NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

co ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: co
Bulunan Sonuç: 1346

co

(kıs). company, county.

co-op,coop

(bak). cooperative.

co-star

(i)., (f). piyes veya filimde baş oyunculardan biri; (f). baş rollerden birinde oynamak.

co-tard

(i). iri bir cins ingiliz elması.

co-worker

(i). aynı müessesede çalışan kimselerden her biri; meslektaş.

coach

(i)., (f)., spor antrenör; özel öğretmen; (f). yetiştirmek, antrenörlük etmek, özel ders vermek.

coach

(i). fayton; çift kapılı otomobil; yolcu otobüsü; (d.y). yolcu vagonu.

coachman

(i). (çoğ -men) arabacı; balık avında kullanılan bir çeşit yapma sinek.

coaction

(i). zorlama, mecbur tutma; engelleme; birbirini etkileme.

coadjutor

(i). yardımcı (piskopos).

coadunate

(s)., (zool)., (bot). birleşmiş.

coagulate

(f). pıhtılaştırmak; pıhtılaşmak .coag'ulant (s). pıhtılaştıran. coagula-tion (i). pıhtılaşma. coag'ulator (i) pıhtılaştıran madde.

coagulum

(i). (çog -1a) pıhtı.

coal

(.f) kömür haline gelinceye kadar yakmak; (den). kömür vermek, kömür almak. coaling station kömür ikmal limanl veya iskelesi.

coal

(i) kömür, maden kömürü; (çog) kor coal basket (den). kömür çavalyesi.coal bed jeol maden kömürü yatağı. coalbin (i). kömürlük coal black simsiyah, kuzguni siyah.coal breaker (mad). kömür kırıcı. coal bunker gemi kömürlüğü. coal gas havagazı. Coal Measures (jeol). içinde maden kömürü bulunan yerküre tabakası. coal oil gazyağı (bak.kerosene).coalsack (i)., (astr).samanyolundaki karanlık yer.coal scuttle kömür kovası. coal tar kömür katranı. coalyard (i). kömür deposu. brown cokl linyit. hard coal antrasit. soft coal bitüm. carry coals to Newcastle tereciye tere satmak. haul over the coals azarlamak.

coalesce

(f). birleşmek, yekvuücut olmak. coalescence (i). birleşme, birleşim.coalescent (s). birleşmek üzere olan.

coalition

(i). koalisyon, birleşme.

coaming

(i). kuyu bileziği; çatı deliği yan pervazı; (çoğ)., (den). ambar ağzı veya kaporta çerçevesi, mezarna.

coarse

(s). adi, bayağı, kaba; kalın; terbiyesiz; hissiz; işlenmemiş.coarsely (z). kabaca coarenes (i). kabalık; terbiyesizlik.

coarse-grained

(s). kaba damarlı (ağaç); kaba.

coarsen

(f). kabalaşmak, kabalaştırmak.

coast

(i). sahil, deniz kıyısı; kayak yapmak için uygun yokuş. coast artillery (ask). sahil topçusu. Coast Guard sahil muhafızı. coastline (i). kıyı boyu. coastwise (s)., (z). kıyıdan, kıyı boyunca.off the coast of sahillerine yakın. The coast is clear. Kimse yok. Meydan (boş). coastal (s). kıyı, sahil, kıyısal.

coast

(f). yokuş aşağı inmek veya kaymak (kayak, bisiklet); (den). kıyı boyunca gitmek. coaster (i). bardak altı; sahil boyunca işleyen ticaret gemisi. coaster brake bisiklette pedal freni.

coasting

(s)., argo uyuşturucu ilâç tesirinde.

coat

(i), (f). palto, ceket; kat, tabaka; (f). kaplamak, geçmek (boya vb) coat hanger elbise askısı, askı. coat of armas hanedan arması. coat of paint bir kat boya. coattail , coattails (f) frakın kuyrukları. dress coat frak on his coattails sayesinde. coating (i). tabaka, kat; paltoluk kumaş.

coati

(i). Güney ve Orta Amerika'ya mahsus kedi büyüklüğünde bir cins memeli hayvan, (zool). Nasua.

coax

(f). tatlı sözlerle kandırmak, gönlünü yapmak; dil dökmek. coax a thing out of a person tatlı sözlerle kandırarak bir şey elde etmek.

coaxial

(s)., (mat). ortak eksenli. coaxial cable elek. yüksek frekanslı sinyaller taşımak için hususi bir şekilde imal edilen kablo.

cob

(i)., A.B.D mısır koçanı; erkek kuğu; kısa bacaklı bir cins binek atı; bir cins martı.

cobalt

(i). kobalt. cobalt blue kobalt mavisi.

cobble

(i)., (f). kaldırım taşı; (f). kaldırım taşı döşemek; ayakkabı tamir etmek, pençe vurmak. cobblestone (i). parke taşı, kaldırım taşı.

cobbler

(i). ayakkabı tamircisi; ,şarap, şeker ve meyvadan yapılmışbir içki; A.B.D meyvalı tart.

cobelligerent

(i). birlikte harbeden devletlerden biri.

coble

(i). İngiltere ve İskoçya'ya mahsus dibi yassı sandal.

cobnut

(i). fındık; fındık ağacı.

cobra

(i). kobra yılanı.

cobweb

(i). örümcek ağı; dayanıklı olmayan herhangi bir şey; tuzak, ağ, hile; (çoğ). örümcek ağları; zihin karışıklığı.

coca

(i). Güney Amerika'ya mahsus yaprakları kokainli bir bitki, (bot). Erythroxylon coca.

cocaine

(i). kokain cocainism (i)., (tıb). kokain kullanma alışkanlığı, kokain iptilâsı.

coccus

(i). (çog -ci) (bot). içli çekirdek, içi yenir çekirdek.

coccyx

(i)., (anat). kuyruksokumu kemiği, koksiks, paldım kemiği.

cochin

(i). bacakları çok tüylü iri bir cins tavuk.

cochineal

(i). kırmız. cochineal insect kırmızböceği, (zool). Coccus ilicis.

cochlea

(i)., anat koklea, kulak salyangozu. cochlear duct anat salyangoz kanalı.

cock

(i)., (f)., (s). horoz; horoz ötüşü; herhangi bir erkek kuş; önder, slang horoz; rüzgârgülü; valf, anahtar, musluk; tüfek horozu, tabanca horozu; ateşe hazır oluş; yukarı doğru kıvrılma (şapka kenarı); kaba penis, kamış; (f). tüfek horozunu ateşe hazır duruma getirmek; umursamazllkla yana çevirmek (baş); hazır etmek; havaya dikmek; kurmak (fotoğraf makinasl ); (s). erkek cock-and- bull story uydurma laf, kurt masalı. cock of the walk önder, lider; gururlu ve umursamaz kimse. go off at half cock hazırlıksız iş görmek half cock alt tetik. speckled cock çil horoz cock one's hat şapkayı yan giymek. cocked hat yanlan kalkık bir çeşit üniforma şapkası. knock into a cocked hat tanınmaz hale getirmek pestile çevirmek; suya düşürmek.

cock

(i)., (f). saman yığını, ot yığını; (f). saman yığmak.

cock-a-doodle-doo

(i). horoz ötmesi, kukuriku.

cock-a-hoop

(s). çok neşeli, şen; çarpık, bozuk; övüngen.

cockade

(i). şapkaya takılan rozet veya düğme, kokart.

cockaigne

(i). hayali bir tembellik ve lüks diyarı.

cockaleekie

(i). pırasalı tavuk çorbası.

cockalorum

(i). küçük horoz; büyüklük taslamaya özenen kimse.

cockatoo

(i). ibikli ve rengarenk tüylü birkaç çeşit papağan.

cockatrice

(i). horoz yumurtasından hâsıl olduğu farzolunan hayali bir yılan.

cockbill

(f)., (den). Iengeri fondaya alesta etmek.

cockboat

(i). küçük sandal.

cockchafer

(i). mayısböceği, (zool). Melolontha vulgaris.

cockcrow

(i). sabah, slang karga bokunu yemeden.

cocker

(i). horoz dövüştüren kimse. cocker spaniel bir cins spanyel köpeği.

cockerel

(i). yavru horoz.

cockeyed

(s). şaşı gözlü; çarpık, eğri; argo saçma, budala; argo kufelik

cockfight

(i). horoz dovüşü.

cockhorse

(i). tahta at, oyuncak at.

cockiness

(i)., (k).dili kendine aşırı güvenme.

cockle

(i). tarak; midye ve istiridyeye benzer eti yenir bir deniz hayvanı, (zool). Cardium edule; bu hayvanın kabuğu; küçük hafif sandal. cockleshell (i). tarak kabuğu; küçük hafif sandal; kırışık. corn cockle karamuk, (bot). Agrostemma githago It warmed the cockles of my heart. Beni çok memnun etti.

cockle

(f) buruşturmak, buruşmak.

cockle

(i). delice; buğdaygiller arasında yetişen zararlı ot.

cocklebur

(i). dulavratotu; kazık otu; pıtrak, (bot). Xanthium.

cockloft

(i). çatı arası.

cockney

(s)., (i). Londralı, bilhassa Londra'ya has şive ile konuşan (kimse).

cockpit

(i). pilot kabini; gemilerin kıç tarafında bulunan alçak güverte; eski harp gemilerinde revir; horoz dovüşlerinin yapıldığı yer; mücadele alanı.

cockroach

(i). hamamböceği, (zool). Blatta orientalis; karafatma, (zool). Carabus.

cockscomb

(i). horoz ibiği; horoz ibiği çiçeği; züppe kimse.

cockshy

(i)., (f). nişan tahtası; (f). hedefe atmak.

cocksure

(s). kendinden fazla emin, kendine fazla güvenen.

cocktail

(i). güdük kuyruklu at; saf kan olmayan at; asil diye geçinen kimse.

cocktail

(i). kokteyl; karides kokteyli; meyva kokteyli.

cocky

(s)., (k).dili kendini beğenmiş.

coco

(i)., (s). hindistancevizi agacı ve meyvası; (s). hindistancevizi liflerinden yapılmış.

cocoa

(i). kakao; kakao rengi cocoa bean kakao çekirdeği. cocoa butter kakao yağı.

coconscious

(i)., (psik). bilinç beraberliğindeki zihni süreçler.

coconut

(i). büyük hindistancevizi, (bot). Cocos nucifera.

cocoon

(i). koza.

cod

(i). morina, (zool). Gadus morrhua codbank (i). morina bulunan sığlık. codfish (i). morina. cod-liver oil balık yağı.

cod cod

(kıs). cash on delivery; collect on delivery.

coda

(i)., (müz). bir parçanın sonundaki bitiş bölümü.

coddle

(f). yavaş yavaş kaynatmak; fazla hisli davranmak; ihtimam göstermek, üstüne titremek.

code

(i)., (f). kanun, kanunname; dustur şifre; (f). kanun haline getirmek; şifre ile yazmak. Code Napoleon 1804 yılında yururIüğe giren Fransız Medeni Kanunu, Napolyon Kanunu. code of honor düello edenlerin usul ve nizamları. medical code tıp mesleği kanun veya prensipleri. Morse code Mors alfabesi.

codefendant

(i). ortak savunucu.

codeine

(i). kodein.

codex

(i). el yazması kitap, bilhassa eski Kitabı Mukaddes veya klasik metinlerin nüshası.

codger

(i)., (k).dili tuhaf adam, antika kimse.

codicil

(i)., (huk). ek vasiyetname.

codify

(f). kanun halinde toplamak; bir sisteme bağlamak. codifica'tion (i). kanun halinde toplama.

codling

(i). morina yavrusu; (ing). birkaç çeşit elma; ham elma. codling moth bir çeşit meyva kurdu, (zool). Carpocapsa pomonella.

coed

(i). karma yüksek okullarda kız talebe.

coeducation

(i). karma öğretim. coeducational (s). karma öğretimi uygulayan.

coefficient

(i)., (s). katsayı, emsal: (s). beraber çalışan. coefficient of expansion genişleme katsayısı. coefficient of friction sürtünme katsayısı. differential coefficient turev -coele, -cele sonek oyuk (tıbbi terimlerde bedende oyuk anlamında kullanılır)

coelenterate

(i)., (zool). mercan ve denizanası gibi torba vücutlu hayvan, selentere.

coeliac celiac

(s)., anat karın boşluğu ile ilgili.

coempt

(f). bütün malları kontrol altına almak.

coemption

(i). piyasadaki malı kapatma; fiyatı kontrol altına almak için bir malın tamamını satın alma.

coenesthesia

(bak). cenesthesia.

coequal

(i)., (s). eş; (s). eşit, müsavi; akran, denk.

coerce

(f). zorlamak, mecbur etmek; baskı altında tutmak, tazyik etmek. coercion (i). tazyik, zorlama, baskı. coercionist (i). baskı politikası taraftarı. coercive (s). cebri, zorla yapılan.

coessential

(s). aslı bir olan.

coetaneous

(s). yaşıt, akran; muasır, çağdaş.

coeternal

(s). ezeli ve ebedi olarak bir arada bulunan.

coeval

(s)., (i). yaşıt, akran, muasır, çağdaş.

coexist

(f). bir arada var olmak. coexistence (i). bir arada var oluş.

coextend

(f). aynı yer veya zamanda var olmak. coextension (i). aynı yer veya zamanda bitme. coextensive (s). aynı yer veya zamanda biten.

coffee

(i). kahve, kahve ağacı, (bot). Coffea arabica. coffee bean kahve çekirdeği.coffee break ABD çalışma esnasında verilen kahve veya çay molası. coffee cake kahvaltı pastası. coffee cup alafranga kahve fincanı.coffee grounds kahve telvesi. coffee house çayevi çayhane, kahvehane, kıraathane, kahve.coffee mill kahve değirmeni .coffee nut çekirdekleri kahve yerine kullanılan bir çesit yüksek ağaç, (bot). Gymnocladus dioicus. coffeepot (i). cezve, çaydanlık, kahve demliği. coffee shop kahve, çay ve hazır yemekler çıkaran lokanta. coffee spoon tatlı kaşığı. coffee table çay masası.

coffer

(i)., (f). sandık, kasa, kutu; (gen). (çog). hazine, para; (mim). girintili ve tahta kaplama tavan panosu; (f). sandığa veya kutuya koymak; sandığa veya hazineye yatırmak (para); (mim). kutuya benzer şekillerle süslemek. cofferwork (i)., (mim). sandık şeklinde tezyinatı olan duvar yüzü.

cofferdam

(i)., (mim)., (den). batardo, koferdam.

coffin

(i)., (f). tabut; atın toynağı içinde kalan kısım; (f). tabuta koymak. coffin bone atın toynağı içindeki ayak kemiği. coffin nail argo sigara. coffin plate tabut üstüne konulan levha. drive a nail into one's coffin üzüntü veya içki ile öIümünü yaklaştırmak, ömür törpüsü olmak.

coffle

(i). insan veya hayvan kafilesi, birbirine bağlanmış esirler kafilesi.

cog

(i). çark dişi diş; dişli çark; ikinci derecede fakat önemli bir iş yapan kimse, sağ kol. cog rail dişli ray cog railway dişli raylı demiryolu. slip a cog hata etmek, yanlış yapmak.

cog

(i)., (f). hile; (f). zar tutmak; hile yapmak.

cogent

(s). inandırıcı, ikna edici, kuvvetli. cogency (i). ikna kuvveti, inandırıcılık. cogently (z). ikna ederek.

cogitate

(f). düşünmek, düşünüp taşınmak, tasarlamak. cogiteble (s). akla gelebilir, idrak olunur, anlaşılır, kavranabilir. cogita'tion (i). düşünme, düşünüp taşınma cogitative (s). fikir sahibi olan, düşünceli.

cognac

(i) kanyak.

cognate

(s)., (i). kan bağı ile bağlı olan; aynı kökten gelen (dil, kelime); aynı huyda, birbirine benzer; (i). akraba; aynı soydan veya cinsten olan şey. cogna'tion (i). aynı soydan veya kökten gelme.

cognition

(i). bilme, vukuf; idrak, kavrama; aklın bilme veya idrak kabiliyeti.

cognitive

(s). bilmeye veya kavramaya ait.

cognizable,

(ing).cognisance (s). idrak olunur, tanınabilir; mahkemenin yetki kapsamına giren.

cognizance, cognisance

(i). idrak, kavrama; farkına varma; bilgi, malumat; (huk). mahkemenin davayı dinlemesi; itiraf; kaza hakkı; yetki alanı; bilgi veya gözlem alanı. It falls within my cognizance .Beni ilgilendirir. take cognizance of dikkat etmek, göz önüne almak; önem vermek, karışmak, yetkisi ve görevi dahilinde bulunmak (mahkeme). cognizant of haberdar, farkında olan, bilen.

cognize

(f). bilmek, idrak etmek, kavramak; tanımak.

cognomen

(i). soyadı; lakap. cognoscente, conoscente (konyoşen'tey, konoşen'tey) (i). (çoğ -ti) erbap, ehil, bir işe vakıf olan kimse.

cognoscible

(s). bilinir, idrak olunur, anlaşılır.

cognovit

(i)., (huk)., (Lat). itirafname, ikrar, davalınln yazılı ikrar ve kabulü.

cogwheel

(i). dişli çark.

cohabit

(f). karı koca olarak bir arada oturmak (gen. gayrimeşru şekilde), beraber yaşamak; eski aynı yerde oturmak. cohabitant (i). aynı yerde oturan kimse. cohabita'tion (i). bir arada yaşama.

coheir

(i). müşterek vâris, ortak mirasçı. coheiress (i). ortak mirasçı (kadın).

cohere

(f). mantıken birbirine bağlı olmak; birbirini tutmak, tutarlı olmak; yapışmak, iltisak etmek.

coherence, coherency

(i). tutarlık; uygunluk; yapışma, iltisak.

coherent

(s). uygun, ahenkli; yapışık, iltisak. coherently (z). tutarlı olarak.

coherer

(i)., elek eski tip dalga reseptörü.

cohesion

(i). bağlılık; yapışma, iltisak, birleşme; kavuşma. cohesive (s). bağlı; yapışık. cohesively (z). bağlılıkla; yapışık olarak. cohesiveness (i). bağlılık; yapışıklık.

cohobate

(f)., (ecza). ikinci defa damıtmak.

cohort

(i). eski Roma'da piyade taburu, kohort, bir lejyonun onda biri; bir grup asker; herhangi bir insan topluluğu; arkadaş; (k).dili işbirlikçi.

coif

(i)., (f). takke, bone, külâh; saç tuvaleti; (f). takke giydirmek; saç tuvaleti yapmak.

coiffeur

(i). kuaför, kadın berberi olan erkek.

coiffure

(i). saç biçimi, saç tuvaleti; başlık.

coign

(i). çıkıntılı köşe; takoz. coign of vantage bir hareket veya gözlem için elverişli nokta.

coil

(i)., (f). kangal; (den). roda; halka, kangal şeklinde boru; halka şeklinde kıvrılmış saç; elek bobin; (f). kangal etmek veya olmak, sarmak veya sarılmak; (den). roda etmek primary coil birinci devre bobini. secondary coil ikinci devre bobini.

coin

(i)., (f). madeni para, sikke; para; (mim). köşe, açı; köşe taşı; (f). madeni para bastırmak, basmak; icat etmek, bulmak; para kazanmak; (ing)., (k).(dili). kalp para basmak. coin money kısa zamanda servet yapmak. coin a phrase bir söz icat etmek. false coin kalp para; sahte şey. pay one in his own coin misli ile mukabele etmek, aynı şekilde karşılık vermek.

coinage

(i). para basma; meskukât; tedavüldeki para, geçerli para; bir memleketin para sistemi; icat, imal edilmiş herhangi bir şey, yeni kelime. Ioose coinage bozukluk, bozuk para, ufaklık.

coincide

(f)., with ile rastlaşmak, aynı zamanda meydana gelmek, tesadüf etmek; uymak, bir olmak. coin'cident (s). birbirine rast gelen, mütesadif; mutabık, birbirine uyan. coin'cidence (i). tesadüf, rastlantı. coinciden'tal (s). rastlantı eseri olan, tesadüfi. coinciden'tally (z). tesadüfen, şans eseri olarak.

coiner

(i). para basan kimse; (ing). kalpazan; yeni kelime ve deyimler icat eden kimse.

coinheritance

(i). müşterek miras, miras ortaklığı. coinheritor (i). miras ortağı.

coinstantaneous

(s). aynı dakikada vaki olan.

coinsurance

(i). ortak sigorta poliçesi.

coinsure

(f). ortak sigorta yapmak.

coir

(i). büyük hindistan cevizinin lifi. coir rope bu liften yapılmıs ip, gomba coir mat bu liften yapılmış hasır.

coition, coitus

(i). cinsi münasebet, çiftleşme.

coke

(i). kok kömürü.

coke

(i)., (k).dili kola cinsi içecekler; argo kokain.

cokie

(i)., argo kokain tiryakisi.

col

(i)., cogr geçit; meteor iki antisiklon arasındaki alçak basınç alanı.

cola

(i). kola, kola cevizi, (bot). Cola acuminata.

colander

(i). süzgeç, kevgir.

cold

(s)., (z)., (i). soğuk; üşümüş; soğumuş, öImüş; nesnel; A.B.D., (k).dili baygın, şuursuz; bayat; (k).dili (saklambaçta) uzak; donuk (renk); (z)., A.B.D., argo tamamıyle, kesin olarak; hazırlıksız olarak; (i). soğukluk; üşüme; nezle, soğuk algınlığı; donma noktası altındaki derece; düşük ısı. cold feet (k).dili cesaretsizlik, korkaklık. throw eold water on (an idea) (bir fikri) çürütmek. out in the eold açıkta kalmış; kasten açıkta bırakılmış. eateh eold, take eold nezle olmak. know something eold bir şeyi ezbere bilmek. enter an exam eold hazırlıksız olarak sınava girmek. It leaves me cold. Beni etkilemiyor. Bana vız gelir. in cold blood soğukkanlılıkla. coldly (z). soğuk olarak; sertlikle coldness (i). soğukluk.

cold - deck

(f)., A.B.D., argo iskambil kağltlarının hileli bir şekilde sıralayarak aldatmak. cold deck A.B.D., argo dağıtanın kendi çıkarına göre önceden sıraladığı iskambil kâğıtları.

cold - short

(s). soğuk iken kırılabilir.

cold chisel

soğuk keski, demir kalemi.

cold cream

yüz kremi, cilt kremi.

cold cuts

(salam, sosis, sucuk gibi) yenmeye hazır et, söğüş.

cold frame

limonluk.

cold front

meteor soğuk hava kitlesi.

cold light

ısısız ışık.

cold pack

sebze veya meyvayı kutuya soğuk olarak koyduktan sonra pişirip konserve etme usulü; (tıb).ıslak sargılarla tedavi usulü.

cold shoulder

(k).dili soğuk davranış, yüz vermeyiş.

cold snap

ani hava soğuması.

cold sore

uçuk.

cold steel

kılıç, süngü.

cold storage

soğuk hava deposu; kdili geçici olarak kullanma.

cold sweat

soğuk ter.

cold turkey

A.B.D., argo (sigara, esrar vb'nden) ansızın mahrum kalma; dobra dobra söylenen söz. ABD, 8rg0 (sigara, esrar vb'nden) ansızın mahrum kalma; dobra dobra söylenen söz.

cold war

soğuk harp.

cold wave

(meteor). soğuk dalgası.

cold- blooded

(s). duygusuz, merhametsiz, hunhar; soğuga karşı hassas; (biyol). soğuk kanlı.

coldhearted

(s). katı kalpli, merhametsiz.

cole

(i). Iahana cinsinden sebze. coleslaw (i). Iahana salatası. colewort (i). göbeksiz bir çeşit lahana, kolza.

colectomy

(i)., (tıb)., kolonu çıkarma ameliyatı.

coleoptera

(i).(çoğ)., (zool). kınkanatlılar.

coleopterous

(s). kınkanatlı, kınkanatlılar takımına ait.

colic

(i)., (tıb). karın ağrısı; birdenbire nöbet tarzında gelen ağrılar; sancı; bağırsak iltihabı, kolik. colicky (s). karın ağrısı çeken; bağırsak iltihabına benzer.

coliseum, colosseum

(i). Roma'da eski bir amfiteatr; k.h herhangi büyük bir stadyum veya açık hava tiyatrosu.

colitis

(i)., (tıb). kalınbağrsak iltihabı, kolit.

collaborate

(f). beraber çalışmak, işbirliği yapmak. eollabora'tion (i). beraber çalışma, işbirliği. eollaborator (i). beraber çalışan kimse, işbirliği yapan kimse.

collaborationist

(i). askeri birlikler tarafından işgal edilmiş memleketin düşman ile işbirliği yapan vatandaşı.

collage

(i)., (güz). (san). kolaj.

collapse

(f)., (i). çökmek, göçmek, yıkılmak; katlanıp bukülmek, açılır kapanır olmak (iskemle, masa);birsonuca bağlamadan dağılmak (proje, plan); cesaretini kaybetmek; (balon) sönmek; (tıb). çökmek; ciğerlere hava gitmemek; çökertmek, ylkmak; (i). göçme, çökme, yıkılma. collapsible (s). portatif, açılır kapanır.

collar

(i). yaka; gerdanlık; halka, kuşak; tasma, hamut; (zool). hayvanların boynunda yaka şeklindeki teekkül; (bot). kökle sapın birleştiği nokta. collar band gömleğin yaka şeridi. collar beam (mim). çatının kuşaklık kirişi. be hot under the collar kızmak, öfkelenmek. seize by the collar yakasına yapışmak. slip the collar yakayı sıyırmak, kaçmak, yakayı kurtarmak.

collar

(f). yaka takmak, tasma takmak; yakalamak, yakasına yapışmak; pişirmek için eti sarmak; (k).dili ele geçirmek.

collarbone

(i)., anat köprücük kemiği.

collaret

(i). dantel veya kürkten yapılmış küçük yaka.

collate

(f) karşılaştırakak okumak, karşılaştırmak (metin); (matb). tertip etmek, sayfalarısıraya koymak, harman yapmak; (kil). papazı kilise memuriyetine tayin etmek.

collateral

(s)., (i). yan yana olan; aynı eğilimde ve etkide olan; aynı sonuca yönelen; ikincil, tali; munzam, yardımcı, tamamlayıcı; aynı soydan gelen.; (i)., A.B.D karşılıklı teminat; maddi teminat; soydaş; yardımcı olay, durum veya kısım. collateral evidence müekkit şahadet. collateral security karşılıklı teminat. collaterally (z). yan yana durarak.

collation

( i). karşılaştırma; nüsha tavsifi; hafif yemek.

colleague

(i). meslektaş, mesai arkadaşı.

collect

(f).,(s)., (z). toplamak; koleksiyon yapmak, biriktirmek; tahsil etmek, almak (vergi); kendine gelmek, anlamak, idrak etmek; toplanmak, birikmek; koleksiyon haline gelmek; (s)., (z). ödemeli. colleet call ödemeli telefon konuşması.collect oneself kendini toplamak. Send it collect ödemeli gönderin. collectable, collectible (s). toplanllabilir, tahsil olunabilir.

collection

(i). toplama; toplanmış şeyler, koleksiyon; kilisede toplanan para, iane; tabaka.

collective

(s)., (i). toplanan, biriktirilen; toplu, müşterek, ortak; (i). ortaklaşma; (gram). topluluk ismi. collective agreement toplu sözleşme. collective bargaining işverenle işçi temsilcileri arasındaki toplu görüşme ve pazarlık. collective behavior toplu davranış. collective farm ortaklaşa çiftlik. collective note birkaç devlet tarafından imzalanmış nota, ortak nota. collective ownership ortak mülkiyet, ortaklaşa iyelik. eollective security uluslararası barışı sağlamak için saldırgan tarafa karşı birleşme politikası.

collectivism

(i). kolektivizm, ortaklaşacılık collectivist (i). kolektivizm taraftarı.

collector

(i). koleksiyoncu; alımcı, tahsildar; (elek). transistörde cereyanın çıkış noktası; elektrikli trende cereyanlı tele dayanan boynuz.

colleen

(i)., iri kız.

colleet

(i). batı kiliselerinde okunan küçük dualardan biri.

colleetanea

(i)., (çoğ). antoloji, seçmeler, derlemeler.

colleeted

(s). toplanmış; kendine hakim, aklı başında.

college

(i). üniversite; yüksekokul; fakülte College of Cardinals kardinaller heyeti.

collegian

(i). üniversite talebesi veya mezunu; üniversite mensubu.

collegiate

(s). üniversite ile ilgili; üniversite öğrencilerine özgü.

collet

(i)., (f). halka; tasma; yuva; taşın oturduğu yiv; (f). yuvaya oturtmak.

collide

(f). çarpışmak, çarpmak.

collie

(i). iskoç çoban köpeği.

collier

(i)., (ing). kömür gemisi; kömür madeni işçisi.

colliery

(i)., (ing). maden kömürü ocağı.

colligate

(f). birbirine bağlamak, bir araya getirmek.

collimate

(f)., (fiz)., (astr). bir hizaya getirmek, paralel hale koymak.

collimator

(i). paralel ışınları husule getiren ayar aleti, kolimatör.

collinear

(s). aynı doğru çizgi üstünde olan.

collision

(i). çarpışma; ihtilâf, fikir ayrılığı. collision mat den çarpışmada yarığı kapamak için kullanılan palet. come into collision with ile çarpımak.

collocate

(f). yan yana koymak veya oturtmak; sıraya koymak, düzenlemek.

collocation

(i). sıraya koyma, düzenleme, sözdizimi.

collodion, collodium

(i). kim kolodyum.

collogue

(f)., (i)., (ing)., (leh). gizlice konuşmak, entrika hazırlamak; (i). gizli konuşma.

colloid

(i)., (s)., (kim). koloit; (s). koloidal, koloidimsi.

colloidal

(s). koloidal, koloidimsi.

collop

(i). küçük bir et dilimi; ufak parça veya dilim.

colloq

(kıs). colloquial, colloquialism.

colloquial

(s). konuşma diline ait; teklifsiz konuşma ile ilgili. colloquially (z). konuşma diliyle. colloquialism (i). konuşma dilinde kullanılan deyim; konuşma dili üslubu.

colloquium

(i). konferans serisi.

colloquy

(i). karşılıklı konuşma, mükâleme; diyalog şeklinde yazılmış edebi eser.

collotype

(i). özel bir işlemden sonra jelatinli filimden doğrudan doğruya fotoğraf basma tekniği.

collude

(f). hileli bir işe ortak olmak; dolap çevirmek. collusion (i). hile, tuzak; danışıklı dövüş. collusive (s). hileli bir ortakIık ile ilgili.

collyrium

(i). (çoğ -riums veyo -ria) (tıb). göz damlası.

colocynth

(i). acıelma, acıhıyar, ebucehilkarpuzu, (bot). Citrullus colocynthis; bundan elde edilen müshil.

cologne

(i). kolonya; (b.h). Kolonya şehri, Köln.

colombia

(i). Kolombiya.

colombo

(i). Kolombo.

colon

(i). iki nokta üst üste (:); (tıb). kolon.

colonel

(i). albay Iieutenant colonel yarbay. colonelcy, colonelship (i). albaylık.

colonial

(s)., (i). koloniye ait, sömürge ile ilgili (kimse);(bot)., (zool). koloni halinde yaşayan.

colonialism

(i). kolonicilik, sömürgecilik.

colonic

(s)., (tıb). kolona ait, kolik.

colonist

(i). sömürgede oturan kimse; koloni kurucularından biri.

colonize

(ing). (f). sömürge kurmak; grup halinde toplanıp yerleşmek; koloni meydana getirmek; sömürgede yerleşmek. coloniza'tion (i). sömürge kurma.

colonnade

(i). genellikle üstü kapalı sütunlar sırası, sıra sütunlar.

colony

(i). bir başka memlekette yerleşip ana vatana bağlı bir sömürge kurmak için harekete geçen grup; böyle bir grubun yerleştiği bölge; sömürge, müstemleke, koloni; yabancı bir üIkede yaşayan aynı milletdenen insanlar topluluğu; (zool). koloni.

colophon

(i). eskiden kitabın sonuna konan ve başlığı, basımcının adını ve tarihini gösteren yazı; yayınevinin amblemi.

colophony

(i). siyah çamsakızı, reçine.

color

(f). boyamak, renk vermek; olduğundan başka göstermek, gerçeği tahrif etmek; renk katmak, hava vermek; renklenmek; renk değiştirmek yüzu kızarmak.

color guard

(ask). alay sancağından sorumlu olan nöbetçi.

color, ing colour

(i). renk,boya;canIılık; yüz kızarması; belirgin özellik; düzme görünüş, maske; (çog). bayrak, sancak. color photography renkli fotoğrafçılık. color sergeant tabur veya alay sancağını taşıyan çavuş. color wash renkli badana. bright color parlak renk, açık renk. change color sararmak, rengi atmak; yüzü kızarmak .complementary color eşit miktarda birbirine katılınca beyaz veya gri renk meydana getiren iki renk (msl. portakal rengi ile mavi) fast color solmaz renk, sabit renk. Iend color to (bahis veya fikre) gerçek izlenimi vermek. haul down the colors bayrak indirmek. Iocal color özellikle edebiyat ve sanatta belirtilen yöresel özellikler. off color istenilen renkten biraz farklı; kaba, müstehcen, münasebetsiz (hikâye, şaka). primary collors ana renkler. show one's color asıl karakterini açığa vurmak. true colors içyüz. under color of bahanesiyle, kisvesi altında. under false colors sahte bir hüviyetle. water color suluboya. with flying colors parlak başarı ile. with the colors askerlikte.

color-blind

(s). renk körü. color blindness renkkörlüğü, akromatopsi, Dalton hastalığı.

coloration

(i). bir bitki veya hayvanda görülen renk düzenlemesi; renklendirme.

coloratura

(i)., (müz). koloratür parçaları içine alan ses müziği. coloratura soprano koloratür soprano.

colorcast

(i)., (f). renkli televizyon yaymı; (f). renkli televizyon yayım yapmak.

colored

(s). renkli; beyaz ırk dışındaki bir ırka, özellikle zenci ırkına mensup; tesir altında kalmış, etkilenmiş, tarafsız olmayan; aldatıcı, göz boyayıcı.

colored

(i). melez Güney Afrikalı.

colorfast

(s). solmaz .

colorful

(s). renkli, canlı.

colorifie

(s). renk veren, renk meydana ,getiren; renk ile ilgili.

colorimeter

(i). kolorimetre, renk ölçer.

coloring

(i). renk; boya; boyama, boyayış tarzı; görünüş; sahte görünüş.

colorist

(i). renkleri ustalıkla kullanan sanatçı.

colorless

(s). renksiz, soluk; solgun, donuk, anlamsız; tarafsız, yansız.

colorline

beyaz ve diğer ırklar arasındaki toplumsal ayrılıklar.

colossal

(s). muazzam, kocaman, çok büyük.

colossus

(i). (çoğ -lossi, -lossuses) çok büyük herhangi bir heykel; büyük ve azametli herhangi bir şey.

colossus of rhodes

dünyanın yedi harikasından biri sayılan Apollo'nun Rodos'daki efsanevi bronz heykeli.

colostomy

(i)., (tıb). kolostomi, kolonda açılan bir yarıkla suni anus teşekkülü.

colostrum

(i). memeli hayvanların doğumdan sonraki ilk sütü.

colportage

(i). bilhassa dini kitap satışına mahsus gezici kitapçılık. colporteur (i). seyyar kitap satıcısı; özellikle dinsel kitaplar satan veya dağıtan kimse.

colt

(i)., (tic). (mark). Amerikan malı bir çeşit tabanca.

colt

(i). tay, sıpa: toy kimse. colthood ; taylık devresi. colt's tooth şehvet; atlarda köpekdişi.

coltsfoot

(cog -foots) (i). öksürük otu, (bot). Tussilago farfara.

colubrine

(s). yılana ait, yılan gibi.

columba

(i). Güvercin takımyıldızı.

columbarium

(çog-baria) (i). güvercinlik; eski Roma'da yakılmış ölü küllerini saklamaya mahsus mahzen; bu mahzenin duvarlardaki gözleri.

columbine

(i)., (s). hasekikupesi, (bot). Aquilegia vulgaris; (s). kumru gibi, kumru ile ilgili; kumru renkli.

column

(i).(mim).sütun;direk; (matb).bir yazarın gazete veya dergide muntazaman ve aynı başlık altında çıkan yazısı, fıkra;(ask).(kol).

columniation

(i). bir yapıda sütun kullanma; kullanılan sütunlar .

columnist

(i).fıkra yazarı, gazetede belirli bir köşesi olan yazar.

colza

(i)., (bot). kolza colza oil kolza yağı.colza oil kolza yağı.

coma

(i). coma comatose, comatous (s). komada; yarı baygın.

coma

(i). (çoğ comae) (astr). koma, kuyrukluyıldızın başı etraflndaki ışık; (bot). püskül; (fiz). merceğin meydana getirdiği şeklin etrafındaki ağıl.

coma bereniees

Berenisin saçı takımyıldızı.

comate

(s)., (bot). püsküllü.

comate

(i). eş, arkadaş.

comb

(i)., (f). tarak; ibik, tepe, sorguç; ibik gibi şey; petek; dalganın yüksek kısmı; (f). taramak, taranmak; (dalga) tümselip kırılmak comb out taramak, ayırmak.

combat

(i)., (f). dövüş, mücadele, çarpışma, savaş; (f). dövüşmek, savaşmak, çarpışmak, mücadele etmek. combat fatigue harp tesiriyle meydana gelen psikonorotik bozukluk. close combat göğüs göğüse çarpıma single combat düello.

combatant

savaşçı, kavgacı (kimse).

combative

(s). kavgacı, hırçın.

combe

(bak). coomb.

comber

i tarak, yün, keten vb'ni tarayan kimse; uzun ve tümsekli dalga

combination

(i). karıştırma, birleştirme; bileşim, terkip; bağdaşma, uyuşma, kaynaşma; birlik; kilidin şifre rakam veya harfleri; şifreli kilit; külot ve kombinezonu tekparça olan kadın iç çamaşırı; dans orkestrası combination lock şifreli kilit.

combine

(i). uzlaşma, birlik; A.B.D., (k).dili siyasi ve ticari çıkar sağlamak için bir araya gelen grup; biçerdöğer makinası.

combine

(f). birleştirmek, karıştırmak, bir araya getirmek; toplamak; birleşmek, bir araya gelmek.

combings

(i)., çoğ. tarantı.

combo

(i)., (k).dili dans orkestrası.

combustible

(s)., (i). yanabilir, tutuşabilir; parlamaya hazır; (i). kolay tutuşan şey.

combustion

(i). yanma, tutuşma; (kim). ısı ve ışık veren oksitlenme. combustion chamber yanma hücresi, yanma haznesi. combustion furnace yanma fırını, yakım ocağı. combustion gases yakım gazları. combustion motor yakımlı motor. combustion period yanma süresi, yakım devresi. combustion türbine iç yakımlı türbin. incomplete combustion eksik yanma. internal-combustion engine iç yakımlı makina, motor.

come

(f).gelmek, yaklaşmak, varmak; olmak, vaki olmak;akla gelmek;(k).dili orgazma varmak.come about olmak, vaki olmak;dönmek, volta etmek.come acrossrast gelmek, karşılaşmak;intiba bırakmak;argo istenileni yapmak, sakladığını çıkarıp vermek.come across with argo teslim etmek, ödemek, vermek.come along beraber gelmek;iyileşmek.come alongside yanaşmak, bordaya gelmek.come around kendine gelmek, ayrılmak, uğramak;razı olmak.come at varmak, ulaşmak; ile uğraşmak; üstüne yürümek, saldırmak. come back hatıra gelmek, eski formunu bulmak; argo ters bir şekilde cevaplandırmak. come by elde etmek, edinmek; yakınından geçmek, uğramak. He comes by his good looks naturally. Sevimli yüzü anasıyla babasına çekmiş. come down inmek, düşmek, intikal etmek, geçmek; argo uyuşturucu madde kullandıktan sonra kendine gelmek.come off one's high horse (k).dili hak etmek;elde etmek, almak..come into (mirasa) konmak; girmek, katılmak. come of çıkmak, -den gelmek. come of age reşit olmak. come off çıkmak, kopmak;olmak, vaki olmak;sona ermek, bitmek; sonunu erişmek; argo tutnmak. Come off it ! (k). dili Saçmalama! come on rast gelmek;gelişmek ilerlemek; sahneye çıkmak, yerinden çıkmak; yayınlanmak; meydana çıkmak; sosyeteye takdim edilmek (genç kız); sonuçlamak, neticelenmek. come out with söylemek, ağızdan kaçırmak;satışa çıkarmak. come over olmak, bir hal takınmak; (karşıdan) gelmek; taraf değiştirmek, katılmak. come round (bak).come around. come short az gelmek, yetmemek. come through with (k).dili (beklenileni) yapmak. come to ayrılmak, kendine gelemek; (bir çareye, bir karara) varmak, erişmek, başlamak, den. orsa etmek.come to a head olgunlaşmak; dönüm noktasına varmak; baş vermek. come to blows yumruk yumruğa gelmek. come to grief başı darda olmak; başarısızlığa uğramak. come to grips with ciddiyetle ele almak. come to hand gelmek, alınmak. come to life canlanmak. come to light meydana çıkmak. come to hothing boşo gitmek, neticesiz olmak. come to one's senses aklı başına gelmek, aklını başına toplamak; ayrılmak, açılmak. come to pass vaki olmak. come to stay yerleşmek . come to terms (with) uzlaşmak, anlaşmak; teslim olmak, kabul etmek. Come to think of it... Aklıma gelmişken ... come true gerçek leşmek, doğru çıkmak; filizlenmek. come under girmek. come up against -e çatmak, ile karşılaşmak. come up to (belirli bir hizaya) kadar gelmek; (belirli bir seviyeyi) tutturmak. come up with A.B.D., (k).dili öne sürmek, ortaya atmak. come upon bulmak; karşılaşmak; saldırmak. come what may ne olursa olsun . Come July and we'll be swimming. Temmuz geldiğinde denize girmiş olacağız. to come önümüzdeki gelecek. come-at-able (s).erişilebilir.

come-hither

(s)., A.B.D., argo çekici, davet edici (bakış).

come-on

(i)., A.B.D. (argo). tuzak kuran kimse, tuzak; davet edici bakış.

comeback

(i)., (k).dili eski formunu bulma; argo zekice ve yerinde cevap; A.B.D., argo şikayet sebebi.

comedian

(i). komedi artisti, komedyen; komedi yazarı comedienne(i). kadın komedi artisti.

comedown

(i). hayal kırıklığı, düşüş, sukut.

comedy

(i). komedi, güldürücü piyes veya filim.

comely

(s). sevimli, güzel, yakışıklı, zarif; uygun, yakışan.

comer

(i). gelen kimse; katılan kimse; (k).dili geleceği parlak olan şey veya kimse istikbal vaat eden şey veya kimse. all comers müracaat eden herkes butün katılanlar.

comestible

(s)., (i)., (nad). yenilebilir; (gen). (çoğ). yiyecek şey, gıda maddesi.

comet

(i)., (astr). kuyrukluyıldız.

cometary

(s). kuyrukluyıldız gibi veya ona ait.

comeuppance

(i)., A.B.D. (k).dili hak edilen ceza.

comfit

(i). bonbon, birçeşit şekerleme; şekerli meyva.

comfort

(i)., (f). rahat, refah, konfor; teselli; A.B.D. yorgan; (f). rahat ettirmek; teselli etmek; yatıştırmak; (huk). yardım etmek. comfort station umumi helâ. creature comforts bedeni rahatı sağlayan konfor comfortless (s). kasvetli; konforsuz.

comfortable

(s)., (i). rahat, müreffeh; teselli edici, rahatlatıcı; (k).dili yeterli; (i)., A.B.D. yorgan comfortably (z). rahatça.

comforter

(i). rahatlatıcı şey; teselli edici kimse veya şey; A.B.D yorgan; yün boyun atkısı; bh Ruhulkudus.

comfrey

(i). karakafes, (bot). Symphytum.

comfy

(s)., (k).dili rahat.

comic

(s)., (i). güldürücü, gülünç, komik; komedi ile ilgili; (i). komedi oyuncusu. comics, comic strip karikatür şeklinde hikâye serisi. comic book miki tipinde resimli çocuk kitabı. comic opera operakomik.

comical

(s). komik. comically (z). gülünçlü olarak.

comity

(i). nezaket, medeni davranış, karşılıklı iyi muamele. comity of nations milletlerin birbirlerinin hukuk ve adetlerini tanımaları.

comma

(i). virgül .comma bacillus virgül şeklinde mikrop, kolera mikrobu. inverted commas tırnak işareti.

command

(i)., (f). emir, kumanda, komut; bir subayın kumanda ettiği askerler; yetki, hakimiyet; (f). emretmek, hâkim olmak, kumanda etmek, idare etmek; amir olmak, bakmak. a good command of (a Ianguage) (bir dili) rahat konuşabilme. at command emir üzerinde. at one's command emrinde. by command of emri ile in command amir, sözü geçen.

commandant

(i). kumandan, komutan, amir.

commandeer

(f)., (ask). askeri hizmete mecbur tutmak; müsadere etmek.

commander

(i). kumandan, komutan; önder, baş; deniz binbaşısı. commander in chief başkomutan.

commandery

(i). tımar, zeamet; kumandanlık; masonluk gibi cemiyetlerin loncası.

commanding

(s). emreden; etkili: hâkim.

commandment

(i). emir. the Ten Commandments On Emir.

commando

(i). komando birliği; komando.

comme il faut

(Fr). icap ettiği şekilde, gerekli şekilde; modaya uygun.

commeasurable

(s). aynı ölçülere sahip olan, eşit.

commemorate

(f). anmak, zikretmek, hatırasını yad etmek commemora'tion (i). anma, hatırasını yad etme; anma töreni. commemorative (s). anma vesilesi oian; hatıra serisi olarak basılmış (pul).

commence

(f). başlamak.

commencement

(i). başlama, başlangıç; diploma töreni.

commend

(f). tavsiye etmek, salık vermek; övmek; saygılarını sunmak; emanet etmek.

commendable

(s). övülmeye 1ayık, beğenilir. commendably (z). övülmeye lâyık şekilde.

commendation

(i). tavsiye, salık verme; övme.

commendatory

(s). salık veren, tavsiye eden; metheden, öven.

commensal

(s)., (i). aynı sofrada yemek yiyen;( zool). komensal; (i). sofra arkadaşı.

commensurable

(s). aynı birim ile ölçülebilen; orantıl commensurably (z). orantılı olarak.

commensurate

(s). orantılı, eşit; yeterli; uygun, münasip. commensurately (z). uygun bir öIçü ile.

comment

(i)., (f). yorumlama, tefsir; açımlama; düşünce, mütalaa; eleştirme tenkit; (f). açımlamak, fikrini söylemek; on ile hakkında fikir beyan etmek, tefsir etmek, yorumlamak; eleştirmek .commentary (i). tefsir, şerh, açımlama, izah; çıkma haşiye.

commentator

(i). eleştirmeci; yorumcu, şarih, tefsirci.

commerce

(i). ticaret, iş, alım satım; toplumsal ilişkiler; cinsel ilişki. chamber of commerce ticaret odası. domestic commerce iç ticaret. foreign commerce dış ticaret.

commerce

(f). alışveriş etmek; ilişkide bulunmak.

commercial

(s)., (i). ticari; (i). radyo veya televizyon ilânı. commercial college ticaret öğretimi yapan yüksekokul .commercial law ticaret hukuku. commercial paper kıymetli ticari vesika; kısa vadeli ticari senet; emre yazılı senet; poliçe.

commercialism

(i). ticari gelenekler; ticari tutum; ticari terim.

commercialize

(ing). -ise (f).ticarileştirmek.

commie

(i)., (k).dili komünist.

commingle

(f). karıştırmak, katıştırmak; karışmak, kaynaşmak.

comminute

(f). ezmek, ufalamak, toz haline getirmek.

commiserate

(f). kederini paylaşmak, dert ortağı olmak, rikkat göstermek. commisera'tion (i). teselli, rikkat, acıma.

commissar

(i). komiser, eskiden S.S.C.B.'nde herhangi bir idari örgütün başında olan kimse.

commissariat

(i)., (ask). Ievazım sınıfı; eskiden S.S.C.B.'nde siyasi örgüt; komiserlik.

commissary

(i)., (ask). iaşe ve levazımat mağazası; vekil, mümessil; komiser.

commission

(i)., (f). görev, vazife, iş; işleme; eylem; komisyon ücreti, yüzdelik; kurul, komisyon; rütbe, mevki; salahiyetname, emirname; belirli bir görev için verilen yetki; (f). tayin etmek, atamak; vazifelendirmek, görevlendirmek, memur etmek; den donanmaya katmak, kadroya sokmak. execute a commission bir görevi yerine getirmek in commission sefere hazır (gemi); işe hazır. out of commission görev yapamaz halde; bozuk. put into commission sefere hazır hale koymak; tamir etmek. put out of commission işlemez hale getirmek; yıkmak, mahvetmek.

commissionaire

(i). Avrupa otellerinde veya hükumet dairelerinde hizmet eden uşak veya haberci; ingiltere'de kapıcılık vb. işlerde bulunan görevli.

commissioner

(i). mühim bir işe tayin edilen memur; şube müdüru; komisyon üyesi; vekil.

commissure

(i). birleşme noktası, ek yeri; (anat)., (zool). birleşik iki organın birbirleriyle birleşme yeri, dudakların veya göz kapaklarının bitiştiği yer.

commit

(f). (ed -ting) işlemek, yapmak; emanet etmek, teslim etmek, tevdi etmek; kanun tasarısı v.b.'ni komisyona havale etmek; söz vererek bağlamak. commit oneself bir karara varıp bunu ilân etmek. commit oneself to kendini adamak, hasretmek. commit to memory ezberlemek. commit to prison hapsetmek. commit to writing yazmak.

commitment

(i). vaat, taahhut; kesin karar; teslim etme, teslim olma; bağlantı; havale; irtikap, (suç) işleme; (huk). birinin hapishane veya akıl hastanesine kapatılması için mahkemeden alınan karar, hapis ilâmı.

committee

(i). komite, kurul, komisyon. committee of the whole meclisin komisyon halinde toplanması. in committee encümende, komisyonda. joint committee birleşik komisyon. standing committee daimi encümen.

commix

(f). birbirine karıştırmak veya karışmak.

commode

(i). çekmeceli dolap; konsol, komodin; lavabo; lazımlık, oturak.

commodious

(s). geniş, kullanışlı, ehven; rahat, ferah.

commodity

(i). mal, emtia, eşya; yararlı şey. staple commodities başlıca satış ürünleri.

commodore

(i)., den. komodor; yat kulubü reisi.

common

(s).genel, yaygın, umumi, umuma ait; ortak, müşterek; evrensel; adi, bayağı, kaba; alışılmış, mutat. common carrier para ile yolcu veya yük taşıyan firma. common consent umumun rızası. common divisor (mat). ortak tam bölen. common fraction (mat). bayağı kesir. common gender (gram). hem eril hem dişil. common good kamu yararı. common knowledge bilinen gerçek. common law orf ve âdete dayanan hukuk .common-law marriage resmi nikâhsız beraber yaşama. common man alelade bir kimse. Common Market Ortak Pazar. common multiple (mat). ortak katsayı. common noun cins isim. common or garden variety bayağı, alelade cinsten, sıradan. Common Pleas medeni hukuk davalarına bakan mahkeme. common room umuma mahsus salon. common scold şirret kadın. common sense sağduyu. common stock alelade hisse senetleri .common time (müz). 4/4 lük ölçü. common touch sempatik olma kabiliyeti. the common run orta, vasat. commonly (z). çoğunlukla, çok kere.

common

(i). genel park veya otlak, halkın ortak malı olan yer, meydan; (huk). bir kimsenin başkasının toprak veya suyu üzerinde hak iddia etmesi. in common müştereken, beraber, birlikte, ortaklaşa. in common with ile ortak olarak. out of the common fevkalade, alışılmamış. short commons yetersiz yiyecekler.

commonage

(i). umuma ait olan otlağı kullanma hakkı; ortak mal sahipliği; avam.

commonalty

(i). avam, halk tabakası, topluluk; tüzel kişiliği olan ticari şirket üyesi.

commoner

(i). halk tabakasından olan kimse; (bazı ingiliz üniversitelerinde) kendi hesabına okuyan talebe.

commonplace

(s)., (i). adi, sıradan, bayağı; olağan; kişiliği olmayan; (i). beylik laf, klişe, çok söylenmiş söz; çok görülmüş herhangi bir şey, basmakalıp iş.

commons

(i)., (çoğ)., (ing). avam, halk tabakası; (üniversitede) yemekhane. House of Commons Avam Kamarası.

commonweal

(i). kamu yararı, amme menfaati.

commonwealth

(i). ulus;cumhuriyet; A.B.D. eyalet. the Commonwealth İngiliz Milletler Topluluğu.

commotion

(i). gürültü; karışıklık, ayaklanma.

communal

(s). toplumla ilgili, toplumsal, halka ait; umumun malı olan.

communalism

(i). her eyaletin ayrı bir devlet olarak idare edildiği idari sistem.

communalize

(f). bir şeyi mahalli halka mal ettirmek; mahalli idare altına sokmak.

commune

(f)., (i). sohbet etmek, söyleşmek, hasbıhal etmek, konuşmak: (i). konuşma, sohbet, söyleşi.

commune

(i). bazı memleketlerde mahalli idare; komün; avam.

communicable

(s). bulaşıcı, sari; ifade edilmesi mümkün, söylenebilir.

communicant

(i). bilgi veren kimse, konuşan kimse; Aşai Rabbaniyi (komünyon) alan veya almaya hakkı olan kilise üyesi.

communicate

(f). ifade etmek, anlatmak; nakletmek; meramını anlatmak; muhabere etmek, haberleşmek; bulaştırmak; aralannda bağlantı olmak; bildirmek.

communication

(i). haberleşme; ulaşım; ulaştırma; bağlantı irtibat; haber, mektup. Minister of Communications Ulaştırma Bakanı.

communicative

(s). konuşkan, duygulannı serbestçe dile getiren.

communion

(i). paylaşma; katılma; Aşai Rabbani ; Hıristiyanlıkta mezhep; arkadaşlık; sohbet.

communique

(i). resmi tebliğ, bildiri.

communism

(i). komünizm. communist (i)., (s). komünist; (s). komünistlere veya komünizme. ait communis'tic (s). komünizm taraftan olan.

community

(i). aynı yerde veya aynı şartlar altında yaşayan insan topluluğu; toplum, cemiyet; ahali, halk, amme; müşterek tasarruf, ortak mal sahipli. community center A.B.D. şehir kulübü, bir bölgede oturanlann meselelerini çözümlemek veya eğlenmek için toplandıkları özel yer veya bina. community chest A.B.D.kamu yararına çalışan kurumların yıllık para toplama kampanyası.

communize

(f). müşterek tasarrufa tabi kılmak, umumun malı haline getirmek.

commut-te

(f)., elek cereyanın yönünü değiştirmek.

commutable

(s). deiştirilebilir; hükümetçe deiştirilmesi veya hafifletilmesi caiz (ceza).

commutation

(i). değiştirme, değiş mübadele; A.B.D. bir kimsenin evi ile işi araslnda abonman bileti ile yaptğı yolculuk; (huk). cezanın değiştirilmesi veya hafifletilmesi. commutation ticket abone kartı veya bileti.

commutative

(s). değiş tokuş veya yer deiştirmeyle ilgili.

commutator

(i)., (elek). çevirgeç, komütatör.

commute

(f).değiş tokuş etmek mübadele etmek; deiştirmek veya hafifletmek (cezayı); toptan daha ucuza almak (aylık tren bileti v.b'ni); karşılığını ödemek; yerini tutmak; (elek). cereyanın yönünü değiştirmek her gün iş ile ev arasında gidip gelmek. commuter (i). her gün işi ile evi arasında gidip gelen kimse.

commutual

(s). müşterek, ortak; karşılıklı.

comose

(s)., (bot). püsküllü.

comp

(kıs). companion comparecompiled complete.

compact

(s)., (f). (i). yoğun, kesif, sıkı, sık; ince taneli; kısa özlü; of ile -den mürekkep; (f). tazyikle yoğunlaştırmak; (i). pudriyer, pudralık; (oto). küçük araba.

compact

(i)., (f). sözleşme, sözlü anlaşma; (f). sözleşmek.

companion

(i)., (f). arkadaş, yoldaş, ahbap; eş; elkitabı, rehber; (astr). kendisinden daha parlak bir yıldıza çok yakın olan ikinci bir yıldız; (f). arkadaşlık etmek.

companionable

(s). kolayca arkadaş olabilir; hoş sohbet; samimi, sıcakkanlı.

companionate

(s). arkadaş gibi; müşterek.

companionship

(i). arkadaşlık, refakat, eşlik.

companionway

(i). den. kamara iskelesi.

company

(i). grup; misafir grubu; misafir; şirket, kumpanya, ortaklık; beraberindekiler, arkadaşlar; eşlik, refakat, arkadaşlık; tiyatro oyuncu topluluğu; (ask). bölük; (den). mürettebat tayfa. company manners görgü kurallarına uygun davranışlar. company store bir müessesenin kendi memurlanna mahsus olan satış mağzası.compamy union (A.B.D.). işverene bağlı olan sendika; bir müessesenin işçilerine mahsus olan sendika. in company with ile beraber, birlikte .in good company iyi arkadaşlarla. jointstock company bir cins anonim şirket. keep company eşlik etmek; flört etmek Iimited liability company limited şirket. part company with den aynlmak ship's company gemi mürettebato, gemi tayfası.

comparable

(s). karşılaştırılabilir, karşılaştırması mümkün.

comparative

(s)., (i). mukayeseli, karşılaştırmalı; nispi, orantılı; (gram). (sıfat veya zarflann) üstünlük derecesini gösteren; (i)., (gram). üstünlük derecesi. comparative anatomy karşllaştlrmall anatomi compnrative linguistics karşılaştırmalı dilbilim. in comparative comfort hali vakti yerinde.

compare

(i). mukayese, kıyas, karşılaştırma .beyond compare, without compare fevkalade, eşsiz, üstün.

compare

(f)., with ile karşılaştırmak, karşılaştırılabilir olmak, kıyas kabul etmek; to ile benzetmek, benzemek; (gram). (sıfat veya zarfın) üstünlük derecesini göstermek. compare notes görüş ve fikir teatisinde bulunmak.

comparison

(i). karşılaştırma, mukayese; münasebet, ilişki, nispet, benzerlik; gram sıfat veya zarflara üstünlük veya enüstünltk derecesini katan çekim şekli; benzetme, teşbih. in comparison with -e nispeten, -e nispetle, -e oranla.

compartment

(i). kompartıman, bölme. compartmen'talize(f). bölmelere aylrmak.

compass

(f). etrafını dolaşmak; şamil olmak, kapsamak; çevirmek, sarmak, kuşatmak; başarmak; kavramak, anlamak; gizli plan kurmak.

compass

(i). pusula; pergel; çevre; sınır; saha, alan, menzil; devir, deveran, süre. compass card, compass rose pusula kartı, rüzgargülü. compass needle pusula ibresi, pusula inesi. compass saw delik testeresi. beam compass büyük daire çizmeye mahsus sürgülü pergel. box the compass sıra ile pusula kertelerini saymak. drawing compass resim pergeli. mariner's compass gemici pusulası pair of compasses pergel.

compassion

(i). şefkat, merhamet, acıma, sevecenlik.

compassionate

(s). şefkatli, merhametli, sevecen.

compatibility

(i). uygun düşme, uyma, uygunluk.

compatible

(s)., (gen). with ile uygun, birbirini tutan, munasip; geçimli.

compatriot

(i). vatandaş, yurttaş.

compeer

(i). akran, arkadaş, eş.

compel

(f). (-Ied, -ling) zorlamak, icbar etmek, mecbur etmek.

compellatton

(i). hitap.

compendious

(s). özet halinde, kısa, özlü, muhtasar, kısaltılmış.

compendium

(i). hulasa, özet.

compensate

(f). tazmin etmek, bedelini ödemek; telafi etmek, karşılamak; (mak). denklemek, denge sağlamak, eşitlemek. compensate for one thing with another tazmin etmek, bir şeyi diğeri ile telâfi etmek. compensate one for -in bedelini birine ödemek.

compensation

(i). tazmin, telafi; karşılık, ücret, maaş, bedel; takas, karşılama.

compensator

(i). telafi eden şey veya kimse; dengeleme tertibatı. compensator coil (elek). dengeleme bobini. compensator spring saatte dengeleme yayı.

compensatory

(s). telafi etmeye yarayan.

compete

(f). rekabet etmek, yarışmak, müsabakaya girmek.

competence

(i). yeterlik, kifayet; yetenek, ehliyet, iktidar, güç; hak, yetki, salahiyet; geçinecek kadar gelir.

competent

(s). yeterli, işinin ehli olan, kabiliyetli; yetkili, salahiyetli.

competition

(i). rekabet, yarışma.

competitive

(s). rakip olan; rekabet ile ilgili; müsabaka tarzında, yanşma mahiyetinde.

competitor

(i). rakip, yanşmacı, yanşçı.

compilation

(i). derleme; derleme eser, çeşitli kaynaklardan toplanan bilgi veya yazılarla meydana getirilen eser; liste.

compile

(f). toplayıp liste haline getirmek; çeşitli kaynaklardan bilgi toplayıp sıraya koymak; bu şekilde eser telif etmek, derlemek.

complacency

(i). kendi kendinden memnun olma hali; gönül rahatlığı. complacent (s). kendi halinden memnun, rahat; kendini beğenmiş.

complain

(f). şikâyet etmek, yakınmak, derdini anlatmak, içini dökmek; suçlamak. complainant (i). şikâyetçi, davacı.

complaint

(i). şikayet, feryat, dertyanma; dert, keder, şikâyet sebebi; hastalık, keyifsizlik; (huk). isnat.

complaisance

(i). hoşgörü, müsamaha, göz yumma. complai'sant (s). müsamahakâr, hoşgörü sahibi.

complement

(i)., (f). tamamlayıcı herhangi bir şey, tümleç; tüm, bütün; (geom). bir dar açıyı dik açı haline getirmek için gerekli olan açı derecesi; (gram). tümleç; (müz). oktavı tamamlayan enterval; (f). tamamlamak; birbirini tamamlar olmak.

complementary

(s). tamamlayan, tamamlayıcı, tümleyici. complementary angle tümler açı. complementary colors (bak). color.

complete

(s)., (f). tamam, tam, bütün; bitmiş, tamamlanmış; mükemmel, dört başı mamur; (f). tamamlamak, bütünlemek, yetkinleştirmek; bitirmek. a complete surprise tam bir sürpriz. completely (z). tamamen, butünüyle. completeness (i). bütünlük, tam olma hali. completion (i). bitirme, tamamlama, sona erme; yerine getirme.

complex

(i). bileşik veya karışık herhangi bir şey; karmaşa; (psik). komplek. building complex site. inferiority complex aşağılık duygusu. superiority complex kendini üstün görme duygusu.

complex

(s). karmaşık; çapraşık, muğlak; bileşik, mürekkep, birkaç elemandan meydana gelmiş; karışık, birbirine eşit olmayan elemanlardan meydana gelmiş. complex number karmaşık sayı. complexity (i). müşkuüât, güçlük.

complexion

(i). cilt, ten; sima, görünüş, veçhe. complexioned (s). belirli bir ten rengi olan.

compliable

(s). uysal, yumuşak başlı.

compliance

(i). uyma; itaat; başeğme; razı olma. in compliance with -e uygun olarak, mucibince. compliant (s). uysal, itaatkâr, yumuşak başlı.

complicate

(f)., (s). karıştırmak, zorlaştırmak, güçleştirmek; (s). karmaşık; (bot)., (zool). uzunlamasına katlanmış (böcek kanadı vb). complicated (s). karmaşık; muğlak, çapraşık, anlaşılması güç, çözülmesi güç.

complication

(i). karmaşık hale getirme; bir işe giriştikten sonra meydana çıkan engel, zorluk; karışıklık: (tıb) ihtilât.

complicity

(i). suç ortaklığı; karmaşa.

compliment

(f)., (i). kompliman yapmak, iltifat etmek; övmek; (i). iltifat, kompliman. compliments (i). selâmlar. compliments of the season (ing). tebrikler. double-edged compliment iğneli kompliman. He sends his compliments. Selâmlarını gönderdi. pay a compliment kompliman yapmak. present one-s compliments hürmetlerini sunmak. with my compliments selâmlarımla: parasız, hediye olarak. complimentary (s). hediye olarak, parasız; övme kabilinden.

complot

(i). eski komplo, suikast, gizli tertip.

comply

(f)., with ile uymak; itaat etmek.

component

(i)., (s). bir tümü meydana getiren kısımlardan biri, cüz, unsur, parça, eleman; (s). bileşimde bulunan.

comport

(f). davranmak; with ile uymak, uygun olmak. He comported himself well. iyi davrandı. The results comportwith our expectations. Netice beklediğimiz gibi oldu. comportment (i). davranış, hal ve gidiş.

compos mentis

(Lat)., (huk).aklı yerinde, şuuru tam.

compose

(f). meydana getirmek, oluşturmak; düzenlemek, tertip etmek; bir butünün parçalarını teşkil etmek; bestelemek; (eser) yazmak, yaratmak; (matb). dizmek, tertip etmek. composed of -den ibaret. composing machine (matb). dizgi makinası. composed (s). sakin, kendi halinde.

composer

(i). besteci, bestekâr, kompozitör.

composite

(s)., (i). bileşik, mürekkep; karma, karışık, muhtelit; (b.h)., (mim). Korent uslubu ile ionik üslup karışımı olan sütun şekline ait; (bot). bileşikgiller familyasından; (i). alaşım, halita, bileşim, terkip; (bot). bileşikgillerden herhangi bir bitki. composite number (mat). bölünebilir sayı, asal olmayan sayı. composite photograph fotomontajla biraraya getirilmiş birkaç fotoğraftan meydana gelen resim.

composition

(i). tümleme, derleme, bir araya getirme; tertip, terkip; nitelik, mahiyet; alaşım, halita; bileşim: kompozisyon, yazı ödevi, tahrir; beste, bestecilik; uzlaşma, anlama; (matb). dizgi, tertip.

compositor

(i)., (matb). mürettip, dizgici, dizici.

compost

(i). çürümüş yaprak v.b ile karışık gübre.

composure

(i). sukunet huzur, dinginlik.

compote

(i). komposto.

compound

(f). birleştirmek, bir bütün haline getirmek, terkip etmek; şiddetlendirmek; borç konusunda anlaşmak. compound a felony menfaat karşıIığında suçluyu dava etmekten vazgeçmek veya suçunu örtbas etmek. compound with ile... anlaşmak, uzlaşmak.

compound

(s)., (i). bileşik, mürekkep; (zool). tek tek hayvancıklardan husule gelmiş; (i). alaşım, halita; bileşim, terkip; (gram). bileşik kelime. compound curve mürekkep eğri. compound eye bileşik göz. compound fraction bileşik kesir. compound fracture (tıb). açık kırık. compound interest bileşik faiz. compound number karışık sayı. chemical compound kimyasal bileşim.

compound

(i). içinde binalar bulunan etrafı duvarla çevrili arazi.

comprador

(i). Uzak Doğu'da yabancı firmalar hesabına çalışan yerli acente.

comprehend

(f). anlamak, idrak etmek, kavramak; kapsamak, içine almak, ihtiva etmek. comprehensible (s). anlaşılabilir, idrak olunabilir, makul. comprehension (i). anlayış, idrak; kapsam, şümul. comprehensive (s). geniş, şümullu, etraflı; idraklı,anlama yeteneği olan.

compress

(i)., (tıb). kompres; pamuk v.b balyalarını sıkıştıran makina.

compress

(f). sıkmak, basmak, tazyik etmek. compressed air sıkıştırılmış hava. compressible (s). sıkıştırılabilir.

compression

(i). sıkıştırma, tazyik, kompresyon; kısaltma, ufaltma. compression stroke (oto). sıkıştıran vuruş.

compressive

(s). tazyik edici, sıkıştırıcı.

compressor

(i). kompresör, sıkıştırıcı.

comprise

(f). kapsamak, ihtiva etmek.

compromise

(i)., (f). uzlaşma, uyuşma; bazı şeylerden fedakârlık ederek varılan anlaşma zemini; (f). uzlaştırmak, bazı şeylerden fedakârlık yoluyla aralarını bulmak; (bir kimsenin). şerefini tehlikeye atmak; (bir işin neticesini) tehlikeye atmak. compromisewith ... ile uzlaşmak, uyuşmak.

comptroller

(i). hesap kontrol memuru, murakıp, denetleyici, kontrolör.

compulsion

(i). zorlama, cebir, icbar; mecburiyet; içten gelen itici his. compulsive (s). zorlayıcı, içten gelen yenilmesi güç bir hissin tesiriyle yapılan.

compulsory

(s). mecburi, yükümlü; zorunlu. compulsorily (z). zorla, mecburi olarak, zorunlu olarak, metazori.

compunction

(i). vicdan azabı; pişmanlık, nedamet; esef, yerinme; (vicdanisebeplerle) çekinme, tereddüt, reddetme.

compurgation

(i)., (huk). eskiden bir sanığın suçsuzluğunun birkaç tanığın şahadeti ile kabul edilmesi.

compute

(f). hesap etmek, hesaplamak. computa'tion (i). hesap, hesaplama.

computer

(i). kompüter, hesap eden kimse; elektronik hesap makinası,elektronik beyin. computer hardware kompüterin esas kısımları. computer software yapılacak işe göre değiştirilen kompüterin yardımcı aksamı. analogue computer kendisine verilen rakamlan elektronik nicelikler şeklinde kullanarak hesap çıkaran makina. diqital computer kendisine verilen rakamları ikili rakam olarak kullanarak hesap çıkaran makina.

computerize, -ise

(f). kompüter ile hesaplamak.

comrade

(i). arkadaş, yoldaş. comradeship (i). arkadaşlık.--*

con

(f)., (den). gemiyi yöneltmek.

con

(i). öntakı ile, beraber.

con

(i). ( A.B.D)., argo suçlu; dolandırıcılık.

con

edat, (müz). ile. con brio, con spirito canlı olarak.

con

(z)., (i). karşı, aleyhte; (i). aleyhtar, karşı taraf. pro and con lehte ve aleyhte. pros and cons lehte ve aleyhte olan noktalar (kimseler).

con

(f). (-ned, -ning) atlatmak, yutturmak; okumak, tetkik etmek.

con dense

(f)., (kim)., (fiz). yoğunlaştırmak, koyulaştırmak; özetlemek, kısaltmak. condensed milk teksif edilmiş süt. condensable (s). yoğunlaştırılabilir.

con man

(A.B.D)., argo dolandırıcı.

conation

(i)., (psik). teşvik edici kuvvet. conative (s). meram ve arzu ile ilgili; (gram). gayret ifade eden (fiil).

concatenate

(f). sıralamak raptetmek. concatena'tion (i). neticelerin sıralanması.

concave

(s)., (i). içbükey, obruk, konkav; (i). içbükey yüzey. concavo-concave (s). çift taraflı içbükey. concavo-convex (s). bir tarafı içbükey , diğer tarafı dışbükey olan. concavity (i). içbükeylik.

concavity

(i). içbükeylik.

conceal

(f). gizlemek, gizli tutmak, saklamak, örtmek. concealable (s). gizlenilebilir, saklanabilir. concealment (i). gizleme, saklama, sır tutma. in concealment saklı, gizlenmiş.

concede

(f). teslim etmek, kabul etmek, ikrar etmek; vermek, bırakmak, ihsan etmek.

conceit

(i). kendini beğenmişlik, kibir, gurur; garip fikir, fantazi kavram. self-conceit (i). kendini beğenmişlik. conceited (s). kibirli.

conceivable

(s). akla uygun, havsalaya sığar. conceivably (z). belki, muhtemelen.

conceive

(f). gebe kalmak; anlamak, kavramak, idrak etmek; tasavvur etmek; tasarlamak, aklına gelmek; izah etmek. conceive of kavramak, tasarlamak. I have conceived a dislike for him. Ona karşı içimde bir nefret uyandı.

concentrate

(i). yoğun halde olan herhangi bir şey.

concentrate

(f). toplamak; yoğunIaştırmak; özünü çıkarmak; koyulaştırmak; zihni bir noktaya toplamak; toplanmak.

concentration

(i). toplanma, toplama; zihni bir noktaya toplama; (kim). yoğunlaşma, koyulaşma, kesafet. concentrationcamp temerküz kampı, toplama kampı.

concentric

(s). merkezleri bir ortak merkezli. concentric'ity (i). merkezlerin bir olması.

concept

(i). kavram mefhum anlayış görüş, fikir, telakki.

conception

(i). gebe kalma, ana rahmie düşme; baylangıç; kavram, mefhum, fikir, anlayış görüş, telakki, düşünce.

conceptual

(s). mefhumlarla ilgili, kavramsal; fikirlerin doğmasına ait.

conceptualism

(i)., (fels). kavramcılık.

concern

(i)., (f). ilgi, alâka; iş; endişe, tasa, kaygı, merak; şirket, ticarethane; (k).dili şey: (f). alâkadar etmek; ucu dokunmak; tesir etmek; ait olmak, ilgilendirmek, ilişiği olmak. concern oneself with karışmak, müdahale etmek.He is meddling in my concerns. Benim işime karışıyor. It is no concern of mine. Beni ilgilendirmez. with deep concern derin endişe ile.

concerned

(s). ilgili, alâkalı; endişeli, düşünceli. be concerned for veya about endişe duymak, merak etmek.

concerning

edat ilgili olarak -e dair, hakkında.

concert

(f). bir araya gelerek karar almak, planlamak. concerted (s). kararlaştırılmış;birlikte yapılmış; (müz). bölümler halinde düzenlenmiş.

concert

(i). konser; ahenk, uyum: birleşme; ittifak, ittihat. concert grant kuyruklu piyano. Concert of Europa 1815 tarihinde Avrupa Devletleri arasında yapılan anlaşma. concert pitch konser için kullanılan ton standardı (la=saniyede 440 devre). in concert hep birlikte, ittifakla.

concertina

(i). akordeona benzer körüklü ufak bir çalgı.

concerto

(i)., (müz). konçerto.

concession

(i). kabul, teslim, itiraf; imtiyaz, devlet veya diğer bir yetkili makam tarafından tanınmış imtiyaz, ayrıcalık; mümessillik, bayilik.

concessionaire

concessioner (i). imtiyaz sahibi; fuarda bir satış yeri sahibi; temsilci, bayi.

concessive

(s). teslim veya kabul mahiyetinde; (gram). although bağlacı ile başlayan tamamlayıcı cumlelerde teslim ve kabul ifade eden.

conch

(i). helezoni sedef kabuk; nefesli çalgı olarak kullanılan kabuk boru.

concha

(i)., (mim. yarım kubbe; (anat). boynuzcuk, konka (burun boşluğunda); kulak kepçesinin çukuru.

conchifera

(i)., (çoğ)., (zool). midye gibi kabuk hâsıl eden deniz hayvanları; kabuklular. conchiferous (s). kabuklu, kabuk hâsıl eden.

conchoid

(i)., (mat). konkoid; sedef eğrisi.

conchology

(i). konkoloji, yumuşak çalarla uğraşan zooloji dalı. conchologist (i). konkoloji bilgini.

conchy

(i)., argo, (bak). conscientious objector.

concierge

(i). kapıcı, odabaşı.

conciliate

(f). gönlünü almak; uzlaştırmak, yatıştırmak, aralarını bulmak; teveccüh kazanmak. conciliatory (s). yatıştıncı.

conciliation

(i). uzlaştırma, barıştırma, yatıştırma.

concinnity

(i). ahenk; (kon). (san). uyum; tutarlık, insicam.

concise

(s). az ve öz, kısa, muhtasar, veciz, özlü. concisely (z). az ve öz olarak, kısaca, muhtasaran.

concision

(i). özetleme, az sözle çok şey anlatma.

conclave

(i). özel toplantı; Roma'da Papa seçmek için toplanan kardinaller meclisi.

conclude

(f). bitirmek, son vermek; neticelendirmek, sonuçlandırmak; bir karara varmak; netice çıkarmak, istidlâl etmek; bitmek, sona ermek; karar vermek.

conclusion

(i). son, nihayet, sonuç, netice; karar; son kısım; (gram). şart cümlesinde ikinci kısım, ceza; (man). vargı; (huk). iddia veya müdafaanın son hulâsası. in conclusion sözu bitirirken..., son söz olarak... try conclusions with bir kimse ile yarışmaya girmek.

conclusive

(s). kesin; kati, son, nihai; ikna edici.

concoct

(f). birbirine karıştırarak hazırlamak, tertip etmek yapmak; uydurmak, kurmak (hikaye, yalan). concoction (i). karışım, tertip; birbiri ile uyuşmayan şeyleri karıştırma.

concomitant

(s)., (i). bir arada vuku bulan, refakatinde olan, eşlik eden; birlikte bulunan; (i). tabii sonuç. concomitantly (z). aynı zamanda olarak.

concord

(i). bağdaşma, imtizaç; uygunluk, ahenk; barış geçim; anlaşma, ittifak, ittihat; (gram). uyum; (müz). ses uyumu. Concord grape Kuzey Amerika'ya mahsus iri siyah üzüm.

concordance

(i). uygunluk, ahenk, uyum, uyuşma; bir kitaptaki bütün kelimelerin metindeki yerini gösteren dizin. concordant (s). uygun, mutabık.

concordat

(i). antlaşma,muahede; Papa ile hükümet arasında akdolunan antlaşma.

concourse

(i). toplantı, bir araya gelme; kalabalık, izdiham; bir park içinden geçen araba veya gezinti yolu; istasyon binasındaki hol; atletizm sahası.

concrescence

(i)., (biyol). beraber büyüme, birleşme.

concrete

(s)., (i)., (f). maddi; somut, müşahhas; belirli, muayyen; betondan yapılmış; (i). beton; betona benzer herhangi bir karışım; somut bir varlık; (f). bir bütün haline getirmek; beton dökmek; taşlaştırmak; donmak, sertleşmek; somutlaştırmak. reinforced concrete betonarme. concrete mixer betonyer.

concretion

(i). donmuş madde; (tıb). şiş, taş.

concubinage

(i). odalık olarak yaşama hali.

concubine

(i). kapatma, odalık cariye.

concupiscence

(i). şehvet, cinsel arzu. concupiscent (s). şehevi, nefsani.

concur

(f). aynı fikirde olmak, mutabık olmak, uymak, razı olmak.

concurrence

(i). uygun görme, muvafakat; aynı anda vaki oluş; aynı noktaya doğru ilerleyiş. concurrent (s). aynı zamanda vaki olan; uygun, mutabık, birbirine yardımcı olan. concurrently (z). aynı zamanda.

concuss

(f). darbe vuruşu ile beyne tesir etmek; sarsmak.

concussion

(i). sarsma; darbe vurma; çarpışma; çarpışma neticesi olan şiddetli sarsıntı; (tıb). sadme.

condemn

(f). kınamak, ayıplamak; suçlu çıkarmak; mahkum etmek; kullanılamaz diye hüküm vermek; (huk). müsaderesine karar vermek; (A.B.D). istimlâk etmek. condemn to death idama mahkum etmek. condemnable (s). müsadere olunabilir; kınanmaya layık, mahkum edilir.

condemnation

(i). kınama, ayıplama; kabahatli bulma; suçlu çıkarma; mahkumiyet; (A.B.D). istimlak. condem'natory (s). kınayıcı.

condensation

(i). kısaltma, özet; (kim)., (fiz). yoğunlaştırma, sıklaştırma, koyulaştırma; buğu.

condenser

(i). kondensatör, buhar sıkıştırma makinası, tazyik makinası; elektrik kondensatörü ; teksif adesesi.

condescend

(f). tenezzül etmek, sözde alçak gönüllülük göstermek, Iütfetmek. condescending (s). tenezzül eden. condescen'sion (i). tenezzül.

condign

(s). Iayık, müstahak (cezaya).

condiment

(i). (tuz, biber, hardal, salça gibi) yemeğe çeşni veren şey.

condition

(i). hal, durum, vaziyet; sağlık; şart, kayıt, sınırlama. favorable conditions uygun şartlar. in condition çalışır vaziyette; spor idman içinformunda; in good condition iyi durumda, bozulmamış (olarak). on condition that şartı ile. out of condition işe uygun durumda olmayan ; spor formundan diişmüş olan.

condition

(f). uygun bir duruma getirmek; şart koşmak, kayıt altına sokmak; bütünleme sınavına tabi tutmak. conditioning machine tavlama makinası, ıslah makinası.

conditional

(s). (i). şarta bağlı, kayıtlı; (i). ikmal imtihanı. conditional clause şart cümlesi. conditional mood şart kipi. conditional sale şarta bağlı satış. conditionally (z). şartlı olarak.

conditioned

(s). uygun bir duruma getirilmiş; şarta bağlı. conditioned reflex, conditioned response (psik). şartlı refleks, şartlı davranış. air-conditioned (s). klimatize edilmiş.

condole

(f).,with ile taziyede bulunmak, kedere ortak olmak. condolatory (s). taziye ifade eden. condolence (i). taziye, başsağlığı. Ietter of condolence taziye mektubu.

condom

(i). prezervatif.

condominium

(i). kat mülkiyeti, bir binanın kat sahiplerinin ayrı olması hali; bir üIke üzerinde birkaç devletin ortak hakimiyeti; (Roma huk). ortak malsahipliği.

condone

(f). göz yummak, kusura bakmamak.

condor

(i). Güney Amerika'ya mahsus bir çeşit büyük akbaba.

condottiere

(i). Avrupa'da özellikle 14 ve 15 yüzylllarda prenslerin veya devletlerin hizmetine girmiş paralı askerlerin kumandanı.

conduce

(f)., to veya toward ile sebep olmak, vesile olmak. conducive (s)., to ile yardım eden, sebep veya vesile olan.

conduct

(f). davranmak; idare etmek, yürütmek; orkestra idare etmek; refakat etmek, yol göstermek, önderlik etmek; (fiz). nakletmek, geçirmek, iletmek. conduct oneself davranmak.

conduct

(i). davranış, tavır, hareket; idare. safe-conduct (i). yolculukta emniyet vesikası.

conductance

(i)., (elek). iletkenlik, nakil kabiliyeti, isal.

conduction

(i). taşıma, nakletme, isal.

conductive

(s). iletici, geçirici, iletken, geçirgen, isal edici.

conductor

(i). kılavuz, önder, lider, şef; (A.B.D). kondoktör, biletçi; orkestra veya koro şefi; müdür, idareci; iletken madde, geçirgen şey. conductor ducts (bot). iletken damarlar. non-conductor (i). iletici olmayan madde, yalıtkan madde.

conduetivity

(i). iletkenlik.

conduit

(i). oluk, su yolu, kanal; (elek). cereyan tellerini muhafaza eden boru.

conduplicate

(s)., (bot). uzunluğuna ortasından bükülmuş (yaprak).

condyle

(i)., (anat). kondil, kemiğin ucunda olan yumru, lokma.

condyloid

(s)., (anat). kondiloid, lokmamsı, lokma şeklinde. condyloid process alt çenenin arka tarafında olan yumrumsu tepe.

cone

(i)., (geom). koni; (mak). koni biçiminde olan makara; koza, kozalak. cone coupling makina şaftlarını bağlayan konik cihaz. cone gear konik dişli. cone pulley konik makara. frustum of a cone kesik koni. ice cream cone dondurma külâhı. truncated cone kesik koni.

conelrad

(i). radyo dalgalarını casuslara karşı korumak için kullanılan sistem.

coney

(bak). cony.

confabulate

(f). sohbet etmek, başbaşa vermek, konuşmak. confabula'tion (i). sohbet.

confarreation

(i). eski Roma'da erkeğin kadın üzerindeki hâkimiyetinin belirgin olduğu evlilik.

confect

(f). imal etmek, hazırlamak (reçel, tatlı).

confection

(i). imâlat, hazırlama; bonbon, şekerleme; (ecza). şeker veya bal ile hazırlanan preparat; konfeksiyon, hazır elbise.

confectionary, -ery

(i). şekerleme imalathanesi ; şekerleme.

confectioner

(i). şekerci. confectioner's sugar pudra şekeri.

confederacy

(i). çeşitli bağımsız devletlerin konfederasyon halinde bir araya gelmeleri, ittifak, birlik; kanunen yasak olan bir fiilin yapılması için çeşitli parti, grup veya kimselerin birlik olmaları. the Confederacy Amerikan iç harbi esnasmda Güney Eyaletlerinin meydana getirdikleri konfederasyon.

confederate

(s)., (i). müttefik, müttehit, birleşik; (i). suç ortağı. Confederate (s)., (i). Amerikan iç harbi sırasında Güney Eyaletlerinin federasyonuna bağlı olan (kimse).

confederate

(f). ittifak etmek, ittifak ettirmek, birleşmek, birleştirmek, (bak). federate confederated (s). birleşik, (bak). federated confederation (i). konfederasyon, birleşik devletler, (bak). federation.

confer

(f). (-red, -ring) bağışta bulunmak, ihsan etmek, vermek, tevcih etmek, tevdi etmek; danışmak, görüşmek, müzakere etmek. I conferred with him on the matter. Meseleyi onunla görüştüm.

conferee

(i). konferansa katılan kimse; şereflendirilen kimse.

conference

(i). görüş ve fikir teatisi için toplantı, konferans; kongre; müzakere; verme. in conference toplantıda, meşgul.

confess

(f). itiraf etmek; ikrar etmek; teyit etmek, doğrulamak teslim etmek; günah çıkartmak; şiir belli etmek. confesedly (z). itiraf kabilinden, teslim ederek.

confession

(i). itiraf, ikrar, doğrulama, teslim; günah çıkartma. confession of faith iman ikrarı. judicial confession mahkeme önünde yapılan itiraf.

confessional

(i)., (s). günah çıkartma hücresi; (s). itiraf veya günah çıkartma ile ilgili.

confessor

(i). günah çıkartan papaz; itiraf eden kimse.

confetti

(i). konfeti.

confidant

(i). sırdaş, dert ortağı.

confide

(f). mahrem olarak söylemek, sır vermek. confide in itimat etmek, emniyet etmek, güvenmek. confide to teslim etmek, emanet etmek, tevdi etmek; sır vermek.

confidence

(i). güven, emniyet, itimat; mahremiyet, gizlilik; sırdaşlık. confidence game dolandıncılık. confidence man dolandıncı. I have confidence in him. Ona itimadım var. Ona güvenirim. told in confidence mahrem olarak söylenmiş, sır olarak verilmiş.

confident

(s). emin, inanmış, kani; cüretli, atılgan. confidently (z). güvenle, tereddüt etmeden.

confidential

(s). mahrem, gizli; güvenilir. confidentially (z). güvenerek; Sır olarak.

confiding

(s). güvenen, şüphe etmeyen.

configuration

i şekil, suret, görünüş; gruplaşma; (astr). gezegenlerin birbirlerine oranla yerleri, yıldız kümesi.

confine

(f). kuşatmak; hapsetmek; evde veya yatakta tutmak; sınırlamak, toplamak, hasretmek. confined (s). sınırlanmış; loğusa halinde.

confinement

(i). kapanış, hapsedilme; hasta olup evde kalma; loğusalık.

confines

(i). sınırlar, hudutlar.

confirm

(f). teyit etmek, kuvvetlendirmek, sağlama bağlamak, tespit etmek, saptamak; geçerli bir hale koymak. confirmed bachelor müzmin bekâr.

confirmable

(s). teyit olunur, tasdik olunur.

confirmation

(i). tasdik, teyit, belgeleme, doğrulama; ispat; kilise üyesi olma merasimi.

confirmative, confirmatory

(s). tasdik anlamında teyit edici (söz, vesika, delil).

confiscate

(f). müsadere etmek; haczetmek; istimlâk etmek, kamulaştırmak. confisca'tion (i). müsadere, haciz. confis'catory (s) müsadere ve haciz kabilinden.

conflagration

(i). büyük yangın, yangın felâketi.

conflation

(i). bir metinde iki varyantın bir arada bulunması.

conflict

(i). anlaşmazlık, ihtilâf, fikir ayrılığl; çekişme, çarpışma, zıtlaşma; mücadele, uğraşma. conflict of interests menfaat çatışması. conflict of laws kanunş ihtilaf.

conflict

(f). çekişmek, ..,ile ihtilâfa düşmek; mücadele etmek; zıtlaşmak.

confluence

conflux (i). kavşak, iki akarsuyun birbirlerine karıştıklarl nokta; kalabalık, izdiham.

confluent

(s)., (i). birlikte akarak birleşen; (tıb). bir araya birikip karışmış, sık (çıbanlar); (i). birleşmiş akarsulann her biri. confluent smallpox (tıb). yaraları bitişikmiş gibi kabuk bağlayan çiçek hastalığı.

conform

(f). uydurmak; umuma tabi olmak; to veya with ile uymak: itaat etmek, boyun eğmek.

conformable

(s). uygun, yerinde, muvafık, benzer, mutabık; boyun eğen.

conformation

(i). şekil; parçaları bir araya getirme düzeni; uygun olma.

conformist

(i). geçerli olan fikirlere veya inançlara uyan kimse; toplum kurallarını çiğnemeyen kimse.

conformity

(i). uygunluk, benzeyiş; biteviyelik. in conformity with mucibince,... e uyarak.

confound

(f). ,şaşırtmak, zihnini karıştırmak; utandırmak, mahcup etmek karmakarışık bir hale sokmak; kahretmek. confounded (s). şaşırmış; (k).dili Allahın cezası. confusion worse confounded karmakarışık bir vaziyet.

confraternity

(i). kardeşlik cemiyeti.

confrere

(i). meslektaş; aynı kurumda çalışan kimse.

confront

(f). karşı durmak, göğus germek; karşılaştırmak, yüzleştirmek. He confronted me with the problem. Beni mesele ile karşı karşıya bıraktı. confronta'tion (i). yüzleştirme.

confucius

(i). Konfüçyüs.

confuse

(f). karıştırmak, karmakarışık etmek ; ayırt edememek; şaşırtmak, zihnini karıştırmak, yanıltmak; utandırmak, mahcupetmek. confusion (i). şaşkınlık, bozulma, karışıklık, düzensizlik; mahcubiyet.

confutation

(i). tekzip, çürütme (fikir, iddia).

confute

(f). tekzip etmek, yalanlamak, aksini ispat etmek, (bir iddiayı) çürütmek; (karşısındakini) susturmak.

conga

(i). Latin Amerika'dan gelmiş olan Kanga dansı ve bunun müziği.

conge

(i). ayrılma; ayrılma izni; yol verme; eski reverans; (mim). bir çeşit silme.

congeal

(f). dondurmak, donmak; pıhtılaştırmak, pıhtılaşmak.

congener

(i). aynı cins, sınıf veya familya üyesi.

congenial

(s). uygun; cana yakın, hoş.

congenital

(s). doğuştan olan, fıtri.

conger

(i)., conger eel mığrı, bir yılanbalığı, (zool). Conger conger.

congeries

(i)., topluluk ismi yığın, küme, top.

congest

(f). kalabalık etmek, doldurmak; tıkanmak.

congested

(s). tıkanık, şişkin; (tıb). kan veya su toplamış, nefes alıp vermede zorluk çeken; tıkanık (yollar).

congestion

(i). tıkanıklık, izdiham, kalabalık; (tıb). kan toplanması, kan hücumu.

congestive

(s). kan veya su toplanması ile ilgili.

conglobate

(f)., (s). küre şekline sokmak; (s). küre şeklinde.

conglomerate

(s)., (i). küme halinde toplanmış; (i). küme; (tic). holding; (jeol). yığışım, konglomera (taş cinsi).

conglomeration

(i). karışık birikinti, birbirinden ayrı unsurlardan meydana gelen yığın.

conglutinate

(f). yapıştırmak; (tıb). kaynaştırmak.

congo

(i). Kongo nehri. Congo Brazzaville (bak). Zaire. Congo Kinshasa Kongo Kinshasa Kongo'nun başkenti.

congo eel, congo snake

(zool). yılanbalığı şeklinde küçük ön ayakları olan bir çeşit semender.

congo red

(kim). asitlerde mavi alkalilerde kırmızı olan ve labaratuvarlada kullanılan bir boya.

congratulate

(f). tebrik etmek, kutlamak. congrat'ulatory (s). tebrik mahiyetinde. congratula'tion (i). kutlama. CongratulationsI Tebrikler I Tebrik ederim.

congregate

(f)., (s). toplamak birleştirmek, bir araya getirmek; birleşmek, bir araya gelmek; (s). toplantı ile ilgili, toplanmış.

congregation

(i). toplama, toplantı; cemaat; (Kat). dinsel örgüt. congregational (s). cemaate ait, idaresi cemaatin elinde olan. congregationalism (i). her cemaati bağımsız sayan kilise idare sistemi.

congress

(i). kongre, toplantı; meclis; (b.h). özellikle ABD'de Millet Meclisi. congres'sional (s). ABD Millet Meclisine ait. congressman (i). ABD Millet Meclisi üyesi, özellikle Temsilciler Meclisi üyesi.

congruence

(i). uyma, uygunluk, ahenk congruent (s)., with ile uygun, muvafık, ahenkli; benzer.

congruity

(i). uygunluk, uyum; (mat). benzeşim.

congruous

(s). uygun, munasip, yerinde; (mat). benzer.

conic

(s)., (mat). konik conic section konik kesit eğrisi, konik. conical (s). konik.

conifer

(i). (çam, fıstık gibi) kozalaklılar familyasından ağaç kozalaklı ağaç. Coni'ferae (i). kozalaklılar. conif'erous (s). kozalak veren, kozalaklı.

coniine

(i)., (kim). ağılı baldıran ruhu, çok zehirli bir alkaloit.

conjectural

(s). tahmini, varsayılı,farazi. conjecturally (z). farazi olarak, tahminen.

conjecture

(i)., (f). varsayı, tahmin, zan, farz; (f). tahmin etmek, zannetmek, farzetmek, tasavvur etmek.

conjoin

(f). birleştirmek, birleşmek, bitiştirmek, bitişmek, bağlamak; (bak). join.

conjoint

(s). birleşmiş, ortak. conjointly (z). birleşmiş olarak; (bak). joint, jointly.

conjugal

(s). evlilik ile ilgili, karıkocalığa ait. conjugal affection karı koca sevgisi. conjugal rights eşlerin birbirlerine karşı haiz oldukları haklar.

conjugate

(s)., (i). çift olan, birleşmiş birleşik; (mat)., (biyol). karşılıklı; birbirinin yerine geçebilen; (i). birleşik çiftin her biri.

conjugate

(f)., (gram). çekmek, tasrif etmek: (biyol). birleşmek

conjugation

(i)., (gram). fiil çekimi, tasrif; (biyol). birleşme.

conjunct

(s). birleşmiş, bitişik, ortak, müşterek.

conjunction

(i). birleşme; aynı zamanda vaki olma, rastlantı, tesadüf; (gram). bağlaç; (astr). konjonksiyon. in conjunction with ile bir arada, birlikte.

conjunctiva

(i)., (anat). konjonktiv, göz küresini göz kapaklarıyla birleştiren ince zar.

conjunctive

(s)., (i). bitiştiren, birleştiren; birleşik; (i)., (gram). bağlaç, atıf edatı.

conjunctivitis

(i)., (tıb). konjonktivit, konjonktiv iltihabı.

conjuncture

(i). çeşitli olay veya işlerin bir araya gelmesi; kritik durum, buhran, kriz.

conjuration

(i). büyü, sihir, sihirbazlık; ruh çağırma.

conjure

(f). büyü yoluyla (ruh veya cin) çağırmak. conjure up büyü kuvvetiyle meydana koymak ; zihinde bir fikir veya hayal uyandırmak; bir yolunu bulmak. conjuror, -er i sihirbaz, büyücü, hokkabaz.

conjure

(f). yalvarmak, rica etmek. conjuror, -er (i). rica eden kimse; ortak bir ant ile bağlı olan kimse.

conk

(i)., (f)., argo kafa; burun; (f). başına vurmak. conk out (k).dili birden stop etmek; argo aniden çökmek.

connate

(s). doğuştan olan, fıtri; aynı asıldan, bir soydan gelen, aynı tabiatta olan; (biyol). bitişik.

connatural

(s). doğuştan, fitri, tabii; (bak). natural.

connect

(f). bağlamak, raptetmek, bitiştirmek, birleştirmek; aralarında ilgi kurmak; birleşmek, bağlı olmak, bağlanmak; (A.B.D).,'(k).dili topa vurmak;(A.B.D)., (k).dili başarmak. connecting link halka; (iki şey arasındaki) bağlantı, ilgi. connecting rod piston kolu.

connection, connexion

(i). bağlantı, irtibat, ilgi, alâka, ilişki, münasebet; çevre, muhit; bağ, rabıta; akrabalık, hısımlık, dostluk; siyasi veya dini çevre; cinsel ilişki; argo uyuşturucu madde tedarik eden kimse. connection by marriage hısımlık, dünürIük. business connections iş veya ticaret münasebetleri. close connections sıkı ilişkiler; yolculukta bir taşıttan inip hemen diğerine yapılan aktarma. cut the connection bağlantıyı kesmek, irtibatı kesmek. family connections akrabalar in this connection bu münasebetle, bu hususta.

connective

(s). rapteden, bağlayan. connective tissue (anat). bağ doku.

connexion

(bak). connection.

conning tower

harp gemilerinde kumanda kulesi.

conniption

(i)., (k).dili isteri nöbeti.

connivance

(i). göz yumma; suç ortaklığı.

connive

(f)., at veya in ile suç işlenmesine göz yummak, görmezlikten gelmek; gizlice anlaşmak, suç ortağı olmak. We connived together in the plot. Komployu beraber hazırladık.

connivent

(s)., (biyol). birbirine yaklaşmış, yaklaşan.

connoisseur

(i). ehil, erbap, bir işten anlayan kimse, mütehassıs, uzman.

connote

(f). akla getirmek, anlamına gelmek, demeye gelmek, göstermek, ifade etmek. connotation (i). bir şeyin sözlük anlamının yanı sıra akla getirdiği kavram, çağrışım. connotative (s). çağrışım meydana getiren.

connubial

(s). evlilikle ilgili, karıkocalığa ait.

conoid

(s)., (i). konik (şekil).

conquer

(f). fethetmek, zaptetmek; galip gelmek, zafer kazanmak, yenmek. conqueror (i). fatih.

conquest

(i). fetih, zapt; zafer; kazanılmış şey veya kimse.

conquistador

(i)., (isp). 16. yüzyılda Meksiko veya Peru fatihlerinden herhangi biri.

consanguineous

(s). aynı soydan, aynı kandan, akraba.

consanguinity

(i). kan akrabalığı,aynı soydan gelme.

conscience

(i). vicdan; vicdanlılık. conscience clause vicdana riayet etmek şartıyla manasında bir ant veya kanuna ilâve edilen cümle. conscience money vicdanı rahatlatmak için verilen para. conscience-smitten (s). vicdanı azap içinde olan. clear conscience vicdan rahatlığı. guilty conscience vicdan azabı. in all conscience vicdanen ; mutlaka. on one's conscience vicdanını rahatsız eden.

conscientious

(s). vicdanlı,vicdan sahibi, dürüst, insaflı; dikkatli; çalışkan. conscientious objector (kıs CO) vicdani ve dini inançlarına aykırı olduğunu ileri sürerek askerlik hizmetini ifa etmeyi reddeden kimse. conscientiously (z). vicdani olarak; dikkatle.

conscionable

(s). vicdana uygun, dürüst, âdil.

conscious

(s). bilinçli, şuurlu, vukuflu, müdrik, farkında olan; uyanık. self-conscious (s). mahcup, sıkılgan. consciously (z). bile bile, bilinçle, şuurla.

consciousness

(i). bilinç, şuur; idrak, anlayış, akıl, his, vukuf. stream-of -consciousness (edeb). bilinçaltı akımı.

conscript

(f). kur'a neferi kaydetmek, askere çağırmak.

conscript

(s)., (i). askere alınmış; (i). askere alınmış nefer, kur'a neferi.

conscription

(i). askere çağırma; mecburi askerlik.

consecrate

(f). takdis etmek; tanrıya adamak , vakfetmek, hasretmek, tahsis etmek.

consecration

(i). takdis ve tahsis merasimi; kendini adama, vakfetme, takdis, tahsis, ithaf.

consecution

(i). birbirini takip etme, peşpeşe olma; dizi.

consecutive

(s). birbirini takip eden, ardıl; (mat). ardışık.

consensual

(s)., (huk). tarafların rızasıyla gayri resmi surette akdedilmiş (mukavele); (biyol). bilinçli hareketlerin uyardığı içgüdüsel ve tepkisel hareketleri belirten; (psik). his veya şuurla beraber giden gayri ihtiyari (hareket).

consensus

(i). fikir veya oy birliği, umumun fikri; (biyol). uzuvların ahenkle işlemesi.

consent

(f). muvafakat etmek, razı olmak, kabul etmek.

consent

(i). rıza, muvafakat, uygun bulma; ittifak, oy birliği. by common consent umumun rızasl ile. Silence gives consent. Sükut ikrardan gelir. with one consent hep birden.

consentaneous

(s). aynı fikirde, mutabık.

consentient

(s). razı, muvafık birbirine uygun.

consequence

(i). sonuç, netice, akibet; eser, semere; ehemmiyet, önem. in consequence of neticesinde, sebebiyle. of no consequence önemsiz. take the consequences cezasını çekmek.

consequent

(s). (i). neticesi olan; bağlı, tabi; takip eden; (jeol). toprağın asıl meyline göre akan; (i)., (man). istidlâl, netice, istintaç; (mat). bir oranın ikinci rakamı.

consequential

(s). önemli ehemmiyetli, kibirli, azametli; neticesinde meydana gelen , -den çıkan. consequentially (z). netice itibariyle.

consequently

(z). netice olarak, binaenaleyh, bu sebeple.

conservancy

(i). koruma; (ing). doğal kaynakları koruma teşkilâtı.

conservation

(i). koruma, muhafaza, himaye, koruyuculuk; doğal kaynakları koruma (orman, toprak,, yabani hayvanlar). conservation of energy (fiz). kudretin baki kalması. conservation of matter (fiz). maddenin baki kalması. conservationist (i). doğal kaynakları koruma taraflısı kimse.

conservative

(s)., (i). tutucu, muhafazakâr; ıIımlı, mutedil; (i). tutucu kimse; koruyucu madde. Conservative (i). (ingilterede) Muhafazakar Parti üyesi.

conservatoire,conservatory

(i). konservatuvar, müzik ve tiyatro okulu.

conservatory

(i). Iimonluk.

conserve

(i). reçel, konserve.

conserve

(f). korumak, muhafaza etmek; şeker ile muhafaza etmek, konserve yapmak.

consider

(f). düşünmek; göz önünde tutmak; üzerinde düşünmek; mütalaa etmek, dikkate almak; saymak, hürmet etmek; merhamet etmek ; farz etmek. all things considered enine boyuna düşünülürse. not worth considering kale alınmaz, lafını etmeye değmez.

considerable

(s)., (i). önemli, hatırı sayılır ; büyük, hayli, fazla, (i)., ABD, (k).dili fazla miktar. considerably (z). epeyce, oldukça.

considerate

(s). düşünceli, saygılı, hürmetkar; nazik.

consideration

(i). saygı, düşünce; gözönüne alma; karşılık, bedel; önem, ehemmiyet; itibar, saygınlık; (huk). borsada verilen pey akçesi. for a consideration para mukabilinde. in consideration of sebebiyle, itibariyle, hasebiyle; karşılığında. take into consideration göz önünde bulundurmak, hesaba katmak, düşünmek. under consideration gözden geçirilmekte, tetkik edilmekte.

considering

edat hasebiyle, göre, nazaran, göz önünde tutulursa.

consign

(f). göndermek, tahsis etmek, vermek, teslim etmek, tevdi etmek, emanet etmek. consignee (i). kendisine mal gönderilen kimse. consignment (i). mal gönderme, sevkiyat; gönderilen mal. on consignment konsiye olarak.

consist

(f)., of ile ibaret olmak, -den meydana gelmek, mürekkep olmak; in ile içine almak, havi olmak.

consistency

(i). bağlılık tutarlık, uyum, ahenk; yoğunluk, kesafet, kıvam, koyuluk.

consistent

(s). birbirine uygun, aralarında mutabakat olan, birbirini tutan, insicamlı,tutarlı. consistently (z). devamlı olarak, mütemadiyen.

consistory

(i). kilise idare heyeti; Papanın başkanlığındaki kardinaller kurulu.

consociate

(f). ortak olmak.

consociate

(s)., (i). ortak, müşterek, beraber çalışan; (i). arkadaş, ortak, refik. consocia'tion (i). beraber çalışma.

consolable

(s). tesellisi mümkün.

consolation

(i). teselli, avunç; teselli vesilesi veya sebebi. consolation prize teselli mükâfatı.

consolatory

(s). teselli edici.

console

(f). teselli etmek, avundurmak. be consoled avunmak.

console

(i). konsol; radyo kasası; (mim). balkonlann altına konulan süslü destek, dirsek; (müz). orgun tuşlarını havi kısım. console mirror konsol aynası. console table konsol.

consolidate

(f). birleştirmek, birleşmek; pekiştirmek, pekişmek, takviye etmek, saglamlaştırmak; (tic). konsolide etmek. consolidated debts (tic). konsolide borçlar, vadesi uzatılmış borçlar. consolidated school (A.B.D). ve Kanada'da birkaç mahallenin çocuklarının gittiği okul.

consolidation

(i). birlik, birleşme, birleştirme, sağlamlaştırma, takviye; borçları birleştirme.

consols

(i)., (ing). devlet tahvilâtı.

consomme

(i)., (Fr). konsome, et suyu.

consonance

(i). uygunluk, uyum, ahenk, mutabakat; (müz). ses uygunluğu; (fiz). titreşim uygunluğu.

consonant

(i)., (s). konson, sessiz harf; (s)., to veya with ile uygun; aynı seslere sahip olan, ahenkli.

consort

(i). arkadaş; eş, karı, koca; (den). yoldaş gemi; eski birleşme, ahenkli olma. prince consort hükümdarlık eden kraliçenin kocası. queen consort kralın karısı.

consort

(f)., with ile arkadaşlık etmek; uymak muvafakat etmek; birleşmek, arkadaş olmak.

consortium

(i). konsorsiyum; (huk). erkek veya kadının evlilikteki hakları.

conspectus

(i). taslak, umumi plan; özet, hulâsa.

conspicuous

(s). göze çarpan, aşikâr, bariz, dikkati çeken.

conspiracy

(i). fesat maksadı ile yapılan gizli anlaşma, suikast; (huk). fesat tertibi.

conspirator

(i). suikastçı.

conspire

(f). fesat maksadı ile gizli ittifak yapmak, suikast hazırlamak; elbirliği ile çalışmak; anlaşmak.

constable

(i)., (ing). kraliyet surlarının muhafızı veya valisi; polis; jandarma. Chief Constable (ing). bir vilâyetin polis müdürü. special constable geçici polis memuru.

constabulary

(s)., (i). polise ait; (i). polis teşkilâtı, zabıta kuvveti; jandarma.

constancy

(i). sadakat; değişmezlik, sabitlik.

constant

(s)., (i). değişmez; sürekli, devamlı, sabit, daimi; sadık; (i). sabit olan şey; (mat). konstant, sabite. constantly (z). daima, hiç durmadan, biteviye.

constantinople

(i). istanbulun eski ismi, Bizans, Kostantinya, Dar-i Saâdet, Asitane..

constantsa, constanta

(i). Köstence.

constellation

(i)., (astr). takımyıldız, burç.

consternation

(i). şaşkınlık, hayret, korku, dehşet.

constipate

(f)., (tıb). kabzetmek, inkıbaz vermek, sıkmak. constipa'tion (i). inkıbaz, peklik.

constituency

(i). bir seçim bölgesindeki seçmenler; seçime iştirak edenler; seçimle ilgili olanlar; seçim bölgesi.

constituent

(s)., (i). bileşiği meydana getiren; seçme hakkı olan: anayasayı değiştirme yetkisi olan;(i). seçmen; öğe, unsur.

constitute

(f). teşkil etmek; meydana getirmek , kurmak, tesis etmek, terkip etmek; tayin etmek, atamak.

constitution

(i). anayasa; tüzük, nizamname; beden yapısı, bünye; huy, yaradılış, tıynet; yapı; bileşim, terkip.

constitutional

(s)., (i). anayasa ile ilgili, anayasaya uygun; sıhhi; bünyevi, yapısal; (i). sağlık için yapılan jimnastik veya yürüyüş. constitutionally (z). anayasaya göre; mizaç itibariyle. constitutional'ity (i). anayasaya uygunluk. constitutionalism (i). meşrutiyet taraftarlığı; meşrutiyet.

constitutive

(s). kuran, teşkil eden, esas; anayasayı veya nizamnameyi hazırlamaya yetkili.

constrain

(f). zorlamak, mecbur etmek, mecbur tutmak, zorla yaptırmak; bağlamak, sınırlamak, tahdit etmek; menetmek; zaptetmek. constrained (s). zorlanmış; yapmacık, suni.

constraint

(i). sınırlama, tahdit; sıkıntı.

constrict

(f). sıkmak, sıkıştırmak, büzmek, daraltmak. constriction (i). sıkma, büzme; boğaz, dar geçit. constrictive (s). sıkıcı, büzücü. constrictor (i)., (anat). sıkıcı adale; (zool). avını sıkarak öldüren yılan. boa constrictor boa yılanı.

construct

(f). yapmak, bina etmek, kurmak, tertip etmek; geometrik olarak çizrnek, resmetmek.

construct

(i). yapılan şey, bina edilen şey; (psik). daha basit izlenimlerden oluşan karmaşık bir eğilim.

construction

(i). inşaat, yapı; inşa tarzı; yorumlama, tefsir; (gram). yapı, inşa, tertip; geometrik şeklin çizilişi, çizim. construction drawing proje çizimi. bear a construction belli bir anlam taşımak.

constructionist

(i). kanun tefsircisi.

constructive

(s). yapıcı, müspet, olumlu; yapısal; (huk). kanunen var sayılan.

constructor, -ter

(i). inşaat müteahhidi, inşaatçı; yapan kimse.

construe

(f). mana vermek, yorumlamak, tefsir etmek, anlamak; gramer kurallarınagöre cümle kurmak; cümleyi tahlil etmek.

consubstantial

(s). özleri bir olan, aynı tabiattan. consubstantial'ity (i). cevher birliği.

consubstantiate

(f). aynı cevherle birleştirmek; aynı esasa dayandığını farz etmek.

consuetude

(i). örf, adet, alışkanlık, itiyat. consuetu'dinary (s). mutat, alışılagelen.

consul

(i). konsolos; (eski Roma'da) konsül. consul general başkonsolos. vice consul konsolos muavini. consular (s). konsolosa ait ; konsüle ait. consular agent fahri konsolos. consulate (i). konsolosluk, konsoloshane.

consult

(f). danışmak, baş vurmak, müracaat etmek, sormak; göz önünde tutmak, hesaba katmak; istişare etmek. consultant (i). müşavir, danışman, rehber.

consultation

(i). danışma, müzakere, istişare; konsültasyon. consul'tative (s). istişari; müşavirlikle ilgili.

consulting

(s)., (i). müşavirlik eden, danışman olan; (i). danışma. consulting room muayene odası.

consumable

(s). tüketilir, istihlâk edilir, yanması mümkün; sarfolunur, kullanılır.

consume

(f). tüketmek, istihlâk etmek; yakıp yok etmek, çürütmek, bitirmek; israf etmek, ziyan etmek; sarfetmek; yemek, yutmak; tükenmek, istihlâk edilmek, yanmak, uçmak; ziyan edilmek, israf edilmek. consumed with jealousy kıskançlıktan deliye dönmüş.

consumedly

(z). çok fazla, yanarcasına.

consumer

(i). tüketici, müstehlik; sarfeden kimse. consumer goods tüketim maddeleri. consumers' cooperative tüketim kooperatifi.

consummate

(s). tam, mükemmel. consummately (z). mükemmelen.

consummate

(f). tamamlamak, ikmal etmek. consummate a marriage nikâhtan sonra cinsel temas yolu ile izdivacı tamamlamak. consumma-tion (i). ikmal, itmam, yerine getirme; iyi sonuç.

consumption

(i). tüketim, istihlak; yok etme; (tıb). verem.

consumptive

(s)., (i). tüketilecek; (tıb)., eski vereme tutulmuş; (i). veremli kimse.

cont

(kıs). contents, continent, continue.

contact

(i). temas, değme, değiş, sürtünme, dokunma; ilişki, münasebet; görüşme; (elek). bağlantı; (tıb). bulaşıcı hastalık nakledebilen kimse, portör. contact flight (hav). görerek uçuş. contact lens kontakt mercek. contact print foto. negatif ebadırda basllan resim. in contact with ile temas halinde.

contact

(f). temas etmek, dokunmak; (k).dili ile konuşmak.

contagion

(i)., (tıb). sirayet, bulaşma, geçme; bulaşıcı hastalık; kötü tesir.

contagious

(s)., (tıb). bulaşıcı, bulaşkan, sâri; mikroplu, zehirli; yayılan. contagious laughter herkesi coşturan gülme.

contain

(f). kapsamak, içine almak, ihtiva etmek, havi olmak, şamil olmak; sınırlamak, tahdit etmek; kontrol altma almak. container (i). (sandık, varil, şişe gibi) kap; yük gemisine yükletilecek iri sandık veya mavna. container ship yükü iri sandıklarda veya portatif mavnalar içinde taşıyan gemi.

contaminate

(f). bulaştırmak; geçirmek (hastalık, mikrop, pislik); lekelemek, kirletmek. contamina tion (i). bulaştırma; pislik.

contemn

(f). hor görmek, küçük görmek, adam yerine koymamak.

contemplate

(f). düşünmek, düşünüp taşınmak; niyetinde olmak, tasarlamak; seyretmek.

contemplation

(i). tefekkür, düşünme; tasarlama; dalgınlık. in contem plation of düşüncesiyle,...ihtimalini göz önünde tutarak.

contemplative

(s). dalgın, düşünceye dalmış.

contemporaneous

(s). çadaş, muasır; aynı zamanda vaki olan.

contemporary

(s). çağdaş, muasır; aynı yaşta olan; günümüze ait. contemporary with ile çağdaş.

contempt

(i). küçük görme, hor görme, yukandan bakma; hürmetsizlik; zillet, ayıp; (huk). bilerek kurallara karşı gelme. contempt of court (huk). mahkemeye itaatsizlik. beneath contempt hor görmeye bile değmez. Familiarity breeds contempt. Fazla samimiyet hürmetsizlik doğurur. hold in contempt hakir görmek, hor görmek.

contemptible

(s). aşağıllk, alçak, rezil.

contemptuous

(s). hakir gören, hor gören, kibirli.

contend

(f). çarpışmak, çekişmek, uğraşmak, mücadele etmek; iddia etmek, ileri sürmek, münakaşa etmek.

content

(i). muhteva, içerik, esas, öz, gerçek anlam; (çoğ). içindekiler, muhteviyat; hacim, istiap. cubic contents kübik hacim.

content

(s)., (i). hoşnut, memnun, razı; (i). memnuniyet, rahatlık, rıza, hoşnutluk, tatmin; (ing). Lordlar Kamarasında olumlu rey.

content

(f). memnun etmek, hoşnut etmek, tatmin etmek. contented (s). halinden memnun, rahat, tatmin olunmuş.

contention

(i). kavga, çekişme, mücadele, münakaşa; rekabet.

contentious

(s). kavgacı, daima çekişen; ihtilâflı, çekişmeli; (huk). davaya ait.

contentment

(i). memnuniyet, kanaat, rahatllk, gönül hoşluğu.

conterminous

(bak). coterminous.

contest

(f). karşı koymak, muhalefet etmek, itiraz etmek. contest with, contest against (bir kimse ile) mücadele etmek, çekişmek. contestable (s). münakaşa edilebilir,itiraz kaldırır. contested election yeterinden fazla aday bulunan seçim; (A.B.D). itiraz edilen seçim.

contest

(i). müsabaka; mücadele, çekişme; tartışma, münakaşa; iddia, bahse tutuşma.

contestant

(i). yarışmacı; bir seçimin sonucuna itiraz eden kimse.

context

(i). sözün gelişi, bir söz veya davranışa anlam kazandıran içinde vuku bulduğu şartlar; şartlar ve çevre. contex,tual (s). sözün gelişine ait.

contexture

(i). yapı, içyapı, bünye; düzen, tertip.

contiguity

(i). hemhudutluk; yekpare bir saha veya kütle.

contiguous

(s). bitişik, hemhudut.

continence

(i). itidal, ılımlılık, öIçüIüIük, kendini tutma.

continent

(i). kıta, anakara. the Continent Avrupa kıtası (ingiltere hariç) the dark Continent Afrika.

continent

(s). ıIımlı, mutedil; ölçülü, kendine hâkim; iffetli.

continental

(s). kıtasal; (b.h). Avrupa kıtasına ait; (b.h)., (s)., (i). (Amerikan istiklâl Harbinde) ihtilâlcilere ait (asker, meclis, değersiz para). continental climate kara iklimi. Continental Congress (A.B.D). 1774 ile 1781 yılları arasmdaki Amerikan milli meclisine verilen isim. continental divide bir kıtayı taksim eden su bölümü hattı. continental drift kıtaların yavaş yavaş kayıp yerlerini değiştirmesi. continental shelf kıtanın deniz suları altında kalan kısmı. not worth a continental beş para etmez.

contingence

(i). bitişme, temas, değme.

contingency

(i). ihtimal; beklenmedik olay. contingency fund bir bütçede beklenmedik ihtiyaçlara karşı ayrılan para.

contingent

(i). ihtimal; olay, rastlantı; grup, asker grubu.

contingent

(s). henüz belli olmayan sebeplere dayanan, şarta bağlı. contingent on dayanarak, bağlı; (huk). vuku bulup bulmayacagı şüpheli olan vakaya tabi.

continual

(s). sürekli, ardı arkası kesilmez, daimi, mütemadi; sık sık. continually (z). mütemadiyen.

continuance

(i). devam, süreklilik; (huk). talik, erteleme.

continuant

(i)., (dilb). (f, v, s, r gibi) uzatılabilen ünsüz.

continuation

(i). devam, devam etme, sürme; uzatma, temdit.

continue

(f). devam etmek, sürmek; dayanmak; kalmak; üstünde durmak, ısrar etmek; uzatmak, temdit etmek; (huk). tehir etmek.

continuity

(i). devamlıIık, süreklilik, ardı arkası kesilmeyiş; program metni; detaylı senaryo.

continuous

(s). devamlı, sürekli, fasılasız. continuously (z). mütemadiyen.

continuum

(i). değişmez ve arası kesilmez şey, bölünmemiş şey; (mat). sürekli dizi.

contort

(f). burmak, bükmek, eğmek, çarpıtmak. contorted (s). buruşuk, bükük. contortion (i). burulma, bükülme, eğilme. contortionist (i). vücudunu türlü şekillere sokan akrobat.

contour

(i)., (f). dış hatlar, çevre, şekil; (haritada) tesviye hattı, yatay sınır, düzey çizgisi; (f). şeklini meydana getirmek; düzenini takip etmek. contour line eşyükselti çizgisi. contour map düzey haritası.

contra

önek karşı, zıt, aksi.

contraband

(s)., (i). ithal veya ihracı yasaklanmış; (i). kaçak mal. contraband of war tarafsız bir ülkenin, harpte taraflardan birine sattığı kaçak harp malzemesi.

contrabass

(i)., (müz). kontrbas.

contraception

(i). gebelikten korunma. contraceptive (s)., (i). gebeliği önleyici (hap veya alet).

contract

(i). anlaşma, mukavele, akit, kontrat; anlaşma metni, mukavelename; briç karar verilen oyun. on contract mukaveleli, anlaşmalı, mukavele ile. contract bridge briç oyunu.

contract

(f). kasmak, kasılmak, daraltmak, kısaltmak, büzmek; buruşturmak,çatmak (kaş); yakalanmak, almak, duçar olmak (hastalık); anlaşma veya mukavele yapmak; ilişki kurmak.

contracted

(s). kasılmış, çekilmiş, büzülmüş, kısalmış; pazarlığı edilmiş.

contractile

(s). kasılabilir, büzülür, kısalır.

contraction

(i). çekilme, büzülme, kısalma; doğum esnasında rahim adalelerinin gerilmesi; (gram). bir veya birkaç harfin atılması ile yapllan kısaltma; bu şekilde kısaltılmış kelime.

contractive

(s). kasılabilir, büzüIür, kısalır; çeker, büzer.

contractor

(i). müteahhit, mukavele yapan kimse; kasan şey, kısaltan şey daraltan şey büzen şey, çeken şey.

contractual

(s). mukaveleden doğan; mukavele kabilinden, mukaveleye ait, anlaşmaya dair.

contradict

(f). yalanlamak, tekzip etmek, aksini iddia etmek; karşı olmak, tezat teşkil etmek.

contradiction

(i). aykırılık, çelişme; yalanlama. a contradiction in terms sözlerde çelişme.

contradictory

(s). inkâr ve tekzip manasında; aykırı.

contradistinction

(i). fark, zıt oluş, aksi. in contradistinction to -in aksine olarak.

contradistinguish

(f). zıddı ile tefrik etmek, ayırmak.

contrail

(i). jet uçaklannın bazan yüksek irtifada uçarken arkalarında bıraktıkları beyaz çizgi.

contraindicate

(f)., (tıb). hastalığın mutat tedavisini tatbik etmenin münasip olmadığına delalet etmek. contraindica'tioni , (tıb). kontraendikasyon.

contralto

(i)., (s). kontralto; (s). kontralto ile ilgili veya ona ait.

contraposition

(i). karşı koyma; zıtlık.

contraption

(i)., (k).dili belirli bir iş için kurulan mekanizma, tertibat; şey.

contrapuntal

(s)., (müz). kontrpuana ait , iki veya daha çok sayıda melodinin bir arada çalınmasından meydana gelen; )bak). counterpoint.

contrariety

(i). aksilik, zıtlık, tezat.

contrariwise

(z). bilakis, aksine; ters istikamete.

contrary

(s)., (i)., (z). ters, karşı, muhalif, aksi, zlt, aykırı; nahoş; aksi istikamette olan; (man). mütenake; (i). aksi ters; (z). aksine. contrary child inatçı çocuk. evidence to the contrary aksini ispat. on the contrary aksine, bilakis. to the contrary.. rağmen. contrarily (z). aksine, bilâkis. contrariness (i). inatçılık.

contrast

(f). aradaki farkı göstermek üzere karşılaştırmak, mukabele etmek, birbirinin zıddı olmak, tezat teşkil etmek, tezat göstermek, benzememek.

contrast

(i). tezat, zıtlık, fark ayrılık; tefrik; (fotoğrafta) açık ve koyu kısımlar arasındaki fark. contrasty (s)., (foto). açık ve koyu kısımlar arasında tezat olan.

contravallation

(i),, (ask). kuşatan ordu tarafından kazılan hendekler hattı.

contravene

(f). karşı gelmek, muhalefet etmek; itiraz etmek; bozmak, ihlâl etmek.

contravention

(i). kanuna ve nizama karşı koyma ihlâl; mâni olma. in contravention of hilâfında, ragmen.

contredanse

(i). halk oyunu.

contretemps

(i). gaf, pot; insanı mahcup eden veya zor duruma düşüren bir olay.

contribute

(f). bağışlamak, teberru etmek, iane vermek; katkıda bulunmak. contribute to yardım etmek, iştirak etmek; (gazeteye) yazı vermek. contributor (i). veren kimse, yardım eden kimse, katkıda bulunan kimse; dergi veya gazeteye yazı yazan kimse.

contribution

(i). yardım, bağış, muavenet, iane; makale, yazı; (tic). vergi, mükellefiyet; aidat, prim; müştereken mesul olanlardan birinin hissesini vermesi hali.

contributory

(s). yardımcı, iştirakçı; to ile dolaylı olarak sebep olan, katkıda bulunan. contributory negligence (huk). bir kaza vukuunda kazazedenin kısmen suçlu olması.

contrite

(s). pişman, nadim, tövbekâr. contrition (i). pişmanlık, nedamet.

contrivance

(i). tertip, tertibat, icat; mekanizma; gizli plan, entrika.

contrive

(f). kurmak, tertip etmek, düşünmek, icat etmek, yolunu bulmak, bir yol aramak. contrive to do uydurmak, becermek, başarmak. contrived (s). yapmacık, suni.

control

(i). idare; idare etme, hâkim olma , hâkimiyet, egemenlik; spiritualizmde medyumu hareket ettiren ruh; istenilmeyen bir şeyin etkisini azaltacak program ve tedbir; (çoğ). kumanda cihazları, kontrol kolları ve düğmeleri. control group deney yapılan grupla karşılaştırmak üzere normal halde bırakılan grup. control tower (havaalanında) kumanda kulesi. birth control doğum kontrolu. flood control sel felâketine karşı tedbir.

control

(f). (-led, -ling) idare etmek, hâkim olmak. controllable (s). idare edilebilir.

controller

(i). idare eden kimse veya alet, regülatör; muhasebeci, murakıp, kontrolör bütçeye göre ödeme musaadesi vermeye yetkili şahıs.

controversial

(s). ihtilâflı, çekişmeli; münakaşa edilebilir.

controversy

(i). tartışma, münakaşa, munazara, ihtilâf, çekişme, mücadele.

controvert

(f). tekzip etmek, yalanlamak; itiraz etmek; aksini ispat etmek.

contumacious

(s). inatçı, asi, itaatsiz.

contumacy

(i). hor görürcesine itaatsizlik; serkeşlik; inat, inatçılık.

contumely

(i). hakaret, tahkir, küfür.

contuse

(f). berelemek, ezmek. contusion (i). ezik, bere, çürük.

conundrum

(i). cevabı kelime oyununa dayanan bir çeşit bilmece.

conurbation

(i). şehirlerin genişleyip birleşmesi.

convalesce

(f). nekahet devresinde olmak, iyileşmek. convalescence (i). nekahet. convalescent (s)., (i). nekahet devresi ile ilgili; (i). nekahet halindeki kimse.

convection

(i)., (fiz). bir gaz veya sıvının ısınarak hafifleyip yükselmesi ve başka bir yerde soğuyup ağırlaşarak aşağı inmesi.

convenance

(i). geleneğe uygunluk, yakışıklık; (çoğ). terbiye icabı olan şeyler, adap.

convene

(f). toplamak; (huk). mahkemeye celbetmek ; toplanmak, bir araya gelmek.

convener

(i). grupu toplantıya çağırıp oturumu açan kimse.

convenience

(i). uygunluk, rahatIık, kolaylık, münasip oluş, elverişli oluş; (çoğ). konfor. at your convenience size uygun gelen bir zamanda, mümkün olduğu kadar yakın bir zamanda.

convenient

(s). uygun, elverişli, münasip, müsait, rahat, kullanışlı; kolay ele geçer, kullanılmaya hazır.

convent

(i). rahibelerin bulunduğu manastır.

conventicle

(i)., (ing). (tar). gizli dini toplantı.

convention

(i). kongre, toplantı; mukavele, anlaşma; kabul edilen düzen; âdet, gelenek; (fels). ulaşım. conventioneer (i). delege.

conventional

(s). âdetlere uygun, göreneksel, geleneksel; beylik, basmakalıp; (güz. san). konvansiyonel. conventional warfare nükleer silah kullanılmayan harp. conventional usage kabul edilen düzen. conventionalism (i). âdetlere bağlılık. conventionalize (f). konvansiyonel hale getirmek. conventionality (i). toplumsal âdetlere bağIılık resmiyet, toplumsal kurallara uyan söz veya davranış.

conventual

(s)., (i). rahibe manastırına ait; (i). manastıra bağlı rahip veya rahibe.

converge

(f). bir noktada birleşmeye yüz tutmak; (geom). birbirine yaklaşmak (doğrular); (mat). yakınsak olmak; birbirine yaklaştırmak. convergence (i). birbirine yaklaşma; (fiz)., (geom). doğruların birbirine yakın gelmesi. convergent (s). birbirine yaklaşan.

conversable

(s). hakkında konuşulabilir; sohbeti tatlı.

conversant

(s)., with (ile). aşina olan, erbap, yakından bilen, iyi bilen.

conversation

(i). konuşma, sohbet, muhavere mükâleme. conversation piece dikkati çeken ve kendisinden bahsettiren herhangi bir şey. criminal conversation (huk). zina.

conversational

(s). konuşmaya ait , konuşmaya hazır, konuşabilir, konuşkan. conversationalist (i). iyi konuşan kimse, sözü sohbeti yerinde kimse.

converse

(f)., (gen). with (ile). konuşmak, sohbet etmek.

converse

(s)., (i). zıt, aksi, ters; karşıt; (i)., (man). karşıt olan şey; nakzedici önerme converse'ly (z). aksine olarak,tam tersine.

conversion

(i). dönme, değişme, tebdil, değiştirme; ilah din değiştirme; ihtida; (huk). başkasının malını zapt etme; (man). önermelerin aksi; (mat). tahvil, hal.

conversion table

(mat). eş değerleri gösteren cetvel.

convert

(i). din veya inanç değiştiren kimse , dönme, ihtida eden kimse.

convert

(f). değiştirmek, tebdil etmek, döndürmek, çevirmek; (tahvil) hisse senetlerine çevirmek ; (öIçü veya miktarı) başka bir sisteme göre göstermek; tahvil etmek; (huk). başkasının malını zapt etmek.

converter

(i). değiştiren şey veya kimse; çelik imalâtında Bessemer usulünde kullanılan kap; (elek). cereyanı değiştiren alet, çevirgeç.

convertible

(i)., (s). değiştirilebilen herhangi bir şey; üstü açılıp kapanabilen spor araba; (s). değiştirilebilir, tahvili mümkün. convertible bonds tahviii kabil bonolar. convertible money madeni paraya çevrilebilen kâğıt para.

convex

(s)., (i). dışbükey, konveks, tümsekli; i yüzeyi dışbükey olan cisim. convex'ity (i). dışbükeylik.

convey

(f). nakletmek, götürmek, taşımak; geçirmek; ifade etmek; (huk). başkasına terketmek, devretmek. conveyable (s). nakledilebilir; devredilebilir.

conveyance

(i). nakletme; araba; (huk). terk, feragatname, temlik.

conveyer, conveyor

(i). nakledici şey veya kimse. conveyor belt taşıyıcı kayış.

convict

(i). mahkum kimse.

convict

(f). mahkum etmek; suçlu bulmak.

conviction

(i). kanaat, inanç; katiyet; ikna; mahkumiyet. carry conviction doğruluğunu belli etmek.

convince

(f). ikna etmek, inandırmak. convinced (s). emin, kani convincing (s). inandırıcı.

convivial

(s). şen, keyifli; şenlik ve ziyafete ait convivial'ity (i). şenlik ve ziyafet, eğlence.

convocation

(i). toplantı, meclis; toplantıya davet; kilise temsiicileri meclisi.

convoke

(f). toplantıya davet etmek, çağrıda bulunmak.

convolute

(s). sarılmış, bukulmuş, dürülmuş, helezoni, helisel; karışık, zor anlaşılır.

convolution.

(i). büklüm,sarılış,dürülüş.

convolvulus

(i)., (bot). kahkahaçiçeği; sarmaşık gibi sarılan birkaç çeşit fidan. wild convolvulus köpek pençesi, (bot). Calystegia sepium.

convoy

(i). konvoy.

convoy

(f). konvoyu korumak; rehberlik etmek.

convulse

(f). şiddetle sarsmak. be convulsed with laughter gülmekten katılmak. convulsion (i). ihtilâç, katılma, ıspazmoz. convulsive (s). ihtilâç nevinden, ihtilâç gibi.

cony

(i). tavşan; tavşan kürkü; adatavşanı.

coo

(f)., (i). ötmek, kumru gibi sesler çıkarmak; cilveleşmek; (i). kumru ötüşü.

coo

(ünlem)., (ing)., (argo). Eyvah !

cook

(i). aşçı. cookbook (i). yemek kitabı. Too many cooks spoil the broth idarecinin çok olduğu yerde iş yürümez.

cook

(f). pişirmek, pişmek; tahrif etmek; (k.dili). üzerinde oynamak (hesaplar), (argo). suya düşürmek. cook up (k.dili). pişirmek; hazırlamak, uydurmak. cook one's goose mahvına sebep olmak. What's cooking ? (k.dili). Ne dolaplar dönüyor? Ne haber? Ne var ne yok?

cookery

(i). aşçılık, mutfak işleri, mutfak.

cookie

(i). tatlı bisküvi, çörek; (argo). şahıs. smart cookie açıkgöz kimse.

cooking

(i)., (s). pişirme, yemek pişirme sanatı; (s). yemeklik, yemek pişirmede kullanılan.

cookout

(i).,(ABD).,(k.dili]. piknik,açık havada pişirilen yemek.

cool

(i). serinlik; (argo). sükünet, soğukkanIılık. He blew his cool. (argo). Soğukkanlılığını kaybetti.

cool

(f). serinletmek, serinlemek, soğutmak, soğumak, teskin etmek, sükunet bulmak. Cool it ! (argo). Sakin ol ! cool off, cool down sükunet bulmak, öfkesi geçmek. cool one-s heels bekleme odasında uzun süre beklemek.

cool

(s). serin, oldukça soğuk (hava); serin tutan (elbise); sakin, kayıtsız, soğukkanlı, kendine hâkim; (ABD)., (k.dili). hakiki; (argo). iyi, mükemmel; (güz)., (san). mavi ve yeşil tonlarının hâkim olduğu. cool-headed (s). serinkanlı, heyecana kapılmayan. coolish (s). serince coolly (z). kayıtsızca, tasalanmaksızın.

coolant

(i). soğutucu; soğutma tertibatında kullanılan gaz veya sıvı.

cooler

(i). soğutma cihazı, soğutucu; buzlu içki; (argo). hapishane.

coolie

(i). (Uzak Doğuda, özellikle Hindistan ve çin'de) hamal veya rençper.

coon

(i)., (bak). raccoon: (aşağ). zenci. coon's age (ABD)., (k.dili). çok zaman.

coop

(i)., (f). kümes; (argo). hapishane, kodes; (f). kümese sokmak. coop in, coop up tıkmak, kapamak. fly the coop kodesten kaçmak.

cooper

(i). fıçıcı. cooperage (i). fıçıcılık; fıçı imalâthanesi.

cooperate

(f). beraber çalışmak, işbirliği yapmak. coopera'tion (i). birlikte çaIışma, işbirliği.

cooperative

(s)., (i). işbirliğineait ; (i). kooperatif; katları ayrı ayrı satılabilen apartman. consumers' cooperative müstehlik kooperatifi.

coopt, co-opt

(f). üyelerin oyu ile teşkilât üyeliğine seçmek; tayin etmek, atamak.

coordinate, co-ordinate

(s)., (i). aynı derecede, eşit, müsavi; düzenli, tutariı, muntazam; (fels). düzenleşik; (i)., (mat)., (den)., (astr). koordinat.

coordinate, co-ordinate

(f). birbirine göre ayarlamak; ahenk kazandırmak, alıştırmak, düzeltmek; aynı sıra veya dereceye koymak. coordinating conjunction bir cümle içinde birbirine eşit durumda olan öğeleri bağlayan bağlaç (and, but, or gibi).

coordination, co-ordination

(i). tanzim, ahenk verme, düzenleme, tertip, tutarlılık, insicam.

coot

(i). sakarmeki, su tavuğu, (zool). Fulica atra.

cootie

(i)., (argo). bit.

cop

(i)., (k.dili). polis.

cop

f (-ped, -ping) (argo). aşırmak; yakalamak. cop out argo çekilmek, oyunbozanlık etmek

cop

(i). konik iplik yumağı.

cop-out

(i)., (ABD)., (argo). mesuliyetten kaçınma.

copaiba

(i). pelesenk yağı.

copal

(i). vernik imalâtında kullanılan bir reçine, kopal

coparcenary

(i)., (huk). müşterek vârislik; ortaklık; müşterek mülk sahipliği. coparcener (i). müşterek varis.

copartner

(i). ortak, şerik.

cope

(f)., (gen). with ile başa çıkmak, başarmak; çaresini bulmak,... ile uğraşmak.

cope

(i)., (f). papaz cüppesi; (f). cüppe giymek.

cope

(f). marangozlukta (iki kirişi) birbirine uydurup birleştirmek; kaplamak.

copenhagen

(i). Kopenhag.

copesetic

(s)., (A.B.D)., (argo). güzel.

copier

(i). kopya makinası.

copilot

(i). ikinci pilot.

coping

(i)., (mim). duvar tepeliği veya üstlüğü. coping saw oyma testere.

copious

(s). bol, mebzul, çok, velut, bereketli. copiously (z). mebzulen.

copper

(f).bakır kaplamak; bakır rengi vermek; (argo). bahis tutuşmak. coppery (s). bakır gibi, bakırımsı, bakırlı.

copper

(i)., (s). bakır; ufak para; (argo). polis; (çog)., (den). bakır kazan; (s). bakırdan yapılmış,bakıra benzer, bakır renginde; copperbottomed (s). bakır dipli, karinası bakır kaplı. copper-colored (s). bakır renginde. copperhead (i). Amerika'da bulunan bir çeşit zehirli yılan, (zool). Agkistrodon contortrix. copperplate (i). bir nevi ince el yazısı; bir nevi bakır klişe. coppersmith (i). bakırcı, ka zancı. copper sulphide (jeol). kalkopirit.

copperas

(i). demir sulfat, zaç.

coppice

(i). küçük koru, ağaçlık, çalılık.

copra

(i). kurutulmuş hindistancevizi içi.

coprolite

(i). taş haline gelmiş gübre.

copse

(bak). coppice.

copt

(i). Kıpti, Mısır asıllı Hıristiyan. Coptic (s)., (i). Kıpti; (i). Kıpti dili.

copula

(i). rabıta; (gram). ingilizcede özne ve tümleci birleştiren be fiili; (müz). rabıta türünden kısa pasaj; (man). önermenin öznesi ile fiili arasındaki bağlantı.

copulate

(s). bağlı, raptedilmiş

copulate

(f). cinsi münasebette bulunmak, çiftleşmek. copula'tion (i). bağlama, raptetme; cinsi yaklaşma; (man). bağ, rabıta. copulatory (s). bağlayıcı.

copulative

(s)., (i). rapteden, birleştiren, atfeden (uzuv veya kelime). copulative conjunction atıf edatı. copulative proposition (man). bağlayıcı önerme.

copy

(f). kopya etmek, suretini çıkarmak, istinsah etmek, taklit etmek; kopya çekmek.

copy

(i). kopya, suret, nüsha, numune, örnek; müsvedde; asıl; (gazet). metin, yazı. copybook (i). yazı defteri, not defteri. copyboy (i). gazete idarehanesinde çalışan çocuk. copycat (i)., (kdili). başkalarının davranışlarını taklit eden kimse. good copy (gazet). basılmaya değer konu. rough copy müsvedde, karalama, eskiz.

copy-edit

(f)., (gazet). bir metni baskıya vermeden evvel tashih etmek.

copyright

(i)., (f)., (s). telif hakkı; (f). telif hakkını muhafaza etmek; (s). telif hakkı mahfuz olan.

copywriter

(i). reklam ilânları hazırlayan kimse.

coquet

(f). (-ted, -ting) cilveli hareket etmek.

coquetry

(i). işvebazlık, işve, cilve.

coquette

(i). işvebaz, cilveli kadın, oynak kadın, koket. coquettish (s). cilveli, şuh.

cor

(kıs). corner, coroner, corpus, correct, correspondence.

cor ner

(i). köşe, köşe başı; dönüm yeri; (tic). tekelcilikle piyasayı ele geçirme. cut corners tutumlu davranmak; kaçamak yolu ile bir işten sıyrılmak. drive into a corner bir çıkmaza sokmak; köşeye kıstırmak. four cornersof the earth dünyanın dört bucağı. turn the corner kritik noktayı atlatmak, köşeyi dönmek.

coracle

(i). bez veya deri ile kaplı sepet işi bir çeşit kayık.

coral

(i)., (s). mercan, (zool). Corallium rubrum; (s). mercandan, mercana benzer. coral creeper mercan çiçeği, (bot). Kennedya. coral reef mercan kayalığı. coral snake mercan yllanı, (zoo).l Micrurus corallinus. coralloid (s). mercan şeklinde.

coralline

(i)., (bot). koralina, bir çeşit deniz yosunu; (s). mercandan, mercana benzer.

corallite

(i)., (zool). mercanın tek polipi.

corbeil

(i)., (mim). heykeltıraş işi çiçek veya meyva dolu sepet.

corbel

(i)., (mim). dirsek. corbel block kısa dirsek tahtası. corbel out böyle bir dirseğe dayanıp çıkmak. corbel table böyle dirseğe dayanan çıkma.

corbiestep

(i)., (mim). yanları basamak şeklinde sivri tepelik.

cord

(i)., (f). ip, sicim, kaytan, şerit; yay kirişi, veter, çalgı teli; 3,5 metre küp hacminde bir odun tartı birimi; bir çeşit kabartma çizgili kumaş; manevi bağ; (çoğ). fitilli kadifeden yapılmış pantolon; (f). iple bağlamak; iple süslemek; kütükleri yığmak. spinal cord (anat). omurilik. vocal cords (anat). boğazdaki ses telleri.

cordage

(i). geminin halat takımı, ipler; kütük ölçüsü.

cordate

(s)., (bot). yürek şeklinde.

corded

(s). iple bağlanmış; kabarık çizgili; kütük öIçüsü ile öIçüIüp yığılmış.

cordial

(s)., (i). samimi, yürekten, candan; (i). Iikör. cordial greeting samimi selam. cordiality (i). samimiyet. cordially (z). candan, samimiyetle.

cordiform

(s). yürek şeklinde.

cordite

(i). dumansız barut.

cordon

(i). kordon.

cordovan

(i). sahtiyan gibi ince ve renkli deri.

corduroy

(i)., (s). fitilli kadife, çizgili kadife; (çoğ). bu kumaştan yapllan pantolon; (s). fitilli kadifeden yapılmış; corduroy road bilhassa bataklıkları geçmekte kullanılan ve kütüklerden yapılmıs yol.

cordwood

(i). istif edilmiş odun.

core

(i). elma gibi meyvaların çekirdek yeri, göbek, iç, nüve, öz, esas; zıvana; (mak). maça parçası; (mad). derinden alınan yuvarlak sutun şeklinde taş numunesi; (jeol). öz. core curriculum okutulan muhtelif derslerin ana bir tema etrafında birleştiği müfredat programı. rotten to the core tamamıyle çürük.

coreligionist

(i). dindaş.

coreopsis

(i). yıldız çiçeğine benzeyen bir çiçek, (bot). Coreopsis.

corespondent

(i)., (huk). zina davasında maznunun suç ortağı olan uçüncü şahıs.

corf

(i). (çog. corves) madencilikte kullanılanküçük vagon.

corfu

(ı). Korfu adası.

coriaceous

(s). kösele gibi, sert; deriden yapılmış.

coriander

(i). kişniş otu, kişniş, (bot). Coriandrum sativum.

corinth

(i). Yunanistan'daki Korint şehri. Corin'thian (s)., (mim). Korint üslubu.

corium

(i)., (anat). koryum, derma, altderi.

cork

(i)., (f)., (s). mantar, tıpa; (f). mantarla kapamak tıpalamak; (ABD). kömürleşmiş mantarla siyahlaştırmak; (s). mantardan yapılmış. cork oak dış kabuğundan şişe mantarı yapılan bir cins meşe ağacı, sezü, (bot). Quercus suber.

corked

(s). tıpalanmış; mantar kokusu ile bozulmuş;(ABD). mantar siyahı ile boyanmış.

corker

(i). tıpalayan kimse veya şey; (argo). olağanüstü bir kimse veya şey.

corking

(s)., (argo). fevkalade.

corkscrew

(i). şişe açacağı, tirbuşon.

corky

(s). mantara benzer, kuru, hafif.

corm

(i)., (bot). bazı bitki saplarının alt kısmında bulunan soğanımsı kısım.

cormorant

(i)., (s). karabatak kuşu, (zoo).l Phalacrocorax carbo; obur adam; (s). açgözlü; yırtıcı.

corn

(i)., (ABD). mısır, (bot). Zea mays; tahıl tanesi; tane; (ing). buğday, hububat, tahıl. corn belt mısır yetiştiren bölge (ABD'nin orta eyaletleri). corn bread mısır ekmeği. corn drill mısır ekmeye mahsus makina. corn flour mısır unu; (ing). mısır nişastası. corn laws ingiltere tarihinde hububat satışını düzenleyen kanunlar. corn meal mısırdan imal edilen ve irmiğe benzeyen bir besin. corn silk mısır püskülü. corn syrup glikoz. corn whisky mısırdan yapılmış viski.

corn

(i). nasır.

corn crake

bıldırcın kılavuzu, (zool). Crex crex.

corncob

(i). mısır koçanı. corncob pipe mısır koçanından yapılmış pipo.

corncrib

(i). mısır ambarı.

cornea

(i)., (anat). kornea, gözdeki saydam tabaka.

corned

(s). salamura edilmiş.

cornel

(i). karaniya, (bot). Cornus cornel cherry kızılcık, (bot). Cornus. wild cornel kızıl çubuk, (bot). Cornus danguinea.

cornelian, carnelian

(i). akik taşı.

corneous

(s). boynuzdan yapılmış, boynuz gibi.

corner

(f). çıkmaza sokmak, bir köşeye kıstırmak; tekelcilik suretiyle piyasayı ele geçirmek.

cornerstone

(i). temel taşı üzerinde binanın inşa edilme tarihi bulunan taş; bir şeyin dayandığı esas.

cornerwise

(s). çapraz.

cornet

(i)., (müz). kornet. cornettist (i). kornet çalan kimse.

cornfed

(s). mısırla beslenmiş besili, gürbüz; taşralı.

cornfield

(i). mısır tarlası.

cornflower

(i). peygamber çiçeği, (bot). Centaurea cyanus.

cornhusk

(i). mısır koçanı kabuğu.

cornice

(i). korniş; (mim). geniş silme. corn poppy gelincik çiçeği, (bot). Papaver rhoeas.

cornstalk

(i). mısır sapı.

cornstarch

(i). mısır nişastası.

cornucopia

(i)., (mit). Amalthea'nın boynuzu ; sanatçılar tarafından bolluk sembolü olarak kullanılan, içinden meyvalar taşan boynuz şekli.

cornuted

(s). boynuzlu, boynuz şeklinde.

corny

(s)., (argo). aşırı romantik, eskimiş, basmakalıp, klişe, adi, bayağı.

coro nation

(i). taç giyme töreni.

corolla

(i)., (bot). taçyapraklar, korol.

corollary

(i)., (mat)., (man). bir önermenin tabii sonucu, sonuç.

corona

(i). hale, ağıl, ayla; (anat). kafatasının üst düzeyi; (bot). korona. corona discharge (fiz). korona akımı.

corona australis

Güneysel Taç takımyıldızı.

corona borealis

Kuzeysel Taç takımyıldızı.

coronach

(i). İskoç cenaze havası.

coronal

(s). taç veya koronaya ait.

coronary

(s)., (i). taç ile ilgili; (tıb). kalbi besleyen damarlara ait: i kalp damarlarının kan pıhtısı ile tıkanması.

coroner

(i). şüpheli ölüm vakalarının sebebini tahkik eden memur. coroner's inquest bu memurun tahkikatı. coroner's jury bu tahkikatı yürütüp hüküm veren juri heyeti.

coronet

(i). asillerin giydiği taç, küçük taç; (bayt). at ayağında deri ile parmağın birleştiği yer.

coroniform

(s). taç şeklinde.

corporal

(s). bedeni, cismani; (zool) gövdesel. corporal punishment bedeni ceza, dayak. corporally (z). bedenen, cismen.

corporal

(i)., (ask). onbaşı.

corporate

(s). anonim şirkete ait; bir dernek veya bir şirket halinde hukuken birleştirilmiş, birlik olmuş, toplu. eorporate image bir şirketin kamuoyunda bıraktığı intiba.

corporation

(i). anonim şirket, tüzel kişi; (k.dili). şişko göbek.

corporeal

(s). cismani, bedeni, maddi.

corporeity

(i). bedenen varoluş.

corposant

(i)., (fiz)., (bazan gemilerde görülen ) korona akımı.

corps

(i). kolordu, müfreze, kıta; topluluk. corps de ballet bale topluluğu. diplomatic corps kordiplomatik.

corpse

(i). ceset, ölü.

corpulence

(i). şişmanlık, etlilik. corpulent (s). şişman, etli.

corpus

(i). külliyat, mecmua; (anat). esas; ana para, sermaye. corpusdelicti esas ve cismani delil (bir cinayet vukuunda) ceset. corpus juris kanun külliyatı.

corpuscle

(i)., (anat). hücre, yuvar kan küreciği; zerre. red corpuscle alyuvar. white corpuscle akyuvar.corpuscular (s). zerrevi yuvara ait.

corrade

(f)., (jeol). yıpranmak aşınmak.

corral

(i)., (f)., (-led -ling) (at, davar vb'ne mahsus) ağıl; (f). ağıla kapamak, kuşatmak; yakalamak, tutmak.

correct

(f). düzeltmek doğrultmak, tashih etmek , ıslah etmek; tekdir etmek, cezalandırmak; ayarlamak; gidermek. correction (i). tashih, düzeltme, ıslah; ihtar, nasihat, cezalandırma; giderme; ayar etme. correction fluid (matb). korektör house of correction ıslahhane. correctional (s). düzeltici, tashihkâr.

correct

(s). doğru yanlışsız, tam; dürüst; uygun, münasip, layık. correctly (z). tam tamına, doğru olarak. correctness (i). dürüstIük, doğruluk; uygunluk.

corrective

(s)., (i). düzeltici ıslah edici, giderici; (i). çare, ıslah eden veya düzelten şey.

corrector

(i). düzeltici; (ing). tashih eden kimse, musahhih.

correlate

(f)., (i). karşılıklı ilişkisi olmak, aralarında uygunluk sağlamak, (iki şey, netice, rakam) arasında ilişki kurmak; (i). birbiri ile ilgisi olan şeylerin her biri.

correlation

(i). karşılıklı ilişki; (mat). değişkenlerin birbiri ile bağlantısı; (biyol). organların birbirleriyle olan bağlantısı.

correlative

(s)., (i). karşılıklı, mütekabil; (i). karşılıklı ilişkisi olan şey.

correspond

(f). uymak, uygun gelmek, tekabül etmek, karşılamak; benzemek. correspond to tekabül etmek, benzemek. correspond with mektuplaşmak muhabere etmek, haberleşmek.

correspondence

(i). tekabül, uygunluk; mektuplar, mektuplaşma, yazışma muhabere.

correspondent

(i)., (s). muhabir; tekabül eden şey; (s). karşılıklı.

corresponding

(s). yerini tutan; mektuplaşan, muhabere eden. correspondingly (z). mukabil olarak.

corridor

(i). koridor, geçit, dehliz.

corrigendum

(i)., (çoğ -da) hata, yanlış; baskı hatası; (çoğ). hata sevap cetveli, yanlış-doğru cetveli, düzeltmeler.

corrigible

(s). düzeltilebilir, tashihi mümkün; ıslahı kabil (kimse).

corroborant

(s)., (i). destekleyici; (i). kuvvetlendirici şey.

corroborate

(f)., (bir fikri) desteklemek, doğrulamak, teyit etmek. corroboratives doğrulayan, teyit edici. corroboratively (z). doğrulayarak. corrobora'tion (i). doğrulama, onaylama, teyit.

corrode

(f). çürütmek, aşındırmak, yemek; çürümek, paslanmak, aşınmak, yenmek.

corrosible

(s). aşınır, paslanır, çürür.

corrosion

(i). paslanma, aşınma, çürüme; bozukluk, çürüklük, korozyon.

corrosive

(s). çürütücü, aşındırıcı, kemirici. corrosive sublimate (kim). biklorit, süblime.

corrugate

(f)., (s). kırıştırmak, buruşturmak; buruşmak; (s). kırıştırılmış. corrugatediron oluklu demir levha. corrugatedpaper oluklu karton .corrug'ation kırışık, buruşuk.

corrupt

(s). namussuz, fırsatçı, rüşvet almaya alışmış, kötü, pis; bozuk, çürük.

corrupt

(f). bozmak, ifsat etmek, ayartmak, baştan çıkarmak. corrupt text hata ve düzeltmelerle kıymeti azalmış yazı. corruptibles rüşvet kabul etmeye hazır; ayartılabilir; çürüyebilir. corruption (i). irtikâp, rüşvet yeme, fesat; kötü yol; çürüklük, küf.

corsac

(i). karsak, (zool). Vulpes corsac.

corsage

(i). korsaj; göğse takılan çiçek buketi.

corsair

(i). korsan, korsan gemisi.

corset

(i). korse.

cortege

(i). kortej, merasim alayı; maiyet.

cortex

(i)., (çoğ -tices)., (bot). kabuk, kışır; (anat). kabuk, korteks. cortical (s). kabuğa ait ; bir uzvun dış zarına ait. corticated (s). kabuklu, kışri.

cortisone

(i). kortizon; böbreküstü bezlerinin salgısı olan bir hormon.

corundum

(i). korindon; zımpara.

coruscate

(f). parıldamak, ışıIdamak. coruscant (s). ışıldayan. corusca-tion (i). parıltı.

corvee

(i). angarya, ücretsiz iş.

corvette

(i)., (den). korvet; ufak torpido muhribi.

corvine

(s). karga gibi, kargaya ait.

corybant

(i)., (mit). Sibel tanrıçasına ayin esnasında refakat eden ruh veya ilâh , Sibel rahibi.

corymb

(i)., (bot). salkım, korimb, demet (bir çiçek durumu).

coryphee

(i). bale topluluğunun üstünde fakat solo dans edenlerin altında olan balerin veya dansör.

coryza

(i).,(tıb). burun nezlesi.

cos

(i). istanköy adası.

cosa nostra

(it). Amerika'da bulunan Mafia tipinde ve Mafia ile ilişkileri olan bir çete.

cosecant

(i)., (mat). kosekant.

coseismal

(s). yeryüzünde depremin aynı anda hissedildiği noktaların birleştiği çizgi ile ilgili.

cosh

(i)., (ing)., (argo). cop; (f). cop ile vurmak.

cosignatory

(s)., (i). birlikte imzalayan; (i) . müşterek imza atanlardan biri.

cosigner

(i). müşterek imza atan kimse.

cosine

(i)., (mat). kosinüs.

cosmetic

(s)., (i). kozmetik, güzelleştirici, plastik (cerrahi); (i). her türlü makyaj malzemesi.

cosmic

(s). evrensel, kainata ait; geniş, şümullü. cosmic dust gökten yeryüzüne düşen ince toz. cosmic rays kozmik ışınlar. cosmic wind uzayda kozmik cereyan.

cosmogony

(i). kozmogoni, evrenin yaradılışı teorisi.

cosmography

(i). kozmografi.

cosmology

(i). kozmoloji, evren bilimi.

cosmonaut

(i). kozmonot.

cosmopolis

(i). kozmopolit bir şehir.

cosmopolitan

(s)., (i). kozmopolit; (i). kozmopolit kimse.

cosmopolite

(i). kozmopolit kimse, dünya vatandaşı; dünyanın birçok kısımlarında rastlanan hayvan veya fidan.

cosmos

(i). acun, kozmos, kâinat, evren; düzen, sistem; kozmos çiçeği.

cossack

(i). Kazak.

cosset

(f)., (i). çok sevmek, şımartmak; (i). annesiz büyütülen kuzu; evde zevk için beslenen hayvan.

cost

(i). fiyat, paha, değer, kıymet; zarar, ziyan; sermaye, bedel; (çoğ)., (huk). dava masrafları,mahkeme harcı. cost insurance and freight (tic). sif, fiyat sigorta ve navlun. cost of living hayat pahalılığı, geçim masrafı. cost price maliyet fiyatı. at all costs at any cost ne pahasına olursa olsun. at the cost of pahasına.

cost

(f). (cost) mal olmak; pahası olmak, kıymette olmak; (maliyet masrafını) hesap etmek. It cost him dearly. ona pahalıya mal oldu. It cost him infinite labor. çok emek sarfetti.

costa rica

Kostarika.

costal

(s)., (biyol). kaburgalara ait.

costate

(s). kaburgalı.

costermonger

(i). (ingiltere'de) seyyar meyva, sebze veya balık satıcısı.

costive

(s). kabız, peklik çeken.

costly

(s). pahalı, kıymetli; mükellef, muhteşem.

costume

(i)., (f). kıyafet, elbise; kostüm; (f). kıyafete sokmak. costume jewelry taklit ziynet eşyası, incik boncuk. costumer (i). kostümleri hazırlayan kimse.

cosurety

(i)., (tic). müteselsil kefil.

cot

(i). bez karyola, portatif karyola.

cot

(i). kulübe, sığınacak yer; örtü.

cotangent

(i)., (mat). tümey teğet.

cote

(i). ağıl, kümes, mandıra gibi hayvanların sığınacağı yer; (leh). kulübe.

coterie

(i). zümre, heyet.

coterminous

(s). hemhudut, sınırdaş, bitişik.

cothurnus

(i). (coğ -ni) eski Yunan ve Romalılarda trajedi aktörlerinin giydikleri sandalet.

cotidal

(s)., (coğr). gelgit seviyesi aynı derecede olan yerlere ait.

cotillion

(i). kadril tipinde dans, kotilyon dansı.

cotopaxi

(i). Cotopaxi yanardağı, Ekvador'da bir yanardağ.

cottage

(i). küçük ev, kulübe; yazlık ev, sayfiye evi. cottage cheese süzme peynir. cottage pudding üzerine meyvalı şurup dükülen bir kek. cottager (i)., (ing). rençper.

cotter

(i)., (mak). anahtar, kama. cotter pin çivi, kopilya.

cotter

(i)., (iskoç). rençper.

cotton

(i)., (s). pamuk, pamuklu bez; pamuğa benzer herhangi bir tüylü madde; (s). pamuklu. cotton batting tabaka halinde pamuk. cotton belt A.B.D.'nde pamuk ekim mıntıkası. cotton eake çiğit küspesi. cotton slin çiğiti pamuktan ayıran çark, çırçır.cotton grass pamuk otu, (bot). Eriophorum polystachion. cotton mill pamuklu bez fabrikası. cotton plant pamuk fidanı, (bot). Gossypium herbacium; hintpamuu, peynirağacı, (bot). Bombax eriodendron. cotton staple ham pamuğun lif boyu. cotton waste makinaları temizlemek için kullanılan pamuk ipliği artıkları. cotton wool ham pamuk; (ing). hidrofil pamuk. cotton yarn az bükülmüş pamuk ipliği. sewing cotton dikiş ipliği, tire.

cotton

(f)., (eski). pamuğa sarmak. cotton u p to (k.dili). yaltaklanmak. cotton to, cotton up to (k.dili). geçinmek, anlaşmak; yağcılık yapmak.

cotton-picking

(s)., (ABD)., (argo). pis, kahrolası.

cottonmouth

(i). A.B.D.'nde bulunan zehirli bir yılan.

cottonseed

(i). çiğit. cottonseed oil pamuk yağı.

cottontail

(i). A.B.D.'ne mahsus bir tavşan.

cottonwood

(i). bir nevi kavak ağacı.

cottony

(s). pamuk gibi, pamuğa ait, pamuklu.

cotyledon

(i)., (bot). tohumdan ilk çıkan tek veya çift çenekli yaprak, kotiledon.

cotyloid

(s)., (anat)., (zool). hokka gibi, cotyloid cavity hokka şeklinde kalça kemiği çukuru.

couch

(i). sedir, kanepe, divan, yatacak yer; in, vahşi hayvan barınağı. couch grass ayrık otu, (bot). Agropyron repens.

couch

(f). ifade etmek, beyan etmek; ima etmek; yatırmak; indirmek; pusuya yatmak. He couched his demand in respectful words. Talebini hürmetkâr bir lisanla arzetti.

couchant

(s). yatar vaziyette olan.

couching

(i)., (tıb). katarakt ameliyatı.

cougar

(i). puma, (zool). Felis concolor; panter.

cough

(i)., (f). öksürük; (f). öksürmek. cough drop öksürük pastili. cough up öksürüp çıkarmak; (argo). zorla vermek.

could

(bak). can.

coulee

(i)., (ABD). derin sel çukuru; (jeol). donmuş lav tabakası.

coulisse

(i)., (tiyatro) . kulis; oluk, kanal.

couloir

(i). dağ yamacında sel sularının oyduğu yatak veya vadi.

coulomb

(i)., (elek). kulomb, amper-saniye.

coumarin

(i)., (ecza). kumarin, tat veya koku veren ve kan pıhtılaşmasını önleyen bir bileşim.

council

(i). meclis, konsey, encümen, danışma kurulu, divan, şüra. councilman (i). encümen üyesi, bilhassa belediye encümeni üyesi. Council of Ministers (huk). Bakanlar Kurulu, Kabine. Council of State (huk). Danıştay, Devlet Şurası. council of war harp meclisi. privy council (ing). Kanada devletin danışma kurulu.

councilor, ing councillor

(i). encümen üyesi.

counsel

(i)., (f). danışma, müşavere, istişare; dava vekili; tedbir, ihtiyat, basiret; öğüt, nasihat; düşünce, gaye, maksat, plan; (f). nasihat vermek, öğüt vermek, akıl öğretmek. keep one's own counsel fikirlerini kendine saklamak.

counselor

(i). danışman, müşavir; öğüt veren kimse; (çocuk kamplarında) yardımcı; (pol). müsteşar, bir elçilikte elçiden sonra gelen dışişleri memuru; avukat, dava vekili.

count

(i). sayma; hesap; (huk). dava ve şikâyet fıkrası, madde; (spor). on sayma. keep count sıra ile saymak. Iose count hesabı şaşırmak. take the count boksta yere serilip kalkamamak.

count

(f). saymak, hesap etmek; hesaba katmak, göz önünde tutmak; sayılmak, nüfuzu olmak, itibarı olmak. count for değeri olmak. count in dahil etmek. count off by twos ikişer ikişer saymak. count on itimat etmek, güvenmek. count out spor nakavt olduğunu ilân etmek. count time (müz). tempo tutmak. count up saymak, hesap etmek. This doesn't count. Bu sayılmaz. Bu hesaba katılmaz.

count

(i). kont.

countdown

(i). geriye doğru sayma; hazırlık devresi (bilhassa roket ve atom bombası denemelerinde kullanılır).

countenance

(i)., (f). çehre, yüz, sima, görünüş; teveccüh, tasvip, teşvik, destek olma ; (f). teveccüh göstermek, yüz vermek; desteklemek. out of countenance mahcup.

counter

(i)., (s)., (z). karşıt şey; karşılık; karşılıklı vuruş; (s). ters, zıt, aksi; karşı, mukabil: (z). aksi yolda; tersine, aksine. go counter to, run counter to aykırı düşmek, uymamak; zıt gitmek.

counter

(f). karşı koymak, mukavemet etmek; mukabil harekette bulunmak, mukabele etmek.

counter

(i). tezgâh; fiş, marka; sayaç, sayıcı.

counter reformation

onaltıncı yüzyılda Protestan reformu başladıktan sonra Katolik kilisesinde meydana gelen reform hareketi.

counter word

anlamını yitirmiş herhangi bir yaygın kelime.

counteract

(f). karşı koymak, önlemek, tesirsiz hale getirmek. counteraction (i). karşı hareket. counteractive (s). karşı harekette bulunan , aksi tesir meydana getiren.

counterattack

(i). mukabil hücum.

counterbalance

(f)., (i). eşit kuvvetle karşı koymak; telâfi etmek; denkleştirmek; (i). karşılık, eş ağırlık.

counterblast

(i). şiddetli cevap.

countercharge

(i). karşı suçlama.

countercheck

(f)., (i). karşı koymak; bir daha kontrol etmek; (i). engel; tekrar kontrol etme. counter check bankadaki hesaptan para çekmek için düzenlenip müşterilere imzalattırılan zimmet fişi.

counterclaim

(i)., (f)., (huk). karşı dava; (f). karşı dava açmak.

counterclockwise

(z)., (s). saat yelkovanının ters yönünde, sola doğru.

countercurrent

(i). anafor, ters akıntı; ters eğilim.

counterdemonstration

(i). karşı gösteri.

counterespionage

(i). karşı casusluk , casusluk faaliyetlerini meydana çıkarma.

counterfeit

(s)., (i)., (f). sahte, kalp; (i). taklit; (f). kalp para basmak; taklit etmek, sahtesini yapmak. counterfeiter (i). kalpazan.

counterfoil

(i)., (ing). makbuz koçanı.

counterinsurgent

(s)., (i)., (pol). gerillacılarla savaşmak için yetiştirilmiş.(asker,komando).

counterintelligence

(bak). counterespionage.

counterirritant

(i)., (tıb). taharrüşe mani olan ilaç; ilgiyi başka yöne çekmek için yaratılan olay.

counterman

(i). tezgâhın arkasından servis yapan garson.

countermand

(f)., (i). yeni bir emir ile evvelki emri iptal etmek; (i). iptal emri.

countermeasure

(i). karşı tedbir.

counteroffensive

(i)., (ask). mukabil hücum, karşı saldırı.

counterpane

(i). yatak örtüsü.

counterpart

(i). taydaş; karşılık, tamamlayıcı herhangi bir şey; kopya, ikinci nüsha, suret.

counterplea

(i)., (huk). davada mukabil cevap.

counterplot

(i)., (f). mukabil entrika, karşı tedbir; bir oyun veya edebi eserde ikinci tema; (f). mukabil entrika hazırlamak, karşı tedbir almak.

counterpoint

(i)., (müz). kontrpuan.

counterpoise

(i)., (f). mukabil ağırlık; denge; (f). mukabil ağırlık veya kuvvet ile muvazene husule getirmek , denkleştirmek.

counterproductive

(s). amaca zararı dokunan.

counterproposal

(i). mukabil teklif , karşı öneri.

counterrevolution

(i). karşı devrim. counterrevolutionary (i)., (s). karşı devrimci; (s). karşı devrimle ilgili.

countershaft

(i)., (mak). ana şaft ile makinaları işleten şaft arasında vasıta vazifesi gören şaft grup mili.

countersign

(i)., (ask). parola.

countersign

(f). tasdik için ikinci olarak imza etmek. countersignature (i). ikinci imza, tasdik imzası.

countersink

(i)., (f). havşa, havşa açmaya mahsus kalem; (f). havşa açmak.

counterspy

(i). karşı casus.

countertenor

(i)., (müz). kontrtenor.

countervail

(f). aynı kuvvetle karşı koymak, karşılamak. countervailing duty (tic). munzam gümrük resmi, sürtaks.

counterweigh

(f). denge sağlamak için ağırlık koymak.

counterweight

(i). denge sağlamak için kullanılan ağırlık.

counterwork

(f). zıt gitmek, engellemek, mâni olmak.

countess

(i). kontes.

counting house

(ing). ticarethanenin muhasebe dairesi.

countless

(s). sayısız, hesapsız, pek çok.

countrified

(s). köylümsü.

country

(i)., (s). memleket, ulus, millet, vatan, yurt; taşra; kır, sayfiye; (huk). juri; (s). taşra veya sayfiyeye ait; temiz, taze, çiftlikten yeni gelmiş olan (yiyecek). country club şehirlere yakın kırlık yerde olan golf, tenis ve sosyal faaliyetlerin yapıldığı kulüp. country cousin taşralı akraba. country gentleman sayfiyede oturan zengin. countryhouse sayfiye evi, yazlık. appeal to the country (ing)., (pol). seçime gitmek. crosscountryrace spor kır koşusu. foreign country yabancı memleket. native country ana vatan. trial by the country jüri huzurunda dava.

countryman

(i). vatandaş, hemşeri; taşralı.

countryseat

(i). sayfiye evi.

countryside

(i). kır, kırlık; sayfiye.

county

(i)., (ABD). ilçe; (ing). kontluk. county clerk (ABD). ilçe sekreteri. county farm darülaceze. county seat ilçe merkezi.

coup

(i). darbe, askeri darbe, hükümet darbesi.coup de grace (ask). acıya son vermek için indirilen öIdürücü darbe; herhangi bir nihai veya kesin darbe.coup de main (ask). ani hücum,ani darbe. coup d'etat hükümet darbesi.coup de theatre başarılı bir piyes; bir oyunda olayların beklenmeyen bir şekil alması.

coupe

(i). iki kapılı dört kişilik otomobil.

coupe

(i). kupa.

couple

(i). çift, iki eş; karı koca; (mak). iki eşit ve birbirine zıt kuvvet, rotatif kuvvet. a couple of iki, iki üç. a couple of dollars aşağı yukarı iki dolar. a couple of minutes birkaç dakika.

couple

(f). bağlamak, bitiştirmek, birleştirmek, ilâve etmek; bağlantı kurmak; çiftleştirmek; cinsi münasebette bulunmak, çiftleşmek.

coupler

(i). bağlayan şey veya kimse; (mak). kavrama, bağlama, rabıta.

couplet

(i). beyit, çift mısra.

coupling

(i). bağlama, kavrama.

coupon

(i). kupon; faiz koçanı; müracaat kuponu.

courage

(i). cesaret, yiğitlik, yüreklilik, mertlik. have the courage of one's convictionsdavran ışlarını inançlarına uydurmaya cesaret etmek. take courage cesaretlenmek, kuvvet almak.

courageous

(s). cesur, yiğit,:yürekli, mert. courageously (z). cesaretle, mertçe.

courier

(i). kurye, elçilik postasını taşıyan ve diplomatik dokunulmazlığı olan memur.

course

(f). akmak, hızla akmak; koşmak, hızla ilerlemek; av peşinden koşturmak.

course

(i). yön, cihet, istikamet; ders, kurs; (den). rota; gidiş; yol; ahça kap, tabak, servis; (çoğ). aybaşı. as a matter of course gayet tabii olarak. in due course zamanı gelirce, zamanla. in full course bütün hızıyla in short course kısaca. in the course of esnasında. in the course of events, in the course of time zamanla. of course tabii, elbette. take its course olacağına varmak.

courser

(i). av köpeği; koşan sukuşu, (zool). Cursorius.

court

(i). avlu, iç bahçe, saha, meydan; hükümdar sarayı, saray, kralın maiyeti; (huk). mahkeme; dalkavukluk; kur. court fool saray soytarısı. Court of Appeals (huk). istinaf mahkemesi; yargıtay. Court of Common Pleas (huk). medeni hukuk mahkemesi. court of first instance asliye mahkemesi. court plaster ecza band. plaster Iaw court mahkeme. zettle out of court mahkemeye başvurmadan uzlaşmak. pay court to -e kur yapmak.

court

(f). davet etmek, aramak; kur yapmak, ile flört etmek; dalkavukluk etmek; fırsat vermek, yol açmak. court danger tehlike peşinde koşmak.

court-martial

(i)., (çoğ courts -martial). (f). askeri mahkeme; (f). askeri mahkemede yargılamak.

courteous

(s). nazik, kibar, ince, hürmetkâr, saygılı. courteously (z). nazikâne.

courtesan

(i). zenginlerle düşüp kalkan fahişe; fahişe, kahpe.

courtesy

(i). nezaket, kibarlık; saygı, hürmet; iltifat, teveccüh, Iütuf; umumun rızası. courtesy title resmi olmayan ünvan. by courtesy of sayesinde, müsaadesi ile.

courthouse

(i). adliye sarayı, mahkeme binası; ilçe hükümet binası.

courtier

(i). saray mensubu, padişahın nedimi.

courtly

(s). sarayla ilgili; zarif, nazik, azametli.

courtroom

(i). mahkeme salonu.

courtship

(i). kur yapma.

courtyard

(i). avlu, iç bahçe.

cousin

(i)., (masculine). kuzen, (feminine). kuzin. father's brother's son, daughter amca oğlu, amca kızı. father's sister's son, daughter hala oğlu, hala kızı. mother's brother's son daughter dayı oğlu, dayı kızı. mother's sister's son, daughter teyze oğlu, teyze kızı. father's brother's child amcazade. mother's sister's child teyzezade. mother's brother's child dayızade. father's sister's child halazade. first veya full cousins kardeş çocukları, yeğenler. second cousins kardeş torunları. first cousin once removed yeğen çocuğu.

couturier

(i). erkek terzi.

couturiere

(i). kadın terzi.

covalence

(i)., (kim). kovalent bağ.

cove

(i). köy, küçük körfez; (mim). kemer, duvarın tavan veya yerle içbükey şekilde birleşmesi; kovuk, oyuntu; koyak.

covenant

(i)., (f). akit, ahit, söz, sözleşme, anlaşma, mukavele, muahede; (f). akdetmek, ahdetmek, anlaşmaya girmek, sözleşmek.

coventry

(i). ingiltere'de bir şehir. send to Coventry (ing). arkadaşlık ilişkilerini kesmek, yüzüne bakmamak.

cover

(i). kapak, örtü; batlaniye; cilt; saklanmaya yarayan ağaçlık ve çalılık; bahane; sofra takımı; (tic). karşılık. cover charge (lokantalarda) giriş ücreti. cover crop toprağı muhafaza etmek için kışın ekilen ekin. cover girl kapak kel. cover glass lamel: covered wagon üstü bezle kaplı dört tekerlekli at arabası. break cover gizlendiği yerden meydana çıkmak. take cover sığınmak, iltica etmek, gizlenmeye çalışmak. under cover gizlenmiş; sığınmış; zarf içinde. under cover of perdesi altında, kisvesi altında. under separate cover ayrı bir zarfta. He read the book from cover to cover Kitabı başından sonuna kadar okudu.

cover

(f). kapamak, örtmek, kaplamak; kapsamak, ihtiva etmek, şamil olmak; sigorta etmek; korumak, müdafaa etmek; saklamak, gizlemek; yol almak, katetmek; (gazet). röportajını yapmak , yazmak; kuluçkaya yatmak; (erkek hayvan) cinsi münasebette bulunmak; mesuliyetini üzerine almak; idare etmek; yerini doldurmak ; yetmek, kafi gelmek; silâh ile tehdit etmek; destek ateşi sağlamak; aynı miktarda para koyarak bahse girişmek. cover up örtmek; gizlemek. Don't move: I've got you covered I Kıpırdama, elimdesin. I He covered himself with embarrassment Kendi kendini utanç verici bir duruma soktu. He covered himself with glory şan ve şeref kazandı. He covered it with oil Üzerine yağ sıvadı.

cover-up

(i). gizleme, örtme, saklama (basın veya teftişten).

coverage

(i). sigorta miktarı ve cinsi; (gazet). olay veya konunun takip edilmesi ve yazılması.

coveralls

(i). iş tulumu.

covering

(i). kaplama, muhafaza; kat, tabaka; perde, örtü. covering letter evrak ile gönderilen ve evrakın mahiyetini anlatan mektup.

coverlet

(i). yatak örtüsü, örtü.

covert

(s). gizli, örtülü; (huk). zevcin himayesi altında. covertly (z). gizli olarak.

covert

(i). kaplama; avlak, kuşlak; kalın bir kumaş; kuşlarda kanat örtü tüyleri.

coverture

(i). örtü, saklanma; (huk). bir kadının kocasının himayesi altında olması.

covet

(f). imrenmek, gıpta etmek, göz dikmek, tamah etmek.

covetous

(s). hırslı, açgözlü, tamahkâr. covetousness (i). açgözlülük.

covey

(i). aynı kuluçkadan çıkan yavrulan hepsi ; çil, keklik veya bıldırcın sürüsü; grup, takım.

cow

(i). inek; dişi fil, dişi balina, büyük dişi hayvan. cow shark boz camgöz, (zool). Hexanchus griseus.

cow

(f). yıldırmak, gözünü korkutmak.

coward

(i). korkak kimse. cowardly (s). korkak, ödlek, alçak, yüreksiz. cowardice, cowardliness (i). korkaklık, alçaklık, namertlik.

cowbane

(i). sığır baldıranı, (bot). Cicuta virosa.

cowbell

(i). ineklerin boynuna asılan çıngırak.

cowberry

(i). kırmızı yaban mersini, (bot). Vaccinium vitis-idaea.

cowboy

(i). kovboy, sığırtmaç.

cowcatcher

(i). Iokomotif mahmuzu.

cowcollege

(ABD)., (argo). yüksek ziraat okulu; üniversite seviyesinde fakat şehirden uzak yüksek okul.

cower

(f). çömelmek, korkudan yere çökmek, korkup çekilmek.

cowhand

(i). kovboy.

cowhide

(i)., (f). inek derisi; (f). dövmek.

cowl

(i). manastır rahiplerinin giydikleri cüppe, bu cüppenin kukuletası; baca şapkası.

cowled

(s). başlık şeklinde, kukuletalı.

cowlick

(i). bilhassa alnın üstünde diğer saçların aksi yönünde çıkan bir tutam saç.

cowling

(i). uçak motorunun kapağı.

cowpox

(i)., (tıb). ineklerde çiçek hastalığı.

cowpuncher

(i)., (ABD)., (k.dili). kovboy, sığırtmaç.

cowry

(i). Asya ve Afrika'nın bazı yerlerin depara olarak kullanılan birkaç çeşit ufak deniz salyangozu kabuğu. panther cowry yılanbaşı, (zool). Cypraea pantherina.

cowslip

(i). çuha çiçeği, (bot). Primula veris.

coxa

(i)., (anat). kalça, kalça kemiği.

coxcomb

(i) züppe adam; horozibiği çiçeği, (bot). Celosia cristata white coxcomb kadife çiçeği, (bot). Amaranthus albus coxcombry (i). züppelik.

coxswain

(i)., (den). filika veya kik serdümeni.

coy

(s). cilveli, nazlı; çekingen, mahcup, utangaç. coyly (z). cilveli olarak; mahcubâne. coyness (i). mahcubiyet, çekingenlik; cilve.

coyote

(i). ABD'nde bulunan bir çeşit çakal, kır kurdu, (zool). Canis latrans.

cozen

(f). aldatmak, dolandırmak, kandırmak. cozenage (i). dolandırıcılık.

cozy

(s)., (i). rahat, sıcak, samimi, hoş; (i). çaydanlık örtüsü.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL