NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

gr ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: gr
Bulunan Sonuç: 277

gr.

(kıs.) grain, grand, great, gross.

gr. wt.

(kıs.) gross weight brüt ağırlık.

grab

(f.) (-bed, -bing) (i.) kapmak, el atmak, zorla almak, gaspetmek; çabucak tutmak; (i.) kapış, kapma, gasp; el koyma; (mak.) eşya kaldırmaya mahsus tırnaklı alet. grab bag panayırda eşya piyangosu torbası. grab rope (den.) vardakavo, sandalcıların tutunması için geminin yanında asılı duran halat. grabber (i.) yağmacı kimse, her şeyi kapmak isteyen kimse, açgözlü kimse; vinç, çengel.

grabble

(f.) el yordamı ile aramak, yoklamak; yüzükoyun yere serilmek.

grace

(i.), (f.) zarafet, letafet, nezaket; inayet, Iütuf, merhamet, gufran, kerem; rahmet; fazilet; şükran duası (sofrada); mühlet, müsaade (borç için); (müz.) asıl melodiye ilave edilen ve ufak olarak yazılan notalar; (f.) süslemek, tezyin etmek; şeref vermek; Iütuf göstermek, inayet etmek; (müz.) fazla notalar ilâvesiyle süslemek. grace cup sofrada en son içilen içki ve kadehi. grace note (müz.) melodiye ilâve olunan fazla nota. Act of Grace genel af. have the grace to lütfetmek. His Grace ingiliz düklerine veya başpiskoposlarına verilen ünvan. (Bu ünvan evvelce kral ve kraliçeye de verilirdi.) in his good graces teveccühüne mazhar, birinin gözüne girmiş. state of grace Allahın inayetine mazhar olma. the Graces Yunan efsanelerinde üç güzel kız kardeş. three days' grace üç günlük müsaade. with bad grace nezaketsizce, isteksizligini belirten kabalıkla. year of grace milattan sonra (tarihten bahsedilirken kullanılır) .

graceful

(s.) zarif, latif, nazik. gracefully (z.) zarafetle, incelikle. gracefulness (i.) zarafet, incelik, nezaket.

graceless

(s.) nahoş, kötü; çapkın, hayasız. gracelessly (z.) zarafetten yoksun olarak; hayasızca. gracelessness (i.) zarafet yoksunluğu; hayâsızlık .

gracile

(s.) ince yapılı, zayıf.

gracious

(s.), ünlem cana yakın, şirin, hoşsohbet, mültefit; merhametli, kerim, rahim; ünlem Hayret! Good gracious! Allah Allah ! His most gracious Majesty Haşmetmeab Kral Hazretleri. graciously (z.) zarif olarak; sıcakkanlılıkla, cana yakınlıkla. graciousness (i.) zarif oluş; sıcakkanlılık, cana yakınlık.

grackle

(i.) sığırcık veya ona benzer kuş.

grad

(i.), A.B.D., (k.dili) mezun kimse.

gradate

(f.), (güz.) (san.) farkedilmez bir şekilde renk değiştirmek; derecelere ayırmak .

gradation

(i.) derece derece çıkma veya inme; sıralama; derece, merhale; (güz.) (san.) bir tondan diğer bir tona tedricen geçme; (müz.) perde değiştirme; (dilb.) sesli harfi tedricen değiştirme. gradational (s.) derece derece, tedrici.

grade

(i.), (f.) derece, mertebe, tabaka; cins; sınıf; meyil (yol); A.B.D. okul sınıfı; not (ders, imtihan); A.B.D. rütbe; f sınıflandırmak, tasnif etmek, derecelere ayırmak; tonları tanzim etmek; aynı seviyeye getirmek, tesviye etmek (yol); yolu kazıyarak düzeltmek; neslini ıslah etmek (at). Grade A birinci kalite. grade crossing hemzemin geçit. grade school ilkokul. at grade aynı seviyede. make the grade başarmak, muvaffak olmak. the grades A.B.D. ilkokul. up to grade istenilen nitelikte. graded (s.) tasnif edilmiş; dereceli; düzeltilmiş .

gradient

(i.), (s.) meyil, irtifa; yokuş; yükselme veya düşme; (fiz.) değişim öIçüsü; (s.) derece derece değişen; (zool.) yürüyebilen .

gradin , gradine

(i.) tedricen yükselen sıralar, basamak.

gradual

(s.), (i.) tedrici, derece derece; kademeli. gradualism (i.) siyasi veya toplumsal değişiklikerin tedrici olarak uygulanması prensibi. gradually (z.) derece derece, ted.ricen

graduate

(f.) diploma vermek; diploma almak, mezun olmak; derecelere ayırmak; derecelere aynlmak; tedricen değişmek.

graduate

(i.), (s.) mezun kimse, diplomalı kimse; dereceli sıvı öIçeği; (s.) mezunlara ait; dereceleri olan. graduate school üniversite mezunlannı öğrenci olarak kabul eden fakülte. graduate student ihtisas yapan öğrenci.

graduation

(i.) mezun olma, diploma alma, diploma dağıtımı, öIçü bardağı üstündeki derece işareti.

gradus

(i.) Latince veya Yunanca vezin sözlüğü.

graecism

(bak.) Grecism .

graf

(i.), (Alm.) Avrupa'da bir asalet ünvanı .

graffito

(i.), (ark.) abidelerde sonradan kazılmış resim veya yazı; duvara karalanan yazı .

graft

(i.), (f.), (bahç.) aşı; (tıb.) yaralı yere parça ekleme; (f.) aşılamak; aşılanmak .

graft

(i.), (f.), A.B.D. rüşvet; para yeme; yolsuzluk, suistimal; (f.) rüşvet almak, nüfuzunu kişisel yararına kullanmak. grafter (i.) menfaatçi kimse, rüşvet ile geçinen kimse .

grail

(i.) (gen. Holy Grail) son akşam yemeğinde Hazreti İsa'nın kullandığı farzolunan sahan veya kase .

grain

(i.), (f.) tane, habbe, tohum, zerre; hububat; eczacı tartısında 0,065 gram; doku, ağaç ve taşın damarı, bu damarların düzen lenişi; mizaç, huy; (f.) tanelemek; ağaç damarlarını taklit edercesine boyamak, mermer taklidi boyamak; deriyi işlemek; sepilemek; tanelenmek. grain alcohol hububat alkolü. grain elevator tahıl ambarı. grain leather tüylü yüzü işlenmiş deri. grain side derinin tüyleri çıkarılmış yüzü. a grain of common sense bir nebze anlayış. against the grain tabiatına zıt, hoşuna gitmeyen. close grained sık damarlı. coarse grained iri taneli, kaba damarlı. cut across the grain ağaç damarlarından kesmek. dye in grain iyice boyamak. fine grained ince taneli, ince da- marlı; aslında kibar olan. with a grain of salt ihtiyatla, şüphe ile. graining (i.) ağaç damarlarını veya mermeri taklit ederek bo yama .

grainy

(s.) kumlu, taneli, çekirdekli, damarlı.

grallatorial,grallatory

(s.) bataklık kuşlarına ait.

gram

(kıs.) grammar, grammatical.

gram

(ing.) gramme (i.) gram.

gram

(i.) Hindistan'a mahsus bir çeşit nohut; bir çeşit fasülye.

grama grass

Batı Amerika otlaklarında bulunan bir ot.

gramercy

ünlem, eski Eyvallah ! Sağol ! Çok teşekkür ! Allah Allah !

gramineous

(s.) ota benzer, ot gibi, ota ait. graminiv'orous (s.) ot yiyen, otla beslenen .

grammar

(i.) gramer, sarf, dilbilgisi; gram'er kitabı; gramer kurallarına göre hazırlanmış yazı veya konuşma. grammar school eskiden İngiltere'de üniversiteye talebe hazırlayan mektep; A.B.D. ilk ve orta okul derecesinde resmi okul. comparative grammar karşılaştırmalı dilbilgisi. general grammar bütün dillerin ortak kurallarından bahseden gramer, genel gramer.

grammarian

(i.) gramer uzmanı, dilbilgisi kitabı yazarı, gramerci.

grammatical

(s.) gramere ait, sarfi, dilbilgisi kurallarına uygun. gram - matically (z.) gramer bakımından, sarfça, gramer kurallarına uygun olarak .

gramophone

(i.), (İng.) gramofon, fonograf, pikap.

grampus

(i.) yunusbalığına benzer memeli bir hayvan.

granadilla

(i.) bir çeşit çarkıfelek çiçeğinin meyvası.

granary

(i.) tahıl ambarı; çok tahıl yetiştiren bölge.

grand

(s.), (i.) büyük, azim, ulu; baş, başIıca; muhteşem, debdebeli, saltanatlı; heybetli, muazzam; fevkalade, enfes; (i.), (müz.) kuyruklu piyano; A.B.D., argo bin dolar. grandaunt (i.) büyük teyze veya hala. Grand Canal Venedik'te en büyük kanal. grand daughter (i.) kız torun. grand duke grandük, eski Rusya'da çarın oğlu. grandfather, grandpa (i.) büyükbaba, dede. grandfather clock sarkaçlı büyük dolap saati. grand jury (huk.) soruşturma heyeti. grandmother, grandma (i.) anneanne, babaanne, nine. grandnephew (i.) yeğen oğlu. grandniece (i.) yeğen kızı. grand opera opera. grandparent (i.) büyük baba veya anne. grand piano kuyruklu piyano. grandsire (i.) büyük baba. grand slam iskambil bir elde hepsini kazanma. grandson (i.) erkek torun. grand stand (i.) tribün. grand total umumi yekün. grand tour görgü ve bilgilerini artırmak için eski zamanlarda genç İngiliz asilzadelerinin Fransa ve italya'nın belli başlı şehirlelerine yaptıkları uzun seyahat, büyük gezi. granduncle (i.) büyük amca. grand vizier sadrazam. in grand style gösterişli, tantanalı, son modaya göre. grandly (z.) muhteşem bir şekilde; gösterişli olarak. grand ness (i.) ihtişam, azamet, büyüklük; gösteriş.

grandee

(i.) yüksek rütbeli adam, ekâbir, itibarlı kimse; İspanyol veya Portekiz asılzadesi .

grandeur

(i.) kibarlık, büyüklük, azamet; ihtişam, güzellik.

grandiose

(s.) heybetli, muhteşem, yüksek; göz alıcı; tantanalı, debdebeli, gösterişli.

grange

(i.), A.B.D. çiftçi birliği; (İng.) binalarıyla birlikte çiftlik.

grangerize

(f.) içinden sayfaları keserek kitablı düzenini bozmak.

granicus

(i.) Biga'daki Kocabaş Irmağının tarihi ismi.

graniferous

(s.) tahıl veren.

graniform

(s.) habbe veya tohum şeklinde.

granite

(i.) granit, pek sert bir çeşit kaya. granite porphyry porfir ile karışık granit, graniteware (i.) emaye kaplar. granit' ic (s.) granit cinsinden; granite ait. granitoid (s.) granite benzer.

granivorous

(s.) tahıl ile beslenen.

granny

(i.) nineciğim; ihtiyar kadm; (k.dili) eski kafalı veya cahil yaşlı kadın. granny knot acemice yapılmış gevşek düğüm.

granolith

(i.) ezilmiş granit çimentosundan yapılmış bir çeşit döşeme taşı. granolith'ic (s.) bu döşeme taşına ait.

grant

(f.), (i.) ihsan etmek, bahşetmek, vermek; bağışlamak, ferağ etmek, terketmek; teslim etmek; tasdik etmek, kabul etmek, farzetmek; (i.) bağış, teberru; senetle bağışlanan mal veya arazi; (huk.) ferağ, terk, hibe. take for granted olmuş gibi kabul etmek; muhakkak reddetmek. take one for granted birinin kıymetini takdir etmeden onun yaptıklarını bir hak diye kabul etmek, istismar etmek. grantee (i.) kendisine birşey hibe edilen kimse.

granular

(s.) taneli, tane tane olan; (tıb.) tanecikli, içinde tanecikler bulunan.

granulate

(f.) tanelemek, kabartmak; tanelenmek. granulation (i.) tane tane olma, tanelenme.

granule

(i.) tanecik, habbe.

granulose

(i.) nişastanın şekere ,çevrilebilen kısmı.

grape

(i.) üzüm; asma; (ask.) eskiden toplara doldurulan demir parçaları, salkım, misket, peşrev; (çoğ.), (bayt.) atın ayağında olan bir hastalık. grape brandy üzüm rakısı. grape hya cinth salkımlı sümbül. grape leaf hopper asma yaprağını yiyen zararlı bir böcek. grape sugar üzümden alınan şeker, dekstroz. fox grape yabani üzüm, (bot.) Vitis labrusca. sour grapes koruk; ele geçirilemediğinden dolayı hor görülen şey. grapery (i.) üzüm yetiştirmeye mahsus yer. grapy (s.) üzüme ait, üzüme benzer.

grapefruit

(i.) greypfurt, greyfurt, kızmemesi, altıntop, (bot.) Citrus paradisi.

grapeshot

(i.), (ask.) salkım, peşrev denilen top mermisi, misket.

grapevine

(i.) asma; A.B.D. dedikodu yoluyla haber alma, kulaktan kulağa haber nakli. I heard by way of the grapevine. Ağızdan duydum .

graph

(i.), (mat.) grafik; rakamları eğrilerle ifade eden sistem; grafik kâğıdı üzerine çizilen eğri.

graphic, ical

(s.) resim veya yazıya ait; tam tasvir olunmuş, canlı; yazıya uygun; şekillere ait, şekli, çizgili. graphic arts (güz.) (san.) grafik sanatlar. graphically (z.) canlılıkla; resimle.

graphics

(i.) grafikle matematik ve mühendislik problemleri çözme metodu .

graphite

(i.) grafit.

grapnel

(i.), (den.) filika demiri, dört tırnaklı demir; borda kancası.

grapple

(i.), (f.), (den.) borda kancası, filika demiri; yakalayış, şiddetle sarılış; güreşte birbirine sanlma; gögüs göğüse savaşma; (f.) yakalamak, kavramak, sıkıca tutmak; kanca ile tutmak; filika demiri kullanmak; sarmak, kucaklamak; sarılmak, tutuşmak, uğraşmak . grappling iron kanca, borda kancası.

grasp

(f.), (i.) tutmak, yakalamak, kavramak; anlamak, idrak etmek, kavramak; (i.) yakalayış, tutma, kavrama; idrak, kavrama. grasp at yakalamayı denemek; istekle kabul etmek. grasp at a straw en ufak bir şeye ümit bağlamak, yılana sarılmak. grasp a nettle cesaretli davranmak. beyond one's grasp uzakta, elin erişemeyeceği yerde; kavranamaz, idrak edilemez .

grasping

(s.) haris, tamahkâr, aç gözlü.

grass

(i.), (f.) ot, çimen, çim, yeşillik; çayır, otlak; ot gibi herhangi bir bitki, argo haşiş; (f.) otlatmak, otlağa çıkarmak; otlamak; otla, kaplamak; (kumaşı ağartmak maksadıyle) otlar üzerine sermek; spor yere düşürmek. Bermuda grass domuz ayrığı, (bot.) Cynodon dactylon. black grass sıçankuyruğu, (bot.) Alopecurus agrestis corn panic grass, deccan grass tavşan otu, (bot.) Panicum colonum. couch grass ayrıkotuna benzer bir ot, (bot.) Poa palustris. meadow grass, rye grass karaçayır, (bot.) Lolium temulentum. scurvy grass kaşıkotu, (bot.) Cochlearia officinalis. grass snake üstü halkalı adi zehirsiz yılan. grass widow boşanmış veya kocasından ayrı yaşayan kadın; kocası yanında olmayan kadın. He doesn't let any grass grow under his feet. Ayağının altında ot bitmez. Boşuna vakit kaybetmez. Fırsatları kaçırmaz. grassiness (i.) otluk, yeşillik. grassy (s.) otlu, çimenli, yeşillikli .

grasshopper

(i.) çekirge; çekirge şeklinde balık yemi; A.B.D., argo bir çeşit küçük uçak, pırpır.

grassland

(i.) otlak .

grassplot

(i.) ufak çimenlik .

grassroots

(s.), (i.), A.B.D., (k.dili) halka yakın; esas; (i.) bilhassa taşra halkı veya seçmenleri.

grate

(f.) rendelemek; sürterek ses çıkarmak; on ile üzmek, sinirlendirmek; gıcırdatmak (diş); sürtünerek ses çıkarmak. gratingly (z.) gıcırtı ile; sinirlendirici bir şekilde.

grate

(i.) pencere kafesi, ızgara; ocak ızgarası; ocak; maden filizini ayırmaya mahsus kalbur.

grateful

(s.) minnettar, müteşekkir, değerbilir; hoş, güzel, makbul. gratefully (z.) minnetle, şükranla. gratefulness (i.) minnet, şükran borcu; minnettarlık.

grater

(i.) rende.

gratification

(i.) memnuniyet, zevk, haz; zevk veren şey.

gratify

(f.) memnun etmek, hoşnut etmek, tatmin etmek. gratifyingly (z.) hoşa gidecek surette, tatmin ederek.

grating

(i.) pencere kafesi; ızgara; (fiz.) güneş spektrumunun hatlarını ölçmeye mahsus şebeke.

gratis

(z.), (s.) bedava, parasız, caba.

gratitude

(i.) şükran, minnettarlık, kadir bilme.

gratuitous

(s.) bedava, parasız; sebepsiz, keyfi; asılsız. gratuitously (z.) ücretsiz olarak; gereksiz yere, belli bir sebep olmadan. gratuitousness (i.) bedava oluş; asılsız oluş.

gratuity

(i.) hediye, teberru, bağış; bahşiş .

gravamen

(i.), (huk.) kabahatin esasını teşkil eden şey .

grave

(f.) (graved, graven) oymak, hakketmek. graven image oyma put .

grave

(f.), (den.) kalafat etmek, geminin altını temizleyip zift sürmek. graving dock kalafat yeri .

grave

(s.) ciddi, ağır, vahim, tehlikeli; ağırbaşlı, vakarlı, temkinli .

grave

(s.), (i.), (müz.) ağır, yavaş; (i.) ağır ve yavaş parça.

grave

(i.) mezar, kabir. one foot in the grave bir ayağı çukurda. make one turn in his grave mezarında kemiklerini sızlatmak.

graveclothes

(i.) kefen .

gravedigger

(i.) mezarcı .

gravel

(i.), (f.) (ed, ing veya led, ling) çakıl; (tıb.) kum, kum hastalığı, idrar taşı; (f.) çakıl doşemek; şaşırtmak; (k.dili) kızdırmak. gravelly s. çahılı.

graven

(f.), (bak.) grave.

graver

(i.) hakkâk; hakkâk kalemi .

gravestone

(i.) mezar taşı .

graveyard

(i.) mezarlık, kabristan. graveyard shift gece vardiyası (fab- rikalarda).

gravid

(s.) hamile, gebe. gravid'ity (i.) gebelik.

gravitate

(f.) yerçekimi ile hareket etmek; çekilmek; çökelmek, çökmek. gravitative (s.) yerçekimi ile oluşan.

gravitation

(i.) yerçekimi gücü; cazibe kuvveti; çekilme. gravitational (s.) yerçekimiyle ilgili; cazibe kabilinden .

gravity

(i.), (fiz.) yerçekimi; cazibe, çekim; ağırlık; ciddiyet, vakar, temkin; önem, ehemmiyet; tehlike; (müz.) kalınlık, peslik. gravity cell içinde elektrik cereyanı hasıl olan cam veya porselen kap. gravity rail road yerçekimi gücüyle işleyen demir yolu. center of gravity ağırlık merkezi. Iaw of gravity yerçekimi kanunu. specific gravity özgül ağırlık.

gravure

(i.), (matb.) tifdruk, tifdurk.

gravy

(i.) et suyu, sos; açıktan para, kolayca kazanılan kar. gravy bowl sosluk. gravy train A.B.D., argo az emek karşılığı menfaat sağlayan mevki veya iş.

gray , grey

(s.), (i.), (f.) gri, kurşuni, kül rengi, boz; ağartılmamış (çamaşır); kır, ağarmış; eski, yaşlı; gri giysili; (i.) kurşuni renkte hayvan veya şey; (f.) ağartmak, ağarmak. gray matter (tıb.) gri madde, (k.dili) beyin, akıl. gray wolf bozkurt. grayness (i.) grilik, bozluk.

graybeard

(i.) ak sakallı adam.

grayhead

(i.) ak saçlı kimse .

grayhound

(i.) tazı.

grayling

(i.), (zool) kurşuni tatlı su balığı, dere kayası; bir kurşuni kelebek .

grayout

(i.) oksijen yetersizliğinden meydana gelen ve bilhassa pilotlarda gorülen geçici körlük.

graze

(f.) otlamak, otlatmak .

graze

(f.), (i.) sıyırıp geçmek, sıyırmak, sıyrılmak, sürtünüp berelenmek; (i.) sıyrık, bere.

grazier

(i.), (ing.) çoban.

grazinq

(i.) otlak.

grazioso

(z.), (müz.) Iatif olarak, letafetle.

grease

(f.) yağ sürmek, yağlamak. grease one's palm argo rüşvet vermek. grease the wheels para ile işini yürütmek.

grease

(i.) yağ içyağı, et yağı, kuyruk yağı; koyu makina yağı; yıkanmamış yapağı; (bayt.) atın topuğuna arız olan bir iltihap. grease box (mak.) yağ kutusu. grease monkey A.B.D., argo araba tamirhanesinde işçi, kalfa. grease paint tiyatro makyajda kullanılan yağlı boya .

greaser

(i.) gemide makina yağcısı.

greaser

(i.), A.B.D., argo, (aşağ.) Meksikalı; İspanyolca konuşan Amerikalı.

greasy

(s.) yağlı, yağlanmış. greasy spoon A.B.D., argo kalitesiz lokanta .

great

(s.), (z.), büyük, kocaman, iri, cüsseli, azametli; çok, sayıca çok, külliyetli; uzun, sürekli; fazla; önemli; yüksek, meşhur; asil; mahir, usta; fevkalade; (k.dili) mükemmel; (z.), (k.dili) çok iyi, yolunda. great with eski hamile. be great on (k.dili) doğru malumatı olmak; meraklı olmak. the great büyükler. greats (i.), (k.dili) gözde kimseler. Great Bear Büyük Ayı. Great Britain Büyük Britanya. great circle (coğr.) büyük daire. a great deal çok, pek çok. the Great Divide bir kıtayı bölen su hattı; büyük kriz; öIüm ile hayatm arasındaki hat. great friends iyi dostlar. great horned owl büyük bir baykuş, (zool.) Bubo virginianus. Great Lakes A.B.D. ile Kanada arasındaki göller topluluğu. great organ (müz.) büyük bir orgun en büyük ve pes sesli borular takımı. Great Plains A.B.D. ve Kanadanın Kayalık Dağları doğusundaki platoluk bölge. Great Scott! Allah Allah! great seal hükümetin, resmi mührü. great tit büyük baştankara, (zool.) Parus major. great toe ayak baş parmağı. a great walk er yürüyüş meraklısı. Great Wall of China Çin Seddi. great white heron büyük balıkçıl, (zool.) Ardea occidentalis; Egretta alba; Casmerodius albus. It would be great if ...olsa çok iyi olur. Iive to a great old age çok yaşlanmak. greatly (z.) çokça greatness (i.) büyüklük.

greatcoat

(i.) palto .

greatgrandfather

(i.) büyük dede.

greathearted

(s.) alicenap, yüksek ruhlu; cömert.

greave

(i.), (gen.) (çoğ.) baldır zırhı.

greaves

(i.), (çoğ.) donyağı tortusu .

grebe

(i.) bir dalgıç kuşu, küçük yumurta piçi, (zool.) Podiceps ruficollis. red necked grebe kırmızı boyunlu yumurta piçi, (zool.) Podiceps grisegena .

grecian

(s.), (i.) Yunanlı, Grek (kimse).

grecism

(i.) Yunanca terim; Grek sanat ve kültürünün üslup ve ruhu. Grecize (f.) Yunanlaştırmak.

grecoroman,graecoroman

(s.), Greko-Romen hususiyeti olan; (güz.) (san.) Yunan tesiri altında kalmış Roma sanatı; spor grekoromen .

greece

(i.) Yunanistan .

greed

(i.) hırs, tamah, açgözlülük. greedy (s.) tamahkar, hırslı; obur, açgözlü; haris, hasis; hevesli, arzulu. greedily (z.) hırsla, açgözlülükle. greediness (i.) hırs, açgözIülük, tamahkarlık .

greek

(i.), (s.) Yunanlı, Grek; Rum kilisesine mensup kimse, Rum; Yunan kültürünü seven kimse; Yunanca; anlaşılması güç söz; (s.) Yunanistan'a, Yunanlılara ve dillerine ait. Greek Church Ortodoks kilisesi. Greek cross dört kolu eşit haç, Ortodoks haçı. Greek fire Rum ateşi, Bizanslıların savaş gemilerine karşı kullandıkları ve ıslatılınca yanan bir çeşit kimyasal bileşim. I fear the Greeks bearing gifts. Kötü maksatla verilen hediyelerden korkarım. (bak. Trojan Horse). It's all Greek to me. Hiç anlayamıyorum. Greek Orthodox Church Rum Ortodoks kilisesi .

green

(s.), (i.) yeşil; yeşillikle kaplanmış, yeşermiş; taze, canlı; ham, pişkin olmayan; acemi, cahil, toy; yarışa girmemiş (at); kurutulmamış, tuzlanmamış; pişmemiş, çiğ; soluk, rengi atmış (korku, mide bulantısı veya kıskançlıktan); (i.) yeşil renk; spor yeşil forma giyen takım; çimen, çayır, yeşillik; golf oyununda hedef deliğinin etrafındaki düz çimen. greens (i.) yaprak sebze; süsleme için taze dal, yaprak. green bean yeşil fasulye. green cheese lor; adaçayı ile boyanmış peynir; kesilmiş sütten yapılmış peynir. green finch yeşil ispinoz, yelve, (zool.) Chloris chloris. green light trafikte yeşil ışık, (k.dili) izin, müsaade. green lumber yaş kereste. green manure toprağa gübre olsun diye yetiştirilen ekin; taze hayvan gübresi. green onion yeşil soğan. green pepper dolmalık yeşil biber. green soap bilhassa cilt hastalıklannda kullanılan yeşil sabun. green tea yeşil çay, buhar ile kurutulmuş çay. green thumb çiçekleri iyi yetiştirebilme kabiliyeti. reen vitriol demir sulfatı, zaç. the Green İrlanda'nın milli rengi olan yeşil. greenish (s.) yeşilimsi. greenness (i.) yeşillik.

greenback

(i.), A.B.D.'ne mahsus arkası yeşil banknot.

greenery

(i.) yeşillik, nebatat.

greeneyed

(s.) yeşil gözlü, kem gözlü.

greengage

(i.) frenk eriği, bardak eriği.

greengrocer

(i.), (ing.) sebzeci, manav.

greenhorn

(i.) acemi veya toy kimse.

greenhouse

(i.) Iimonluk, ser .

greening

(i.) golden'e benzer bir elma .

greenland

(i.) Gronland Adası.

greenroom

(i.) tiyatroda oyunculann dinlenme odası.

greensickness

(i.), (tıb.) genç kadınlarda kansızlıktan ileri gelen bir hastalık, kloroz .

greensward

(i.) çimen .

greenwich

(i.) İngiltere'de Greenwich şehri. Greenwich mean time, G.M.T. Greenwich meridyenine göre ayarlanan milletlerarası saat ayarı.

greet

(f.) selamlamak, selam vermek; karşılamak; selamlaşmak .

greeting

(i.) selam. greeting card tebrik kartı.

gregarious

(s.) toplu halde yaşayan veya gezen; topluluğu seven; (bot.) sürü halinde bulunan, salkım halinde yetişen; sürüye ait. gregariously (z.) toplu halde, topluca. gregariousness (i.) toplu halde bulunma veya yaşama.

gregorian

(s.), (i.) Papa Gregorius'a ait veya onun tarafından kurulan, Gregoryen; Ermeni Başpapazı Greguar'a ait Gregorian Calendar (bak.) calendar. Gregorian Chant 1. Papa Gregorius tarafından tertip edilen ibadete mahsus müzik sistemi. Gregorian year milâdi sene.

gremlin

(i.) uçaklarda arızaya sebep olduğu rivayet edilen ve hayal mahsulü ufak bir varlık, cin.

grenade

(i.) el kumbarası, el bombası; yangın söndürmeye mahsus ecza dolu cam kap.

grenadier

(i.) eskiden el bombası atan asker; (ing.) hususi bir alaya mahsus nefer; (zool.) Güney Afrika'ya mahsus bir çulha kuşu; uzun kuyruklu balıkgillerden biri, (zool.) Macrourus.

grenadine

(i.) ipek veya yünle ipek karışımından yapılmış çok ince kumaş; nar şurubu.

grendiloquence

(i.) tumturaklı söz. grandiloquent (s.) tumturaklı.

gressorial

(s.), (zool.) yürümeye elverişli (ayaklar).

grew

(bak.) grow.

grewsome

(bak.) gruesome.

grey

(bak.) gray.

greyhound

(i.) tazı.

grid

(i.) ızgara; (elek.) bataryada kullanılan delikli kurşun levha; (d.y.) ray şebekesi; kablo şebekesi; bir haritada kesişen yatay ve dikey hatlar sistemi; radyo valfta kontrol voltajı taşıyan ızgara.

griddle

(i.), (f.) alçak kenarlı bir çeşit demir tava; (f.) böyle tavada hamur işi pişirmek. griddle cake (i.) bir çeşit gözleme.

gride

(f.), (i.) kesmek, kazımak, gıcırdatarak kazımak, raspa etmek; gıcırdatarak geçmek; (i.) raspa sesi ile kesme.

gridiron

(i.) ızgara; ızgara şeklinde şey; Amerikan futbol sahası; (d.y.), ray şebekesi; sahne için ışık ve panoların asıldığı ızgara.

grief

(i.) keder, ıstırap, dert, elem, acı; felâket, bela; eser. come to grief felakete uğramak, belâsını bulmak. grief stricken (s.) çok kederli, meyus, bedbaht.

grievance

(i.) şikayete sebep olan hal, keder verici şey.

grieve

(f.) keder vermek, müteessir etmek, ıstırap vermek; kederlenmek, esef etmek; yas tutmak. grievingly (z.) kederlenerek, müteessir olarak.

grievous

(s.) keder verici, elem verici, üzücü, ıstırap veren acı veren; acıklı, elem ifade eden; ağır cezaya lâyık. grievously (z.) fena surette; acıklı. grievousness (i.) vahamet; acıklılık .

griffin

(i.) Hindistan'a yeni gelmiş Avrupalı.

griffin, griffon, gryphon

(i.) yarısı aslan ve yarısı kartal farzolunan ejderha .

griffon

(i.) kısa ve sert kıllı bir köpek; kızıl akbaba, (zool.) Gyps fulvus.

grifter

(i.), A.B.D., argo açıkgöz ve dolandırıcı adam.

grig

(i.) hayat dolu kimse; (zool.) çekirge.

grill

(i.) ızgara; ızgarada pişmiş et; ızgarada pişirme; ızgarada et ve balık pişiren lokanta; posta pullan üzerinde ızgara şeklinde yapılan kabarık noktalı delikler; demir çubuklardan yapılmış pencere kafesi .

grill

(f.) ızgarada pişirmek; fazla ısıtmak; A.B.D., (k.dili) sorguya çekmek, sıkıştırmak, ahret suali sormak .

grillage

(i.), (mim.) temel ızgarası .

grilling

(i.) ızgara; sorguya çekme, sıkıştırma, ahret suali sorma.

grillroom

(i.) Iokanta .

grilse

(i.) denizden nehre ilk defa dönen som balığı.

grim

(s.) (mer, mest) vahşi, gaddar, merhametsiz, zalim; çirkin, suratsız; ümitsiz; korkunç, kerih; boyun eğmez, yavuz, çetin. grimly (z.) zulüm altında bütün kuvvetiyle çaIışarak; gaddarca, vahşiyane. grimness (i.) gaddarlık, zulüm.

grimace

(i.), (f.) surat buruşturma; (f.) surat buruşturmak, yüz ekşitmek.

grimalkin

(i.) yaşlanmış dişi kedi; cadı karı.

grime

(i.), (f.) kir, deriye yapışmış kir; (f.) kirletmek, karartmak. grimy (s.) kirli, pis, bulaşık. griminess (i.) pislik, kirli oluş.

grin

(f.) (ned, ning) (i.) sırıtmak, dişlerini göstererek gülmek; acı veya öfke ile dişlerini sıkmak; (i.) sırıtma sırıtış. Grin and bear it. Sabırla tahammül et.

grind

(f.) (ground) (i.) öğütmek, çekmek, ezmek; bilemek; sürterek parlatmak; gıcırdatmak; döndürmek, sapından tutup çevirmek; cefa etmek, eziyet vermek, sıkıştırmak; değirmen işletmek; gıcırdamak; (k.dili) sıkı ders çalışmak, slang hafızlamak, ineklemek; A.B.D., argo göbek atmak; (i.) öğütme, ezme; sıkıcı ve bitmek tükenmek bilmeyen iş; (k.dili) imtihan için sıkı çalışma, çok çalışan talebe, slang hafız, inek.

grinder

(i.) ögüten kimse veya makina, öğütücü; bileyici; azı dişi; diş; içinde et, peynir, domates ve turşu olan büyük sandviç.

grindery

(i.), (ing.) saraç alet ve malzemesi; bileyici dükkânı.

grindstone

(i.) bileği taşı. keep one's nose to the grindstone durmadan çalışmak, didinmek .

gringo

(i.), (İsp.), (asağ.) ana lisanı İngilizce olan yabancı.

grip

(i.) grip hastalığı .

grip

(i.), (f.) (ped, ping) sıkı tutma; kavrama; el sıkma; pençe, el; tutak, bir şeyin tutacak yeri; A.B.D. el çantası; (f.) sıkı tutmak, yakalamak, kavramak: etkilemek, tesir etmek, hâkim olmak; manasını anlamak; dikkatini çekmek. gripsack (i.), A.B.D. yolcu çantası. come to grips with ile uğraşmak.

gripe

(f.), (i.), A.B.D., (k.dili) sıkıntı vermek, cefa etmek, kızdırmak: sancı vermek (kann); sancılanmak; A.B.D., argo sızlanmak, şikâyet etmek; (i.), A.B.D., (k.dili) şikâyet, sıkıntı; (gen.), (çoğ.) karın ağrısı.

grippe

(i.) grip hastalığı.

gripper

(i.) çıtçıt.

grisaille

(i.) kurşuni renkte tezyini resim usulü (bilhassa cam üzerine).

griseous

(s.) maviye çalan kurşuni renkte, boz, kır.

grisette

(i.) şık ve şuh Fransız işçi kız.

grisly

(s.) korkunç, dehşet verici, tüyler ürpertici. grisliness (i.) dehşet, korkunç oluş .

grist

(i.) bir defada öğütülecek zahire; öğütülmüş zahire. All's grist that comes to the mill. Ele geçen her şeyden istifade edilir. gristmill (i.) buğday değirmeni.

gristle

(i.) kıkırdak. gristly (s.) kıkırdaktan ibaret.

grit

(i.), (f.) (ted, ting) iri taneli kum; kumtaşı; kefeki taşı, öğütme hassası olan taş; metanet, cesaret, yiğitlik; (f.) gıcırdatmak, diş gıcırdatmak .

grits

(i.), (çoğ.) kabuğu soyulmuş ve iri çekilmiş hububat; mısır dövmesi.

gritty

(s.) içine kum taneleri karışmış olan, kumlu; cesur, yiğit. grittiness (i.) kumlu oluş; cesaret, yiğitlik.

grizzle

(i.), (s.) kır saç; kır peruka; (s.) kurşuni, gri.

grizzle

(f.) bozlaştırmak, bozlaşmak.

grizzle

(f.), (ing.), (k.dili) üzülmek, sinirlenmek; şikâyet etmek.

grizzly

(s.) kurşuni, gri, (boz.) grizzly bear Kuzey Amerika'ya mahsus çok vahşi ve kuvvetli boz ayı, (zool.) Ursus horribilis.

groan

(f.), (i.) inlemek, ah etmek, figan etmek, inleyecek derecede ıstırap çekmek; yük altında olmak; hasret çekmek; (i.) inilti, figan. groaningly (z.) inleyerek .

groat

(i.) İngilizlerin dört penilik eski bir gümüş parası.

groats

(i.) dövülmüs kabuksuz buğday veya yulaf.

grocer

(i.) bakkal.

grocery

(i.), A.B.D. bakkal dükkanı; (çoğ.) bakkaliye, bakkalın sattığı eşya .

grog

(i.) rakı veya rom ile sudan ibaret içki; alkollü içki. grogshop (i.) meyhane .

groggy

(s.) sersemlemiş, sarhoş, ayyaş .

grogram

(i.) ipek ve keçi kılından yapılmış kaba kumaş, grogren.

groin

(i.), (anat.) kasık; (mim.) iki kemerin birleştiği kenar.

grommet , grummet

(i.) iliğin madeni kenarı; (den.) ipten yapılan simit halkası, çevirme kasa.

gromwell

(i.) hodançiçeği, (bot.) Lithospermum.

groom

(i.), (f.) seyis, uşak; güvey; İngiliz sarayının hademelerinden biri; (f.) tımar etmek; çeki düzen vermek; giyinip kuşanmak, kendine itina etmek; özel eğitim vererek siyasi memuriyete hazırlamak.

groomsman

(i.) sağdıç, düğünde güveye refakat eden erkek.

groove

(i.), (f.) oluk, yiv, saban izi; alışkanlık, itiyat, âdet; (f.) oluk açmak; argo bir şeye kendini vermek, dalmak. in the groove A.B.D., argo mükemmel bir durumda. groovy (s.), argo son modaya uygun, mükemmel .

grope

(f.) el yordamı ile yürümek veya aramak; körü körüne araştırmak. gropingly (z.) el yordamı ile .

grosbeak

(i.), (zool.) ispinoz familyasından iri gagalı bir kuş. scarlet grosbeak karmen renkli şakrakkuşu, (zool.) Corpodacus erythrinus.

groschen

(i.) Avusturya şilinginin yüzde biri; 10 fenik karşılığı Alman parası; Almanların eski ufak gümüş parası.

grosgrain

(i.) grogren, gron, bir cins kumaş .

gross

(i.) on iki düzine, yüz kırk dört adet; brüt; küme, hepsi, bütünü. in gross toptan, bütünüyle. by the gross pakette yüz kırk dört tane olarak.

gross

(s.) iri, kalın, kaba, büyük; toptan, tamam; yontulmamış; çirkin, kötü, şeni, iğrenç; tiksindirici. gross national product (ikt.) brüt milli hasıla (kıs. GNP). gross negligence büyük gaflet. gross weight darası çıkarılmamış ağırlık, brüt ağırlık, gayri safi ağırlık. grossly (z.) fena halde. grossness (i.) kabalık.

grotesque

(s.), (i.) acayip, garip; kaba; (i.) soytarı. grotesquely (z.) acayip şekilde. grotesqueness (i.) acayiplik.

grotto

(i.) mağara; suni yeraltı odası .

grouch

(f.), (i.), A.B.D., (k.dili) mırıldanmak, homurdanmak, söylenmek; (i.), A.B.D., (k.dili) hiç bir şeyden memnun olmayan kimse, şikayetçi kimse, homurdanan kimse; suratsız Iık, homurdanma, söylenme, vızıltı; şikâyet. grouchy (s.), A.B.D., (k.dili) suratsız, asık çehreli.

ground

(s.), (bak.) grind. ground glass buzlu cam; cam tozu.

ground

(i.) yeryüzü; yer, zemin; toprak; meydan, saha, arsa; mesafe, yer; denizin dibi, dip; mebde, prensip; kabartma iş yapılacak düz satıh; maden levha üstüne sürülen ve işlenmeyecek kısımları muhafaza eden yapışkan terkip; (elek.) toprak. ground ball beysbol yere sürtünerek giden top. ground bass (müz.) en kalın sesle tekrarlanan melodi. ground cover toprağa yakın yetişen kalın bitki örtüsü. ground crew hava meydanı tayfası. ground floor zemin katı. ground hog Amerikada bir çeşit dağ sıçanı. ground hog day 2 şubat. ground ice suyun dibinde meydana gelen buz. ground ivy yer sarmaşığı. ground line resimde alt çizgi, ön çizgi. ground pine kurdayağı, (bot.) Lycopodium; kurtluca, meşecik, (bot.) Ajuga chamaepitys. qround plan bir binanın zemin planı. around plate toprak levhası. ground rent arsa kirası. ground speed (hav.) yer sürati. ground swell soluğan. ground water yeraltı suyu. ground wire (elek.) toprak teli. ground zero bombanın patladığı yer. above ground yeryüzünde; meydanda. break ground tarla sürmek; yeni bina için yere ilk kazmayı vurmak, temel atmak; işe başlamak. cover ground yol almak; konuya değinmek. cut the ground out from under one's feet (colloq.) ayağını kaydırmak, delillerini çürütmek. down to the ground her hususta, tamamen. from the ground up temelinden, tamamen. gain ground ilerlemek; iyileşmek; mesafe katetmek. get in on the ground floor A.B.D., (k.dili) temelden katılmak, bir işe yeni başlandığında katılmak. give ground ricat etmek, çekilmek. hold one's ground, stand one's ground durumunu devam ettirmek, ayak diremek. into the ground gereğinden fazla, dayanılmayacak kadar. Iose ground gerilemek, fenalaşmak rağbetten düşmek. off the ground harekette. on good grounds iyi sebeplere dayanan. on one's home ground kendi bilgi alanında. on the grounds of sebebiyle, -e dayanarak. rising ground yokuş, bayır.

ground

(f.) temel üzerine kurmak, esaslı bir şekilde yapmak; esaslı şekilde öğretmek; resme zemin boyası vurmak; yere oturtmak, karaya oturtmak (gemi); (elek.) toprağa bağlamak; temeli olmak; yere konmak; (hav.) pilotun uçmasma izin vermemek. ground arms silahı yere dayamak.

groundage

(i.), (den.) bazı limanlarda demirleme için verilen harç.

grounder

(i.) yere vurulunca zıplayan top.

groundless

(s.) esassız, asılsız, temelsiz groundlessly (z.) asılsız ve temelsiz olarak .

groundling

(i.) toprağa yakın yaşayan bitki veya hayvan; deniz dibinde yaşayan balık; basit zevkleri olan kimse; eski tiyatroda ayakta duran seyirci .

groundnut

(i.) kökü yenen bir bitki; (Ing.) yerfıstığı, Amerikan fıstığı.

grounds

(i.), (çoğ.) özel arazi mülk; oyun sahası, stadyum; saha; sebep, bahane. coffee grounds telve.

groundsel

(i.), (bot.) kanarya otu.

groundsill

(i.) tabanlık kereste.

groundwork

(i.) temel, esas .

group

(i.), (f.) grup, küme, öbek; heyet, topluluk; (kim.) benzer nitelikli öğeler grubu; (jeol.) aynı zamanda teşekkü1 ettiği farzolunan kaya tabakaları; (biyol.) birbiri ile benzerlikleri olan hayvan veya bitki sınıfı; (f.) gruplara ayırmak, yan yana koymak; bir araya gelmek, gruplaşmak. group insurance grup sigortası, toplu sigorta.

grouper

(i.) hani balığı .

grouse

(i.) (çoğ. grouse) tavuğa benzer bir av kuşu, orman tavuğu, (zool.) Lyrurus. hazel grouse dağ tavuğu, (zool.) Tetrastes bonasia. sand grouse kaya kuşu, (zool.) Pterocles arenarius Pallas's sand grouse bağırtlak, (zool.) Syrrhaptes paradoxus.

grouse

(f.), (i.), (k.dili) homurdanmak, söylenmek, sızlanmak, Sikayet etmek; (i.) Sikayet.

grout

(i.), (f.) duvarcı sıvası, sulu harç; bulgur lapası; (çoğ.) tortu, telve; (f.) tuğla veya taş aralarına sulu harç doldurmak.

grove

(i.) koru, ağaçlık.

grovel

(f.) (led, ling veya ed, ing) yerde sürünmek; kendini alçaltmak, yaltaklanmak. groveler (i.) zelil kimse, alçalmış kimse.

grow

(f.) (grew, grown) büyümek, gelişmek, inkişaf etmek, serpilmek; çoğalmak, artmak, ilerlemek, olmak; hâsıl olmak, çıkmak; büyütmek, yetiştirmek, meydana getirmek; hası1 etmek. grow on one gittikçe daha çok beğenilmek, bir kimseyi kendine ısındırmak. grow out of hâsıl olmak, çıkmak. He grew out of his shoes büyüdüğünden dolayı ayakkabıları küçüldü. grow together yaklaşmak, birleşmek; beraber büyümek grow up büyümek, olgunlaşmak. growing pains büyüme devresinde çocukların kol ve bacaklarında hâsıl olan ağrılar; bir işin başlangıcındaki zorluklar .

grower

(i.) yetiştirici, üretici .

growl

(f.), (i.) hırlamak, homurdanmak; gurlamak, guruldamak; (i.) homurtu, homurdanma, hırlama .

growler

(i.) homurdanan kimse; A.B.D., argo bira kabı; Kanada'da kücük buzul .

grown

(bak.) grow; (s.) yetişmiş, yetişkin, büyümüş grownup (s.) büyümüş. grownup (i.) yetişkin kimse. grownups (i.) yetişkinler .

growth

(i.) büyüme, gelişme, inkişaf, yetişme; artma; mahsul; kaynak; (tıb.) marazi teşekkük. growth stock bir firmanın kâra geçeceği düşüncesiyle satın alınan hisse senedi.

grub

(i.) tırtıl, sürfe, kurt; bıkıp usanmadan çalışan kimse; argo yiyecek. grubby (s.) kirli, pis, düzensiz; kurtlu.

grub

(f.) (bed, bing) toprağı kazmak, eşelemek; adi işlerle uğraşmak; monoton bir işte calışmak; argo yemek yemek, yedirmek; yeri kazıp ağaç köklerini çıkarmak; kökünden sökmek; sürfesini çıkarmak .

grub street

Londra'da eskiden fakir yazarların oturduğu semt; piyasa yazarları. grubstreet (s.) piyasa yazarlarına ait.

grubstake

(i.), (f.), A.B.D., (k.dili) bir maden arayıcısına maden ocağını bulmak için ödünç verilen ve karşılığı ileride fazlasıyla geri alınacak para; (k.dili) yeni bir teşebbüse yapılan yardım; (f.) böyle bir yardımda bulunmak.

grudge

(f.), (i.) isteksizce vermek, istememek, çok görmek; kıskanmak; diş bilemek; (i.) kin, haset, diş bileme. to carry (bear, have) a grudge (against) kin beslemek. grudgingly (z.) istemeyerek, kıyamayarak .

gruel

(i.) yavan un çorbası, sulu yulaf lapası.

gruelling

(s.), (i.) çok yorucu, bitap düşürücü; (i.) çok yorucu şey, işkence.

gruesome , grewsome

(s.) korkunç, dehşetli, iğrenç. gruesomely (z.) dehşetle, korkunç, bir şekilde. gruesomeness (i.) dehşet, korkunçluk,

gruff

(s.) ters, sert, huysuz; boğuk, boğuk sesli. gruffly (z.) terslikle; boğuk bir sesle. gruffness (i.) sertlik, terslik, huysuzluk.

grumble

(f.), (i.) söylenmek, şikâyet etmek; (i.) homurdanma, halinden şikâyet.

grummet

(bak.) grommet .

grumps

(i.), (k.dili) asık yüzlülük, suratsızlık.

grumpy

(s.) aksiligi tutmuş, hırçınlığı üstünde.

grundy,mrs.

fazla iffet taslayan kimseler.

grunt

(f.), (i.) homurdanmak, domuz gibi hırıldamak; (i.) homurtu, hırıltı; hırıltı çıkaran bir balık.

grunter

(i.) homurdayan sey; domuz; hırıltı gibi ses çıkaran bir balık.

gruyerecheese

gravyer peyniri.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL