NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

wa ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: wa
Bulunan Sonuç: 257

wa

kıs. Washington (eyaleti).

waac

kls Women'a Army Auxiliary Corps

waaf

kıs., İng. Women's Auxiliary Air Force.

waas

kıs., İng. Women's Auxiliary Army Service.

wabble

bak. wobble.

wac

i. WAAC'de çalışan kadın.

wacke

i. yapısı ince ve yumuşak bir çeşit bazalt.

wacky

s., (argo) mantıksız; sapık, kaçık; tuhaf; manyak. wackily z. mantıksızca. wackiness i. kaçıklık.

wad

i., f. (-ded, -ding) tutam, tomar; tıkaç, tampon; tüfek sıkısı; topak; k.dili. büyük miktar, çok para; f. tıkaç koymak; tomar şekline getirmek. a wad of gum papuç kadar çiklet. bet one's wad k.dili. eldeki bütün parayı bahse yatırmak. shoot one's wad k.dili. bütün parayı har vurup harman savurmak.

wadding

i. tıkaç, tampon; vatka.

waddle

f., i. badi badi yürümek, paytak paytak yürümek; i. badi badi yürüyüş. waddly s. paytak.

wade

f. sığ suda oynamak; sığ su veya çamur içinde yürümek. wade into k.dili. şiddetle girişmek. wade through (sığ su veya çamur) içinden geçmek; ağır ağır ve güçlükle ilerlemek; zorla tamamlamak. wad'ing i. suda yürüme. wading boots kalçaya kadar çıkan uzun çizme.

wader

i. sığ su veya çamur içinde yürüyen kimse; uzunbacaklılardan herhangi bir kuş.

wadi , wady

i. vadi, dere.

waf

i., İng. WAAF'te çalışan kadın.

wafer

i., f. çok ince bisküvit; yufka; kâğıt helvası; üzerinde çok kısımlı elektronik devre bulunan silikon parçası; Katoliklerin Aşai Rabbani ayininde kullandlkları mayasız ince ekmek; eskiden mektupları mühürlemede kullanılan yuvarlak etiket; f. etiket ile mühürlemek veya yapıştırmak.

waffle

f., (argo) anlamsız konuşmak; kararsız olmak.

waffle

i. kalıpla yapılan bir çeşit gözleme. waffle iron ızgara şeklinde gözleme kalıbı.

waft

i., f., den. rüzgar yönünü belirten flama; f., (eski) el sallayarak işaret vermek.

waft

f., i. yavaş yavaş götürmek, sürüklemek (rüzgar veya dalgalarla); i. hafif ses veya koku; sürüyüp götürme; hafif esinti.

wag

f. (-ged,- ging) i. sallamak; çenesi ötmek; hareket etmek; İng., (argo) okuldan kaçmak; i. sallama. set tongues wagging dile düşürmek. The tail wags the dog dünya tersine dönüyor. the world wags on and we wag with it. Dünya ile birlikte yuvarlanıp gidiyoruz.

wag

i. şakacı kimse, latifeci kimse. waggery i. şaka, latife; mizah.

wage

f. (mücadele, münakaşa, savaş) devam etmek, sürdürmek.

wage

i. ücret, maaş. wages i. ücret; karşılık. wage earner, wageworker i. işçi, ücretli işçi. living wage geçimi temin edecek maaş. wage scale barem. The wages of sin is death. Günahın kefareti ölümdür.

wager

i., f. bahis, bahis tutuşma; f. bahis tutuşmak.

waggish

i. şaka kabilinden, şakacı.

waggle

f., i. sallanmak; sallamak; sarsılmak; i. sallayış sallanış. waggly s. sallanan.

wagon

İng. waggon i. dört tekerlekli yük arabası; dört tekerlekli açık oyuncak araba; k.dili. tevkif edilenleri taşımaya mahsus polis arabası; tekerlekli servis masası; İng. yük vagonu, katar; (argo) zırhlı savaş gemisi. on the wagon k.dili. içkiyi bırakmış durumda. fix someone's wagon A.B.D., (argo) mahvetmek; hakkından gelmek.

wagon-lit

i., Fr. vagonli, yataklı vagon.

wagonage

i. taşıma ücreti.

wagoner

i Büyükayı; Arabacı takımyıldızı.

wagoner

i. arabacı.

wagonload

i. bir araba dolusu.

wagtail

i. kuyruksallayan, zool. Motacilla.

wahabi , wahhabi

i. Vahabi. Wahabiism i. Vahabilik.

waif

i. kimsesiz çocuk; bulunmuş ve sahibi bellisiz şey; hırsızın kaçarken düşürdüğü çalıntı eşya.

wail

f., i. feryat etmek, figan etmek; hayıflanmak; yas tutmak; i. figan. Wailing Wall Kudüs'te ağlama duvarı.

wain

i. tarlada kullanılan yük arabası. the Wain İng. Büyükayı.

wainscot

i., f. (-ed, -ing veya -ted, -ting) tahta kaplama, lambri; İng. doğramacılıkta kullanılan en iyi cins meşe; f. lambri kaplamak.

wainscoting

i. kaplamalık tahta; kaplama.

wainwright

i. yük arabası yapıcısı.

waist

i. bel; herhangi bir şeyin orta kısmındaki girinti; kadın elbisesinin üst kısmı; bulüz; geminin orta kısmı, bel.

waistband

i. elbisenin beli.

waistcloth

i. kuşak, peştamal.

waistcoat

i., İng. yelek.

waisthigh

s. bele kadar çıkan, yarı beline kadar; adi, bayağı.

waistline

i. bel yeri.

wait

f. beklemek; hazır olmak; bekletilmek, durmak; k.dili. ertelemek, bekletmek. wait for beklemek. wait on hizmetçilik yapmak, servis yapmak; ziyaretine gitmek; bağlı olmak; leh. beklemek. wait on one hand and foot birinin etrafmda dört dönmek. wait at table servis yapmak. wait up for one birini beklemek için yatmamak. wait tables garsonluk yapmak. Wait a minute! Bir dakika! in waiting refakat eden, nedimelik yapan. keep one waiting birini bekletmek. waiting list bekleyenler listesi, yedek liste. waiting room bekleme odası. Don't wait supper for me. Yemek için benim gelmemi bekleme. Wait your turn Sıranı bekle. Everything comes to him who waits. Sabreden derviş muradına ermiş.

wait

i. bekleme, bekleme süresi; gecikme; ara; pusu; İng. Noel'de sokaklarda çalıp söyleyen müzisyen grubu üyesi. lie in wait pusuya yatmak.

wait-a-bit

i. çengelli dikenleri olan herhangi bir bitki.

waiter

i. garson; bekleyen kimse; tepsi. waitress i. kadın garson.

waive

f. iddiadan vaz geçmek, feragat etmek, sarfınazar etmek; ertelemek tehir etmek; huk. hakkından vaz geçmek.

waiver

i., huk. hakkından vaz geçme, feragat.

wake

f. (-d veya woke, woken) uyanmak; uyanık kalmak; canlanmak, yeni hayat bulmak; uyandırmak; ikaz etmek; canlandırmak, ihya etmek; leh. ölünün başında beklemek, sabahlamak.

wake

i. geceleri ölüyü bekleme; ölüyü beklerken verilen ziyafet; dini merasim için sabahlama.

wake

i. dümen suyu, geminin izi. in the wake of yakından izleyen; (bir şeyin) sonucu olarak; peşinden.

wake-robin

i. danaayağı, bot. Arum maculatum.

wakeful

s. uyanık, tetikte olan; uykusuz. wakefully z. uyanık olarak. wake fulness i. uyanıklık.

waken

f. uyandırmak; ikaz etmek; harekete getirmek; uyanmak.

walachia

bak. Wallachia.

waldgrave

i. eski bir Alman asalet unvanı.

waldorf salad

elma, ceviz, kereviz ve yeşil salata ile yapılan mayonezli salata.

wale

i., f. kamçı izi, dayak beresi; kumaş üstünde kabarık çizgi; f. kamçı ile iz bırakmak; çizgili kumaş dokumak.

wales

i. Gal eyaleti, Galler ülkesi. Prince of Wales Büyük Britanya veliahtı.

walhalla

bak. vallhalla.

walk

f., i. yürümek, yürüyerek gitmek, yaya gitmek; davranmak, hareket etmek; yürütmek, yavaş gezdirmek; beraberinde yürüyüşe çıkmak; öldükten sonra hayalet olarak dünyaya gelmek; adımlamak, adımla ölçmek; ağır bir yükü köşeleri üzerinde yürüterek taşımak; i. gezme, yürüme; yürüyüş; tavır, hareket, gidiş; hayat sahası; yürüyecek yer, kaldırım, yol, yaya yolu; otlak; (beysbol) topa vurmadan birince kaleye ilerleyebilme hakkı. walk away from rahatlıkla kazanmak; kazadan ucuz kurtulmak. walk away with ön plana geçmek. walk in içeri girmek. Walk in. İçeri buyurun. walk of life hayat yolu, meslek. walk off ansızın terk etmek; yürüyerek zayıflamak veya ayılmak. walk off with kazanmak; yürütmek, çalmak. walk out k.dili. grev yapmak. walk out on terk etmek. wolk out with refakat etmek. walk over kolay yenmek; baskın çıkmak. walk the floor adımlamak. walk the streets sokakta sürtmek; sokak sokak dolaşmak. walk the wards viziteye çıkmak. walk through (tiyatro) ilk provaları yapmak. go at a walk yavaş yavaş yürümek. take a walk gezmeye gitmek; sıvışmak. win in a walk kolayca kazanmak.

walkietalkie, walkytalky

i. telsiz telefon.

walking

i. gezme, yürüme. walking beam makinada kuvvet nakleden ve muntazam rakkas hareketiyle işleyen kol. walking delegate sendika temsilcisi. walking dictionary her kelimenin anlamını söylemeye hazır olan kimse, canlı sözlük. walking legs yürüyebilme gücü. walking papers k.dili. işten kovulma kâğıdı. walking race yürüme yarışı. walking stick baston; asa; sopa çekirgesi gibi bir böcek, zool. Phasmidae.

walkon

i. önemsiz rol.

walkout

i., k.dili. işçi grevi.

walkovor

i. kolay kazanılan at yarışı.

walkup

i., k.dili. asansörsüz bina.

walkway

i. geçit, kaldırım, patika.

walkyrie

bak. valkyrie.

wall

i., f. duvar; çoğ. kale bedeni; sur; f. etrafına duvar çekmek. wall creeper duvar tırmaşık kuşu, zool. Tichodroma muraria. wall pepper damkoruğu, bot. Sedum acre. wall plate duvar latası; mak. bağlantı levhası. wall plug elek. duvar prizi. wall sided den yanları duvar gibi dik. Wall Street New York hisse senedi piyasasının merkezi olan sokak. wall tent yanları dik çadır. the Wall Doğu ve Batı Berlin'i ayıran duvar. The walls have ears. Yerin kulağı var. drive veya push to the wall duvara kıstırmak, sıkıştırmak. go to the wall iflâs etmek. hit one's head against a stone wall başı belaya girmek, çıkmaza girmek.

wallaby

i. Avustralya'ya özgü ufak kanguru, vallabiç

wallachia

i. Eflak eyaleti. Wallachian i. Ulah, Eflaklı.

wallboard

i. duvar kaplaması.

wallet

i. cüzdan, para cüzdanı; sırt çantası.

walleye

i. akçıl gözbebeği; tirsi gibi akçıl gözlü balık. walleyed s. akçıl gözbebekli; gözbebeği ıraksak, şaşı; (argo) sarhoş.

wallflower

i. bahçe şebboyu, bot. Matthiole; sarı şebboy, bot. Cheiranthus cheiri; k.dili. partide dans edecek kimsesi olmadığı için duvara yakın kalan kadın.

walloon

i. Valon; Valon dili, Valonca.

wallop

f., i., k.dili. dayak atmak, dövmek, pataklamak; i., k.dili. dayak. wallopinst s., i., k.dili. çok büyük (miktar). pack a wallop çok etkili olmak.

wallow

f., i. çamur içinde yuvarlanmak, ağnamak; kendini sefahate vermek; sallanmadan dolayı zor ilerlemek; i. çamurda yuvarlanma; hayvanın yuvarlandığı çamurlu yer.

wallpapor

i. duvar kağıdı.

walltowall

s. duvardan duvara; uçtan uca.

walnut

i. ceviz; ceviz ağacı, bot. Juglans; cevizin kerestesi; ceviz rengi. black walnut kara ceviz, bot. Juglans nigra. English walnut adi ceviz, bot. Juglans regia.

walpurgis night

bir mayıstan önceki gece (Alman folklorunda büyücü karılarının toplandıkları gece).

walrus

i., s. mors, zool. Odobenus rosmarus; s. morsa özgü.

waltz

i., f. vals; vals havası; (argo) kolay başanlan iş; f. vals yapmak. waltz through kolayca başarmak.

wampum

i. Amerika kızılderililerinin para veya sus olarak kullandıkları boncuklar; k.dili. para, mangır.

wan

s. solgun, soluk, benzi sararmış; hastalık veya üzüntü gösteren, bitik.

wand

i. değnek, çubuk; asa.

wander

f., i. dolaşmak, gezinmek; yolu şaşırarak dolanıp durmak; yoldan çıkmak; konudan ayrılmak; sayıklamak, abuk sabuk konuşmak; içinde dolaşmak; i. dolaşma, gezinme. wanderer i. gayesizce dolaşan kimse.

wandering

s. dolaşan, gezen, gezginci.

wandering jew

telgrafçiçeği, bot. Tradescantia fluminensis.

wanderlust

i. seyahat tutkusu.

wanderoo

i. Seylan adasına özgü bir maymun, langur, zool. Presbytis cephalopterus; aslankuyruklu maymun, zool. Macaca silenus.

wane

f., i. azalmak, küçülmek; solmak; batmak, zayıflamak; i. azalış; solma; zeval; ayın on beşinden sonra ayın küçülmesi. on the wane azalmakta.

wangle

f., k.dili. sızdırmak, hileyle koparmak; hileye baş vurmak; tesir ederek elde etmek; dolaylı yoldan sağlamak.

wanigan

i., A.B.D., (Kanada) ağaç kütüklerini kesme yerinde gereçlerin saklandığı dolap; kulübe.

wankel engine

yeni bir çeşit ufak ve hafif iç yakımlı makina.

want

f. istemek, arzu etmek; eksiği olmak; aramak; İng. muhtaç olmak, gerektirmek; yoksul olmak. want for muhtaç olmak, ihtiyacını hissetmek. want to k.dili. gerekmek. Call it what you want. Ne derseniz deyin. The dog wants out. Köpek dışan çıkmak istiyor. He is wanting in politeness İncelikten yoksun. You want to see a dentist today. Dişçiye bugün gitmelisiniz.

want

i. yokluk, adem; eksiklik, noksan; lüzum, ihtiyaç; gerek, hacet; sıkıntı, zaruret, yoksulluk, fakirlik; istek, arzu. want ad k.dili., gazet. küçük ilan. be in want muhtaç olmak. for want of bulunmadığından.

wanted

s. istenen, aranan.

wanting

s., (edat) eksik, noksan; (edat) -siz, eksik, az. wanting in noksan, eksik. be wanting in common sense sağduyudan yoksun olmak. be found wanting kusurlu bulunmak.

wanton

s., i., f. zevk veya sefahat düşkünü; şehvet düşkünü; avare dolaşan; sebepsiz; kötü niyetli; ahlâksız, ahlâksızlık düşkünü; aklına eseni yapan, önünü arkasını düşünmeyen; i. şehvet düşkünü kimse; ahlaksız kimse; kayıt altına girmeyen kimse; f. kendini ahlâksızlığa vermek; çok gelişmek. wantonly z. şehvetle; sebepsiz yere. wantonness i. şehvet.

wapentake

i., İng. eskiden bazı yerlerde kontluk bölgesinin bir bölümü.

wapiti

i. Kuzey Amerika'ya özgü iri geyik, zool. Cervus canadensis.

war

f. (-red, -ring) savaşmak, harp etmek, muharebe etmek, cenk etmek; düşmanlık etmek, düşman olmak.

war

i., s. savaş, harp, muharebe; mücadele; strateji; s. savaşa özgü, savaşta kullanılan, savaş sonucu oluşan. war cloud savaş bulutu, savaşa alâmet olan şey. war correspondent savaş muhabiri. war crime savaş suçu. war criminal savaş suçlusu. war cry savaş narası. war dance savaşa hazırlık dansı; zafer dansı. War Department A.B.D. Milli Savunma Bakanlığı. war game savaş tatbikatı. war god savaş tanrısı. war horse savaş atı; tecrübeli asker, kurt politikacı; bayat eser. war loan harp istikrazı. war of nerves sinir harbi. war paint vahşilerin savaş alameti olarak yüz veya vücutlarına sürdükleri boya; k.dili. en iyi elbise veya süs; makyaj malzemesi. war whoop kızılderililerin savaş narası. be at war savaş halinde olmak. declare war on birine savaş ilan etmek. wage war with biri ile savaş halinde olmak.

warble

f., i. kuş gibi ötmek, şakımak; çağıldamak; terennüm etmek; titrek ses çıkarmak; i. kuş gibi ötüş, şakıma; tatlı ses; nağme, makam; sığırsineği sürfesinin hayvanlann sırtında meydana getirdiği çıban. warble fly sığırsineği, zool. Hypodermatidae.

warbler

i. kuş gibi öten kimse; tatlı sesli kimse; ötleğengillerden bir kuş; Amerika'ya özgü sinek yiyen bir kuş, zool. Parulidae. barred warbler çizgili ötleğen, zool. Sylvia nisoria. garden warbler bahçe ötleğeni, zool. Sylvia borin. masked warbler maskeli ötleğen, zool. Sylvia rupelli. reed warbler çil ardıcı, zool. Acrocephalus arundinaceus. spectacled warbler gözlüklü çalıbülbülü, zool. Sylvia conspicillata. whitethroat warbler çalıbülbülü, zool. Sylvia communis.

ward

i., f. koğuş; bölge, mıntıka; huk. vesayet altında bulunan çocuk; vesayet, koruma; kilit dili; f. emniyetli yerde korumak. ward off savuşturmak, geçiştirmek, geri çevirmek. ward heeler A.B.D., (argo) semtin oylarını kazanmaya çalışan kimse.

ward,-wards

(sonek) -e doğru, yönünde.

warden

i. bekçi, muhafız; A.B.D. hapishane müdürü; İng. kolej müdürü; kilise bina veya emlakini muhafaza eden memur.

warden

i. kompostoluk bir çeşit armut.

warder

i. bekçi, muhafız; hükümdar asası; İng. hapishane müdürü.

wardrobe

i. bir kimsenin tüm giysileri, giyecekler; gardırop, giysi dolabı; tiyatro kostümleri.

wardroom

i. savaş gemisinde oyun salonu ve yemekhane.

wards

bak. ward.

wardship

i. muhafızlık; vasilik, vesayet.

ware

i. takım (eşya); çoğ. emtia, satılacak mallar; çanak çömlek, seramik eşya.

ware

f., (eski) dikkat etmek.

warehouse

i. eşya deposu; ambar; antrepo; toptan satış yeri; mağaza. ware houseman i. eşya deposu sahibi veya işçisi.

wareroom

i. depo, imalât yerinde satış bölümü.

warfare

i. harp, savaşma, savaş; mücadele.

warhead

i. merminin patlayıcı madde taşıyan kısmı.

warlike

s. cenkçi, dövüşken, kavgacı; savaşa ait; askeri; savaşla tehdit eden.

warlock

i. sihirbaz, büyücü, cinci; falcı.

warlord

i. militarizm uğruna diktatörce davranan yönetici; mahalli diktatör (özellikle Uzak Doğuda.

warm

s. ılık, hafif sıcak; ısıtan, sıcak tutan; hararetli; canlı; gayretli, şevkli; heyecanlı, çabuk heyecanlanan; sıcakkanlı; sıkıcı; güz. san. sıcak (renk); yeni, taze; saklanan şeye veya gerçeğe yaklaşmış durumda olan. warm front meteor. sıcak hava kitlesi. a warm climate ılıman iklim. a warm welcome hararetli kabul, sıcak bir karşılama. make it warm for someone anasından emdiğini burnundan getirmek. warm'ly z. samimiyetle, hararetle; şevkle. warm'ness i. sıcaklık, ılıklık.

warm

f. ısıtmak, kızdırmak; ısınmak, kızmak; teşvik etmek, teşvik olunmak .warm to veya toward şevkle sarılmak. warm up ısınmak; ısıtmak; yarışmadan önce hafif idman yapmak; motoru ısıtmak için çalıştırmak; konser veya temsilden önce son bir hazırlık yapmak. warming pan yatağı ısıtmaya mahsus saplı ve kapaklı madeni kap.

warmblooded

s., zool. sıcakkanlı; enerjik; tutkulu.

warmhearted

s. yüreği sıcak, sevgi dolu; samimi, cana yakın.

warmonger

i. savaşa kışkırtan kimse.

warmth

i. sıcaklık, ılıklık; hararet, ateşlilik, çoşkunluk; samimiyet.

warmup

i., k.dili. ısınma; son hazırlık.

warn

f. ikaz etmek, uyarmak, tehlikeyi haber vermek; önceden haber vermek; huk. ihbar etmek, ihtar etmek; öğütlemek, tavsiye etmek.

warning

i., s. ihtar, uyarma, ikaz; ihbar; s. uyarıcı; ihbar eden. a week's warning bir haftalık vade. be a warning to someone birisine ibret olmak. give warning uyarmak, ikaz etmek, tehlikeyi haber vermek. take warning nasihat kabul etmek, ibret almak. warning bell işaret zili; hazırlık zili. warningly z. ikaz edercesine.

warp

f. eğrilmek; eğrilip çarpılmasına sebep olmak; doğru yoldan sapmak veya saptırmak; den. bir yere bağlanmış palamarı çekerek yürütmek; hav. yesarilenmek. warped s. eğrilmiş; sapık, sapkın.

warp

i. eğrilik, çarpıklık; dokumacılıkta çözgü, arış; den. palamar, levalık yoma.

warpath

i. kızılderililerin savaşa gitmesi. on the warpath kavgaya hazır; parlamaya hazır.

warrant

f. temin etmek; teminat vermek, garanti etmek; korkusuzca beyan etmek; salahiyet vermek; memur etmek; izin vermek, ruhsat vermek; kefil olmak; hak kazandırmak; her zararını tazmin edeceğine taahhüt etmek. No excuse can warrant this misbehavior. Hiçbir özür bu kötü davranışı mazur gösteremez. Bu kötü davranışa göz yumulamaz. I warrant you. Sizi temin ederim ki. warrantable s. caiz; garanti edilir. warrantably z. caiz sayılacak şekilde.

warrant

i., huk. tevkif müzekkeresi; arama tezkeresi; kefalet, teminat, garanti; ruhsat, yetki, salâhiyet; makbuz; ask. tayin emri. warrant for one's arrest tevkif müzekkeresi. warrant officer gedikli erbaş.

warranty

i., huk. kefalet, kefaletname; garanti; yetki, salahiyet, hak.

warren

i. tavşanın çok olduğu yer; ufak av hayvanları üretim sahası; ırmakta balık üretim sahası; kalaballk mahalle; İng. parmaklıklı yerde yabanıl hayvan üretme imtiyazı; ağıl.

warrior

i. savaşçı, cenkçi, muharip; cenk eri, asker.

warsaw

i. Varşova.

warship

i. savaş gemisi.

wart

i. siğil. warts and all olduğu gibi, bütün ayrıntılarıyle, güzel olmayan taraflarını saklamadan. wart hog Afrika yaban domuzu, zool. Phacochoerus aethiopicus. wart'y s. siğilli, üstü siğil dolu; siğil gibi.

wartime

i., s. savaş zamanı; savaştan doğan; savaş sırasında olan.

wartweed

i. sarı sütleğen, bot. Euphorbia helioscopia.

warworn

s. savaştan yıpranmış, savaş yorgunu.

wary

s. ihtiyatlı, uyanık, açıkgöz. be wary of ...den sakınmak; dikkat etmek. warily z. uyanık olarak. wariness i. uyanıklık.

was

bak. be.

wash

i., s. yıkama, yıkanma; çamaşır; deniz veya nehir suyunun çalkanmasından hasıl olan ses; dalga sesi, kürek palası veya gemi çarkının meydana getirdiği su akıntısı; dalgaların sahile attığı süprüntü; sulu mutfak artığı; ağıza güzel koku vermek için kullanılan sıvı; losyon; tuvalet suyu; güz. san. ince suluboya tabakası; kuru vadi; toprak aşınması; ince tabaka kaplama; s. yıkanabilir. This tray has a gold wash. Bu tepsi altın suyuna batırılmış.

wash

f. yıkamak, ıslatmak; su ile silmek; yıkanmak, banyo yapmak; ince boya tabakası ile kaplamak, yaldızlamak; temizlemek; min. toprağı yıkayarak altın filizini ayırmak; yıkanmaya dayanmak (kumaş); hafif hafif çarpmak (dalga); aşınmak. wash away su ile sürüklemek veya sürüklenmek. wash boiler çamaşır kazanı. wash down yıkayıp temizlemek (güverte); su ile yutmayı kolaylaştırmak. wash off yıkayıp temizlemek. wash one's hands of a matter bir işten bıkıp elini çekmek. wash out içini yıkamak; yormak, bitirmek; feshetmek; vaz geçmek; ihtiyacı karşılayamamak; yağmur nedeniyle iptal etmek. wash up yıkanmak; İng., k.dili. bulaşık yıkamak. be washed up k.dili. silinmek, yıldızı sönmek. wash'able s. yıkanabilir.

wash-and-wear

s. ütü istemez ve yıkanabilir.

washboard

i. üstünde çamaşır yıkanan oluklu tahta; den. dalga girmesin diye kapının önüne veya güverteye konulan siper; girintili çıkıntılı yol.

washcloth

i. sabun bezi.

washday

i. çamaşır günü.

washedout

s. solmuş, solgun, soluk; k.dili. çok yorgun, bitkin; batkın, müflis.

washedup

s., (argo) yıldızı sönmüş, bitmiş; k.dili. bitkin düşmüş.

washer

i. yıkayan şey veya kimse; mak. pul, rondela; çamaşır makinası; gaz yıkama cihazı.

washerwoman

i. çamaşırcı kadın.

washing

i. yıkama, yıkanma; çamaşır; ince madeni kaplama. washing machine çamaşır makinası. washing soda çamaşır sodası.

washington

i. Washington.

washout

i. sel basması ile meydana gelen çukur; sel sularının sürüklemesi;( argo) başarısızlık; yıkama.

washrag

i. sabun bezi.

washroom

i. tuvalet.

washstand

i. lavabo.

washtub

i. çamaşır teknesi, leğen.

washy

s. sulu, kuvvetsiz, çorba gibi, hafif.

wasn't

kıs. was not.

wasp

i. yabanarısı, zool. Vespa; sarı arı. wasp waist sıkma bel.

wasp, wasp

i., A.B.D., aşağ., (argo) beyaz Protestan Amerikalı.

waspish

s. huysuz; ince belli.

waspy

s. hırçın.

wassail

i., f. şerefe içme; içki alemi; işret için içilen baharlı içki; eski bir selâmlama; f. işret etmek, içki alemi yapmak; birinin şerefine içmek.

wassermann test

tıb. frengi teşhis testi.

wast

(eski) -idin.

waste

s., i. atılmış, kullanılmaz; bedenden çıkarılmış, ifraz edilmiş; boş, hali, terkedilmiş; çorak; viran, harap; artık, yeterinden fazla; i. israf, telef, çarçur, heder, savurma; iyi kullanmama, değerlendirmeme; boş arazi; metruk arazi; beyaban; ıssız yer; yıkım, harabiyet; kullanılmadan boşa giden şey, fire; çöp, artık. waste pipe kutlanılmış veya fazla suyu boşaltma borusu. waste steam fazla buhar, çürük buhar. go to waste ziyan olmak, heder olmak, boşa gitmek. lay waste harap etmek, viraneye çevirmek.

waste

f. harap etmek, viraneye çevirmek; aşındırmak, kullanıp yıpratmak; harcamak, boşuna sarfetmek, israf etmek; kaybetmek; (argo) öldürmek; aşınmak; heba olmak; aşırı derecede kilo vermek. waste away zayıflaya zayıflaya eriyip gitmek; ağır ağır azalmak veya telef olmak. wast'ing s. zayıflatıcı, çöktürücü; harap eden.

wastebasket

i. çöp sepeti.

wasteful

s. harap eden; müsrif, savurgan, boş yere ziyan eden. wastefully z. israf ederek. wastefulness i. israf, ziyankarlık.

wasteland

i. çorak toprak, metruk arazi, beyaban.

wastepaper

i. atılacak kâğıt, çöp kağıt.

waster

i. israfçı.

wasteweir

i., İng. artık su savağı.

wastrel

i. müsrif kimse; bir işe yaramaz kimse; avare kimse.

watch

f. bakmak, dikkat etmek; beklemek, gözlemek; fırsat kollamak; tetikte olmak; gözkulak olmak; bekçilik etmek, nöbet beklemek, nöbetçi olmak; gözetmek; gözetlemek, seyretmek; sabahlamak. watch for beklemek, yolunu gözlemek. watch out dikkat etmek. watch over korumak, bakmak. Watch out! Watch it! Dikkat et! Watch your step! Bastığın yere bak. Önüne bak. Sakın ha! Dikkat et! Aman yavaş !

watch

i. cep veya kol saatı; bekçilik, gözetleme; uyanıklık; nöbetçilik, nöbet tutma; nöbetçi, bekçi; devriye; nöbet yeri veya süresi; eskiden gecenin bir kısmı; den. nöbet, posta, vardiya; den. aynı vardiyada nöbet tutan tayfalar. watch band kol saatı kayışı. watch chain saat kösteği. watch fire bekçi veya nöbetçinin yaktığı ateş; işaret ateşi. watch glass kol saatı camı; laboratuvarda kullanılan saat camı biçimindeki cam kap. watch guard saat kösteği kaytanı. watch night yılbaşı gecesi yapılan dinsel tören. watch pocket saat cebi. be on the watch tetikte olmak, kulak kesilmek; nöbette olmak. first watch gecenin ilk nöbeti. larboard watch geminin iskele tarafına tayin olunan gece nöbetçisi grubu. officer of the watch nöbetçi subayı. set the watch saatı ayar etmek; bekçi koymak.

watchcase

i. saat kapağı veya mahfazası.

watchdog

i. bekçi köpeği; kanunsuz veya umuma zararlı hareketlere karşı tetikte olan kimse veya makam.

watchful

s. tetik, uyanık. watchfully z. tetikte, uyanık olarak. watchfulness i. uyanık oluş.

watchmaker

i. saatçı.

watchman

i. bekçi.

watchtower

i. nöbetçi kulesi, bekçi kulesi.

watchword

i. parola; düstur.

water

i. su; deniz, göl, nehir; su birikintisi; gölek, gölcük, gölet; elmasın parlaklık ve şeffaflığı; hare, kumaşın şanjanı; mükemmellik, kalite; karşılığı olmadan ilâve olunan sermaye; çoğ. kara suları; çoğ. sular. water ballet su balesi. water bearer sucu, saka; b.h., astr. Kova Burcu; Saka takımyıldızı. water bed yatak olarak kullanılan içi su dolu büyük plastik torba. water beetle, water bug su böceği, su sineği, zool. Hydrophilus. water blister içi suyla dolu kabarcık. water boy işçilere veya sporculara su getiren kimse. water buffalo manda, zool. Bubalus bubalus. water cart su arabası. water chestnut su kestanesi, göl kestanesi, bot. Trapa natans. water closet tuvalet, apteshane, kıs. W.C. water color suluboya; suluboya resim. water cooler su soğutacak kap veya tertibat. water cure tıb. su ile tedavi; k.dili. fazla su içirerek yapılan işkence. water flea su piresi; subiti, zool. Daphnia. water gap iki dağ arasındaki derin dere, koyak, geçit. water gas hidrojenle karbonmonok- sitten meydana gelen bir çeşit havagazı. water gate set, kapak. water gauge istim kazanındaki suyun yüksekliğini ölçme aleti, su seviyesi göstericisi. water germander sunanesi, sarmısak otu, bot. Teucrium scordium. water glass su bardağı; kazandaki suyu ölçme aleti; sodyum silikat; su saatı. water hammer borularda su gürültusü. water hazard golf oyununda su mâniası. water hemlock sığır baldıranı, bot. Cicuta virosa. water hen su tavuğu. water hole hayvanların su içtiği ufak pınar veya gölcük. water jacket moturu soğutmak için silindirlerin etrafındaki su gömleği. water jump at yarışlarında su mâniası. water level su seviyesi. water lily nilüfer, bot. Nymphaea. water line den. su hattı. water main yeraltı su borusu. water meter su saatı. water mill su değirmeni. water moccasin Kuzey Amerika'da bulunan kanca-dişli engerek. water nymph su perisi. water on the brain beyinde su toplanması. water polo su polosu. water rat misk sıçanı, su sıçanı, zool. Ondatra zibethica; limanlarda hırsızlık eden serseri. water rights su kullanma hakkı. water snake su yılanı, zool. Natrix. water softener suyun kirecini ayırarak yumuşatan kimyasal madde veya tertibat. water spaniel su spanyeli. water supply su rezervi; su kaynakları; su sağlama. water system bütün kollarıyle bir ırmak; su kaynakları; su sağlama. water table mim. bina yüzündeki alt saçak, yağmur etekliği; jeol. su tabakası, su tabakası seviyesi. water tower su kulesi. water wheel sudolabı; çark. water wings yüzme öğrenenler için bir çift sugeçirmez şişirilmiş torba. water witch yeraltı sularının yerini bulabildiğini iddia eden kimse. above water kaygısız, sıkıntısız. be in hot water başı dertte olmak, güç durumda olmak. be under water su altında kalmak. go water k.dili. su dökmek, işemek. head of water kaynak yeri, su başı; su rezervi; sarnıç, baraj; su gücü. high water met, kabarma; sel; k.dili. boy atan çocuğa pantolonunun kısa gelmesi. in deep water başı dertte, müşkül durumda. in smooth water meselesiz, yolunda. low water cezir, inme; suların çekilmiş hali. low water mark tam cezri veya suyun fazla çekildiğini belirten işaret. make water su dökmek, işemek. of the first water en iyi cinsten. on the water denizde. soft water tatlı su, kireçsiz su. spring water pınar suyu. take the water (belirli bir membadan) su içmek. the waters meşime, son, etene, döleşi. throw cold water on hevesini kaçırmak, soğutmak. watered silk hareli veya dalgalı ipekli kumaş. He worked hard to keep his head above water. Geçinebilmek için çok çalıştı. Sam is a villain of the purest water. Sam hainlerin daniskasıdır. They spend money like water. Su gibi para harcarlar.

water

f. sulamak; suvarmak, su vermek; harelemek (ipek); su katmak, sulandırmak; sulanmak; su içmek (hayvan), suvarılmak; karşılığı olmadan hisse senetlerini çoğaltmak. water down sulandırmak; hafifletmek, yumuşatmak. The smell of fresh bread makes my mouth water. Taze ekmek kokusu ağzımı sulandırır.

waterborne

s. yüzen; su yoluyle taşınan; su yoluyle bulaşan.

waterbuck

i. Orta Afrika'da bulunan iri bir cins antilop.

watercourse

i. su yolu, kanal; dere, su.

watercraft

i. denizcilik veya su sporlarında maharet; gemi, kayık; deniz taşıtları.

watercress

i. suteresi, bot. Nasturtium officinale.

waterfall

i. çağlayan, çavlan, şelâle.

waterfowl

i. su kuşu, su kuşları.

waterfront

i. sahilde arsa; şehrin liman bölgesi.

watering

i., s. sulama; suvarma; hareleme; s. sulayan, sulayıcı; sahildeki; kaplıcaya yakın. watering place içmeler, maden suları bulunan yer; plaj; kaplıca. watering pot bahçe sulama kovası, süzgeçli kova. watering trough yalak.

waterlogged

s. içi su dolmuş.

waterloo

i. Waterloo savaşı; kesin yenilgi.

waterman

i. kayıkçı.

watermark

i., f. karada suyun yükseldiği dereceyi gösteren çizgi veya işaret; filigran; f. filigran basmak.

watermelon

i. karpuz, bot. Citrullus vulgaris.

waterpower

i. su gücü.

waterproof

s., i., f. su geçirmez; i. yağmurluk, empermeabl; f. sugeçirmez hale koymak.

waterrepellent

s. su çekmez.

watershed

i. iki ne arasındaki set; su bölümü çizgisi; boşaltma havzası; sınır.

waterside

i., s. sahil, kıyı, yalı; s. sahilde yaşayan; su kenarında biten; sahile özgü; sahilde çalışan.

waterski

f., i. su kayağı yapmak; i. su kayağı.

watersoeked

s. ıslak, sırsıklam.

watersoluble

s. suda eriyebilen.

waterspout

i. denizden veya gölden kasırga kuvvetiyle hortum halinde yukarı çekilen su, deniz hortumu; oluk.

watertight

s. su geçirmez, akmaz, sızmaz; çok sıkı, göz açtırmayan.

waterway

i. su yolu; gemi güvertesinde biriken suyu akıtmaya mahsus açık oluk.

waterworks

i., çoğ. su dağıtım tertibatı; su oyunları; (argo) gözyaşı; (argo) yağmur.

waterworn

s. sudan aşınmış, suda eskimiş.

watery

s. sulu, suya ait; sulak, suyu bol; su gibi, suya benzer; tatsız, lezzetsiz; zayıf, sudan.

watt

i. vat. watthour i. vat saat. watt'-meter i. vatmetre, vat ölçeği. wat'tage i. vat ile ifade edilen elektrik gücü miktarı.

wattle

i., f. dal veya çubuklardan örülmüş yapı; çubuk, saz, kamış, dal; hayvanlarda sarkık gerdan; f. ince çubuklarla çit örmek; ince çubukları hasır gibi örmek.

waul , wawl

f. kedi gibi miyavlamak.

wave

f. dalgalanmak; sallanmak; sallamak; dalgalandırmak, dalga dalga etmek. ondüle yapmak; harelemek; elle işaret etmek. wave farewell el veya mendil sallayarak veda etmek. wave on el işaretiyle ileri gitmesini belirtmek.

wave

i. dalga; dalgalanma; el işareti; el sallama; hare, kumaş dalgası; dalga gibi kabaran şey; sıcak veya soğuk dalgası. wave band (radyo) dalga. wave front fiz. dalga sınırı. wave set mizamplide kullanılan fiksatif. wave theory fiz. dalga teorisi; dilb. dillerin dalgalar halinde yayıldığı kuramı. wave train bir noktadan çıkan dalgalar dizisi. wave worn dalgalardan aşınmış. cold wave soğuk dalgası. heat wave sıcak dalgası. long wave uzun dalga. make waves A.B.D. düzeni bozmak, karışıklık yaratmak. medium wave orta dalga. short wave kısa dalga. wav'y s. dalgalı, dalga dalga.

wavelength

i. dalga uzunluğu, dalga boyu.

waveoff

i., hav. iniş izni vermeme.

waver

f., i. sallanmak; titremek; sendelemek; tereddüt etmek, duraksamak, kararsız olmak; i. sallanma; tereddüt, kararsızlık. waveringly z .tereddüt ederek, kararsızlık içinde.

waves

i. A.B.D. donanmasında kadın görevliler.

wawl

bak. waul.

wax

f. k.dili. plak yapmak, plak doldurmak.

wax

i., f. mum, balmumu; balmumuna benzer herhangi bir madde; parafin; kırmızı balmumu; kulak kiri; bot. bitkilerin ifraz ettiği balmumuna benzer madde; kunduracı zifti veya mumu; cilâ; f. üstüne balmumu sürmek, mumlamak; cilâlamak. wax bean sarı kabuklu fasulye, bot. Phaseolus vulgaris. wax candle mum. wax end, waxed end mumlanmış veya ziftli ayakkabıcı sicimi. wax flower, wax plant balmumu çiçeği, bot. Hoya carnosa. wax myrtle mum ağacı, bot. Myrica cerifera. wax palm mum hurma ağacı, bot. Ceroxylon andicola. wax paper yağlı kâğıt. wax'en s. mum gibi; mumdan yapılmış; soluk, saz benizli. wax'y s. mumlu, muma benzer; yapışkan; yumuşak ve şekillendirilebilir.

wax

i., İng., k.dili. öfke nöbeti. wax'y s. öfkeli.

wax

f. artmak, yükselmek, büyümek, olmak. wax beautiful güzelleşmek. wax eloquent belâgatli konuşmak. wax strong kuvvetlenmek. The moon waxed and the moon waned. Günler geçti.

waxtage

i. sarfiyat; lüzumsuz sarfiyat, israf.

waxwing

i. ipekkuyruk kuşu, zool. Bombycilla garrula.

waxwork

i. balmumu işi; balmumundan yapılmış insan heykeli; çoğ. balmumundan yapılmış insan heykelleri müzesi.

way

i. yol, tarik; yön, yan, taraf, cihet; yer; mesafe; usul, tarz; husus; adet, itiyat, huy; hal, durum, halet; gidiş, ilerleme, ileri gitme; çare, vasıta; huk. irtifak hakkı, geçit hakkı; çoğ. gemi kızağı. ways and means mali tedbirler, para temini, tahsisat bulma yolları. way back k.dili. çok eskiden, uzun zaman önce. way in giriş, girilecek yol. way station d.y. ara istasyon. way train her istasyona uğrayan tren, posta treni. across the way yolun öte tarafında, karşı tarafta. a good way hayli mesafe; iyi bir usul. all the way mümkün olduğu kadar; başından beri. a long way off çok uzakta. be in the way engel olmak, ayak altında olmak. by the way sırası gelmişken, aklıma gelmişken. by way of yolu ile, -den. come one's way başına gelmek. go all the way son haddine varmak; her naneyi yemek. go one's way kendi yoluna gitmek, bildiğini okumak. go out of one's way zahmete katlanmak. go the way of gibi gitmek. have a way with one ikna edici kabiliyeti olmak. in a small way küçük mikyasta, ufak ölçüde. in a bad way kötü bir durumda; tehlikede; çok hasta. in a way bir bakıma. make one's way ileri gitmek, başarmak, muvaffak olmak. on the way yol üstünde, yolunda, yolda. out of the way sapa, yol üstü olmayan; alışılmışın dışında, yolsuz, uygunsuz, münasebetsiz; zahmette; yerinde olmayan, kayıp; ortadan, aradan; yoldan. pay one's way kendi masraflarını kendi ödemek. the right way doğru yol. under way hareket helinde, ilerlemekte, devam etmekte. Have it your way. Nasıl istersen öyle yap. Let's get this out of the way. Bunu ortadan kaldıralım. No way A.B.D., (argo) Çaresiz. İmkân yok.

waybill

i. manifesto, yolcu manifestosu, nakliye senedi, kıs. w.b.

wayfarer

i. yolcu, yaya yolcu.

wayfaring

s., i. yolculuk eden; i. yolculuk.

waylay

f. yolunu kesmek; pusuya yatmak.

wayout

s., A.B.D., (argo) yepyeni, özgün, ileri.

ways

(sonek) yönünde, -e doğru.

wayside

i., s. yol kenarı; s. yol kenarındaki. go by the wayside daha önemli bir şeyden dolayı rafa kaldırılmak.

wayward

s. ters, dik başlı, inatçı, aksi; düzensiz, intizamsız, darmadağınık. waywardly z. inatçılıkla, dik başlılıkla; düzensiz bir şekilde. waywardness i. inatçılık, dik başlılık; düzensizlik.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL