NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

g ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: g
Bulunan Sonuç: 1176

g

,g i ingiliz alfabesinin yedinci harfi; miiz sol notasl; argo bin dolar; yerçekimi birimi G clef sol anahtam G flat sol bemol G minor sol minor G sharp müz sol diyez Gstring i kemanda sol teli, kemamn en pes teli; kdili dansözlerin kullandlgı ve belin etrafına dolanmış bir kemerle tutu lan küçük örtü, key of G sol perdesi G kls George, German gravity, g kls genitive gram gulf Ga kls Georgia GA, G /A, ga kls general average

g.b

kıs. Great Britain.

g.h.q

kıs. General Headquarters merkez, idare merkezi başkumandanlık karargahı.

g.o.p.

(kıs.) Grand Old Party, Republican Party.

ga11

i safra, öt; safra kesesi; aclllk; kin; ABD, argo küstahlık, terbiyesizlik ga11 bladder safra kesesi, öt kesesi

ga1a

i, s bayram; büyük şenlik; gala; s bayrama ait, şenliğe yaraşır

gab

i, kdili gevezelik, boş laf the gift of gab konuşkanlık, konuşma kabiliyeti

gabardine

i gabardin, gabardin pardüsü

gabble

f, i çok çabuk konuşmak; ge vezelik etmek; anlamse sesler çıkarmak; kaz gibi ses çIkarmak; i gevezelik, boş laf

gabbro

i, jeol gabro

gaberdine

i palto, aba; ortaçagda bilhassa Musevilerin giydiği bir çeşit kaba ve bol cüppe

gabfest

i, ABD, argo çene çalma zamam, yarenlik

gabion

i, ask içi toprak dolu tab ya ve metris sepeti; liman inşaatmda kul' lamlan taşla dolu ve suya batmlş kazan 9a bionade' i bu sepetlerle yapllan iş; sepet işinden tabya siperi

gable

i, f, mim çatl altmdaki üç kö şeli yan duvar; pencere veya kapl üstundeki sivri tepelik; f sivri tepelik yapmak

gad

f (ded, ding) başıboş dolaşmak aadabout qadder i kdili avare kimse

gad

i maden hrmak için kullamlan sivri uçlu demir; üvendire; arazi öIçmeye mahsus cubuk

gadfly

i atsineği, zoo/ Tabanus bovinus; fazla ısrar eden kimse, yapışkan huylu kimse

gadget

i, kdili makina cinsinden herhangi bir alet; ismi unutulmuş şey

gadgetry

i cihazlar, aygıtlar, özel likle elektronik cihazlar

gadhelic

s Kelt ile irlanda ve Man Adası dillerine ait

gadoid

s, i, zoo/ morina cinsinden balıklara ait; i morina cinsinden herhangi bir balık

gadroon

i, mim kabartma pervaz üzerine yapılan oyma süs; guz san gümüş kapların kenar kabartma veya aynası

gadwall

i boz ördek, zool Anas streptera

gaelic

i, s iskoçya Keltlerinin dili; Gal dili; s bu Keltlere veya dillerine ait

gaff

i, f balıkçı zıpkını; den randa yelke ninin üst sereni, giz; dövüş horozunun ayagma geçirilen madeni mahmuz; argo gürültülü ve sinir bozucu konuşma; f zlpkmla vurup tutmak (ballk) stand the gaff ABD, kdili slkmtlya veya yorgun luğa dayanmak

gaffe

i, Fr, kdili gaf yapma, pot klrma, gaf

gaffer

i, saka, asag yaşll adam, ihtiyar, dede

gag

i, f (ged, ging) susturmak için ağlza sokulan tlkaç; t/b ağzı açık tutmak için agıza sokulan alet; f söyletmemek; ağzım tlkamak; (haberin) yayılmasına engel olmak, susturmak; t/b alet ile ağzım açık tutmak; ögürmek gag rule mecliste konuşmay smırlandlran kural

gag

i, argo şaka, latife; sahnede oyuncu tarafmdan uydurulup ilâve edilen şaka gag man i şaka ve espriler yazan kimse

gaga

s, argo budala, deli go gaga over (bir şey için) deli olmak

gage

bak gauge

gage

i, f pey; rehin; düelloya davet anlammdayere ablan eldiven; f bahse giriş mek, bahis tutmak

gage

i birkaç çeşit yeşil veya san iri erik, caneriği; bak greengage

gaggle

f, i kaz gibi ses çıkarmak; i kaz sürüsü; cenebaz kadınlar grupu,

gaiactose

i, kim süt şekerinden yapılan bir çeşit şeker

gaiety

, gayety i şenlik, neşe; kı yafette zarafet veya sus, gosteriş

gaiiant

s gösterişli, heybetli, güzel; cesur, yürekli, kahraman; kibar, nazik; ateşli, 3şık galIantly z nazik bir tavırla; göste rişli surette; kahramanca, yiğitçe

gaiiant

i, s, f ,slk delikanll; kadın lara karşı daima nezaket gösteren adam; 3sık; s kadınlara karşl nazik; Sapkın; f ka dınlara karşl nezaket göstermek; kadınlararefakat etmek; şık giyinmek; aşkım be I irtmek

gaiipot

, gaIlipot i bir çeşit çam sakızu

gailon

i galon, ing 4,55 litre; ABD 3,78 litre gal

gaily

, gayly bak gay

gain

i, f oluk, yiv; f oluk açmak

gain

i, f kazanç, kâr; yarar, fayda, men faat; artma, artış; f kazanmak, kâr etmek; varmak, ulaşmak; ileri gitmek (saat); iler lemek gains i kazanç, gelir gain ground ilerlemek gain on one yarışta (önde giden koşucuya) yavas yavaş yaklaşmak, aradaki mesafeyi kapatmak gain the ear of birine söz geçirmek gain the upper hand ustün gelmek,galipolmak gain time vakit kazan mak

gainer

i kazanan veya ileri giden kimse veya şey; bak full gainer

gainful

s kazançlı, kârlı gainfully z kazançla, kâr ederek

gainsay

f (said) inkâr etmek, reddetmek

gainst

bak against

gait

i yurüyüş, gidiş; at yürüyüşü gaited s belirli bir yürüyuş hızına sahip

gaiter

i tozluk, getir gaitered s ge tirli

gal

i, hdili kız gal hs gallon

galactic

s, astr gökadaya ait; samanyoluna ait

galactometer

bak: lacto meter

galahad

i Kral Arthur efsanelerin de kusursuz bir sil3hşor; bahadır

galangal

, galangale bak galingale

galantine

i, ahçl galantin, ke miksiz haslanmlş dana ve piliç söğüşü

galantyshow

pandomima tarzında bir çeşit gölge oyunu, kukla oyunu

galati

, Galatz i Kalas (Ro manya'da bir şehir)

galatia

i Galatya (Ankara, Yozgat ve S:anklrl havalisinin tarihi ismi)

galaxy

i, astr gökada, Sok büyük yllde kümesi; bh samanyolu; seçkin kim selerin toDlantlsu

galbanum

i, ecza şeytantersi, kasnı

gale

i sert rüzgâr, bora, fırtına; ,siir hafif rüzgâr, esinti, meltem; kahkaha tufanı

gale

i bataklık yerlerde yetişen guzel kokulu bir bitki bot Myrica gala

galea

i (çog ae) biyol bazı çiçek veya böceklerin miğfer şeklindeki klsmı

galen

i milâttan sonra ikinci yüz yılda yaşamış Yunanlı bir doktor, Kalinos

galena

i, min içinde doğal kurşun sülfürü bulunan maden cevheri, kukurt kur şunu, galen

galeopsis

i yalancl kenevir otu

galilean

i Galile'li; eski devir lerde Musevilerin Hıristiyanlara verdikleri isim the Galilean Hazreti isa

galilee

i ingiltere'de buyuk kilise lerin antresinde bulunan oda veya avlu

galimatias

i karışık ve an lamsız söz, saçma ve boş laf

galingale

i havlıcan, kulunç otu, bot Alpinia officinalis; zencefile benzer ko kulu bir kök; kırk boğum, bot Cyperus longus

galinut

i mazı, yumru Gallo onek Fransa veya eski Gal'e ait

galiot

, galliot i, den eski bir savaş gemisi, hafif kadırga, çektirme

gall

kls gallon(s)

gall

i, f sürtmekten h3sı1 olan yara; sinirlendirici herhangi bir şey; zayıf nokta, kusur, çürüklük (bilhassa ip); bir arazide çorak olan kısım; f sürterek yara etmek; sinirlendirmek, kızdlrmak, incitmek, üzmek, slkmak; sürtünme ile yara olmak 13all ing s inciten, slkıcı

gall

i mazl, ağaç uru gaIIapple i elma şeklinde mazı ga11 oak mazl meşesi

gallantry

i cesaret, kahramanlık, yiğitlik; kadınlara karşı nezaket; âşıkane soz veya davranış

galleass

, galliass i eskiden Ak deniz'de kullanılan büyük kadırga

galleon

i kalyon, eskiden özel likle ispanyollar tarafından kullanılan yel kenli ve kürekli bir çeşit harp gemisi

gallery

i dehliz, koridor; üstü kapalı balkon; (cami, kilise veya tiyatroda) galeri; tünel; galeride toplanan halk; salon; den eski gemilerin kı,c tarafındaki galeri; mad galeri play to the gallery seyirciler üze rinde parlak bir tesir bırakmaya çalışmak; halkın sempatisini kazanmaya gayret etmek

galley

i kadırga, çektirme; eski za manlarda kullanılan bir veya daha fazla sıra kürekleri olan harp gemisi; büyük ka yık; gemi mutfağı; matb dizilmiş harfle rin konulduğu tekne, gale gallev proof matb ilk tashih galley slave Kadırgada çallşan kürek mahkumu, forsa galley west ABD, kdili düzensiz knack galley west yere yıkmak, altüst etrnek

gallfly

i mazı hâsıl edan sinek

galliard

i hareketli bir dans; bu dansın müziği galliass bak galleass

gallic

s Galya ile ilgili; Fransa'ya ait Gallican s Galya veya Fransa'ya ait; Fransız Katolik kilisesine an Gallicism i Fransızcaya mahsus veya Fransızcadan alın mış terim Gallicise f Fransızlaştırmak, Fransızlaşmak

galligaskins

i, çog gen saka bol çorap veya pantolon; getir

gallimaufry

i karmakarışık şey

gallinaceous

s tavuk cin sinden gaIliot bak galiot

gallipoli

i Gelibolu

gallipot

i eczacıların kullandlğı ufak toprak merhem kavanozu; bak galipot

gallium

i kim galyum

gallivant

f gezip tozmak, zevk peşinde koşmak, gününü gün etmeye bak mak

galloot

i ABD argo aptal kimse

gallop

f i dörtnala gitmek, koş mak, segirtmek; dortnala koşturmak (at); i dortnala gidiş; acele gidiş

gallows

i darağacl; spor barfiks gallows bird asılacak herif, ipten kazıktan kurtulmuş kimse

gallstone

i safra taşı

gallus

i (çog galluses) ABD, leh pantolon askısı galoot bak galloot

galop

i süratli bir dans, galop dansı

galore

z bol bol

galosh

i kaloş, kısa çizme

galumph

f Iap lap yürümek

galvanic

s galvanik, galvanizme ait; elektrik çarpmasına benzeyen gal vanic battery, galvanic pile galvanik batarya galvanic electricity galvanik elek trik

galvanism

i kimyasal kuvvetle husule gelen elektrik, galvanizm; t/b gal vanik elektrik cereyanı ile tedavi

galvanize

f harekete getirmek, heyecanlandırmak, tahrik etmek; mad gal vanizlemek, galvanizle kaplamak; galvanik cereyan geçirmek; r,b elektrikle (adale) çalıştırmak galvaniza'tion i galvanik ce reyanı geçirme, galvanize etme galvanized iron çinko, saç, galvanizli demir

galvanometer

i galvano metre, elektrik öIçegi galvanometry i elektrik cereyanı öIçme ilmi galvanoplastic s galva noplastik

galvanoplasty

i galva noplasti, galvanizm ile kaplama usulü

galvanoscope

i galvanoskop

gam

i balina süruisü; argo bacak

gambado

i at slçramasl; at gibi slçrama

gambia

i Gambia

gambir

i Malaya'da bir bitkiden çıkan ve sakız gibi çiğnenen veya boya iş ipek veya altın sırmadan lerinde kullanılan sarımsı renkte pekiştiricimadde

gambit

i satranç oyununda daha iyi bir mevki kazanmak için bir oyuncunun bir veya birkaç taş feda etmesi, gambit; bir konu tartışmasını açış

gamble

f, i kumar oynamak; so nucundan emin olunmayan bir teşebbüse gi rişmek; şansa bağlı bir işe girişmek; i, kdili tehlikeli teşebbüs gamble away kumarda kaybetmek gambler i kumarbaz gam bling i kumar oynama gambling den kumarhane

gamboge

i Hint zamkı, katalomba, gomagota; turuncumsu sarı renk

gambol

i, f sıçrama, oyun; f sıç rayıp oynamak

gambrel

i (at ve benzeri hayva nın) art ayak bileği gambrel roof mim balık sırtı d am, Felemenk çatısı

game

i oyun, eğlence; spor; oyun partisi, parti; plan, tertip; av, şikâr; av eti game bird av kuşu game fish yakala nınca direnen balık game laws av hu kuku game theory (oyun, savaş, tica rette) matematik hesap ile en isabetli hareket tarzını tespit etme game of chance kumar be off one,s game oynaya cak halde olmamak make game of alay etmek, eğlenmek play the game usule göre oynamak, iyi sporcu olmak The game is up Plan suya düştü

game

s gözüpek, yiğit, cesur; av hay vanlarına ait gamely z cesurca game ness i yiğitlik, yüreklilik

game

s, k dili topal, sakat

gamebag

i av ,cantası

gamecock

i dövuiş horoZu

gamekeeper

i avlak bekçisi

gamesome

s neşeli, şen; canlı, hareketli

gamester

i oyuncu; kumarbaz

gamete

i, biyol cinsel hücre, gamet

gamic

s cinsel; ancak ilkah ile mey dana gelebilen

gamin

i kimsesiz ve başıboş dola şan çocuk

gaming

i kumarbazlık, kumar oy nama

gamma

i gamma, Yunan alfabesi nin uçuncü harfi gamma globulin gamma globulin gamma rays gamma ışınları

gammer

i, saka ya,slı kadın, kocakarı

gammon

i f domuz etinin tuzlan mış ve tutsulenmiş but tarafı; f domuz etini tütsulemek

gammon

i f tavla; tavlada mars; f mars etmek

gammon

i f ünlem ing, k dili saçmalık, boş laf, aldatma; f boş laf etmek, hile yapmak; aldatmak; ünlem Saçmalık I Boş lafl

gammon

f, den cıvadrayı baş bo doslamasına tiringa halatı ile bağlamak gam moning i cıvadra tiringası gamo onek cinsiyetle ilgili; bileşik gamous sonek evlilikle ilgili, ureme ile ilgili: monogamous s tek eşli

gamp

i, ing, saka büyük şemsiye

gamut

i bir şeyin tamamı, takım, seri; müz gam

gamy

s av eti kokusunu andıran (bil hassa ağırlaşmış av eti); cesur, yiğit, gözüpek

gan

eski began: bak begin

gander

i erkek kaz; ABD argo bakış Take a ganderl argo şuna bakıverl

ganef

, ganof i, argo hırsız

gang

i, f çete; takım, ekip; guruh, suru; avene; yardakçılar; işçi takımı; mak alet takımı; f takım olmak, işbirliği yapmak; kdili çete halinde saldırmak; iskorj gitmek, yurumek gang plow çok bıçaklı pulluk gang up on ABD, argo saldırmak, karşı gelmek

ganges

i Ganj nehri

gangling

s fazla uzun boylu, colloq Ieylek gibi

ganglion

i, t/b ganglion, sinir düğümü, lenfa bezi; ufak ur ganglion'ic s gangliona ait, ganglionlu

gangplank

i iskele tahtası

gangrene

i, f, tlb kangren; f kan gren etmek veya olmak gangrenous s kangren olmuş, kangrenli

gangster

i gangster

gangue

i, jeol gang

gangway

i, ünlem yol, geçit, pasaj; den ambarda eşya arasındaki geçit; guvertede bir kısımdan ötekine geçilen iskele; iskele tahtası; ünlem Yol ver I Yağlı boya I Destur I

ganister

i ocakların iç tarafına doşenen çakmaktaşı ve balçıktan ibaret bir cins tuğla

gannet

i sumsuk kuşu, zool Morus bassanus

ganoid

s, i parlak, cilâlı gibi (balık pulu); i, zool parlak pullu bir balık

gantlet

bak gauntlet

gantlet

i, ask elleri değnekli iki sıra askerin arasından geçirilmek suretiyle uygulanan eski bir dayak cezası: iki veya her taraftan hücum; üzucu durumlar run the gantlet sıra dayağı yemek; birçok kimsenin hışmına uğramak

gantry

, gauntry i makas koprusu; dy sinyal iskeleti gantry scaffold uzay roket için seyyar servis kulesi

ganymede

i eski Yunan efsa nelerinde mabutların sakisi; oğlan, puşt; astr Jupiter gezegeninin üçuncü ve en buyük uydusu

gaol

, gaoler bak jail, jailer

gap

i f (ped, ping) yarık, rahne; geçit; aralık, fasıla; açıklık, ayrılık; f yol açmak, yarmak, aralık meydana getirmek

gape

f, i esnemek; ağzını açık tutmak, hayretten ağzı açık kalmak; yarılmak, açıl mak; i esneme, hayretten ağzı açık kalma: zool kuş veya balık ağzının açılış miktarı; ya rık, açıklık the gapes esneme nobeti; bir ku,s hastalığı

gapeseed

i, ing hayret uyan dıran ,sey GAR kls Grand Army of the Republic gar bak garfish

garage

i garaj,

garb

i, f kıyafet, ustbaş, kılık; f giy dirmek

garbage

i çöp, süprüntu; pis ve değersiz şey garbage man çopçü

garbanzo

i nohut

garble

f, i tahrif etmek, bozmak, be lirli parçaları seçip kötü bir maksada alet etmek (yazı, söz); i tahrif, bozma; bo zulmuş olan şey; maden alaşımı

garboard

i, den gemi omurgası nın vanındaki dip tahtası ,burma tahtası

garcon

i., Fr. oğlan, delikanlı; garson; uşak.

garden

i., s. bahçe; bostan; s alelade. garden hose bahçe hortumu. Garden of Eden cennet bahçesi. garden party gardenparti. botanical garden bitkilerin sergilendiği bahçe. kitchen garden sebze bahçesi. market garden bostan.

garden

f. bahçıvanlık etmek, bahçede çalışmak, çiçeklerle uğraşmak. gardener i. bahçıvan. gardening i. bahçıvanlık.

gardenia

i. gardenya.

garfish

i. zargana.

gargantuan

s. kocaman, iri; obur, doymaz.

garget

i., bayt. inek memesinin iltihaplanması.

gargle

f., i. gargara etmek, çalkalamak; i. gargara.

gargoyle

i. çirkin bir insan yüzü veya hayvan başına benzeyen oluk ağzı.

garibaldi

i. kolalı erkek gömleği biçiminde kadın bulüzü.

garish

s. cafcaflı, fazla süslü, gösterişli; havai, hoppa.

garland

i., f. çelenk; antoloji, derleme eser; f. çelenkle süslemek.

garlic

i. sarımsak, bot. Allium sativum. garlicky s. sarımsaklı, sarımsak gibi. garlic mustard sarımsak otu, bot. Alliaria officinalis.

garment

i., f. giysi, elbise; f. giydirmek.

garner

f., i. toplamak, biriktirmek; i. tahıl ambarı.

garnet

i., jeol. grena, kıymetli bir kırmızı taş, Iâl taşı; Iâl taşı rengi.

garnish

f., i. donatmak, süslemek; bir servis tabağındaki yemeğin etrafını süslemek; huk. haczetmek; i. süsleme. garnishment i. süsleme; haciz.

garnishee

f., huk. haczetmek, haciz koymak, hacze bağlamak.

garniture

i. garnitür, süs.

garret

i. tavan arasındaki oda. garreteer' i. tavan arasında oturan kimse.

garrison

i., f. garnizon; garnizonun bulunduğu yer; f. garnizon kurmak; bir şehre asker yerleştirmek.

garrote

i., f. İspanya'da eskiden uygulanan vidalı demir halka ile boğarak idam cezası; bu cezanın uygulanmasında kullanılan alet; soymak maksadıyle birinin boğazını sıkma; f. boğarak idam etmek; boğazını sıkarak soymak.

garrulity

i. gevezelik, boşboğazlık.

garrulous

s. çok konuşan, geveze, boşboğaz. garrulously z. gevezelikle, boşboğazlıkla.

garter

i., f. çorap bağı, dizbağı, jartiyer; b.h. İngiltere'de dizbağı nişanı; f. çorap bağı ile bağlamak. garter snake Kuzey Amerika'ya mahsus zehirsiz ufak yılan, zool. Thamnophis.

garth

i. manastır ve katedralin küçük avlu veya bahçesi.

gas

i. (çoğ. es, -ses) f. (-sed,-sing) gaz, havagazı; A.B.D. benzin; anestezide kullanılan gaz karışımı; zehirli gaz; (midede) gaz; mad. patlayıcı metan karışımı; argo olağanüstü şey; fevkalade durum; argo boş laf, anlamsız söz; argo insana zevk veren herhangi bir şey; f. gazlamak, gaz vermek; gazla zehirlemek; saçmalamak, atmak. gas burner havagazı memesi, bek. gas engine gazla işleyen makina. gas fixtures gaz boruları ile muslukları. gas jet gaz alevi; gaz memesi. gas gangrene tıb. gazlı kangren gas main havagazı ana borusu. gas mask gaz maskesi. gas meter gaz saati, gaz sayacı. gas oven havagazı fırını. gas station A.B.D benzin istasyonu. coal gas kömürden elde edilen havagazı. poison gas ze- hirli gaz. Step on the gas. Gazla. Gaza bas. argo Çabuk ol. colloq Pergelleri aç.

gasbag

i. gaz toplamaya mahsus torba; argo laf ebesi, atıcı.

gasconade

i., f. övünme; f.övünmek.

gaseous

s. gazlı, gaz gibi; boş, ozsüz, hafif.

gash

i., f. uzun ve derin yara; f. yaralamak.

gasification

i. gaz haline koyma.

gasify

f. gaz haline koymak, gaz yapmak; gazlaşmak.

gasket

i. conta; den. kalçete, yelkeni kısmen kapatmak için kullanılan köstek; kalafat etmeye mahsus kıtık.

gaslight

i. gaz ışığı.

gasman

i., havagazı memuru.

gasoline

i., A.B.D benzin.

gasometer

i., A.B.D gazölçer; İng. gazometre. gasometry i. gaz öIçme bilgisi.

gasp

f., i. solumak, nefes nefese kalmak, nefesi kesilmek; nefesi kesilerek söylemek, soluyarak konuşmak; i. soluma, nefes. at the last gasp son nefesinde, ölmek üzere.

gassy

s. gazlı, gaz gibi; k.dili geveze.

gastralgia

i. karın ağrısı.

gastric

s., tıb. mideye ait, midevi. gastric fever mide humması. gastric juice mide suyu. gastric ulcer mide ülseri.

gastritis

i., tıb. mide iltihabı, gastrit.

gastro

önek mide ile ilgili.

gastroenteritis

i., tıb. mide ve bağırsakların iltihabı.

gastrology

i., tıb. gastroloji, mide bilimi.

gastronom, gastronomer, gastronomiste

i. midesine düşkün kimse.

gastronomic

s. iyi yiyip içmekle ilgili.

gastronomy

i. iyi yemek yeme ve yemekten anlama sanatı.

gastropod, gasteropod

i., zool karındanbacaklı.

gastroscope

i., tıb. midenin içine bakmaya yarayan cihaz.

gastrotomy

i., tıb. mide ameliyatı.

gasworks

i. havagazı tesisatı veya deposu.

gat

i. dar kanal.

gat

i., argo tüfek, tabanca.

gat

eski got.

gate

i., f. kapı; dağ geçidi, kanal kapağı; (maç veya temsilde) temin edilen bilet hasılatı; büyük valf; elek. sinyal cereyanı ile işleyen anahtar; dokümcülük kalıbı doldurmak için açılan delik, boğaz; bu boruyu dolduran maden. gatecrasher i., k.dili parasız veya davetiyesiz giren kimse. gatehouse i. kapıcı odası. gatekeeper i. kapıcı. gateleg(ged) table açılır kapanır ayaklı kanatları olan masa. gatepost i. kapı süvesi. between you and me and the gatepost söz aramızda. gateway i. geçit, giriş. Cilician Gates Külek Boğazı.

gather

f. toplamak, bir araya getirmek; devşirmek; seçmek, biriktirmek; yığmak; kazanmak; anlamak, sonuç çıkarmak; büzmek, kırma yapmak; toplanmak, bir araya gelmek; artmak, çoğalmak; matb. sayfaları sıraya koymak, harman yapmak; tıb. toplanmak (cerahat) gather up bir araya getirmek, toplamak gather oneself up toparlanmak, kendini toplamak. a gathering storm fırtına havası. A rolling stone gathers no moss. Yuvarlanan taş yosun tutmaz. İşleyen demir pas tutmaz. be gathered to one's fathers atalarının arasına katılmak, ölmek.

gathering

i. toplantı, toplanma; topluluk; şiş, cerahat, apse.

gatling gun

eski model mitralyöz.

gatt

kıs. General Agreement on Tariffs and Trade.

gauche

s. acemi, beceriksiz, savruk.

gaucherie

i. acemice tavır, beceriksizlik.

gaud

i. süs, değersiz süs.

gaudy

s. aşırı süslü, cicili bicili, zevksiz. gaudily z. gösterişli surette. gaudiness i. aşırı süslülük.

gaudy

i. İngiltere üniversitelerinde yıllık ziyafet.

gauge , gage

f. ölçmek; tartmak, tahmin etmek, ölçüsünü bulmak.

gauge, gage

i. mikyas, öIçü; ebat; miktar; geyç, ölçme aleti; kalibre; demir yolu raylarının arasındaki açıklık; den. geminin bir diğerine veya rüzgâra göre bulundugu yer; den. dolu iken geminin çektiği su. broad gauge geniş hatlı (demiryolu). have the lee gauge of (bir geminin) rüzgâr altında bulunmak. have the weather gauge of (bir geminin) rüzgâr üstünde bulunmak. narrow gauge dar hatlı (demiryolu). rain gauge yağmur geyci, yağmur öIçer. steam gauge buhar geyci. take the gauge of tartmak, hesaplamak. wind gauge rüzgâr geyci.

gaul

i. Fransa'nın eski adı, Gal; Galya; Gal'li Fransız. Gaulish i. eski Gal dili.

gaunt

s. zayıf, ince, kuru, gıdasızlıktan kurumuş; kasvetli, sıkıcı.

gauntlet

i. zırh eldiveni; uzun eldiven take up the gauntlet meydan okuma mahiyetindeki daveti kabul etmek. throw down the gauntlet meydan okumak.

gauntlet

bak. gantlet.

gauntry

bak. gantry.

gauss

i. manyetik alan öIçü birimi.

gauze

i. tül, ince ve seyrek dokunmuş kumaş; kafes tel; pus, duman. gauzy s. tül gibi, hafif; şeffaf.

gavage

i., tıb. lastik sonda ile besleme.

gave

bak. give.

gavel

i. bir toplantıda oturumun açıldığını ilan için başkanın masaya vurduğu tokmak.

gavelkind

i., İng. mirası erkek evlâtlar arasında eşit olarak eski bir taksim usulü.

gavotte

i. eski bir Fransız dansı, gavot dansı veya müziği.

gawk

f., k.dili ahmakça bakmak; i. ahmak veya hantal kimse. gawky s. hantal, eli işe yakışmaz.

gay

s. neşeli, şen, keyifli; parlak, canlı; zevk ve sefa düşkünü; sefih; argo ibne. gaily, gayly z. neşeyle. gayness i. neşe. gayety bak. gaiety.

gazabo

i., A.B.D, argo adam, delikanlı.

gaze

f., i. gözünü dikip bakmak; i. dik bakış.

gazebo

i. görüş sahası geniş olan balkon veya taraça, manzaralı ev; A.B.D., argo adam, delikanlı.

gazehound

i. burnundan ziyade gözü ile av kollayan köpek.

gazelle

i. ceylan, ahu, gazal, zool. Antilope dorcas.

gazette

i., f. gazete, ingiltere'de resmi gazete; f. resmi gazetede ilân etmek.

gazetteer

i. atlas, atlastaki bilgi, coğrafya isimleri indeksi..

geanticline

i., jeol. geniş yukaç, bak. anticline.

gear

i., f., mak. dişli; dişli takımı; vites, şanjman; donanım, tertibat; elbise; eşya; f. viteslemek; donatmak: giydirmek; uymak, uydurmak. gear box, gear case dişli çark mahfazası. gear down yavaş gitme ayarı vermek. gear shaft dişli mil. gearshift i., oto. vites. gear wheel dişli çark. bevel gear konik dişli çark. high gear üçüncü vites. in gear viteste. low gear birinci vites. out of gear boşta, işlemez halde. shift gears vites değiştirmek.

gecko

i., zool. sıcak memleketlere mahsus ufak bir kertenkele.

gee

G harfi.

gee

f., A.B.D., k. dili uygun gelmek.

gee

unlem at veya öküz sürerken sağa git manasında kullanılan bir ünlem: Deh! Haydi !

gee

ünlem hayret ifade eden ünlem: Ya ! Öyle mi? Allah Allah !

geese

bak. goose.

geezer

i., argo ihtiyar, bunak erkek.

gefülltefish

balık koftesi.

gehenna

i. Cehennem.

geigercounter

fiz. radyoaktivite öIçme aracı.

geisha

i. geyşa.

geissler tube

gaysler tübü.

gel

i., f., kim. koloit f. koloit haline gelmek, jelatin gibi olmak; bak. jell.

gelatin , gelatine

i. jelatin; tutkal hulâsası. gelat'inous s. jelatinli, jelatin gibi.

gelation

i. dondurma, katılaştırma; donma, katılaşma.

geld

f. hadım etmek, iğdiş etmek, enemek, burmak; esaslı bir şeyden mahrum etmek; kuvvetini kesmek, zayıf düşürmek. gelding i. iğdiş edilmiş beygir.

gelid

s. buzlu, buz gibi donmuş, soğuk.

gelignite

i. gelignit, jelatinli dinamit.

gem

i., f. (med, ming) kıymetli taş, cevher; cevher gibi kıymetli ve güzel şey; hafif bir çeşit pasta; f. kıymetli taşlarla süslemek, tezyin etmek.

geminate

f. çift olmak. gemina'tion i. çift yapma.

geminate

s. çift olarak bulunan.

gemini

i. İkizler burcu, Cevza.

gemma

i. (çoğ. gemmae) bot., zool. tomurcuk, yaprak tomurcuğu; bazı bitki ve hayvanlardan ayrılıp bağımsız yaşayan kısım.

gemmate

s., f., biyol. tomurcuklanan, tomurcuklar vasıtası ile yeni filiz veren; f. tomurcukla çoğalmak. gemma'tion i., biyol. tomurcuklanma, tomurcuklarla çoğalma.

gemmiparous

s., biyol. tomurcuk hâsıl eden; tomurcuklarla çoğalan.

gemmule

i. küçük tomurcuk.

gemmy

s. cevherli; cevhere benzer.

gemote

i., İngç tar. meclis.

gemsbok

i., zool. Güney Afrika'ya mahsus boynuzları uzun ve ince iri ceylan.

gemstone

i. kıymetli taş, yontulmamış kıymetli taş.

gemütlich

s., Al. sevimli, misafirperver, tatlı, hoş. gen. kıs. gender, general, genitive, genus. Gen. kıs. General, Genesis.

gendarme

i. jandarma.

gendarmerie , gendarmery

i. jandarma gücü.

gender

i., gram. ismin cinsi, cinsiyet. common gender her iki cins için ortak olan kelime. feminine gender dişil, müennes. masculine gender eril, müzekker. neuter gender camit, cansız, nötr.

gene

i., biyol. jen.

genealogical

s. soy veya şecereye ait, şecereli. genealogical tree şecere. genealogically z. nesep şeceresi bakımından.

genealogy

i. nesep, şecere, silsile, soy; nesep tetkiki. genealogist i. nesep mütehassısı, şecereci. genealogize f. nesep tetkiki ile meşgul olmak.

genera

bak. genus.

general

s., i. umumi, genel, külli; umuma ait, şümullü; içinde her şey bulunan; kesin olmayan, takribi; i. umum, avam, halk; ask. general. general average den. büyük avarya. general cargo den. karışık yük. general delivery postrestant, postanede sahibine teslim olunan mektup. general eIection genel seçim. general officer ask. albaydan yüksek rütbeli subay, general. general orders ask. bütün orduya şamil olan emirler. general practitioner tıb. ihtisası olmayan doktor, pratisyen hekim. general purpose her işte kullanılabilen, her gayeye uygun. general resemblance umumi bir benzeyiş. general rule genel kural. general staff ask. genel kurmay, erkânı harbiye. general strike genel grev. as a general rule genellikle, umumiyetle. attorney general baş savcı, müddeiumumi. brigadier general tuğgeneral. full general orgeneral. in general genel olarak, hiç bir özelliği olmadan. Iieutenant general korgeneral. major general tümgeneral. generally z. genellikle, umumiyetle.

generalissimo

i., it. başkumandan.

generality

i. genellik, umumiyet, umumilik. generalities i. genel konular, kesinlik ifade etmeyen söz .

generalization

i. genelleştirme, umumileştirme, genellik, umumilik, hepsini bir tutma, genel sonuç çıkarma.

generalize

f. genelleştirmek, umumilestirmek, tamim etmek, genel bir fikir vermek; herkese teşmil etmek; güz. san. ayrıntılarını belirtmeden genel olarak tamamlamak; tıb. hastalığı umumi bir hale koymak; tıb. yayılmak; umumileşmek.

generalship

i. generallik; bir generalin askeri bilgi ve yönetme yeteneği; önderlik, baskanlık, liderlik.

generate

f. husule getirmek, vücut vermek, hâsıl etmek; çocuğu olmak, doğurmak, yavrulamak; geom. çizmek.

generation

i. zürriyet husule getirme, doğuş, doğuruş, tenasül; nesil, soy, zürriyet, batın; vasat olarak insan nesli farzedilen otuz yıl. generation gap aile ile çocuk arasındaki görüş farkından doğan anlaşmazlık.

generative

s. tenasül kabiliyeti olan; doğuş ve doğuruşa ait.

generator

i., elek. jenerator, dinamo; doğuran veya meydana getiren kimse; hâsıl edici cihaz.

generatrix

i. (çoğ, -trices) geom. yapıcı çizgi; doğuran dişi.

generic

s. cinse ait, fasileye ait; genel, umumi; şümullü, geniş kapsamı olan. generically z. kendi cinsine ait özellikleri taşıyarak.

generosity

i. cömertlik, âli cenaplık.

generous

s. cömert, alicenap, eli açık; asil; mebzul, bol, bereketli; verimli, mümbit; sert, çarpan (içki). generously z. cömertçe. generousness i. cömertlik.

genesis

i. hilkat, yaratılış, meydana gelme; başlangıç, mebde, menşe; b.h. Tekvin.

genet

i. sansara benzer bir hayvan.

genetic

s. bir şeyin aslına ait; jenetige ait genetic heritage biyol., psik. kalıtım. genetically z. jenetik bakımından, jenetik yoluyla.

genetics

i., biyol. jenetik, soyaçekim olaylarını inceleyen biyoloji dalı.

geneva

i. ardıç rakısı.

geneva

i. Cenevre.

genghiskhan

Cengiz Han.

genial

s. güler yüzlü, şen, hoş; müsait; hayat verici. genially z. güler yüzlü olarak, hoşa giden bir davranışla. genial'ity, gen'ialness i. sempatik oluş, sevimlilik, nezaket.

geniculate

s. diz gibi mafsalları olan; diz gibi bükülmüş.

genie

i. cin, peri.

genista

i. katırtırnagı, bot. Genista scoparia, Genista luncea.

genital

s., i. tenasül uzuvlarına ait; i., çoğ. tenasül uzuvları.

genitalia

i., çoğ. tenasül organları.

genitive

s., i., gram isim ve zamirlerin -in hali.

genito

önek. tenasül organlarına ait.

genitourinary

s., anat. tenasül ve idrar yollarına ait.

genius

i. (coğ. geniuses) deha, üstün kabiliyet, istidat, yetenek, özel vasıf, ozellik, hususiyet; dahi.

genius

(coğ. genii) i. cin, peri, insan kaderine hükmeden kimse; biri iyi ve diğeri kötü iki periden biri; eski Roma mitolojisinde bir kimseyi veya yeri himaye eden cin.

genoa

i. Cenova şehri. Genoese s., i. Cenovalı, Cenevizli(ler).

genocide

i. kırım, katliam.

genre

i. tarz, tür, nevi; güz. san. günlük hayatı tasvir eden tarz.

genro

i. Japonya'da eskiden toplanan emekli devlet adamları heyeti.

gens

(çoğ. gentes) antro. erkeklerden hesaplanan soy silsilesi; eski Roma tarihinde kabile, geniş soy.

gent

i., argo erkek, adam. gent. kıs. gentleman, gentlemen.

genteel

s. soylu, kibar. (Bu kelime simdi küçültücü bir anlamda kullanılabilir) genteelly z. kibarca, zarif bir şekilde.

gentian

i. yılan otu, bot. Gentiana lutea; ecza. bu bitkinin kökünden yapılan bir kuvvet ilâcı. red gentian kızıl kantaron, bot. Gentiana purpurea.

gentile

i., s. dinsel edebiyatta Musevi olmayan kimse; s. Musevi olmayan; putperest; Romalılarda bir kabile veya millete ait; herhangi bir ırka veya memlekete verilen isme ait.

gentility

i., baz. asağ. asalet; asalete has vasıflar, kibarlık; çoğ. sahte kibarIık.

gentle

s. nazik, yumuşak huylu, kibar; tatlı; ıIımlı, mutedil; soylu, asil; hafif, latif. gently z. yavaşça, tatlılıkla, şefkatle, nezaketle. gentleness i. tatlılık, nezaket, şefkat.

gentlefolks

i., çoğ. soylu kişiler, yüksek tabaka.

gentleman

i. (çoğ. men) kibar adam, efendi, terbiyeli adam, nazik adam, iyi bir aileye mensup erkek, çelebi, centilmen. gentleman's agreement karşılıklı söz vermeye dayanan anlaşmaç gentlemanat arms iç kral muhafızlarından biriç gentleman farmer kendi zevki için çiftlik işleten efendi. gentlemaninwaiting i. kralın maiyetinde hizmet eden asilzade. gentleman of fortune avantüriye, maceraperest adam; eski korsan. gentlemanly s. efendiye yakışır.

gentlewoman

i. iyi bir aileden gelen kadın, hanımefendi, kibar kadın.

gentry

i., çoğ. İngiltere'de orta sınıf; aydın tabaka, belirli bir sınıfa küçültücü nitelikte verilen isim: the lightfingered gentry yankesici takımı.

genuflect

f. diz çökmek (bilhassa ibadette). genuflec'tion, genuflex'ion i. diz çökme (bilhassa ibadette) .

genuine

s. hakiki, gerçek, mevsuk, taklit veya sahte olmayan; asli; içten gelen, samimi. genuinely z. gerçekten, hakikaten. genuineness i. içtenlik, samimiyet, gerçek oluş, hakikilik.

genus

(çoğ. genera) i., biyol. birkaç türden meydana gelen cins; nevi, kısım, takım.

geo

onek yeryüzüne ait.

geocentricical

s. yerküresinin merkezine ait; bu merkezden görülen veya ölçülen; merkez olarak yerkü- resine ait olan.

geode

i., jeol. içi billurlu değirmice taş; böyle bir taşın içindeki oyuk.

geodesic

s. yeryüzü ölçmesi ile ilgili. geodesic dome fabrikada yapılan üçgenlerden meydana gelen ve kubbe şeklinde olan hafif bina. geodesic line mat. bir kürede iki nokta arasında çizilen en kısa çizgi.

geodesy

i. yeryüzü düzlemini öIçme bilgisi.

geodetics

bak. geodesy.

geognosy

i. kayalar bilgisi, kayaların madeni oluşumlarından, sınıflarınrından ve bulundukları yerlerden bahseden ilim.

geography

i. coğrafya; coğrafya kitabı. geographer i. coğrafya uzmanı, coğrafyacı. geograph'ic(al) s. coğrafyaya ait, coğrafi. geograph'ically z. coğrafi olarak. geol. kıs. geology.

geology

i. jeoloji, yerbilim. geo

geomagnetism

i. dünyanın manyetik çekimi.

geomancy

i. fal bakma, remil atma. geomancer i. falcı. geoman'tic s. falcılığa ait.

geometrician

i. geometri uzmanı, hendeseci.

geometricical

s. geometrik, hendesi; geometrik sekillerle süslenmiş eski Yunan çömleklerine ait geo- metric progression geometrik artma ve eksilme. geometric propcrtion, geometric ratio geometrik orantı, geometrik bağlantı. geometric tracery mim. kargir binalarda geometrik şekillerle yapılan oyma süs. geometrically z. geometrik olarak.

geometrid

i., zool. tırtılları yeri olçer gibi yürüyen birkaç çesit pervane.

geometrize

f. geometrik usullerle çalışmak, geometri ile ugraşmak.

geometry

i. geometri, hendese.

geomorphic

s. yeryüzü ile ilgili, jeomorfik.

geophagy

i. toprak yeme alışkanlığı.

geophysics

i. jeofizik.

geopolitics

i. siyasi ve iktisadi coğrafya; jeopolitik.

geoponic

s. tarımsal, ziraata ait, zirai. geoponics i. tarım bilimi.

george

i. erkek ismi. By George ! Maşallah ! Vallahi ! St. George's Day eski takvimde 23 nisana tesadüf eden Sen Jorj yortusu, Hıdrellez.

georgette

i. jorjet, ince ipekli kumaş.

georgia

i. Amerika Birleşik Devletlerinden biri; Gürcistan.

georgian

s. George isimli dört İngiliz kralı zamanına ait, 1714-1839; Amerika Birleşik Devletlerinin Georgia eyaletine ait; Gürcü, Gürcistan'a ait, Gürcü diline ait.

georgic

i., s. çiftçiliğe ait şiir; s. zirai.

geostatic

s. arz küresinin içindeki tazyikler ile ilgili.

geosyncline

i., jeol. taş tabakalannın geniş bir sahada aşağıya çöktüğü mıntıka.

geothermal

s. yeryuvarlağının ısısı ile ilgili, bu ısı ile ısınan veya işleyen.

geotropism

i., biyol. yeredoğrulum.

geranium

i. ıtır, sardunya çiçeği, bot. Pelargonium. geranium grass Mekke samanı, bot. Andropogon scoenan thus. feather geranium nezle otu, bot. Chenopodium botrys.

gerbil

i. Garbillinae familyasının kemiriciler takımından arka bacakları uzun olan tüylü kuyruklu ufak bir hayvan.

geriatric

s. ihtiyarların sıhhi durumu ile ilgili. geriatrics i. ihtiyarlarla ilgili tıp ihtisası. geriatric'ian i. ihtiyarlık hastalıkları mütehassısı.

germ

i. mikrop; tohum, tohum veya yumurtada bulunan asıl hücrecik, tohumun özü; asıl, başlangıç. germ plasm biyol. tohumda bulunup irsi hususiyetleri nakleden madde. germ theory biyol. canlı organizmaların yalnız canlı tohumlar vasıtasıyle husule gelebileceği teorisi. germ warfare savaşta mikrop kullanılması.

german

s., i. (çoğ. -mans) Almanya veya Almanlara ait; i. Alman, Almanca. German measles tıb. bir çeşit hafif kızamık hastalığı, kızamıkçık. German script Almanlara mahsus yazı. German silver Alman gümüşü, beyaz metal. High German standart Almanca. Low German Hollanda ile Belçika ve Frizya dillerinin toplamı; İngilizce, Felemenkçe ve benzerlerinin toplamı; kuzey batı Almanya'da konuşulan Almanca. Germanic s., i. Almanya veya Almanlara ait; kuzey batı'Avrupa'ya ait; i. German dil ailesi (Almanca, İngilizce ve Norveççe dahil) Germanism i. Alman dili veya Alman dili özelliği.

german

s. öz (akraba): cousin german kuzen.

germander

i. kısa mahmut otu, yer meşesi. wall germander yer meşesi, meşecik, bot. Teucrium chamaedrys. water germander sarmısak otu, bot. Teucrium scordium.

germane

s. ilgili, alâkalı, müna sebeti olan.

germany

i. Almanya.

germicide

i., s. mikropları kıran madde; s. mikrop öldürücü, antiseptik.

germinal

s. tohum veya mikrop kabilinden; oluşum safhasında (madde veya fikir).

germinate

f. filiz vermek, sürmek, filizlenmek; gelişmeye başlamak. germina'tion i. filiz verme, sürme, filizlenme ger'minative s. filiz vermeye ait. geronto- önek ihtiyarlıkla ilgili.

gerrymander

f., i. (seçim bölgesini) bir siyasi partinin menfaatine uygun gelecek sekilde ayarlamak.

gerund

i., gram. Latincede isim olarak kullanılan fiillerin bir şekli, İngilizcede isim olarak kullanıldığı zaman -ing şekli: Swimming is fun.

gerundive

i., gram. Latincede bir mecburiyet ifade eden fiilden türetilen sıfat: ''görülecek, ,okutulacak gibi.

gesso

i. alçıtaşı.

gestalt

i., psik. geştalt.

gestapo

i. Alman Nazi rejiminde gizli polis teşkilâtı, Gestapo.

gestation

i. gebelik; gebelik süresi.

gesticical

s. bedensel, özellikle dansa ait hareketlerle ilgili.

gesticulate

f. söz söylerken el hareketleri yapmak, jestler yapmak. gesticula'tion i. jestler yapma. gestic'ulator i. konuşurken eliyle hareketler yapan kimse. gestic'ulatory s. jest kabilinden.

gesture

i., f. hareket, jest, dikkati çekmek için yapılan hareket; f. el ile hareket yapmak, jest yapmak. gestural s. el hareketlerine ait.

gesundheit

ünlem çok yaşayın ! (aksıran bir kimseye söylenir).

get

f. (got, got, A.B.D gotten, getting) almak, ele geçirmek elde etmek, tedarik etmek; yakalamak; götürmek; hazırlamak; yaptırmak; sebep olmak; (netice olarak) bulmak; ögrenmek; (hastalığa) tutulmak, olmak; bağlantı kurmak; (trene) yetişmek; gebe bırakmak (gen. hayvan); malik olmak; kazanmak; k.dili anlamak; k.dili vurmak, isabet etmek; argo şaşırtmak; argo ilgi çek- mek, hoşa gitmek; sinirlendirmek; argo far- kına varmak; getirmek; varmak; gelmek, gitmek, yer değiştirmek. get about yayılmak; dolaşmak; ortalıkta görünmek. get across açıklamak, anlaşılmasını sağlamak. get ahead ilerlemek. get ahead of geçmek, geride bırakmak, üstün olmak. get along gitmek, ayrılmak; geçinmek, idare etmek; başarmak; anlaşmak, uymak; yaşlanmak. get around yayılmak; gezinmek; ortalıkta görünmek; bir şey elde etmek için yağlamak; üstünden atmak, yolunu bulup kurtulmak. get around to geç yapmak, eli geç değmek. get at varmak; demek istemek; başlamak, yapmak; k.dili etkilemek. get away kaçmak, gitmek, kurtulmak, savuşmak; (koşuya) başlamak. get away with argo şüphe uyandırmadan veya ya- kalanmadan atlatmak. get back geri dönmek. get back at argo öç almak. get by geçmek, yetmek; k.dili gecinmek; k. dili yakayı ele vermeden yapmak. get down inmek, aşağı inmek; not etmek, yazmak. get down to başlamak. get drunk sarhoş olmak. get even (with) hakkından gelmek. get home eve varmak; dönmek. get in girmek; sokmak; katılmak; (ürün) kaldırmak get in good with argo gözüne girmek. get in on faydalanmak, paydaş olmak. get in a word edgewise laf so- kuşturmak. get in supplies erzak almak. get into girmek. get it k.dili anlamak; cezalanmak. get it into one's head kafasına sokmak; anlamak. get married evlenmek. get near yaklaşmak. get nowhere başarısız olmak. get off inmek; ayrılmak; kurtulmak; söylemek. get (some one veya something) off çıkarmak; kurtarmak. get (a thing) off one's chest içini dökmek. get on binmek; uyuşmak, anlaşmak; idare etmek. get on one's feet ayağa kalkmak; kendini geçindirecek hale gelmek. get on one's nerves sinirine dokunmak. get (a person veya a thing) on the brain k.dili ( bir kimse veya şeyi) aklından çıkaramamak, aklına takılmak. get one's back up inat etmek, kızmak; kızdırmak get one's goat argo kızdırmak, slang keçileri kaçırtmak. get one's hand in eli alışmak, usta olmak. get her hooks on argo (erkeğe) kancayı takmak. get ones way istediğini koparmak, hile ile veya üsteleyerek istediğini elde etmek. get out ayrılmak, kaçmak; ortaya çıkmak, sızmak; yayınlamak; güçlükle söylemek; çıkarmak. get out from under (karışık bir işten) sıyrılmak. get out of-den almak; kurtulmak; kurtarmak; ayrılmak. get out of bed on the wrong side solundan kalkmak. get out of hand çapraşık hale gelmek, dizginlenemez hale gelmek, çığırından çıkmak. get out of one's depth derin suya girmek; başından buyük işe girişmek. get out of sight göz önünden gitmek, ortadan kaybolmak. get over (hastalığı, öfkeyi) atlatmak; açıklamak, anlaşılmasını sağlamak get ready hazırlamak, hazırlanmak. get religion birden dine bağlanmak. get rid of kurtulmak, başından savmak, atmak. get round yayılmak; gezinmek; yolunu bulup kurtulmak. get the better of, get the best of üstün çıkmak. get the drop on haberi olmadan silâh çekmek; kazançlı bir durumda olmak. get the hang of manasını kavramak; işletme sırrını öğrenmek. get there k.dili amacına ulaşmak, başarmak. get the upper hand kazanmaya yüztutmak. get through bitirmek; geçirmek, geçmek; geçinip gitmek. get through to bağlantı kurmak; anlamasını sağlamak. get tired yorulmak. get to başlamak; yapabilmek; bağlantı kurmak. get together toplanmak, bir araya gelmek; anlaşmaya varmak; toplamak. get up kalkmak; binmek, tırmanmak, çıkmak; düzenlemek, hazırlamak; uydurmak; edinmek, geliştirmek. get up steam istim kaldırmak; hızlanmak; şevklenmek. get used to alışmak get wet ıslanmak. get wind of sezmek, kokusunu almak, duymak. get with argo ilgilenmek, uymak. Bak. got.

get

i. yavru, hayvan yavrusu.

getaway

i. kaçıp kurtulma, paçayı kurtarma.

getup

i. elbise takımı; yapılış, tertip; öncecilik, getupandgo i. oncecilik.

gewgaw

i. oyuncak, cicili bicili değersiz şey, biblo.

geyser

i., İng. suyu çabuk ısıtmaya mahsus kazan, şofben.

geyser

i. fasılalarla sıcak su fışkırtan kaynak.

ghana

i. Gana.

ghastly

s., z. dehşetli, korkunç, iğrenç; ölü gibi, sapsarı; z. dehşetle, ölürcesine .

ghat , ghaut

i. Hindistan'da dağ geçidi; çoğ. Güney Hindistan'ın doğusunda ve batısında bulunan dağ silsileleri; bir ırmağa inen merdiven. burning ghat böyle bir merdivenin başında Hinduların ölülerini yakmaya mahsus meydan.

ghazi

i. gazi.

ghazni

i. Gazne, Afganistan'da bir şehir.

ghee

i. Hindistan'da manda sütü yağını eritip kaynatarak yapılan sadeyağ.

ghent

i. Gand, Belçika'da bir şehir.

gherkin

i. ufak salatalık, turşuluk hıyar, adi veya yabani hıyar.

ghetto

i. bir şehirde, mahrumiyet içinde yaşayan azınlık mahallesi; ortaçağda bazı Avrupa şehirlerinde Musevi mahallesi.

ghost

i. ruh, can: hayalet, hortlak, heyulâ, tayf; cin; iz, gölge. ghost town ahalisi olmayan metruk kasaba. ghost writer bir diğerinin hesabına ve onun ismi altında makale veya kitap yazan kimse. give up the ghost ölmek, ruh teslim etmek. Holy Ghost Ruhülkudüs. There isn't a ghost of a chance. En ufak bir ihtimal bile yoktur. ghostly s. hayalet gibi; manevi.

ghoul

i. gulyabani, cadı; mezar hırsızı. ghoulish s. cadı gibi.; ask..

giamor

, İng glamour i., f göz kamaştırıcılık, sathi cazibe, sahte parlaklık; f. büyülemek, teshir etmek. glamorous s. cazip, göz alıcı. glamorously z. cazip bir şekilde, büyüleyici bir surette. glamorize f. çekici bir hale getirmek.

giand

i., anat., bot. bez, gudde; ifrazat hücresi; torba; mak. salmastra bileziği, salmastra kovanı; derece kenedi.

gianders

i., bayt. at cinsinden hayvanlara mahsus nezle gibi fakat çok tehlikeli bir hastalık, sakağı, ruam. glandered s. bu hastalığa tutulan.

giant

i., s. dev, dev gibi kimse veya şey: s. iri, cesim, kocaman, muazzam. giant powder bir çeşit dinamit. giant star astr. dev yıldız. giant stride dev adımı. mental giant çok akıllı adam, deha. There were giants in those days. Atalanmız bizden yüksek adamlardı. giantess i. dişi dev, dev gibi kadın. giantlike s. heyulâ gibi, korkunç.

giaour

i. gâvur.

gib

i., mak. çivi, pin, saplama; erkek kedi.

gibber

f., i. çok çabuk ve anlaşılmaz şekilde konuşmak: i. bu şekilde konuşma.

gibberish

i. çabuk ve anlaşılmaz söz, karışık söz.

gibbet

i., f. darağacı; mak. maçuna kolu; f. darağacına asmak: teşhir etmek, rezil etmek.

gibbon

i. Hindistan ve Malezya' ya mahsus kuyruksuz ve uzun kollu şebek.

gibbous

, gibbose s. dışbükey; kambur. gibbosity, gib'bousness i. dışbükey oluş. gibbously z. dışbükey olarak.

gibejibe

f., i. alay etmek, eğlenmek; slang dalga geçmek; i. alay, istihza.

giblets

i., çoğ. tavuk pişmeden evvel çıkarılan yenebilir kısımları (yürek, ciğer, katı ).

gibraltar

i. Cebelitarık.

giddy

s., f. başı dönmüş, başı dönen; sersemletici, baş döndürücü (yükseklik veya dönme hareketi); hoppa, terelelli; sersem, beyinsiz: f. sersemletmek, sersemlemek. giddily z. başı dönerek, sersemlemiş olarak. giddiness i. baş dönmesi, sersemleme.

gift

i., f. hediye, armağan; istidat, hüner, kabiliyet; Allah vergisi, atiye, ihsan; huk. hibe, hediye verme hakkı; f. hediye vermek, hibe etmek. Don't look a gift horse in the mouth. Bahşiş atın dişine bakılmaz. gifted s. kabiliyetli, hünerli.

gig

i. iki tekerlekli tek atlı hafif araba; den. kik, bir çeşit hafif filika; bir çeşit zıpkın; mak. kumaş kabartma tezgâhı, piko tezgâhı. giga önek bilyon (109).

gigantesque

s. dev gibi, deve ait; kocaman.

gigantic, gigantean

z. kocaman, cesim, cüsseli.

giggle

f., i. kıkır kıkır gülmek; i. kıkırdama. giggly s. kıkırdamaya meyli olan.

giglet

i., İng. hoppa ve oynak kız.

gigolo

i. jigolo, para karşılığı kadınlarla cinsel ilişkiye giren erkek.

gigue

i. ortaçağlara mahsus bir çeşit ufak keman; eski bir ingiliz dansı.

gilbert

i., elek. mıknatıs işletme gücü ölçü birimi.

gild

f. (gilded veya gilt) altın kaplamak, yaldızlamak; tezhip etmek, süslemek, telleyip pullamak; parlamak; parlak göstermek. gilded youth varlıklı ve moda düşkünü gençlik. gild the pill sıkıcı bir şeyin etkisini azaltmak için bir çare bulmak.

gild

bak. guild.

gilding

i. altın kaplama; yaldız.

gill

i. litrenin dokuzda biri kadar bir sıvı ölçü birimi.

gill

i., f. solungaç, galsame; mantarın alt tarafındaki balık kulağına benzer kısım; horoz veya tavuğun çenesi altındaki sarkık kırmızı et parçası, sakal; k. dili insanlarda yüz ve boyun nahiyesi: f. ayıklamak (balık); sık ağla balık tutmak. gill cover solungacı koruyan kemik. gill net sık dokunmuş balık ağı. green around the gills görünüşte rahatsız. to the gills tepesine kadar, alabildiği kadar (dolu).

gillie, gilly

i. İskoçya'da eski devirlerde derebeyi uşağı, şimdi avcı veya balıkçı yardımcısı; sirk eşyasını taşıyan kiralık yük arabası.

gillyflower

i. şebboy; kırmızı şebboy, bot. Matthiola incana; bir çeşit parlak koyu kırmızı elma.

gilt

s., i., bak. gild; yaldızlı, süslü, müzehhep; i. yaldız. giltedged s. kenarı yaldızlı; birinci sınıf, mükemmel, âla.

gimbals

i., çoğ., den. pusulanın yalpalıkları, yalpa çemberleri.

gimcrack

i., s. bir şeye yaramamayan anlamsız süs, degersiz süslü püslü şey; s. cafcaflı, cicili bicili.

gimlet

i. burgu, delgi, matkap.

gimmick

i., A.B.D herhangi bir şeyin etki veya cazibesini artırmak için ilâve edilen sahte kısım veya unsur; küçük cihaz. gimmicky s., A.B.D hileli tarafları çok olan, yutturmaca.

gimp

i., argo topallama; topallayan kimse; canlılık, neşe.

gimp

i. ipek veya sırma şerit; kaytan; tel sarılı olta ipi; dantela için kullanılan kalın iplik.

gin

i. cin (içki).

gin

i., f. (ned,ning) çiğidi pamuktan ayıran makina, çırçır; mak. makara; maçuna; tuzak; f. pamuk çekirdeklerini çıkarmak; tuzağa düşürmek. gin block mak. vinç tornosu. gin rummy bir çeşit iskambil oyunu.

ginger

i., f. zencefil, zencefil kökü; argo canlılık; f. zencefil katmak; canlandırmak. ginger ale zencefilli gazoz. gingerbread i. zencefilli çorek; gösterişli süs. gingerbread tree dum ağacı, bot. Hyphaene thebaica gingersnap i. zencefilli çörek.

gingerly

z., s. yavaşça, ihtiyatla; s. yavaş, ihtiyatlı, tedbirli.

gingham

i. alaca dokuma, çizgili pamuklu kumaş.

gingival

s. diş etlerine ait.

ginkgo

i. Çin'den Amerika'ya getirilen ve meyva da veren bir süs ağacı.

ginseng

i. sinseng; Çin'de ilâç yapımında çok kullanılan bir çeşit kök. gipsy bak. gypsy.

giraffe

i. zürafa, zool. Giraffa camelopardalis.

girandole

i. kollu şamdan; fıskıye; ufak taşlı bir çeşit küpe; çarkıfelek fişeği.

girasole

i. çok parlak bir çeşit aynüşems taşı, opal; yerelması.

gird

f. (-ed veya girt) kuşak sarmak; kayışla bağlamak, sarmak, çevrelemek; kuşatmak, ihata etmek; giydirmek; hazırlamak, teçhiz etmek.

girder

i., müh. kiriş, belleme kirişi, hatıl, yollama, direk.

girdle

i., f. kuşak, kemer; korse, kuşak gibi saran herhangi bir şey; ağacın üzerinde kuşak şeklinde kabuğu soyarak yapılan halka; yüzük kaşı; f. kuşatmak, kuşakla sarmak; kabuğunu soyarak ağacı kurutmak.

girl

i. kız; hizmetçi kız; sevgili. girl friend yakın kız arkadaş; bayan dost. girl scout A.B.D kız izci. girlhood i. kızlık çagı.

girlish

s. genç kız gibi, kıza benzer, genç kızlara yakışır. girlishly z. kız gibi. girlishness i. genç kızlık hali.

girt

bak. gird.

girth

i., f. çevre; kolan; kuşak; f. kuşak takmak.

gismo , gizmo

i., A.B.D, argo ismi veya görevi tam olarak belli olmayan araç, cihaz; kumarda üstünlük sağlayan veya uğur getiren herhangi bir şey veya yol, uğur.

gist

i. öz, meselenin esası, hulâsa, özet.

gittern

i., müz. eski zamanlarda kullanılan bir çeşit gitar; bak. cithara.

give

f. (gave, given) vermek, hediye etmek, hibe etmek; devretmek; tayin etmek; baskı altında eğilmek veya çökmek; bel vermek; çekilmek; açılmak, nazır olmak, bakmak; erimek, erimeye yüz tutmak. give a good account of oneself iyi davranmak. give a command emir vermek. give a dinner ziyafet tertip etmek. give one a piece of one's mind bir kimsenin kusurunu yüzüne karşı söylemek, aklını başına getirmek. give a play temsil vermek; bir piyes oynamak. give a present hediye vermek. give away vermek, hediye etmek; ele vermek, sırrını açıga vurmak; düğünde gelini damada teslim etmek. give back geri vermek; geri çekilmek. give birth to doğurmak. give chase to kovalamak. give (a person) credit for (bir kimseyi )haklı veya muktedir saymak; kredi açmak; eserin sahibini tanımak, tanıtmak. give down kendini sağdırmak (inek). give ear to kulak vermek, dinlemek. give forth neşretmek, ilân etmek, dışarı vermek. give in teslim olmak; kabul etmek, susmak. give it to azarlamak; dövmek. give off çıkarmak (duman, koku, ışık); sızdırmak (gaz); salmak (dal). give offense darıltmak. give one a cold bir kimseye nezle geçirmek. give one's life to hayatını adamak, kendini vermek. give oneself airs çalım satmak, gösteriş yapmak, poz takınmak. give oneself trouble sıkıntıya girmek, başını derde sokmak. give out takati kesilmek, bitmek; ilân etmek, yaymak, bildirmek. give over vaz geçmek; terketmek, teslim etmek, ümidini kesmek. give place to yer vermek, meydan vermek, çekilmek. give rise to sebebiyet vermek. give suck emzirmek, meme vermek. give thanks şükretmek. give the slip yanından savuşup kaçmak, slang toz olmak. give up vaz geçmek, teslim olmak, ümidi kesmek; pes etmek; terketmek, teslim etmek. give up the ghost ölmek, son nefesini vermek. give up the struggle teslim olmak, pes etmek, mücadeleden vaz geçmek, çekilmek. give way çekilmek, kuvveti tükenmek; kendinden geçmek; çökmek. give way to müsaade etmek, serbest bırakmak, koyuvermek. given to düşkün olan (bir şeye), müptelâsı.

give

i. gerilme hassası, elastikiyet. give -and-take i. elbirliği.

giveaway

i., k.dili istemeyerek ağzından laf kaçırma, ifşa, açığa vurma; hediye dağıtımı; dama gibi bir oyunda oyuncunun taş veya el kaybetmesini hedef tutan oyun.

given

s., i. verilmiş, hediye edilmiş; müptelâ, düşkün; belirli, muayyen, imza ve tarihi atılmış (vesika); i. ilk bilgi, veri. given name küçük isim, birinci isim. gizmo bak. gismo.

gizzard

i., biyol. taşlık; şaka mide. stick in one's gizzard kursağında kalmak; gücüne gitmek, ağır gelmek. It stuck in my gizzard Hazmedemedim. Gücüme gitti. Bana ağır geldi. Gk kıs. Greek.

gl

i., A.B.D, k.dili asker, er, nefer. G.l. Joe asker.

glabrous

s., anat., bot. düz, tüysüz, kılsız.

glace

s. üstü şekerle kaplanmış; parlak, glase marrons glace kestane şekeri.

glacial

s. buza ait, buzlu; buz devrine ait; kim. buza benzer. glacial drift buzulların taşıdığı taş ve toprak. gIacial period buzul devri.

glaciation

i. buzul ile kaplanma; buzulun yeryüzünün şeklini değiştirme etkisi.

glacier

i. buzul.

glacis

i., ask. şahra şevi.

glad

s. (-der, -dest) memnun, sevinçli; güzel, parlak; gülen, ferah. glad eye argo göz etme, gözle işaret etme. glad hand argo el sıkma, hoş geldiniz deme. glad rags argo bayramlık (giysi), en süslü elbise. gIadly z. memnuniyetle. gladness i. memnunluk.

gladden

f. sevindirmek; sevinmek.

glade

i. orman içindeki açıklık.

gladiate

s. kama şeklinde olan.

gladiator

i. gladyatör. gladiator'ial s. gladyatöre ait.

gladiola

bak. gladiolus.

gladiolus

i., bot. kılıç çiçeği, glayol, kuzgunkılıcı, kuzgun otu, keklik çiğdemi, bot. Gladiolus.

gladness

i. sevinç, neşe, memnuniyet.

gladsome

s. memnun, sevinçli, neşeli.

gladstonebag

bir çeşit yol çan tası, bavul.

glagoliticalphabet

bugün ancak Dalmaçya ve Hırvatistan'daki Katolik kiliselerinde kullanılan eski bir İslav alfabesi.

glair

i., f. yumurta akı; yumurta akından yapılmış çiriş; yumurta akına benzer yapışkan madde; f.böyle bir madde sürmek.

glance

f., i. göz atmak, göz gezdirmek; ima etmek; sıyırıp geçmek; i. bakış, nazar; ima; sıyırıp geçiş.

glance

i., mad. birkaç çeşit parlak ve kükürtlü mineral.

glandular

, glandulous s. gudde gibi, guddeye ait. glandular fever öpüşme hastalığı.

glans

i., anat. erkek tenasül uzvunun veya klitorisin (bızır) başı.

glare

f., i., s. göz kamaştıracak surette parlamak; çok parlak olmak (renk); göze çarpmak; yiyecekmiş gibi bakmak, dik dik bakmak; ateş püsküren gözlerle bakmak, dik dik bakış fırlatmak; i.göz kamaştırıcı ışık, parıltı; sahte ihtişam; keskin ve düşmanca bakış; s. düz, parlak, şeffaf. glare ice düz ve parlak buz.

glaring

s. dik ve düşmanca bakışlı; çok parlak, göz kamaştırıcı; apaçık, hemen göze çarpan. glaringly z. dik dik bakarak; göz kamaştıracak surette.

glary

s. çok parlak, pırıltılı, göz kamaştırıcı. glariness i. çok parlak oluş, pırıItı.

glass

i. cam; camdan yapılmış şey, bardak, kadeh; ayna; bir bardak dolusu; barometre; termometre; dürbün; mercek, adese glasses i., coğ. gözlük. gIass blower cam ve şişe imal eden kimse. glass cloth cam bezi; cam elyafından bir çeşit kumaş. glass culture cam altında bitki yetiştirme usulü. glass cutter cam kesici kimse veya alet, elmas. glass eye camgöz. glasshouse i. cam fabrikası; İng. Iimonluk, ser. glassman i. cam işleri satan kimse, züccaciyeci; cam imal eden kimse, camcı. glassware i. züccaciye. glass wool cam yünü. glass works i. cam fabrikası; cam süs eşyaları. a friendly glass dost ikramı bir kadeh içki. annealed glass tavlanmış cam. blown glass şişirilerek imal edilmiş cam. cheval glass endam aynası, boy aynası. cut glass billur, kesme kristal. ground glass buzlu cam; cam tozu. Iooking glass ayna. magni- fying glass pertavsız,büyüteç.pane of glass tek pencere camı. plate glass kalın ve pürüzsüz cam. spun glass ince tel haline getirilen cam, cam elyafı. stained glass renkli cam. glassful i. bir bardak dolusu, bir bardak. glassy s. cam gibi; anlamsız; dalgın, donuk.

glass

f. cam kaba koymak; cam gibi yapmak; camla kapatmak.

glasswort

i. deniz kenarında yetişen ve eskiden camcılıkta kullanılan tuzlu bir bitki.

glauber's salts

ecza. İngiliz tuzuna benzer müshil bir toz.

glaucoma

i., tıb. bir göz hastaIığı, gözde karasu hastalığı, glokom.

glauconite

i., min. bazı kalkerlerde yeşil taneler şeklinde rastlanan bir silikat, glokoni.

glaucous

s. sarımsı yeşil renkte olan; yeşilimsi mavi; bot. üstü toz gibi beyaz bir madde ile kaplı (üzüm, erik).

glaze

f., i. pencereye cam takmak; sırlamak, üstüne cam veya cam gibi bir tabaka geçirmek; cam gibi olmak; ince ve şeffaf bir tabakayla kaplamak; i. cam gibi sır, şeffaf sır perdah; cam gibi şey.

glazier

i. camcı; perdahçı, sırcı.

gleam

i., f. ışın, şua; hafif ve geçici ışık: parlaklık; f. ışın saçmak, pırıldamak. a gleam of hope bir umit ışığı. a gleam of humor bir nebze güldürecek şey. gleaming s. ışınlar saçan, pırıltılı, tertemiz; ara sıra güneşli ( hava).

glean

f. hasattan sonra başak toplamak; bağ bozumundan sonra kalan üzümleri toplamak; sabırla seçip ayırmak

glebe

i., şiir yer, toprak; İng. vakıf arazisi.

glee

i. çoşkunca neşe; müz. üç veya üçten fazla sesli şarkı. glee club böyle şarkılar söyleyen grup.

gleeful

s. şen, neşeli. gleefully z. neşe ile.

gleet

i., tıb. cerahatli hafif akıntı (gen. belsoğukluğundan).

glen

i. dağlar arasındaki dar dere yatağı, dere, vadi.

glenoid

s., anat. oyuklu, çukursu.

glib

s. (-ber, -best) fazla düşünmeden süratli olarak konuşan; içten olmasa da kolayca söylenen; çevik, yumuşak ve rahat hareket eden. glibly z. süratli konuşarak; çevik olarak. glibness i. konuşmada sürat, akıcılık; hareketlerde serbestlik.

glide

f., i. kaymak, kayıp gitmek, akmak, akıp gitmek, süzülmek; sessizce hareket etmek; yavaş yavaş değişmek; hav. motor kullanmadan havada uçmak; kaydırmak; i. kayma; dilb. sesin yavaş değişmesi.

glider

i. planor.

gliding

i. kayma, akış, süzülüş. gliding angle hav. süzülme açısı.

glim

i., argo ışık, lamba, mum, fener; göz. Douse the glim ! argo Lambayı söndür ! Lambaya püf de !

glimmer

f., i. parıldamak, hafif ışık vermek; i. parıltı, hafif ışık; zerre, nebze. a glimmer of hope ümit ışığı. glimmering i. zayıf ışık; ima, fikir edinme, seziş.

glimpse

i., f. bir an için görme, gözüne ilişme; f. çok az bir zaman için görebilmek.

glint

f., i. birden parlamak; fırlamak; i. parıltı, birden görünen ışık, çıkış.

glissade

i., f. kayma; buzlu dağ eteğinde kayma; dans ederken bir yana kayılarak yapılan figür; f. kaymak.

glissando

i., müz parmağı piyano tuşlarının üzerinden çabuk geçirerek çıkarılan ses; kayma.

glisten

f., i. pırıldamak; parlamak i. parıltı.

glitter

f., i. parıldamak, parlamak; göze çarpmak; i. parıltı, parlaklık; şaşaa, gösteriş. All that glitters is not gold. Parlayan her şey altın değildir. Görünüşe aldanmamalı. glittery s. parıldayan, parlak, şaşaalı.

gloaming

i. akşam karanlığı, ortalığın kararması.

gloat

f., gen. over ile şeytanca bir zevk duymak, bir diğerinin başarısızlığını zevkle seyretmek; Oh olsun ! demek.

glob

i. damla; topak .

global

s. bütün dünyayı kapsayan; küresel, cihanşümul.

globe

i., f. küre, top, yuvarlak; arz küresi, dünya; yetkisini belirtmek üzere hükümdarların taşıdığı altın top; dünya küresi modeli; f. küre haline koymak, küre şeklini almak. globefish i. kirpi balığı. globe flower i., bot. altın top. globetrotter i. durmadan dünyayı dolaşan kimse.

globose

s. küre şeklinde; küre şeklini andıran.

globular

s. küre şeklinde, küresel, kürevi; yuvarlardan meydana gelen.

globule

i. küçük yuvarlak, kürecik.

globulin

i., biyol., kim. globulin.

glockenspiel

i. orkestrada çan sesi çıkaran alet, tınlak.

glomerate

s. kümelenmiş, yığın halinde.

glomerule

i., bot. çiçek kümesi.

gloom

i., f. sıkıntı, can sıkıntısı; karanlık kasvet; kasvetli yer; f. canı sıkkın olmak, surat asmak; kararmak (hava); kederli olmak, meyus olmak; karartmak, kasvet vermek, kederlendirmek.

gloomy

s. karanlık; kasvetli; sıkıcı, sıkıntılı; ümitsiz. gloomily z. kasvetle, ümitsizce.

glorification

i. medih, övme, ululama, yüceltme, hamt, sena.

glorify

f. methetmek, övmek, göklere çıkarmak, büyültmek, yükseltmek, yüceltmek, ululamak, fazlasıyla büyültmek.

glorious

s. şanlı, şerefli, ünlü; parlak, muhteşem, mükemmel, fevkalade. gloriously z. şanla, şerefli olarak. gloriousness i. şanlı oluş, ihtişam.

glory

i., f. şeref, şan, şöhret; övünme; övgü, medih, sena, sitayiş: parlaklık, şaşaa, haşmet, ihtişam; celâl, izzet: güz. san. hale; f. iftihar etmek, övünmek, çok sevinmek; gururlanmak; güz. san. hale şeklini almak.

gloss

i., f. parlaklık: cilâ, perdah; bir ayıbı örtmek için yapılan gösteriş; dış güzellik; f. parlatmak, cilâ yapmak, yaldızlamak; parlamak, yaldızlanmak; over ile sahte bir şekilde gizlemek. glosslly z. parlak bir şekilde. glossiness i. parlaklık, cilâlı oluş. glossy s. parlak, cilâlı.

gloss

i., f. açıklama, şerh, haşiye, tefsir; satır aralarında verilen metin tercümesi; tevil, tahrif; f. açıklamak, şerhetmek, tefsir etmek, haşiye yazmak; yanlış tefsir etmek, tevil etmek, tahrif etmek.

glossal

s., anat. dile ait.

glossary

i. bir kitaba veya yazara ait lügatçe.

glossectomy

i., tıb. dilin tamamını veya bir kısmını kesme ameliyatı.

glossiness

i. parlaklık.

glossitis

i., tıb. dil iltihabı.

glosso

önek dil veya konuşma ile ilgili.

glossolalia

i. anlaşılmaz sesler veya sözler; bilinmeyen veya hayali bir dilde konuşma.

glossy

s. parlak, cilâlı.

glost

i. çanak çömlek imalâtında kullanılan kurşun sır.

glot

sonek lisan konuşabilen: tetraglot dört lisan bilen kimse.

glottal

s. gırtlaksı; glotise ait. glottal stop dilb. hemze.

glottis

i., anat. nefes borusunun ağzı, glotis.

glove

j., f. eldiven; f. eldiven giydirmek. fit like a glove eldiven gibi uymak, tam kalıbına göre olmak, biçilmiş kaftan olmak. handle with kid gloves kızdırmamak için (bir kimseye) yumuşak davranmak. glover i. eldivenci.

glow

f., i. ısıdan kızarmak veya beyazlaşmak, kor haline gelmek, yanmak; sıcak olmak, hararetli o!mak; kızarmak, kırmızılaşmak; şevke gelmek, alevlenmek; i. şevk, parlaklık, kızartı; hararet; ateş; şevk ve gayret. glowworm i. ateş böceği, yıldız kurdu, kandil böceği, zool. Zampyris noctiluca glowing s. kızarmış, hararetli; parlak. glowingly zöverek; heyecanla, hararetle.

glower

f., i. dik dik bakmak, öfke ile bakmak; i. öfkeli bakış.

gloze

f. tevil etmek, söze veya davranışa başka anlam vermek.

glucinum , glucinium

i. berilyum (eski ismi).

glucose

i. glikoz.

glue

i., f. tutkal; tutkal gibi yapışkan madde: f. tutkalla yapıştırmak: yapışıp kalmak. gluepot i. içine ısıtılacak tutkal kabı konulan kaynar su kabı. gluey s. tutkal gibi, yapışkan glueyness i. yapışkanlık.

glum

s. asık yüzlü, suratsız.

glumaceous

s., bot. kavuzlu.

glume

i., bot. kavuz, çayırgillerin başakçıklarında pul şeklinde bir çenek, gluma.

glut

f. (-ted, -ting) i. tıka basa doyurmak, ağzına kadar doldurmak; Iüzumundan fazla mal çıkarıp piyasayı boğmak; oburcasına yemek; i. bolluk, tokluk, piyasada fazla mal olması.

gluten

i. glüten. gluten bread glüten ekmeği, nişastası az ekmek. gluten flour glüten unu, nişastası az un.

glutinous

s. tutkal cinsinden, tutkala benzer.

glutton

i., zool. kutup porsuğu.

glutton

i. obur kimse, boğazına düşkün kimse, çok yiyen kimse, açgözlu kimse; haris kimse. gluttonous s. obur, açgözlü. gluttonously z. oburcasına.

gluttony

i. oburluk.

glycerine, glycerol

(glis'ırin, -ol) gliserin.

glycogen

i. glikojen.

glycol

i. glikol.

glycosuria

i., tıb. glikozüri.

glyph

i., mim. yapı tezyinatında oyuk şeklinde yiv, glif; oyma veya kabartma şekli.

glyptic

s. bilhassa kıymetli taş oymacılığına ait. glyptics i. kıymetli taş oymacılığı.

glyptography

i. kıymetli taş oyma sanatı. glyptograph'ic s. bu sanata ait.

gm

kıs. gram(s).

gman

i., A.B.D Federal Soruşturma Bürosu memuru. GMT kıs. Greenwich mean time.

gnarl

i., f. iri budak, yumru, boğum; f. burmak, yamru yumru bir hale getirmek. gnarled, gnarly s. budaklı; boğum boğum, yamru yumru, yıpranmış (eller).

gnash

f. diş gıcırdatmak; diş gıcırtadarak ısırmak veya çiğnemek.

gnat

i., A.B.D tatarcık; İng. sivrisinek. strain at a gnat and swallow a camel ufak şeyi büyütüp büyük şeye onem vermemek.

gnathic

s. çeneye ait.

gnathostome

i., zool. hakiki çeneli omurgalı.

gnaw

f. kemirmek, ısıra ısıra yemek; sancı vermek (mideye); sıkıntı vermek. gnawing i. ezinti, ezilme.

gneiss

i., jeol. granit cinsinden bir çeşit metamorfik kaya, gnays.

gnome

i. yeraltındaki hazinelerin bekçileri farzolunan biçimsiz cüceler.

gnome

i. vecize, atasözü, darbımesel.

gnomicmical

s. vecize veya darbımeselleri içine alan.

gnomon

i. güneş saati mili; geom. bir paralelkenann bir köşesinden daha küçük bir paralelkenar ayrılınca geriye kalan şekil.

gnomy

sonek bilgisi.

gnosis

i. tasavvufta marifet, Gnostik akidesi.

gnostic

s., i. gnostik, arif; ilmi, ilme ait; i. gnostik; çoğ. Hıristiyanlığın başlangıcında ruhani sırları bilmek iddiasında olan dini fırkalar.

gnosticism

i. Hıristiyanlığın başlangıcında ruhani sırları ve yaradılışın sırrını bilmek iddiasında olan mezhep, gnostisizm. GNP kıs. gross national product.

gnu

i. öküz başlı kıvrık boynuzlu, yeleli ve uzun kuyruklu bir Güney Afrika antilopu. gnu, zool. Connochaetes.

go

i. gitme, gidiş; k.dili gayret, kuvvet, enerji; teşebbüs, hamle, sefer; başarı; k.dili anlaşma. All systems are go. Herşey tamam. Başlayabiliriz. Devam edebiliriz. He made a go of it. İşini başardı. It's no go, Olacak iş değil. gonogo gage standart dışı olanlan reddeden mekanizma. on the go hareket halinde, faal.

go

i. Japonya'da oynanan bir çeşit satranç.

goa

i. Goa.

goad

i., f. üvendire; f. üvendire ile dürtmek veya sürmek; teşvik etmek, dürtmek.

goal

i. gaye, hedef, maksat, nişan; spor gol; kale. goalie i., k.dili kaleci. goalkeeper i. kaleci. goal line gol çizgisi. goal posts spor kale direkleri.

goat

i. keçi, teke; astr. Oğlak burcu; argo şakaya hedef olan kimse; zampara. goatherd i. keçi çobanı. get one's goat argo bir kiınsenin sinirine dokunmak, kızdırmak. the sheep and the goats iyiler ve kötüler. striped goatfish barbunya, zool. Muslus barbatus. Syrian goat küpeli keçi. wild goat yaban keçisi,(zool).Coprahircus, goaty (s).keçi gibi,kaba, pis,goatishly (z) kaba bir şekilde, pis olarak goatishness (I), kabalık, pislik, zorbalık.

goatee

(i.) sivri sakal, keçi sakalı, yalnız çenede olan sakal .

goatsbeard

(i.) teke sakalı, (bot.) Tragopogon pratensis .

goatskin

(i.) keçi postu .

goatsucker

(i.) çobanaldatan, keçisağan, (zool.) Caprimulgus europaeus .

gob

(i.), (k.dili) parça, küme; (k.dili) Amerikan deniz eri; (çoğ.) büyük miktar, çok .

gobang

(i.) Japonya'da dama tahtasında oynanan bir oyun .

gobbet

(i.) et parçası .

gobble

(f.), (i.) hindi gibi sesler çıkarmak; (i.) hindi sesi. gobbler (i.) baba hindi .

gobble

(f.) çabuk çabuk yemek, yutmak; A.B.D., argo kapmak .

gobbledygook

(i.), (k.dili) karışık ve anlamsız yazı veya söz .

gobelin

(i.) goblen duvar halısı .

gobetween

(i.) aracı, arabulucu: simsar, tellâl .

gobi desert

Gobi Çölü .

goblet

(i.) kadeh .

goblin

(i.) gulyabani, cin .

gobo

(i.) mercek siperi .

goby

(i.) kayabalığı, Gobiidae familyasından bir balık. black goby kömürcün kayası, (zool.) Gobius niger fresh water goby dere kayası., (zool.) Gobius fluviatilis rock goby hortumkayası, (zool.) Gobius pa ganellus. yellow goby sazkayası.

goby

(i.), (k.dili) saygısızlık; görmezlikten gelme; kaçınma, çekimserlik. give someone the go-by tanımazlıktan gelmek, yüz vermemek .

gocart

(i.) oyuncak çocuk arabası; çocuğu yürümeye alıştırmak için kullanılan tekerlekli sandalye; çocuk arabası; hafif araba; (bak.) gokart .

god

(i.) ilâh, mabut; put, sanem; (b.h.) Allah, Tann, Cenabı Hak; ilah mertebesine çıkarılmış kimse veya şey; büyük kudret sahibi kimse. God forbid! Allah esirgesin! Allah korusun ! Maazallah ! God knows ! (k.dili) Vallahi ! God only knows ! Allah bilir ! God's acre kilise avlusundaki mezarlık. God save the King ! Yaşasın Kral ! God willing inşallah, Allah isterse. act of God (huk.) zorlayıcı sebep; yıldırım inmesi gibi gelen ve insan kudretini aşan afet. a feast for the gods şahane bir ziyafet. for God's sake Allah aşkına, Allah rızası için . Good God ! Aman Yarabbi ! serve God and Mammon hem Allaha hem paraya tapınmak. So help me God Allah yardımcım olsun (mahkemede yemin edilirken söylenir). Thank God ! Allaha şükür ! Maşallah ! would to God keşke. Ye gods ! Hay Allah !

godchild

(i.) vaftizi üzerine alınan çocuk, vaftiz evladı.

goddamn

ünlem, (s.) Kahrolsun! (s.) kahrolası .

goddess

(i.) mabude, ilahe, tanrıça; çok cazip kadın .

godfather

(i.) vaftiz babası, manevi baba .

godfearing

(s.) dindar .

godforsaken

(s.) Allah tarafından terkedilmiş; vicdansız; kahrolası .

godhead

(i.) Allah, mabut .

godhood

(i.) ilâhilik, tanrılık vasfı .

godless

(s.) Allahı tanımaz, Allahsız, dinsiz; günahkâr. godlessly (z.) Allahsızca. godlessness (i.) Allahsızlık, dinsizlik .

godlike

(s.) Allah gibi, Allah'a benzer, tanrısal; fevkalade iyi godlikeness (i.) tanrısal oluş; üstünlük, fevkalâdelik .

godly

(s.) Allah'a saygı duyan, dindar; ilâhi . godliness (i.) dindarlık .

godmother

(i.) vaftiz anası .

godown

(i.) (uzakdoğuda) ambar. godroon (bak.) gadroon .

godsend

(i.) beklenilmedik zamanda vaki olan iyi bir şey, tam vaktinde Allah'tan gelen yardım .

godspeed

ünlem Allah yardımcın olsun !

godwards

(s.) Allah'a doğru, Allah'a yönelmiş .

godwit

(i.), (zool.) Limosa familyasından çulluğa benzeyen bir kuş .

goer

(i.) giden kimse, gidici kimse .

goffer

(f.), (i.) kırma yapmak, kırmak, kıvırmak; (i.) kırma demiri veya kalıbı; kırma .

gogetter

(i.), ABD, (k.dili) becerikli kimse, açıkgöz kimse, her istediğini elde edebilen kimse .

goggle

(f.), (s.) şaşı bakmak; devirmek (gözlerini), belertmek; (s.) patlak (göz), dışarı fırlamış (göz). goggleeyed (s.) patlak gözlü.

goggles

(i.), (çoğ.) şoför veya pilotlara mahsus iri gözlük, tayyareci gözlüğü; renkli gözlük, güneş gözlüğü; sualtı gözlüğü.

going

(i.), (s.), (f.) gidiş, ayrılış; yolların durumu; (s.) mevcut olan; hareket eden; işleyen; (f.) gelecek zamanı belirten yardımcı fiil: I am going to do this. Bunu yapacağım. goings on (k.dili) olup bitenler, hal ve hareket (çoğu zaman fena anlamda). a going concern başarılı iş veya şirket. It's going on four o'clock Saat dörde geliyor. There is nothing going on. Hiç bir şey olduğu yok. set the clock going saati kurmak .

goitertre

(i.), (tıb.) guatr, guşa. goitered, goitrous (s.) guatrı olan, guatra ait .

gokart

(i.), A.B.D. ufak motorlu yarış arabası .

gold

(i.), (s.) altın; altın para; servet, zenginlik; altın rengi, sarı renk; yaldız, dore; (s.) altından yapılmış. gold amalgam civalı altın. gold basis altın esası; piyasanın altın fiyatlarına göre ayarlanışı. gold beater varakçı. gold beetle altın gibi parlayan bir böcek. gold brick argo üşenip işini yapmayan kimse; (k.dili) kıymetli görünen sahte şey. gold clause A.B.D. tahvil karşllığının vadesi gelince altın ile ödenmesi şartını koşan madde. gold digger altın arayıcısı; argo erkeklerden para sızdırmaya çalışan kadın, slang fındıkçı. gold dust altın tozu. gold fever altın madeni arama deliliği, altın humması. gold foil altın varak, ince altın. gold leaf çok ince altın varak. gold mine altın madeni; servet kaynağı. gold rush altına hücum. gold standard para değerinde altını esas tutma usulü, altın esası. gold star mother harpte şehit olan askerin annesi. gold thread kılaptan, sırma tel. gold washer yıkayarak altını kumdan ayıran kimse veya alet. a heart of gold altın kalp, saf ve temiz kalp. old gold kahveren- gine çalan mat sarı renk.

gold coast

Afrika'da Altın Kıyısı .

golden

(s.) altın, altından yapılmış; altın renginde; çok kıymetli, fevkalade; gönençli. Golden Age Yunan ve Roma ef- sanelerinde geçen, insanların barış ve mutluluk içinde yaşadıkları eski bir devir; altın (çağ.) golden eagle kaya kartalı; altın kartal. golden fleece altın pösteki, (bak.) Argonaut. Golden Gate San Francisco körfezinin ağzı. Golden Horn (İstanbul'daki) Haliç . golden mean ılımlılık, itidal, ifrata kaç- mayış. golden rule Herkese iyilik et kaidesi . golden wedding evliliğin ellinci yıldönümü. Silence is golden. Sükut altındır.

goldenrod

(i.) Compositae familyasmdan uzun saplı bir sarı çiçek .

goldfinch

(i.) saka kuşu, (zool.) Carduelis carduelis; karabaşlı iskete; bunlara benzer birkaç sarı kuş .

goldfish

(i.) havuz balığı, kırmızı balık, (zool.) Carassius auratus.

goldilocks

(i.) sarı bukleli saçları olan kimse; düğünçiceği, (bot.) Ranunculus .

goldsmith

(i.) kuyumcu .

golf

(i.), (f.) golf oyunu; (f.) golf oynamak. golf club golf değneği; golf kulübü. golfer (i.) golf oyuncusu.

golgotha

(i.) Golgota, Hazreti İsa'nın çarmıha gerildiği yer; (k.h.) cefa çekilen yer .

goliard

(i.) ortaçağda Avrupa'da oradan oraya gezerek Latin yergi şiir veya şarkıarı yazıp söyleyen öğrenciler,

goliath

(i.) Hazreti Davud' un öIdürdüğü dev gibi adam, Calut .

golly

ünlem, (k.dili) Allah Allah !

golosh

(bak.) galosh.

gombroon

(i.) İran isi beyaz porselen .

gomorrah

(bak.) Sodom .

gonad

(i.), (anat.) yumurtalık veya erbezi .

gondola

(i.) gondol; Kuzey Amerika'ya mahsus dibi düz bir mavna; yolcular için balona takılan vagon; (d.y.) üstü açık yük vagonu.

gondolier

(i.) gondolcu .

gone

(bak.) go; (s.) ayrılmış; kaybolmuş; yok olmuş, mahvolmuş; öImüş; geçmiş; sevdalanmış, aşık olmuş. far gone çok ilerlemiş, ileri safhada; öIümün eşiğinde, bir ayağı çukurda . a gone feeling bitkinlik, baygınlık .

goneness

(i.) baygınlık, bitkinlik .

goner

(i.), (k.dili) kurtulması imkânsız olan kimse veya şey .

gonfalon

(i.) yatay bir direkten aşağıya doğru asılan bir çeşit bayrak. gon falonier' (i.) bu bayrağı taşıyan adam; orta çağda İtalya'da yüksek bir rütbe .

gong

(i.) gong, tokmakla vurulunca ses çıkaran yassı bir madeni alet.

goniometer

(i.) açıları öIçmeye mahsus alet; mimar gönyesi, goniometre.

gonorrhea

(i.), (tıb.) belsoğukluğu .

goo

(i.), A.B.D., argo yapışkan madde; çamur .

goober

(i.), A.B.D. Amerikan fıstığı .

good

(s.) (better, best) (i.), ünlem iyi, âIâ, güzel, hoş; uygun, münasip, yerinde; faydalı; doğru; hayır sahibi, kerim, cömert; uslu, itaatli; dini bütün; muteber; şerefli; sağlam, mükemmel, dolgun; çok, büyük; hünerli; güvenilir; hayırlı; bozulmamış; sıhhatli; (i.) salâh, iyilik, doğruluk; iyi ve hayırlı şey; hayır; fayda; menfaat, yarar; the ile iyi insanlar; ünlem, bazen very ile pekalâ. good and (k.dili) tamamen, çok. good breeding terbiye. Good day Merhaba. Günaydın. Allaha ısmarladık. Güle Güle. Good evening iyi akşamlar. Akşam şerifler hayrolsun. Tünaydın. good fellow iyi adam, iyi çocuk, hoşsohbet kimse. good fellowship (i.) sohbet, arkadaşlık. good for -e yarar; muteber; dayanır. good for a lira bir lira değe- rinde. good for nothing hiç bir işe yaramaz. Good for you ! Aferin ! Good gracious ! Allah Allah ! Tuhaf şey !l Good heavens ! Aman yarabbi ! Allah Allah ! good humor hoş mizaç; şakacılık. good looking (s.) yakışıklı, güzel; cazip. Good morning Günaydın. Sabah şerifler hayrolsun. good natured (s.) iyi huylu, yumuşak huylu. Good night İyi geceler. Allah rahatlık versin. good offices yardım, vasıta olma, ara bul ma (özellikle diplomatik konularda). good old days geçmiş iyi günler. good sense makul düsünüş, aklıselim. good-tempered (s.) iyi huylu, yumuşak başlı. good works hayır işleri, hasenat, sevap. a good long time bir hayli uzun zaman. a sood turn iyilik etme. a good while bir hayli zaman. good and angry epey kızgın. as good as hemen hemen, neredeyse; gerçekten. as good as dead hemen hemen öImüş gibi . as good as gold gerçekten altın gibi . Be good enough to come .(ing.) Gelmek lütfunda bulunun. for good veya for good and all temelli olarak, daimi olarak. He will come to no good . 0 adam olmaz. hold good geçerli olmak; değerini korumak. How good of you ! (ing.) Bu ne lütuf ! Çok naziksiniz . I have a good mind to... aklıma koydum, tasarladım, yapacağım. in good spirits neşeli, keyfi yerinde. make good başarmak, muvaffak olmak, adam olmak, sağlamlaştırmak; (zararını) ödemek. to the good kârdır . What's the good of it? Neye yarar?

goodby , good-bye

ünlem, (s.), (i.) Allaha Ismarladık. Hoşça kal. Güle güle. Selametle; (s.), (i.) veda .

goodly

(s.) güzel, hoş görünüşlü; büyük. goodliness (i.) iyilik, iyi huyluluk .

goodness

(i.), ünlem iyilik, güzellik; erdem, mükemmellik; cömertlik, ne- zaket; fazilet; faydalı kısım; ünlem Allah! Goodness knows! Allah bilir! For good ness' sake! Allah aşkına ! Thank good ness! Allaha şükür! have the goodness to lütfen, nezaketen . I wish to goodness aman, keşke, Allah vere.

goods

(i.), (çoğ.) eşya, mal; kumaş; gayri menkul eşya; A.B.D., argo gerekli vasıflar. goods train (ing.) marşandiz, yük katarı. deliver the goods A.B.D., (k.dili) beklenilen bir şeyi muvaffakıyetle yapmak. get the goods on argo suç delillerini elde etmek, elinde suç delilleri olmak .

goodwill

(i.), good will iyi niyet, hüsnüniyet, hayırhahlık; neşe; (ikt.) bir ticaret yerinin itibar ve müşteri ilişkileri gibi manevi değerleri. good-will ambassador iyi niyet elçisi.

goody

(i.), (k.dili), (s.), ünlem şekerleme, bonbon; (s.) sahte sofu; ünlem, (ç.dili) ne iyi. goody-goody (i.) hanım evlâdı .

gooey

(s.), (k.dili) yapışkan.

goof

(i.), (f.), argo ahmak kimse; hata; (f.) hata yapmak. goof up argo bozmak; becerememek, altüst etmek. goof off argo işten kaçınmak, atlatmak, başından atmak.

goofy

(s.), argo ahmak akılsız, budala; saçma.

googol

(i.), (mat.) 10100, onun yüzüncü kuvveti.

googolplex

(i.), (mat.) (10 1o) 100.

gook

(i.), A.B.D., argo çamur, balçık, yapışkan pislik; A.B.D., (asağ.) Endonezyalı.

goon

(i.), argo bir şantajcının adamı olan katil, kundakçı; işverenin grevcilere karşı şiddet kullanan adamı; ahmak kimse .

goop

(i.), A.B.D., (k.dili) yapıştırıcı madde; kaba kimse.

goose

(f.), argo poposuna vurmak.

goose

(i.) (çoğ. gooses) terzi ütüsü.

goose

(çoğ. geese) (i.) kaz, (zool.) Anser; kaz eti; budala kimse, ahmak kimse. goose egg argo sıfır. goose flesh tüyleri diken diken olmuş deri. goose step kaz adımı; Alman askerinin yürüyüşü. cook one's goose işini bozmak. fox and geese kör- ebe oyunu; bunu taklit ederek dama tahtası üstünde oynanan birkaç çesit oyun. kill the goose that lays the golden egg altın yumurtlayan kazı kesmek, işini kendi eliyle bozmak. red-breasted goose kızıl kaz, (zool.) Branta ruficollis.

gooseberry

(i.) bektaşi üzümü, (bot.) Ribes grossularia.

goosefoot

(i.) kazayağı, (bot.) Chenopodium .

gooseherd

(i.) kaz çobanı .

gooseneck

(i.) kaz boynu şeklinde şey .

goosequill

(i.) kaz kanadı tüyü; tüy kalem.

gopher

(i.), (zool.) Kuzey Amerika'ya mahsus birkaç çeşit sincap.

gordian knot

(mit.) kördüğüm; Büyük İskender'in çözemeyip kılıcı ile kestiği düğüm. cut the Gordian knot bir müşkülü olağanüstü bir şekilde halletmek .

gore

(i.), (f.) kan, pıhtılaşmış kan; (f.) boynuzla yaralamak .

gore

(i.), (f.) peş, üç köşeli parça (kumaş); (f.) kumaşı bu şekilde kesmek; peş koymak .

gorge

(f.) oburcasına çok veya çabuk yemek yemek, atıştırmak.

gorge

(i.) koyak, vadi, iki dağ arasındaki geçit; oburcasına yutulan şey; su yolunu tıkayan birikinti; tiksinti.

gorgeous

(s.) muhteşem, harikulade, parlak, debdebeli, göz kamaştırıcı. gorgeously (z.) muhteşem bir şekilde.

gorget

(i.) boğaz zırhı; zırhlı yakalık; adi yakalık, kadın yakası; gerdanlık; (zool.) bazen kuş boğazında bulunan ayırt edici renkli benek; (tıb.) taş çıkarmaya mahsus cerrah aleti.

gorgon

(i.), (mit.) kendisine her bakanın taş kesildiği farzolunan yılan saş1ı üç kadından biri, Gorgon; (k.h.) çirkin ve korkunç kadın.

gorgonzolacheese

İtalya'ya mahsus bir çeşit peynir.

gorilla

(i.), (zool.) en büyük cins maymun, goril; argo bir gangsterin şiddet için kullandığı yardımcı; amansız hırsız.

gormand

(bak.) gourmand .

gormandize

(f.) oburca yemek yemek, pek çok yemek .

gorse

(i.), (ing.) katırtırnağına benzer bir bitki, (bot.) Ulex europaeus.

gory

(s.) kanlı. gorily (z.) kanlı olarak.

gosh

ünlem Hay Allah!

goshawk

(i.) atmaca, çakırdoğan, (zool.) Accipiter gentilis; doğu atmacası, (zool.) Accipiter nisus.

gosling

(i.) kaz palazı, kaz yavrusu.

gospel

(i.) incili şerif; dört incilden biri; iyi haber, müjde; doğru söz, hakikat; akide. gospel truth asıl hakikat.

gospodin

(i.), Ru. bay (ecnebiler için).

gosport

(i.) bükülebilen bir cins konusma borusu (pilotlar veya odalar arasında kullanılır) .

gossamer

(i.), (s.) havada uçan ince örümcek ağı; örümcek ağı gibi ince kumaş; (s.) ince, hafif .

gossip

(i.), (f.) dedikodu, gevezelik, boş laf; dedikoducu kimse; (f.) dedikodu etmek, gevezelik etmek. gossiper (i.) dedikoducu kimse. gossipy (z.) dedikodulu (haber).

gossipmonger

(i.) dedikoducu kimse .

got

(bakınız) get; sahip olma: "He has got a fine library. (Güzel bir kütüphanesi var.)" mecburiyet belirtme: "I've got to go. Gitmem lâzım."

goth

(i.) Got, Got kavminden biri; kaba adam, barbar kimse .

gothic

(s.), (i.) Got'lara ait, Gotik; kaba, vahşi; Gotik yazıya ait; (i.) Got dili, Gotça; (mim.) Gotik tarzı; (matb.) Gotik yazı. Gothicism (i.) Gotik mimarisi; kabalık, barbarlık. Gothicize (f.) Gotik tarza uydurmak .

gotten

(bak.) get. ill-gotten gains haram para, hak edilmemiş kazanç.

gouache

(i.) zamklı suluboya; zamklı boya ile yapılmış resim.

goudacheese

bir çeşit hafif sarı peynir.

gouge

(i.), (f.) oluk ağızlı marangoz veya heykeltıraş kalemi; böyle kalemle oyma veya oyulan yer; A.B.D., (k.dili) hile, oyun; (f.) böyle kalem ile işlemek; A.B.D., (k.dili) değerinden daha pahalıya satmak, aldatmak, slang tuzluya satmak. gouge out oyup çıkarmak (göz).

goulash

(i.) Macarların tas kebabı, gulaş .

gourd

(i.) sukabağı, (bot.) Cucurbita pepo; kantar kabağı; bunların kabuğundan yapılan kap veya maşrapa. bitter gourd hanzal, (bot.) Citrullus colocynthis dish cloth gourd lif, (bot.) Cucurbita luffa. snake gourd yılan kabağı, (bot.) Trichosanthes angunia .

gourmand

(i.) boğazına düşkün kimse; eski obur kimse.

gourmandise

(ing,), (bak.) gormandize.

gourmet

(i.) ağzının tadını bilen kimse.

gout

(i.), (tıb.) gut hastalığı; damla, katre. gouty (s.) gut hastalığına tutulmuş. goutily (z.) gut hastalığına tutulmuş olarak. goutiness (i.) gut hastalığına tutulma.

gov

(kıs.) governor, government.

govern

(f.) idare etmek, hükümet sürmek; terbiye etmek; hâkim olmak, elinde tutmak; çevirmek, kullanmak; yönetmek; gram almak, ile kullanılmak. governable (s.) idare olunabilir.

governance

(i.) yönetim, idare.

governess

(i.) mürebbiye, çocuğa evde ders veren kadın, öğretmen .

government

(i.) idari teşkilat, hükümet; yönetim, idare, hüküm; yönetme, hükümet sürme, idare etme; hükümet erkanı; memleket, devlet. government house (ing.) hükümet konağı. Government Issue A.B.D. devletin sağladığı levazım. government papers, government securities devlet tahvilatı. form a government kabine kurmak, governmental devlete ait, devlet ile ilgili

governor

(i.) idare eden kimse; vali; (b.h.), A.B.D. eyalet reisi; argo patron, baba; (mak.) düzengeç . governor's council bir eyaletin idare heyeti. governor general (i.), (ing.) genel vali, governorship idarecilik valilik

gown

(i.), (f.) kadın elbisesi, özellikle gecelik; robdosambr; avukat veya profesör cüppesi, resmi elbise, biniş; (f.) elbise giydirmek. town and gown şehir halkı ve üniversite cemiyeti.

gownsman

(i.) binişli kimse (avukat, hakim, profesör, hoca, papaz).

goy

(i.),(aşağ.) Musevi olmayan kimse (özellikle Museviler arasında kullanılır).

gr.

(kıs.) grain, grand, great, gross.

gr. wt.

(kıs.) gross weight brüt ağırlık.

grab

(f.) (-bed, -bing) (i.) kapmak, el atmak, zorla almak, gaspetmek; çabucak tutmak; (i.) kapış, kapma, gasp; el koyma; (mak.) eşya kaldırmaya mahsus tırnaklı alet. grab bag panayırda eşya piyangosu torbası. grab rope (den.) vardakavo, sandalcıların tutunması için geminin yanında asılı duran halat. grabber (i.) yağmacı kimse, her şeyi kapmak isteyen kimse, açgözlü kimse; vinç, çengel.

grabble

(f.) el yordamı ile aramak, yoklamak; yüzükoyun yere serilmek.

grace

(i.), (f.) zarafet, letafet, nezaket; inayet, Iütuf, merhamet, gufran, kerem; rahmet; fazilet; şükran duası (sofrada); mühlet, müsaade (borç için); (müz.) asıl melodiye ilave edilen ve ufak olarak yazılan notalar; (f.) süslemek, tezyin etmek; şeref vermek; Iütuf göstermek, inayet etmek; (müz.) fazla notalar ilâvesiyle süslemek. grace cup sofrada en son içilen içki ve kadehi. grace note (müz.) melodiye ilâve olunan fazla nota. Act of Grace genel af. have the grace to lütfetmek. His Grace ingiliz düklerine veya başpiskoposlarına verilen ünvan. (Bu ünvan evvelce kral ve kraliçeye de verilirdi.) in his good graces teveccühüne mazhar, birinin gözüne girmiş. state of grace Allahın inayetine mazhar olma. the Graces Yunan efsanelerinde üç güzel kız kardeş. three days' grace üç günlük müsaade. with bad grace nezaketsizce, isteksizligini belirten kabalıkla. year of grace milattan sonra (tarihten bahsedilirken kullanılır) .

graceful

(s.) zarif, latif, nazik. gracefully (z.) zarafetle, incelikle. gracefulness (i.) zarafet, incelik, nezaket.

graceless

(s.) nahoş, kötü; çapkın, hayasız. gracelessly (z.) zarafetten yoksun olarak; hayasızca. gracelessness (i.) zarafet yoksunluğu; hayâsızlık .

gracile

(s.) ince yapılı, zayıf.

gracious

(s.), ünlem cana yakın, şirin, hoşsohbet, mültefit; merhametli, kerim, rahim; ünlem Hayret! Good gracious! Allah Allah ! His most gracious Majesty Haşmetmeab Kral Hazretleri. graciously (z.) zarif olarak; sıcakkanlılıkla, cana yakınlıkla. graciousness (i.) zarif oluş; sıcakkanlılık, cana yakınlık.

grackle

(i.) sığırcık veya ona benzer kuş.

grad

(i.), A.B.D., (k.dili) mezun kimse.

gradate

(f.), (güz.) (san.) farkedilmez bir şekilde renk değiştirmek; derecelere ayırmak .

gradation

(i.) derece derece çıkma veya inme; sıralama; derece, merhale; (güz.) (san.) bir tondan diğer bir tona tedricen geçme; (müz.) perde değiştirme; (dilb.) sesli harfi tedricen değiştirme. gradational (s.) derece derece, tedrici.

grade

(i.), (f.) derece, mertebe, tabaka; cins; sınıf; meyil (yol); A.B.D. okul sınıfı; not (ders, imtihan); A.B.D. rütbe; f sınıflandırmak, tasnif etmek, derecelere ayırmak; tonları tanzim etmek; aynı seviyeye getirmek, tesviye etmek (yol); yolu kazıyarak düzeltmek; neslini ıslah etmek (at). Grade A birinci kalite. grade crossing hemzemin geçit. grade school ilkokul. at grade aynı seviyede. make the grade başarmak, muvaffak olmak. the grades A.B.D. ilkokul. up to grade istenilen nitelikte. graded (s.) tasnif edilmiş; dereceli; düzeltilmiş .

gradient

(i.), (s.) meyil, irtifa; yokuş; yükselme veya düşme; (fiz.) değişim öIçüsü; (s.) derece derece değişen; (zool.) yürüyebilen .

gradin , gradine

(i.) tedricen yükselen sıralar, basamak.

gradual

(s.), (i.) tedrici, derece derece; kademeli. gradualism (i.) siyasi veya toplumsal değişiklikerin tedrici olarak uygulanması prensibi. gradually (z.) derece derece, ted.ricen

graduate

(f.) diploma vermek; diploma almak, mezun olmak; derecelere ayırmak; derecelere aynlmak; tedricen değişmek.

graduate

(i.), (s.) mezun kimse, diplomalı kimse; dereceli sıvı öIçeği; (s.) mezunlara ait; dereceleri olan. graduate school üniversite mezunlannı öğrenci olarak kabul eden fakülte. graduate student ihtisas yapan öğrenci.

graduation

(i.) mezun olma, diploma alma, diploma dağıtımı, öIçü bardağı üstündeki derece işareti.

gradus

(i.) Latince veya Yunanca vezin sözlüğü.

graecism

(bak.) Grecism .

graf

(i.), (Alm.) Avrupa'da bir asalet ünvanı .

graffito

(i.), (ark.) abidelerde sonradan kazılmış resim veya yazı; duvara karalanan yazı .

graft

(i.), (f.), (bahç.) aşı; (tıb.) yaralı yere parça ekleme; (f.) aşılamak; aşılanmak .

graft

(i.), (f.), A.B.D. rüşvet; para yeme; yolsuzluk, suistimal; (f.) rüşvet almak, nüfuzunu kişisel yararına kullanmak. grafter (i.) menfaatçi kimse, rüşvet ile geçinen kimse .

grail

(i.) (gen. Holy Grail) son akşam yemeğinde Hazreti İsa'nın kullandığı farzolunan sahan veya kase .

grain

(i.), (f.) tane, habbe, tohum, zerre; hububat; eczacı tartısında 0,065 gram; doku, ağaç ve taşın damarı, bu damarların düzen lenişi; mizaç, huy; (f.) tanelemek; ağaç damarlarını taklit edercesine boyamak, mermer taklidi boyamak; deriyi işlemek; sepilemek; tanelenmek. grain alcohol hububat alkolü. grain elevator tahıl ambarı. grain leather tüylü yüzü işlenmiş deri. grain side derinin tüyleri çıkarılmış yüzü. a grain of common sense bir nebze anlayış. against the grain tabiatına zıt, hoşuna gitmeyen. close grained sık damarlı. coarse grained iri taneli, kaba damarlı. cut across the grain ağaç damarlarından kesmek. dye in grain iyice boyamak. fine grained ince taneli, ince da- marlı; aslında kibar olan. with a grain of salt ihtiyatla, şüphe ile. graining (i.) ağaç damarlarını veya mermeri taklit ederek bo yama .

grainy

(s.) kumlu, taneli, çekirdekli, damarlı.

grallatorial,grallatory

(s.) bataklık kuşlarına ait.

gram

(kıs.) grammar, grammatical.

gram

(ing.) gramme (i.) gram.

gram

(i.) Hindistan'a mahsus bir çeşit nohut; bir çeşit fasülye.

grama grass

Batı Amerika otlaklarında bulunan bir ot.

gramercy

ünlem, eski Eyvallah ! Sağol ! Çok teşekkür ! Allah Allah !

gramineous

(s.) ota benzer, ot gibi, ota ait. graminiv'orous (s.) ot yiyen, otla beslenen .

grammar

(i.) gramer, sarf, dilbilgisi; gram'er kitabı; gramer kurallarına göre hazırlanmış yazı veya konuşma. grammar school eskiden İngiltere'de üniversiteye talebe hazırlayan mektep; A.B.D. ilk ve orta okul derecesinde resmi okul. comparative grammar karşılaştırmalı dilbilgisi. general grammar bütün dillerin ortak kurallarından bahseden gramer, genel gramer.

grammarian

(i.) gramer uzmanı, dilbilgisi kitabı yazarı, gramerci.

grammatical

(s.) gramere ait, sarfi, dilbilgisi kurallarına uygun. gram - matically (z.) gramer bakımından, sarfça, gramer kurallarına uygun olarak .

gramophone

(i.), (İng.) gramofon, fonograf, pikap.

grampus

(i.) yunusbalığına benzer memeli bir hayvan.

granadilla

(i.) bir çeşit çarkıfelek çiçeğinin meyvası.

granary

(i.) tahıl ambarı; çok tahıl yetiştiren bölge.

grand

(s.), (i.) büyük, azim, ulu; baş, başIıca; muhteşem, debdebeli, saltanatlı; heybetli, muazzam; fevkalade, enfes; (i.), (müz.) kuyruklu piyano; A.B.D., argo bin dolar. grandaunt (i.) büyük teyze veya hala. Grand Canal Venedik'te en büyük kanal. grand daughter (i.) kız torun. grand duke grandük, eski Rusya'da çarın oğlu. grandfather, grandpa (i.) büyükbaba, dede. grandfather clock sarkaçlı büyük dolap saati. grand jury (huk.) soruşturma heyeti. grandmother, grandma (i.) anneanne, babaanne, nine. grandnephew (i.) yeğen oğlu. grandniece (i.) yeğen kızı. grand opera opera. grandparent (i.) büyük baba veya anne. grand piano kuyruklu piyano. grandsire (i.) büyük baba. grand slam iskambil bir elde hepsini kazanma. grandson (i.) erkek torun. grand stand (i.) tribün. grand total umumi yekün. grand tour görgü ve bilgilerini artırmak için eski zamanlarda genç İngiliz asilzadelerinin Fransa ve italya'nın belli başlı şehirlelerine yaptıkları uzun seyahat, büyük gezi. granduncle (i.) büyük amca. grand vizier sadrazam. in grand style gösterişli, tantanalı, son modaya göre. grandly (z.) muhteşem bir şekilde; gösterişli olarak. grand ness (i.) ihtişam, azamet, büyüklük; gösteriş.

grandee

(i.) yüksek rütbeli adam, ekâbir, itibarlı kimse; İspanyol veya Portekiz asılzadesi .

grandeur

(i.) kibarlık, büyüklük, azamet; ihtişam, güzellik.

grandiose

(s.) heybetli, muhteşem, yüksek; göz alıcı; tantanalı, debdebeli, gösterişli.

grange

(i.), A.B.D. çiftçi birliği; (İng.) binalarıyla birlikte çiftlik.

grangerize

(f.) içinden sayfaları keserek kitablı düzenini bozmak.

granicus

(i.) Biga'daki Kocabaş Irmağının tarihi ismi.

graniferous

(s.) tahıl veren.

graniform

(s.) habbe veya tohum şeklinde.

granite

(i.) granit, pek sert bir çeşit kaya. granite porphyry porfir ile karışık granit, graniteware (i.) emaye kaplar. granit' ic (s.) granit cinsinden; granite ait. granitoid (s.) granite benzer.

granivorous

(s.) tahıl ile beslenen.

granny

(i.) nineciğim; ihtiyar kadm; (k.dili) eski kafalı veya cahil yaşlı kadın. granny knot acemice yapılmış gevşek düğüm.

granolith

(i.) ezilmiş granit çimentosundan yapılmış bir çeşit döşeme taşı. granolith'ic (s.) bu döşeme taşına ait.

grant

(f.), (i.) ihsan etmek, bahşetmek, vermek; bağışlamak, ferağ etmek, terketmek; teslim etmek; tasdik etmek, kabul etmek, farzetmek; (i.) bağış, teberru; senetle bağışlanan mal veya arazi; (huk.) ferağ, terk, hibe. take for granted olmuş gibi kabul etmek; muhakkak reddetmek. take one for granted birinin kıymetini takdir etmeden onun yaptıklarını bir hak diye kabul etmek, istismar etmek. grantee (i.) kendisine birşey hibe edilen kimse.

granular

(s.) taneli, tane tane olan; (tıb.) tanecikli, içinde tanecikler bulunan.

granulate

(f.) tanelemek, kabartmak; tanelenmek. granulation (i.) tane tane olma, tanelenme.

granule

(i.) tanecik, habbe.

granulose

(i.) nişastanın şekere ,çevrilebilen kısmı.

grape

(i.) üzüm; asma; (ask.) eskiden toplara doldurulan demir parçaları, salkım, misket, peşrev; (çoğ.), (bayt.) atın ayağında olan bir hastalık. grape brandy üzüm rakısı. grape hya cinth salkımlı sümbül. grape leaf hopper asma yaprağını yiyen zararlı bir böcek. grape sugar üzümden alınan şeker, dekstroz. fox grape yabani üzüm, (bot.) Vitis labrusca. sour grapes koruk; ele geçirilemediğinden dolayı hor görülen şey. grapery (i.) üzüm yetiştirmeye mahsus yer. grapy (s.) üzüme ait, üzüme benzer.

grapefruit

(i.) greypfurt, greyfurt, kızmemesi, altıntop, (bot.) Citrus paradisi.

grapeshot

(i.), (ask.) salkım, peşrev denilen top mermisi, misket.

grapevine

(i.) asma; A.B.D. dedikodu yoluyla haber alma, kulaktan kulağa haber nakli. I heard by way of the grapevine. Ağızdan duydum .

graph

(i.), (mat.) grafik; rakamları eğrilerle ifade eden sistem; grafik kâğıdı üzerine çizilen eğri.

graphic, ical

(s.) resim veya yazıya ait; tam tasvir olunmuş, canlı; yazıya uygun; şekillere ait, şekli, çizgili. graphic arts (güz.) (san.) grafik sanatlar. graphically (z.) canlılıkla; resimle.

graphics

(i.) grafikle matematik ve mühendislik problemleri çözme metodu .

graphite

(i.) grafit.

grapnel

(i.), (den.) filika demiri, dört tırnaklı demir; borda kancası.

grapple

(i.), (f.), (den.) borda kancası, filika demiri; yakalayış, şiddetle sarılış; güreşte birbirine sanlma; gögüs göğüse savaşma; (f.) yakalamak, kavramak, sıkıca tutmak; kanca ile tutmak; filika demiri kullanmak; sarmak, kucaklamak; sarılmak, tutuşmak, uğraşmak . grappling iron kanca, borda kancası.

grasp

(f.), (i.) tutmak, yakalamak, kavramak; anlamak, idrak etmek, kavramak; (i.) yakalayış, tutma, kavrama; idrak, kavrama. grasp at yakalamayı denemek; istekle kabul etmek. grasp at a straw en ufak bir şeye ümit bağlamak, yılana sarılmak. grasp a nettle cesaretli davranmak. beyond one's grasp uzakta, elin erişemeyeceği yerde; kavranamaz, idrak edilemez .

grasping

(s.) haris, tamahkâr, aç gözlü.

grass

(i.), (f.) ot, çimen, çim, yeşillik; çayır, otlak; ot gibi herhangi bir bitki, argo haşiş; (f.) otlatmak, otlağa çıkarmak; otlamak; otla, kaplamak; (kumaşı ağartmak maksadıyle) otlar üzerine sermek; spor yere düşürmek. Bermuda grass domuz ayrığı, (bot.) Cynodon dactylon. black grass sıçankuyruğu, (bot.) Alopecurus agrestis corn panic grass, deccan grass tavşan otu, (bot.) Panicum colonum. couch grass ayrıkotuna benzer bir ot, (bot.) Poa palustris. meadow grass, rye grass karaçayır, (bot.) Lolium temulentum. scurvy grass kaşıkotu, (bot.) Cochlearia officinalis. grass snake üstü halkalı adi zehirsiz yılan. grass widow boşanmış veya kocasından ayrı yaşayan kadın; kocası yanında olmayan kadın. He doesn't let any grass grow under his feet. Ayağının altında ot bitmez. Boşuna vakit kaybetmez. Fırsatları kaçırmaz. grassiness (i.) otluk, yeşillik. grassy (s.) otlu, çimenli, yeşillikli .

grasshopper

(i.) çekirge; çekirge şeklinde balık yemi; A.B.D., argo bir çeşit küçük uçak, pırpır.

grassland

(i.) otlak .

grassplot

(i.) ufak çimenlik .

grassroots

(s.), (i.), A.B.D., (k.dili) halka yakın; esas; (i.) bilhassa taşra halkı veya seçmenleri.

grate

(f.) rendelemek; sürterek ses çıkarmak; on ile üzmek, sinirlendirmek; gıcırdatmak (diş); sürtünerek ses çıkarmak. gratingly (z.) gıcırtı ile; sinirlendirici bir şekilde.

grate

(i.) pencere kafesi, ızgara; ocak ızgarası; ocak; maden filizini ayırmaya mahsus kalbur.

grateful

(s.) minnettar, müteşekkir, değerbilir; hoş, güzel, makbul. gratefully (z.) minnetle, şükranla. gratefulness (i.) minnet, şükran borcu; minnettarlık.

grater

(i.) rende.

gratification

(i.) memnuniyet, zevk, haz; zevk veren şey.

gratify

(f.) memnun etmek, hoşnut etmek, tatmin etmek. gratifyingly (z.) hoşa gidecek surette, tatmin ederek.

grating

(i.) pencere kafesi; ızgara; (fiz.) güneş spektrumunun hatlarını ölçmeye mahsus şebeke.

gratis

(z.), (s.) bedava, parasız, caba.

gratitude

(i.) şükran, minnettarlık, kadir bilme.

gratuitous

(s.) bedava, parasız; sebepsiz, keyfi; asılsız. gratuitously (z.) ücretsiz olarak; gereksiz yere, belli bir sebep olmadan. gratuitousness (i.) bedava oluş; asılsız oluş.

gratuity

(i.) hediye, teberru, bağış; bahşiş .

gravamen

(i.), (huk.) kabahatin esasını teşkil eden şey .

grave

(f.) (graved, graven) oymak, hakketmek. graven image oyma put .

grave

(f.), (den.) kalafat etmek, geminin altını temizleyip zift sürmek. graving dock kalafat yeri .

grave

(s.) ciddi, ağır, vahim, tehlikeli; ağırbaşlı, vakarlı, temkinli .

grave

(s.), (i.), (müz.) ağır, yavaş; (i.) ağır ve yavaş parça.

grave

(i.) mezar, kabir. one foot in the grave bir ayağı çukurda. make one turn in his grave mezarında kemiklerini sızlatmak.

graveclothes

(i.) kefen .

gravedigger

(i.) mezarcı .

gravel

(i.), (f.) (ed, ing veya led, ling) çakıl; (tıb.) kum, kum hastalığı, idrar taşı; (f.) çakıl doşemek; şaşırtmak; (k.dili) kızdırmak. gravelly s. çahılı.

graven

(f.), (bak.) grave.

graver

(i.) hakkâk; hakkâk kalemi .

gravestone

(i.) mezar taşı .

graveyard

(i.) mezarlık, kabristan. graveyard shift gece vardiyası (fab- rikalarda).

gravid

(s.) hamile, gebe. gravid'ity (i.) gebelik.

gravitate

(f.) yerçekimi ile hareket etmek; çekilmek; çökelmek, çökmek. gravitative (s.) yerçekimi ile oluşan.

gravitation

(i.) yerçekimi gücü; cazibe kuvveti; çekilme. gravitational (s.) yerçekimiyle ilgili; cazibe kabilinden .

gravity

(i.), (fiz.) yerçekimi; cazibe, çekim; ağırlık; ciddiyet, vakar, temkin; önem, ehemmiyet; tehlike; (müz.) kalınlık, peslik. gravity cell içinde elektrik cereyanı hasıl olan cam veya porselen kap. gravity rail road yerçekimi gücüyle işleyen demir yolu. center of gravity ağırlık merkezi. Iaw of gravity yerçekimi kanunu. specific gravity özgül ağırlık.

gravure

(i.), (matb.) tifdruk, tifdurk.

gravy

(i.) et suyu, sos; açıktan para, kolayca kazanılan kar. gravy bowl sosluk. gravy train A.B.D., argo az emek karşılığı menfaat sağlayan mevki veya iş.

gray , grey

(s.), (i.), (f.) gri, kurşuni, kül rengi, boz; ağartılmamış (çamaşır); kır, ağarmış; eski, yaşlı; gri giysili; (i.) kurşuni renkte hayvan veya şey; (f.) ağartmak, ağarmak. gray matter (tıb.) gri madde, (k.dili) beyin, akıl. gray wolf bozkurt. grayness (i.) grilik, bozluk.

graybeard

(i.) ak sakallı adam.

grayhead

(i.) ak saçlı kimse .

grayhound

(i.) tazı.

grayling

(i.), (zool) kurşuni tatlı su balığı, dere kayası; bir kurşuni kelebek .

grayout

(i.) oksijen yetersizliğinden meydana gelen ve bilhassa pilotlarda gorülen geçici körlük.

graze

(f.) otlamak, otlatmak .

graze

(f.), (i.) sıyırıp geçmek, sıyırmak, sıyrılmak, sürtünüp berelenmek; (i.) sıyrık, bere.

grazier

(i.), (ing.) çoban.

grazinq

(i.) otlak.

grazioso

(z.), (müz.) Iatif olarak, letafetle.

grease

(f.) yağ sürmek, yağlamak. grease one's palm argo rüşvet vermek. grease the wheels para ile işini yürütmek.

grease

(i.) yağ içyağı, et yağı, kuyruk yağı; koyu makina yağı; yıkanmamış yapağı; (bayt.) atın topuğuna arız olan bir iltihap. grease box (mak.) yağ kutusu. grease monkey A.B.D., argo araba tamirhanesinde işçi, kalfa. grease paint tiyatro makyajda kullanılan yağlı boya .

greaser

(i.) gemide makina yağcısı.

greaser

(i.), A.B.D., argo, (aşağ.) Meksikalı; İspanyolca konuşan Amerikalı.

greasy

(s.) yağlı, yağlanmış. greasy spoon A.B.D., argo kalitesiz lokanta .

great

(s.), (z.), büyük, kocaman, iri, cüsseli, azametli; çok, sayıca çok, külliyetli; uzun, sürekli; fazla; önemli; yüksek, meşhur; asil; mahir, usta; fevkalade; (k.dili) mükemmel; (z.), (k.dili) çok iyi, yolunda. great with eski hamile. be great on (k.dili) doğru malumatı olmak; meraklı olmak. the great büyükler. greats (i.), (k.dili) gözde kimseler. Great Bear Büyük Ayı. Great Britain Büyük Britanya. great circle (coğr.) büyük daire. a great deal çok, pek çok. the Great Divide bir kıtayı bölen su hattı; büyük kriz; öIüm ile hayatm arasındaki hat. great friends iyi dostlar. great horned owl büyük bir baykuş, (zool.) Bubo virginianus. Great Lakes A.B.D. ile Kanada arasındaki göller topluluğu. great organ (müz.) büyük bir orgun en büyük ve pes sesli borular takımı. Great Plains A.B.D. ve Kanadanın Kayalık Dağları doğusundaki platoluk bölge. Great Scott! Allah Allah! great seal hükümetin, resmi mührü. great tit büyük baştankara, (zool.) Parus major. great toe ayak baş parmağı. a great walk er yürüyüş meraklısı. Great Wall of China Çin Seddi. great white heron büyük balıkçıl, (zool.) Ardea occidentalis; Egretta alba; Casmerodius albus. It would be great if ...olsa çok iyi olur. Iive to a great old age çok yaşlanmak. greatly (z.) çokça greatness (i.) büyüklük.

greatcoat

(i.) palto .

greatgrandfather

(i.) büyük dede.

greathearted

(s.) alicenap, yüksek ruhlu; cömert.

greave

(i.), (gen.) (çoğ.) baldır zırhı.

greaves

(i.), (çoğ.) donyağı tortusu .

grebe

(i.) bir dalgıç kuşu, küçük yumurta piçi, (zool.) Podiceps ruficollis. red necked grebe kırmızı boyunlu yumurta piçi, (zool.) Podiceps grisegena .

grecian

(s.), (i.) Yunanlı, Grek (kimse).

grecism

(i.) Yunanca terim; Grek sanat ve kültürünün üslup ve ruhu. Grecize (f.) Yunanlaştırmak.

grecoroman,graecoroman

(s.), Greko-Romen hususiyeti olan; (güz.) (san.) Yunan tesiri altında kalmış Roma sanatı; spor grekoromen .

greece

(i.) Yunanistan .

greed

(i.) hırs, tamah, açgözlülük. greedy (s.) tamahkar, hırslı; obur, açgözlü; haris, hasis; hevesli, arzulu. greedily (z.) hırsla, açgözlülükle. greediness (i.) hırs, açgözIülük, tamahkarlık .

greek

(i.), (s.) Yunanlı, Grek; Rum kilisesine mensup kimse, Rum; Yunan kültürünü seven kimse; Yunanca; anlaşılması güç söz; (s.) Yunanistan'a, Yunanlılara ve dillerine ait. Greek Church Ortodoks kilisesi. Greek cross dört kolu eşit haç, Ortodoks haçı. Greek fire Rum ateşi, Bizanslıların savaş gemilerine karşı kullandıkları ve ıslatılınca yanan bir çeşit kimyasal bileşim. I fear the Greeks bearing gifts. Kötü maksatla verilen hediyelerden korkarım. (bak. Trojan Horse). It's all Greek to me. Hiç anlayamıyorum. Greek Orthodox Church Rum Ortodoks kilisesi .

green

(s.), (i.) yeşil; yeşillikle kaplanmış, yeşermiş; taze, canlı; ham, pişkin olmayan; acemi, cahil, toy; yarışa girmemiş (at); kurutulmamış, tuzlanmamış; pişmemiş, çiğ; soluk, rengi atmış (korku, mide bulantısı veya kıskançlıktan); (i.) yeşil renk; spor yeşil forma giyen takım; çimen, çayır, yeşillik; golf oyununda hedef deliğinin etrafındaki düz çimen. greens (i.) yaprak sebze; süsleme için taze dal, yaprak. green bean yeşil fasulye. green cheese lor; adaçayı ile boyanmış peynir; kesilmiş sütten yapılmış peynir. green finch yeşil ispinoz, yelve, (zool.) Chloris chloris. green light trafikte yeşil ışık, (k.dili) izin, müsaade. green lumber yaş kereste. green manure toprağa gübre olsun diye yetiştirilen ekin; taze hayvan gübresi. green onion yeşil soğan. green pepper dolmalık yeşil biber. green soap bilhassa cilt hastalıklannda kullanılan yeşil sabun. green tea yeşil çay, buhar ile kurutulmuş çay. green thumb çiçekleri iyi yetiştirebilme kabiliyeti. reen vitriol demir sulfatı, zaç. the Green İrlanda'nın milli rengi olan yeşil. greenish (s.) yeşilimsi. greenness (i.) yeşillik.

greenback

(i.), A.B.D.'ne mahsus arkası yeşil banknot.

greenery

(i.) yeşillik, nebatat.

greeneyed

(s.) yeşil gözlü, kem gözlü.

greengage

(i.) frenk eriği, bardak eriği.

greengrocer

(i.), (ing.) sebzeci, manav.

greenhorn

(i.) acemi veya toy kimse.

greenhouse

(i.) Iimonluk, ser .

greening

(i.) golden'e benzer bir elma .

greenland

(i.) Gronland Adası.

greenroom

(i.) tiyatroda oyunculann dinlenme odası.

greensickness

(i.), (tıb.) genç kadınlarda kansızlıktan ileri gelen bir hastalık, kloroz .

greensward

(i.) çimen .

greenwich

(i.) İngiltere'de Greenwich şehri. Greenwich mean time, G.M.T. Greenwich meridyenine göre ayarlanan milletlerarası saat ayarı.

greet

(f.) selamlamak, selam vermek; karşılamak; selamlaşmak .

greeting

(i.) selam. greeting card tebrik kartı.

gregarious

(s.) toplu halde yaşayan veya gezen; topluluğu seven; (bot.) sürü halinde bulunan, salkım halinde yetişen; sürüye ait. gregariously (z.) toplu halde, topluca. gregariousness (i.) toplu halde bulunma veya yaşama.

gregorian

(s.), (i.) Papa Gregorius'a ait veya onun tarafından kurulan, Gregoryen; Ermeni Başpapazı Greguar'a ait Gregorian Calendar (bak.) calendar. Gregorian Chant 1. Papa Gregorius tarafından tertip edilen ibadete mahsus müzik sistemi. Gregorian year milâdi sene.

gremlin

(i.) uçaklarda arızaya sebep olduğu rivayet edilen ve hayal mahsulü ufak bir varlık, cin.

grenade

(i.) el kumbarası, el bombası; yangın söndürmeye mahsus ecza dolu cam kap.

grenadier

(i.) eskiden el bombası atan asker; (ing.) hususi bir alaya mahsus nefer; (zool.) Güney Afrika'ya mahsus bir çulha kuşu; uzun kuyruklu balıkgillerden biri, (zool.) Macrourus.

grenadine

(i.) ipek veya yünle ipek karışımından yapılmış çok ince kumaş; nar şurubu.

grendiloquence

(i.) tumturaklı söz. grandiloquent (s.) tumturaklı.

gressorial

(s.), (zool.) yürümeye elverişli (ayaklar).

grew

(bak.) grow.

grewsome

(bak.) gruesome.

grey

(bak.) gray.

greyhound

(i.) tazı.

grid

(i.) ızgara; (elek.) bataryada kullanılan delikli kurşun levha; (d.y.) ray şebekesi; kablo şebekesi; bir haritada kesişen yatay ve dikey hatlar sistemi; radyo valfta kontrol voltajı taşıyan ızgara.

griddle

(i.), (f.) alçak kenarlı bir çeşit demir tava; (f.) böyle tavada hamur işi pişirmek. griddle cake (i.) bir çeşit gözleme.

gride

(f.), (i.) kesmek, kazımak, gıcırdatarak kazımak, raspa etmek; gıcırdatarak geçmek; (i.) raspa sesi ile kesme.

gridiron

(i.) ızgara; ızgara şeklinde şey; Amerikan futbol sahası; (d.y.), ray şebekesi; sahne için ışık ve panoların asıldığı ızgara.

grief

(i.) keder, ıstırap, dert, elem, acı; felâket, bela; eser. come to grief felakete uğramak, belâsını bulmak. grief stricken (s.) çok kederli, meyus, bedbaht.

grievance

(i.) şikayete sebep olan hal, keder verici şey.

grieve

(f.) keder vermek, müteessir etmek, ıstırap vermek; kederlenmek, esef etmek; yas tutmak. grievingly (z.) kederlenerek, müteessir olarak.

grievous

(s.) keder verici, elem verici, üzücü, ıstırap veren acı veren; acıklı, elem ifade eden; ağır cezaya lâyık. grievously (z.) fena surette; acıklı. grievousness (i.) vahamet; acıklılık .

griffin

(i.) Hindistan'a yeni gelmiş Avrupalı.

griffin, griffon, gryphon

(i.) yarısı aslan ve yarısı kartal farzolunan ejderha .

griffon

(i.) kısa ve sert kıllı bir köpek; kızıl akbaba, (zool.) Gyps fulvus.

grifter

(i.), A.B.D., argo açıkgöz ve dolandırıcı adam.

grig

(i.) hayat dolu kimse; (zool.) çekirge.

grill

(i.) ızgara; ızgarada pişmiş et; ızgarada pişirme; ızgarada et ve balık pişiren lokanta; posta pullan üzerinde ızgara şeklinde yapılan kabarık noktalı delikler; demir çubuklardan yapılmış pencere kafesi .

grill

(f.) ızgarada pişirmek; fazla ısıtmak; A.B.D., (k.dili) sorguya çekmek, sıkıştırmak, ahret suali sormak .

grillage

(i.), (mim.) temel ızgarası .

grilling

(i.) ızgara; sorguya çekme, sıkıştırma, ahret suali sorma.

grillroom

(i.) Iokanta .

grilse

(i.) denizden nehre ilk defa dönen som balığı.

grim

(s.) (mer, mest) vahşi, gaddar, merhametsiz, zalim; çirkin, suratsız; ümitsiz; korkunç, kerih; boyun eğmez, yavuz, çetin. grimly (z.) zulüm altında bütün kuvvetiyle çaIışarak; gaddarca, vahşiyane. grimness (i.) gaddarlık, zulüm.

grimace

(i.), (f.) surat buruşturma; (f.) surat buruşturmak, yüz ekşitmek.

grimalkin

(i.) yaşlanmış dişi kedi; cadı karı.

grime

(i.), (f.) kir, deriye yapışmış kir; (f.) kirletmek, karartmak. grimy (s.) kirli, pis, bulaşık. griminess (i.) pislik, kirli oluş.

grin

(f.) (ned, ning) (i.) sırıtmak, dişlerini göstererek gülmek; acı veya öfke ile dişlerini sıkmak; (i.) sırıtma sırıtış. Grin and bear it. Sabırla tahammül et.

grind

(f.) (ground) (i.) öğütmek, çekmek, ezmek; bilemek; sürterek parlatmak; gıcırdatmak; döndürmek, sapından tutup çevirmek; cefa etmek, eziyet vermek, sıkıştırmak; değirmen işletmek; gıcırdamak; (k.dili) sıkı ders çalışmak, slang hafızlamak, ineklemek; A.B.D., argo göbek atmak; (i.) öğütme, ezme; sıkıcı ve bitmek tükenmek bilmeyen iş; (k.dili) imtihan için sıkı çalışma, çok çalışan talebe, slang hafız, inek.

grinder

(i.) ögüten kimse veya makina, öğütücü; bileyici; azı dişi; diş; içinde et, peynir, domates ve turşu olan büyük sandviç.

grindery

(i.), (ing.) saraç alet ve malzemesi; bileyici dükkânı.

grindstone

(i.) bileği taşı. keep one's nose to the grindstone durmadan çalışmak, didinmek .

gringo

(i.), (İsp.), (asağ.) ana lisanı İngilizce olan yabancı.

grip

(i.) grip hastalığı .

grip

(i.), (f.) (ped, ping) sıkı tutma; kavrama; el sıkma; pençe, el; tutak, bir şeyin tutacak yeri; A.B.D. el çantası; (f.) sıkı tutmak, yakalamak, kavramak: etkilemek, tesir etmek, hâkim olmak; manasını anlamak; dikkatini çekmek. gripsack (i.), A.B.D. yolcu çantası. come to grips with ile uğraşmak.

gripe

(f.), (i.), A.B.D., (k.dili) sıkıntı vermek, cefa etmek, kızdırmak: sancı vermek (kann); sancılanmak; A.B.D., argo sızlanmak, şikâyet etmek; (i.), A.B.D., (k.dili) şikâyet, sıkıntı; (gen.), (çoğ.) karın ağrısı.

grippe

(i.) grip hastalığı.

gripper

(i.) çıtçıt.

grisaille

(i.) kurşuni renkte tezyini resim usulü (bilhassa cam üzerine).

griseous

(s.) maviye çalan kurşuni renkte, boz, kır.

grisette

(i.) şık ve şuh Fransız işçi kız.

grisly

(s.) korkunç, dehşet verici, tüyler ürpertici. grisliness (i.) dehşet, korkunç oluş .

grist

(i.) bir defada öğütülecek zahire; öğütülmüş zahire. All's grist that comes to the mill. Ele geçen her şeyden istifade edilir. gristmill (i.) buğday değirmeni.

gristle

(i.) kıkırdak. gristly (s.) kıkırdaktan ibaret.

grit

(i.), (f.) (ted, ting) iri taneli kum; kumtaşı; kefeki taşı, öğütme hassası olan taş; metanet, cesaret, yiğitlik; (f.) gıcırdatmak, diş gıcırdatmak .

grits

(i.), (çoğ.) kabuğu soyulmuş ve iri çekilmiş hububat; mısır dövmesi.

gritty

(s.) içine kum taneleri karışmış olan, kumlu; cesur, yiğit. grittiness (i.) kumlu oluş; cesaret, yiğitlik.

grizzle

(i.), (s.) kır saç; kır peruka; (s.) kurşuni, gri.

grizzle

(f.) bozlaştırmak, bozlaşmak.

grizzle

(f.), (ing.), (k.dili) üzülmek, sinirlenmek; şikâyet etmek.

grizzly

(s.) kurşuni, gri, (boz.) grizzly bear Kuzey Amerika'ya mahsus çok vahşi ve kuvvetli boz ayı, (zool.) Ursus horribilis.

groan

(f.), (i.) inlemek, ah etmek, figan etmek, inleyecek derecede ıstırap çekmek; yük altında olmak; hasret çekmek; (i.) inilti, figan. groaningly (z.) inleyerek .

groat

(i.) İngilizlerin dört penilik eski bir gümüş parası.

groats

(i.) dövülmüs kabuksuz buğday veya yulaf.

grocer

(i.) bakkal.

grocery

(i.), A.B.D. bakkal dükkanı; (çoğ.) bakkaliye, bakkalın sattığı eşya .

grog

(i.) rakı veya rom ile sudan ibaret içki; alkollü içki. grogshop (i.) meyhane .

groggy

(s.) sersemlemiş, sarhoş, ayyaş .

grogram

(i.) ipek ve keçi kılından yapılmış kaba kumaş, grogren.

groin

(i.), (anat.) kasık; (mim.) iki kemerin birleştiği kenar.

grommet , grummet

(i.) iliğin madeni kenarı; (den.) ipten yapılan simit halkası, çevirme kasa.

gromwell

(i.) hodançiçeği, (bot.) Lithospermum.

groom

(i.), (f.) seyis, uşak; güvey; İngiliz sarayının hademelerinden biri; (f.) tımar etmek; çeki düzen vermek; giyinip kuşanmak, kendine itina etmek; özel eğitim vererek siyasi memuriyete hazırlamak.

groomsman

(i.) sağdıç, düğünde güveye refakat eden erkek.

groove

(i.), (f.) oluk, yiv, saban izi; alışkanlık, itiyat, âdet; (f.) oluk açmak; argo bir şeye kendini vermek, dalmak. in the groove A.B.D., argo mükemmel bir durumda. groovy (s.), argo son modaya uygun, mükemmel .

grope

(f.) el yordamı ile yürümek veya aramak; körü körüne araştırmak. gropingly (z.) el yordamı ile .

grosbeak

(i.), (zool.) ispinoz familyasından iri gagalı bir kuş. scarlet grosbeak karmen renkli şakrakkuşu, (zool.) Corpodacus erythrinus.

groschen

(i.) Avusturya şilinginin yüzde biri; 10 fenik karşılığı Alman parası; Almanların eski ufak gümüş parası.

grosgrain

(i.) grogren, gron, bir cins kumaş .

gross

(i.) on iki düzine, yüz kırk dört adet; brüt; küme, hepsi, bütünü. in gross toptan, bütünüyle. by the gross pakette yüz kırk dört tane olarak.

gross

(s.) iri, kalın, kaba, büyük; toptan, tamam; yontulmamış; çirkin, kötü, şeni, iğrenç; tiksindirici. gross national product (ikt.) brüt milli hasıla (kıs. GNP). gross negligence büyük gaflet. gross weight darası çıkarılmamış ağırlık, brüt ağırlık, gayri safi ağırlık. grossly (z.) fena halde. grossness (i.) kabalık.

grotesque

(s.), (i.) acayip, garip; kaba; (i.) soytarı. grotesquely (z.) acayip şekilde. grotesqueness (i.) acayiplik.

grotto

(i.) mağara; suni yeraltı odası .

grouch

(f.), (i.), A.B.D., (k.dili) mırıldanmak, homurdanmak, söylenmek; (i.), A.B.D., (k.dili) hiç bir şeyden memnun olmayan kimse, şikayetçi kimse, homurdanan kimse; suratsız Iık, homurdanma, söylenme, vızıltı; şikâyet. grouchy (s.), A.B.D., (k.dili) suratsız, asık çehreli.

ground

(s.), (bak.) grind. ground glass buzlu cam; cam tozu.

ground

(i.) yeryüzü; yer, zemin; toprak; meydan, saha, arsa; mesafe, yer; denizin dibi, dip; mebde, prensip; kabartma iş yapılacak düz satıh; maden levha üstüne sürülen ve işlenmeyecek kısımları muhafaza eden yapışkan terkip; (elek.) toprak. ground ball beysbol yere sürtünerek giden top. ground bass (müz.) en kalın sesle tekrarlanan melodi. ground cover toprağa yakın yetişen kalın bitki örtüsü. ground crew hava meydanı tayfası. ground floor zemin katı. ground hog Amerikada bir çeşit dağ sıçanı. ground hog day 2 şubat. ground ice suyun dibinde meydana gelen buz. ground ivy yer sarmaşığı. ground line resimde alt çizgi, ön çizgi. ground pine kurdayağı, (bot.) Lycopodium; kurtluca, meşecik, (bot.) Ajuga chamaepitys. qround plan bir binanın zemin planı. around plate toprak levhası. ground rent arsa kirası. ground speed (hav.) yer sürati. ground swell soluğan. ground water yeraltı suyu. ground wire (elek.) toprak teli. ground zero bombanın patladığı yer. above ground yeryüzünde; meydanda. break ground tarla sürmek; yeni bina için yere ilk kazmayı vurmak, temel atmak; işe başlamak. cover ground yol almak; konuya değinmek. cut the ground out from under one's feet (colloq.) ayağını kaydırmak, delillerini çürütmek. down to the ground her hususta, tamamen. from the ground up temelinden, tamamen. gain ground ilerlemek; iyileşmek; mesafe katetmek. get in on the ground floor A.B.D., (k.dili) temelden katılmak, bir işe yeni başlandığında katılmak. give ground ricat etmek, çekilmek. hold one's ground, stand one's ground durumunu devam ettirmek, ayak diremek. into the ground gereğinden fazla, dayanılmayacak kadar. Iose ground gerilemek, fenalaşmak rağbetten düşmek. off the ground harekette. on good grounds iyi sebeplere dayanan. on one's home ground kendi bilgi alanında. on the grounds of sebebiyle, -e dayanarak. rising ground yokuş, bayır.

ground

(f.) temel üzerine kurmak, esaslı bir şekilde yapmak; esaslı şekilde öğretmek; resme zemin boyası vurmak; yere oturtmak, karaya oturtmak (gemi); (elek.) toprağa bağlamak; temeli olmak; yere konmak; (hav.) pilotun uçmasma izin vermemek. ground arms silahı yere dayamak.

groundage

(i.), (den.) bazı limanlarda demirleme için verilen harç.

grounder

(i.) yere vurulunca zıplayan top.

groundless

(s.) esassız, asılsız, temelsiz groundlessly (z.) asılsız ve temelsiz olarak .

groundling

(i.) toprağa yakın yaşayan bitki veya hayvan; deniz dibinde yaşayan balık; basit zevkleri olan kimse; eski tiyatroda ayakta duran seyirci .

groundnut

(i.) kökü yenen bir bitki; (Ing.) yerfıstığı, Amerikan fıstığı.

grounds

(i.), (çoğ.) özel arazi mülk; oyun sahası, stadyum; saha; sebep, bahane. coffee grounds telve.

groundsel

(i.), (bot.) kanarya otu.

groundsill

(i.) tabanlık kereste.

groundwork

(i.) temel, esas .

group

(i.), (f.) grup, küme, öbek; heyet, topluluk; (kim.) benzer nitelikli öğeler grubu; (jeol.) aynı zamanda teşekkü1 ettiği farzolunan kaya tabakaları; (biyol.) birbiri ile benzerlikleri olan hayvan veya bitki sınıfı; (f.) gruplara ayırmak, yan yana koymak; bir araya gelmek, gruplaşmak. group insurance grup sigortası, toplu sigorta.

grouper

(i.) hani balığı .

grouse

(i.) (çoğ. grouse) tavuğa benzer bir av kuşu, orman tavuğu, (zool.) Lyrurus. hazel grouse dağ tavuğu, (zool.) Tetrastes bonasia. sand grouse kaya kuşu, (zool.) Pterocles arenarius Pallas's sand grouse bağırtlak, (zool.) Syrrhaptes paradoxus.

grouse

(f.), (i.), (k.dili) homurdanmak, söylenmek, sızlanmak, Sikayet etmek; (i.) Sikayet.

grout

(i.), (f.) duvarcı sıvası, sulu harç; bulgur lapası; (çoğ.) tortu, telve; (f.) tuğla veya taş aralarına sulu harç doldurmak.

grove

(i.) koru, ağaçlık.

grovel

(f.) (led, ling veya ed, ing) yerde sürünmek; kendini alçaltmak, yaltaklanmak. groveler (i.) zelil kimse, alçalmış kimse.

grow

(f.) (grew, grown) büyümek, gelişmek, inkişaf etmek, serpilmek; çoğalmak, artmak, ilerlemek, olmak; hâsıl olmak, çıkmak; büyütmek, yetiştirmek, meydana getirmek; hası1 etmek. grow on one gittikçe daha çok beğenilmek, bir kimseyi kendine ısındırmak. grow out of hâsıl olmak, çıkmak. He grew out of his shoes büyüdüğünden dolayı ayakkabıları küçüldü. grow together yaklaşmak, birleşmek; beraber büyümek grow up büyümek, olgunlaşmak. growing pains büyüme devresinde çocukların kol ve bacaklarında hâsıl olan ağrılar; bir işin başlangıcındaki zorluklar .

grower

(i.) yetiştirici, üretici .

growl

(f.), (i.) hırlamak, homurdanmak; gurlamak, guruldamak; (i.) homurtu, homurdanma, hırlama .

growler

(i.) homurdanan kimse; A.B.D., argo bira kabı; Kanada'da kücük buzul .

grown

(bak.) grow; (s.) yetişmiş, yetişkin, büyümüş grownup (s.) büyümüş. grownup (i.) yetişkin kimse. grownups (i.) yetişkinler .

growth

(i.) büyüme, gelişme, inkişaf, yetişme; artma; mahsul; kaynak; (tıb.) marazi teşekkük. growth stock bir firmanın kâra geçeceği düşüncesiyle satın alınan hisse senedi.

grub

(i.) tırtıl, sürfe, kurt; bıkıp usanmadan çalışan kimse; argo yiyecek. grubby (s.) kirli, pis, düzensiz; kurtlu.

grub

(f.) (bed, bing) toprağı kazmak, eşelemek; adi işlerle uğraşmak; monoton bir işte calışmak; argo yemek yemek, yedirmek; yeri kazıp ağaç köklerini çıkarmak; kökünden sökmek; sürfesini çıkarmak .

grub street

Londra'da eskiden fakir yazarların oturduğu semt; piyasa yazarları. grubstreet (s.) piyasa yazarlarına ait.

grubstake

(i.), (f.), A.B.D., (k.dili) bir maden arayıcısına maden ocağını bulmak için ödünç verilen ve karşılığı ileride fazlasıyla geri alınacak para; (k.dili) yeni bir teşebbüse yapılan yardım; (f.) böyle bir yardımda bulunmak.

grudge

(f.), (i.) isteksizce vermek, istememek, çok görmek; kıskanmak; diş bilemek; (i.) kin, haset, diş bileme. to carry (bear, have) a grudge (against) kin beslemek. grudgingly (z.) istemeyerek, kıyamayarak .

gruel

(i.) yavan un çorbası, sulu yulaf lapası.

gruelling

(s.), (i.) çok yorucu, bitap düşürücü; (i.) çok yorucu şey, işkence.

gruesome , grewsome

(s.) korkunç, dehşetli, iğrenç. gruesomely (z.) dehşetle, korkunç, bir şekilde. gruesomeness (i.) dehşet, korkunçluk,

gruff

(s.) ters, sert, huysuz; boğuk, boğuk sesli. gruffly (z.) terslikle; boğuk bir sesle. gruffness (i.) sertlik, terslik, huysuzluk.

grumble

(f.), (i.) söylenmek, şikâyet etmek; (i.) homurdanma, halinden şikâyet.

grummet

(bak.) grommet .

grumps

(i.), (k.dili) asık yüzlülük, suratsızlık.

grumpy

(s.) aksiligi tutmuş, hırçınlığı üstünde.

grundy,mrs.

fazla iffet taslayan kimseler.

grunt

(f.), (i.) homurdanmak, domuz gibi hırıldamak; (i.) homurtu, hırıltı; hırıltı çıkaran bir balık.

grunter

(i.) homurdayan sey; domuz; hırıltı gibi ses çıkaran bir balık.

gruyerecheese

gravyer peyniri.

gstring

(i.) striptiz artistlerinin mahrem yerlerini örtmek için taktıkları bant; (müz.) sol notası teli.

guaco

(i.) tropikal Amerika'da yetişen ve yılan sokmasına karşı kullanılan bir ot; zeravent, (bot.) Aristolochia .

guanaco

(i.) Güney Amerika'ya mahsus deve cinsinden ve lamadan iri bir hayvan.

guano

(i.) guano .

guarantee

(i.), (f.) kefil; kefalet, teminat; garanti; (f.) garanti etmek, kefil olmak; başkasının sorumluluğunu üzerine almak .

guarantor

(i.) kefil, garanti eden kimse veya firma.

guaranty

(i.), (f.) garanti, kefalet; (f.) garanti etmek.

guard

(f.) korumak, muhafaza etmek, himaye etmek; gözaltına almak, nezaret altında bulundurmak; nöbet tutmak, bekle mek; dikkat etmek, uyanık bulunmak. guard against önceden tedbir almak.

guard

(i.) muhafız, nöbetçi; muhafız alayı; muhafaza, himaye, koruma, müdafaa; nöbetçilik, muhafızlık; kendini korumak için alınan pozisyon; trende memur; herhangi bir şeyi muhafaza eden alet. advance guard ileri karakol. mount guard nöbet tutmak. off guard hazırlıksız. on guard nöbette. On guard ! Dikkat ! Hazır ol ! rear guard artçı, dümdar. relieve the guard nöbetçi değiştirmek.

guarded

(s.) uyanık, tetikte; korunan, muhafazalı; ihtiyatlı, tedbirli. guardedly (z.) ihtiyatla. guardedness (i.) tedbirlilik.

guardhouse

(i.) askeri karakol.

guardian

(i.) koruyucu, muhafız, gardiyan; vasi, veli. guardian angel koruyucu melek .

guardianship

(i.) vasilik, muhafızlık, velilik.

guardrail

(i.) parmaklık, korkuluk; siper demiri; (den.) puntel.

guardroom

(i.) bekçi odası .

guatemala

(i.) Guatemala .

guava

(i.) Amerika'nın sıcak taraflarında yetişen guava ağacı; bu ağacın armut şeklinde yenebilen meyvası.

gubernatorial

(s.) valiye ait .

guck

(i.), A.B.D., argo çamur; karışıklık.

gudgeon

(i.), (zool.) yem için kullanılan ufak tatlı su balığı; eski çabuk aldanan kimse; (mak.) mil, mihver, pin; menteşe kovanı; çengel, kanca; dümen dişi iğneciği .

guelderrose

(i.) kartopu çiçeği, (bot.) Viburnum opulus Chinese guelder rose ortanca, (bor.) Hydrangea hortensia.

guelf , guelph

(i.) eski bir Alman hanedanına mensup bir kimse; ortaçağda İtalya'da Mukaddes Roma İmparatorluğu aleyhtarı ve Papaya taraftar milli istiklal partisi azası, Gelf.

guerdon

(i.), (f.), şiir mukâfat; bahşiş; (f.) mükâfat vermek .

guernsey

(i.) Anglo Norman adalarından biri; bu adada yetiştirilen ve bol süt veren bir çeşit inek; (k.h.) örme kalın yün yelek veya ceket ,

guerrilla

(i.), (s.) çeteci, gerillacı; (s.) gerilla örgütü ile ilgili. guerilla warfare çete harbi, gerilla savaşı.

guess

(f.), (i.) tahmin etmek; keşfetmek, zannetmek, farzetmek; (i.) tahmin, zan, keşfetme. I guess so. Galiba.

guesswork

(i.) tahmin.

guest

(i.) misafir, konuk, davetli; otel veya pansiyon müşterisi; (biyol.) asalak bitki veya hayvan. guest night davet gecesi, bir kulüp veya programa misafirlerin kabul edildiği gece. guest room misafir yatak odası. guest rope (den.) tonoz halatı, vardakavo, yedek halatı. paying guest aile pansiyoneri.

guff

(i.), argo laf, boş söz.

guffaw

(i.), (f.) kaba gülüş, kahkaha; (f.) kahkaha ile gülmek .

guiana

(i.) Güney Amerika'da Guyana bölgesi.

guidance

(i.) yol gösterme, delâlet, rehberlik; işaret; idare; kılavuz; A.B.D. eğitim sırasında çocuğa ve ailesine öğüt verme ve yol gösterme.

guide

(f.), (i.) yol göstermek; kılavuzluk etmek, delâlet etmek; idare etmek; işaret etmek; yetiştirmek; (i.) rehber, kılavuz, yol gösteren kimse; yönetmelik, talimatname; (mak.) yatak, kızak, ray; sevk kanalı, oluk; (gayd.) guided missile (ask.) güdümlü roket. guide rail (d.y.) kılavuz ray, sevk yatağı. guide rope balondan sarkıtılan idare halatlarından biri; (den.) yük kaldıran halatı yan tarafa çekmek için kullanılan diğer bir ip, açavele.

guidebook

(i.) rehber, rehber kitabı .

guideline

(i.) okuyucuya yardımcı olmak için kitap sayfasının üstüne yazılan yazı; standart tespit eden kural veya prensip, tüzük.

guidepost

(i.) yol işareti, yol gösteren direk.

guidon

(i.) tabur sancağı.

guild , gild

(i.) esnaf birliği, lonca; hayır kurumu .

guilder

(bak.) gulden.

guildhall

(i.), (ing.) esnaf birliği merkez binası; (b.h.) Londra belediye dairesi .

guile

(i.) aldatıcılık, kurnazlık aldatma eğilimi. guileful (s.) hileci, hain. guilefully (z.) hile ile. guilefulness (i.) hilecilik. guileless (s.) saf, riyasız, samimi.

guillemot

(i.) kuzey denizlerine mahsus karabatağa benzer bir deniz kuşu.

guilloche

(i.) girift nakış, meneviş; (mim.) sarılı veya bükülü iki üç telden ibaret pervaz .

guillotine

(i.), (f.) giyotin; kağıt bıçağı; (tıb.) bademcik makası; (ing.) (pol.) muzakere tahdidi; (f.) giyotin ile idam etmek .

guilt

(i.) suç, mücrimlik; cürüm mesuliyeti; günahkârlık; günahkârlık duygusu. guilt by association bir kimsenin meşru hareketlerini veya tanıdıklarını şüpheli sayarak gizli suçları olduğunu tahmin etme. guiltless (s.), not guilty masum, suçsuz .

guilty

(s.) suçlu, kabahatli, mücrim, günahkâr. verdict of guilty jürinin verdiği mahkumiyet kararı. guiltily (z.) suçlu olarak, günahkârlıkla. guiltiness (i.) suçluluk, günahkârlık.

guimpe

(i.) jilenin altına giyilen kısa bulüz .

guinea

(i.), (b.h.) Gine; İngilizlerin yirmi bir şilin kıymetindeki eski altın parası; yirmi bir şilin; Afrika tavuğu, beç tavuğu. Guinea corn bir çeşit darı. guinea fowl, guinea hen Afrika tavuğu, beç tavuğu. Guinea pepper bir çeşit kırmızı acı biber. guinea pig kobay, (zool.) Cavia cobaya; üzerinde deney yapılan insan .

guinevere

(i.) Ingiliz kralı Arthur'un sadakatsız karısı.

guise

(i.) dış görünüş; gösteriş; hileli görünüş, aldatıcı görunüş; kisve.

guitar

(i.), (müz.). gitar. guitarist (i.) gitarcı, gitarist, gitar çalan kimse. guitarfish (i.) vatoz gibi bir balık, (zool.) Rhinobatus.

gular

(s.) boğaza ait.

gulch

(i.), ABD küçük ve derin dere.

gulden

(i.) Hollanda para birimi.

gules

(i.), (hane.) armalarda kırmızı renk .

gulf

(i.), (f.) körfez; uçurum; (f.) yutmak. Gulf Stream Gulf Stream akıntısı.

gull

(f.), (i.), eski aldatmak, dolandırmak; (i.) ahmak ve kolay aldanır kimse, saf kimse; hile, oyun.

gull

(i.) martı. blackheaded gull, laugh ing gull kara baş martı, (zool.) Larus atri cilla. herring gull büyük martı, (zool.) Larus argentatus Iittle gull cüce martı, (zool.) Larus minutus .

gullet

(i.) boğaz, gırtlak; gırtlağa benzer su geçidi.

gullible

(s.) kolay aldanır, ahmak, saf. gullibil'ity (i.) kolay aldanma, ahmaklık, saflık .

gully

(i.), (f.) sel ve yağmur suyu ile açılmış dere; (f.) aşınma ile çukur açmak veya açılmak .

gulp

(i.) tutuvermek; boğazında düğümlenmek (hıçkırık); (i.) yutma, yudum. gulp down yutuvermek .

gum

(f.) (med, ming~) zamk sürmek; zamklamak; zamk akıtmak; yapışmak. gum up pislikle dolup çalışmaz hale gelmek veya getirmek; argo işi bozmak.

gum

(i.), (gen.) (çog.) dişeti. gumboil (i.) diş eti iltihabı .

gum

(i.) zamk; sakız; sakız agacı; çiklet; lastik. gum arabic akasya sakızı, arap zamkı. gum juniper ardıç sakızı. gum mastic sakız, mastika. gum plant sütleğen, (bot.) Euphorbia resinifera. gum resin zamk ve reçineden meydana gelen bir karışım. gum thorn sakız dikeni, (bot.) Acorna gummifera. gum tragacanth kitre. gum tree kâfur ağacı, sıtma ağacı, zamk ağacı. gum water arap zamkı ile su karışımı. bluegum tree sıtma ağacı, (bot.) Eucalyptus globulus chew ing gum çiklet, sakız. dragongum tree kardeşkanı agacı, (bot.) Pterocarpus draco.

gumbo

(i.) bamya; bamya çorbası; yumuşak ve yapışkan toprak .

gumdrop

(i.) jelatinli şekerleme.

gummy

(s.) sakız gibi, sakızlı, yumuşak ve yapışkan.

gumption

(i.), (k.dili) cesaret, girişkenlik, beceriklilik.

gumshoe

(i.), (f.) Iastik çizme; lastik ayakkabı; argo hafiye; (f.), argo hafiyelik etmek .

gun

(i.), (f.) (ned, ning) top, tüfek; tabanca, revolver; kurşun ve gülle atan her çeşit silâh; selamlamada top atışı; (f.) tüfekle avlamak, tüfekle ateş etmek; ABD, (argo.) gazlamak. gun barrel tüfek namlusu. gun carriage top kundağı ve arabası. gun dog av köpeği. gun flint tüfek çakmaktaşı. gun for (argo.) öIdürmek niyetiyle birini avlamak; takdirini kazanmak veya anlaşmak için arayıp bulmak. gun metal top madeni; top madenine benzer maden karışımı. gun metal (s.) top madeni renginde. gun moll ABD, (argo.) gangsterin kız arkadaşı; kadın hırsız. a big gun (argo.) yüksek mevki sahibi adam, kodaman. give it the gun argo hızını ar tırmak. go great guns (argo.) becerikli iş yapmak. grease gun yağ tabancası. ma chine gun makinalı tüfek. son of a gun (k.dili.) alçak adam. spike one's guns bir kimsenin kuvvetini kesmek, yenmek. spray gun serpme tabancası. stick to one,s guns davasından vazgeçmemek, ayak diremek.

gunboat

(i.) gambot .

guncotton

(i.) pamuk barutu .

gunfire

(i.) top ateşi.

gung ho

ABD, (argo.) hevesli, çok istekli,

gunman

(i.) silâhlı kimse, silâhlı gangster; tüfekçi.

gunnel

(i.) küçük bir balık, (zool.) Pholis gunnellus; (bak.) gunwale .

gunner

(i.) topçu; topçu subayı; avcı.

gunnery

(i.) topçuluk, topçuluk tekniği

gunning

(i.) avcılık .

gunny

(i.) çuvallık bez, (çul.) gunny sack çuval.

gunpowder

(i.) barut.

gunrunning

(i.) silah kaçakçılığı.

gunshot

(i.) silah atışı; top menzili.

gunshy

(s.) silâh sesinden ürken (köpek, at).

gunsmith

(i.) tüfekçi.

gunstock

(i.) tüfek kundağı,

gunwale , gunnel

(i.), (den.) filika küpeştesi, borda tirizi.

guppy

(i.) (zool.) Lebistes türünden ufak renkli balık .

gurgitation

(i.) girdap suyu gibi kaynama; fokurdayarak kaynama .

gurgle

(f.), (i.) çağıldamak, çağıldayarak akmak; çağıltı gibi ses çıkarmak; çağıldarcasına söylemek; (i.) çağıltı, çağıltı sesi .

gurkha

(i.) askerlikle meşhur Rajputlann bir kolu,

gurnard

(i.) kırlangıçbalığı, (zoot.) Trigla hirundo. armed gurnard dikenli öksüz balığı, (zool.) Peristedion cataphractum. fly ing gurnard uçan kırlangıç, (zool.) Dac tylopterus volitans. gray gurnard benekli kırlangıçbalıgı, (zool.) Trigla milvus. red gur nard öksüzbalığı, (zool.) Trigla Iyra .

guru

(i.) (Uzak Doğu'da) mürşit.

gush

(f.), (i.) fışkırmak; coşmak, taşmak; (k.dili) taşkın sevgi gibi hisleri açığa vurmak; sel gibi akmak (gözyaşı); fışkırtmak, şiddetle akıtmak; (i.) fışkırma, taşma, coşma; (k.dili) taşkın ve yapmacık sevgi gösterme.

gusher

(i.) tulumbasız fışkıran petrol kuyusu; heyecan gösteren ve yapmacık hareket eden kimse.

gushy

(s.) konuşkan, geveze; aşırı iltifat eden.

gusset

(i.) köşebent; elbise veya eldivenin üç köşeli peşi,

gust

(i.) rüzgârın ani olarak şiddetle esmesi, bora.

gustation

(i.) tatma, tadına bakma.

gustatory

(s.) tatma duyusu ile ilgili.

gusto

(i.) zevk alma; haz, şahsi istek; tatma; hususi stil.

gusty

(s.) kesik kesik; rüzgarlı, fırtınalı.

gut

(i.), (f.) (ted, ting) bağırsak veya mide; hazım sistemi; çalgı kirişi; dar geçit; (f.) bağırsaklarını dışarı dökmek; yağma etmek; (binanın) içini tamamen tahrip etmek (yangın).

guts

(i.) bağırsaklar, hazım sistemi; argo cesaret, metanet; teşebbüs. gutsy (s.), argo cesur, gözüpek, atılgan; sakınmasız .

gutta

(i.) eczacılıkta bir damla .

guttapercha

(i.) gütaperka ağacından elde edilip tecrit maddesi olarak kullanılan beyaz öz, Sumatra zamkı.

guttate , tated

(s.) damlaya benzer; benekli.

gutter

(i.), (f.) hendek, su yolu, oluk; (f.) hendek açmak, su yolu kazmak; oluk gibi akmak; eriyip akmak (mum).

guttersnipe

(i.) sokak çocuğu, köprüaltı çocuğu, küçük külhanbeyi.

guttle

(f.) oburcasına yemek yemek, (colloq.) silip süpürmek.

guttural

(s.), (i.) gırtlağa ait; boğazdan telaffuz olunan; (i.) gırtlaktan veya ağzın arka kısmından çıkarılan ses; bu sesleri temsil eden harfler.

guy

(i.), (f.), (k.dili) adam, herif; (ing.) acayip kıIıklı adam; (f.) alay etmek, birini eğlence konusu haline getirmek,

guy

(i.), (f.), (den.) gemi direklerini yerlerinde saptayan halat, çıkarılan veya indirilen yükü yerinde tutan halat; çelik halat; (f.) halatla tutturmak.

guyana

(i.) Guyana. Guy Fawkes Day (ing.) 5 Kasım, Guy Fawkes'ın yakalanışının kutlandığı gün.

guzzle

(f.), çok ve hızlı içmek, çakıştırmak.

gym

(i.) spor salonu; beden eğitimi.

gymkhana

(i.) atletizm yarışması; atletizm sahası; ABD spor araba yanşı.

gymnasium

(i.) (çoğ.sia) spor salonu.

gymnasium

(i.) bazı Avrupa memleketlerinde lise.

gymnast

(i.) beden egitimi öğretmeni veya uzmanı. gymnas'tic (s.), (i.) beden terbiyesine ait, atletizme mahsus; (i.) beden eğitimi, cimnastik; gymnas'tics (i.), (çoğ.) beden eğitimi çalışması; idman, cimnastik; zihin egzersizi.

gymnosophist

(i.) eskiden Hindistan'da bulunan ve çıplak gezen filozof sınıfından bir kimse; çıplak gezen kimse. gymnosophy (i.) bu sınıfın inandığı felsefe.

gymnosperm

(i.), (bot.) kabuksuz tohumlu bitkiler sınıfı, çam gibi çıplak tohumlu bitkilerden biri. gymnosper'mous (s.) böyle tohumu olan.

gynaeeeum

(i.) (çoğ. cea) eski Yunan ve Roma'da harem dairesi; (bot.) çiçek pistillerinin topu.

gynandrous

(s.), (bot.) erkeklik ve dişilik organları birleşik olan.

gynarchy

(i.) devletin kadınlar tarafından idaresi.

gynecology

(i.) kadın doğum hastalıkları bilgisi, nisaiye, jinekoloji. gynceolog' ical (s.) kadın hastalıklanna ait . gyneeol'ogist (i.) kadın doğum hastaIıkları mütehassısı, nisaiyeci, jinekolog.

gyniatrics

(i.) kadm hastalıklarını teşhis ve tedavi,

gyp

(i.), (f.) (ped, ping) ABD, (k.dili.) hile, dubara; düzenbaz kimse, hileci kimse; (f.) aldatmak, dolandırmak.

gypseous

(s.) alçı gibi, alçılı.

gypsiferous

(s.) içinde alçı bulunan.

gypsum

(i.) alçıtaşı.

gypsy

(i.) Çingene, (colloq.) Kıpti; Çingene dili. gypsy moth ağaçlara çok zarar veren bir çeşit güve.

gyrate

(f.), (s.) dönmek, devretmek; helezoni şekilde gitmek; (s.) yuvarlak, zemberek şeklinde, dairesel. gyra'tion (i.) dönüş, dönme, deveran. gy'ratory (s.) dönen, devreden.

gyre

(i.), (f.), şiir dönüş, dönme, deveran; daire şekli, zemberek şekli; (f.) dönmek, devretmek.

gyrfalcon

(bak.) gerfalcon .

gyroeompass

(i.) ciroskoplu pusula, topaç pusulası.

gyrohorizon

(i.), (hav.) suni ufuk.

gyropilot

(hav.) otomatik pilot, topaçlı pilot düzeni.

gyroscope

(i.) topaç, ciroskop . gyroseop'ic (s.) muvazene çarkına ait.

gyrostabilizer

(i.) va purlarda sallantıya karşıl kullanılan ciroskop.

gyrostatics

(i.), (fiz.) cirostat bahsi, topaç denkliği bahsi.

gyve

(i.), (f.), eski, (gen.) (çoğ.) ayak zinciri, bukağı, pranga; (f.) prangaya vurmak .

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL