of yakından izleyen; (bir şeyin) sonucu olarak; peşinden.

wake-robin

i. danaayağı, bot. Arum maculatum.

wakeful

s. uyanık, tetikte olan; uykusuz. wakefully z. uyanık olarak. wake fulness i. uyanıklık.

waken

f. uyandırmak; ikaz etmek; harekete getirmek; uyanmak.

walachia

bak. Wallachia.

waldgrave

i. eski bir Alman asalet unvanı.

waldorf salad

elma, ceviz, kereviz ve yeşil salata ile yapılan mayonezli salata.

wale

i., f. kamçı izi, dayak beresi; kumaş üstünde kabarık çizgi; f. kamçı ile iz bırakmak; çizgili kumaş dokumak.

wales

i. Gal eyaleti, Galler ülkesi. Prince of Wales Büyük Britanya veliahtı.

walhalla

bak. vallhalla.

walk

f., i. yürümek, yürüyerek gitmek, yaya gitmek; davranmak, hareket etmek; yürütmek, yavaş gezdirmek; beraberinde yürüyüşe çıkmak; öldükten sonra hayalet olarak dünyaya gelmek; adımlamak, adımla ölçmek; ağır bir yükü köşeleri üzerinde yürüterek taşımak; i. gezme, yürüme; yürüyüş; tavır, hareket, gidiş; hayat sahası; yürüyecek yer, kaldırım, yol, yaya yolu; otlak; (beysbol) topa vurmadan birince kaleye ilerleyebilme hakkı. walk away from rahatlıkla kazanmak; kazadan ucuz kurtulmak. walk away with ön plana geçmek. walk in içeri girmek. Walk in. İçeri buyurun. walk of life hayat yolu, meslek. walk off ansızın terk etmek; yürüyerek zayıflamak veya ayılmak. walk off with kazanmak; yürütmek, çalmak. walk out k.dili. grev yapmak. walk out on terk etmek. wolk out with refakat etmek. walk over kolay yenmek; baskın çıkmak. walk the floor adımlamak. walk the streets sokakta sürtmek; sokak sokak dolaşmak. walk the wards viziteye çıkmak. walk through (tiyatro) ilk provaları yapmak. go at a walk yavaş yavaş yürümek. take a walk gezmeye gitmek; sıvışmak. win in a walk kolayca kazanmak.

walkietalkie, walkytalky

i. telsiz telefon.

walking

i. gezme, yürüme. walking beam makinada kuvvet nakleden ve muntazam rakkas hareketiyle işleyen kol. walking delegate sendika temsilcisi. walking dictionary her kelimenin anlamını söylemeye hazır olan kimse, canlı sözlük. walking legs yürüyebilme gücü. walking papers k.dili. işten kovulma kâğıdı. walking race yürüme yarışı. walking stick baston; asa; sopa çekirgesi gibi bir böcek, zool. Phasmidae.

walkon

i. önemsiz rol.

walkout

i., k.dili. işçi grevi.

walkovor

i. kolay kazanılan at yarışı.

walkup

i., k.dili. asansörsüz bina.

walkway

i. geçit, kaldırım, patika.

walkyrie

bak. valkyrie.

wall

i., f. duvar; çoğ. kale bedeni; sur; f. etrafına duvar çekmek. wall creeper duvar tırmaşık kuşu, zool. Tichodroma muraria. wall pepper damkoruğu, bot. Sedum acre. wall plate duvar latası; mak. bağlantı levhası. wall plug elek. duvar prizi. wall sided den yanları duvar gibi dik. Wall Street New York hisse senedi piyasasının merkezi olan sokak. wall tent yanları dik çadır. the Wall Doğu ve Batı Berlin'i ayıran duvar. The walls have ears. Yerin kulağı var. drive veya push to the wall duvara kıstırmak, sıkıştırmak. go to the wall iflâs etmek. hit one's head against a stone wall başı belaya girmek, çıkmaza girmek.

wallaby

i. Avustralya'ya özgü ufak kanguru, vallabiç

wallachia

i. Eflak eyaleti. Wallachian i. Ulah, Eflaklı.

wallboard

i. duvar kaplaması.

wallet

i. cüzdan, para cüzdanı; sırt çantası.

walleye

i. akçıl gözbebeği; tirsi gibi akçıl gözlü balık. walleyed s. akçıl gözbebekli; gözbebeği ıraksak, şaşı; (argo) sarhoş.

wallflower

i. bahçe şebboyu, bot. Matthiole; sarı şebboy, bot. Cheiranthus cheiri; k.dili. partide dans edecek kimsesi olmadığı için duvara yakın kalan kadın.

walloon

i. Valon; Valon dili, Valonca.

wallop

f., i., k.dili. dayak atmak, dövmek, pataklamak; i., k.dili. dayak. wallopinst s., i., k.dili. çok büyük (miktar). pack a wallop çok etkili olmak.

wallow

f., i. çamur içinde yuvarlanmak, ağnamak; kendini sefahate vermek; sallanmadan dolayı zor ilerlemek; i. çamurda yuvarlanma; hayvanın yuvarlandığı çamurlu yer.

wallpapor

i. duvar kağıdı.

walltowall

s. duvardan duvara; uçtan uca.

walnut

i. ceviz; ceviz ağacı, bot. Juglans; cevizin kerestesi; ceviz rengi. black walnut kara ceviz, bot. Juglans nigra. English walnut adi ceviz, bot. Juglans regia.

walpurgis night

bir mayıstan önceki gece (Alman folklorunda büyücü karılarının toplandıkları gece).

walrus

i., s. mors, zool. Odobenus rosmarus; s. morsa özgü.

waltz

i., f. vals; vals havası; (argo) kolay başanlan iş; f. vals yapmak. waltz through kolayca başarmak.

wampum

i. Amerika kızılderililerinin para veya sus olarak kullandıkları boncuklar; k.dili. para, mangır.

wan

s. solgun, soluk, benzi sararmış; hastalık veya üzüntü gösteren, bitik.

wand

i. değnek, çubuk; asa.

wander

f., i. dolaşmak, gezinmek; yolu şaşırarak dolanıp durmak; yoldan çıkmak; konudan ayrılmak; sayıklamak, abuk sabuk konuşmak; içinde dolaşmak; i. dolaşma, gezinme. wanderer i. gayesizce dolaşan kimse.

wandering

s. dolaşan, gezen, gezginci.

wandering jew

telgrafçiçeği, bot. Tradescantia fluminensis.

wanderlust

i. seyahat tutkusu.

wanderoo

i. Seylan adasına özgü bir maymun, langur, zool. Presbytis cephalopterus; aslankuyruklu maymun, zool. Macaca silenus.

wane

f., i. azalmak, küçülmek; solmak; batmak, zayıflamak; i. azalış; solma; zeval; ayın on beşinden sonra ayın küçülmesi. on the wane azalmakta.

wangle

f., k.dili. sızdırmak, hileyle koparmak; hileye baş vurmak; tesir ederek elde etmek; dolaylı yoldan sağlamak.

wanigan

i., A.B.D., (Kanada) ağaç kütüklerini kesme yerinde gereçlerin saklandığı dolap; kulübe.

wankel engine

yeni bir çeşit ufak ve hafif iç yakımlı makina.

want

f. istemek, arzu etmek; eksiği olmak; aramak; İng. muhtaç olmak, gerektirmek; yoksul olmak. want for muhtaç olmak, ihtiyacını hissetmek. want to k.dili. gerekmek. Call it what you want. Ne derseniz deyin. The dog wants out. Köpek dışan çıkmak istiyor. He is wanting in politeness İncelikten yoksun. You want to see a dentist today. Dişçiye bugün gitmelisiniz.

want

i. yokluk, adem; eksiklik, noksan; lüzum, ihtiyaç; gerek, hacet; sıkıntı, zaruret, yoksulluk, fakirlik; istek, arzu. want ad k.dili., gazet. küçük ilan. be in want muhtaç olmak. for want of bulunmadığından.

wanted

s. istenen, aranan.

wanting

s., (edat) eksik, noksan; (edat) -siz, eksik, az. wanting in noksan, eksik. be wanting in common sense sağduyudan yoksun olmak. be found wanting kusurlu bulunmak.

wanton

s., i., f. zevk veya sefahat düşkünü; şehvet düşkünü; avare dolaşan; sebepsiz; kötü niyetli; ahlâksız, ahlâksızlık düşkünü; aklına eseni yapan, önünü arkasını düşünmeyen; i. şehvet düşkünü kimse; ahlaksız kimse; kayıt altına girmeyen kimse; f. kendini ahlâksızlığa vermek; çok gelişmek. wantonly z. şehvetle; sebepsiz yere. wantonness i. şehvet.

wapentake

i., İng. eskiden bazı yerlerde kontluk bölgesinin bir bölümü.

wapiti

i. Kuzey Amerika'ya özgü iri geyik, zool. Cervus canadensis.

war

f. (-red, -ring) savaşmak, harp etmek, muharebe etmek, cenk etmek; düşmanlık etmek, düşman olmak.

war

i., s. savaş, harp, muharebe; mücadele; strateji; s. savaşa özgü, savaşta kullanılan, savaş sonucu oluşan. war cloud savaş bulutu, savaşa alâmet olan şey. war correspondent savaş muhabiri. war crime savaş suçu. war criminal savaş suçlusu. war cry savaş narası. war dance savaşa hazırlık dansı; zafer dansı. War Department A.B.D. Milli Savunma Bakanlığı. war game savaş tatbikatı. war god savaş tanrısı. war horse savaş atı; tecrübeli asker, kurt politikacı; bayat eser. war loan harp istikrazı. war of nerves sinir harbi. war paint vahşilerin savaş alameti olarak yüz veya vücutlarına sürdükleri boya; k.dili. en iyi elbise veya süs; makyaj malzemesi. war whoop kızılderililerin savaş narası. be at war savaş halinde olmak. declare war on birine savaş ilan etmek. wage war with biri ile savaş halinde olmak.

warble

f., i. kuş gibi ötmek, şakımak; çağıldamak; terennüm etmek; titrek ses çıkarmak; i. kuş gibi ötüş, şakıma; tatlı ses; nağme, makam; sığırsineği sürfesinin hayvanlann sırtında meydana getirdiği çıban. warble fly sığırsineği, zool. Hypodermatidae.

warbler

i. kuş gibi öten kimse; tatlı sesli kimse; ötleğengillerden bir kuş; Amerika'ya özgü sinek yiyen bir kuş, zool. Parulidae. barred warbler çizgili ötleğen, zool. Sylvia nisoria. garden warbler bahçe ötleğeni, zool. Sylvia borin. masked warbler maskeli ötleğen, zool. Sylvia rupelli. reed warbler çil ardıcı, zool. Acrocephalus arundinaceus. spectacled warbler gözlüklü çalıbülbülü, zool. Sylvia conspicillata. whitethroat warbler çalıbülbülü, zool. Sylvia communis.

ward

i., f. koğuş; bölge, mıntıka; huk. vesayet altında bulunan çocuk; vesayet, koruma; kilit dili; f. emniyetli yerde korumak. ward off savuşturmak, geçiştirmek, geri çevirmek. ward heeler A.B.D., (argo) semtin oylarını kazanmaya çalışan kimse.

ward,-wards

(sonek) -e doğru, yönünde.

warden

i. bekçi, muhafız; A.B.D. hapishane müdürü; İng. kolej müdürü; kilise bina veya emlakini muhafaza eden memur.

warden

i. kompostoluk bir çeşit armut.

warder

i. bekçi, muhafız; hükümdar asası; İng. hapishane müdürü.

wardrobe

i. bir kimsenin tüm giysileri, giyecekler; gardırop, giysi dolabı; tiyatro kostümleri.

wardroom

i. savaş gemisinde oyun salonu ve yemekhane.

wards

bak. ward.

wardship

i. muhafızlık; vasilik, vesayet.

ware

i. takım (eşya); çoğ. emtia, satılacak mallar; çanak çömlek, seramik eşya.

ware

f., (eski) dikkat etmek.

warehouse

i. eşya deposu; ambar; antrepo; toptan satış yeri; mağaza. ware houseman i. eşya deposu sahibi veya işçisi.

wareroom

i. depo, imalât yerinde satış bölümü.

warfare

i. harp, savaşma, savaş; mücadele.

warhead

i. merminin patlayıcı madde taşıyan kısmı.

warlike

s. cenkçi, dövüşken, kavgacı; savaşa ait; askeri; savaşla tehdit eden.

warlock

i. sihirbaz, büyücü, cinci; falcı.

warlord

i. militarizm uğruna diktatörce davranan yönetici; mahalli diktatör (özellikle Uzak Doğuda.

warm

s. ılık, hafif sıcak; ısıtan, sıcak tutan; hararetli; canlı; gayretli, şevkli; heyecanlı, çabuk heyecanlanan; sıcakkanlı; sıkıcı; güz. san. sıcak (renk); yeni, taze; saklanan şeye veya gerçeğe yaklaşmış durumda olan. warm front meteor. sıcak hava kitlesi. a warm climate ılıman iklim. a warm welcome hararetli kabul, sıcak bir karşılama. make it warm for someone anasından emdiğini burnundan getirmek. warm'ly z. samimiyetle, hararetle; şevkle. warm'ness i. sıcaklık, ılıklık.

warm

f. ısıtmak, kızdırmak; ısınmak, kızmak; teşvik etmek, teşvik olunmak .warm to veya toward şevkle sarılmak. warm up ısınmak; ısıtmak; yarışmadan önce hafif idman yapmak; motoru ısıtmak için çalıştırmak; konser veya temsilden önce son bir hazırlık yapmak. warming pan yatağı ısıtmaya mahsus saplı ve kapaklı madeni kap.

warmblooded

s., zool. sıcakkanlı; enerjik; tutkulu.

warmhearted

s. yüreği sıcak, sevgi dolu; samimi, cana yakın.

warmonger

i. savaşa kışkırtan kimse.

warmth

i. sıcaklık, ılıklık; hararet, ateşlilik, çoşkunluk; samimiyet.

warmup

i., k.dili. ısınma; son hazırlık.

warn

f. ikaz etmek, uyarmak, tehlikeyi haber vermek; önceden haber vermek; huk. ihbar etmek, ihtar etmek; öğütlemek, tavsiye etmek.

warning

i., s. ihtar, uyarma, ikaz; ihbar; s. uyarıcı; ihbar eden. a week's warning bir haftalık vade. be a warning to someone birisine ibret olmak. give warning uyarmak, ikaz etmek, tehlikeyi haber vermek. take warning nasihat kabul etmek, ibret almak. warning bell işaret zili; hazırlık zili. warningly z. ikaz edercesine.

warp

f. eğrilmek; eğrilip çarpılmasına sebep olmak; doğru yoldan sapmak veya saptırmak; den. bir yere bağlanmış palamarı çekerek yürütmek; hav. yesarilenmek. warped s. eğrilmiş; sapık, sapkın.

warp

i. eğrilik, çarpıklık; dokumacılıkta çözgü, arış; den. palamar, levalık yoma.

warpath

i. kızılderililerin savaşa gitmesi. on the warpath kavgaya hazır; parlamaya hazır.

warrant

f. temin etmek; teminat vermek, garanti etmek; korkusuzca beyan etmek; salahiyet vermek; memur etmek; izin vermek, ruhsat vermek; kefil olmak; hak kazandırmak; her zararını tazmin edeceğine taahhüt etmek. No excuse can warrant this misbehavior. Hiçbir özür bu kötü davranışı mazur gösteremez. Bu kötü davranışa göz yumulamaz. I warrant you. Sizi temin ederim ki. warrantable s. caiz; garanti edilir. warrantably z. caiz sayılacak şekilde.

warrant

i., huk. tevkif müzekkeresi; arama tezkeresi; kefalet, teminat, garanti; ruhsat, yetki, salâhiyet; makbuz; ask. tayin emri. warrant for one's arrest tevkif müzekkeresi. warrant officer gedikli erbaş.

warranty

i., huk. kefalet, kefaletname; garanti; yetki, salahiyet, hak.

warren

i. tavşanın çok olduğu yer; ufak av hayvanları üretim sahası; ırmakta balık üretim sahası; kalaballk mahalle; İng. parmaklıklı yerde yabanıl hayvan üretme imtiyazı; ağıl.

warrior

i. savaşçı, cenkçi, muharip; cenk eri, asker.

warsaw

i. Varşova.

warship

i. savaş gemisi.

wart

i. siğil. warts and all olduğu gibi, bütün ayrıntılarıyle, güzel olmayan taraflarını saklamadan. wart hog Afrika yaban domuzu, zool. Phacochoerus aethiopicus. wart'y s. siğilli, üstü siğil dolu; siğil gibi.

wartime

i., s. savaş zamanı; savaştan doğan; savaş sırasında olan.

wartweed

i. sarı sütleğen, bot. Euphorbia helioscopia.

warworn

s. savaştan yıpranmış, savaş yorgunu.

wary

s. ihtiyatlı, uyanık, açıkgöz. be wary of ...den sakınmak; dikkat etmek. warily z. uyanık olarak. wariness i. uyanıklık.

was

bak. be.

wash

i., s. yıkama, yıkanma; çamaşır; deniz veya nehir suyunun çalkanmasından hasıl olan ses; dalga sesi, kürek palası veya gemi çarkının meydana getirdiği su akıntısı; dalgaların sahile attığı süprüntü; sulu mutfak artığı; ağıza güzel koku vermek için kullanılan sıvı; losyon; tuvalet suyu; güz. san. ince suluboya tabakası; kuru vadi; toprak aşınması; ince tabaka kaplama; s. yıkanabilir. This tray has a gold wash. Bu tepsi altın suyuna batırılmış.

wash

f. yıkamak, ıslatmak; su ile silmek; yıkanmak, banyo yapmak; ince boya tabakası ile kaplamak, yaldızlamak; temizlemek; min. toprağı yıkayarak altın filizini ayırmak; yıkanmaya dayanmak (kumaş); hafif hafif çarpmak (dalga); aşınmak. wash away su ile sürüklemek veya sürüklenmek. wash boiler çamaşır kazanı. wash down yıkayıp temizlemek (güverte); su ile yutmayı kolaylaştırmak. wash off yıkayıp temizlemek. wash one's hands of a matter bir işten bıkıp elini çekmek. wash out içini yıkamak; yormak, bitirmek; feshetmek; vaz geçmek; ihtiyacı karşılayamamak; yağmur nedeniyle iptal etmek. wash up yıkanmak; İng., k.dili. bulaşık yıkamak. be washed up k.dili. silinmek, yıldızı sönmek. wash'able s. yıkanabilir.

wash-and-wear

s. ütü istemez ve yıkanabilir.

washboard

i. üstünde çamaşır yıkanan oluklu tahta; den. dalga girmesin diye kapının önüne veya güverteye konulan siper; girintili çıkıntılı yol.

washcloth

i. sabun bezi.

washday

i. çamaşır günü.

washedout

s. solmuş, solgun, soluk; k.dili. çok yorgun, bitkin; batkın, müflis.

washedup

s., (argo) yıldızı sönmüş, bitmiş; k.dili. bitkin düşmüş.

washer

i. yıkayan şey veya kimse; mak. pul, rondela; çamaşır makinası; gaz yıkama cihazı.

washerwoman

i. çamaşırcı kadın.

washing

i. yıkama, yıkanma; çamaşır; ince madeni kaplama. washing machine çamaşır makinası. washing soda çamaşır sodası.

washington

i. Washington.

washout

i. sel basması ile meydana gelen çukur; sel sularının sürüklemesi;( argo) başarısızlık; yıkama.

washrag

i. sabun bezi.

washroom

i. tuvalet.

washstand

i. lavabo.

washtub

i. çamaşır teknesi, leğen.

washy

s. sulu, kuvvetsiz, çorba gibi, hafif.

wasn't

kıs. was not.

wasp

i. yabanarısı, zool. Vespa; sarı arı. wasp waist sıkma bel.

wasp, wasp

i., A.B.D., aşağ., (argo) beyaz Protestan Amerikalı.

waspish

s. huysuz; ince belli.

waspy

s. hırçın.

wassail

i., f. şerefe içme; içki alemi; işret için içilen baharlı içki; eski bir selâmlama; f. işret etmek, içki alemi yapmak; birinin şerefine içmek.

wassermann test

tıb. frengi teşhis testi.

wast

(eski) -idin.

waste

s., i. atılmış, kullanılmaz; bedenden çıkarılmış, ifraz edilmiş; boş, hali, terkedilmiş; çorak; viran, harap; artık, yeterinden fazla; i. israf, telef, çarçur, heder, savurma; iyi kullanmama, değerlendirmeme; boş arazi; metruk arazi; beyaban; ıssız yer; yıkım, harabiyet; kullanılmadan boşa giden şey, fire; çöp, artık. waste pipe kutlanılmış veya fazla suyu boşaltma borusu. waste steam fazla buhar, çürük buhar. go to waste ziyan olmak, heder olmak, boşa gitmek. lay waste harap etmek, viraneye çevirmek.

waste

f. harap etmek, viraneye çevirmek; aşındırmak, kullanıp yıpratmak; harcamak, boşuna sarfetmek, israf etmek; kaybetmek; (argo) öldürmek; aşınmak; heba olmak; aşırı derecede kilo vermek. waste away zayıflaya zayıflaya eriyip gitmek; ağır ağır azalmak veya telef olmak. wast'ing s. zayıflatıcı, çöktürücü; harap eden.

wastebasket

i. çöp sepeti.

wasteful

s. harap eden; müsrif, savurgan, boş yere ziyan eden. wastefully z. israf ederek. wastefulness i. israf, ziyankarlık.

wasteland

i. çorak toprak, metruk arazi, beyaban.

wastepaper

i. atılacak kâğıt, çöp kağıt.

waster

i. israfçı.

wasteweir

i., İng. artık su savağı.

wastrel

i. müsrif kimse; bir işe yaramaz kimse; avare kimse.

watch

f. bakmak, dikkat etmek; beklemek, gözlemek; fırsat kollamak; tetikte olmak; gözkulak olmak; bekçilik etmek, nöbet beklemek, nöbetçi olmak; gözetmek; gözetlemek, seyretmek; sabahlamak. watch for beklemek, yolunu gözlemek. watch out dikkat etmek. watch over korumak, bakmak. Watch out! Watch it! Dikkat et! Watch your step! Bastığın yere bak. Önüne bak. Sakın ha! Dikkat et! Aman yavaş !

watch

i. cep veya kol saatı; bekçilik, gözetleme; uyanıklık; nöbetçilik, nöbet tutma; nöbetçi, bekçi; devriye; nöbet yeri veya süresi; eskiden gecenin bir kısmı; den. nöbet, posta, vardiya; den. aynı vardiyada nöbet tutan tayfalar. watch band kol saatı kayışı. watch chain saat kösteği. watch fire bekçi veya nöbetçinin yaktığı ateş; işaret ateşi. watch glass kol saatı camı; laboratuvarda kullanılan saat camı biçimindeki cam kap. watch guard saat kösteği kaytanı. watch night yılbaşı gecesi yapılan dinsel tören. watch pocket saat cebi. be on the watch tetikte olmak, kulak kesilmek; nöbette olmak. first watch gecenin ilk nöbeti. larboard watch geminin iskele tarafına tayin olunan gece nöbetçisi grubu. officer of the watch nöbetçi subayı. set the watch saatı ayar etmek; bekçi koymak.

watchcase

i. saat kapağı veya mahfazası.

watchdog

i. bekçi köpeği; kanunsuz veya umuma zararlı hareketlere karşı tetikte olan kimse veya makam.

watchful

s. tetik, uyanık. watchfully z. tetikte, uyanık olarak. watchfulness i. uyanık oluş.

watchmaker

i. saatçı.

watchman

i. bekçi.

watchtower

i. nöbetçi kulesi, bekçi kulesi.

watchword

i. parola; düstur.

water

i. su; deniz, göl, nehir; su birikintisi; gölek, gölcük, gölet; elmasın parlaklık ve şeffaflığı; hare, kumaşın şanjanı; mükemmellik, kalite; karşılığı olmadan ilâve olunan sermaye; çoğ. kara suları; çoğ. sular. water ballet su balesi. water bearer sucu, saka; b.h., astr. Kova Burcu; Saka takımyıldızı. water bed yatak olarak kullanılan içi su dolu büyük plastik torba. water beetle, water bug su böceği, su sineği, zool. Hydrophilus. water blister içi suyla dolu kabarcık. water boy işçilere veya sporculara su getiren kimse. water buffalo manda, zool. Bubalus bubalus. water cart su arabası. water chestnut su kestanesi, göl kestanesi, bot. Trapa natans. water closet tuvalet, apteshane, kıs. W.C. water color suluboya; suluboya resim. water cooler su soğutacak kap veya tertibat. water cure tıb. su ile tedavi; k.dili. fazla su içirerek yapılan işkence. water flea su piresi; subiti, zool. Daphnia. water gap iki dağ arasındaki derin dere, koyak, geçit. water gas hidrojenle karbonmonok- sitten meydana gelen bir çeşit havagazı. water gate set, kapak. water gauge istim kazanındaki suyun yüksekliğini ölçme aleti, su seviyesi göstericisi. water germander sunanesi, sarmısak otu, bot. Teucrium scordium. water glass su bardağı; kazandaki suyu ölçme aleti; sodyum silikat; su saatı. water hammer borularda su gürültusü. water hazard golf oyununda su mâniası. water hemlock sığır baldıranı, bot. Cicuta virosa. water hen su tavuğu. water hole hayvanların su içtiği ufak pınar veya gölcük. water jacket moturu soğutmak için silindirlerin etrafındaki su gömleği. water jump at yarışlarında su mâniası. water level su seviyesi. water lily nilüfer, bot. Nymphaea. water line den. su hattı. water main yeraltı su borusu. water meter su saatı. water mill su değirmeni. water moccasin Kuzey Amerika'da bulunan kanca-dişli engerek. water nymph su perisi. water on the brain beyinde su toplanması. water polo su polosu. water rat misk sıçanı, su sıçanı, zool. Ondatra zibethica; limanlarda hırsızlık eden serseri. water rights su kullanma hakkı. water snake su yılanı, zool. Natrix. water softener suyun kirecini ayırarak yumuşatan kimyasal madde veya tertibat. water spaniel su spanyeli. water supply su rezervi; su kaynakları; su sağlama. water system bütün kollarıyle bir ırmak; su kaynakları; su sağlama. water table mim. bina yüzündeki alt saçak, yağmur etekliği; jeol. su tabakası, su tabakası seviyesi. water tower su kulesi. water wheel sudolabı; çark. water wings yüzme öğrenenler için bir çift sugeçirmez şişirilmiş torba. water witch yeraltı sularının yerini bulabildiğini iddia eden kimse. above water kaygısız, sıkıntısız. be in hot water başı dertte olmak, güç durumda olmak. be under water su altında kalmak. go water k.dili. su dökmek, işemek. head of water kaynak yeri, su başı; su rezervi; sarnıç, baraj; su gücü. high water met, kabarma; sel; k.dili. boy atan çocuğa pantolonunun kısa gelmesi. in deep water başı dertte, müşkül durumda. in smooth water meselesiz, yolunda. low water cezir, inme; suların çekilmiş hali. low water mark tam cezri veya suyun fazla çekildiğini belirten işaret. make water su dökmek, işemek. of the first water en iyi cinsten. on the water denizde. soft water tatlı su, kireçsiz su. spring water pınar suyu. take the water (belirli bir membadan) su içmek. the waters meşime, son, etene, döleşi. throw cold water on hevesini kaçırmak, soğutmak. watered silk hareli veya dalgalı ipekli kumaş. He worked hard to keep his head above water. Geçinebilmek için çok çalıştı. Sam is a villain of the purest water. Sam hainlerin daniskasıdır. They spend money like water. Su gibi para harcarlar.

water

f. sulamak; suvarmak, su vermek; harelemek (ipek); su katmak, sulandırmak; sulanmak; su içmek (hayvan), suvarılmak; karşılığı olmadan hisse senetlerini çoğaltmak. water down sulandırmak; hafifletmek, yumuşatmak. The smell of fresh bread makes my mouth water. Taze ekmek kokusu ağzımı sulandırır.

waterborne

s. yüzen; su yoluyle taşınan; su yoluyle bulaşan.

waterbuck

i. Orta Afrika'da bulunan iri bir cins antilop.

watercourse

i. su yolu, kanal; dere, su.

watercraft

i. denizcilik veya su sporlarında maharet; gemi, kayık; deniz taşıtları.

watercress

i. suteresi, bot. Nasturtium officinale.

waterfall

i. çağlayan, çavlan, şelâle.

waterfowl

i. su kuşu, su kuşları.

waterfront

i. sahilde arsa; şehrin liman bölgesi.

watering

i., s. sulama; suvarma; hareleme; s. sulayan, sulayıcı; sahildeki; kaplıcaya yakın. watering place içmeler, maden suları bulunan yer; plaj; kaplıca. watering pot bahçe sulama kovası, süzgeçli kova. watering trough yalak.

waterlogged

s. içi su dolmuş.

waterloo

i. Waterloo savaşı; kesin yenilgi.

waterman

i. kayıkçı.

watermark

i., f. karada suyun yükseldiği dereceyi gösteren çizgi veya işaret; filigran; f. filigran basmak.

watermelon

i. karpuz, bot. Citrullus vulgaris.

waterpower

i. su gücü.

waterproof

s., i., f. su geçirmez; i. yağmurluk, empermeabl; f. sugeçirmez hale koymak.

waterrepellent

s. su çekmez.

watershed

i. iki ne arasındaki set; su bölümü çizgisi; boşaltma havzası; sınır.

waterside

i., s. sahil, kıyı, yalı; s. sahilde yaşayan; su kenarında biten; sahile özgü; sahilde çalışan.

waterski

f., i. su kayağı yapmak; i. su kayağı.

watersoeked

s. ıslak, sırsıklam.

watersoluble

s. suda eriyebilen.

waterspout

i. denizden veya gölden kasırga kuvvetiyle hortum halinde yukarı çekilen su, deniz hortumu; oluk.

watertight

s. su geçirmez, akmaz, sızmaz; çok sıkı, göz açtırmayan.

waterway

i. su yolu; gemi güvertesinde biriken suyu akıtmaya mahsus açık oluk.

waterworks

i., çoğ. su dağıtım tertibatı; su oyunları; (argo) gözyaşı; (argo) yağmur.

waterworn

s. sudan aşınmış, suda eskimiş.

watery

s. sulu, suya ait; sulak, suyu bol; su gibi, suya benzer; tatsız, lezzetsiz; zayıf, sudan.

watt

i. vat. watthour i. vat saat. watt'-meter i. vatmetre, vat ölçeği. wat'tage i. vat ile ifade edilen elektrik gücü miktarı.

wattle

i., f. dal veya çubuklardan örülmüş yapı; çubuk, saz, kamış, dal; hayvanlarda sarkık gerdan; f. ince çubuklarla çit örmek; ince çubukları hasır gibi örmek.

waul , wawl

f. kedi gibi miyavlamak.

wave

f. dalgalanmak; sallanmak; sallamak; dalgalandırmak, dalga dalga etmek. ondüle yapmak; harelemek; elle işaret etmek. wave farewell el veya mendil sallayarak veda etmek. wave on el işaretiyle ileri gitmesini belirtmek.

wave

i. dalga; dalgalanma; el işareti; el sallama; hare, kumaş dalgası; dalga gibi kabaran şey; sıcak veya soğuk dalgası. wave band (radyo) dalga. wave front fiz. dalga sınırı. wave set mizamplide kullanılan fiksatif. wave theory fiz. dalga teorisi; dilb. dillerin dalgalar halinde yayıldığı kuramı. wave train bir noktadan çıkan dalgalar dizisi. wave worn dalgalardan aşınmış. cold wave soğuk dalgası. heat wave sıcak dalgası. long wave uzun dalga. make waves A.B.D. düzeni bozmak, karışıklık yaratmak. medium wave orta dalga. short wave kısa dalga. wav'y s. dalgalı, dalga dalga.

wavelength

i. dalga uzunluğu, dalga boyu.

waveoff

i., hav. iniş izni vermeme.

waver

f., i. sallanmak; titremek; sendelemek; tereddüt etmek, duraksamak, kararsız olmak; i. sallanma; tereddüt, kararsızlık. waveringly z .tereddüt ederek, kararsızlık içinde.

waves

i. A.B.D. donanmasında kadın görevliler.

wawl

bak. waul.

wax

f. k.dili. plak yapmak, plak doldurmak.

wax

i., f. mum, balmumu; balmumuna benzer herhangi bir madde; parafin; kırmızı balmumu; kulak kiri; bot. bitkilerin ifraz ettiği balmumuna benzer madde; kunduracı zifti veya mumu; cilâ; f. üstüne balmumu sürmek, mumlamak; cilâlamak. wax bean sarı kabuklu fasulye, bot. Phaseolus vulgaris. wax candle mum. wax end, waxed end mumlanmış veya ziftli ayakkabıcı sicimi. wax flower, wax plant balmumu çiçeği, bot. Hoya carnosa. wax myrtle mum ağacı, bot. Myrica cerifera. wax palm mum hurma ağacı, bot. Ceroxylon andicola. wax paper yağlı kâğıt. wax'en s. mum gibi; mumdan yapılmış; soluk, saz benizli. wax'y s. mumlu, muma benzer; yapışkan; yumuşak ve şekillendirilebilir.

wax

i., İng., k.dili. öfke nöbeti. wax'y s. öfkeli.

wax

f. artmak, yükselmek, büyümek, olmak. wax beautiful güzelleşmek. wax eloquent belâgatli konuşmak. wax strong kuvvetlenmek. The moon waxed and the moon waned. Günler geçti.

waxtage

i. sarfiyat; lüzumsuz sarfiyat, israf.

waxwing

i. ipekkuyruk kuşu, zool. Bombycilla garrula.

waxwork

i. balmumu işi; balmumundan yapılmış insan heykeli; çoğ. balmumundan yapılmış insan heykelleri müzesi.

way

i. yol, tarik; yön, yan, taraf, cihet; yer; mesafe; usul, tarz; husus; adet, itiyat, huy; hal, durum, halet; gidiş, ilerleme, ileri gitme; çare, vasıta; huk. irtifak hakkı, geçit hakkı; çoğ. gemi kızağı. ways and means mali tedbirler, para temini, tahsisat bulma yolları. way back k.dili. çok eskiden, uzun zaman önce. way in giriş, girilecek yol. way station d.y. ara istasyon. way train her istasyona uğrayan tren, posta treni. across the way yolun öte tarafında, karşı tarafta. a good way hayli mesafe; iyi bir usul. all the way mümkün olduğu kadar; başından beri. a long way off çok uzakta. be in the way engel olmak, ayak altında olmak. by the way sırası gelmişken, aklıma gelmişken. by way of yolu ile, -den. come one's way başına gelmek. go all the way son haddine varmak; her naneyi yemek. go one's way kendi yoluna gitmek, bildiğini okumak. go out of one's way zahmete katlanmak. go the way of gibi gitmek. have a way with one ikna edici kabiliyeti olmak. in a small way küçük mikyasta, ufak ölçüde. in a bad way kötü bir durumda; tehlikede; çok hasta. in a way bir bakıma. make one's way ileri gitmek, başarmak, muvaffak olmak. on the way yol üstünde, yolunda, yolda. out of the way sapa, yol üstü olmayan; alışılmışın dışında, yolsuz, uygunsuz, münasebetsiz; zahmette; yerinde olmayan, kayıp; ortadan, aradan; yoldan. pay one's way kendi masraflarını kendi ödemek. the right way doğru yol. under way hareket helinde, ilerlemekte, devam etmekte. Have it your way. Nasıl istersen öyle yap. Let's get this out of the way. Bunu ortadan kaldıralım. No way A.B.D., (argo) Çaresiz. İmkân yok.

waybill

i. manifesto, yolcu manifestosu, nakliye senedi, kıs. w.b.

wayfarer

i. yolcu, yaya yolcu.

wayfaring

s., i. yolculuk eden; i. yolculuk.

waylay

f. yolunu kesmek; pusuya yatmak.

wayout

s., A.B.D., (argo) yepyeni, özgün, ileri.

ways

(sonek) yönünde, -e doğru.

wayside

i., s. yol kenarı; s. yol kenarındaki. go by the wayside daha önemli bir şeyden dolayı rafa kaldırılmak.

wayward

s. ters, dik başlı, inatçı, aksi; düzensiz, intizamsız, darmadağınık. waywardly z. inatçılıkla, dik başlılıkla; düzensiz bir şekilde. waywardness i. inatçılık, dik başlılık; düzensizlik.

we

zam. biz, bak. I.

we'd

kıs. we had, we would.

we're

kıs. we are.

we've

kıs. we have.

weak

s. zayıf, kuvvetsiz, mecalsiz, takatsiz; hafif, dayanıksız; metanetsiz; sebatsız; akılsız, şaşkın; eksik; hükümsüz; foto. silik çıkmış; dilb. vurgusuz; düşük. weak sister k.dili. dayanıksız ve zayıf kimse. weakly s., z. hasta, hastalıklı; z. zaaf ile; zayıf surette. weak'ness i. zaaf, zafiyet, iradesizlik; kusur; zaaf duyulan şey.

weaken

f. zayıf düşürmek; zayıflatmak, zayıflamak; takatini kesmek, takati kesilmek; hafifletmek, hafiflemek; direnci azalmak.

weakfish

i. gölgebalığıgillerden bir çeşit balık, zool. Cynoscion.

weakhearted

s. yüreksiz, korkak.

weakkneed

s. dizleri zayıf; zayıf karakterli; yüreksiz.

weakling

i., s. cılız kimse veya hayvan; s. cılız, güçsüz.

weakminded

s. iradesiz; aklı zayıf.

weal

i., (eski) refah, gönenç, saadet, sağlık. for the public weal umumun refahı için; kamu yararına. in weal or in woe iyi veya kötü günlerde.

weald

i., İng. ormanlık; kır.

wealth

i. zenginlik, servet, varlık, para, mal; bolluk.

wealthy

s. zengin, servet sahibi, varlıklı; bol. wealthiness i. zenginlik. wealthily z. varlıklı olarak.

wean

f. sütten kesmek, memeden kesmek; soğutmak, vaz geçirmek. wean'ling i. sütten yeni kesilmiş yavru.

weapon

i. silâh. weaponry i. silahlar.

wear

i. dayanıklılık, dayanma; aşınma, yıpranma, eskime; giysi, elbise. the worse for wear eskimiş, çok kullanıldığı belli. wear and tear normal halde aşınıp eskime.

wear

f. (wore, worn) giymek; göstermek; taşımak; kullanmak; eskitmek, aşındırmak, yıpratmak, yemek; yormak; dayanmak; eskimek, aşınmak, yıpranmak; tükenmek. wear away aşındırmak; biteviye geçmek; tükenmek. wear badly dayanıksız olmak, az dayanmak. wear down azar azar kuvvetini tüketmek, yavaş yavaş yıpratmak veya yıpranmak; aşındırmak. wear off yavaş yavaş yok olmak. wear on yavaş ilerlemek; can sıkmak. wear out butün bütün eskimek veya eskitmek; aşınmak; yormak, tüketmek. wear the trousers reislik etmek. wear well iyi dayanmak; iyi uymak; uygun gelmek; süregelmek. wear'able s. giyilebilir. wearing apparel elbise, giysiler. He wears his age well. Yaşını göstermiyor.

wearing

s. yıpratıcı; yorucu; giyilmeye elverişli.

wearisome

s. sıkıcı, yorucu, bıktırıcı, usandırıcı.

weary

s., f. yorgun, usanmış, bıkkın, bezgin; yorucu, yoran, usandırıcı, sıkıcı; yorgunluk belirten; f. yormak, yorulmak; usanmak, usandırmak; bezmek, bezdirmek. wearily z. canından bezmiş bir halde; yorgunlukla. weariness i. bezginlik, yorgunluk, usanç.

weasand

i., (eski) gırtlak, nefes borusu.

weasel

i., f. sansargillerden herhangi bir hayvan, zool. Mustela, sansar, gelincik, kakım, samur; sinsi kimse, çakal; f., A.B.D., k.dili. kaçamaklı konuşmak. weasel out of -den sıyrılmak. weasel-faced s. sansar yüzlü. weasel word kaçamaklı söz, bir sözün anlamını şüpheye düşüren kelime.

weather

i., s. hava, hava durumu; kötü hava, fırtına; ortam, şart, durum; s., den. rüzgâr üstü tarafındaki. weather bureau meteoroloji bürosu. weather eye hava değişikliğini çabuk sezme kabiliyeti. keep one's weather eye open k.dili. göz kulak olmak. weather map hava haritası, meteoroloji haritası. weather ship okyanus meteoroloji istasyonu. weather signal hava durumunu bildiren işaret. weather station meteoroloji istasyonu. weather vane fırıldak, rüzgârgülü. make heavy weather yalpa vurmak, yalpalamak; zorluk çıkarmak. under the weather k.dili. keyifsiz, hasta, rahatsız; kafası dumanlı.

weather

f. havaya göstermek; hava tesiriyle değişmek; atlatmak, savuşturmak, geçiştirmek; (çatıya) meyil vermek; den. rüzgar istikametinden geçmek; hava tesirlerine karşı dayanmak. weathering i. hava etkisiyle meydana gelen değişiklik.

weatherbeaten

s. her türlü kötü hava şartlanna maruz kalmış, fırtına yemiş; fırtınanın yıprattığı, yanık (yüz).

weatherboard

i., f. bindirme, siper tahtası; f. bindirme tahtalarla kaplamak.

weatherbound

s. kötü hava şartlarından dolayı limanda mahsur kalmış (gemi).

weathercock

i. fırıldak, rüzgârgülü; dönek kimse.

weathered

s. (hava, güneş, rüzgâr veya yağmur etkisiyle) yıpranmış. weathered in (A.B.D.) hava muhalefeti yüzünden kapalı (havaalanı).

weatherglass

i. barometre.

weatherman

i. (çoğ. -men) k.dili. meteoroloji uzmanı; hava durumunu okuyan spiker.

weatherproof

s. her türlü hava şartlarına karşı dayanıklı, havadan bozulmaz, rüzgâr geçirmez. weather strip, weather stripping pencere keçesi, tecrit şeridi.

weatherstrip

f. tecrit şeridi yapıştırmak.

weatherwise

s. havadan anlar; kamuoyunu sezen.

weatherworn

s. hava etkisiyle bozulmuş veya aşınmış.

weave

f. (wove, woven) i. dokumak; örmek; kurmak, yapmak, icat etmek; zikzak yapmak; i. dokuma; örme.

weaver

i. dokumacı, çulha. weaver's hitch den. yoma bağı.

weaverbird

i. dokumacı kuşu., zool. Ploceidae.

web

i., f (bed, bing) ağ; örümcek ağı; ağ gibi karışık şey veya tertip; dokuma, dokunmuş kumaş; mak. örs bogazı, ray bogazı, bağlantı levhası; örgü; anat., zool. zar, perde; tüy bayrağı; tomar; f. etrafına ağ örmek; ağ gibi sarmak. webfingered s. el parmaklarının arası perdeli. webtoed s. ayak parmaklarının arası perdeli, perde ayaklı. web press tomar kâğıt ile çalışan baskı makinası. web'bing i. kalın dokuma kayış.

wed

f. (-ded; -ded veya wed; -ding) nikah ile almak veya varmak: ile evlenmek bağlanmak; evlenmek, kocaya varmak, dünya evine girmek.

wedded

s. evli, evlenmiş; evliliğe özgü. wedded to bağlı, kendini adamış.

wedding

i. nikâh, evlenme merasimi, düğün; evlilik yıldönümü. wedding cake düğün pastası. wedding ring nikah yüzüğü. golden wedding evliliğin ellinci yıldönümü. silver wedding evliliğin yirmi beşinci yıldonumü.

wedge

i., f. kıskı, kama, çivi, takoz; kıskı şeklinde sey; üçgen şeklinde ilerleyen küme; çivi yazısında çivi şeklindeki işaret; f. kıskı ile kesmek veya ayırmak; kıskı sokmak; kıskı sokup sıkıştırmak; sıkışmak, takılmak; sıkıştırmak. wedg'y s. kıskı gibi.

wedgie

i., k.dili. topuk girintisi olma yan ve tabanı topuğa doğru yukselen kadın ayakkabısı.

wedgwoodware

renkli zemin üzerinde beyaz süsü olan bir çeşit ingiliz çömleği.

wedlock

i. nikâh, evlilik, izdivaç. in wedlock evlilik sırasında. out of wed lock evlilik dışı.

wednesday

i. çarşamba.

wee

s. (weer, weest) ufacık, küçücük, minimini, minnacık, minicik; az. wee folk periler, cinler, cüceler, ifritler, iyi saatte ol sunlar. wee hours geceyarısından sonraki zaman, sabahın erken saatleri.

weed

i. matem kolçağı; şapkada matem şeridi; çoğ. dul kadınların giydiği matem elbisesi.

weed

i., f. yabani ot, zararlı ot; değersiz hayvan; ıskarta şey; ot tabakası; (argo) haşiş; f. yararsız otları çıkarıp temizlemek; zararlı şeyleri defetmek. weed out çıkarmak. the weed k.dili. tutun, sigara. poke weed şe- kerciboyası, bot. Phytolacca.

weedy

s. yabani otları bol; k.dili. çiroz gibi, kara kuru, ıskarta.

week

i. hafta. week in week out haftalarca. weeks ago haftalarca önce. a full week tam bir hafta; olaylarla dolu bir hafta .by the week hafta hesabına göre. for weeks haftalarca.

weekday

i. hafta arasındaki gün, iş günü.

weekend

i. hafta sonu.

weekly

s., z., i. haftalık; z. haftada bir, her hafta; i. haftalık yayın.

ween

f., (eski) zannetmek, sanmak.

weenie

i.,( A.B.D.), k.dili. sosis.

weeny

s. ufacık, minicik, küçücük.

weep

f. (wept) i. ağlamak, göz yaşı dökmek; sızmak, damlamak; i. ağlama; ağlama nöbeti.

weeper

i. ağıtçı: şapkadan sarkan matem kurdelesi; daldan sarkan yosun; duvarda damlama deliği, akak; çoğ., k.dili pırasa bıyık.

weeping

s. ağlayan, gözleri yaşlı; ince ve sarkık dallı. weeping willow salkımsöğüt, bot. Salix babylonica.

weever

i. çarpan balığıgillerden herhangi bir balık. greater weever trakunya, çarpanbalığı; zool. Trachinus draco. lesser weever varsam, zool. Trachinus vipera.

weevil

i. buğday biti; pamuk kurdu; bitki kurtlarından birkaç cins. weevily, weevilly s. kurtlanmış, kurtlu.

weft

i. kumaşın atkısı, argaç; örülmüş şey.

weigh

f. tartmak; tetkik etmek, duşünmek, ölçünmek, aklında tartmak; ağırlığında olmak; itibar edilmek. weigh anchor den. demir almak, vira etmek. weigh down yüklemek, yük altına koymak; omuzlarını çökertmek; ağırlık koyup bastırmak; bel vermek; kederlenmek. weigh in uçağa binmeden önce bagajı tarttırmak; at yarışı sonunda tartılmak (cokey); boks maçından evvel tartılmak. weigh out tartıp ayırmak, ölçüye göre hazırlamak; at yarışından önce tartılmak (cokey). weigh one's words sözlerini tartarak konuşmak. weighing ma- chine kantar, baskül. weigh able s. tartı labilir, tartıya gelir.

weigh

i. yol under weigh harekette, yolda.

weight

i., f. ağırlık, siklet; tartı, vezin; yük, sıkıntı; tesir, itibar, nüfuz, önem, ehemmiyet; dirhem; ağır cisim; istatistik bağıl değer; gerilme gücü; f. yüklemek, ağırlık vermek; katmak. weight lifter halterci. by weight tartı ile. carry weight itibarlı olmak, önem taşımak. dead weight ağırlık, ezici yük; boş ağırlığı, ölü yük, tam yük; geminin darası. men of weight nüfuzlu adamlar, kodamanlar. throw one's weight around nufuzunu kullanarak iste diğinde ısrar etmek, ağırlıgını koymak. weight'less s. ağırlıksız.

weightlifting

i. haltercilik.

weightwatcher

i. rejimle kilosunu ayarlayan kimse.

weighty

s. ağır, gülle gibi; yüklü; sıkıntılı; önemli, ehemmiyetli, hatırı sayılır, itibarlı, nüfuzlu. weightily z. ağır olarak; kuvvetle; tesir ederek. weightiness i. ağırlık; tesirli oluş.

weir

i. büğet, bağlağı, set; çit dalyanı.

weird

s., i. tekinsiz; esrarengiz, garip, acayip; sihirbazlıkla ilgili; kadere ait; i., iskor, büyü; kader. the Weird Sisters kader tanrıçaları. weird'ly z. tekinsizce. weird'ness i. tekinsizlik.

weirdie , weirdy, weirdo

i., (A.B.D.),( argo) garip kimse; acayip şey, tuhaf olay.

weismannism

i. kazanılmış özelliklerin kalıtımsal olmadığını ileri süren evrimcilik.

welch

bak. Welsh.

welcome

f., i., s.,(ünlem) iyi karşılamak, memnuniyetle karsılamak, hoş karşılamak; nezaket göstermek, samimiyet göstermek; i. samimi karşılama, hoş karşılama; nezaket gösterme; s. hoş karşılanan, iyi karşılanan; sevindirici, hoşa giden, rahatlatıcı, makbule geçen;( ünlem) Hoş geldiniz! Safa geldiniz! Buyurun! give one a cold welcome soğuk karşılamak. give one a warm welcome hararetle karşılamak; pişman ettirmek. He is welcome to come and go at his pleasure istediği zaman gelip gidebilir .overstay veya wear out one's welcome. fazla kalıp tadını kaçırmak, ziyaret edip bıktırmak. roll out the welcome mat. ağırlamak. welcome home ağırlama. You're welcome Bir şey değil Rica ederim, Estağfurullah. You're welcome to it Buyurunuz You're welcome to try Bir deneyin isterseniz, Tecrübesi parasız. wel- comely z. hoşça, memnuniyetle, samimiyetle. welcomeness i. hüsnükabul, hoş karşılama, makbule geçme.

weld

f., i. kızdırıp kaynak yapmak, kaynatmak; kaynamak; sıkıca birleştirmek; kaynak almak, kaynayabilmek; i. kaynak yeri; kaynak yaparak birleştirme. weld'able s. kaynakla eklenebilir, kaynağa gelir, kaynar. weld'er i kaynakçı.

weld

i. küçük muhabbetçiçeği, bot. Reseda luteola; kuçük muhabbet çiçeğinden çıkarılan sarı boya.

welfare

i. iyi hal, iyilik; sıhhat, afiyet, refah; yoksullara yardım. on welfare ihtiyaç dolayısıyle resmi kuruluştan yardım alan. welfare mother bakacak kimsesi olmayan küçuk çocuklu kadın. welfare state yurttasların bireysel ve toplumsal gereksinmelerini sağlamayı amaçlayan dev let veya politika. welfare work resmi veya özel yardım çalısmaları. welfare worker sosyal yardım uzmanı .

welkin

i.,(eski) gök kubbe, sema, asuman. make the welkin ring (şiir) gökleri çınlatmak .

well

z., s. (better, best) iyi, güzel, hoş, ala, iyice; hakkıyle, Iâyıkıyle; çok, pek; tamamen, hayli, oldukça; s. iyi, güzel; sıhhatça iyi, sıhhatli; kârlı, elverişli. Well begun is half done iyi başlayan iş yarı yarıya bitmiştir. well on in life yaşı hayli ilerlemiş. well past forty kırkını hayli geçmiş. well up on the list listenin başlarında. all very well uygun, yerinde. as well de, da, dahi, bile. as well as olduğu kadar, ile beraber, -e ilâveten. I wish him well iyiliğini temenni ederim ,Allah muvaffakiyetler versin. It is all very well but iyi, hoş ama. well and good kabul, tamam, peki. You may well say that Bunu söylemekte hakllsınız. Well donel Aferin! Bravo! We might as well stop Dursak iyi olur Bıraksak iyi olur.

well

(ünlem) Pekâlâ! Ya! Hayret! Olur şey değil! Sahi ! Eh ! Haydi. I Well, to be sure... Eh olabilir. Well, well ! Vah vah ! Aman efendim ! Hayret ! Well, as I was saying Ha ! Diyordum ki.

well

kıs. we will, we shall.

well

i., f. kuyu, çeşme, memba, kaynak; pınar; hokka; sahanlık, merdiven veya asansör boşluğu; f. kaynamak, yerden fışkırmak. well up yükselmek. well sweep kaldıraç.

wellaimed

s. doğru nişan alınmış, doğru atılmış; iyi maksat ile yapılmış.

wellappointed

s. mükemmel teçhizatlı.

wellauthenticated

s. doğrulanmış, ispat edilmiş.

wellbehaved

s. terbiyeli.

wellbeing

i. refah, iyilik, saadet.

wellbred

s. terbiyeli, kibar; soylu.

welldone

s. başarılı, iyi yapılmış; iyi pişmiş.

wellfavored

s. güzel, güzel görunuşlu.

wellheeled

s., (argo) zengin, para babası.

wellhole

i. merdiven için bırakılan boşluk; kuyu.

wellington

i. Wellington, Yeni Zeland'ın başkenti; çoğ. çizme.

wellknown

s. meşhur, ünlü.

wellmannered

s. terbiyeli .

wellmeaning

s. iyi niyetli.

wellnigh

z. hemen hemen, takriben.

welloff

s. hali vakti yerinde olan, mutlu.

wellread

s. çok okumuş.

wellrounded

s. geniş kap samlı, çok yönlü; dolgun, tombul.

wellsaid

s. yerinde söylenmiş.

wellspoken

s. yerinde söylen miş; hoş sohbet, sohbeti tatlı.

wellspring

i. kaynak.

wellthoughtof

s. saygın, itibarlı, makbul.

welltimed

s. vakti iyi ayarlanmış, zamanlı.

welltodo

s. zengin, hali vakti yerinde olan.

wellwisher

i. başkasının iyiliğini isteyen kimse.

wellworn

s. iyice eskimiş, çok giyilmiş; bayatlamış; lâyık, hak edilmiş, değimli.

welsbachburner

gömlekli lamba.

welsh

s., i. Gal eyaletine ait; Gallilere özgü; i. Gal dili. the Welsh Gal halkı. Welsh'man i. Gal'li kimse. Welsh rabbit,Welsh rarebit kızarmış ekmeğe sürülen birada eritilmiş peynir.

welsh

f., (argo) borcunu ödememek, dolandırmak; sözünü tutmamak, vaat ettiği işten caymak. welsh on one (argo) atlatmak, sözünü tutmamak.

welt

i., f. elbisede kenar şeridi; kösele şerit; süsleyici bant; çıta; değnek veya kamçı izi; böyle iz bırakan vuruş; f. şerit koymak; k.dili. vurup iz bırakmak.

weltanschauung

i., Al. dünya görüşü.

welter

f., i. ağnamak, yatıp yuvarlanmak; dalga gibi kabarıp yuvarlanmak; i. yuvarlanma; karışıklık, kargaşa.

welterweight

i. altmış iki ile altmış yedi kilo arasında boksör.

weltpolitik

i., Al. bir devletin dünya siyaseti; milletlerarası politika.

weltschmerz

i., Al dünyanın içinde bulunduğu durumdan dolayı meydana gelen kötumserlik veya umutsuzluk.

wen

i. (eski) ingilizcede (w) sesi için kullanılan harf.

wen

i., tıb. özellikle başta çıkan yağ kisti.

wench

i., f. kız, eksik etek; eski hizmetçi kız; eski fahişe, orospu; f., eski fahişe ile münasebette bulunmak, zamparalık etmek.

wend

i. Doğu Almanya'daki İslav kavmin biri. Wend'ic, Wend'ish kavme ait; i. bu kavmin dili.

wend

f., (şiir) yola koyulmak; katetmek, yol gitmek.

went

bak. go.

wept

bak. weep.

were

bak. be.

werent

kıs. were not.

werewolf

i., Al., mit. kurt şekline girmiş insan; kurt şekline girebilen kimse.

wergeld , weregild

i. Anglosaksonlarda diyet.

wert

bak. be.

west

i., s. batı, garp; s. batıdaki, batı; batıya doğru olan; batıdan gelen (rüzgâr); çöken; z. batıya doğru. the West Batı, Asya'nın batısındaki ülkeler; (A.B.D.) Mississippi ırmağının batısındaki eyaletler. west by north batı kerte karayel. west by south batı kerte lodos. west longitude Greenwich boylamından batıya doğru mesafe. west northwest batı karayel. west southwest batı lodos. westward(s) z. batıya doğru. go west batıya doğru gitmek; ölmek.

westbound

s. batıya doğru giden.

wester

f., i. batıya yönelmek; i. batı rüzgârı veya fırtınası.

westering

s. batıya doğru yönelen.

westerly

z., s. batıdan; batıya doğru; s. batıya bakan; batıdan esen (rüzgâr).

western

s., i. batı, batısal; batıya ait; batıdan esen; i. batılı; kovboy romanı veya filmi. Western Church Batı Roma imparatorluğundaki kilise, Katolik kilisesi. westerner i. batılı. westernize f. batılılaştırmak. westernmost s. en batıdaki. West Indies Batı Hint adaları.

westing

i., den. batıya doğru katedilen mesafe; batıya yönelme.

westinghousebrake

tazyikli hava ile işleyen kuvvetli fren.

westminster

i. Londra'nın bir ilçesi. Westminster Abbey Londra'da Gotik tarzda yapılmış meşhur kilise.

wet

s. (-ter, -test), f. (-ted,- ting), i. yaş, ıslak; yağmurlu; kim .su veya başka sıvı ile yapılan; k.dili. içki yasağı olmayan (yer); kurumamış; f. ıslatmak; ıslanmak; işemek; i. yaşlık, nem, rutubet; su; yağmur; yağmurlu hava; (A.B.D.) içki yasağı aleyhtarı. all wet (argo) martaval; martavalcı. wet blanket k.dili. neşeyi kaçıran şey; şevki kıran kimse. wetbulb thermometer üstü ıslak bulundurulan termometre. wet day yağmurlu gün. wet goods fıçı veya şişelerde bulunan sıvı maddeler; k.dili. alkollü içkiler. wet nurse sütnine. wet rot nemle oluşan çürüme. wet suit ıslak dalış elbisesi. wet to the skin iliklerine kadar ıslanmış. wet'tish s. yaşça, ıslakça, nemli. wet'ness i. ıslaklık, nem, rutubet.

wet-nurse

f. bebeğe meme vermek: itina ile bakmak .

wetback

i., (A.B.D.), k.dili. Meksikalı kaçak tarla işçisi.

wether

i. idiş koç.

wetting

i. ıslanma, ıslatma; ıslatan şey. wetting agent kim. sıvıya ilâve edilen ıslatıcı madde.

wf , wf

kıs. wrong font yanlış hurufat.

wha

zam., iskoç. kim.

whack

f., i., k.dili. küt diye vurmak, hızla vurmak; fırlatmak; çarpmak; dövmek; i., k.dili. pat, küt, vuruş sesi; (argo) hisse, pay. whack off bıçakla kafasını uçurmak. whack up hisselere bölmek, paylaşmak; derme çatma kurmak. have a whack at (argo) sıra ile de- nemek. out of whack k.dili. işlemez vazi yette; ayarı bozuk.

whacking

s., z., (İng.), k.dili. kocaman, heyulâ gibi; z. çok.

whale

i., f. balina, zool .Cetacea; k.dili. çok iyi şey, çok buyük şey; f. balina avlamak. a whale of a hayli, pek çok, oldukça. whale fishery balina avcılığı; balina avlanan yer. whale oil balina yağı .whal'er i .balina avcısı; balina avlama gemisi. whal'ing i.,s. balina avı; s., (argo) kocaman.

whale

f., k.dili. dövmek, dayak atmak, kamçılamak, kırbaçlamak. whal'ing i. dayak.

whaleback

i. güvertesi balina sırtı biçimindeki vapur.

whaleboat

i. cankurtaran sandalı, filika.

whalebone

i. balina çubuğu, korseye konulan balina, balık dişi .

wham

i., f. vuruş, vuruş sesi; f. küt diye vurmak, çarpmak.

whammy

i. göz (değme).

whang

f., i. şaplak vurmak, dövmek; i. şaplak.

whang

i., f. sırım; (İskoç.) büyük dilim; f. kırbaçlamak; (İskoç.) fırlatmak; (İskoç.) dilimlemek.

wharf

i. (çoğ. wharves) f. rıhtım, iskele, büyük yük iskelesi; f. iskele veya rıhtım yapmak; rıhtıma getirmek veya çıkarmak. wharf rat bir çeşit büyük fare;(A.B.D.),( argo) rıhtımda dolaşan serseri veya hırsız.

wharfage

i. iskelenin yük boşaltma veya depolama için kullanılması; iskele ücreti.

wharfinger

i .iskele muhafaza memuru rıhtım müdürü.

what

zam., s., (ünlem) ne; ne kadar; bir şey; (Bazen ingilizcede what kelimesi ile baslayan cümlecikler Türkçe cümlede fiil içinde belirlenir. What you are doing is correct Yaptıgınız doğrudur. He has no income but what he earns Kazandığından başka geliri yoktur); s. ne, hangi;(ünlem) Ne? Vay! What good is it? Neye yarar? Faydası ne? what's what k.dili. işin mahiyeti, gerçek durum .What's what? What's cooking? k.dili. N'aber? Ne var ne yok? and what not ve saire. and what have you ve saire. what if... ya...ise... what with hesaba kattıktan sonra, düsünerek, den dolayı. what for niçin;( argo) azarlama; leh. ne biçim. what about unutmayalım; ne haber .What of it? Ne fark eder? Vız gelir? Bana ne. What the devil What the hell Allah cezasını versin, Kahrolası. what chamacallit k.dili. şey, zırıtılı, zımbırtı. no matter what ne olursa olsun. what it takes ne gerekirse. What's with him ? (argo) Nesi var ? ( Do you ) know what ? Haberin var mı? Biliyormusun? What's it to you? Sana ne? I don't know but what it will work Başarılı olacağını tahmin ediyorum.

whatever

zam., s. bütünü, hepsi; k.dili. ne; s. hangi, ne; her hangi, hiç.

whatnot

i. biblo rafı.

whatsoever

s., zam. ne, hangi; zam. bütünü, hepsi.

wheal

i. sivilce, kabarcık; vücutta meydana gelen kırmızılık veya kabartı.

wheat

i. buğday; buğday fidanı. wheat beetle buğday biti. wheat belt buğday yetiştiren mıntıka. wheat rust buğdaypası. wheat'en s. buğdaydan yapılmış, buğdaya ait.

wheatear

i. kuyrukkakan, zool. Oenanthe oenanthe.

wheedle

f. yaltaklanarak veya tatlı sözlerle yalvarmak; kandırıp elinden almak; yaltaklanmak, tatlılıkla kandırmak.

wheel

i. tekerlek; çark, dolap; den. dümen dolabı; eskiden kullanılan işkence çarkı; k.dili. bisiklet; çarkıfelek; deveran, dönme; (argo) kodaman; çoğ. yürüten unsur; çog, (argo) vasıta, araba .wheel and axle mil teker. wheel animalcule bak. rotifer. wheel horse birbiri ardınca koşulmuş atlardan tekerleğe yakın olanı; en ağır işi yapan ve kolay kolay yorulmayan adam. balance wheel nâzım çark; olayları soğukkanlılıkla karşılayan kimse. fifth wheel yedek tekerlek; yedekte bulunan kimse veya şey; k.dili. kendini fazlalık olarak gören kimse .mill wheel değirmen çarkı. paddle wheel vapurun yan çarkı. at the wheel direksiyonda; yönetiminde. wheels within wheels bir birine karşılıklı etkide bulunan olaylar .There are wheels within wheels işin içinde iş var. The wheels of social progress turn slowly Toplumdaki ilerleme ağır işler.

wheel

f. tekerlekler üzerinde taşımak; döndürmek; çark gibi çevirmek; el arabası ile götürmek; çark veya tekerlek gibi yuvarlanmak; dönmek; sürmek; sürülmek; yuvarlanıp gitmek. wheel about yönünü değiştirmek. wheeled s. tekerlekli.

wheelbarrow

i. tekerlekli el arabası.

wheelchair

i. tekerlekli sandalye.

wheelerdealer

i., (A.B.D.), k.dili. şüpheli işlerle uğraşan kimse, kurnaz kimse.

wheelhouse

i. gemide dümen köşkü.

wheelrace

i. değirmen dolabının bulunduğu su mecrası.

wheelwright

i. tekerlekçi, tekerlek yapan veya tamir eden kimse.

wheeze

f., i. hırıltıyla solumak; i. hırıltılı ses; k.dili. bayat fıkra. wheez'y s hırıltılı .

whelk

i. sivilce, kabarcık.

whelk

i. bir çeşit deniz salyangozu, zool. Buccinum undatum.

whelm

f. su basmak; bastırmak, boğmak, mağlup etmek.

whelp

i., f. köpek veya yırtcı hayvan yavrusu; enik, encik; it; it herif; f. eniklemek, enciklemek.

when

z., i.,(bağlaç) ne zaman, ne vakit; i. vakit, zaman; (bağlaç) ta ki,-e kadar; olur olmaz; halde, sırasında; iken; göz önüne alarak. when he comes geleceği zaman, o gelince, geldiğinde. When shall I come? Ne zaman geleyim? Come when you please Ne zaman istersen gel. He walks when he could ride Araba ile gidebileceği halde yayan gider. I'll come when I'm finished. işim bitince gelirim. Say when. Pes de! Kâfi gelince söyle. I knew him when. Eskiden beri onu tanırım. since when o zamandan beri, ne zamandan beri. until when o zamana kadar, ne zamana kadar. whenev'er, whensoev'er z., (bağlaç) her ne zaman.

whence

z., (bağlaç), (eski) nereden, hangi yerden; nereli; (bağlaç) den, dan; yere; sebepten.

where

z., zam., (bağlaç) nere, nerede, nereye; da; zam. yer; (bağlaç) (olduğu) yer; (bulunduğu) durum. where its at(A.B.D.),(argo) müdavimi olunan yer.

whereabouts

z., i. nerelerde; i. olduğu yer veya semt.

whereas

(bağlaç) oysa, halbuki; mademki; şartlara göre, dayanarak.

whereat

z., (bağlaç) neye; (bağlaç) onun üzerine, den dolayı, dolaylsıyle.

whereby

z. vasıtasıyle.

wherefore

z.,(bağlaç) niçin, neden, ne sebepten; (bağlaç) bu sebepten, bundan dolayı, binaenaleyh.

wherein

z. neyin içine, neyin içinde; hangi yönden, ne hususta; içinde, içine.

whereinto

z. içine: neyin içine.

whereof

z. -den. the person whereof I spoke. bahsettiğim kimse .

whereon

z. üstünde; bunun üzerine.

wheresoever

z., (bağlaç) her nereye, her nerede.

whereto

z., (bağlaç) neye; (bağlaç) neye, ne için.

whereupon

z., (bağlaç) bunun üzerine, ve bundan dolayı, üstünde.

wherever

z.,(bağlaç) her nereye, her nerede.

wherewith

z., (bağlaç), zam., i., (eski) ne ile; nasıl; (bağlaç) ile; zam., i. imkânlar, gereçler. the clue wherewith the riddle was solved bilmeceyi çözümleyen ipucu.

wherewithal

i. gereçler, araçlar; para.

wherry

i., f. hafif ve süratli kayık; f. bu kayıkla taşımak.

whet

f. (-ted, -ting) i. bilemek; tahrik etmek, kışkırtmak; açmak (iştah): i. bileme, bilenme; iştah açan şey. whet'stone i. bileğitaşı.

whether

(bağlaç) olup olmadığını; olursa; ise de. I do not know whether he will be here Burada olup olmayacağını bilmiyorum .whether we live or die kalsak da ölsek de. whether or not olsa da olmasa da. It is hard to decide whether to go or not Gidip gitmemeye karar vermek zor.

whew

(ünlem) Vay! A! Aman! Hay Allah ! Uf be !

whey

i. kesilmiş sütün suyu. whey' faced s .benzi uçuk, rengi atmış, saz benizli.

which

zam., s. hangi, hangisi, hangisini; olan, bulunan. which see bakınız. Choose that which is good iyisini seç. This is the book of which I spoke Bahsettiğim kitap bu. Which is right? Hangisi doğrudur (iki şıktan) ? Which cake do you want? Hangi pastayı istersin?

whichever

zam., s. biri veya diğeri; s. hangisi olursa.

whidahbird , whidah finch

Afrika dokumaakuşu.

whiff

i., f. esinti; koku getiren esinti; bir nefesle ağızdan çıkarılan duman, çubuğun bir nefesi; f. tütün dumanım ağızdan çıkarmak. take a whiff bir nefes çekmek, koklamak.

whiffet

i., k.dili. önemsiz kimse; ufak huysuz köpek.

whiffle

f. hafif hafif esmek; tereddüt etmek.

whiffletree

bak .whippletree .

whig

i. Amerikan bağımzızlık savaş taraftarı; 1834-1855 tarihlerindeki bir Amerikan siyasi parti üyesi; İngiltere'de on sekizinci yüzyılda kurulan ve şimdi Liberal Parti olan siyasi parti üyesi.

while

i., f. vakit, zaman, süre, müddet; kısa süre; f., away( ile) (vakit) geçirmek. between whiles zaman zaman, bazen, ara sıra. be worth while zahmetine değmek, the while o esnada, aynı zamanda.

while , (eski) whiles

(bağlaç) -iken, süresince, müddetince; olduğu halde, olmakla beraber.

whilom

z., s., (eski) vaktiyle, evvelce, önceleri; s. sabık, eski.

whilst

(bağlaç), (İng.) iken.

whim

i. saçma arzu, kapris; madenlerde kullanılan atlı vinç, bocurgat.

whimbrel

i. yağmur kervan çulluğu, zool. Numenius phaeopus .

whimper

f., i. inlemek, sızlanmak, ağlamsamak, mırıldanmak; i. inleme, sızlanma.

whimsical

s. acayip fikirli; havai; kaprisli, saçma, tuhaf, acayip; mizahi. whimsicality i. mizah. whimsically z. acayipçe; kaprisle; mizahi olarak.

whimsy

i .saçma arzu, kapris; mizah.

whin

i. katırtırnağına benzer bir bitki, bot. Ulex europaeus.

whinchat

i. vınlayan kuyrukkakan, zool. Saxicola rubetra.

whine

f., i. ağlasamak, ağlar gibi yapmak; halinden şikayet etmek, mırıldanmak, zırıldamak, sızlanmak; i. ağlasama sesi, sızlanış; zırıltı; lüzumsuz yere halinden şikayet. whin'ingly z. sızlanarak, ağlamsıyarak. whin'y s. ağlamsık, mızmız.

whinny

f., i. kişnemek; i. kişneme.

whip

f .(-ped veyo whipt, -ping) kamçı ile dövmek veya vurmak, kamçılamak ; döndürmek (topaç); çırpmak (yumurta); fırlatmak; oltayı tekrar tekrar suyun yuzeyine fırlatmak; paylamak, azarlamak; kamçı gibi vurmak; hızlı hareket etmek; (kumaşı) bas- tırmak; (ipin ucunu) çözülmemesi için si- cimle sarmak; (A.B.D.), k.dili. mağlup etmek. whip in dağılmasını önlemek. whip into shape biçim vermek, düzene sokmak. whip up tahrik etmek; k.dili. çabucak hazırlamak.

whip

i. kamçı, klrbaç; arabacı; avda köpekleri idare eden kimse; parlamentoda parti denetçisi; çırpılmış yumurta ile yapılan yiyecek; değirmen kolu; yumurta teli. whip hand kamçı tutan el; üstünlük, üstünlük vasıtası.

whipcord

i. sırım, firavun sicimi; kabarık çizgili bir çeşit kumaş.

whiplash

i. kamçı ucu; kamçıyı şaklatırken uç kısmının aldığı şekil; araba çarpışmasında kafanın ileri ve geri sarsılması.

whipper

i. kamçılayan kimse veya şey.

whipperin

i. avda köpekleri idare eden kimse; parlamentoda parti denetçisi.

whippersnapper

i., k.dili. kendini bir şey zanneden delikanlı.

whippet

i. tazı.

whipping

i. kamçılama, kırbaçla dövme; dayak; ipin etrafına sarılan sicim. whipping boy başkalarının suçlan üzerine yukletilen çocuk. whipping post kamçılamak için suçluların bağlandığı direk.

whippletree

i. araba falakası

whippoorwill

i. çobanaldatana benzer A.B.D.'ye özgü bir gece kuşu.

whipsaw

i. tomruk testeresi.

whipstitch

f .(kumaşı) bastırmak.

whir , (ıng.) whirr

f. (-red, -rin) i. vızlamak, vızıldamak, pırlamak; i. vızıltı, pırlama sesi; zırıltı; karışıklık.

whirl

f., i. fırıldanmak, hızla dönmek; hızla gitmek veya gelmek; dönmek; fırıldatmak, hszla çevirmek; i. hızla dönüş veya döndürüş; telâş, acele; çevrinti, çevri; hela dönen şey; koşuşma; günlük olaylann bir birini hızla takip etmesi. whirl'ing dervish semazen.

whirligig

i. fırıldak atlı karınca;fırıldak gibi dönen şey.

whirlpool

i. çevrinti, su çevrisi, burgaç, eğrim, girdap.

whirlwjnd

i. kasırga, hortum.

whirlybird

i., k.dili. helikopter.

whirr

bak. whir.

whish

f. hışırtıyla hareket etmek.

whisht

f., i., (ünlem) susmak; i. fısıltı; (ünlem )sus!

whisk

i., f. hızlı ve hafif hareketle süpürme: ufak süpürge veya fırça: (İng.) yumurta teli; f. hafif hafif süpürmek; (İng.) yumurta çırpmak; çalkamak; hızla hareket etmek veya fırlatmak, fırlamak. whisk away ortadan yok etmek.

whiskbroom

i. ufak eibise fırçası.

whisker

i., çoğ. yanak sakalı, yan sakal; çoğ., k.dili. bıyık; sakal kılı; çoğ. kedi bıyığı; den., gen., çoğ. cıvadranın iki tarafındaki çubuklar. whiskered s. yan sakallı, sakallı.

whiskey

i., s. viski; s. viskili.

whisper

f., i. fısıldamak, fısıltı ile konuşmak; kulağna söylemek; gizli konuşmak; i. fısıltı; fısıltı ile söylenen söz; hışırtı; ima. whisperer i. fısıldayan kimse; dedikoducu veya iftiracı kimse.

whispering

i., s. fısıltı; fısıldama; s. fısıldayan. whispering campaign bir kişi veya grup aleyhine dedikodu veya iftira yayma. whispering sallery fısıltı sesini bir uçtan öbür uca nakleden koridor veya salon.

whist

(ünlem) sus!

whist

i. dört kişi ile oynanan bir iskambil, vist.

whistle

f., i. ıslık çalmak; ıslık gibi ötmek; ıslık gibi vızıldayarak geçmek; ıslıkla çağırmak; i. ıslık; dudük; ıslık gibi ses .whistle for elde edememek. whistle stop (A.B.D.), k.dili. (demiryolunda) ihtiyari durak, işaret verildiği zaman trenin durdugu küçük kasaba. blow the whistle on (A.B.D.) itiraz etmek; gammazlık etmek. wet one's whistle k.dili. boğazını ıslatmak, kafayı çekmek, içki içmek. whistle in the dark cesaretini ko- rumak. whistling buoy dalgaların hare- ketiyle işleyen ıslık cihazlı şamandıra.

whistler

i. ıslık çalan kimse; ıslıkla şarkı söyleyen kimse; kanatları ile ıslık sesi çıkaran bir çeşit kuş.

whit

i. zerre, nebze. not a whit. hiç, asla, katiyen.

white

i. ak renk; beyazlık, aklık; biyol. ak; okçulukta hedefin dış halkası; beyaz derili adam; çoğ. beyaz giysi; çoğ. en iyi kalite un.

white

s., f. beyaz, ak; renksiz, sararmış, soluk, solgun; lepiska, san; gümüşten yapılmış boş,yazısız, saf, lekesiz: beyazlar giymiş; öfkeden bembeyaz kesilmiş; akkor; f. beyazlatmak, ağartmak; badana sürmek. white out matb. beyaz aralıklar bırakmak. white ant beyaz karınca, divik. white as a sheet bembeyaz. white bear kutup ayısı, zool. Thalarctus maritimus white birch huş ağacı, bot. Betula pendula. white book kitap halinde yayımlanmış resmi hükümet raporu, beyaz kitap white clover beyaz yonca, bot Trifolium repens white dwarf astr beyaz cuce yıldız white elephant beyaz Hindistan fili; fuzull eşya white feather korkaklık belirtisi white flag beyaz bayrak, teslim bayrağı white gas kurşunsuz saf benzin white gold beyaz altın white goods beyaz çamaşırlar white heat akkor; heyecanın en şiddetli anı the White House Beyaz Saray white lead üstübeç white lie zararsız yalan white light güneş ışığl gibi beyaz ışık white magic iyilik düşüncesiyle yapılan büyü white man beyaz adam white man s burden güya beyaz ırka duşen dünyayl uygarlaşnrma gorevi white meat beyaz et white metal bir çeşit katışık beyaz maden, yatak madeni, beyaz metal white noise belirli frekansları kapsayan gurültulu ses white oak saplı meşe white paper hü kümetin tutumunu belirten resml broşür white pepper tohumlarının dış zarı çıka rılmış tane biber white potato patates white race beyaz ırk white rat (labo ratuvarda kullanılan) beyaz fare White Russia Beyaz Rusya white sale tenzi Iâtlı çamaşır satışı white sauce ahça un ile süt ve yağdan yapılan beyaz sos white slave traffic beyaz kadm ticareti white slavery zorla yapılan orospuluk white supremacy beyaz ırkm ustünlüğü öğretisi white tie beyaz papyon kravat; frak veya resml elbise white water ABD, Kan akarsuda ivi nti yeri bleed white kanım sömürmek; bütün parasını almak white ness i beyazlık; saflık, temizlik whit ish s akça, akçıl, beyazca

whitebait

i. ringa familyasından bir çeşit balık yavrusu.

whitecap

i. köpüklü dalga.

whitecollar

s. efendi sınıfına ait, dairede çalışan.

whitefish

i. alabalık.

whitehot

s. kızgın, akkor; k.dili kızgın, öfkeli, ateş püsküren.

whitelivered

s. benzi uçuk, soluk yüzlü; alçak; korkak, ödlek.

whiten

f. beyazlatmak, beyazlanmak, ağartmak, ağarmak.

whiteout

i., meteor. kutup bölgelerinde kar örtüsü ile bulutların birbirine karışmasından doğan beyazlık.

whitesmith

i. tenekeci; kalaycı.

whitethorn

i. alıç, bot. Crataegus azarolus.

whitethroat

i. külrengi ötlegen, zool. Sylvia communis.

whitewash

i., f. badana; cilt kremi; (argo) örtbas etme: f. badanalamak; örtbas etmek; k.dili. oyunda sayı vermeden yenmek.

whitewing

i. beyaz üniformalı sokak süpürücüsü.

whitey

i., A.B.D., (argo), aşağ. beyaz adam, siyah ırka baskı yapan kimse.

whither

z., (baglaç), (eski), (şiir) nereye; neye. whithersoever z., (eski) her nereye.

whiting

i. arıtılmış tebeşir tozu, ispanya.

whiting

i. merlanos, zool. Merlangus merlangus; mezit, zool. Gadus merlangus; barlam, zool. Merluccius merluccius.

whitlow

i., tıb. dolama.

whitsun, whitsunday

i. paskalyadan sonraki yedinci pazar.

whittle

f. bıçakla yontmak. whittle down, whittle away yontup ufaltmak; azar azar eksiltmek. whittle off bıçakla kesmek.

whiz

f. (-zed, -zing) i. vızlamak, vızıldamak, vızıltı etmek; cızırdamak; vızlatmak; cızırdatmak; bir çırpıda tamamlamak; i. cızırtı; vızıltı: (argo) çok usta kimse; yıldırım gibi hızlı olma.

whizbang

i., s., (argo) ufak ve süratli top mermisi; şenliklerde kullanılan bir çeşit fişek: s., (argo) usta.

who

zam. kim. (iyelik hali): whose kimin. (nesnel hali): whom kimi. There is one man to whom I can trust a fortuna Paramı güvenerek bırakabileceğim bir adam var. He is the one from whom you can get the answer Cevabı öğrenebileceğiniz kişi odur. Who's Who ünlü kişilerin kimliğini açıklayan yıllık ansiklopedi, Kim kimdir. Who seeks fame seeks sorrow Söhret peşinde koşan belasını bulur.

who

kıs. World Health Organization Dünya Sağlık Teşkilâtı.

who'll

kıs. who will, who shall.

whoa

(ünlem) Çüş! Dur!

whodunit

i., k.dili. detektif romanı.

whoever, whosoever

zam. her kim.

whole

s., i. tam, bütün, tüm; sağlam, sağ, iyi, sağalmış, iyileşmiş; i. tüm, bütün, kül; tam şey; toplam. whole blood bütün kan, şişe kanı. whole hog (argo) bir şeyin bütünü. go the whole hog (argo) bir işi tam yapmak, sonuna kadar uğraşmak. whole milk kaymaklı süt. whole note müz. yuvarlak nota, dörtlük nota. whole number tam sayı. whole tone müz. tam perde . wholewheat bread kepekli buğday ekmeği. as a whole umumiyet itibariyle; tamamen. have a whole lot of fun çok eğlenceli vakit geçirmek. on the whole genellikle. out of whole cloth uydurma, temelsiz. with a whole skin sapasağlam. with my whole heart bütün kalbimle. wholeness i. bütünlük.

wholehearted

s. samimt, içten, candan; gayretli.

wholesale

s., z., i., f. toptan yapılan, toptan satılan; z. toptan; i. toptan satış; f. toptan satmak.

wholesome

s. sıhhi, sıhhate yararlı, hasiyetli; sıhhatli; tekin. wholesomely z. sıhhatle; tekince. wholesomeness i. sıhhatli olma; tekin olma.

wholly

z. bütün bütün, büsbütün, tamamen; sırf.

whom

bak. who.

whoop

f., i. hayhrmak, çığlık atmak, bağırmak: baykuş gibi ötmek; boğmaca öksürüğünde olduğu gibi ses çıkarmak: i. çığlık, haykırış,bağırtı; baykuş sesi; boğmaca öksürüğü sesi. not worth a whoop k.dili. beş para etmez. whoop it up (argo) ortalığı heyecana boğmak. whoop up (argo) coşturmak. whooping cough boğmaca öksürüğü.

whoopdedo

i., (argo) gürültü; tantana, gösteriş; çekişme.

whoopee

(ünlem), i. Yaşa! i. gurültülü şenlik. make whoopee şamata yapmak.

whop ,whap

f. (-ped, -ping) i, k.dili. kuvvetle vurmak; yenmek; düşmek, birden oturuvermek; i. vuruş: düşüş.

whopper ,whapper

i., k.dili. büyük şey; kuyruklu yalan.

whopping

s., k.dili. çok iri, çok büyük, okkalı.

whore

i., f. fahişe, orospu; f. fahişelik etmek. whor'ish s. fahişe gibi; fuhşa ait.

whoredom

i., (eski) orospuluk, fahişelik, fuhuş.

whorehouse

i. genelev, umumhane.

whoremonger

i. zampara; kerhaneci: pezevenk.

whorl

i. halka dizilişli yapraklar; zool. helezon şeklindeki kabuğun bir halkası; iğ ucundaki ağırlık, ağırşak; parmak izindeki helezoni kabarıklık. whorled s. halkadizilişli; helezon şeklindeki.

whortleberry

i. çay üzümü, bot. Vaccinium myrtillus.

whose

zam. kimin; ki onun.

whoso

zam. her kim.

why

z., i., (ünlem) niçin, niye, neden; i. neden, sebep; bilmece; (ünlem) Vay! Baksanıza! Ya!

wick

i. köy, kasaba.

wick

i. fitil wicked s. fitilli. wicking i. fitil maddesi.

wicked

s., i. günahkâr, kötücül, habis; kötü, hayırsız; adi, bayağı, aşağılık; tehlikeli, fena; şeytansı; k.dili. çok ustalıklı; i., the ile kötü kişiler. wickedly z. günahkarca. wickedness i. günahkârlık.

wicker

i., s. sepet örgüsü için saz veya dal; sepet işi; s.dalardan örülmüş; sepet örgüsüyle yapılmış. wickerwork sepet işi, sepet örgüsü.

wicket

i. büyük kapı içinde veya yanındaki ufak kapı; değirmen kanalının kapısı; krikette üç kazıktan ibaret kale; kroke oyununa mahsus tel kavis. a sticky wicket İng. zor durum. wicketkeeper i. krikette top hedefinin arkasında duran oyuncu.

widdershins

z. ters yöne; batıdan doğuya; soldan sağa.

wide

s., z., i. geniş, açık, engin, vasi, ferah; enli; şümullü; uzak; dilb geniş; bol; z. uzaklara; tamamen, iyice; açıkta, açığa; i. krikette hedeften uzaklaşmış. top wide of the mark nişandan uzak; çok yanlış; yanılmış. widely z. genellikle; yaygın olarak . wide'ness i. genişlik.

wideangle

s. geniş açılı (mercek).

wideawake

s. tamamen uyanık; açıkgöz, zeki.

wideeyed

s. şaşkın; saf, masum.

widen

f. genişletmek, açmak, bollaştırmak; açılmak, genişlemek, bollasmak.

wideopen

s. ardına kadar açık; k.dili. kanun bakımından gevşek (şehir).

widescreen

s. enli perdede gösterilen (filim).

widespread

s. yaygın.

widow

i., f. dul kadın; bazı iskambil oyunlarında kapalı olarak yere konan kağıtlar; matb. sayfa veya kolon başında yarım satır; f. dul bırakmak; kıymetli bir şeyden mahrum etmek. widow's mite fakir bir kimsenin yaptığı ufak yardım. widows walk deniz gören evlerin damına yapılan parmaklıklı balkon. widower i. dul erkek. widowhood i. dulluk.

width

i. en, genişlik, enlilik.

wield

f. kullanmak.

wiener ,wienie

i., A.B.D. sosis.

wienerschnitzel

una bulanıp kızartılmış dana eti, şnitzel.

wife

i. (çoğ. -wives) karı, zevce, eş, hanım, refika. take to wife evlenmek. wife'hood i. zevcelik, karılık. wife'less s. karısız, karısı olmayan. wife'ly s. zevceye yakışır.

wig

i., f. (-ged, -ging) peruka, takma saç; f., ing., k.dili. azarlamak, paylamak. wig out A.B.D.,(argo) esrar etkisinde bulunmak; çok heyecanlı olmak. wig'ging i., ing., k.dili. azar tekdir.

wigan

i., terz tela. wigeon oak widgeon.

wiggle

f., i. kıpır kıpır oynamak, kıpırdaşmak, kımıldamak, yerinde rahat durmamak; i. kıpırtı. get a wiggle on (argo) acele etmek, sallanmamak, çabuk olmak. wiggler i. kıpırdak çocuk; sivrisinek larvası veya kurdu.

wight

i., (eski) insan, yaratık.

wigwag

f. (-ged, -ging) i. işaretle (haber) vermek; i. işaret verme; işaretle verilen haber.

wigwam

i. Kuzey Amerika yerlilerinin çadır veya kulubesi; alacık; A.B.D., k.dili. siyasi toplantılar için kullanılan bina.

wild

s., i. yabani, yabanıl, vahşi; çılgın, deli gibi; arsız, terbiyesiz; hoyrat; zırzop; savruk; dönek, güvenilmez; hiddetli, azgın; fırtınalı; çok hevesli, meraklı; hükmedilmemiş; serseri (kurşun); bazı iskambil oyunlarında kıymeti sabit olmayan (kart); i., the ile çorak ve ıssız yer, çöl, kır, cengel. wild and wooly k.dili. vahşi, medenileşmemiş; gözü pek, atılgan. wild ass yaban eşeği. wild boar yaban domuzu, zool. Sus scrofa. wild cherry yabani kiraz. wild goose yaban kazı. wildgoose chase ele geçmez bir şeyin peşinden koşma. wild oats yaban yulafı. sow one's wild oats gençken fazla serbest bir hayat yaşamak. wild pitch (beysool) topun çok açığa atılması. wild rice su pirinci, yabani pirinç, bot. Zizania aquatica. Wild West A.B.D.'nin eskiden medeniyetin girmediği batı tarafları. be wild about k.dili. çok beğenmek, bayılmak, (bir şey için) deli olmak. in wild disorder büyük karışıklık içinde. It drives me wild Beni çıldırtıyor Beni çileden çıkarıyor. run wild başıboş kalmak; yabanileşmek. wild'ly z. vahşice, çılgınca. wild'ness i. vahşilik, yabanilik.

wildcat

i., s., f. yaban kedisi; dağ kedisi, vaşak, zool. Lynx; şirret kadın, ters huylu kadın; lokomotif ve tender; rizikolu iş; değeri şüpheli maden ocağı; evvelce verimsiz olan bir sahada bol petrol veren ilk kuyu; s. çürük, rizikolu, sağlam olmayan (iş); kanun dışı, kontrolsüz; düzensiz, intizamsız; f. petrol olduğu bilinmeyen bir yerde petrol kuyusu aramak. wildcat strike sendikanın rızası alınmadan yapılan grev. wildcatter i. kıymeti şüpheli olan maden ocaklan satıcısı; şansa bağlı petrol kuyuları açan kimse; kanun dışı viski yapan kimse.

wildebeest

i. öküz başlı Güney Afrika antilopu, gnu, zool. Connochaetes.

wilder

f., (şiir) şaşırtmak, şaşmak.

wilderness

i. kır, sahra; el değmemiş bölge; boşluk; şaşırtıcı kalabalık veya yığın.

wildfire

i. söndürülmesi güç ateş. spread like wildfire söndürülmesi imkansız derecede yayılmak.

wildflower

i. kır çiçeği.

wildfowl

i. av kuşu.

wilding

i., s. yabani ağaç veya fidan ve bunların meyvası; s. evcilleştirilmemiş.

wildlife

i. yabanıl hayat; yabanıl hayvanlar.

wildwood

i. orman.

wile

i., f. oyun, hile, düzen, desise; f. hile yapmak, oyun oynamak; cezbetmek.

wilful

bak. willfull.

will

f. karar vermek, niyet etmek; arzulamak; kastetmek, amaçlamak; gerçekleşmesini tahayyul etmek; vasiyet etmek, vasiyetle bırakmak.

will

f. (would, (eski) wilt; wouldest, wouldst) gelecek zaman: -ecek. (istek), (kararlılık): I will win this game Bu oyunu kazanacağım (yetenek): This flower will grow even in sand Bu çiçek kumda bile yetişir. (alışkı): They would always visit him on Sunday Her pazar onu ziyaret ederlerdi. (olasılık): This letter will be for me Bu mektup benim galiba.

will

i. meram, maksat; murat, arzu dilek, istek, niyet; irade; vasiyet, vasiyetname. will power irade. against one's will isteğine karşı. at will istediği vakit, canı istediği gibi. ill will kin, garez, husumet; kötü niyet. make ones will vasiyetnamesini yazmak. of ones own free will kendi isteğiyle. with a will azim ve istekle.

will-o-the-wisp

i., s. bataklık yakamozu; ılgım; s. aldatıcı, yanıltıcı, Zümrüdüanka gibi.

willet

i. Kuzey Amerikaya mahsus ve deniz kenarında yaşayan kanatları aklı karalı büyük bir kuş.

willful , ing. wilful

s. inatçı, söz dinlemez, direngen; kasıtlı, bilerek yapılan. will fully z. kasten, mahsus. willfulness i. inatçılık; kasten yapma.

willies

i., çoğ., (argo), the ile sinirlilik, can sıkıntısı.

willing

s. istekli hazır; razı; içten; gönüllü, isteyerek yapan. willingly z. isteyerek, seve seve. willingness i. isteyerek yapma, gönüllülük.

willow

i. söğüt, bot. Salix; söğüt odunu veya kerestesi; soğut ağacından yapılmış kriket veya beysbol sopası. willow pattern aslında beyaz Çin porselen tabaklarında kullanılan ve içinde söğüt ağacı bulunan mavi renkte bahçeli köşk resmi. osier willow, basket willow sepetçi söğüdü, sorkun, bot. Salix viminalis. red willow kızıl söğüt, bot. Salix rubra. weeping willow salkımsöğüt, bot. Salix babylonica. white willow aksöğüt, bot. Salix alba. willowy s. söğüdü çok; ince ve zarif.

willow

i., f. pamuk veya yün ditme makinası; f. bu makina ile yün veya pamuk ditmek.

willynilly

z. ister istemez.

wilt

f., i.,soldurmak, solmak; canlılığını yitirmek; isteği veya cesareti kırılmak; i. mecalsizlik, argınlık.

wilt

f., (eski), thou ile eceksin; istiyorsun.

wily

s. hilekâr, düzenbaz, oyunbaz, kurnaz. wiliness i. duzenbazlık.

wimble

i., f. matkap, burgu; f. burgu ile delmek.

wimple

i., f. Katolik rahibelerinin kullandığı uzun baş örtüsü; baş ve boyuna dolanan ipek veya keten atkı; f. böyle atkı örtmek; dalgacıklar meydana getirmek.

win

f. (won, -ning) i. kazanmak, yenmek, galip gelmek; birinci gelmek; ele geçirmek, temin etmek; gönlünü kazanmak; gayesine erişmek; fethetmek; (maden veya kömür) çıkarmak; i. zafer, yengi, başarı; kazanç; birinci gelme. win by a head yarışta bir at başı farkı ile kazanmak. win hands down kolayca kazanmak. win one over kendi fikrini kabul ettirmek. win ones spurs kişiliğini kabul ettirmek. win out başarmak. win the day, win the field savaşı kazanmak galip gelmek. win the toss yazı veya tura atmada kazanmak. win through sonuca ulaşmak.

wince

f., i. acısı duyulan veya korkulan bir vuruştan ürküp çekinmek; i. ürkme, çekinme.

winch

i., f. vinç, bocurgat; f. vinçle çekmek.

wind

f. (wound) i. döndürmek; sarmak; çevirmek; kurmak (saat); dolaşmak; geri dönmek; gizli gizli sokulmak; sarılmak; eğrilmek; bükülmek; i. dönemeç, yolun döndüğü yer; kurma .wind down yavaslamak; açmak (araba penceresi) .wind its way dolaşıp gitmek. wind off bir çark veya iğden boşaltmak veya diğerine sarmak (iplik). wind up toplayıp sarmak; bitirmek, halletmek, sonuçlandırmak; makara veya vinç ile kaldırmak; kapatmak (araba penceresi); (beysbol) topu atmak için kolu yukarı kaldırmak.

wind

i. ruzgar, yel, hava; kasırga, hortum, bora; havanın estiği yön; havanın getirdiği koku, nefes; haber; soluk, nefes; boş laf; çoğ. orkestrada nefesli çalgılar; bağırsakta gaz. in the wind olmakta, patlamak üzere; kafası dumanlı, sarhoş. in the wind's eye tam rüzgara karşı. break wind yellenmek, osurmak. get wind of sezmek, haber almak, duymak, ipuçlardan anlamak. have the wind of rüzgar yönünde olmak; kokusunu almak; üstün durumda olmak. have ones wind up tetik durmak. sail close to the wind hemen hemen rüzgâra karşı gitmek; tehlikeyi göze almak; az parayla geçinmek. wind gap dağ silsilesi içinde akarsuyun geçmediği boğaz. wind gauge tüfekte rüzgar ayarı. wind instrument nefesli çalgı. wind rose rüzgargülü. wind scale ruzgâr cetveli. wind tunnel hava deneme tuneli. an ill wind felâket, şanssızlık. fair wind elverişli ruzgâr. fling to the winds saçıp dağıtmak, atmak. foul wind aksi rüzgâr, fırtınalı ruzgar. go like the wind ruzgar gibi hızlı gitmek. high wind kuvvetli rüzgâr. in the teeth of the wind şiddetli rüzgâra karşı. into the wind rüzgâra karşı. take the wind out of one's sails yelkenlerini suya indirtmek. the four winds dört yönden esen rüzgârlar; dört taraf. trade winds alizeler. It's an ill wind that blows no good Her işde bir hayır var. There is something in the wind Ortalıkta bir şeyler dönüyor.

windage

i. hızlı giden bir şeyin meydana getirdiği rüzgâr; rüzgâr etkisiyle yön değişmesi (mermi); tüfek namlusu ile mermi arasındaki çap farkı; den. geminin rüzgâra maruz kalan yüzeyi.

windbag

i., k.dili. dillidüdük, çalçene kimse; çenesi düşük kimse, geveze kimse; körük; (argo) göğüs.

windblown

s. rüzgâr ile savrulmuş; rüzgâr etkisiyle meyilli büyumüş (ağaç); kakül şeklindeki.

windborne

s. rüzgârın taşıdığı.

windbreak

i. rüzgârdan koruyan ağaç kümesi veya çalılık, ruzgâr çiti.

windbreaker

i., tic. mark rüzgâra karşı koruyan spor ceket.

windbroken

s. soluğan (at).

windburn

i. ruzgârdan meydana gelen deri kızarıklığı, rüzgâr yanığı.

winddried

s. rüzgârla kurutulmuş.

winded

s. soluğu kesilmiş, soluksuz.

winder

i. saat kurgusu; sarılgan asma.

windfall

i. umulmadık yerden gelen para veya yardım; ağaçtan düşmüş meyva; ağaçları rüzgâr etkisiyle devrilmiş koru.

windflower

i. Manisa lâlesi, dağ lalesi, anemon, bot. Anemone.

windgall

i. atlarda bilek şişmesi.

winding

i., s. sarmal sargı; dönemeç; dolambaç; elek. bobin, bobin dolamı, dolam; s. sarmal; dolambaçlı; sarılgan. winding sheet kefen.

windjammer

i., den. yelkenli gemi; yelkenli tayfası; (argo) geveze kimse, dillidüdük.

windlass

i., f. bocurgat, ırgat; f. ırgatla çekmek.

windless

s. durgun, rüzgarsız.

windmill

i. yeldeğirmeni. fight windmills hayali haksızlıklarla mücadele etmek, donkişotluk yapmak.

window

i. pencere; pencere çerçevesi. window blind güneşlik. window box pencerenin dış tarafına konulup içine çiçek ekilen sandık. window dressing vitrin dekorasyonu; gösteriş, göz boyama. window frame pencere çerçevesi. window sash pencerenin açılır kapanır veya aşağı yukarı sürülür çerçevesi. window seat pencere rafı, pencere içinde oturulacak yer. window sill pencere eşiği. bay window cumba penceresi; (argo) göbek. dormer window tavan arası penceresi. windowred s. pencereli.

windowpane

i. pencere camı.

windowshop

f. vitrin gezmek.

windpipe

i. nefes borusu.

windrow

i., f. tarlada sıra sıra yere yatırılmış ekin; rüzgar sürüklemesiyle meydana gelmiş yaprak sırası; tohum ekmek için açılan saban izi; ağaçları rüzgârda devrilmiş arazi; f. tırmıkla dizi haline getirmek.

windscreen

i., ing., oto. ön cam.

windshield

i., oto. ön cam.

windsock

i., meteor. rüzgâr hortumu.

windsor

i. ingiltere'de Windsor şehri; Büyük Britanya kral ailesinin soyadı. Windsor chair tahta çubuklardan yapılmış bir çeşit rahat sandalye.

windstorm

i. kasırga.

windswept

s. rüzgâra açık.

windup

i. kapanış, bitiş; son kısım; (beysbol) topu atmak için kolu kaldırma.

windward

s., i., z. rüzgâr üstü tarafındaki; i. rüzgâr üstü; z. rüzgâr üstünde. to windward of den. üstün durumda.

windy

s. rüzgarlı, rüzgarı çok; rüzgar gibi, değişken; fırtınalı; hızlı; gaz yapan; havai; geveze; övüngen. windiness i. rüzgarlılık; gevezelik.

wine

i., f. şarap; meyva şarabı; f. şarap içirmek, şarap içmek. wine cellar şarap mahzeni. wine measure şarap ölçü sistemi. wine merchant şarap tüccarı. wine stone şarap fıçısının dibinde kalan asit tartarik, kefeki taşı. wine vinegar üzüm sirkesi. wine and dine yedirip içirmek, ağırlamak, ikram etmek. Adam's wine su.

winebibber

i. ayyaş, bekri kimse.

winecolored

s. kırmızı şarap renkli.

wineglass

i. şarap kadehi.

winegrower

i. bağcı.

winepress

i. üzüm cenderesi.

wineskin

i. şarap tulumu.

winetaster

i. şarap eksperi.

wing

i., f. kanat, cenah; kol; uçuş; uçuşan şey; kapı kanadı; açıkta oynayan futbolcu; mim. binanın yan çıkıntısı; ek bina; tiyatro yan oda; ask. ve den. kol; f. uçmak, kanatlanmak; kanat takmak; tüy takmak; uçurmak; uçarak götürmek; uçarak geçmek; yan parçalarını koymak; kanadından yaralamak; k.dili. yaralamak. wing case biyol. böcek kanadının kabuğu. wing chair arkası ve yanları yüksek koltuk. wing collar resmi elbiseyle giyilen gömleğin uçları kıvrık yakası. wing commander ing. hava filosu kumandanı. wing loading kanat yükü. wing nut kelebekli somun. clip one's wings kanatlarını kırpmak; engel olmak . on the wing uçmakta; hareket halinde; gitmek üzere. on the wings of the wind çok hızlı. sprout wings kanatlanmak. take wing kanatlanmak, uçup gitmek. under one's wing himayesi altında. win one's wings hav. ehliyet almak. wingless s. kanatsız. wing'let i. kanatçık. wing'y s kanatlı; tez, kuş gibi.

wingfooted

s. ayakları kanatlı; çabuk koşar; zool. ayakları uçmaya yarayan.

wingspread

i. açık kanatlar arasındaki mesafe.

wink

f., i. göz kırpmak; göz kırparak işaret etmek; pırıldamak; i. göz kırpma; göz işareti; bir göz açıp yumma süresi, lahza; pırıltı. wink at görmezlikten gelmek. I can't sleep a wink Hiç uyuyamıyorum. forty winks k.dili. şekerleme, kısa uyku, kestirme . take forty winks şekerleme yapmak, kestirmek.

winker

i., (argo) kirpik; atlara mahsus meşin göz siperi.

winkle

i. bir çeşit deniz salyangozu.

winning

i., s. kazanma, galip gelme; gen. çoğ. kazanç, kazanılan para; s. kazanan, galip; cazip, alıcı, sevimli, hoş. winning stroke başarı kazandıran vuruş. winningly z. cezbederek, cazip bir şekilde.

winnow

f., i. buğdayı savurup tanelerini ayırmak; inceleyip ayıklamak; elemek; rüzgâr ile dağıtmak; kanatlarını çırpmak, uçmak; i. harman savurma küreği, yaba, harman savurma. winnowing machine harman savurma makinası.

wino

i. (çoğ. -noes, -nos) A.B.D., (argo) şarap içen ayyaş.

winsome

s. sevimli, hoş; neşeli, şen; çekici, alımlı. winsomely z. sevimli şekilde. winsomeness i. sevimlilik; çekicilik.

winter

i., f., s. kış; soğuk hava; tatsız günler; (şiir) ihtiyarlık; f. kışı geçirmek, kışlamak; kışlatmak; s. kışla ilgili, kışlık. winter cactus subayra, bot. Epiphyllum grandiflora. winter cherry güveyfeneri, bot. Physalis alkekengi. winter quarters kışlık yer; kışla. winter season kış mevsimi. winter sports kış sporları. winter squash balkabağı, kış kabağı, helvacıkabağı, bot. Cucurbita maxima. winter wheat son baharda ekilip yazın biçilen buğday. a hard winter şiddetli kış, karakış. a mild winter hafif kış. an open winter havaların iyi gittiği kış. depth of winter kış ortası, karakış, zemheri.

wintergreen

i. keklik üzümü, pirola, bot. Gaultheria procumbens.

winterkilled

s. soğuktan kurumuş.

wintry , wintery

s. kışa benzer; kışa yakışır; soğuk. wintrily z. kış gibi. wintriness i. kışa benzerlik.

winy

s. şarap tadındaki, şaraba benzer.

winze

i. maden ocağında iki ana geçit arasındaki meyilli kısa dar geçit.

wipe

f., i. silmek, silip kurutmak; i. silme, siliş; temizleme; (argo) vuruş, tokat, dayak; (argo) mendil; (argo) alay, istihza. wipe away tears gözyaşlarını silmek. wipe one's boots on hor görmek, horlamak. wipe out, wipe off silmek, bozmak; yok etmek, temizlemek. wipe the floor with one (argo) birini tamamıyle yenmek veya yere sermek. wipe up silip temizlemek.

wiper

i. silici; silme aleti; silgiç; elek. kontak kolu; mak. dirsekli makara. windshield wiper silgiç; silecek.

wire

i., f. tel; telgraf teli; telgraf; at yarışı hedefi; f. tel ile bağlamak; elektrik tesisatı ile donatmak; k.dili. telgraf göndermek, telgraf çekmek, tellemek; tele geçirmek; tel tuzakla tutmak; kroke oyununda topu telin arkasına getirerek vurulmasma mâni olmak. wire brush tel fırça . wire cutter tel makası. wire entanglement ask. dikenli tel. mânia wire gauze tel örgü. wire glass telli cam. wire record ing. sesi tele alma usulü; tele alınmış ses. wire rope tel halat, tel kablo. wire service haber ajansı. barbed wire dikenli tel. get in under the wire son dakikada yetişmek. pull wires perde arkasından ipleri çekmek, slang. torpil patlatmak. send by wire telgrafla göndermek. wir'ing i. elektrik teli tertibatı.

wiredancer

i. ip cambazı.

wiredraw

f. (-drew, -drawn) haddeden çekip tel yapmak; çekip uzatmak; münakaşa veya sözü çok uzatmak.

wirehairedterrier

tel. gibi tüyleri olan teriyer.

wireless

s., i., f. telsiz; i., ing. radyo; telsiz telgraf veya telefon; f., ing. telsiz telgraf çekmek.

wirepulling

i. perde arkasından ipleri çekme, slang. torpil patlatma.

wiretap

f., i. telle gizlice dinlemek; i. telle gizlice dinleme.

wiretapping

i. telle gizlice dinleme.

wireworks

i. tel veya tel mamuller fabrikası.

wireworm

i. bitkilerin köklerine arız olup sarı tele benzeyen ve güç kopan bir kurt, kök kurdu.

wirewove

s. kaliteli (yazı kâğıdı).

wiry

s. telden yapılmış; tele benzer; sırım gibi.

wis

f., (eski) tahmin etmek, zannetmek: düşünmek.

wisdom

i. akıl, akıllılık; ilim, irfan; bilgelik, hikmet, dirayet; bilgece söz. wisdom tooth yirmi yaş dişi, akıl dişi.

wise

(sonek) yoluyle; tarzda; -e bağlı olarak.

wise

f., (argo) haberdar etmek, bilgi vermek. wise up (argo) aklını başına toplamak, hizaya gelmek; akıllanmak. Wise up! Sakın ha! Dikkat et! Gözünü aç!

wise

i. usul, tarz, suret, yol, yöntem . in any wise herhangi bir suretle. in no wise hiç bir suretle, katiyen, asla. in some wise bir dereceye kadar. on this wise bu veçhile.

wise

s. akıllı, tedbirli; tecrübeli, bilgin olan, ferasetli; bilgece; mahir, usta; k.dili. haberli; A.B.D., (argo) küstah. wise guy (argo) ukalâ, pişkin herif. .Don't get wise! Haddini bil! get wise (argo) haberdar olmak, dorusunu bilmek. I'm wise to him Onun hikayesini bilirim Kurduğu hilelerden haberdarım. look wise işten anlar gibi bakmak. No one will be any the wiser kimsenin ruhu duymaz. The suspect said nothing, so the police were none the wiser Sanık konuşmadığmdan polisler bir şey öğrenemediler. wise'ly z. akıllıca.

wiseacre

i. ukalâ; bilgiçlik taslayan kimse.

wisecrack

i., f., (argo) nükteli söz, saka; f. nükteli söz söylemek. wisecracker i. nükteci kimse, şakacı kimse, hazırcevap kimse.

wish

f., i. dilemek, istemek, arzu etmek, rağbet etmek, temenni etmek; i. arzu, istek, dilek, emel, temenni; arzu olunan şey. wish ing. well dilek kuyusu. I wouldn't wish that on anyone Kimsenin başına gelmesini istemem.

wishbone

i. lâdes kemiği.

wishful

s. arzulu, istekli. wishful thinking hüsnükuruntu. wishfully z. arzuyla, hasretle. wishfulness i. isteklilik; hüsnükuruntu.

wishywashy

s., k.dili. yavan, sulu, hafif; karaktersiz, renksiz.

wisp

i., f. tutam, bir tutam şey; bağlam, deste, ufak demet; hüzme; ufak süpürge; bataklık yakamozu; f. süpürmek; buruşturmak. wisp'y s çok ince, çok hafif, çok zayıf; bir tutam.

wist

f., bak. wit.

wistaria , wisteria

i. salkım, bot. Wistaria.

wistful

s. arzulu, istekli, özlemli; dalgın. wistfully z. arzuyla, istekle. wist fulness i. isteklilik, özlemlilik.

wit

i. akıl, fikir, us; anlayış, zekâ; duygu; nükte, zarif söz; nükteci kimse; yaratıcılık. a nimble wit keskin zekâ. at one's wit's end çözüm yolu bulamayan, tamamen şaşırmış. drive one out of one's wits çileden çıkarmak, çıldırtmak. have veya keep one's wits about one paniğe kapılmamak, kendine hâkim olmak. live by ones wits açık gözlülükle geçimini sağlamak.

wit

f., (wist, witting) (eski) (geniş zaman I wot, thou wost, he wot, we, you, they witen) bilmek, öğrenmek. to wit yani, demek ki.

witch

i., f. sihirbaz kadın, büyücü kadın; cadı, acuze, kocakarı; büyüleyici güzellikte kadın; yaramaz kız; f. büyülemek, meftun etmek; büyü yapmak. witch doctor büyücü doktor. witch hazel Amerika'da yetişen ve güzün sarı çiçekler açan bir çalı, bot. Hama melis. virginiana; bu çalının kabuk ve yapraklarından yapılan merhem veya kokulu ispirto. witch hunt k.dili. düzene baş kaldıranları sindirme avı.

witchcraft

i. büyü, sihir, afsun; büyücülük, bakıcılık.

witchery

i. sihir, büyü; cazibe.

witchgrass

i. ayrıkotu, bot. Triticum repens.

witching

i., s. sihir, büyü, füsun; büyücülük; s. büyüleyici, teshir edici, füsunkâr; büyüye elverişli. witchingly z. büyüleyici bir şekilde.

witenagemot

i. Anglosaksonlarda danışma kurulu.

with

(edat) ile; -den; -e; -e rağmen; ile beraber, ile birlikte. with it (argo) zamane; uyanık, canlı, modern. Leave the books with my mother Kitapları anneme bırak. I'm with you there ! O konuda seninle aynı fikirdeyim. With this, she slapped his face Hemen ardından yüzüne bir tokat aşketti. He can swim with the best of them Usta yüzücüler kadar iyi yüzebilir. What's with him? k.dili. Nesi var?

with-

(önek) karşı; geri.

with-it

s., (argo), bak. with it.

withal

z., (eski) bununla beraber, mamafih; ayrıca.

withdraw

f (-drew, -drawn) geri çekmek, geri almak, geri çağırmak; banka hesabından çekmek; çekilmek. withdrawing room içerideki oda. withdrawal, withdrawment i. çekilme; geri alma; davadan vaz geçme. with drawn s. çekilmiş; içine kapanık, çekingen.

withe

i., f. söğüt çubuğu, saz; sögüt çubuğundan yapılmış bağ; f. sazla bağlamak.

wither

f. solmak, kurumak; sararıp solmak; çürümek, zeval bulmak, bozulmak, kurutmak, soldurmak; çürütmek, bozmak; utandırmak, susturmak. withering s. solan; utandıran.

withers

i. atın iki kürek kemiği arasındaki yer.

withershins

bak. widdershins.

within

z., (edat), i. içeride, içeriden; dahilen, derunen ; zihnen; yürekten; evde; içinde, dahilinde; (edat) zarfında, içinde, sınırları içinde; i. iç. His heart sank within him. Bütün ümitleri kırıldı. He lives within his income. Gelirine uygun bir şekilde yaşar. The car skidded to within a meter of the baby before it stopped. Araba kayarak bebeğe bir metre kala durabildi.

withold

f. (-held, -holding) elinde tutmak, kendine saklamak, bırakmamak; kısıtlamak; vermemek.

without

(edat), z., i. -sız, -meyerek, -meden, -meksizin, hariç; dışında; z. dışarıda; i. dış. without fear korkusuz. without taxes vergiler hariç. without thinking düşünmeden, gayri ihtiyari. do without, go without -sız olmak; yetinmek. times without number defalarca.

withstand

f. (-stood, -standing) dayanmak, mukavemet etmek, karşı koymak.

withy

i., s. söğüt dalı; saz; s. sazdan yapılmış; dayanıklı ve esnek.

witless

s. akılsız, zekasız, kafasız. witlessly z. akılsızca, kafasızca. witlessness i. akılsızlık, kafasızlık.

witling

i. ukala.

witness

i., f. şahit, tanık; şehadet, şahitlik, tanıklık; delil, burhan, hüccet, tanıt; f. şehadet etmek, tanıklık etmek; görmek, gözü ile görmek, müşahade etmek, şahit olmak. witness box , witness stand tanık kürsüsü. Witness my hand and seal. İmzam ve mührüm buna şahittir(senet sonuna yazılır). bear witness tanıklık etmek. call to witness şahit tutmak, şehadete davet etmek.

witted

s. anlayışlı , zeki.

witticism

i. nükteli söz, şaka, espri.

witting

s. bilerek yapılmış, kasıtlı, maksatlı. wittingly z. bilerek, bile bile, kasten.

witty

s. zarif, nükteli, esprili, hazır cevap; zeki.wittily z. zekice; hazır cevaplıkla. wittiness i. zeka, espri kabiliyeti, hazır cevaplık.

wive

f., (eski) evlenmek, karı almak; kadınla evlendirmek.

wivern, wyvern

i., hane. iki ayaklı ve kuyruğu dikenli olan kanatlı ejderha.

wives

bak. wife.

wiz

i., (argo) usta kimse; şahane şey.

wizard

i., s. büyücü, sihirbaz; k.dili usta kimse; s. sihirli, büyülü; cazip, büyüleyici. wizardry i. büyücülük, sihirbazlık.

wizened, wizen

s. pörsümüş, pörsük, kart.

wk.

kıs. week, work.

wl

kıs. Wisconsin.

wl

kıs. West Indies.

wm.

kıs. William.

wmk.

kıs. watermark.

wnw

kıs. west-northwest.

woad

i. çivit otu, bot. Isatis tinctoria; çivit otundan elde edilen mavi boya. woaded s. mavi boyalı.

wobble

f., i. iki yana sallanmak, yalpa vurmak, yalpalamak, dingildemek, sendelemek; titremek; tereddüt etmek, kararsız olmak, bocalamak; i. sallanma, yalpalama; bocalama. wobbly sallanan.

wobbly

i.,A.B.D., (argo) Dünya İşçiler Birliği üyesi; kıs. I.W.W.

wod

kıs. Wednesday.

woden, wodan

i. eski İskandinavların baş tanrısı.

woe

i., (ünlem) keder, elem, acı, teessür, üzüntü; felaket; (ünlem)Vah vah! Eyvah!

woeful, woful

s. keder verici; kederli, hüzünlü; acıklı. woefully z. kederle, hüzünle. woefulness i. hüzün, keder, ıstırap.

woke

bak. wake.

wold

i. yayla, bozkır.

wolf

i. (çoğ. wolves) f. kurt, zool. Canis lupus; yırtıcı ve vahşi adam; biyol. kurt, kurtçuk; müz. sazlarda kusurlu titreşimden meydana gelen akortsuzluk; (argo) zampara, kurt; f., k.dili kurt gibi yemek; bir hamlede yiyip yutmak.

wolf's bane

i. boğan otu, bot. Aconitum; kaplan boğan, bot. Aconitum napellus; öküz gözü, bot. Arnica montana.

wolfhound

i. kurt köpeği.

wolfish

s. kurt gibi, vahşi, yırtıcı; k.dili aç kurt gibi.

wolfram

i., kim. tungsten, volfram.

wolframite

i., kim. volframit.

wolverene, -ine

i. sansargillerden Kuzey Amerika'ya özgü bir hayvan, zool. Gulo luscus.

wolves

bak. wolf.

woman

i. (çoğ. women) kadın; kadın cinsi; kadınlık; metres; k.dili eş, karı. the little woman A.B.D., k. dili kadın, karı, eş. woman hater kadın düşmanı. woman suffrage kadınların oy kullanma hakkı.

womanhood

i. kadınlık, kadınlar.

womanish

s. kadın gibi; kadınsı, kadın tavırlı. womanishly z. kadınca tavırlar takınarak. womanishness i. kadınlık.

womanize

f. kadınlaştırmak, kadınsı hale getirmek, k.dili zamparalık etmek, kadınlarla düşüp kalkmak.

womankind

i. kadınlar.

womanly

s. kadın gibi; kadına yakışır. womanliness i. kadına yakışma.

womb

i. rahim, döl yatağı; menşe.

wombat

i. vombat, Avustralya'ya özgü keseli bir hayvan,zool. Wombatidae.

women

bak. woman.

won

bak. win.

won't

kıs. will not.

wonder

i., f., s. tansık, harika, mucize; acibe; keramet; şaşkınlık, hayret; f. şaşmak, hayret etmek; hayran olmak; tereddüt etmek; merak etmek; düşünmek,ölçünmek; s. mucize kabilinden.wonder at şaşmak. wonder if merak etmek. do wonders mucizeler yaratmak. for a wonder hayret. I wonder. Acaba. nine days' wonder gelip geçici heyecan. No wonder! Tabii!

wonder-struck

s. hayretler içinde kalmış; hayran.

wonder-worker

i. harikalar yaratan kimse.

wonderful

s. hayret verici, harikulade, fevkalade; şaşılacak, garip; k.dili. şahane. wonderfully z. fevkalade olarak; şaşılacak bir şekilde. wonderfulness i. şaşılacak hal; fevkaladelik.

wonderland

i. harikalar diyarı.

wonderment

i. hayret, şaşkınlık; harika, harikulade şey.

wondrous

s., z., şaşılacak, acayip, harikulade; z. şaşılacak şekilde. wondrously z. harikulade bir şekilde. wondrousness i. harikuladelik.

wonky

s., İng., (argo) halsiz, bitkin.

wont

s., i., f. (wont; wont veya wonted) alışmış alışkanlık haline getirmiş, itiyat edinmiş; i. adet, alışkanlık, itiyat; f. alışmak.

wonted

s. alışılmış, her zamanki. wantedly z. mutat şekilde. wontedness i. mutat oluş.

woo

f. kur yapmak; kazanmaya çalışmak; korte etmek.

wood

i., s., f. tahta, kereste, ağaç; odun; orman, koru; s. tahta, ahşap; f. ağaçlandırmak, orman haline getirmek; odun tedarik etmek. woods i., çoğ. orman, koru. wood alcohol odun ispirtosu, metanol, metil ispirtosu. wood coal odun kömürü, mangal kömürü; linyit. wood engraving tahta oymacılığı; tahta kalıptan basılan resim, gravür. wood lot koru, ağaçlık. wood mouse orman sıçanı,zool. Mus sylvaticus. wood nymph orman perisi. wood pigeon tahtalı, tahta güvercini, zool. Columba fasciata. wood pulp kağıt hamuru. wood pussy k.dili. kokarca.

wood-apple

i. filelması, bot. Feronia elephantum.

woodbin

i. odunluk.

woodbine

i. hanımeli, bot. Lonicera periclymenum;frenk asması, bot. Parthenocissus quinquefolia.

woodblock

i. tahta basma kalıbı; tahta kalıp ile basılmaş desen veya resim.

woodborer

i. ağaç kurdu.

woodcarving

i. oymacılık; tahtada oyma işi.

woodchuck

i. Kuzey Amerika'ya özgü bir çeşit dağ sıçanı, zool. Marmota monax.

woodcock

i. çulluk, zool. Scolopax rusticola.

woodcraft

i. ormancılık, orman bilgisi, avcılık; oymacılık.

woodcut

bak. woodblock.

woodcutter

i. baltacı, odun kesicisi, odun yarıcısı.

wooded

s. ağaçlı; odunlu.

wooden

s. tahtadan yapılmış, tahta, ağaç, ahşap; odun gibi, kalın kafalı; cansız, ruhsuz, etkisiz. wooden horse Truva atı, tahta at. wooden Indian tahtadan oyulmuş kızılderili heykeli; odun gibi adam. woodenware i. tahtadan yapılmış sofra takımı.

woodhouse

i. odunluk.

woodland

i., s. ormanlık, ağaçlı arazi; s. ormanlık; ormanda yaşayan.

woodlark

i. ağaççıl tarla kuşu, zool. Lullula arborea.

woodman

i. (çoğ. -men) baltacı; orman adamı; ormancı.

woodnote

i. güzel ötüş.

woodpecker

i. ağaçkakan, zool. Picidae. green woodpecker yeşil ağaçkakan, zool. Picus vridis. lesser spotted woodpecker küçük ağaçkakan, zool. Dendrocopus.

woodpile

i. odun istifi.

woodprint

bak. woodblock.

woodruff

i. ince otu, yapışkan otuna benzer bir bitki, bel'umotu, bot. Asperula.

woodshed

i. odunluk.

woodsman

i. keresteci, oduncu; korucu, ormancı; ormanda yaşayan kimse.

woodsy

s. ormanla ilgili, orman havası veren.

woodturning

i. ağaç tornacılığı. woodturner i. ağaç tornacısı.

woodwinds

i., çoğ., müz. tahtadan yapılmış nefesli sazlar, tahtalar.

woodwork

i. bina içindeki ahşap kısımlar; dülgerlik; tahta işi.

woody

s. ormanlık, ağaçlık, ormanı çok; ağaç veya odun cinsinden, oduna benzer.

wooer

i. flört eden kimse, aşık.

woof

i. atkı, argaç; dokum, dokumuş.

woof

i. havlama sesi.

woofer

i. alçak titreşimlli ses hoparlörü.

wool

i. yün, yapağı; yün gibi yumuşak ve tüylü şey; kıvırcık ve kısa saç. wool comber yün tarayıcısı. all wool and a yard wide halis, saf, katışıksız. dyed in the wool dokunmadan önce boyanmış; sabit fikirli, önyarıglı. glass wool cam elyafı. pull the wool over one's eyes k.dili. aldatmak, coloq. gözünü boyamak. virgin wool ilk kez dokunmuş yün.

wool-clip

i. bir koyundan bir senede kesilen yapağı miktarı.

wool-dyed

s. dokunmadan önce boyanmış.

woolen, woollen

s., i. yünden yapılmış, yünlü, yün; i. yünlü; çoğ. yünlüler.

woolfell

i. post.

woolgathering

i. aklı başka yerde olma, hayal kurma, dalgınlık, dalgacılık. woolgatherer i. dalgın kimse.

woolgrower

i. yünü için koyun besleyen kimse.

woolly, wooly

s., i. yünlü, yün gibi; yumuşak; bulanık, karışık, dağınık; flu, net olmayan, yoz; i. yünlü iç çamaşır; yünlü. woolliness i. yün gibi oluş.

woolpack

i. yün balyası; yün balyası bağı; bulut yığını.

woolsack

i. yün çuvalı; İng. Lordlar Kamarası başkanının meclisteki yün minderi. be raised to the woolsack İng. Lordlar Kamarası başkanı ve adalet bakanı olmak.

woolstapler

i. yün tüccarı; yün çeşitlerini ayırıp tasnif eden kimse.

woozy

s., (argo) şaşkın, sersem, sarhoş.

wop

i., (argo), aşağ. İtalyan.

worcestershire sauce

karışık baharatlı et sosu.

word

i., f. söz; sözcük, kelime; lafız; lakırdı, laf; vaad, söz; haber, malumat; parola; emir, işaret, kumanda; gen. çoğ. konuşma; çoğ. ağız kavgası, münakaşa; kelam; f. sözle ifade etmek, söylemek, ifade etmek. word blindness okuma yitimi, aleksi. word for word kelimesi kelimesine. word game kelime oyunu. word of honor namus sözü. word order sözdizimi. word painter belagatli yazar. word picture iyi açıklanmış tanım. word play kelime oyunu, cinas. word square soldan sağa ve yukarıdan aşağıya aynı kelimeler okunabilen kare. Words fail me. Sözle tarif edemem. Söyleyecek söz bulamıyorum. words of one syllable basit sözler; açık sözler. a good word övgü, tavsiye, medih; iyi haber. a household word günlük kelime. be as good as one's word sözünü tutmamak. by word of mouth ağızdan, sözlü olarak, şifahen. eat one's words sözünü geri almak, tükürdüğünü yalamak. fair words tatlı sözler. have a word with ile konuşmak, ile görüşmek. have the last word sözü geçmek; son sözü kendisi söylemek. high words öfkeli sözler. in a word bir kelime ile, uzun lafın kısası. in so many words açıkça, kesin olarak. keep one's wored sözünü tutmak. man of his word sözünün eri. My word! Eyvah! mince words kaçamaklı konuşmak, dolambaçlı konuşmak. of few words suskun. take him at his word sözüne inanmak. take the words out of one's mouth karşısındakinin ağzından sözü kapmak, leb demeden leblebiyi anlamak. the Word Kitabı Mukaddes. upon my word vallahi, billahi. vain words boş laf. wordles s. kelimesiz; sessiz.

wordage

i. kelime sayısı, kelimelerin toplamı.

wordbook

i. lügatçe, lügat, sözlük; libretto, betikçe.

wording

i. yazılış tarzı, üslup.

wordy

s. kelimesi çok; kelimelerden ibaret. wordily z. çok kelime ile. wordiness i. çok kelimelilik.

wore

bak. wear.

work

(sonek) ... işi, -den yapılmış.

work

i. iş, çalışma, meşguliyet; görev, vazife; emek; eser, kitap; el işi; çalışma yeri; çoğ. fabrika, tesis; çoğ. mekanizma; çoğ., (argo) tüm; sirke köpüğü; çoğ. sevap kazanılacak iş. work force bir yerde çalışan işçilerin tümü. work stoppage işi dudurma, grev. all in day's work normal, mutat, tabii. at work iş başında, işte; çalışırken. get to work işe koyulmak. give someone the works ( argo) birini öldürmek veya hırpalamak; birine sert davranmak, aman vermemek. hard work ağır iş, zor iş. have one's work cut out for one yapacağı iş belli olmak. in the works yapılmakta, bakılmakta, planda. make short work of kısa kesmek, çabuk bitirmek. out of work işsiz, boşta. the whole works hepsi.

work

f. çalışmak, iş yapmak; emek sarfetmek, uğraşmak, meşgul olmak; vazifeli olmak, memuriyeti olmak; işlemek; işletmek; yürümek; başarılı olmak, iyi netice vermek; etkilemek, tesir etmek; oynamak; mayalanmak; çalıştırmak; çözmek, halletmek. work at çalışmak, çabalamak. work in sokuşturmak, araya sıkıştırmak. work into zorlamak, sokmak, koymak. work loose laçka olmak, gevşemek. work off gidermek, üstesinden gelmek. work on tesir etmek, etkilemeye çalışmak; üstünde çalışmak. work one's way güçlükle ilerlemek. work over bir daha yapmak, üstünden geçmek; değişiklik yapmak; A.B.D., (argo) hırpalamak. work up bürümek; heyecanlandırmak, kamçılamak, kurmak; düzenlemek, tanzim etmek, yapmak, geliştirmek. work up to -e hazırlanmak; -i amaçlamak; -e varmak. work upon tesir etmek. be worked up about something bir mesele için heyecanlanmak veya hiddetlenmek. It won't work. Olmaz. Yürümez.

workable

s. işletilebilir; işlenebilir; uygulanabilir, pratik, elverişli. workability, workableness i. uygulanabilme.

workaday

s. adi, alelade, sıradan, bayağı, günlük.

workbag

i. elişi torbası.

workbench

i. tezgah.

workbook

i. alıştırma kitabı, egzersiz kitabı; çalışma kayıt defteri; çalışma rehberi.

workbox

i. dikiş kutusu; alet kutusu.

workday

i., s. işgünü, adi gün; s. adi güne ait.

workehorse

i. beygir; çok çalışan kimse.

worker

i. işçi, çalşışan kimse; amele; zool. işçi sınıfından böcek.

workfellow

i. iş arkadaşı, koldaş.

workfolk

i., çoğ. işçiler, ameleler.

workhouse

i., İng. darülaceze; A.B.D. ıslah evi.

working

s., i. çalışan; çalışmaya ait, işe ait, işe gelir; çalışır vaziyetteki; mayalanan, köpüren; seyiren; i. çalışma; çoğ. maden ocağında çalışma yapılan yerler. working capital döner sermaye; net cari aktif.working class işçi sınıfı. working conditions çalışma şartları. working day iş günü. working drawing mühendislikte çalışmalara kolaylık olmak üzere çizilmiş kısmi bina veya makina planı. working hours iş saatleri. working papers eşit olmayan kimseye verilen çalışma izni belgeleri. working substance, working fluid mak. islim gibi makina çalıştıran sıvı. working surface çalışma yüzeyi.

workingman

i. işçi.

workload

i. adam başına düşen iş.

workman

i., (çoğ.-men) işçi. workmanlike s. ustaya yakışır; usta elinden çıkmış. workmanship i. zanaat; usta işi; ustalık. workmen's compensation işçi tazminatı; işçi sigortası.

workout

i., k.dili. idman, antreman; deneme çalışması; kabiliyet testi.

workpeople

i., çoğ. işçiler.

workroom

i. çalışma odası.

worksheet

i. müsvedde, karalama kağıdı; çalışma programı veya saatlerinin kaydedildiği kağıt.

workshop

i. atelye, işlik, çalışma odası; seminer.

worktable

i. çekmeceli çalışma masası.

workweek

i. haftalık çalışma saati.

world

i. dünya, cihan, alem; evren, kainat; arz, yer, yeryüzü; insanlar; ömür, hayat; ölümlü dünya; dünya nimetleri; toplum; hayat. World Court Milletlerarası Mahkeme. World Series (beysbol) şampiyonluk karşılaşmaları. world soul, world spirit alemin ruhu sayılan Cenabı Hak. world's fair uluslararası fuar. world to come öbür dünya, ahret. World War Dünya Savaşı, Cihan Harbi. world without end ebediyen, sonsuzluğa dek. a man of the world hayat adamı, görmüş geçirmiş adam, pişkin adam. a world of pek çok, dünya kadar. as the world goes dünyanın gidişine göre. be on top of the world k.dili mutlu olmak, sevinçten uçmak. bring into the world doğurmak,dünyaya getirmek. for all the world bütün dünyayı verecek olsalar; her ne pahasına olursa olsun; tıpatıp; tamamen. He is not long for this world. Fazla yaşamaz. in the world yahu, Allah aşkına; dünyada. I would give the world to know... öğrenmek için her şeyi feda ederdim. out of this world k.dili harikulade, fevkalade, şahane. the New World Yeni Dünya, Amerika. the Old World Eski Dünya; A.B.D. Avrupa. the way of the world dünya hali, dünyanın gidişi. the world of letters edebiyat dünyası. the world and his wife herkes, bütün dünya. What in the world is he doing? Ne yapıyor Allah aşkına?

world-shaking

s. çok mühim, bütün dünyayı sarsan.

world-weary

s. dünyadan bezmiş.

world-wide

s. cihanşümul, evrensel, dünyaya yaygın.

worldling

i. dünyaperest kimse.

worldly

s. dünyevi, cismani. worldly-minded s. dünyaperest, cismani, maddeci, özdekçi. worldly-wise s. pişkin. worldliness i. dünyaperestlik, dünyevilik, maddecilik.

worm

i. kurt, solucan, askarit; aşağılık kimse, pısırık kimse; anat. apandis; vidanın helezoni kısmı; helezon dişlisi, sarmal sonsuz vida; helezoni boru; çoğ. bağırsak solucanı hastalığı. worm eel mırmır balığı, zool. Echulus myrus. worm fence yılankavi çit. worm gear sonsuz vida dişlisi. worm wheel sonsuz vida çarkı. The worm will turn. Fazla üstüne varılınca en pısırık kimse bile ifrit kesilir.

worm

f. kurt düşürmek; den. halatın üzerine sicim sarmak; köpeğin dili altındaki siniri kesmek. worm in (veya) into kurnazlıkla girmek, sokulmak. worm it out of one karşısındakinin ağzından ustalıkla laf almak. worm one's way through the crowd kalabalık arasından kendine yol açarak geçmek.

worm-eaten

s. kurt yemiş; eskimiş; modası geçmiş.

wormhole

i. solucan deliği, kurt deliği.

wormseed

i. kazayağı, bot. Chenopodium ambrosioides.

wormwood

i. pelin, bot. Artemisia; acı veren şey.

wormy

s. kurtlanmış, kurtlu, zelil, alçak. worminess i. kurtluluk.

worn

bak. wear; s. yıpranmış, zedelenmiş, aşınmış; çok giyilmiş; bitkin.

wornout

s. yııpranmış, aşımış, eskimiş; işi bitmiş, kullanılmaz hale gelmiş; bitkin.

worry

f., i. üzülmek, sıkılmak, endişe etmek, merak etmek, zihninde kurmak, tasalanmak, kaygılanmak; eziyet etmek, rahatsız etmek, üzmek, canını sıkmak; ısırıp sarsmak(köpek); i. üzüntü, endişe, merak, tasa, kaygı; ıstırap, can sıkıntısı. worry along engellere rağmen bir yolunu bulup ilerlemek. worry beads tesbih. worriment i., k.dili üzüntü, endişe; can sıkıntısı.worrying, worrisome s. üzücü, endişelendirici; can sıkıcı.

worse

s., z., i. daha fena, daha kötü, beter; daha hasta, z. daha fena bir şekilde; i. daha fena şey, beteri; kötü durum. He got worse. Hastalığı ağırlaştı. It got worse and worse. Gittikçe daha kötü bir hal aldı. It will be the worse for him. Kendisi için kötü olacak. Kendi bilir.

worsen

f. kötüleştirmek; kötüleşmek, fenalaşmak.

worship

i., f. (-ed, -ing, veya -per, -ping) ibadet, tapınma perestiş; aşırı sevgi veya hürmet, tapma, f. tapınmak, ibadet etmek, perestiş etmek; aşırı derecede sevmek veya hürmet etmek, tapmak. your worship zatıaliniz. worshiper i. ibadet eden kimse, tapan kimse.

worshipful

s. huşu uyandıran; İng. saygıdeğer, muhterem. worshipfully z. tapınırcasına. worshipfulness i. hürmet, saygı, ihtiram.

worst

s., z., i., f. en fenası, en kötüsü; z. en fena surette, en kötü şekilde; i. en kötü şey, en fena durum; f. yenmek, mağlup etmek, üstün gelmek. in the worst way (argo) pek çok, fena halde, adamakıllı. at worst en kötü ihtimale göre. if worst comes to worst durum en kötü şekle girerse. get the worst of it yenilmek, mağlup olmak.

worsted

i. bükme yün, yün ipliği.

wort

i. bitki, nebat, sebze, ot.

worth

i., (edat) değer, kıymet; servet; bedel, -lik; (edat) değerinde; layık, değer; sahibi, -lik. three liras' worth of candy üç liralık şeker. It's worth seeing. Görmeye değer. for all it's worth son haddine kadar. for what it's worth ne olursa olsun.

worthless

s. değersiz, işe yaramaz, colloq. ciğeri beş para etmez. worthlessly z. değersizce. worthlessness i. değersizlik.

worthwhile

s. değerli, faydalı, dişe dokunur, zahmetine değer.

worthy

s., i. değerli; layık, reva, müstahak; değimli; i. değerli kimse; çoğ. kodamanlar; worthily z. yakışacak şekilde, uygunca. worthiness i. değerlilik, liyakat.

wot

f., bak. wit.

would

f., bak. will; (eski) arzulamak, istemek;(yardımcı fiil): a)(istek): He would like to go. Gitmek istiyor. b) (şart): He would help if he were here. Burada olsaydı yardım ederdi. c) (gelecek zaman): He kept looking for the medicine that would cure him. Kendisini iyi edecek ilacı arayıp durdu. d) (kararlılık): He would not go. Gitmemekte kararlıydı. e) (olasılık): Letting him come would cause serious trouble. Gelmesine izin vermek önemli olaylara sebep olurdu. f) (tercih): we would rather you saved your money. Paranı sarfetmemeni tavsiye ederiz. g) (dilek): What would you like me to do? Ne yapmamı arzu edersiniz? h) (alışkanlık): We would swim everyday that summer. O yaz her gün yüzerdik.

would-be

s. sözde.

wound

f., bak. wind.

wound

i., f., k.dili. Oh! Hayret! i., (argo) hayret uyandıran kimse veya şey, çok makbul şey. f., (argo) şaşırtmak, hayrete düşürmek.

wrack

i.,f. enkaz, gemi enkazı; dalgaların sahile attığı yosunlar; f. yıkılmak, enkaz haline gelmek. go to wrack and ruin bakımıszlık ve ihmalden harap olmak.

wraith

i. rüyada veya hayalde görülünce sahibinin ölümüne işaret ettiği farz edilen hayalet, tayf.

wrangle

f., i. kavga etmek, çekişmek; münakaşa etmek; A.B.D. sığırtmaçlık yapmak, hayvanları bir araya toplamak; i. kavga, çekişme; münakaşa. wrangler i. kavgacı, münazaacı; sığırtmaç.

wrap

f. (wrapped veya wrapt, wrapping) sarmak, sarmalamak; bürümek; bükmek, katlamak; paket yapmak. wrap up sarmak, paket yapmak; sarmalamak; sarıp saklamak; (argo) bitirmek. Well, that about wraps it up. Eh, işimiz bitti artık. wrapped up in -e sarılmış, -e bürünmüş; -e kendini vermiş, -e dalmış, -e kendini kaptırmış, -e dört kolla sarılmış.

wrap

i. giysi; palto; atkı; sargı; çoğ. dış giysiler. keep it under wraps gizli tutmak.

wrap-up

i., k.dili radyoda haberlerin son özeti.

wraparound

s. önden açık(giysi); saran; kapsayan.

wrapper

i. paket sargısı; kitap kabı, kitap ceketi; sabahlık; saran şey veya kimse; puronun en üst yaprağı.

wrapping

i. paket kağıdı; ambalaj ipi; sargı; kapak.

wrasse

i. lapina, zool. Labridae. ballan wrasse kikla, zool. Labrus bergylta. striped wrasse ördekbalığı, zool. Labrus mixtus.

wrath

i. öfke, gazap, hiddet.

wrathful

s. öfkeli, hiddetli,gazaba gelmiş, küplere binmiş. wrathfully z. öfkeyle, hiddetle.

wrathy

s., k.dili öfkeli, hiddetli.

wreak

f. yapmak. wreak vengeance hınç çıkarmak, öç almak. wreak damage hasar yapmak.

wreath

i. çelenk.

wreathe

f. çelenk yapmaak; kaplamak; çelenk gibi olmak, çelenk halini almak. wreathed in smiles tebessümle kaplı.

wreck

i., f. harabe, virane; harap olmuş kimse; kazazede gemi, gemi enkazı; dalgaların kıyıya attığı enkaz ve mallar; geminin kazaya uğraması, harabiyet, haraplık; f. gemiyi karaya oturtmak veya kazaya uğratmak; harap etmek; enkaz haline getirmek; kazaya uğramak, kazazede olmak; yıkmak. wrecking crew enkaz temizleme ekibi; kurtarma ekibi.

wreckage

i. enkaz, yıkıntı.

wrecker

i. harap eden kimse, harabiyete sebep olan şey; oto. kurtarıcı, tamir arabası; vinçli pikap; enkaz temizleyen kimse veya araç; yıkıcı, enkaz çıkarıcı, enkaz amelesi; enkaz toplama gemisi.

wren

i. çitkuşu, çalıkuşu, zool. Troglodytes troglodytes.

wrench

i., f. vida somunu anahtarı; İngiliz anahtarı; burkutma, burkutuş, burkulma, bükülme, burma, bükme; ayrılış acısı; f. zorla çevirip burmak; burkutarak koparmak; burkutmak; kasten ters anlam vermek. He wrenched his ankle. Ayağını burktu.

wrens

i., çoğ., İng., k.dili bahriyenin hanım yardımcılar teşkilatı.

wrest

f., i. zorla çevirerek söküp almak; kasten ters mana vermek; aslından uzak bir anlam vermek; zorla elde etmek; i. çevirerek söküp alma; piyano veya harp gibi çalgıları akort etme anahtarı. wrest pin akort ayar mandalı.

wrestle

f., i. güreşmek, güreş etmek; uğraşmak, çabalamak; dağlamak için hayvanı yere yatırmak; i. güreş, mücadele. wrestler i. pehlivan, hayvanlara dağ vuran kimse. wrestling i. güreşme, güreş.

wretch

i. sefil kimse, biçare kimse, zavallı kimse; alçak adam, habis kimse.

wretched

s. kötü haldeki, perişan, sefil; üzgün, bitkin, bezgin; kötülük getiren; menfur, kötü; alçakca, adice. wretchedly z. pejmürde olarak, perişan halde. wretchedness i. perişanlık, sefalet; bezginlik.

wriggle

f., i. kıvranmak, sallanmak; solucan gibi kıvrılmak; i. bir yandan bir yana sallanma, yalpalama, çalkanma.

wright

i. işçi, sanatçı, yapıcı.

wring

f. (wrung) i. burup sıkmak; burmak, bükmek; ellerini oğuşturmak; zorla söküp çıkarmak veya almak; çarpıtmak; çok üzmek, incitmek, canını acıtmak; zora getirmek, sıkıştırmak; i. buruş, sıkmak.

wringer

i. büken kimse veya şey; çamaşır mengenesi.

wringing-wet

s. sırılsıklam, çok yaş.

wrinkle

i., f. buruşuk, cilt kırışığı; k.dili. metot, teknik; f. buruşturmak; buruşmak, kırışmak. new wrinkle yeni uygulanan yöntem. wrinkly s. buruşuk, kırışık.

wrist

i. bilek; mak. krank pini. wrist bone bilek kemiği. wrist joint bilek. wrist watch kol saati.

wristband

i. kol ağzı, yen(gömlekte).

wristlet

i. kumaş bilezik, eğreti yen; (argo) kelepçe.

wristlock

i. güreşte kolun bilekten bükülerek etkisiz hale getirildiği hareket.

writ

i., huk. irade, ferman, ilam; davetiye; yazı. Holy Writ Kitabı Mukaddes. judicial writ mahkeme emri.

write

f., i. (wrote, written eski writ) yazı yazmak; teklif etmek;kaleme almak; ifade etmek; kaydetmek; kayda geçmek; kaitplik etmek. write down yazmak, kaydetmek, yazı ile yermek. nothing towrite ome about bahsetmeye değmez. write in bir metne ilave yapmak; oy pusulasına bir adayın ismini yazmak. write-in vote adayların ismlerini yazarak kullanılan oy toplamı. write off hesabı kapatmak; kıymetini sıfıra indirmek; kolayca yazmak; zarara geçmek. write one's own ticket isteğine göre yolunu çizmek. write out yazıya dökmek; tam yazmak. write up hikayesini yazmak, hesabı şimdiki tarihe kadar kaydetmek; değerini yüksek göstermek. writ large iri harflerle yazılmış; açıkça belirtilmiş, apaçık. written law kayda geçmiş kanun, müseccel kanun.

write-off

i. zarar olarak kabul edilen miktar; iptal etme, çıkarma.

write-up

i., k.dili makale; bir müessese hakkında yazılan övücü yazı; A.B.D. bir firmanın mal ve mülkünü kanunsuz olarak olduğundan yüksek gösterme.

writer

i. yazar, müellif, muharrir, hattat. writer's cramp çok yazı yazmaktan ileri gelen el veya kol tutulması, kramp.

writhe

f., i. kıvırmak; kıvranmak, kıvrandırmak; debelenmek; i. kıvrılma; kvıranma.

writing

i. yazı, el yazısı; yazı yazma, yazılma; yazarlık; yazılı kağıt veya kitap; telif; tahrir; gen. çoğ. eser, kitap; kitabe. the writing on the wall tehlike belirtisi; başarısızlık işareti. writing pad bloknot; sumen. writing paper yazı kağıdı.

written

bak. write.

wrong

s., z., i., f. yanlış; haksız; ters; uygunsuz; usule uygun olmayan; bozuk; makbul olmayan; istenilmeyen; ahlaksız; z. yanlış şekilde, yanlış olarak, fena surette; i. günah; hata, kusur; yalan; haksızlık; gadir, zulüm; zarar; sapıklık, yanlış yol; f. hakkını yemek veya iptal etmek; zarar vermek, gadretmek, zulmetmek, haksızlık etmek; yanlış şekilde göstermek; lekelemek. wrong font matb. yanlış takımdan harf. wrong side out tersi yüzüne dönmüş. go wrong yanılmak, sapmak. say the wrong thing pot kırmak. I don't see anything wrong with it. Onda hiç bir acayiplik görmüyorum. Bunda hiç bir sakınca görmüyorum. What's wrong with him? Onun nesi var? The party started on the wrong foot. Toplantı aksiliklerle başladı. He is on the wrong side of sixty. Altmışını geçkindir. The water went down the wrong way. Su genizine kaçtı. Don't get me wrong. Beni yanlış anlama. There's something wrong with him. Onda bir acayiplik var. He was born on the wrong side of the blanket. O piç olarak doğdu. wrongly z. yanlış bir şekilde.

wrong-headed

s. ters, inatçı.

wrongdoer

i. haksızlık yapan kimse, zalim veya günahkar kimse.

wrongful

s. haksız, insafsız. wrongfully z. haksız bir şekilde. wrongfulness i. haksızlık.

wrote

bak. write.

wroth

s., (eski) öfkeli, hiddetli.

wrought

f., s., (eski), bak. work; s. işlenmiş; çekiçle dövülüp şeklini bulmuş; incelikle işlenmiş. wrought iron dökme demir.wrought up heyecanlı, sinirli, gergin.

wrung

bak. wring.

wry

s. (wrier veya wryr, wriest veya wryest) eğri, çarpık; sapık; yanlış, hatalı; acı, iğneleyici, istihza belirten. wry face eğri surat, ekşi yüz. wry necked eğri boyunlu; boyun tutukluğu olan. wryness i. yüz ekşiliği.

wryneck

i., tıb. boyun tutukluğu; dönerboyun, zool. Jynx torquilla.

wsw

kıs. west-southwest.

wt.

kıs. weight.

wuthering

s., İskoç.,uğuldayan, uğultulu.

wv

kıs. West Virginia.

wy

kıs. Wyoming.

wyandotte

i. Amerika'da bulunan bir cins tavuk.

wych-elm

i. dağ karaağacı, bot. Ulmus glabra.

wye

i. Y harfi, Y şeklindeki şey; d.y. makas.

wyvern

bak. wivern.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL