NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

sp ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: sp
Bulunan Sonuç: 429

sp.

kıs. Spain, Spaniard.

sp.

kıs. special, species, spelling.

spa

i. maden suyu kaynağı, ılıca, kaplıca.

space

f. aralık koymak, fasıla bırakmak; aralıklara bölmek.

space

i. yer, alan, meydan; mesafe, aralık, fasıla; müddet; feza, uzay; matb. espas, iki kelime arasını açmak için kullanılan maden parçası; müz. ara; mat. uzam, vusat. space bar (daktiloda) aralık tuşu, espas tuşu, atlama tuşu. space heater A.B.D. soba. space platform, space station suni uydu. space probe uzaydan bilgi gönderen uydu.

space-time

i. yer-zaman ilintisi, dört boyutlu sürekli dizi.

spaceborne

z. uzay yoluyle taşınan.

spaced-out

s., (argo) uyuşturucu madde tesirinde olan.

spaceport

i. roket alanı.

spaceship

i. uzay gemisi.

spacing

i. aralıklarla düzenleme; espas, aralık.

spacious

s. geniş, vâsi, engin, açık, mesafeli; bol, ferah. spaciously z. geniş bir şekilde, mesafe bırakarak. spaciousness i. genişlik, açıklık, vüsat.

spackle

i. çatlakları doldurmada kullanılan alçı.

spade

i., f. bahçıvan beli; ayıbalığını parçalamak için kullanılan büyük bıçak; ask. top arabasının arka tarafında bulunan ve top atılınca geri tepmesine mâni olan kazma şeklindeki demir, mahmuz; f. bellemek, bel ile kazmak. call a spade a spade açıkça söylemek, isim vererek söylemek.

spade

i. iskambilde maça.

spadework

i. bel işi; hazırlık işi.

spadiceous

s., bot. çomak durumu kabilinden; parlak kahverengi.

spadix

i. (çoğ. -dices) bot. çomak (çiçekdurumu).

spaghetti

i. ince makarna, spageti; (radyo) tel izolasyonu olarak kullanılan ince plastik boru.

spahi, spahee

i., T. sipahi.

spain

i. İspanya.

spake

(eski), bak. speak.

spall

i., f. ufak taş parçası; kıymık: f. parçalamak, kıymak; parçalanmak.

spalpeen

i., (İrl.) çapkın delikanlı.

span

i., f. (-ned, -ning) karış; an, kısa süre; süre; kemer veya köprünün ayakları arasındaki açıklık; f. karışlamak, karış ile ölçmek; bir yandan bir yana uzanmak.

span

i., f., den. halat, zincir; çifte koşulmuş at veya öküz; f. bağlamak, bukağılamak.

spandrel

i., mim. üçgen şeklinde kemer üstü dolgusu; posta pulu köşesindeki üçgen süs .

spang

z., ABD, kdili. dosdoğru, tam üstüne tam hedefine

spangle

i, f. pul, payet, madeni pul; f. pullarla süslemek (elbise); madeni pul gibi pırıldamak

spaniard

i. ispanyol

spaniel

i. uzun tüylü ve uzun sarkık kulaklı köpek, spanyel; yaltaklanan kimse.

spanish

s., i. ispanyol, İspanya'ya veya İspanyolca'ya ait; i. İspanyolca. the Spanish İspanya halkı. Spanish brown topraktan yapılan kahverengi bir boya. Spanish chestnut kestane. Spanish fly ispanya sineği, zool. Lytta vesicatoria; kuduzböceği, zool. Cantharis Spanish Main eskiden Orinoko Irmağından Panama diline kadar olan Güney Amerika sahili; şimdi Karayipler Denizi'nin güneyi veya bütünü.

spank

f., i. kıçına şaplak atmak, dövmek; çabuk gitmek, hızla gitmek; i. şaplak (bilhassa kısa).

spanker

i. şaplak atan kimse; iri yarı kimse veya şey; den. randa yelkeni spanker boom den. randanın bombası veya sereni.

spankiny

s., z., i. çabuk koşan: kuvvetli, şiddetli (rüzgâr); İng. k.dili. iriyarı; z. ala; iri, çok; i. (çocuğun kıçına) şaplak atma. brand spanking new gıcır gıcır, yepyeni.

spanner

i. karışla ölçen kimse veya alet; İng. vida somunu anahtarı, ingiliz anahtarı.

spannew

s., leh. yepyeni, gıcır gıcır.

spanroof

i. balık sırtı dam, adi çatı.

spansule

i. değişik kalınlıkta tabakalarla kaplı ilâç tanecikleri bulunan kapsül.

spar

i., f. (red, ring) den. ağaç çubuk, seren, direk: uçak kanadı ana kirişi. f. seren veya direk takmak. spar deck kontra güverte.

spar

i., min. ispat.

spar

f. (red, ring) i. boks yapmak; ağız kavgası etmek, atışmak, dalaşmak; horoz gibi dövüşmek: i. boks maçı. sparring partner boksta idman arkadaşı.

sparable

i. kundura veya çizme ökçesine çakılan ufak başsız çivi.

spare

s., i. yedek, ihtiyat az, kıt dar, kısa, eksik; cimri, eli sıkı; sıska, arık, zayıf; fazla, artan, serbest. i. yedek parça; bowling oyununda iki top atışı ile kukaların hepsini düşürme. spare cash ihtiyat akçesi. spare parts yedek parçalar spare time boş vakit. sparely z. sıskaca; az olarak. spareness i. zayıflık; azlık.

spare

f. kıymamak, canını bağışlamak, öldürmemek; kurtarmak; idareli kullanmak; idare yoluna gitmek; esirgemek; vermek; onsuz olmak veya yapmak, onsuz işini çevirmek.

sparerib

i. az etli domuz pirzolası.

sparge

f., i. dağıtmak, serpmek; i. serpme. sparger i. biracılıkta kullanılan serpme aleti.

sparing

s. idareli, tedbirli; merhametli, vicdanlı. sparingly z. tedbirli olarak sparingness i. tedbir, ihtiyat, idare.

spark

i., f. kıvılcım, çakım, çakın, şerare; elektrik kıvılcımı; elmas; belirti; canlılık; f. kıvılcım saçmak; harekete geçirmek, teşvik etmek, kışkırtmak. spark arrester kıvılcım kafesi; elektrik kıvılcımlarını önleyen cihaz. spark coil elek. endüksiyon bobini, kıvılcım bobini. spark gap oto. buji tırnak aralığı. spark plus oto. buji.

spark

i., f. yakışıklı delikanlı; civelek kız: (erkek) sevgili; sinirli kimse; f. flört etmek. sparkish s. hoppa, havalı, civelek; gösterişli, iyi giyimli.

sparkle

f., i. kıvılcımlar saçmak; pırıldamak; köpürmek, köpük köpük olmak (şarap); i. kıvılcım; pırıltı; şaşaa. sparkler i. pırıldayan eylayan mücevher; şahsiyeti ve canlılığıyle göze batan kimse, parlak şahsiyet.

sparkling

s. parlayan, pırıldayan; canlı; köpüklü. sparklingly z. pırıldayarak. sparklingness i. parlaklık.

sparkplug

f. kışkırtmak; canlandırmak, harekete geçirmek.

sparks

i. vapurda radyo teknisyeni.

sparrow

i. serçe, zool. Passer domesticus; serçeye benzer kuş. sparrow hawk atmaca, zool. Accipiternisus. English sparrow, house sparrow serçe, zool. Passer domesticus. rock sparrow kayalık serçesi, zool. Petronia petronia Spanish sparrow bataklık serçesi, zool. Passer hispaniolensis.

sparrowgrass

i, leh. kuşkonmaz.

sparry

s., min. ispatik, ispatlı.

sparse

s. seyrek, dağınık, sık olmayan. sparsely z. seyrek seyrek . sparseness i. seyreklik. sparsity i. seyreklik, kıtlık.

spartan

i, s. Spartalı; s. Spartalı gibi, güçlüklere dayanan, yılmaz.

spasm

i., tıb. spazm, sinir kasılması, ıspazmos: birden gelip geçen heyecan veya gayret.

spasmodic

s., tıb. ıspazmoz kabilinden; ara sıra ve birdenbire vaki olan, birden gelip geçen. spasmodical s. spazmodik; birdenbire gelip geçen. spasmodically z. spazmodik olarak; birdenbire gelip geçerek .

spastic

s., i., tıb. ıspazmozlu; i. ıspazmozlu felci olan kimse.

spat

i, gen. çoğ kısa tozluk, getir.

spat

f., bak. spit.

spat

i., f. (ted, ting) istiridye yumurtası; f. yumurta dökmek (istiridye).

spat

i., f. (ted, ting) şamar, sille: şaplak; ağız dalaşı; yağmur şakırdaması; f. sille vurmak; ağız kavgası etmek, atışmak, dalaşmak; şakırdamak (yağmur).

spate , spait

i., İng. sel; şiddetli sağanak; denizde görülen su hortumu. spate of words ansızın içini dökme, konuşarak boşanma.

spathe

i, bot. yen, spat, brakte, bürgü.

spathic , spathose

s,. min. ispat taşma benzer, ispatik.

spatial

z. uzamsal; uzaysal.

spatter

f., i. serpmek, sıçratmak: çamurlamak; iftira etmek, şerefini lekelemek, çamur atmak; i. serpme, sıçratma; pıtırtı; çamur lekesi, zifos.

spatterdash

i, gen. çoğ. çamura karşı giyilen uzun tozluk, çamurluk.

spatterdock

i. sarı nilüfer, bot. Nymphaea advena.

spatula

i. mablak, spatula; tıb. dilbasan.

spatulate

s. spatula şeklindeki, kaşık biçimindeki.

spavin

i, bayt. at ayağının oynak yerinin şişmesi. spavined s. oynak yeri şişmiş (at ayağı).

spawn

f., i. yumurta dökmek (balık); meydana getirmek, ,çıkarmak; iç balık yumurtası; hayvan yavrusu; hasılat, sonuç; istiridye yumurtası; ufak balık; bot. mantar tohumu.

spay

f. dişi hayvanı kısır etmek.

speak

f. (spoke, eski spake: spoken) konuşmak, söz söylemek, konuşma yapmak, nutuk söylemek; bahsetmek, bahsini etmek, belirtmek, ifade etmek; ses vermek, çalmak; işaretle konuşmak (gemiler arası). Speak ! Haydi, havla (köpeğe). speak by the book resmi ve talimat gereğince konuşmak, ezbere konuşmak. speak down to küçük düşürücü tavırla konuşmak. speak fair eski dostça konuşmak; yaklaşıp laf açmak. speak for lehinde söylemek, başkasının yerine söz söylemek; istemek. speak ill of aleyhinde söylemek, iftira etmek. speak of zikretmek, bahsetmek. speak out açıkça söylemek; yüksek sesle söylemek. speak to the point konuya bağlı kalmak; yerinde söz söylemek. speak up çekinmeden açıkça söylemek. so to speak tabir caizse. to speek of bahsetmeye değer, önemli, ehemmiyetli . speakable s. söylenilebilir, denilebilir, ağıza alınabilir.

speakeasy

i., (argo) gizli içki satılan yer.

speaker

i. konuşan veya söyleyen kimse; spiker; sözcü; hatip; meclis başkanı. speakership i. meclis başkanlığı.

speaking

s., i. hitabetme kabiliyeti olan; söz söyleyen; konuşacak gibi, canlı; i. konuşma, söyleme; ezberden nutuk söyleme; hitap. speaking acquaintance uzaktan aşinalık; tanıdık. speaking likeness aşırı benzeyiş, tıpkısı olma. speaking tube odalar veya katlar arasında konuşmaya mahsus boru; den. kumanda borusu. be on speaking terms selâm vermekten ileri gitmeyen; aşinalığı olmak. The brothers were not on speaking terms Kardeşler selâmlaşmıyorlardı bile.

spear

i., f. kargı, mızrak; zıpkın; mızrakçı, mızraklı adam; ot filizi; f. mızrak veya zıpkınla vurmak; filiz sürmek, fışkırıp uzamak. spear gun sualtı tüfeği.

spearfish

i. kılıçbalığına benzer bir kaç tür balık, zool. Tetrapturus.

spearhead

i., f. mızrak ucu; hücuma geçiş; hücuma geçen asker, öncü; f. öncülük etmek.

spearman

i. mızraklı adam, mızrakçı.

spearmint

i. bahçe nanesi, bot. Mentha spicata.

spearwort

i. düğünçiçeği.

special

s., i. özel, hususi, has, mahsus; bir cinse mahsus; yegâne; ekstra (gazete); i. herhangi özel bir şey; özellik. special agent özel ajan special case özel durum. special delivery (A.B.D.) ekspres mektup; özel ulak. special edition özel baskı. special pleading huk. karşı tarafın iddialarını reddetmeden kanuni itirazlarda bulunma; bir konunun yalnızca olumlu yönlerini sunma. special student özel bir program takip eden öğrenci. specially z. özellikle, bilhassa.

specialist

i. mütehassıs, uzman. specialism i. ihtisas, uzmanlık.

speciality

i. özellik, hususiyet; çoğ. ayrıntılar, teferruat; spesyalite; ihtisas, uzmanlık; huk. mühürlü sözleşme.

specialize

f. tek bir konu üzerinde durmak; biyol. özel bir gaye ile geliştirmek; özel bir amaca kullanmak; ayrıntılara girmek; özellik kazanmak; ihtisas kazanmak, mütehassıs olmak. specialization i. ihtisas, uzmanlık.

specialty

i. özellik, hususiyet; spesiyalite; ihtisas, uzmanlık; huk. mühürlü sözleşme. specialty of the house lokantanın spesyalitesi.

specie

i. madeni para, sikke. specie payment madeni para ile ödeme. in specie madeni para ile; huk. aynıyle (iade) .

species

i., tek. ve çoğ., biyol. tür; türlü, çeşit; Kat. dış görünüm; hayal, şekil, görünüş the species insan.

specifiable

s. tayin edilebilir, kesin olarak beyan edilmesi mümkün.

specific

s., i. özgü, kendine has; özgül; spesifik, özel, hususi, belirli, muayyen; kesin, kati, sarih; tıb. iyileştirici, tedavi edici (ilâç); tıb. belirli bir mikroptan husule gelen; uzunluk, ağırlık ve miktara göre alınan gümrük vergisine ait; i. özel bir gaye uğruna kullanılan şey; tıb. belirli bir hastalık tedavisinde kullanılan ilâç; gen. çoğ, (A.B.D.), k.dili. özellikler specific difference. biyol. tür farkı. specific gravity özgül ağırlık. specific heat spesifik ısı. specifically z. özellikle, hususi olarak, bilhassa.

specification

i. tayin, belirtme; belirli bir türden olma; ayrıntılarıyle tanımlama; muayyen bir madde veya keyfiyeti belirtme; bir icadın tarifnamesi; huk. beyanname; şartname, şartlaşma. specifications i. teferruat, ayrıntılar, şartlar.

specify

f. tayin etmek, kesinlikle belirtmek; listeye özel bir madde halinde koymak.

specimen

i. örnek, numune, model, misal; k.dili. antika kimse, alışılmamış huyları veya özellikleri olan kimse.

specious

s. sahte, aldatıcı; dış görünüş itibariyle aldatıcı; samimi olmayan. speciously z. dış görünüşüyle aldatarak. speciousness i. dış görünüşün aldatıcı olması.

speck

i., f. nokta, benek, ufak leke; ufak parça, zerre; f. nokta nokta lekelemek.

speckle

i., f. ufak benek veya leke; f. beneklemek. speckled z. benekli, çilli, karyağdı.

specs

i., çoğ., k.dili. gözlük; sartlar.

spectacle

i. görülecek şey; dehşetli manzara; acayip davranış; çoğ. gözlük. spectacled s. gözlüklü.

spectacular

s., i. görülmeye değer, harikulade; i. hayret verici manzara. spectacularly z. harikulade bir şekilde.

spectator

i. seyreden kimse, seyirci spectator sport ABD. gösteri mahiyetindeki spor faaliyeti.

specter , (ing.)spectre

i. hayal, hayalet, hortlak, tayf.

spectra

bak. spectrum.

spectral

s. hayalet kabilinden; hayal gücüne dayanan, hayali; fiz. tayfi, ışın dağılımına. ait spectral analysis tayf analizlenmesi.

spectrogram

i., fiz. spektrogram.

spectrograph

i., fiz. spektrograf; spektrografla alınan fotoğraf.

spectroheliograph

i. güneşin fotoğrafını çekmeye mahsus makina.

spectrometer

i., fiz. spektrometre. spectrometry i. spektrometre ile tayfı ölçme.

spectrophotometer

i., fiz. spektrofotometre. spectrophotometry i. renklerin bu aletle karşılaştırılması.

spectroscope

i. spektroskop.

spectroscopic

s. spektroskopa ait; ışınların tahlili metoduna ait.

spectroscopy

i. ışınların tahlili bahsi; spektroskop kullanma metodu.

spectrum

i. (çoğ. -tra) tayf spectrum. analysis tayf analizlenmesi. solar spectrum güneş tayfı.

specula

bak. speculum.

specular

s. ayna gibi, aynaya ait; tıb. speküloma ait.

speculate

f. düşünmek, mütalaa etmek, zihninde tartmak; tic. spekülasyon yapmak.

speculation

i. zihnen tartıp tahlil etme, fikren mütalaa, üzerinde düşünme; kurgu; spekülasyon; oyuncuların birbirinden koz satın aldıklan bir tür iskambil oyunu.

speculative

s. düşünüp tasavvur eden; mali spekülasyonla ilgili; tehlikeli, rizikolu. speculatively z. zihninde tartarak. speculativeness i. zihinde tartma. speculator i. spekulator, vurguncu.

speculatory

s., tic. spekülasyon niteliğindeki; derin düşünme mahiyetindeki.

speculum

i. (çoğ. -s, -la) tıb. bedenin iç taraflarını muayene maksadıyle bir deliği genişletmek veya açık tutmak için kullanılan aynalı veya aynasız aletlerden biri, spekulom; madeni ayna; teleskop aynası; zool. bazı kuş kanatlarında bulunan renkli lekeler. speculum metal ayna yapmaya mahsus bakır ile teneke karışımı.

sped

f., bak. speed.

speech

i. konuşma yeteneği, söyleme yetisi, natıka; konuşma, söz söyleme, tekellüm; söz; dil, lisan; hitabe, söylev, nutuk. speech clinic konuşma bozukluklarının düzeltildiği klinik. speech disorder konuşma bozukluğu .speech organ konuşma organı speech pattern konuşma düzeni; konuşma şekli, ifade tarzı. figure of speech mecaz. free speech konuşma özgürlüğü. parts of speech gram söz bölükleri.

speechify

f. nutuk paralamak; fazla konuşmak, kafa şişirmek. speechification i. nutuk paralama. speechifier i. yersiz nutuk paralayan kimse.

speechless

s. dilsiz, konuşamayan, dili tutulmuş; sessiz, suskun; kelimelerle ifade edilemeyen. speechlessly z. dili tutulmuş gibi. speechlessness i. sessizlik, suskunluk.

speechmaker

i. konuşmayapan kimse, konuşmacı, hatip.

speechwriter

i. başkası için nutuk metni yazan kimse.

speed

i, f. (-ed veya -sped) s. hız, sürat, ivinti, çabukluk, çabuk gitme; eski uğur, başarı, muvaffakiyet: (argo) amfetamin; f. çabuk gitmek, süratle gitmek koşmak, acele etmek; eski muvaffak etmek; eski uğurlu kılmak, uğur getirmek; uğurlamak, geçirmek; acele ettirmek, hız vermek; mak. belirli bir hıza ayarlamak; s. sürat belirten; hızlı. speed counter sürat ölçme aleti, hız sayacı. speed lathe hızlı torna. speed limit. azami sürat. speed the parting guest misafiri geçirmek, uğurlamak. speed trap fazla sürat yapanlara polis tuzağı. speed up hızlandırmak, hızın artırmak, sürat vermek. at full speed son süratle; den. tam yol alarak. at half speed yarım süratle; den. yarım yol alarak. with all speed bütün hızı ile.

speedboat

i. sürat motoru.

speeder

i. trafik kanununa aykırı sürat yapan şöför.

speedometer

i. hızölçer, spidometre.

speedreading

i. süratli okuma .

speedway

i. sürat yolu, hızyolu.

speedwell

i. yavşanotu, veronika, bot. Veronica officinalis.

speedy

s. süratli, hızlı, çabuk. speedily z. acele ile, süratle, hızla. speediness i. hızlılık, sürat.

speer

f., İskoç. sormak.

speiss

i. arsenikli ham maden.

spelean

s. mağaralara ait; mağarada yaşayan veya bulunan.

speleology

i. mağaralar ilmi; mağara keşfetme sporu.

spell

f. (ed veya spelt) hecelemek, imlâsını harf harf söylemek; söylemek, belirtmek, ifade etmek. spell out heceleyerek yahut güçlükle okumak, sökmek; harflerle kelime meydana getirmek; ayrıntılarıyle açıklamak.

spell

i., f. büyü, afsun, sihir; f. büyülemek. cast a spell on büyülemek, kuvvetle etkilemek.

spell

i, f. nöbet, nöbet vakti, iş nöbeti; k.dili. süre, müddet; k.dili. kısa mesafe; (Avustruralya) tatil zamanı; nöbet değiştirme; (A.B.D.), k.dili. kriz, nöbet; f. nöbet değiştirerek serbest bırakmak.

spellbind

f. büyü ile bağlamak, teshir etmek. spellbound s. büyülenmiş.

speller

i. heceleyen kimse; imla kitabı.

spelling

i. imlâ, yazılış, yazım; heceleme, imlasını söyleme. spelling bee, spelling match imlâ yarışması. spelling book imlâ kılavuzu. spelling reform imlâ reformu.

spelt

i. kaplıca buğday, bot. Triticum sativum spelta; kızıl buğday, kılçıksız buğday, bot. Triticum spelta.

spelt

f., bak. spell.

spelter

i., tic. tutya, çinko.

spelunking

i. mağaraları keşfetme spelunker i. mağara keşfeden kimse.

spence

i., İng. leh. kiler; oturma odası.

spencer

i. kısa ceket.

spencer

i., den. en arkadaki yedek yan yelkeni.

spencerian

s. İngiliz filozofu Herbert Spencer'ın kitaplarına veya felsefesine ait; Amerikalı P.R. Spencer tarzında güzel ve okunaklı elyazısına ait.

spend

f. (spent) harcamak, sarfetmek; bol bol vermek; israf etmek, har vurup harman savurmak; kuvvetini azaltmak; geçirmek (zaman). spending money harcanacak para, harçlık.

spendthrift

s, i. müsrif, mirasyedi (kimse)

spense

bak. spence .

spenserian

s. İngiliz şairi Edmund Spenser'a ait. Spenserian stanza Faerie Queen şiirinde kullanılan nazım şekli.

spent

s. harcanmış, sarfedilmiş; kuvvetten düşmüş, bitap, argın; etkisini kaybetmiş, tesirsiz hale gelmiş.

sperm

i., biyol. meni, sperma, atmık, bel suyu. spermatic s. meni kabilinden.

sperm

i. ispermeçet. sperm i., sperm oil ispermeçet yağı. sperm whale ispermeçet balinası, kadırgabalığı.

spermaceti

i. ispermeçet.

spermary

i. taşak, husye.

spermatic

s., biyol. spermaya ait, spermatik. spermatic cord sperma kordonu.

spermato

(önek). tohum, sperma.

spermatocele

i. haya şişmesi.

spermatogenesis

i., biyol. spermatozoon teşekkülü.

spermatophyta

i. humlu bitkiler.

spermatozoon

(-zoa) sperma hayvancığı.

spermo- , sperm-

(önek). tohum, sperm.

spew

f. kusmak, istifrağ etmek.

sphacelate

f. çürümek, kangrenleşmek.

sphagnum

i. (çoğ, -na) bataklıkta yetişen ve ambalaj işinde kullanılan bir çeşit yosun, sfagnum.

spheno-, sphen-

(önek) kama şeklinde, çivi şeklinde; tıb. ense kemiğine ait.

sphenogram

i. çivi yazısının harflerini teşkil eden çivi şeklindeki işaretlerden her biri.

sphenoid

s., i. kama şeklindeki; anat. ense kemiğine ait, sfenoid; i. ense kemiği.

spheral

s. küresel; simetrik; ahenkli.

sphere

i., f. küre; gök, sema; dünya; saha, alan; sınıf, derece; f. küreler arasına koymak; küre şeklini vermek.

spherical

s. küre şeklindeki, küresel, kürevi; küreye ait; gökcisimlerine ait. spherically z. küre şeklinde

sphericity , sphericalness

i. küre şeklinde olma.

spherics

i. küresel geometri; havada elektriksel olaylar.

spheroid

i., geom. küremsi cisim, yuvar. spheroidal s. küremsi, sferoidal.

spherometer

i., fiz. sferometre, küresel düzeylerin kıvrıntılarını ölçmeye mahsus alet.

spherule

i. kürecik.

spherulite

i, jeol. bazı kayalarda bulunan küre şeklindeki billursu cisim. spherulitic s. bu cisimle ilgili.

sphincter

i. büzgen kas, sfinkter.

sphinx

i. isfenks, sfenks; anlaşılması güç ve konuşmayan kimse. sphinx moth bir çeşit pervane. the Sphinx Mısır'da Gizeh sehrinde bulunan büyük isfenks.

sphragistics

i. damga veya mühürler bilgisi sphygmo önek, tıb nabız.

sphygmograph

i. nabızölçer.

sphygmus

i, biyol. nabız, nabız atması.

spica

i. başak; tıb. ,'8'' şeklinde bir sargı tipi Spica Virginis astr Basakçı yıldızı.

spicate

s., bot., zool. başaklı, sivri uçlu.

spiccato

i., s., z., müz. virtüöz stakkatosunun tarzı, sıçratım tarzı; s. pikeli; z. virtüöz stakkatosuyle.

spice

i., f. bahar, baharat; baharat gibi güzel kokan şey; lezzet veren şey; tat, çeşni: f. baharat katmak, ceşni vermek; cazipleştirmek. spicery i. baharat; baharatlı oluş.

spickandspan

s. yepyeni, tertemiz, gıcır gıcır.

spicule , spicula

i. çok ince veya iğne gibi şey; zool. iğne, spikul. spicular, spiculiform s. iğne şeklindeki.

spicy

s. baharatlı, bahar gibi güzel kokulu; tadı tuzu yerinde olan, çeşnili; hoş, zevkli; açık saçık (hikaye); cazip, çekici. spicily z. baharatla. spiciness i. baharatlı oluş.

spider

i., f. örümcek; leh. dökme demir tava; f. kırılmadan tuzla buz olmak (cam). spider crab uzun ve ince bacaklı bir cins yengeç, zool. Libinia. spider monkey örümcek maymunu, zool. Ateles. spider web örümcek ağı. water spider su örümceği, zool. Argyoneta aquatica. spidery s. çok ince; örümcek gibi; zarif; örümcekli.

spiegeleisen

i. manganezli dökme demir.

spiel

i., f., A.B.D., argo ikna edici konuşma; f. konuşmak, söylemek.

spiffy

s., (argo) güzel, şık.

spigot

i. musluk; fıçı tapası; tahta musluk tıkacı.

spike

i., f. ekser, enser, büyük çivi; uzun ve ucu sivri şey; kabara; ince ve yüksek topuk; yavru geyiğin boynuzu; uskumru yavrusu; f. enserle tutturmak; k.dili. (içeceğe) içki katmak; ask. topu körletmek için falya deliğine çivi vurmak; çivi ile delmek veya incitmek; engellemek. spike one's guns bir kimsenin kötü niyetine engel olmak. spiky s. sivri uçlu; çivili.

spike

i. başak; bot. başakçık.

spikelet

i., bot. başakçık.

spikenard

i. sümbül yağı; Hint sümbülü, bot. Nardostachys jatamansi.

spile

i., f. fıçı musluğu, tahta tıkaç; akçaağaçtan öz çekmek için kullanılan boru; kazık; f. tapa ile tıkamak; kazık çakmak; (fıçıya) musluk takmak spilikin bak. spillikin.

spiling

i. tahta tıkaçlar.

spill

f., (ed veya spilt) i. dökmek saçmak; düşürmek; düşmek; den. yelkeni boşaltmak; i. dökme; düşüş düşme, yuvarlanma (at veya arabadan); dökülen şey; denize dökülen petrol. spill the beans kdili. ağzından baklayı çıkarmak.

spill

i. lamba yakmaya mahsus kâğıt veya tahta parçası; tahta tıkaç, fıçı musluğu.

spillage

i. dökülmüş şey, döküntü.

spillikin

i. mikado oyunu.

spillover

i. taşmış şey; dağılma.

spillway

i. taşma savağı.

spilt

f., bak. spill.

spilth

i. dökülen şey; artık, fazlalık, döküntü

spin

f. (spun, (eski) span; -ning) eğirmek, bükmek; (ağ) örmek; çevirmek, döndürmek; dönmek; fırıldak gibi dönmek; tornalamak; fırlatmak; hav. dikine düşmek. spin a yarn masal okumak, martaval atmak, maval okumak. spin out uzatmak, uzun uzadıya söylemek. spun glass cam elyafı. send one spinning bir yumrukta olduğu yerde fırıldak gibi döndürmek. His head is spinning. Başı dönüyor.

spin

i. fırıl fırıl dönme; k.dili. gezme; hav. diklemesine düşüş.

spinach

i. ıspanak, bot. Spinacia oleracia; k.dili. sus. spinaceous s. ıspanakgillerden.

spinal

s. belkemiğine ait, omurga kemiğinde bulunan. spinal anesthesia omur iliğe iğne ile yapılan anestezi. spinal column anat. belkemiği, omurga. spinal cord anat. omurilik, murdarilik. spinal curvature tıb. belkemiğinin eğriliği, kamburluk.

spindle

i., f. eğirmen, kirmen, iğ; iğ mihveri, mil, dingil; sığlık veya kayalıklan belirten fener direği; takriben 13800 metrelik iplik uzunluk ölçüsü; f. boy atmak, uzamak; delmek, geçirmek (fiş). spindle file puantir, fişnot. spindle tree iğağacı, bot. Euonymus europaeus. spindle whorl iğe ağırlık veren halka. spindling, spindly s. aşırı derecede boy atan, fazla serpilen; leylek bacaklı.

spindlelegged, spindleshanked

s. leylek bacaklı, ince ve uzun bacaklı.

spindlewort

i. beyaz kurtluca, bot. Atractylis gummifera.

spindrier

i. santrifüjlü çamaşır kurutma makinası.

spindrift, spoondrift

i. rüzgârın denizden getirdiği hafif su serpintisi.

spine

i. omurga, belkemiği; belkemiğine benzer şey; diken; kılçık; kitap sırtı.

spinel

i. bir çeşit kaba lâl.

spineless

s. omurgasız, belkemiği olmayan; dikensiz; cesaretsiz, yüreksiz. spinelessly z. korka korka. spinelessness i. korkaklık.

spinescent

s., bot, zool. dikenli.

spinet

i., müz. eski usul telli ve klavyeli bir alet, epinet; küçük piyano.

spiniferous

s. dikenli veya diken üreten.

spinnaker

i. üç köşe büyük yarış yelkeni.

spinner

i. eğiren veya büken kimse; iğ, eğirme veya bükme makinası; olta ucuna takılan kaşık.

spinneret

i. örümcek ve ipekböceğinin iplik salan uzvundaki memeciklerden her biri.

spinney

i., İng. çalılık, koru.

spinning

i., s. eğirme, bükme; s. eğiren. spinning frame eğirme tezgâhı. spinning jenny iplik eğirme makinası, çıkrık makinası. spinning wheel çıkrık.

spinoff

i. yan ürün.

spinose , spinous

s. dikenli, diken gibi. spinosity i. dikenlilik.

spinster

i. kalık, evde kalmış kız, yaşı geçmiş kız.

spinthariscope

i., fiz. spintariskop, alfa ışınları göstericisi.

spinule

i., bot., zool. dikencik, iğnecik. spinulose s. dikenli, iğneli.

spiny

s. dikenli, iğneli; güçlüklerle dolu, şaşırtıcı.

spiracle

i., zool. nefes alıp verme deliği.

spiraea

i. çayırmelikesi, erkeç sakalı, bot. Spiraea.

spiral

s., i., f. (-ed, -ing veya -led, -ling) helezoni, helisel, sarmal; i. helis, helezon; tıb. spiral; f. helezon teşkil etmek. spiral galaxy, spiral nebula sarmal bulutsu. spirally z. helezoni olarak, helezon ekli alarak.

spirant

s., i., dilb. sürtme sesi çıkaran (harf).

spire

i., f. ince uzun ot sapı; kulenin sivri tepesi; f. uzun ve ince sap sürmek; sivri kule gibi yükselmek.

spire

i. helezon, helis; helezoni kabuğun sivri ucu.

spirit

i., s. ruh can, insan ruhu; fels. tin; tayf, hayalet; peri, cin; önder, örnek kimse; heves, canlılık; hava; huy, tabiat, meşrep; mana, öz, meram; s. hayalete ait; ruhlara inanmayla ilgili; ispirto ile çalışan. spirit lamp ispirtoluk, kamineto. spirit level düzeç, kabarcıklı düzeç, düzeldek, tesviyeruhu, su terazisi. spirit rapping ispritizmada ruhların masaya hafif hafif vurmaları. spirit writing ruhların yazdığına inanılan yazı. familiar spirit bir insana hizmet eden peri. spiritless s. cansız, ruhsuz, hevessiz.

spirit

f. canlandırmak, kuvvet ve cesaret vermek. spirit away, spirit off gizlice göndermek veya götürmek.

spirited

s. canlı, şevkli, ateşli, cesaretli. spiritedly z. canlı olarak, şevkle. spiritedness i. canlılık, şevk.

spiritism

i. ispritizma. spiritist i. ispritizmaya inanan veya onunla meşgul olan kimse.

spiritoso

z., s., İt., müz. canlılıkla; s. canlı.

spirits

i. sert içki; ruh; keyif; damıtılmış öz; ispirtolu eriyik. spirits of ammonia nışadırruhu. in high spirits keyfi yerinde. in low spirits keyifsiz. methylated spirits mavi ispirto, metilik alkol.

spiritual

s., i. ruhsal, ruhanı, manevi, tinsel, bâtıni; Allah tarafından ilham edilmiş; kutsi, ruhani, kiliseye veya kutsal şeylere ait; i. Amerika zencilerine özgü ilâhi. spiritually z. manen, ruhani olarak. spiritualness i. manevilik, ruhanilik.

spiritualism

i. ispritizma. spiritualist i. ispritizmaya inanan kimse. spiritualistic s. ispritizma ile ilgili.

spirituality

i. ruhanilik, manevilik; kiliseye veya papaza ait şey.

spiritualize , (ıng.) -ise

f. ruhanileştirmek, manevi veya ruhani bir nitelik veya anlam vermek.

spirituel, (dişil) -elle

s. Fr. zeki, canlı, espri yapma yeteneği olan, nüktedan.

spirituous

s. alkollü ispirtolu.

spiritus

i., Lat. ruh, can; nefes. spiritus asper Yu. gram. kelime başındaki ''h'' sesi; bunu belirten işaret('). spiritus lenis Yu. gram. sesli harflerle başlayan kelimelerin başında h sesinin bulunmaması; bunu ifade eden işaret (').

spiro

(önek), tıb. nefes, soluk.

spiro

(önek) halka, kangal.

spirochete

i., tıb. spiril, burgu biçimindeki mikrop.

spirograph

i. solunum hareketlerini kaydeden alet, nefes resmi çizicisi.

spirogyra

i., bot. spirojirler, kavuşur suyosunları.

spiroid

s. helezon gibi, vidaya benzer.

spirometer

i. nefesölçer, spiro metre.

spirt

bak. spurt.

spissitude

i., eski. koyuluk (sıvı).

spit

i., f. (-ted, -ting) şiş; coğr. dil; f. şiş saplamak; meç saplamak.

spit

f. (spit veya spat, ting) i. tükürmek; çiselemek, serpelemek, atıştırmak, serpiştirmek; tükürük gibi saçmak; tükürük saçar gibi ses çıkarmak; i. tükürük; bazı böceklerin salyası; çisenti, serpinti. spit and polish k.dili. aşırı intizam. spit it out söylemek, açığa vurmak. spit upon yüzüne tükürmek, ağır şekilde hakaret etmek. the spit and image of, spitting image k.dili. tıpkısı, colloq. hık demiş burnundan düşmüş. Here's spit in your eye! Sıhhatinize!

spitball

i. çiğnenip top haline getirilen kağıt; (beysbol) bir çeşit top atışı.

spitchcock

i., f. ortasından yarılıp ızgarada pişirilmiş yılanbalığı; f. balık veya kuşu ortadan bölüp ızgarada pişirmek.

spite

i., f. garez, kin; üzüntü; f. kindarlık etmek, inadına yapmak kahretmek. to spite his face nispet vermek için. in spite of rağmen; inadına, hiçe sayarak, kale almayarak. out of spite inadına, kötülüğünden. spite fence hiç bir işe yaramayan, inat için yapılmış duvar.

spiteful

s. garezkar kinci, hain, nispet veren. spitefully z. haince. spitefulness i. garezkârlık.

spitfire

i., k.dili. çabuk öfkelenen kimse.

spittle

i. tükürük, salya.

spittoon

i. tükürük hokkası.

spitz

i. Pomeranya köpeği.

spiv

i., İng. adi hırsız; İng., (argo) düzenbaz kimse, tavcı, dolandırıcı.

splanchnic

s. iç organlara ait. splanchno önek iç organ, bağır.

splash

f., i. (üstüne) çamur veya su sıçratmak; etrafa sıçratarak suya dalmak veya çarpmak; i. sıçratılmış çamur veya su, zifos; leke; su sıçratma sesi; k.dili. heyecan. make a splash k.dili. dikkati çekmek, bakışları üzerine toplamak; heyecan uyandırmak. splashy s. ıslak, çamurlu; lekeli; k.dili. dikkati çeken gösterişli.

splashboard

i. siper, çamurluk.

splashdown

i. uzay gemisinin denize inmesi.

splatter

f. su veya çamur sıçratmak; sıçramak.

splay

f., i., s. dışa doğru meyletmek, meyil yapmak; yayılmak; meyilli olmak; atın omuzunu yerinden çıkarmak; i. yayvanlık; mim. (çerçevede) meyilli kısım, pah, şataf; s. geniş ve yayvan; pahlı; kaba; acayip; eğri büğrü.

splayfoot

i. enli ve yayvan ayak, taraklı ayak.

splaymouth

i. büyük ve biçimsiz ağız, yayvan ağız.

spleen

i., biyol. dalak; terslik, huysuzluk; garaz, kin; eski melankoli. spleeny s. ters, huysuz, titiz.

spleenful

s. ters huysuz.

splendent

s. parlak ışıklı; şaşaalı, gösterişli.

splendid

s. şahane, fevkalade, mükemmel, a1a; muhteşem, görkemli, debdebeli; parlak. splendidly z. fevkalade birşekilde.

splendiferous

s., k.dili. şaşaalı, gösteriş1i, göz kamaştıran.

splendor , (ıng.) -dour

i. parlaklık, şaşaa, nur; ihtişam, saltanat, debdebe, tantana.

splenetic

s., i. dalağa ait; ters huylu, aksi, titiz; i. titiz veya ters huylu kimse. splenetical s. dalakla ilgili; aksi, huysuz, ters. splenetically z. dalakla ilgili olarak; aksilik ederek, huysuzlanarak.

splenic

s. dalağa ait.

splenitis

i., tıb. dalak iltihabı.

splenius

i. (çoğ nii) anat. somun kas. splenyus splice (splays) f, i. büküp lehimleyerek birleştirmek (tel); örerek birbirine tutturmak (halat); yapıştırarak eklemek (bant, filim): birbirine geçirip ,çivilemek (tahta); (argo) evlenmek, evlendirmek; i. çek yeri, bağlantı yeri; ekleme.

spline

i. kama, dil.

splint

i., f. kıymık; tıb. kırık kemik sarmaya mahsus ince tahta, suyek, cebire; at ayağında çıkan nasır; süetçilikte kullanılan ince kamış parçası; f. ince tahtalarla sarmak , cebireye almak.

splinter

f., i. yarıp parçalamak; yarılıp parçalanmak; i. kıymık, ince ve ufak tahta parçası. splinter group hizip, bölüntü. splintery s. kıymık gibi; kıymıklı.

splinterproof

s. patlayan mermi parçalarının geçmesini engelleyen; çatlamaz, dağılmaz.

split

f. (split, ting) yarmak, ortasından ayırmak, çatlatmak; hiziplere ayırmak; dağıtmak: bölmek; paylaşmak, bölüşmek. split hairs kılı kırk yarmak. split one's sides gülmekten kasıkları çatlamak, kahkahadan yerlere yatmak. split off yarılmak parçalanmak; bölünmek; ayrılmak; kopmak. split the difference ortalama bir rakamda anlaşmak. split up bölüştürmek; ayrılmak, bozuşmak.

split

i., s. yarık, çatlak; bozuşma, ayrılık; bölünme; kıymık, ufak parça; sepetçilikte kullanılan ağaç tiriz; küçük şişe (içki); muzla yapılmış dondurmalı tatlı; bir bacağı öne öbürünü arkaya uzatarak yapılan akrobasi hareketi; s. ayrılmış; kırık, çatlak, yarık. split level house odaları değişik seviyelerde olan ev. split peas kırık bezelye. split personality psik. bölünmüş şahsiyet; şizofrenik kişi. split pulley birbirinden ayrılabilen iki parçadan ibaret makara. split second an, lahza.

splitting

s. keskin, şiddetli. splitting headache şiddetli baş ağrısı.

splotch

i., f. leke, benek; f. lekelemek, bulaştırmak.

splurge

i., f., k.dili. gösteriş yapma; savurganlık; f. gösteriş yapmak; müsrifçe para harcamak, har vurup harman savurmak.

splutter

f., i. cızırdamak; şaşkınlıktan karmakarışık şeyler söylemek; i. cızırtı; ipe sapa gelmez lakırdı, boş laf.

spode

i. iyi cins ingiliz porseleni.

spoil

f. (-ed veya spoilt) bozmak, yıkmak; azdırmak, şımartmak, ahlakını bozmak; bozulmak, çürümek; azmak. spoil a joke şakanın tadını kaçırmak. a spoiled child şımarık ,çocuk. be spoiling for kaşınmak, istemek, aramak. He is spoiling for a fight. dövüşmek için kaşınıyor.

spoil

i., gen. çoğ. yağma, çapul; çoğ., A.B.D., pol. yeni seçilenlerin eline geçen nüfuz kullanma fırsatı. spoils system A.B.D. seçimi kazanan parti üyelerine memuriyet verme sistemi.

spoilsport

i. başkasının zevklerini bozan kimse.

spoke

i., f. tekerlek parmağı; seyyar merdiven çubuğu; den. dümen dolabı parmaklığı; yokuş aşağı duran atlı araba tekerleğinin dönmesine engel olmak için parmaklığın arasına konulan sırık; f. tekerleğe parmak takmak; sırık koymak. put a spoke in one's wheel bir kimsenin çanına ot tıkamak.

spoke

bak. speak.

spoken

bak. speak; s. sözlü, konuşulan.

spokeshave

i. parmaklık rendesi.

spokesman

i. (çoğ. men) sözcü.

spoliation

i. soygun, yağma; çapul, talan; huk. bir vesikayı tahrif veya imha; huk. kaçakçılık şüphesiyle takip edilmekte olan bir gemideki belgelerin önceden imhası.

spoliative

s. çapulculuğa veya çapula ait; tıb. kan miktarını eksiltmeye yarayan.

spondaic, ical

s. iki uzun heceli vezin tefilesi gibi veya bundan ibaret.

spondee

i. iki uzun heceli vezin tefilesi.

spondylo

(önek),anat. omur, fıkra.

sponge

i., f. sünger; sünger gibi emici şey; k.dili. asalak, tüfeyli, parazit; mayalanmış ve dinlenmeye bırakılmış hamur; platin gibi bazı madenlerin sünger hali; tıb. tampon; topun içini temizlemeye mahsus uzun saplı yuvarlak fırça, uskunca fırçası; f. süngerle silmek veya suyunu almak; sünger toplamak. sponge on k.dili. parasını yemek, (başkasının) kesesinden geçinmek, (slang) otlamak, otlakçılık etmek. sponge bath ıslak süngerle silinerek yapılan banyo. sponge cake pandispanya. throw up the sponge k.dili. mücadeleden vazgeçmek, yenilgiyi kabul etmek. sponger i. asalak, (slang) otlakçı.

spongy

s. sünger gibi; emici; ıslak ve yumuşak. sponginess i. sünger gibi oluş.

sponsion

i., huk. kefalet.

sponson

i., den. bargarisa, çıkma.

sponsor

i., f. kefil; vaftiz babası veya anası, manevi baba veya ana; bir radyo veya televizyon programının masraflarını karşılayıp reklam yapan firma; f. kefil olmak; desteklemek; himaye etmek. sponsorship i. kefalet, kefillik; himaye, destek.

spontaneous

s. kendi kendine olan, kendiliğinden vücuda gelen veya yapılan; insan gayreti olmadan meydana gelen; ihtiyari. spontaneous combustion içten yanma, kendiliğinden yanma. spontaneously z. kendiliğinden. spontaneousness, spontaneity i. kendiliğinden olma.

spoof

f., i., k.dili. şaka yapmak, muziplik etmek; i. şaka, müziplik.

spook

i., f., k.dili. hayalet, tayf; A.B.D., (argo) casus; A.B.D., (argo), asağ. zenci; f. hayalet halinde görünmek; korkutmak; zıvanadan çıkarmak. spookish, spooky s., k.dili. hayalet gibi; tekinsiz.

spool

i., f. makara; makara şeklindeki şey; f. makaraya sarmak.

spoon

i., f. kaşık; kasık şeklindeki şey; golfta topu vurup havalandırmaya mahsus bir çeşit değnek; f. kaşıkla almak; kaşık ile balık tutmak; kroket veya golfta topu vurup havalandırmak; k.dili. oynaşmak, sevişmek. born with a silver spoon in one's mouth zengin aile çocuğu olarak doğmuş.

spoonbill

i. kaşıkçı balıkçıl, spatül kuşu, zool. Platalea; kaşıkçın, zool. Spatula clypeata.

spoonbread

i. mısır unu ve yumurta ile yapılan yumuşak ekmek.

spoondrift

bak. spindrift.

spoonerism

i. ses veya heceleri konuşurken yanlışlıkla karıştırma: our dear old queen'' yerine ''our queer old dean.

spoonfed

s. ağzına beslenmiş; nazlı büyümüş.

spoonful

i. kaşık dolusu.

spoonwort

i. kaşıkotu, bot. Cochlearia officinalis.

spoony

s., k.dili. sersem, aklı başından gitmiş; sevgilisine aşırı derecede düşkün. spoonily z. budalaca. spooniness i. aşırı düşkünlük, aklı başından gitme.

spoor

i., f. vahşi hayvan izi; f. (hayvan) izlemek.

sporades

i. Ege Denizi adaları.

sporadic

s. ara sıra olan; seyrek; münferit, dağınık, ayrı. sporadically z. ara sıra, zaman zaman.

sporangium

i. (çoğ. gia) bot. tohum kabı, spor kesesi, ovogon dağarcığı.

spore

i., bot., zool. spor.

sporo-

(önek) tohum.

sporogenesis

i., biyol. sporla üreme; spor husule gelmesi.

sporogenous

s. sporla üreyen.

sporran

i. İskoçyalıların kullandığı kürk kaplı para kesesi.

sport

i., f., s. eğlence, oyun, spor; neşe; alay, istihza; eğlence konusu, alay mevzuu; oyuncak; kdili. kumarbaz kimse; gösteriş meraklısı kimse; biyol. değşinme, değşinme gösteren hayvan veya bitki; f. oynamak, eğlenmek; alay etmek, takılmak, şaka etmek; kdili. gösteriş yapmak; s. spor. poor sport mızıkçı sports car spor araba. sport one's oak İng., (argo). rahatsız edilmemek için kapıyı kapamak. sport shirt spor gömlek. for sport, in sport şaka olsun diye. make sport of alay etmek, eğlenmek.

sporting

s. spor ile ilgili; oyun kurallarına uyan, sportmen; kumarbaz. sporting chance k.dili. kazanma ihtimali ağır basan şans. sporting house genelev.

sportive

s. sporcu, sportmen; oyun oynamayı seven; oyun veya şaka kabilinden . sportively z. sportmence; neşeyle. sportiveness i. sportmenlik; neşelilik.

sportsman

i. (çoğ. men) sporcu; avcı; profesyonel kumarbaz; sportmen. sportsman like s. sporcuya yakışır, sportmence; namuslu. sportsmanship i. sporculuk sportmenlik.

sportswear

i. spor giysi.

sporty

s., k.dili. sporcu: hovarda, neşeli, canlı; gösterişli.

sporule

i, biyol. küçük spor.

spot

i., s. yer, mevki, mahal; benek, nokta, leke; ayıp, leke; gölgebalığı, sarıağız, deniz güzeli, zool. Sciaena; projektör ışığı; kısa reklam; İng. bir miktar (içecek); (argo) güç durum; s. yerinde olan; peşin; ara sıra rasgele. spot ball siyah benekli beyaz bilye. spot cash peşin para. spot check ara sıra teftiş etme. spot weld elektrikle yapılan nokta kaynağı. hit the high spots k.dili. yalnız en önemli noktalara değinmek. hit the spot (argo) tam yerinde olmak. in a spot utandırıcı veya müşkül bir durumda. in spots ara sıra. on the spot hemen, derhal; hemen oracıkta, olay yerinde, vaka mahallinde; sorumlu; tehlikede; (argo) ölüm tehlikesinde. put on the spot hesap vermeye davet etmek; hesaplaşmaya çağırmak. soft spot zaaf, sevgi; zayıf nokta. ten spot onluk kâğıt para. ten spot of hearts iskambil kupanın onlusu. touch a sore spot en hassas noktaya dokunmak. X marks the spot. X olay yerini gösteriyor.

spot

f. (-ted, -ting) beneklemek, lekelemek, benek benek etmek; kirletmek, şerefini lekelemek; bulmak; tanımak; nişanalmak; yer yer dağıtmak: yerleştirmek; atamak; lekelenmek, benek benek olmak.

spotless

s. lekesiz, tertemiz, pırıl pırıl; kusursuz. spotlessly z. lekesiz, tertemiz olarak, kusursuz bir şekilde. spotlessness i. kusursuzluk, pirupak oluş.

spotlight

i., f. projektor ışığı; yaygınlık; f. ışığa tutmak; üzerine dikkat çekmek.

spotted

s. noktalı, benekli, lekeli; düzensiz, intizamsız. spotted crake bataklık tavuğu, zool. Porzana porzana. spotted fever tıb. lekeli humma, tifüs. spotted sandpiper kum çulluğu, düdükçin, zool. Actitis macularia.

spotter

i., A.B.D., k.dili. detektif; mağaza hırsızlarına karşı özel detektif; düşman uçaklarına karşı gözcü; kuru temizleyici dükkânında lekeci.

spotty

s. benekli, lekeli, noktalı; hep bir kalitede olmayan. spottiness i. lekelilik, beneklilik; düzensizlik.

spotweld

f., i. nokta kaynağı yapmak; i. nokta kaynağı.

spousal

i., gen. çoğ., s. evlenme, nikâh; s. nikaha ait.

spouse

i. eş, koca veya karı, zevc veya zevce.

spout

f., i. fışkırtmak, kuvvetle dışarıya atmak; heyecanla okumak: fışkırmak, feveran etmek; k.dili. nutuk atar gibi konuşmak; İng., (argo) rehine koymak; i. içinden sıvı akan ağız veya uç, musluk, meme, emzik; fışkırma; kasırganın denizden kaldırdığı su sütunu; İng., (argo) rehinci dükkanı. up the spout (argo) harap olmuş, mahvolmuş.

spouter

i. fışkıran petrol kuyusu; su fışkırtan balina; balina avlama gemisi; lugat paralayıcı kimse.

sprag

i. fren takozu.

sprain

f., i. burkmak, burkulmak; i. mafsalın burkularak incinmesi, burkulma. sprain fracture burkulma sonucunda bir kemik parçasıyle beraber veterin kemikten kopması.

sprang

f., bak. spring.

sprat

i. çaçabalığı, zool. Clupea sprattus.

sprawl

f., i. yayılıp yatmak, sere serpe uzanmak; yatarken kol ve bacakları yaymak; dağınık olmak, yayılmış olmak (fidan); i. yayılıp yatma, sere serpe uzanma.

spray

i. yapraklı ve çiçekli ufak dal, bahar dalı: bu şekilde yapılan süs.

spray

i., f. püskürtülen ilaç: serpinti, püskürtülen sıvı; püskürgeç, vaporizator; f. püskürtmek; üstüne sıvı püskürtmek veya serpmek. spray gun püskürtme tabancası. spraypaint f. boya püskürtmek.

spread

f. (spread) yaymak, sermek, açmak; alabildiğine açmak; dağıtmak, saçmak, neşretmek; sirayet ettirmek, bulaştırmak; ayırmak; üzerine sermek, kaplamak; sürmek; kurmak (sofra); teferruatıyla meydana koymak veya kaydetmek; uzatmak; yayılmak, serilmek; dağılmak, saçılmak, neşrolunmak; yayılmak, şayi olmak; sirayet etmek, bulaşmak; birbirinden ayrılmak. spread oneself iyi tesir bırakmaya çalışmak. spread oneself thin kudretinden fazla iş yüklenmek.

spread

i. yayılma; saha, vüsat; ortu (sofra veya yatak için); k.dili. ziyafet; ekmek üzerine sürülen yiyecek; gazetede aynı konuyu ele alan karşılıklı iki sayfa.

spreadeagle

s. kolları ve ayakları gerilmiş vaziyetteki; A.B.D., k.dili. aşırı vatanperver, gösterişçi.

spreader

i. yayan veya, süren şey veya kimse; iki telin birbirine dokunmaması için aralarına konan tahta; tarlaya gübre serpen makina.

spree

i. cümbüş, a1em, eğlenti; içki âlemi. go on a spree alem yapmak. shopping spree eldeki bütün parayı alış verişe yatırma.

sprig

i., f. (-ged, -ging) ince dal, filiz; delikanlı, genç: başsız çivi: f. ince dallarla süslemek; budamak; içine başsız çivi çakarak sağlamlaştırmak. spriggy s. ince dallarla dolu.

sprightly

s. canlı, şen, neşeli, şetaretli. sprightliness i. canlılık, neşe.

spring

i. yay, zemberek; yaylanma; atlama, fırlama veya sıçrama gücü veya yeteneği; geri tepme; atılış fırlayış, sıçrayış, hamle; ilkbahar bahar; başlangıç; kaynak, menşe; memba, kaynak pınar; den. seren veya kerestenin çatlağı veya eğrilmesi. spring balance yaylı terazi veya kantar. spring chicken piliç; k.dili. taze, (slang) piliç. spring fever ilkbahar yorgunluğu. spring mattress yaylı yatak. springtide ayda iki defa meydana gelen yüksek met; duygu veya etkinin en kuvvetli olduğu zaman. spring water memba suyu. springlike s. bahar gibi; yay gibi.

spring

f. (sprang veya sprung; sprung) yay gibi fırlamak; ileri atılmak, sıçramak; eğilmek, bükülmek, çarpılmak; çıkmak, sürmek; gelmek; neşet etmek, hâsıl olmak, zuhur etmek; sürpriz yapmak, birden yapmak; (şiir) şafak sökmek, başlamak (gün); yükselmek; mim. kemer halinde çıkmak; yayı boşalmak; fırlatmak, zembereğine dokunup salıvermek; birdenbire meydana çıkarmak; zorlayıp sakatlamak, çatlatmak; patlatmak; büküp yerine yerleştirmek; üstünden atlamak; (argo) kefaletle veya kaçırarak hapisten çıkarmak; (av kuşunu) ürkütüp kaçırmak. spring a leak su sızdırmaya başlamak; su etmeye başlamak (gemi). spring at üzerine saldırmak, sıçramak. spring back geriye tepmek veya sıçramak. spring forth sürüp meydana çıkmak; ileriye atılmak. spring in içeri atılmak. spring out dışarı fırlamak. spring upon üstüne atılmak.

springboard

i. tramplen; başlangıç noktası.

springbok , -buck

i. Güney Afrika'da bulunan bir cins ceylan zool. Antidorcas marsupialis.

springe

i. ilmekli tuzak, kuş kapancası.

springer

i. sıçrayan şey veya kimse; mim. kemer kıvrıntısının başladığı yer ve burada bulunan taş; bir çeşit av köpeği; bir çeşit geyik; piliç.

springhead

i. pınar başı, memba, kaynak.

springhouse

i. pınar üzerine yapılan ve buzdolabı niyetine kullanılan ufak bina.

springtide, springtime

i. ilkbahar, bahar mevsimi.

springy

s. yaylı, yay gibi; pınarları çok. springiness i. yaylılık; pınar çokluğu.

sprinkle

f., i. serpmek; ekmek saçmak; çiselemek; i. serpinti; çisenti. sprinkler i. serpme makinası sprinkler system serpici, tavandaki delikli borularla su püskürterek yangın söndüren otomatik düzen, yağmur sistemi. sprinkling i. serpinti; bir tutam; bir yerde tek tük bulunan şeyler.

sprint

f., i. tabana kuvvet koşmak; i. en büyük hızla yapılan kısa mesafeli koşu. sprinter i. kısa mesafe koşucusu.

sprit

i., den. direkten yelkenin dış kenarı tepesine doğru uzatılan ufak seren açavele gönder. spritsail i. açavele gönderli yelken.

sprite

i. cin, peri; hayalet, tayf.

sprocket

i. bir çark üzerinde zincir halkalarının geçtiği dişlerden her biri, zincir dişlisi. sprocket wheel zincir donatmaya mahsus dişli çark, zincir dişlisi.

sprout

f., i. sürmek, filiz vermek; filiz sürdürmek; i. yeni sürmüş dal veya sürgün, filiz.

spruce

s., f. şık, giyimine titiz, colloq. iki dirhem bir çekirdek; müşkülpesent, titiz meraklı; f., gen. up ile zarif ve şık giyinmek; düzenlemek, çekidüzen vermek. sprucely z. şık spruceness i. şıklık zarafet.

spruce

i. ladin, bot. Pinus picea.

sprue

i, tıb. psiloz, bağırsaklarda müzmin amel hâsıl eden tropikal bir hastalık.

sprue

i. döküm deliği kalıba erimiş maden akıtmaya mahsus delik; cüruf.

sprung

f, bak. spring.

spry

s. (spryer, spryest veya sprier, spriest) dinç canlı, hareketli, faal çevik.

spud

i., f. (ded, ding) çapa, tirpidin, tirpit, bahçe malası; k.dili. patates; kalın ve kısa şey; f. çapa ile yeri kazmak veya otları sökmek, çapalamak.

spue

bak. spew.

spume

i., f. köpük; f. köpürmek. spumescence i. köpüklü olma. spumescent, spumous, spumy s. köpük gibi köpüklü.

spun

f., bak. spin.

spunk

i. kav, mantar kavı; kıvılcım alev; kibrit; k.dili. azim kuvvet, metanet cesaret; öfke, hiddet. spunky s. cüretli; öfkeli.

spur

i., f. (-red, -ring) mahmuz; saik, tahrik vasıtası, kışkırtıcı herhangi bir şey; mahmuza benzer sivri odun parçası; bazı çiçeklerde bulunan boru şeklinde çıkıntı; horoz mahmuzu; duvarı destekleyen çıkıntılı kısım; payanda, destek; ovaya uzanan dağ burnu; demiryolunun kısa şube hattı; f. mahmuzlamak; kışkırtmak, tahrik etmek şevketmek; üstüne mahmuz çivileri koymak; hayvana mahmuz vurup gitmek; mahmuzla kesmek. spurgear, spur wheel düz dişli çark, alın dişlisi. on the spur of the moment irticalen, anında, evvelden hazırlık yapmadan. set spurs to mahmuzlamak. win one's spurs ilk şöhreti sağlamak. spurry s. mahmuzlu.

spurgall

i. mahmuz yarası.

spurge

i. sütleğen, bot. Euphorbia spurge laurel, defneye benzer bir bitki, bot. Daphnelaureola spurge olive dulap talotu, bot. Daphne mezereumsun spurge, sarı sütleğen, bot. Euphorbia helioscopia. tree spurge ağaç sütleğeni.

spurheeled

s., zool. ayağının arka parmağı mahmuzlu (kuş).

spurious

s. sahte, taklit, yapma, düzme; biyol. sathi, asıl olmayan, benzer; kanun dışı (çocuk). spuriously z. taklit ederek. spuriousness i. benzeri olma, taklidi olma.

spurn

f., i. tekme atıp defetmek, tekme ile kovmak; hakaretle reddetmek; i. hakaret edici davranış; nefretle reddetme.

spurrier

i. mahmuzcu.

spurry , spurrey

i. karanfil familyasından herhangi bir ot.

spurt

f, i. ani hamle yapmak, davranmak; i. ani hamle; kısa müddet için faaliyet artışı.

spurt, spirt

f., i. fışkırmak, fışkırtmak; i. fışkırma.

sputnik

i. 1957 yılında Rusların uzaya gönderdiği ilk uydunun ismi, sputnik. i. Rusya'da Ağustos 2020'de kullanıma başlanmakta olan Covid-19 aşısına verilen isimdir.

sputter

f., i. tükürük saçmak; tükürük saçarak konuşmak; süratle ve anlaşılmaz bir şekilde konuşmak; i. tükürük saçma; dili dolaşarak laf söyleme; kuru gürültü.

sputum

i. (çoğ. -ta) salya tükürük.

spy

i., f. casus, hafiye, ajan; casusluk etme, gözetleme; f. casusluk etmek, gözetlemek; uzakta veya gizli olan bir şeyi görmek, keşfetmek. spy out el altından anlamaya çalışmak.

spyglass

i. küçük dürbün.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL