NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

o ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: o
Bulunan Sonuç: 850

o

ünlem 0! Ya ! (hayret ve şaşkınlık ifadesi).

o

(kıs.) ocean, October, Ohio, old, older.

o'

edat, önek of veya on'ın kısaltılmış şekli (bazı isimlerin başına gelen edat: o'clock gibi); (bh) zade (bazı İrlanda'lı şahıs isimlerinin başına gelir ve oğlu anlamındadır: O'Casey).

o'clock

(z.) saate göre. It's one o'clock. Saat bir.

o, o

(i.) İngiliz alfabesinin on beşinci harfi; O şeklinde şey; sıfır; (kim.) oksijen; ohm.

oaf

(i.) (çoğ. oafs, oaves) budala veya ahmak kimse, kaba adam. oafish (s.) sersem.

oak

(i.) meşe ağacı, (bot.) Quercus; meşe odunu. British oak, English oak kaya meşesi. Spanish oak, red oak bodur meşe, sapsız meşe, (bot.) Quercus rubra. dyer's oak, gall oak mazı meşesi, (bot.) Quercus infectoria. East Indian oak sac ağacı, (bot.) Tectona grandis. holy oak, holm oak pırnal, pırnar, (bot.) Quercus ilex. Jerusalem oak nezle otu, (bot.) Chenopodium botrys valonia oak valonya meşesi, palamut ağacı, (bot.) Quercus aegilops. oak apple yaş mazı. oak gall mazı. oaken (s.) meşeden yapılmış.

oakum

(i.) üstüpü, kalafat üstüpüsü. black oakum katranlı üstüpü.

oar

(i.), (f.) kürek, kayık küreği; kürekçi; kürek şeklinde olan veya kürek vazifesi gören şey; (f.) kürek çekmek, kürek çekerek gitmek. oarlock (i.) ıskarmoz. muffled oars gıcırdamasın diye ıskarmoz yatağı etrafına bez sarılmış kürekler. He pulls a good oar iyi kürekçidir. Kendine düşen görevi iyi yapar. put one's oar in istenilmediği yerde işe karışmak, burnunu sokmak. rest on one's oars bir süre dinlenmek; işin sonucundan memnun olarak işten çekilmek. oarsman (i.) kürekçi.

oasis

(i.) (çoğ. oases) vaha, çöl ortasında sulak ve bitek arazi.

oat

(i.), (gen.) (çoğ.) yulaf tanesi, yulaf, (bot.) Avena sativa; yulaf sapından yapılmış çalgı borusu. oat grass çayır yulafı. oatmeal (i.) yulaf ezmesi. feel one's oats (k.dili) kendini beğenmek, kendini yüksek görmek; zinde olmak. sow one's wild oats (k.dili) gençlikte çılgınlık yapmak. wild oat yaban yulafı, (bot.) Avena fatua oaten (s.) yulaftan yapılmış.

oath

(i.) ant, yemin: küfür, Iânet. administer an oath (huk.) yemin ettirmek, ant içirmek. take an oath yemin etmek, ant içmek.

ob

(i.) Obi nehri.

obbligato

(i.), (müz.) bir şan solosuna refakat eden müzik aletinin çaldığı parça, obligato.

obcordate

(s.), (bot.) yürek şeklinde ve sivri ucu sapa yapışmış olan (yaprak), obkordat.

obdurate

(s.) inatçı, katı kalpli; sert, kırıcı, yumuşatılamaz; idaresi zor. obduracy (i.) inatçılık, sertlik. obdurately (z.) inatla.

obeah, obe, obi

(i.) özellikle Batı Hint Adalarında ve ABD'de zenciler tarafından uygulanan bir çeşit büyü.

obedience

(i.) itaat, itaat etme, söz dinleme, boyun eğme.

obedient

(s.) itaatli, söz dinleyen, yumuşak başlı. your obedient servant eski kulunuz, bendeniz (mektuplarda imza ile kullanılırdı). obediently (z.) itaatkar olarak.

obeisance

(i.) hürmetle eğilme; hürmet, saygı, riayet. pay veya do obeisance hürmet göstermek.

obelisk

(i.) dikili taş, dört köşeli sütun; (matb.) başvurma işareti, (+).

obese

(s.) çok şişman. obesity (obi'sıti, obes'ıti) (i.) şişmanlık.

obey

(f.) itaat etmek, söz dinlemek, denileni yapmak; tabi olmak, boyun eğmek.

obfuscate

(f.) şaşırtmak, şaşkınlaştırmak; dumanlı yapmak, karartmak. obfusca'tion (i.) şaşırtma.

obi

(bak.) obeah.

obi

(i.) Japon kadın ve çocuklarının kimono üstüne bağladıkları enli kuşak.

obit

(k.dili), (bak.) obituary.

obiter dictum

(huk.) bir hakim tarafından resmi olmayarak ileri sürülen fikir; rasgele söz.

obituary

(i.), (s.) bir öIü hakkında yazılan kısa biyografi; (s.) birinin öIümüne ait.

obj

(kıs.) object, objection, objective.

object

(i.) şey, madde, görülür veya dokunulur şey, nesne, obje; hedef, nişan, amaç; (gram.) nesne. object at issue (huk.) anlaşmazlık konusu; iddia olunan şey. object glass bir mikroskop veya teleskopun hedefe yakın olan merceği veya mercekleri, objektif. object lesson ibret. direct object nesne. indirect object tümleç, ikinci nesne. Money is no object. İş parada değil. objectless (s.) gayesiz, amaçsız.

object

(f.) itiraz etmek, uygun görmemek, razı olmamak; karşı gelmek; itiraz olarak ileri sürmek.

objectify

(f.) nesnelleştirmek.

objection

(i.) itiraz; itiraz etme; itiraz sebebi. objectionable (s.) itiraz edilebilir, yolsuz. His actions were objectionable. Terbiyesizce davrandı.

objective

(s.), (i.) objektif; öznel olmayan, dıştan olan; gerçek; (gram.) nesneye ait; nesnel; amaca ait; (i.) hedef; gram nesne; mikroskop veya teleskopta objektif (mercek). objective case ismin (i.) hali. objectively (z.) nesnel olarak. objectiv'ity (i.) tarafsızlık.

objectivism

(i.), (fels.) nesnellik taraftarlığı; (güz.) (san.) nesnel öğeler kullanma eğilimi.

objurgate

(f.) kırıcı şekilde azarlamak, paylamak. objurga'tion (i.) azar, paylama.

oblast

(i.), (Ru.) ilçe, il.

oblate

(s.), (i.) manastır hayatına kendini adamış (kimse).

oblate

(s.), (geom.) kutupları yassılaşmış (sferoid).

oblation

(i.) Tanrı'ya sunulan şey, adak.

obligate

(f.), (s.) zorlamak, mecbur etmek, zorunda bırakmak; (s.) bağlı, mecbur; kayıt altında.

obligation

(i.) mecburiyet, yüküm, zor; (huk.) senet, borç; farz, ödev, yüküm. Iaw of obligations borçlar hukuku.

obligato

(bak.) obbligato.

obligatory

(s.) mecburi, gerekli, zorunlu.

oblige

(f.) mecbur etmek, zorlamak, zorunlu kılmak, zorunda bırakmak; minnettar kılmak; iyilik etmek, memnun etmek. I am much obliged. Çok minnettarım.

obligee

(i.), (huk.) alacaklı.

obliging

(s.) nazik, hoş davranan, yardım etmeye hazır. obligingly (z.) nazik bir şekilde. obligingness (i.) nezaket.

obligor

(i.), (huk.) yüküm altına giren kimse, bir borç senedini imza eden kimse .

oblique

(s.), (f.) meyilli, eğik, eğilmiş, eğri; dolaylı, ima yollu; (anat.) eğik (kas); (f.) meyletmek, sapmak; (ask.) eğik bir yönde gitmek. oblique angle (geom.) dik olmayan açı. oblique case (gram.) ismin hitap halinden ve yalın halinden başka herhangi bir hali. oblique triangle içinde dik açı bulunmayan üçgen. obliquity (i.) meyil, eğilim; doğru yoldan çıkma, sapma. obliquely (z.) meylederek. obliqueness (i.) eğrilik.

obliterate

(f.) yok etmek, silmek, bozmak, gidermek. oblitera'tion (i.) yoketme, silme.

oblivion

(i.) unutma, unutuş, unutulma; kayıtsızlık, ilgisizlik.

oblivious

(s.), (gen.) of veya to ile unutkan; habersiz; çevresinden habersiz; ilgisiz. obliviously (z.) ilgisizce, unutarak. obliviousness (i.) ilgisizlik, unutkanlık.

oblong

(s.), (i.) dik dörtgen şeklinde olan, uzunca, boyu eninden fazla; (bot.) yaprakları yumurta biçiminde; (i.) dik dörtgen.

obloquy

(i.) kötüleme, zemmetme, kınama, iftira etme, hakkında kötü söyleme, yerme.

obnoxious

(s.) iğrenç, tiksindirici; çirkin görünen. obnoxiously (z.) uygunsuz olarak, çirkince. obnoxiousness (i.) uygunsuzluk, çirkinlik, iğrençlik.

oboe

(i.) obua. oboist (i.) obua çalan kimse.

obol , obolus

(i.) eski bir Yunan gümüş sikkesi; eski Yunan ağırlık birimi.

obovate

(s.), (bot.) obovat, ters yumurtamsı (yaprak), geniş ucu yukarıya doğru olan.

obs

(kıs.) observation, observatory, obsolete.

obscene

(s.) müstehcen, açık saçık, edebe aykırı; ağıza alınmaz; tiksindirici, iğrenç. obscenely (z.) müstehcen olarak.

obscenity

(i.) açık saçıklık, müstehcenlik; açık saçık laf.

obscurant

(s.), (i.) ilerlemeye veya ilme karşı olan, bilgisizlik taraftarı, gerici (kimse). obscurantism (i.) bilgisizlik taraftarlığı. obscurantist (i.) bilgisizlik taraftarı kimse.

obscuration

(i.) karartma; kararma; karanlık; (astr.) ay tutulması.

obscure

(s.), (f.) çapraşık, anlaşılması güç; belirsiz, gösterişsiz, tanınmamış; bulutlu, karanlık; (f.) karartmak, karanlık yapmak; örtmek, gözden saklamak. obscurely (z.) anlaşılmayacak şekilde. obscureness, obscurity (i.) çapraşıklık, belirsizlik.

obsequies

(i.), (çoğ.) cenaze törenleri.

obsequious

(s.) aşırı derecede itaatli, fazla boyun eğmiş; dalkavukluk eden. obsequiously (z.) dalkavukluk ederek. obsequiousness (i.) dalkavukluk.

observable

(s.) görünür; öIçüIür; izlenebilir; incelemeye değer, dikkat etmeye değer; görülür, ayırt edilebilir. observably (z.) görülecek şekilde. observingly (z.) dikkatle bakarak.

observance

(i.) yerine getirme, yapma; görenek, adet, örf; tören, usul; mezhep, tarikat.

observant

(s.) dikkat eden, dikkatli, riayet eden; itaatli, kanuna riayetkâr. observantly (z.) dikkat ederek.

observation

(i.) dikkatli bakma, inceleme; gözlem, rasat; fikir, yorum; (ask.) gözetleme. observation car yolcuların etrafı seyretmesine uygun şekilde geniş pencereleri olan vagon. observation post (ask.) topçu rasat mevzii. observational (s.) gözlem kabilinden, gözlemle ilgili.

observatory

(i.) rasathane; etrafın manzarasını seyretmek için yapılmış kule.

observe

(f.) dikkatle bakmak, dikkat etmek; yerine getirmek, tutmak; ileri sürmek, düşünceyi belirtmek; gözlemek; kutlamak.

observer

(i.) dikkat eden kimse; gözleyen kimse; uçaklarla düşmanın yerini veya durumunu tespit etmekle görevli kimse.

obsess

(f.) musallat olmak, tedirgin etmek; zihnini meşgul etmek. obsession (i.) kafayı meşgul eden düşünce; sürekli endişe; sabit fikir.

obsidian

(i.) yanardağdan çıkan koyu renkli cama benzer çok sert bir taş (eskiden bu taştan ok başı ve bıçak yapılırdı).

obsolescent

(s.) modası geçmekte olan, seyrek kullanılan, az işlek (kelime, makina). obsolescence (i.) eskime.

obsolete

(s.) kullanılmayan, eski, modası geçmiş (kelime veya görenek); (biyol.) eskilerine oranla az gelişmiş. obsoleteness (i.) modası geçmişlik, eskimişlik.

obstacle

(i.) engel, mâni.

obstetric , rical

(s.) çocuk doğumuna veya gebeliğe ait. obstetrics (i.) gebelik ve doğumla uğraşan tıp dalı.

obstetrician

(i.) doğum mütehassısı.

obstjnate

(s.) inatçı, ayak direyici, dik kafalı, söz dinlemez; mukavemeti kırılmaz. obstinacy (i.) inatçılık, dik başlılık. obstinately (z.) inatla.

obstreperous

(s.) gürültücü, şamatacı, yaygaracı; ele avuca sığmaz, idaresi güç, haylaz. obstreperously (z.) haylazca. obstreperousness (i.) ele avuca sığmama.

obstruct

(f.) engel olmak, mani olmak; tıkamak, kapamak.

obstruction

(i.) mani, mania, engel, set; blokaj, bloke etme. obstructionism (i.) siyasette bloke etme. obstructionist (i.) bloke eden kimse.

obstructive

(s.) engel olan. obstructively (z.) engel teşkil ederek. obstructiveness (i.) engelleme.

obstruent

(s.), (i.), (tıb.) mecraları tıkayan (madde).

obt.

(kıs.) obedient.

obtain

(f.) bulmak, almak, ele geçirmek; âdet olmak, geçerli olmak. obtainable (s.) elde edilebilir, bulunabilir, kazanılabilir. obtainment (i.) elde etme.

obtrude

(f.) içine sokmak; davetsiz olarak veya istenilmeyen yere sokmak; zorlamak; izinsiz veya haksızca girmek veya girişmek. obtrusive (s.) istenilmediği halde sokulup sıkıntı veren.

obtuse

(s.) zeki olmayan; duygusuz; (geom.) geniş; boğuk (ses). obtuse angle geniş açı. obtusely (z.) duygusuzca. obtuseness (i.) duygusuzluk.

obverse

(s.) yüzü bakan kimseye dönük; (bot.) dibi tepesinden daha dar.

obverse

(i.) paranın yüz tarafı, yüz; herhangi bir şeyin yüz tarafı; bir meselenin öbür tarafı; (man.) bir önermeyi tersine çevirerek çıkarılan başka bir önerme: Bütün insanlar fanidir. Hiç bir insan baki değildir.

obversion

(i.), (man.) bir önermeyi ters yönde ifade etme.

obvert

(f.) başka tarafını göstermek için çevirmek; (man.) bir önermeyi ters yönde ifade etmek.

obviate

(f.) etkili tedbirlerle önünü almak, önlemek.

obvious

(s.) aşikar, açık, apaçık, besbelli, belli. obviously (z.) açıkça. obviousness (i.) aşikârlık, açıklık.

obvolute

(s.), (bot.) üst üste gelmiş; birbirine sarılmış (yaprak).

ocarina

(i.), (müz.) toprak veya madenden yumurta şeklinde nefesli bir çalgı, okarina.

occasion

(i.), (f.) fırsat, münasebet, vesile, elverişli durum; sebep, hal, durum; Iüzum, gereklik; (f.) vesile olmak, sebep olmak. on occasion ara sıra, fırsat düştükçe. take the occasion durumdan faydalanmak.

occasional

(s.) ara sıra meydana gelen, fırsat düştükçe yapılan; belirli bir fırsat dolayısıyle yapılan. occasional chair takımdan ayrı sandalye. occasionally (z.) ara sıra, bazen.

occident

(i.) batı; (bh) batı yarıküresi, Asya'nın batısındaki üIkeler, özellikle Avrupa. occidental (s.), (i.) batıya ait, batısal, Avrupa ve Amerika'ya ait; (astr.) batı tarafındaki, batısında; (i.) batılı.

occiput

(i.), (anat.) kafanın arka kısmı, artkafa. occip'ital (s.) kafanın arka tarafında olan, artkafaya ait.

occlude

(f.) tıkamak, kapatmak; (kim.) emmek, absorbe etmek (özellikle gazlar için); (dişçi.) üst üste oturmak. occlusion (i.) emme veya emilme; (dişçi.) üst üste oturma.

occult

(f.) gizlemek; (astr.) önüne geçip gizlemek (güneş veya ayın bir yıldızı kapaması gibi); kaybolmak (bir görünüp bir kaybolan fener kulesi ışığı gibi). occulta'tion (i.) gizleme.

occult

(s.) büyü ile ilgili; esrarlı, tabiattan üstün; gizli, saklı; bilinmez, anlaşılmaz. occult arts büyücülük gibi faaliyetler. occultism (i.) gizli kuvvetlere inanma ve onları etkisi altına alma. occultist (i.) bu işlerle uğraşan kimse.

occupant

(i.) işgal eden kimse. occupancy (i.) işgal.

occupation

(i.) iş, meşguliyet, meslek, sanat; işgal, zorla alma. army of occupation işgal ordusu.

occupational

(s.) meşguliyete ait; işgal kuvvetleri ile ilgili; meslek dolayısıyle meydana gelen (hastalık veya zarar). occupational therapy meşguliyetle tedavi, rehabilitasyon.

occupy

(f.) tutmak, zaptetmek, işgal etmek; meşgul etmek. be occupied with ile meşgul olmak.

occur

(f.)olmak, meydana gelmek, vuku bulmak; bulunmak; hatıra gelmek, akla gelmek.

occurrence

(i.) oluş, meydana çıkma; vaka, olay, hadise. occurrent (s.) olan, meydana gelen.

ocean

(i.) okyanus, büyük deniz, derya, umman; kürenin üçte ikisini kaplayan geniş su kıtası; sonsuz şey veya miktar. ocean current okyanus akıntısı. ocean lane okyanus gemilerinin sefer yolu. ocean liner okyanus gemisi.

oceania

(i.) Okyanusya, orta Pasifikteki adalara verilen ortak ad.

oceanic

(s.) okyanusa ait, okyanusta bulunan veya meydana gelen, okyanusta dolaşan.

oceanography

(i.) okyanus coğrafyası. oceanograph'ic(al) (s.) okyanus coğrafyasına ait.

ocellus

(i.) (çoğ. li) (biyol.) basit göz; göz şeklinde leke. ocellate (s.) basit gözlü; göz şeklinde lekeli.

ocelot

(i.) Orta ve Güney Amerika'ya mahsus kaplana benzer bir kedi, (zool.) Felis pardalis.

ocher , ing ochre

(i.) kırmızı veya sarı renkli bir çeşit demir cevheri, aşıboyası, toprak boya; koyu sarı renk. ochreous, ocherous (s.) sarı renkten, içinde aşıboyası bulunan. crude ochre (min.) aşıtaşı.

ochlocracy

(i.) avam idaresi.

oct.

(kıs.) October.

octad

(i.) sekizli takım; (kim.) sekiz değerlikli bir eleman.

octagon

(i.) sekiz köşe ve kenarlı şey veya şekil, sekizgen; sekiz taraflı yapı veya yer. octagonal (s.) sekiz kenarlı.

octahedron

(i.), (geom.) sekiz düzlemli ve üç boyutlu şekil. octahedral (s.) sekiz yüzlü.

octane

(i.) oktan. octane number oktan öIçüsü.

octangle

(s.), (i.) sekiz açılı; (i.) sekizgen. octangular (s.) sekiz köşeli.

octant

(i.), (geom.) bir dairenin sekizde biri; (astr.) bir gökcisminin diğerinden 45 derece uzaklıkta iken bulunduğu yer; oktant.

octave

(i.), (müz.) oktav, sekizlik perde tertibi; sekiz notalık ara; dini yortudan sonra gelen sekizinci gün; sekiz mısralı şiir; bir sonenin sekiz mısraı.

octavo

(i.), (s.) sekiz yaprak halinde katlanmış kağıt tabakası; bu büyüklükte kitap; (s.) tabakası sekiz yaprağa katlanmış.

octennial

(s.) sekiz senede bir olan; sekiz sene süren, sekiz senelik. octennially (z.) her sekiz senede bir.

octet , octette

(i.), (müz.) sekiz kişi tarafından çalınan veya söylenen müzik parçası; sekiz kişiden meydana gelen koro veya orkestra takımı.

octillion

(i.), (İng.) kırk sekiz sıfırı olan rakam; ABD yirmi yedi sıfırı olan rakam, oktilyon. octillionth (s.) oktilyona ait, oktilyonuncu.

octo

önek sekiz.

october

(i.) ekim; (İng.) ekim ayında yapılan bira veya elma suyu.

octodecimo

(s.), (i.) bir tabakanın on sekiz yaprak olmak üzere katlanmasından meydana gelen (forma veya kitap).

octogenarian

(s.), (i.) seksen yaşında, seksenlik (kimse).

octopus

(i.) ahtapot, (zool.) Octopus; yaygın ve yıkıcı örgüt.

octosyllable

(i.) sekiz heceli mısra.

octroi

(i.) şehir sınırında özellikle yiyeceklerden alınan giriş vergisi, oktruva.

octuple

(s.) sekiz kat, sekiz misli, sekiz kere.

octuplicate

(s.) sekizli, sekiz misli.

ocular

(s.), (i.) göze ait, gözle görülür, gözle ilgili; (i.) teleskop veya mikroskopta göz merceği, oküler. ocularly (z.) gözle görülür şekilde.

oculist

(i.) göz hastalıklan uzmanı, göz doktoru.

od , o/d

(kıs.) overdose.

odalisk, odalisque

(i.) odalık, cariye, halayık.

odd

(s.), (i.) acayip, bambaşka; tek, iki ile böIünemeyen; küsur, tam sayıdan artan; ara sıra meydana gelen; (i.) artan şey; ABD golfta bir oyuncunun rakibinden fazla olarak yaptığı vuruş; (çoğ.), (bak.) odds. Odd Fellows Amerika'da sosyal ve gizli bir yardımlaşma derneği. oddlooking (s.) tuhaf, acayip. odd or even tek mi çift mi oyunu. an odd fish tuhaf adam. at odd moments vakit buldukça. oddly (z.) acayip şekilde. oddly enough şans eseri olarak. oddness (i.) tuhaflık. acayiplik gariplik.

oddity

(i.) tuhaflık, acayiplik; garip özellik; garip kimse veya şey.

oddments

(i.), (çoğ.) ufak tefek şeyler, artık şeyler, döküntü, kırıntı; (matb.) kitabın metin dışındaki kısımları; acayip şey.

odds

(i.), (çoğ.) zayıf tarafa verilen üstünlük; eşitsizlik, fark, üstünlük; bir bahiste konulan paralar arasındaki oran farkı; ihtimal oranı. odds and ends ufak tefek şeyler, kırıntılar. at odds araları açık. Ionu veya large odds bahis oranında fazlalık. the odds are that ihtimali var ki. Iay odds kendi lehine olan bir bahse girişmek. take odds başkasının lehine olan bir bahse girmek.

ode

(i.) bir tür lirik nazım şekli, gazel; yüksek şeylerden bahseden vezinli veya vezinsiz uzun şiir; övgü, kaside; böyle şiir için yazılmış müzik.

odeon , odeum

(i.) (çoğ. s, odea) tiyatro veya konser binası; eski Yunanistan ve Roma'da müzisyenlerin içinde yarıştıkları ufak tiyatro binası.

odin

(i.), (mit.) İskandinavların baş tanrısı.

odious

(s.) tiksindirici, iğrenç, nefret verici. odiously (z.) iğrenç şekilde. odiousness (i.) iğrençlik.

odium

(i.) nefret, gizli düşmanlık; yüz karası, ayıp; iğrençlik.

odometer

(i.) araba ile katedilen mesafeyi ölçen alet.

odontalgia

(i.), (tıb.) diş ağrısı. odontalgic (s.) diş ağrısına ait.

odontoid

(s.), (anat.) diş gibi, diş şeklindeki.

odontology

(i.) dişlerden ve dişlerin gelişmesinden bahseden ilim. odontologist (i.) diş ilmi uzmanı.

odor , ıng. odour

(i.) koku; şöhret, itibar. be in bad odor adı çıkmak, kötü şöhreti olmak, itibarsız olmak.

odoriferous

(s.) hoş kokulu, güzel koku yayan. odoriferously (z.) güzel koku yayarak.

odorless

(s.) kokusuz.

odorous

(s.) kokulu; güzel kokulu.

odour

(bak.) odor.

odyssey

(i.) Homer'in Odise adlı ünlü destanı; serüvenli uzun yolculuk.

oed

(kıs.) Oxford English Dictionary.

oedema

(bak.) edema.

oedipus

(i.) Oedipus. Oedipus complex Ödip kompleksi.

oer

edat, (z.), şiir, (bak.) over.

oesophagus

(bak.) esophagus.

of

edat nin, li, den. of course tabii, beklenildiği gibi. of late son zamanlarda. of note önemli, itibarlı. of oneself kendiliğinden; kendi hakkında. a man of talent hüner sahibi adam.

ofay

(i.), ABD, argo, (aşağ.) beyaz ırktan bir kimse.

off

(i.), (İng.), argo başlangıç. from the off başlangıçtan beri.

off

(z.), (s.), edat uzağa; ileriye, ileride; öteye, ötede; yanda; tamamen; uzakta; (s.) uzak; yanlış; uygun olmayan, anormal; bitmiş; görev dışındaki; sağdaki; (den.) denize doğru açılan; edat dan; dan uzak off and on ara sıra. off chance zayıf bir ihtimal. It iş off my hands. Benim elimden çıkmıştır. Artık sorumlu değilim. Off with you! Defol ! an off street sapa sokak. a week off bir haftalık izin; bir hafta sonra. be off ayrılmak, terketmek; yanılmak; (k.dili) deli olmak. be off in one's calculations hesabında yanılmış olmak. beat off the attack hücumu tamamen püskürtmek. be off strawberries çilek yemekten mahrum olmak. call the game off oyunu iptal etmek. fall off düşmek; azalmak; bırakmak. far off çok uzak. He is well off. Hali vakti yerinde. Zengindir. kill off all enemies düşmanların hepsini öIdürmek. my off day izin günüm; fena günüm. put off an appointment bir randevuyu ertelemek. put (a per son) off canını sıkmak, soğutmak; (zorla) indirmek. show off gösteriş yapmak. take off alıp götürmek; öIdürmek; indirmek, çıkarmak; (k.dili) taklidini yapmak; kalkmak, havalanmak. The cheese is a bit off. Peynir biraz bozulmuş. The deal is off. Anlaşma iptal edildi. The electricity is off. Elektrik kesildi. We are off now. Nihayet yola çıkıyoruz.

off

(f.), ABD, argo öIdürmek, slang mortlatmak.

offal

(i.) hayvanın yenemeyen fakat başka işte kullanılan veya atılan kısımları; (İng.) sakatat; çerçöp, süprüntü.

offbeat

(i.), (müz.), (s.) vurgusuz nota; (s.), ABD, argo olağandışı.

offbroadway

(s.), (i.) New York'un tiyatro merkezinde olmayan (tiyatro); deneysel (tiyatro).

offcast

(s.) atılmış.

offcolor

(s.) tabii renkte olmayan; açık saçık.

offend

(f.) kabahat işlemek, suç işlemek; kızdırmak; gücendirmek, darıltmak, hatırını kırmak. offended (s.) küskün, darılmış. offender (i.) suçlu.

offense , (ıng.) offence

(i.) kusur, kabahat; suç; tecavüz, hücum, saldırı; incitme, gücendirme. commit an offense kabahat işlemek. give offense gücendirmek, kızdırmak. No offense. Gücenmeyiniz. Ayıp olmasın. take offense gücenmek, darılmak.

offensive

(s.), (i.) çirkin, iğrenç; saldırıyla ilgili, hücuma ait; yakışmaz; kötü; hakaret edici; (i.) saldırı, hücum. offensively (z.) tiksindirerek; hücum ederek. offensiveness (i.) tiksindiricilik.

offer

(f.) takdim etmek, arzetmek, sunmak; teklif etmek, (fiyat) vermek; göstermek; meydana çıkmak görünmek, gözükmek. offer battle savaş açmak. offer for sale satılığa çıkarmak. offer resistance karşı koymak.

offer

(i.) teklif; fiyat teklifi.

offering

(i.) teklif; sunulan şey; kilisede toplanan para.

offertory

(i.) kilisede para toplanırken orgda çalınan beste.

offhand

(s.), (z.) düşünmeden yapılmış, rasgele yapılmış; (z.) düşünmeden, rasgele.

office

(i.) yazıhane, daire, ofis; ticarethane; hizmet, iş, memuriyet, vazife, görev; hükümet dairelerinden biri; bu daireye mensup memurlar; ibadet tören ve ayinleri. officeholder (i.) devlet memuru. office hours çalışma saatleri. police office karakol. post office postane.

officer

(i.), (f.) memur; subay; polis memuru; (f.) subaylarını atamak (gemi); komuta etmek, idare etmek. officer of the day o günün komutanı, nöbetçi subay. field officer subay. flag officer amiral, filo komutanı. health officer sağlık memuru. petty officier assubay,staff officier kurmay subay, warrant officier gedikli subay

official

s., i. resmi; memuriyete ait, memura yakışır; i. memur. officialdom i. memur sınıfı, memurlar. officialism i. memur işi; kırtasiyecilik. officially z. resmen.

officiary

s., i. vazifeyle ilgili; i. bir kuruluşun bütün memurları.

officiate

f. ayin yönetmek; resmi bir görevi yerine getirmek. officiant, officiator i. görev yapan kimse.

officinal

s., i. hazır (ilâç), müstahzar; boya veya eczalarda kullanılan (bitkiler).

officious

s. gereksiz yerde hizmet veya yardım etmek isteyen, her şeye karışan, işgüzar. officiously z. işgüzarlık ederek.

offing

i. sahilden görülen açık deniz; sahilden ölçülen deniz mesafesi. in the offing yakında, pek uzak olmayan (olay).

offish

s., uzak duran, kimseye yaklaşmak istemeyen.

offkey

s., z., müz. düzeni bozuk (olarak).

offprint

i. ayrı baskı.

offput

f. (-put, -putting) İng. canını sıkmak, soğutmak.

offsale

i. dükkân dışında içmek üzere içki satışı.

offset

f. (-set) denge meydana getirmek: karşılığı ile denkleştirmek; boruya dirsek koymak; ofset usulü basmak; dallanmak.

offset

i. daldırma dal, fışkırma dal, piç fidan; bir aile veya ırk kolu; bir dağ sırasının ovaya uzanan burnu; mim. duvar kalınlığının azaldığı yerde meydana gelen raf gibi düz çıkıntı; mak. engeli aşması için bir boruya konulan dirsek; ana çizgiden dikey olarak ölçülen kısa mesafe; matb. ofset usulü.

offshoot

i. dal; yan çalışma.

offshore

s. kıyıdan uzak; kıyıdan esen.

offside

s., spor ofsayt.

offsouring

i. süprüntü, çerçöp, kir.

offspring

i. ürün; döl, evlât.

offstage

i., s., z. sahne arkası; s. sahne arkasındaki, görünmeyen; z. sahne arkasına, sahne arkasında.

offthejob

s. iş dışında; işsiz.

offwhite

i. hafif grimsi beyaz renk.

oft

z., şiir çok kere, sık sık. ofttimes z., şiir çok kere, sık sık.

often

z. sık sık, çoğu kez.

ogee

i., mim. S şeklinde korniş veya köşebent. ogee arch sivri tepeli kemer.

ogive

i., mim. sivri tepeli kemer; bu kemerin kenarları; grafikte bir eğri çeşidi; bu eğriye benzeyen mermi ucu.

ogle

f., i. aşıkane bakmak, göz süzerek bakmak; i. âşıkane bakış, göz süzme.

ogre

i. insan yiyen dev; canavara benzer kimse, çok çirkin kimse. ogress i. çok çirkin kadın.

oh

kıs. Ohio.

oh

ünlem Öyle mi ? Ya ! Sahi ! (şaşkınlık ifade eden kelime), bak. o.

ohm

i., elek. elektrik direnç birimi, om. ohmmeter i. elektrik direncini ölçmeye yarayan alet.

oho

ünlem Çaktım! Tamam! (özellikle hayret veya sevinç ünlemi).

oid

sonek benzer, şeklinde.

oil

f. yağlamak, üzerine yağ sürmek; rüşvet vermek. oil the wheels kolaylık göstermek, iş sahasnı hazırlamak. oil one's hand rüşvet vermek.

oil

i. yağ, sıvı yağ; petrol; zeytinyağı; yağ gibi şey; yağlıboya; yağlıboya resim. oil cake keten veya pamuk tohumunun posası, küspe, köftün. oil color yağlıboya. oil field petrol sahası. oil lamp yağ lambası, kandil.oil pan yağ deposu. oil painting yağlıboya resim. oil slick gö1 veya deniz üzerinde yağ birikintisi. oil tanker tanker. oil varnish yağlı cila. oil well petrol kuyusu.

oilcan

i. yağdanlık, yağ ibriği.

oilcloth

i. muşamba.

oilskin

i. pek ince muşamba; çoğ. bu muşambadan yapılmış elbiseler.

oilstone

i. bileği taşı.

oily

s. yağlı, yağı çok. oiliness i. kaypaklık; yağcılık.

ointment

i. merhem. sulfur ointment uyuz merhemi.

ok

kıs. Oklahoma.

ok

., OK ünlem,s.,i.,f. (OK'd, OK'ing) Peki! Doğru!; s. geçer; iyi, makbul; i. tasdik,rıza, uygun görme; f. peki demek, tasdik etmek.

okapl

i. Orta Afrika'ya özgü parlak kestane renginde derisi olan zürafaya benzer fakat boynu kısa bir hayvan, zool. Okapia johnstoni.

okhotsk

, Sea of Ohotsk Denizi.

okra

i. bamya, bot. Hibiscus esculentus. musk okra amberiye, bot. Abelmoschus moschatus.

old

s., i. eski, ihtiyar, yaşlı; aşınmış, eskimiş; köhne; tecrübeli, meleke sahibi, pişkin; modası geçmiş; k.dili çok; harika; k.dili sevgili (dost); i. eski zamanlar. old age ihtiyarlık, yaşlılık. old clothes man eskici. the old country göçmenin eski vatanı. old fash ioned bir çeşit kokteyl. old fogy eski kafalı kimse. Old Glory A.B.D'nin bayrağı. old gold mat altın rengi, donuk sarı. old hand tecrübeli kimse, usta kimse. old hat A.B.D, argo modası geçmiş. old lady argo anne; karı. old maid evlenmemiş yaşlı kız; k.dili fazla titiz kimse. old man argo koca; sözü geçen kimse; babacan kimse; bizimki. old man of the sea yapışkan adam, püsküllü bela. Old Nick şeytan. old salt tecrübeli denizci. old style eski usul; Rumi takvime göre Old Testament Kitabı Mukaddeste Eski Ahit, Tevrat. Old World eski dünya (Avrupa, Asya ve Afrika). any old thing ne olursa olsun, herhangi bir şey. old wives'tale batıl itikat; kuşaktan kuşağa geçen hikâye. good old times eski demler, geçmiş hoş zamanlar. grow old yaşlanmak, ihtiyarlamak; eskimek. the old yaşlılar, ihtiyarlar. the old school eski terbiye. young and old herkes. The baby has had his first birthday: he is a year old. Bebek bir yaşını kutladı; şimdi bir yaşında (yani iki yaşına bastı). He is ten years old On bir yaşında. On bir yaşını sürmekte. On yaşında. (In Turkish there is this ambiguity in describing a person's age) olden s., eski eski zamana ait, eski. oldish s. yaşlıca, oldukça yaşlı; eskice. oldness i. ihtiyarlık; eskilik. oldster i., k.dili yaşlı adam.

oldfashioned

s. eski moda, modası geçmiş.

oldtimer

i. kıdemli kimse.

oleaginou

s. yağlı, yağ veren; sahte tatlı dilli, yağcı, piyazcı.

oleander

i. zakkum, ağıağacı, gü1 defnesi, bot. Nerium oleander.

olecranon

i., anat. dirsek çıkıntısı.

oleo

bak. oleomargarine.

oleograph

i. yağlıboya taklidi resim.

oleomargarine

i. margarin. oleo oil hayvan yağından elde edilen sıvı yağ.

oleophilic

s. yağ çeken.

olfaction

i. koklama hissi, koku alma.

olfactory

s., i. koklamaya ait; i., gen. çoğ. koklama organı, burun; koklama hissi. olfactory nerve koku siniri.

olfactronics

i. kokuları aletle tahlil etme ilmi.

olibanum

i. günlük, günnük, bir çeşit buhur.

oligarchy

i. takımerki, oligarşi. oligarch i. oligarşi yöneticisi. oligarchic(al) s. oligarşiye ait.

olim

i., çoğ., İbr. İsrail'e gelen göçmenler.

olio

i. potpuri.

olivaceous

s.zeytin renginde olan, zeytuni.

olivary

s., anat. zeytin şeklindeki, beyzi.

olive

i., s. zeytin; zeytin ağacı, bot. Olea europaea; zeytin dalı veya çelengi; yeşil zeytin rengi; s. zeytine ait; zeytuni. olive branch barış sembolü olan zeytin dalı;barış sembolü olarak kullanılan herhangi bir şey.olive brown yeşilimsi kahverengi.olive drabzeytuni;gen. çoğ. zeytuni üniforma. olive green zeytuni yeşil. olive oil zeytinyağı. olive tree zeytin ağacı.

olla

i.yuvarlak toprak kap, güveç; güveçte pişirilen türlü.olla podrida güveçte pişirilen türlü.

olympiad

i.eski Yunanistan'da Olimpiyat oyunları arasındaki dört senelik ara;olimpiyat.

olympian

s. i.Olimpos dağına veya tanrılarına ait; tanrısal;olimpiyat oyunları ile ilgili; i. Olimpos'ta yaşayan tanrı; tanrısal heybete sahip kimse.

olympic

s., i. Mora'da bulunan Olimpya nehrine ait; i., çoğ. olimpiyat oyunları. Olympic games olimpiyat oyunları.

olympus

i. Olimpos dağı; cennet; gök.

oman

i. Arap yarımadasında Umman ülkesi. Gulf of Oman Umman körfezi.

omasum

i., biyol. kırkbayır.

ombre

, omber i. bir iskambil oyunu.

ombudsman

i. halkın şikâyetlerini takip eden memur.

omega

i. Yunan alfabesinin son harfi; bir şeyin sonu, son.

omelet

i. omlet, k /gana.

omen

i., f. kehanet; f. kehanette bulunmak, geleceği söylemek.

omentum

i. (çoğ. -ta) anat. epiplon, bağırsakları örten zar.

omicron

i. Yunan alfabesinde on beşinci harf, kısa o.

ominous

s. meşum, uğursuz, kötülüğü belirten. ominously z. uğursuzca. ominousness i. uğursuzluk.

omission

i. atlama, (dışarıda) bırakma; atlanan şey, bırakılmış şey; yapılmamış iş. sin of omission ihmal suçu.

omit

f. (-ted, -ting) atlamak, bırakmak; yapmamak.

omni

önek hep, bütün, her şey.

omnibus

i., s. otobüs; seçmeler, antoloji; s. çok maddeli. omnibus bill değişik konularla ilgili tasarı.

omnipotent

s. her şeye gücü yeten. the Omnipotent Kadirimutlak, Kadir, Tanrı. omnipotence i. her şeye gücü yetme. omnipotently z. her şeye gücü yeterek.

omnipresent

s. her yerde ve her zaman hazır. omnipresence i. her yerde bulunma.

omnirange

i. bir uçağın bulunduğu yeri öğrenmeye yarayan iletici radyo şebekesi.

omniscient

s. her şeyi bilen, âlim. the Omniscient Allah, Alimimutlak, omniscience i. her şeyi bilme. omnisciently z. her şeyi bilerek.

omnivorous

s. her seyi yiyen; zool. hem ot hem et yiyen, hepçil. omnivor ous reader her çeşit kitap okuyan kimse.

omphaloe

i., anat. göbek; kalkan göbeği; orta yer, merkez. omphalic göbeğe ait.

on

edat üzerinde, üstünde üstüne; yanında; kenarında; tarafında, de; ile; esnasında, zarfında; hakkında; halinde. on the alert tetikte, uyanık. on the contrary aksine, bilakis. on the offensive hücum halinde. on the whole genellikle, her şeyi hesaba katarak. on the track of peşinde, izinde. on Thursday perşembe günü, Let's be on our way. Gidelim. The house is on fire. Ev tutuşmuş. Yangın var. The joke is on you. Bu taş size atıldı. The car stalled on me. Arabanın motoru durdu ve bana zorluk çıkardı.

on

z., s. üzerinde, üstünde, ileriye, ileride; bir düziye, aralıksız; vuku bulmakta; s. giyilmiş, çıkmamış; İng., argo olması muhtemel; makbul; i. kriket oyununda vurucunun bulunduğu saha tarafı. off and on kesintili and so on filan, v.s., v.b. on and on ara vermeden, biteviye. be on to k.dili haberdar olmak, açıkgöz olmak. bow on den. pruvası yönünde. Come on. Haydi gel, etme canım. farher on ileride. go on devam etmek. Go on! Yürü bakalım! ileri! Saçma! later on daha sonra, biraz sonra. look on seyretmek. Night is coming on. Karanlık basıyor. put on a coat palto giymek. turn on the light ışığı açmak. walk on yürüyedurmak, ileri gitmek.

onager

i. (çoğ. -s, -gri) yaban eşeği, zool. Equus onager; ask. mancınık.

onanism

i. yarıda kalmış cinsi munasebet; istimna.

once

z., s., baglaç, i. bir kere, bir defa; bir vakitler, bir zamanlar, eskiden; herhangi bir zamanda; hemen, derhal; s. onceki, var olan; bağlaç hemen, derhal, herhangi bir zamanda; i. bir kere. all at once birden, birdenbire. once for all son olarak; ilk ve son olarak. once in a while arasıra,ikide bir. once or twice bir iki kere. once upon a time bir varmış bir yokmuş. at once hemen, derhal, şimdi. for once bir kerelik, bu sefer.

onceover

i., argo bir bakış; etrafı çabucak düzeltme.

oncoming

s., i. yaklaşmakta olan; i. yaklaşma.

one

s.,i., zam. bir; tek; aynı; i. bir tane; biri, birisi; adam, kimse, kişi; bir rakamı; zam. birisi, biri; herhangi biri. one and all hepsi, her biri. one another birbirlerini. one and sixpence eski, İng. bir şilin altı peni. one by one birer birer. one man one vote herkese tek oy hakkı. one-man show bir ki- şinin oynadığı veya önemli olduğu sahne oyunu veya sirk. one-night stand tiyatro bir şehirde bir temsil için kalma. at one beraber, birleşmiş, uyuşmuş. They were made one. Evlendiler; birleştiler. oneness i. birlik bir olma.

oneeyed

s. tek gözlü.

onehanded

s. tek elli; bir elden çıkmış.

onehorse

s. tek atlı; ikinci derecede, adi.

oneiric

s., psik. düşsel.

oneirocritic

i rüya yorumcusu. oneirocritical s. rüya yorumlayan.

oneiromancy

i. rüya vasıtasıyle falcılık.

onelegged

s. tek bacaklı, topal.

onerous

s. ağır; sıkıntılı, ağırlık verici; huk. bir hakkı daraltıcı. onerously z. sıkıntılı olarak. onerousness i. sıkıntı.

oneself

zam. kendisi, bizzat, kendi kendine.

onesided

s. tek taraflı.

onestep

i. tek adım dansı.

onetrack

s. tek yollu; ısrarcı, şaşmaz.

oneway

s. tek yönlü.

onion

i. soğan, bot. Allium cepa.

onionskin

i. pek ince ve parlak bir çeşit kâğıt, pelür.

online

s., z. kompütörle beraber çalışan, kompütörün idaresi altında olan; z. asıl işle beraber.

onlooker

i. seyirci.

only

s., z., bağlaç bir tek, eşsiz, biricik, yegane; z. yalnız, ancak, başlı başına; bağlaç bundan başka, yalnız, fakat. if only keşke.

onomastic

s. isimler ile ilgili.

onomatopoeia

i. tabii sesleri yansılayan kelimeleri kullanma, yan- sıma; yankı kelime. onomatopoeic s. yansımalı.

onomatopoetic

s. sesleri yansılayan.

onrush

i. üşüşme, saldırış.

onset

i. hücum, saldırı; başlama, başlangıç.

onshore

s., z .sahile doğru olan; z . sahilde.

onslaught

i. şiddetli saldırı, hücum. Ont. kıs. Ontario.

onthejob

s. iş sahasında yetiştirme ile ilgili.

onto

edat üstüne, üstünde; k.dili farkında.

ontology

i. yaratıklar bilgisi, yaratılış ilmi, ontoloji; gerçeğin asıl kendisini ve niteliğini inceleyen konu. ontologic(al) s. yaratıklar bilgisine ait, ontolojik. ontologist i. yaratıklar bilgisi alimi, ontolojist.

onus

i. yük, görev, külfet. onus probandi huk. ispat etme görevi, kanıtlama zorunluğu.

onward

s. ileriye doğru giden, ilerleyen, ilerlemiş.

onward

,onwards z. ileriye doğru, ileri, ileride.

onyx

i. damarlı akik.

oo

önek yumurta.

oocyte

i., biyol. olgunlaşmamış dişi gamet.

oodles

i., çoğ., k.dili büyük miktar.

oolite

i. balık yumurtası gibi taneli bir çeşit kireçtaşı.

oology

i. omitolojinin yumurtalar üzerine ilim yapan dalı.

oolong

i. güzel kokulu bir çeşit siyah çay.

oomph

i., argo fiziki çekicilik, cinsi cazibe; azim, şevk.

oomycetes

i. ovogonlu mantarlar.

oops

unlem Ay! Abo!

oosperm

i., biyol. döllenmiş yumurtacık.

ootheca

i., biyol. (bazı böceklerde) yumurta zarfı.

ooze

i. sulu çamur; okyanus diplerinde bulunan ve böcek kabuklarından meydana gelmiş sulu çamur; bataklık; sepicilikte kullanılan meşe kabuğu suyu; sızıntı, sızan şey. oozy s. sızıntılı; sızdıran; sulu çamur gibi.

ooze

f. sızmak, sızıp akmak; dışarı sızmak, duyulmak (sır veya haber); sızdırmak, dışarı vermek.

op

kıs. opera, operation, opposite, opus.

opacity

i. şeffaf olmayış.

opal

i. opal, panzehirtaşı.

opalescense

i. yanardönerlik. opalescent s. yanardöner, şanjan.

opaline

s., i. opale benzer, opale özgü; i. opale benzer değerli bir sarı taş; yarı şeffaf cam.

opaque

s. donuk, şeffaf olmayan, kesif; elektrik veya sıcaklığı geçirmeyen; mantıksız, kolay anlaşılmaz; ahmak, mankafa. opaqueness i. şeffaf olmayış, do- nukluk.

opart

1960'dan itibaren uygulanıp gözü yanıltıcı şekillerle belirlenen resim üslubu.

opcit

kıs. opere citato evvelce belirtilen eserde, gösterilen eserde.

ope

f., şiir, eski açmak.

open

s., i. açık, içine girilir, serbest; kabule hazır; açık (hava), uygun; den. sisli olmayan; hazır; samimi, açık yürekli; ask. arasında mesafe olan; müz. kısık olmayan, boğuk olmayan, dolgun sesli; dilb. ses or- ganları nispeten açık olarak söylenen (ünlü); dilb. açık (hece); aşikar, meydanda, gizli olmayan; sipersiz, istihkâmsız; içki satışı serbest (şehir); cömert, eli açık; ödenmemiş (borç); i., gen. the ile açık hava, meydan, açık saha; açık deniz. open admissions, open enrollment A.B.D. üniversiteye kaydolmak isteyen herkesi kabul etme usulü. open air açık hava. open city ask. açık şehir. open door herkese açık kapı; serbest ticaret (siyaseti). open housing A.B.D. ırk ve din farkı gözetmeden herkese açık kiralık ev ve apartmanlar. open order ask. dağınık savaş düzeni. open policy sigorta bedeli konulan olayın gerçekleşmesi anında takdir edilecek sigorta poliçesi. open sea açık deniz. open shop sendikalı veya sendikasız herkesi çalıştıran kuruluş; yalnız sendikasız işçileri kabul eden kuruluş. an open question iki taraf da haklı bulun- duğundan karara bağlanamayan mesele. an open verdict huk. cinayeti tespit edip de suçluyu tespit etmeyen karar. an open winter hafif kış. in open court açık oturum halindeki mahkemede. receive with open arms samimiyetle karşılamak. The harbor is open. Liman açıktır. lay open kesip açmak. openly z. açıkça açıktan açığa. openness i. açıklık.

open

f. açmak; işe başlamak; yaymak, sermek; umuma açmak; gevşetmek, çözmek; tiyatro mevsimini açmak; huk. davayı tekrar gözden geçirmek; kesip açmak, yarmak, deşmek; başlatmak; genişletmek; göstermek, bildirmek; görüşmeye başlamak; a- çılmak, çözülmek, gevşemek; çatlamak, yarılmak; başlamak; gelişmek; engelleri ortadan kaldırmak; göz önüne çıkmak.open in içeriye doğru açılmak. open out dışarıya doğru açılmak; açılmak. open up görüşmeye başlamak, söz açmak. open one's eyes gözünü açmak, uyarmak, haberdar etmek. open fire ateş açmak. Open in the name of the law! Kanun namına aç! Open sesame. Açıl susam açıl.

openended

s. sonuca bağlanmamış, açık bırakılmış.

openeyed

s. açıkgöz dikkatli; şaşkın.

openfaced

s. açık yürekli; tek dilim (sandviç).

openhanded

s. eli açık, cömert.

openheart

s. kalbi açıp yapılan (ameliyat).

openhearted

s. açık kalpli, samimi. open house herkese açık davet.

opening

i. kapı; açma, açış; açıklık, delik; başlangıç; açılış; fırsat; satrançta açış. open market serbest piyasa.

openminded

s. açık fikirli, yeni fikirleri kabule hazır.

openmouthed

s. ağzı açık kalmış (hayret veya saşkmllktan); açgözlü obur.

openwork

i. kafes halinde işlemeli süs.

opera

i. opera; opera müziği; opera binası. opera glasses opera dürbünü. opera hat erkeklere mahsus katlanabilen silindir şapka. opera house opera binası. comic opera operakomik. grand opera ciddi konulu birtür opera. operat'ic s. opera nev'inden, operaya ait.

opera bouffe

Fr. fars şeklinde opera.

operand

i. kompütörde kullanılan bilgi.

operate

f. iş görmek, işlemek; etkilemek; borsada alışveriş yapmak (özellikle spekülasyon için); tıb.ameliyat et- mek; işletmek, idare etmek. operate on a person birini ameliyat etmek.

operation

i. iş, fiil; etki, hüküm; süreç; işleme, çalışma, çalışma tarzı; harekat, tatbikat; tıb. ameliyat; mat. bir niceliğin değer veya şeklinde deeğişiklik yapma; alış veriş (borsada). delicate operation tıb. güç ve tehlikeli ameliyat. extend operations harekat veya iş sahasını genişletmek. go into operation yürürlüğe girmek. in operation yürürlükte. major operation tıb. büyük ameliyat.

operational

s. ameli; kullanılmaya hazır.

operative

s., i. işleyen, faal; etkin; etkili; tıb. ameliyata ait, ameliyat edilebilir; ameli; i. usta işçi; teknisyen; k.dili hafiye.

operator

i. operator; teknisyen; ticari veya sınai kuruluş sahip veya yöneticisi; telgraf veya telefon memuru; tıb. cerrah, operatör; komisyoncu; argo beleşçi kimse.

operetta

i. operet.

ophthalmia

i., tıb. göz iltihabı. ophthalmic s. göze ait. ophthal- mol'ogy i. göz bilgisi. ophtlalmoscope i. oftalmoskop.

opiate

s., i. afyonlu; uyuşturucu, uyku getirici, sersemletici; i. afyonlu ilaç.

opine

f. fikir yürütmek: zannetmek, düşünmek, farzetmek.

opinion

i. zan, tahmin, fikir, oy, düşünce: huk. hâkimin ileri sürdüğü fikir. in my opinion fikrimce, kanaatimce.

opinionated

s. inatçı, fikrinden dönmeyen, dik kafalı.

opium

i. afyon. opium den, opium joint afyonkeşlere mahsus gizli kahvehane. opium habit afyonkeşlik, afyon çekme alışkanlığı. opium poppy haşhaş, afyon çiçeği,bot. Papaver somniferum. opium smoker afyonkeş, esrarkeş.

opobalsam

i. pelesenk.

opodeldoc

i. kâfurlu İngiliz sabunu.

opossum

i. keselisıçangillerden Amerika'ya mahsus memeli bir hayvan, opossum, zool. Didelphis.

opp

kıs. opposed, opposite.

oppidan

s., i. kasabaya ait; i., İng . şehirli, kasabalı.

opponent

s., i. karşıki, karşı; karşıt, zıt; i. hasım, düşman.

opportune

s. elverişli uygun; tam zamanında olan, vakitli. opportunely z. tam zamanında. opportuneness i. elverişlilik.

opportunism

i.fırsatçılık,oportünizm. opportunist i.fırsatçı kimse,oportünist.

opportunity

i. fırsat, uygun zaman, elverişli durum.

opposable

s. karşı konulabilir, muhalefet edilebilir; karşısına konulabilen (baş parmağın diğer parmakların karşısına konulabilmesi gibi).

oppose

f. karşılaştırmak; karşı koymak, karşı çıkmak, direnmek; engel olmak, mani olmak.

opposite

s., i. karşıki, karşıda olan; zıt, aksi, karşıt, ters; bot. karşılıklı, yaprakları karşı karşıya olan; i. karşı olan şey veya kimse; karşıda olan şey veya kimse. opposite number tekabül eden kimse veya şey. oppositely z. zıt olarak. oppositeness i. zıtlık.

opposition

i. muhalefet; karşıtlık, zıtlık; mücadele; karşı durma, karşı koyma: engel olma; pol. muhalif parti; astr. birbinden 180 derece uzaklıkta olan iki gökcisminin durumu. oppositionist i. muhalefetçi, muhalif partiden biri.

oppress

f. sıkmak, sıkıştırmak, baskı yapmak: zulmetmek, canını yakmak; yormak, canını sıkmak, üzerine yüklenmek.

oppression

i. zulüm, baskı, ceza, cefa; zulmetme; zulüm ve cefa görme; sıkıntı, güçlük.

oppressive

s. ezici, zulmedici; sıkıcı, bunaltıcı. oppressively z. zulmederek; bunaltıcı bir şekilde. oppressiveness i. sıkıcılık; gaddarlık.

opprobrious

s. hakaret dolu; utandırıcı, yüz kızartıcı. opprobriously z. utanç verecek şekilde. opprobriousness i. rezillik.

opprobrium

i. rezalet; hakaret; ayıp; rezalet sebebi.

oppugn

f. karşı koymak, tenkitle hücum etmek.

oppugnant

s. karşı koyan. op pugnancy i. karşıtlık.

opsonin

i., tıb. kan serumunda bulunan ve bakterilerin akyuvarlar tarafından yenmesini kolaylaştıran bir çeşit antikor. opson'ic s. bu maddenin etkisini taşıyan.

opt

f. seçmek; karar vermek. opt out çekilmek, vaz geçmek, yapmamaya karar vermek.

optative

s., i. istek belirten; i., gram istek kipi, dilek kipi.

optic

s., i. göze veya görme duyusuna ait; göz ilmine ait; i., k.dili göz; çoğ. optik.

optical

s. optikle ilgili; göz veya ışık vasıtasıyle işleyen; görme duyusuna yardım eden; görme duyusuna ait. optical illusion gözün yanılması. optically z. optik vasıtalarla; gözle.

optician

i. gözlükçü, dürbüncü.

optimism

i., fels. dünyada her şeyin iyiliğe hizmet ettiğini ileri süren kuram; iyimserlik. optimist i. iyimser kimse, optimist kimse. optimistic s. iyimser. op- timistically z. iyimserlikle.

optimize

f. en iyi şekilde kullanmak, en çok istifade etmek.

optimum

i. en uygun durum; biyol. herhangi bir organizmanın büyümesi için elverişli ısı, ışık, nem, yer ve gıda gibi şartlar, optimum.

option

i. seçme, tercih; oy; seçme hakkı veya yetkisi; seçilecek şey, şık; tic. seçme, satın alma veya başkasına bırakma hakkı. option day cevap günü. have an option on a thing belirli bir sürede bir şeyi almaya veya reddetmeye hakkı olmak. option to purchase bir şeyi belirli bir süre içinde önceden tayin olunan bir bedel ile satın alma hakkı

optional

s. zorunlu olmayan, isteğe bağlı. optionally z. ihtiyari olarak.

optometer

i. gözün görüş alanını ölçmeye mahsus alet. optometrist i. görme bozukluğunu ölçen gözlükçü. optometry i. görme bozukluğunu ölçme mesleği.

opulence

, -cy i. servet, zenginlik; bolluk. opulent s. zengin, bol. opulently z. bolca.

opus

i. (çoğ. opera) eser; kitap; müzik parçası, opus.

opuscule

i. kısa ve önemsiz eser.

or

kıs. Oregon.

or

bağlaç yahut, veya; yoksa. either this or that ya bu ya o.

orache

i. kara pazı, koyun sarmaşığı, bot. Atriplex hortensis.

oracle

i. eski Yunanistan ve Roma'da gaipten haber veren kahin; bu kahinin gaipten verdiği haber; bu kahinin kehanette bulunduğu kutsal yer; vahiy, ilham.

oracular

s. kehanetle ilgili; anlaşılmaz veya gizli anlamı olan; hikmetli; muğlak; hayret verici, harikulade. oracularly z. kehanet olarak.

oral

s .ağızdan söylenen, sözlü; ağıza ait; ağızdan alınan; zool. ağzın bulunduğu tarafı gösterenı orally z. ağızdan, sözlü olarak. orals i. sözlü imtihanlar.

orang

bak. orongoutang.

orange

i., s. portakal, bot. Citrus sinensis; portakal rengi; portakal cinsinden meyva; s. portakala ait; portakal rengindeki. orange blossom portakal çiçeği. bitter orange, Seville orange turunç, bot. Citrus aurantium.

orangeade

i. portakal şurubu. orange pekoe ince toz halinde Seylan çayı.

orangery

i. soğuk iklimi olan yerlerde portakal yetistirmeye mahsus kapalı yer, limonluk.

orangoutang

, orangutan i. orangutan, zool. Simia atyrus.

orate

f. hatiplik taslamak, nutuk çekmek.

oration

i. özenle hazırlanmış nutuk, söylev, hitabe.

orator

i. hatip, nutuk çeken kimse; belagatle söz söyleyen kimse; huk. davacı.

oratorical

s. hatipliğe ait, hitabet ile ilgili; hatibe yakışır, belâgatli. oratorically z. hatiplikle ilgili olarak.

oratorio

i., müz. oratoryo.

oratory

i. hatiplik, hitabet; belagat. oratorical s. belâgatli. oratorically z. belagatle.

oratory

i. ufak mabet, özel tapınak.

orb

i., f. küre; daire; şiir göz; f. küre şekline koymak; şiir çevrelemek, kuşatmak.

orbicular

s. küre şeklinde, küresel, yuvarlak; bot. daire biçiminde, dairemsi (yaprak). orbiculate s. yuvarlak.

orbit

i., f. yörünge; çember; anat. göz çukuru; zool. kuşların gözleri etrafındaki deri; f. bir gökcismi etrafında dönmek veya döndürmek; bir yörüngede dönmek. orbital s. gezegen yörüngesine ait; göz çukuruna ait.

orbital

i., İng. çevre yolu.

orch

kıs. orchestra.

orchard

i meyva bahçesi; meyva ağaş1am

orchestra

i., müz. orkestra; tiyatro parter; eski Yunanistan'da sahne önünde koronun dans edip şarkı söylediği yarım daire şeklindeki yer. orchestral s. orkestra ile ilgili, orkestraya ait.

orchestrate

f. orkestra için müzik parçası yazmak. orchestra'tion i. orkestra için müzik düzenleme veya yazma teknigi, orkestrasyon.

orchestrion

, orchestrina i. orkestranın değişik çalgılarını tak- lit eden org gibi bir çalgı.

orchid

i. orkide, salep bot. Orchis. orchida'ceous s. salepgillere ait.

ord

kıs. ordained, order, ordinance, ordinary.

ordain

f. takdir etmek, mukadder kılmak; papazlığa atamak, papazlık rütbesini vermek.

ordeal

i. karakter veya dayanıklılık denemesi, ateşten gömlek, büyük slkıntı; eskiden kullanılan işkence ile yargılama usulü.

order

f. emir vermek, emretmek, buyurmak; ısmarlamak, sipariş etmek; düzenlemek, sıraya koymak, tertip etmek. order around emir yağdırmak.order up getir- mesini emretmek.

order

i. düzen, nizam, sıra: dizi; usul, yol, kural; emir, yönerme, buyrultu; ısmarlama, sipariş; havale; tarikat, mezhep fırkası; şeref rütbesi; cins, çeşit; mimari tarz; biyol. takım, silsile. order of business gündem. order of knighthood şövalye örgütü; şeref rütbesi. order of the day gündem, günlük emir. in applepie order çok düzenli bir şekilde, her şey yerinde. at one's orders emre hazır. by order emre göre, emir gereğince. call to order usule göre açmak (toplantı). Doric order mim. Dorik tarzı. holy orders papazlar sınıfı; papazlık rütbeleri. in alphabetical order alfabe sırası ile. in order düzenli; sıra ile; yolunda, usule göre. in order that he may see görsün diye. in order to see görmek için. in short order çabuk. keep order disiplini korumak. monastic order manastır tarikatı. money order para havalesi. on the order of kabilinde, tarzında. out of order bozuk; düzensiz; usule aykırı; uygunsuz. rush order acele sipariş. sealed orders ask. vakti gelince açılıp okunacak mühürlü emirname. standing orders geçerliği devam eden emirler. take an order birinden emir almak; birinden sipariş almak. till fur ther orders başka emir gelinceye kadar. to order siparişe göre, ısmarlama. working order çalışma düzeni. in good working order iyi işler durumda.

orderly

s., i. düzgün; itaatli, uslu; emre ait; i., ask. emir eri, emir çavuşu; hastane hademesi. orderliness i. intizam, düzenlilik, derli topluluk.

ordinal

s., i. sıra veya derece gösteren; biyol. takıma ait; i. kilise ayinleri kitabı. ordinal numbers mat. sıra sayıları.

ordinance

i. düzen, kural; emir; kanun: alın yazısı, vazgı.

ordinary

s., i. adi, alışılmış, alelade, bayağı, usule göre; huk. doğal, tabii (hak); i. alışılmış şey; Katolik kilisesinde ayinin değişmez kısmı. ordinarily z. genellikle, çoğunlukla. ordinariness i. bayağılık. out of the ordinary adi olmayan, olağan dışı.

ordinate

s., i. düzenli; i., geom. ordinat.

ordination

i., kil. papaz atama ve kutsama töreni; atanma ve kutsanma.

ordnance

i. savaş gereçleri; ağır çaplı toplar; askeri gereç ve silahlar dairesi.

ordonnance

i. bir resim veya binanın düzeni; düzen, tertip; kanun, kural.

ordure

i. pislik, gübre.

ore

i. maden cevheri.

ore

i. (çoğ. öre) İskandinavya parasında kronun yüzde biri.

oread

i., Yu. mit. dağ perisi.

oregano

i. yabani mercanköşk, farekulağı, bot. Origanum vulgare.

org

kıs. organic, organization, organized.

organ

i., müz. org, erganun; biyol. örgen, uzuv; haber organı; araç, alet, vasıta. organ grinder latarnacı. organ loft kilisede org galerisi. organ stop org düğmesi. mouth organ ağız mızıkası. party organ parti organı.

organdy

, organdie i. çok ince ve şeffaf muslin, organze.

organic

s. örgensel, organik; yaşayan, canlı; tıb. organizmayı etkileyen (hastalık); kim. karbon bileşiklerine ait; kalıtımla geçen, doğuştan, yapısal. organic chemistry organik kimya. organic disease organik hastalık. organic law anayasa. organic substance organik madde. organically z. örgenlik bakımından, organik olarak.

organism

i. örgenlik, organizma; oluşum, örgüt.

organist

i. org çalan kimse.

organization

i. örgüt, kurum, teşekkül, dernek; düzen; düzenleme; organizma.

organize

f. düzenlemek, intizama sokmak; örgütlemek, teşkil etmek; teşekkül etmek, teşkilâtlanmak; sıralamak, tasnif etmek; yerleştirmek.

organo

önek örgensel, organik.

organology

i. bitki ve hayvan organlarının yapı ve görevleriyle uğraşan biyoloji dalı.

organon

-num i. bir felsefenin ilke ve kurallarını meydana getiren sistem.

organzine

i. bükülmüş ipek, ipek dokumasında atkı teli.

orgasm

i., fizyol orgazm, özellikle cinsel ilişkide şiddetli heyecan; fazla heyecan, şiddetli hareket.

orgeat

i. arpa, badem ve şekerle yapılmış alkolsüz içki.

orgiastic

s. sefahatle ilgili.

orgy

i. sefahat; aşırı düşkünlük; gen. çoğ. eski Yunanistan ve Roma'da tanrılar ve özellikle Baküs için yapılan gizli dinsel törenlerde fazla heyecanlı şarkı söyleyip dans etme ve çılgınca hareketlerde bulunma.

oriel

i. cumba, sıkma.

orient

i., s., f. doğu, şark; göğün doğu kısmı; incinin üzerindeki açık mavi parlaklık;b.h. Doğu, genellikle Asya memleketleri; s. parıltılı, parlak; yükselen, doğan; f. doğuya yöneltmek; yöneltmek. orient oneself uymak, alışmak.

oriental

s., i. Doğulu; Doğu'ya özgü, doğusal; çok parlak ve seffaf; b.h. Dogulu kimse; Asyalı. Orientalism i. Doğu'ya özgu töre veya usul; Doğu dilleri veya tarihi bilgisi. Orientalist i. Doğu dilleri, edebiyatı ve tarihi uzmanı, müsteşrik. Orientalize f. Doğululaştırmak. Oriental rug el ile dokunmuş şark halısı. orientally z. Doğu üslubuna göre.

orientate

f. doğuya yöneltmek, doğuya doğru yönelmek; alışmak. orienta'tion i. yönelme, yöneltme; çevre şartlanna uydurma veya uyma, alışma; yeni bir çevreye alıştırma programı; istikamet hissi.

orifice

i. delik, ağız.

orig

kıs. original.

origami

i. makas veya zamk kullanmaksızın kâğıt bükerek Japon usulü hayvan şekilleri yapma sanatı.

origan

i. yabani mercanköşk, bot. Origanum vulgare.

origin

i. asıl, köken, kaynak, başlangıç; nesil, doğuş, soy.

original

s., i. asli, esasa ait, ilk; özgün, yeni, yeni icat olunmuş, orijinal; yaratıcı (zeka); i. aslı, kaynak, menşe; asıl nüsha, müsvedde; acayip kimse. original mind yaratıcı zeka. original sin ilah. kalı- tımla geçen veya doğuştan olan günah.

originality

i. yaratıcılık; özgünlük. originally z. aslen, esasında; orijinal bir şekilde.

originate

f. icat etmek, meydana getirmek, çıkarmak, yaratmak, gelmek, olmak. origina'tion i. icat etme veya olma; meydana gelme; yaratılış.

oriole

i. sarı asma kuşu, sarıcık, zool. Oriolus oriolus.

orion

i., astr. Oriyon.

orisons

i. dua, yakarış.

orlop

i., den. geminin en alt güvertesi, kontra tavlun.

ormolu

i. altın taklidi pirinç, yaldızlı pirinç; taklit şey.

ornament

i. ziynet, süs. ornamen'tal s. süs kabilinden. ornamentally z. süs olarak.

ornament

f. süslemek, donatmak. ornamenta'tion i. süs, ziynet; süsleme.

ornate

s. çok süslü, şatafatlı, gösterişli. ornately z. çok süslü bir şekilde. ornateness i. fazla süslülük.

ornery

s., A.B.D., leh. huysuz; inatçı; alçak, aşağılık; adi, bayağı.

ornithology

i., zool. hayvanlar ilminin kuşlar bölümü, ornitoloji. ornitholog'ical s. kuşlar bilgisine ait, ornitolojik. ornithologist i. kuş uzmanı.

ornithorhynchus

bak. duckbill.

orogeny

i., jeol. dağlann oluşumu, dağoluş.

orograph

i. topografik harita çizme aleti.

orography

i. doğal coğrafyanın dağlarla ilgili dalı. orograph'ic(al) s. dağ şekilleriyle ilgili.

oroide

i. altın renginde bakır ile çinko veya teneke alaşımı.

orology

i. dağlar bilgisi. orolog'ical s. dağlar ilmine ait. orologist i. dağlar bilgisi uzmanı.

orometer

i. deniz yüzeyinden yukarı yükseklikleri ölçmeye mahsus dereceli barometre. orometric s.dağ yüksekliklerine ait. bu yükseklikleri ölçen alete ait.

orotund

s. dolgun ve berrak sesli, gümrah ve ahenkli; tumturaklı (yazı veya söz).

orphan

i., s., f. yetim; s. öksüz, kimsesiz; f. öksüz bırakmak. orphanhood i. öksüzlük.

orphanage

i. yetimhane, öksüzler yurdu.

orpheus

i., Yu. mit. Orfeus, çaldığı müzikle ağaçları ve kayaları harekete getirdiği ve canavarları yatıştırdığı farzolunan bir kahraman. Orphean, Orphic s. Orfeus'a ait veya ona benzer; Orfeus'un müziği gibi ahenkli.

orpiment

i., min. sarı zırnık.

orpine

i. damkoruğugillerden herhangi bir bitki, bot. Crassulaceae.

orrery

i. güneş ve gezegenlerin hareketlerini gösteren aygıt.

orris

i. bir çeşit süsen, Floransa süseni, bot. Iris florentina. orrisroot i. bu çiçeğin ilâç ve lavanta yapımında kullanılan kökü, süsen kokü, menekşe kökü. orris powder süsen kökü tozu.

orthicon

i. televizyon alıcı tübü.

ortho

önek doğru.

orthocephalic

, orthocephalous s. kafatasının uzunluğu ile eni arasındaki oran orta derecede olan.

orthodontics

i. dişleri koruma veya bozuklukları düzeltme ile uğraşan dişçilik dalı.

orthodox

s. doktrini sağlam; . dinsel inançlarına sadık; doğru, tam, uygun; b.h. Ortodoks kilisesine mensup; yürürlükteki usule uygun. orthodoxly z. kabul edilmiş bir fikre uygun olarak. orthodoxy i. Ortodoksluk; akidenin doğruluğu.

orthoepy

i. doğru telaffuz ilmi; doğru telaffuz.

orthogenesis

i., biyol. düz oluş, ortogenez.

orthogonal

s., geom. dikgen.

orthography

i. imla usulü, imlâ. orthograph'ic(al) s. imlaya ait.

orthopedics

i., tıb. ortopedi. orthopedist i. ortopedi uzmanı.

orthoptera

i., çoğ. düzkanatlılar.

orthoscope

i. gözün içini muayeneye mahsus alet.

ortolan

i. kiraz kuşu, zool. Emberiza hortulana.

oryx

i. Afrika'ya mahsus iri bir ceylan.

os

kıs. osmium.

os

i. (çoğ. ora) anat. ağız, delik.

os

i. (çoğ. ossa) anat., zool. kemik.

os

kıs. Old Saxon. Old Style.

oscillate

f. salınmak, gidip gelmek, saat sarkacı gibi hareket etmek; dalgalanmak, çalkanmak; tereddüt etmek. oscilla'tion i. gidip gelme, salınma, titreşme. oscillator i. radyoda elektrik titreşimleri meydana getiren aygıt, osilator. oscillatory s. sallanan, salınan.

oscillograph

i. elektrik akımındaki titreşimleri kaydeden alet, osilograf.

oscitant

s. ağzı açık, esneyen; uyuşuk, uykusu gelmiş. oscitancy, oscitance i. esneme; uyuşukluk, tembellik.

osculant

s., biyol. ortak özellikleri olan.

oscular

s. ağıza ait; öpüşe veya öpmeye ait.

osculate

f., şaka öpmek; değdirmek; geom. hiç olmazsa üç noktanın birbirine dokunmasını sağlayacak şekilde temas etmek; biyol. ortak özellikleri olmak. oscula'tion i. öpme, öpüş. osculatory s. öpmeye ait.

osier

i. sepetçi söğüdü, bot. Salix viminalis.

oslo

i. Oslo.

osmium

i., kim. osmiyum.

osmosis

i., kim. geçişme, osmoz.

osmotic

s., kim. geçişmeli, osmotik.

osprey

i. balık kartalı, deniz tavşancılı, zool. Pandion haliaetus.

osseous

s. kemik cinsinden, kemik gibi; iskeleti olan.

ossicle

i. ufak kemik, kemikçik.

ossifrage

i. balık kartalı, zool. Pandion haliaetus; ötleği, kuzu kartalı, zool. Gypaetus barbatus.

ossify

f., fizyol. kemikleşmek, kemiğe dönmek; katılaşmak; kemikleştirmek; katılaştırmak. ossifica'tion i kemikleşme.

ossuary

i. kemik saklamaya mahsus yer.

ostensible

s. görünüşteki, görünen. ostensibly z. görünürde, görünüşte.

ostensive

s. görünüşte olan, açık, belli.

ostentation

i. gösteriş, gereksiz gösteriş. ostentatious s. dikkati çekmek amacında olan. ostentatiouily z. gösterişli bir şekilde.

osteoarthrosis

i., tıb. oynak iltihabı.

osteoblast

i., anat. kemik dokusu meydana getiren hücre, osteoblast.

osteoclasis

i., tıb. yanlış kaynamayı düzeltmek için bir kemiği kırma ameliyatı, osteoklazi.

osteoclast

i., anat. büyüme halindeki kemiğin içinde kemik dokusunu yiyerek iç boşlukları meydana getiren çok çekirdekli iri hücrelerden biri; tıb. yanlış kay- namayı düzeltmek için kemik kırma ameliyatında kullanılan alet, osteoklast.

osteoid

s. kemik gibi, kemiksi.

osteologist

i. osteolojist, iskelet ve kemiklerin yapısıyle uğraşan uzman.

osteology

i., anat. osteoloji, kemikbilimi.

osteoma

i. (çoğ. -s, -mata) tıb. kemik dokusunda meydana gelen tümor.

osteomyelitis

i., tıb. kemik iliği iltihabı.

osteopathy

i., tıb. ilâç kullanmadan ancak kemikleri ve kasları yoklayıp düzeltmek suretiyle hastalıkları tedavi usulü. osteopath i. kemikleri düzelterek hastalığı tedavi eden uzman. osteopath'ic s. böyle uzmanlığa ait.

osteoplastic

s., fizyol. kemik meydana getiren; tıb. kemik düzeltme tedavisine ait.

osteoplasty

i., tıb. kusurlu kemiği düzeltme veya değiştirme ameliyatı.

osteotomy

i., tıb. kemiği kesme veya bir parçasını çıkarma ameliyatı.

ostler

bak. hostler.

ostracize

f. toplum veya dernekten çıkarmak; bir kimse ile ilişkiyi kesip mevcut değilmiş gibi hareket etmek. ostracism i. sürgün etme; ilişkiyi kesme.

ostracon

i. (coğ. -ca) üstünde yazılar bulunan eski çanak parçası.

ostrich

i. devekuşu zool. Struthio camelus. ostrich plume devekuşu tüyü, özellikle kuyruk ve kanatlarının uzun ve beyaz tüyleri. ostrich tip devekuşu tüyünün ucu. ostrichlike s. görmezlikten veya anlamazlıktan gelerek kendini emniyette zanneden.

ostrogoth

i. beşinci yüzyılda Roma imparatorluğunu istilâ eden Doğu Gotlanndan biri, Ostrogot.

ot

kıs. Old Testament.

otalgia

i., tıb. kulak ağrısı.

other

s., z., zam. başka, diğer, gayri, sair; z. başka suretle, baska türlü; zam. başka birisi, başkası, başka kimse; diğeri. some day or other günün birinde, bir gün. the other day geçen gün. every other day gün aşırı.

otherwise

z. başka suretle, başka türlü; yoksa, olmazsa, aksi takdirde.

otherworldly

s. öteki dünya işlerine dalmış, bu dünyadan olmayan; hayali işlerle meşgul. otherworldliness i. öteki dünya işlerine dalma.

otiose

s. aylak, tembel, atıl; faydasız, verimsiz, boş.

otitis

i., tıb. kulak iltihabı. otitis media ortakulak iltihabı.

otology

i. kulak ve kulak hastalıkları bilimi.

ottar

, otto bak. attar.

ottawa

i. Ottawa.

otter

i. susamuru, sarı samur, lutr, zool. Lutra; bu hayvanın kürkü, samur kürk; tahta parçasına bağlı bir çeşit olta.

ottoman

i. divan; arkasız minderli iskemle; fitilli bir çeşit ipekli veya yünlü ipekli kumaş.

ottoman

s., i. (çoğ. -mans) Osmanlı.

ouaht

f. meli malı (Gereklik ve zorunluk belirtir.). I ought to go. Gitmeliyim. It ought not to be allowed. Buna izin verilmemeli. You ought to know better. Bu hareketin fena olduğunu bilmeniz gerekir. I ought to have gone. Gitmeliydim.

oubliette

i. tepesi kapaklı yeraltı zindanı.

ouch

ünlem Ah ! Of ! Aman !

ought

i. sıfır, hiç, bak. aught.

ouija

i. ispritizma seanslarına mahsus üstünde alfabe harfleri veya işaretler bulunan iki tahtadan ibaret tertibat.

ounce

i. 28,3 gram, çarsı libresinin on altıda biri; kuyumcu libresinin on ikide biri, 31 gram; kıs. oz.

ounce

i. tekir, zool. Leopardus uncia.

our

zam., s. bizim.

ours

zam. bizimki. a friend of ours dostlarımızdan biri, bir dostumuz.

ourselves

zam., çoğ. kendimiz, bizler. We ourselves will help. Biz kendimiz yardım edeceğiz. We will help our selves. Biz kendimize yardım edeceğiz.

ousel

, ouzel i. karatavuk, zool. Turdus merula; bir çeşit ardıçkuşu, zool. Turdus pilaris.

oust

f. çıkarmak, defetmek, dışarı atmak, kovmak. ous'ter i., huk. zorla mülkünü alma, dışarı atma.

out

önek fazlasıyle, (öbüründen) daha iyi, daha çok: outstay, outbid outdrink.

out

z., edat, i., ünlem, s., f. dışarı dışarıda; dışarıya; dışında; arasından; meydana, ortaya; sız (kalmış); bütün bütün, tamamen: sonuna kadar; yüksek sesle; edat dışarıya, dışarıda; i. işinden çıkarılmış yenik parti üyesi; bahane, çözüm yolu; beysbol vurucunun sırasının bitmesi; muhalif kimse; matb. mürettip tarafından atlanmış kelime; ünlem Dışarı! Defol!; s. dışarıdaki, dış; top oyun larında vurucu olmayan; anormal; kullanılmaz; zararda olan; yanılmış; f., eski kovmak. kapı dışarı etmek; argo vurup düşürmek, nakavt etmek; meydana çıkmak, aşikâr olmak. out and away pek çok, fersah fersah. out and out bütün bütün, tamamen, her yönüyle. out of breath nefesi kesilmiş, soluk soluğa. out of commission bozuk. out of countenance utanmış. out of danger tehlikeyi atlatmış. out for a good time eğlence peşinde. out of order bozuk; düzensiz veya sırasız. out of patience sabrı tükenmiş. out of pocket sarfedilmiş, cepten çıkmış. out of print mevcudu bitmiş (kitap). out of reach el erişmez, uzak. out of season mevsimsiz, vakitsiz. out of sorts rahatsız, keyifsiz; dargın. out of spirits canı sıkkın, neşesiz. out of things uzaklaşmış, uzaklaştırılmış. out of time müz. vuruşa uygun olmayan. Out with it! Haydi söyle! Anlat! cry out yüksek sesle bağırmak, haykırmak. die out sönmek: nesli tükenmek. pass out dağıtmak; bayılmak; toplantıdan sıra ile çıkmak (öğrenciler). pour out boşaltmak. time out of mind öteden beri, eskiden beri. tired out çok yorgun, bitkin. at outs (with) dargın. far out, way out argo şahane, harika. He is out to lunch. Yemek için dışarı çıktı. Latin has gone out as a spoken language. Latince konuşma dili olmaktan çıktı. The fire is out. Yangın söndü. The stars are out. Yıldızlar görün- mekte.

outasight

s., argo şahane.

outbalance

f. daha ağır gelmek (tartı): geçmek, daha üstün gelmek.

outbid

f. (-bade, -bidden, -bidding) açık artırmada fiyatı artırmak, fazla fiyat vermek.

outboard

s., den. takma motorlu, dıştan motorlu. outboard motor takma motor.

outbound

s. şehirden veya limandan dışarı giden (tren veya gemi).

outbreak

i. feveran, patlama, patlak verme, isyan; baş gösterme, çıkma.

outbuilding

i. ek bina.

outburst

i. birdenbire patlayış, patlak verme; feveran.

outcast

i., s. toplumdan atılmış kimse; serseri kimse; s. mahrum bırakılmış.

outcaste

i. Hindistanda kast dışı olan kimse, parya.

outclass

f. üstün olmak, üstün gelmek.

outcome

i. sonuç.

outcrop

i. bir arz tabakasının yeryüzüne çıkması; bu suretle çıkıp görünen kaya.

outcry

i. haykırış, çığlık, bağırış.

outcry

f. başkasından daha çok bağırmak, bağırarak başkasının sesini bastırmak.

outdate

f. geçersiz kılmak.

outdistance

f. geçmek.

outdo

f. üstün gelmek, geçmek.

outdoor

s. dışarıda yapılan.

outdoors

z. i. dışarıya; dışarıda, açık havada; i. açık hava.

outer

s., i. dıştaki; dışarıdaki; i. hedef merkezi çevresindeki dairenin dış kısmı.outer space yıldızlar ve gezegenler arasındaki boşlukç outermost s. en dıştaki.

outface

f. birinin yüzüne yıldırıncaya kadar bakmak; karşı durmak, meydan okumak.

outfield

i., beysbol, kriket iç sahanın dış tarafı veya orada oynayan oyuncular. outfielder i. dış saha oyuncusu.

outfit

i., f. (-ted, -ting) takım donatısı; gereçler; A.B.D., k.dili askeri birlik; bir zaman için ihtiyacı karşılayan giyecekler; f. donatmak, gereçlerini sağlamak.

outfitter

i. teçhizatçı; giyim eşyası satan kimse.

outflank

f. yandan geçip arkasına varmak.

outfox

f., A.B.D., k.dili daha atik davranıp galip gelmek, kurnazlık etmek.

outgo

i. masraf, sarfedilen para.

outgo

f. (-went, -gone) geçmek.

outgoing

s., i. sempatik dost tavırlı; giden, çıkan; i. gidiş, çıkış.

outgrow

f. (-grew, -grown) büyüdükçe giysileri küçük gelmek; zamanla bırakmak veya vaz gecmek.

outgrowth

i. bir başka şeyden gelişerek büyüyen şey; fazlalık; doğal bir sonuç veya gelişme.

outguess

f. önceden tahmin edip galip gelmek.

outhouse

i. ayrı kulübede apteshane; çiftlikte asıl binadan ayrı ufak bina; çoğ. müştemilat.

outing

i. gezinti. outing flannel fanila, fanilaya benzer pamuklu kumaş.

outlandish

s. tuhaf, acayip; k.dili saçma, uzak.

outlast

f. -dan çok dayanmak.

outlaw

i., f. kanuna karşı gelen kimse; kanuni haklardan yoksun bırakılmış kimse, sürgün; f. yasaklamak; kanun dışı ilan etmek; kanuni haklardan yoksun bı- rakmak.

outlawry

i. kanuna karşı gelme; kanun dışı kılma.

outlay

i. masraf, giderler; harcama.

outlet

i. dışarı çıkacak yer, kapı; yol, ağız, delik; elek fiş.

outline

i., f. resim veya haritanın ana hatları; taslak; f. taslağını çizmek.

outlive

f. birinden fazla yaşamak.

outlook

i. görünüş, genel görünüş, manzara; seyredilen yer.

outlying

s. uzakta bulunan, sınır dışındaki.

outmoded

s. demode, modası geçmiş.

outmost

s. en dışarıdaki.

outnumber

f. sayıca fazla gelmek.

outofdoors

z., i. dışarıda; i. dışarıda olan şey.

outoftheway

s. uzak, zor ulaşılan, sapa; acayip.

outpatient

i. ayakta tedavi edilen hasta.

outpost

i. ileri karakol mevkii.

outpour

i. dökülme, taşma, akma.

output

i. randıman, verim; elektrik enerjisi.

outrage

i. zulüm; rezalet; namusa tecavüz; hakaret.

outrage

f. fena surette bozmak, kötü davranmak; sövüp saymak; tecavüzde bulunmak.

outrageous

s. çok çirkin, pek fena; edebe aykırı; pek insafsız. outrageously z. fazlasıyle; taşkınca; rezilce. out rageousness i. rezalet.

outre

s., Fr. mübalağalı, abartmalı; acayip, garip.

outreach

i. uzama.

outrider

i. bir arabanın yanı sıra giden atlı uşak.

outrigger

i., den. avara demiri; patrisa mataforası; uskundra; dirsekli futa veya bunun ıskarmozu.

outright

z., s. sınırsız olarak, birden, yekten; bütün bütün, tamamen; dosdoğru; doğrudan dogruya; s. sınırsız; tam, bütün; devam eden; karşılıksız; düpedüz.

outrunner

i. bir arabanın önünde veya yanında koşan uşak.

outset

i. başlangıç.

outshine

f. başkasını gölgede bırakmak, daha fazla parlamak.

outshoot

f., i. vuruşta geçmek; dışarı uzamak; i. dışarı çıkan şey.

outside

i., s., z., edat dış taraf; dış görünüş; s. dış; azami, en fazla;z. dışarıda,dışarıya; edat dışında. at the outside k.dili azami, olsa olsa. outside of A.B.D., k.dili -dan başka.

outsider

i. bir grubun dışında olan kimse.

outsize

i., s. çok büyük boy; s. büyük boyda olan.

outskirts

i. varoş, civar, dış mahalleler.

outsmart

f., A.B.D., k.dili daha akıllı olup galip gelmek.

outspoken

s. sözünü sakınmaz, doğru sözlü, samimi.

outstanding

s. önemli, göze çarpan; kalmış (borç).

outstretching

s. yayılmış, serilmiş, uzanmış.

outstrip

f. (-ped, -ping) yarışta geçmek; herhangi bir şeyde üstün çıkmak.

outward

s., z., i. dış, harici; z. dışarıya doğru; görünüşte; i. dış, dış kısım; dıştaki alem; dış görünüş.

outwardly

z. dıştan; dışa doğru; dıştan görünüşe göre, görünüşte.

outwards

z. dışarıya doğru.

outwear

f. daha fazla dayanmak; yıpranmak; tüketmek.

outweigh

f. daha ağır gelmek.

outwit

f. daha akıllı olup galip gelmek.

outworn

s. fazla eskimiş.

ouzel

bak. ousel.

ova

bak. ovum.

oval

s., i. yumurta biçimindeki, beyzi; i. yumurta. biçiminde şey. ovally z. yumurta şeklinde.

ovary

i., anat., zool. yumurtalık; bot. yumurtalık, ovar. ovarian s. yumurtalığa ait.

ovate

s., bot. yumurta şeklindeki (yaprak), yumurtamsı, ovat.

ovation

i. coşkunca alkış; eski Romalılann ikinci derecede bir zafer için yaptıklan geçit töreni veya zafer alayı.

oven

i. fırın.

ovenbird

i. Kuzey Amerika'ya mahsus bir tür ötleğen, zool. Seiurus aurocapillus; çömlekçi kuşu, zool. Furnarius rufus.

over

edat, z., s., i. üzerinde, üstünde; üzerine, üstüne; yukarısına; yukarısında; bütün (zaman); karşıdan karşıya, karşıya kasma, öbür tarafına; boyunca; z. yukarıda;karşı tarafa, karşı tarafta; fazla, artık;tama- men, baştan başa; tekrar, yine; s. bitmiş, son bulmuş; öbür taraftaki; üstteki, yukarıki; üstün; aşırı, fazla; i. artan şey, ek. over again bir daha. over against karşısına, karşısında. over and above -den fazla, -dan başka. over and over tekrar tekrar, üst üste, birbiri arkasından. over the barrel A.B.D., k.dili çaresiz durumda. over there orada, ta ötede. be over with bitmiş veya bitirmiş olmak. fall over düşmek, devrilmek. It's all over. Her şey bitti. make over üstüne devretmek. pay over money. para ödemek. play over tekrar çalmak veya oynamak. roll a stone over bir taşı yuvarlayıp tersine çevirmek. The water is running over. Su taşıyor. Run over to the neighbors. Bir koşu komşulara git. run over a man birini çiğnemek, adam ezmek (otomobil). talk over müzakere etmek. talk over the phone te- lefonla konuşmak. There are three left over. Üç tane kaldı. tip a boat over sandalı alabora etmek. turn over çevirmek, altüst etmek, devirmek; teslim etmek, havale etmek. win over taraftarlığını kazanmak.

over

önek üstün, üstünde; asağıya doğru; fazla, bütün bütün.

overachieve

f. beklenilenden daha başarılı olmak. overachiever i. (okulda) beklenilenden daha başarılı olan kimse.

overact

f. (rolu) abartmalı bir şekilde oynamak.

overall

s., i. baştan başa olan, bir uçtan bir uca olan; kapsayıcı, ayrıntılı; i., İng. iş tulumu.

overalls

i., A.B.D. iş tulumu; İng. sugeçirmez uzun tozluk.

overarch

f. üzerinde kemer meydana getirmek.

overawe

f. korkutup hareketten alıkoymak.

overbalance

f. tartıda ağır gelmek; ağır basmak; dengesini bozmak, devirmek; dengesini kaybetmek.

overbear

f. (-bore, -borne) çöktürmek; başatlanmak, zorbalık etmek; yenmek, üstün gelmek; ağır basmak: fazla ürün vermek.

overbearing

s. zorba tavırlı; küstah.

overbid

f. (-bade, -bidden, -bidding) açık artırmada başkalarından fazla fiyat vermek, gereğinden fazla fiyat artırmak; briç. deklarasyon yapmak.

overblow

f. üfleyip gidermek; (kum, kar ile) eserek kaplamak; (nefesli çalgıyı) asıl sesinden daha yukan sese çıkarmak.

overblown

s. abartmalı, şişirilmiş; tazeliğini kaybetmiş (çiçek).

overboard

z. gemiden denize. go overboard A.B.D., k.dili fazla tutkun olmak. Man overboard ! Yetişin ! Adam denize düştü.

overbold

s. fazla küstah.

overbook

f. bir uçak veya otelde mevcut yerlerden fazla rezervasyon kabul etmek.

overburden

f. taşıyabileceğinden fazla yük yüklemek; fazla sıkıntı vermek, fazla sorumluluk yüklemek.

overcall

f., briç. fazla deklarasyon yapmak.

overcareful

s. fazla dikkatli, çok titiz.

overcast

f. (-cast) s., i. karartmak; sürfle yapmak; s. bulutlarla kaplı; kasvetli; sürfle yapılmış; i. kaplama.

overcharge

f. fazla fiyat istemek; fazla yüklemek veya doldurmak.

overcharge

i. fazla yük; fazla fiyat.

overclouded

s. bulutlarla kaplı.

overcoat

i. palto.

overcome

f. (-came, -come) galip gelmek, alt etmek; yenmek, hakkından gelmek; gidermek, çaresini bulmak. be over come (with) etkilenmek.

overcompensate

f. fazlasıyle karşılamak.

overconfident

s. kendine fazla güvenen.

overcrowd

f. fazla kalabalık etmek.

overdevelop

f., foto. aşırı derecede develope etmek.

overdo

f. (-did, -done) fazla özenmek; gereğinden fazla pişirmek; fazla yorulmak.

overdose

i. belirli bir ölçüden fazla ilâç verme, dozu aşma; aşırı doz; kıs. O.D., o/d fazla esrar alma; fazla esrardan hasta olan veya ölen kimse.

overdraft

i. bankadaki hesap mevcudundan fazla para çekme; açık itibar.

overdraw

f. (-drew, -drawn) abartma ile söylemek; hesap mevcudundan fazla para çekmek.

overdrive

i. oto. otomatik dördüncü vites.

overdue

s. gecikmiş, vadesi geçmiş.

overeat

f. (-ate, -eaten) fazla yemek yemek, oburluk etmek.

overestimate

f. fazla tahmin etmek.

overexpose

f. gereğinden fazla teşhir etmek; foto filme fazla poz vermek.

overexposure

i. fazla poz verme; fazlaca teşhir etme.

overflow

f. taşmak; çok bol olmak.

overflow

i. taşma; taşkın şey; çok bol şey; akaç.

overflowing

s. pek bol; taşkın.

overgrow

f. birbirini örtecek derecede büyümek (fidan); fazla boy atmak.

overhand

s. yukarıdan aşağı inen (yumruk, raket darbesi); iğne ardı gibi dikilen.

overhang

f. (-hung) i. üzerine süslü şeyler asmak; sarkmak, üzerine sarkmak; i. çıkıntı; çıkıntı derecesi.

overhaul

f. gereken onarımı yapmak için elden geçirmek; kontrol etmek; arkasından yetişip önüne geçmek.

overhaul

i. kontrol; bakım ve tamir.

overhead

z. baştan yukarı, yukarıda, tepede, üstte, üst katta.

overhead

i., s. genel masraflar; s. baştan yukarıda olan, yukarıdan geçen; genel masraflarla ilgili.

overhear

f. (-heard) rastlantılı olarak işitmek, kulak misafiri olmak.

overinflated

s. şişirilmiş; fazla büyütülmüş, abartmalı.

overjoy

f. fazlasıyle sevindirmek.

overkill

i. düşmanın fazlasıyle üstesinden gelebilecek askeri olanak.

overladen

s. fazlasıyle yüklenmiş.

overland

s., z. kara yolu ile yapılan; z. karada, karadan.

overlap

f. (-ped, -ping) üst üste getirmek veya gelmek (yanyana duran iki şeyin kenarları); aşırmak, aşmak.

overlay

i. örten tabaka; kaplama; bir harita üzerine konan tamamlayıcı sayfa.

overlay

f. (-laid) kaplamak; üstüne yüklemek; matb. kâğıdın altını takviye etmek.

overload

f. fazla yüklemek veya doldurmak.

overload

i. fazla yük.

overlook

f. gözden kaçırmak, dikkate almamak; önem vermemek; yüksek bir yerden bakmak; muayene veya teftiş etmek.

overlook

i. bakış, yukarıdan seyretme; yüksek yer; gözden kaçırma.

overlord

i. tahakküm eden kimse; başkasından üstün kimse; derebeyi.

overly

z., A.B.D. fazla, aşırı derecede.

overmaster

f. boyun eğdirmek, hakkından gelmek, üstün çıkmak.

overmatch

f. üstün gelmek, yenmek.

overmuch

z. pek çok, gereğinden fazla.

overnight

z., s. gece esnasında, geceleyin, bir gece içinde, bir geceyi kapsayarak; dün gece; ani olarak, birdenbire; s. gece boyunca olan; bir gecelik.

overpass

i., f. üst geçit; üstten geçen yol; f. üstünden geçmek; geçmek, üstesinden gelmek; görmezlikten gelmek.

overpay

f. (-paid, -paying) fazla ödemek; değerinden fazla ödemek.

overpersuade

f. ağır basıp ikna etmek.

overplay

f. büyütmek, abartmak, mübalağa etmek; çok iyi oynamak. over play one's hand kendi olanaklarına fazla güvenmek.

overplus

i. fazlalık, artan şey, kalan miktar.

overpopulation

i. nüfusun yüzölçümü ve olanaklara göre fazla olması veya büyük bir hızla artması.

overpower

f. zararsız hale getirmek; cebir ve kuvvetle yenmek; çok tesir etmek.

overpowering

s. yıkıcı, kahredici; çok kuvvetli (sebep, koku, his).

overprice

f. fazla yüksek fiyat koymak.

overprint

f.,i. üstüne yeniden basmak; i. basılan düzeltme.

overprize

f. fazla değer vermek.

overproduce

f. piyasaya göre fazla imal etmek. overproduction i. piyasayı etkileyecek kadar fazla imalât.

overprotect

f. gereğinden fazla korumak.

overrate

f. fazla önem vermek, önemsemek.

overreach

f. yetişip geçmek; ötesine geçmek; aldatmak, dolandırmak yürürken art ayağının tırnağı ön ayağının ökçesine dokunmak (at).

override

f. (-rode, -ridden) tepelemek, ayak altında çiğnemek; önem vermemek, hakkını çiğnemek; fazla binerek yormak (at); tıb. (kemiğin kırık uçları) bir birine binmek.

overripe

s. fazla olgunlaşmış, geçkin, vakti geçmiş.

overrule

f. geçersiz kılmak, kararını iptal etmek; hükmünü geçirmek, etkili olmak.

overrun

f. (ran, run, running) üstüne yayılmak, kaplamak; istila etmek; üstünden geçmek; koşarak birini geçmek.

overseas

s. denizaşırı.

oversee

f. (saw, seen) idare etmek, seyretmek.

overseer

i. idareci, müfettiş; ustabaşı, kalfa.

oversell

f. (sold, selling) fazla satış yapmak; satılacak şeyi fazla övmek.

oversexed

s. cinsel istekle fazla ilgili.

overshade

f. gölge etmek, gölgelemek.

overshadow

f. kendi üstünlüğüyle gölgelemek, düşürmek, küçültmek.

overshoe

i. şoson, lastik.

overshoot

f. (shot) nişandan öteye atmak; geçmek; aşırılığa kaçmak.

overshotwheel

suyu üstten alan dolap.

oversight

i. yanlış, kusur; göze tim, idare.

oversize

s. fazla geniş, fazla büyük.

oversleep

f. (slept) fazla uyumak.; vaktinde uyanmadığı için (randevuyu) kaçırmak.

oversoul

i., gen. b.h. bütün ruhları birleştiren ve etkileyen evrensel ruh.

overspend

f. (spent) fazla masraf yapmak, bütçeyi aşmak.

overstate

f. mübalağa etmek, abartmak. overstatement i. mübalağalı söz, abartma.

overstay

f. haddinden fazla kalmak.

overstep

f. (ped, ping) geçmek, aşmak, haddini aşmak.

overstrung

s. çok sinirli; müz. üst üste gerilmiş.

overstuffed

s. fazla dolu; içi doldurularak kaplanmış (ev eşyası).

oversubscribe

f. gereken veya olandan fazlasını taahhüt etmek.

oversupply

i., f. fazlalık; f. fazla tedarik etmek.

overt

s. açık olarak yapılan, açıktan açığa olan; huk. kasten yapılan. overtly z. açık şekilde, göz önünde.

overtake

f. (took, taken) yetişmek; birden karşısma çıkmak.

overtax

f. ağır vergi koymak; dayanabileceğinden fazla iş yüklemek.

overthrow

f. (threw, thrown) yıkmak, düşürmek, yere vurmak; bozmak, yenmek; harap etmek.

overthrow

i. yıkma, devirme.

overtime

i., s. iş saatlerinden fazla çalışma süresi; s. iş saatlerinden sonraki çalışmalara ait.

overtone

i., müz. armonik seslerden biri; boyalı bir yüzeyin yansıttığı ışığın rengi; ima edilen fikir.

overtop

f. (-ped, -ping) tepesini aşmak; üstün olmak, üstün gelmek.

overtower

f. bir şeyin üzerinde yükselmek, daha yüksek olmak.

overtrick

i., (briç) fazla kazanılan el.

overture

i. önerme; müz. uvertür.

overturn

f. devirmek, altüst etmek, bozmak.

overturn

i. devirme, altüst etme.

overweening

s. kendinden fazla emin, gururlu, kibirli.

overweight

i., s., f. tartıda fazla gelen miktar, fazla ağırlık: şişmanlık; şişman: f. fazla yüklemek.

overwhelm

f. basmak; etkilemek, bunaltmak; garketmek, boğmak; başından aşmak.

overwhelming

s. çok kuvvetli, karşı konulamaz; bunaltıcı.

overwork

f. kuvvetinden fazla çalıştırmak veya çalışmak.

overwrite

f. (wrote, written) fazla ince bir üslupla yazmak; fazla uzun yazmak; bir yazı üzerinde düzeltme yapmak.

overwrought

s. fazla işlemeli; sinirleri bozuk; aşırı heyecanlı

oviduct

i., anat. yumurtanın rahme giderken geçtiği kanal, yumurta geçidi.

oviferous

s. yumurtası olan.

oviform

s. yumurta şeklindeki, beyzi, oval.

ovine

s. koyuna ait, koyun gibi, koyun türünden.

oviparous

s., zool. yumurtlayan.

ovipositor

i., zool. bazı böceklerin yumurta bırakmaya mahsus ucu sivri tüp şeklindeki uzvu.

ovisac

i., anat. ovogon dağarcığı.

ovoid

s. yumurta şeklindeki, beyzi.

ovoviviparous

s., zool. ovovovipar.

ovulate

f., anat. yumurtlamak.

ovulation

i. yumurtlama; yumurtalık içinde yumurtacıkların oluşumu; yumurtacıkların yumurtalıktan dışan çıkmaları.

ovule

i., bot. tohum taslağı; zool. yumurtacık, ilk gelişme devresindeki yumurta.

ovum

i. biyol. yumurtacık, yumurta.

owe

f. borcu olmak, borçlu olmak; bir hissin etkisi altında olmak; minnettarı olmak.

owing

s. borç olan; borçlu. owing to sebebiyle.

owl

i. baykuş zool. Strigiformes. owlish s. baykuş gibi. eagle owl puhu kuşu, zool. Bubo bubo. little owl kukumav, zool. Athene noctua. scops owl cüce baykuş, zool. Otus scops. shorteared owl bataklık baykuşu, zool. Asio flammeus. tawny owl alaca baykuş, zool. Strix aluco.

owlet

i. ufak baykuş, kukumav, zool. Athene noctua; baykuş yavrusu.

own

s. kendine değgin, özel, kendinin, kendi; öz. Ann's own book Ann'in kendi kitabı. be one's own man başına buyruk olmak. come into one's own kendi malına sahip olmak; layık olduğu mevkie erişmek. hold one's own yerini korumak on one's own kendi hesabına, kendi başına.

own

f. malik olmak, sahip olmak; tanımak, kabul etmek, doğrulamak, itiraf etmek; teslim etmek. own up k.dili tam ve doğru olarak itiraf etmek.

owner

i. sahip mal sahibi. ownership i. mülkiyet, sahiplik. owneroccupied s. ing sahibinin oturduğu (ev, apartman).

ox

i. (çoğ. -oxen) öküz .

oxalate

i., kim. oksalat, oksalik asidin tuzu. oxalic acid oksalik asit.

oxalis

i. kazayağı, bot. Oxalis.

oxblood

i. koyu kırmızı renk.

oxbow

i. öküz boyunduruğundan boynun altına gelen U şeklinde parça; A.B.D. Irmağın U şeklindeki dönemeci.

oxcart

i. öküz arabası, kağnı.

oxeye

i. bileşikgillerden herhangi bir çiçek, san papatya.

oxford

i., A.B.D. bağlı erkek ayakkabısı.

oxidation

i. oksitlenme, oksidasyon.

oxide

i., kim. oksit oxidize f. oksijen ile birleştirmek, okside etmek.

oxtongue

i. sığırdili, bot. Anchusa officinalis.

oxus river

Amu Derya nehri.

oxyacetylene

s. oksijen ile asetilenin bileşiminden meydana gelen.

oxygen

i. oksijen. oxygenate, oxygenize f. oksijen ile karıştırmak, içine oksijen katmak. oxygena'tion i. oksijenlesme, oksitlenme, oksitlendirme.

oxyhydrogen

i. oksijen ile hidrojen karışımı.

oxymel

i. sirkeli bal şerbeti, sirkengebin.

oxymoron

i., kon., san. anlamı kuvvetlendirmek için zıt kelimelerin bir araya getirildiği deyiş tarzı: öldürücü şefkat.

oxytone

s., i., gram. son hecesinde kuvvetli vurgusu olan; i. son hecesi vurgulu kelime.

oyer

i., huk. mahkemeye sunulan belge. oyer and terminer A.B.D. ağır ceza mahkemesi; ing. bir çeşit geçici mahkeme.

oyez , oyes

(ünlem) Dinle! (mahkemede mübaşir tarafından halkı susturmakiçin çoğunlukla üç kere barylarak söylenen kelime).

oyster

i. istiridye, zool. Ostrea edulis; tavuk sırtının iki tarafındaki istiridye şeklindeki lezzetli et parçası. oyster bed isti ridye yatağl, denizin slğ sulannda istiridye yetişen yer. oyster catcher istiridye avcısı, deniz saksağanı, zool. Haemotopus ostralegus. oyster plant tekesakalı, iskorçina, bot. Tragopogon orientalis. oyster shell istiridye kabuğu.

oz

kıs. ounce.

ozocerite

i., min. yermumu, taşıl mum, ozokerit.

ozone

i., kim. ozon; k.dili saf ve temiz hava.

ozonize

f. ozonlaştırmak; içine ozon karıştırmak.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL