NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

con ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: con
Bulunan Sonuç: 460

con

(f)., (den). gemiyi yöneltmek.

con

(i). öntakı ile, beraber.

con

(i). ( A.B.D)., argo suçlu; dolandırıcılık.

con

edat, (müz). ile. con brio, con spirito canlı olarak.

con

(z)., (i). karşı, aleyhte; (i). aleyhtar, karşı taraf. pro and con lehte ve aleyhte. pros and cons lehte ve aleyhte olan noktalar (kimseler).

con

(f). (-ned, -ning) atlatmak, yutturmak; okumak, tetkik etmek.

con dense

(f)., (kim)., (fiz). yoğunlaştırmak, koyulaştırmak; özetlemek, kısaltmak. condensed milk teksif edilmiş süt. condensable (s). yoğunlaştırılabilir.

con man

(A.B.D)., argo dolandırıcı.

conation

(i)., (psik). teşvik edici kuvvet. conative (s). meram ve arzu ile ilgili; (gram). gayret ifade eden (fiil).

concatenate

(f). sıralamak raptetmek. concatena'tion (i). neticelerin sıralanması.

concave

(s)., (i). içbükey, obruk, konkav; (i). içbükey yüzey. concavo-concave (s). çift taraflı içbükey. concavo-convex (s). bir tarafı içbükey , diğer tarafı dışbükey olan. concavity (i). içbükeylik.

concavity

(i). içbükeylik.

conceal

(f). gizlemek, gizli tutmak, saklamak, örtmek. concealable (s). gizlenilebilir, saklanabilir. concealment (i). gizleme, saklama, sır tutma. in concealment saklı, gizlenmiş.

concede

(f). teslim etmek, kabul etmek, ikrar etmek; vermek, bırakmak, ihsan etmek.

conceit

(i). kendini beğenmişlik, kibir, gurur; garip fikir, fantazi kavram. self-conceit (i). kendini beğenmişlik. conceited (s). kibirli.

conceivable

(s). akla uygun, havsalaya sığar. conceivably (z). belki, muhtemelen.

conceive

(f). gebe kalmak; anlamak, kavramak, idrak etmek; tasavvur etmek; tasarlamak, aklına gelmek; izah etmek. conceive of kavramak, tasarlamak. I have conceived a dislike for him. Ona karşı içimde bir nefret uyandı.

concentrate

(i). yoğun halde olan herhangi bir şey.

concentrate

(f). toplamak; yoğunIaştırmak; özünü çıkarmak; koyulaştırmak; zihni bir noktaya toplamak; toplanmak.

concentration

(i). toplanma, toplama; zihni bir noktaya toplama; (kim). yoğunlaşma, koyulaşma, kesafet. concentrationcamp temerküz kampı, toplama kampı.

concentric

(s). merkezleri bir ortak merkezli. concentric'ity (i). merkezlerin bir olması.

concept

(i). kavram mefhum anlayış görüş, fikir, telakki.

conception

(i). gebe kalma, ana rahmie düşme; baylangıç; kavram, mefhum, fikir, anlayış görüş, telakki, düşünce.

conceptual

(s). mefhumlarla ilgili, kavramsal; fikirlerin doğmasına ait.

conceptualism

(i)., (fels). kavramcılık.

concern

(i)., (f). ilgi, alâka; iş; endişe, tasa, kaygı, merak; şirket, ticarethane; (k).dili şey: (f). alâkadar etmek; ucu dokunmak; tesir etmek; ait olmak, ilgilendirmek, ilişiği olmak. concern oneself with karışmak, müdahale etmek.He is meddling in my concerns. Benim işime karışıyor. It is no concern of mine. Beni ilgilendirmez. with deep concern derin endişe ile.

concerned

(s). ilgili, alâkalı; endişeli, düşünceli. be concerned for veya about endişe duymak, merak etmek.

concerning

edat ilgili olarak -e dair, hakkında.

concert

(f). bir araya gelerek karar almak, planlamak. concerted (s). kararlaştırılmış;birlikte yapılmış; (müz). bölümler halinde düzenlenmiş.

concert

(i). konser; ahenk, uyum: birleşme; ittifak, ittihat. concert grant kuyruklu piyano. Concert of Europa 1815 tarihinde Avrupa Devletleri arasında yapılan anlaşma. concert pitch konser için kullanılan ton standardı (la=saniyede 440 devre). in concert hep birlikte, ittifakla.

concertina

(i). akordeona benzer körüklü ufak bir çalgı.

concerto

(i)., (müz). konçerto.

concession

(i). kabul, teslim, itiraf; imtiyaz, devlet veya diğer bir yetkili makam tarafından tanınmış imtiyaz, ayrıcalık; mümessillik, bayilik.

concessionaire

concessioner (i). imtiyaz sahibi; fuarda bir satış yeri sahibi; temsilci, bayi.

concessive

(s). teslim veya kabul mahiyetinde; (gram). although bağlacı ile başlayan tamamlayıcı cumlelerde teslim ve kabul ifade eden.

conch

(i). helezoni sedef kabuk; nefesli çalgı olarak kullanılan kabuk boru.

concha

(i)., (mim. yarım kubbe; (anat). boynuzcuk, konka (burun boşluğunda); kulak kepçesinin çukuru.

conchifera

(i)., (çoğ)., (zool). midye gibi kabuk hâsıl eden deniz hayvanları; kabuklular. conchiferous (s). kabuklu, kabuk hâsıl eden.

conchoid

(i)., (mat). konkoid; sedef eğrisi.

conchology

(i). konkoloji, yumuşak çalarla uğraşan zooloji dalı. conchologist (i). konkoloji bilgini.

conchy

(i)., argo, (bak). conscientious objector.

concierge

(i). kapıcı, odabaşı.

conciliate

(f). gönlünü almak; uzlaştırmak, yatıştırmak, aralarını bulmak; teveccüh kazanmak. conciliatory (s). yatıştıncı.

conciliation

(i). uzlaştırma, barıştırma, yatıştırma.

concinnity

(i). ahenk; (kon). (san). uyum; tutarlık, insicam.

concise

(s). az ve öz, kısa, muhtasar, veciz, özlü. concisely (z). az ve öz olarak, kısaca, muhtasaran.

concision

(i). özetleme, az sözle çok şey anlatma.

conclave

(i). özel toplantı; Roma'da Papa seçmek için toplanan kardinaller meclisi.

conclude

(f). bitirmek, son vermek; neticelendirmek, sonuçlandırmak; bir karara varmak; netice çıkarmak, istidlâl etmek; bitmek, sona ermek; karar vermek.

conclusion

(i). son, nihayet, sonuç, netice; karar; son kısım; (gram). şart cümlesinde ikinci kısım, ceza; (man). vargı; (huk). iddia veya müdafaanın son hulâsası. in conclusion sözu bitirirken..., son söz olarak... try conclusions with bir kimse ile yarışmaya girmek.

conclusive

(s). kesin; kati, son, nihai; ikna edici.

concoct

(f). birbirine karıştırarak hazırlamak, tertip etmek yapmak; uydurmak, kurmak (hikaye, yalan). concoction (i). karışım, tertip; birbiri ile uyuşmayan şeyleri karıştırma.

concomitant

(s)., (i). bir arada vuku bulan, refakatinde olan, eşlik eden; birlikte bulunan; (i). tabii sonuç. concomitantly (z). aynı zamanda olarak.

concord

(i). bağdaşma, imtizaç; uygunluk, ahenk; barış geçim; anlaşma, ittifak, ittihat; (gram). uyum; (müz). ses uyumu. Concord grape Kuzey Amerika'ya mahsus iri siyah üzüm.

concordance

(i). uygunluk, ahenk, uyum, uyuşma; bir kitaptaki bütün kelimelerin metindeki yerini gösteren dizin. concordant (s). uygun, mutabık.

concordat

(i). antlaşma,muahede; Papa ile hükümet arasında akdolunan antlaşma.

concourse

(i). toplantı, bir araya gelme; kalabalık, izdiham; bir park içinden geçen araba veya gezinti yolu; istasyon binasındaki hol; atletizm sahası.

concrescence

(i)., (biyol). beraber büyüme, birleşme.

concrete

(s)., (i)., (f). maddi; somut, müşahhas; belirli, muayyen; betondan yapılmış; (i). beton; betona benzer herhangi bir karışım; somut bir varlık; (f). bir bütün haline getirmek; beton dökmek; taşlaştırmak; donmak, sertleşmek; somutlaştırmak. reinforced concrete betonarme. concrete mixer betonyer.

concretion

(i). donmuş madde; (tıb). şiş, taş.

concubinage

(i). odalık olarak yaşama hali.

concubine

(i). kapatma, odalık cariye.

concupiscence

(i). şehvet, cinsel arzu. concupiscent (s). şehevi, nefsani.

concur

(f). aynı fikirde olmak, mutabık olmak, uymak, razı olmak.

concurrence

(i). uygun görme, muvafakat; aynı anda vaki oluş; aynı noktaya doğru ilerleyiş. concurrent (s). aynı zamanda vaki olan; uygun, mutabık, birbirine yardımcı olan. concurrently (z). aynı zamanda.

concuss

(f). darbe vuruşu ile beyne tesir etmek; sarsmak.

concussion

(i). sarsma; darbe vurma; çarpışma; çarpışma neticesi olan şiddetli sarsıntı; (tıb). sadme.

condemn

(f). kınamak, ayıplamak; suçlu çıkarmak; mahkum etmek; kullanılamaz diye hüküm vermek; (huk). müsaderesine karar vermek; (A.B.D). istimlâk etmek. condemn to death idama mahkum etmek. condemnable (s). müsadere olunabilir; kınanmaya layık, mahkum edilir.

condemnation

(i). kınama, ayıplama; kabahatli bulma; suçlu çıkarma; mahkumiyet; (A.B.D). istimlak. condem'natory (s). kınayıcı.

condensation

(i). kısaltma, özet; (kim)., (fiz). yoğunlaştırma, sıklaştırma, koyulaştırma; buğu.

condenser

(i). kondensatör, buhar sıkıştırma makinası, tazyik makinası; elektrik kondensatörü ; teksif adesesi.

condescend

(f). tenezzül etmek, sözde alçak gönüllülük göstermek, Iütfetmek. condescending (s). tenezzül eden. condescen'sion (i). tenezzül.

condign

(s). Iayık, müstahak (cezaya).

condiment

(i). (tuz, biber, hardal, salça gibi) yemeğe çeşni veren şey.

condition

(i). hal, durum, vaziyet; sağlık; şart, kayıt, sınırlama. favorable conditions uygun şartlar. in condition çalışır vaziyette; spor idman içinformunda; in good condition iyi durumda, bozulmamış (olarak). on condition that şartı ile. out of condition işe uygun durumda olmayan ; spor formundan diişmüş olan.

condition

(f). uygun bir duruma getirmek; şart koşmak, kayıt altına sokmak; bütünleme sınavına tabi tutmak. conditioning machine tavlama makinası, ıslah makinası.

conditional

(s). (i). şarta bağlı, kayıtlı; (i). ikmal imtihanı. conditional clause şart cümlesi. conditional mood şart kipi. conditional sale şarta bağlı satış. conditionally (z). şartlı olarak.

conditioned

(s). uygun bir duruma getirilmiş; şarta bağlı. conditioned reflex, conditioned response (psik). şartlı refleks, şartlı davranış. air-conditioned (s). klimatize edilmiş.

condole

(f).,with ile taziyede bulunmak, kedere ortak olmak. condolatory (s). taziye ifade eden. condolence (i). taziye, başsağlığı. Ietter of condolence taziye mektubu.

condom

(i). prezervatif.

condominium

(i). kat mülkiyeti, bir binanın kat sahiplerinin ayrı olması hali; bir üIke üzerinde birkaç devletin ortak hakimiyeti; (Roma huk). ortak malsahipliği.

condone

(f). göz yummak, kusura bakmamak.

condor

(i). Güney Amerika'ya mahsus bir çeşit büyük akbaba.

condottiere

(i). Avrupa'da özellikle 14 ve 15 yüzylllarda prenslerin veya devletlerin hizmetine girmiş paralı askerlerin kumandanı.

conduce

(f)., to veya toward ile sebep olmak, vesile olmak. conducive (s)., to ile yardım eden, sebep veya vesile olan.

conduct

(f). davranmak; idare etmek, yürütmek; orkestra idare etmek; refakat etmek, yol göstermek, önderlik etmek; (fiz). nakletmek, geçirmek, iletmek. conduct oneself davranmak.

conduct

(i). davranış, tavır, hareket; idare. safe-conduct (i). yolculukta emniyet vesikası.

conductance

(i)., (elek). iletkenlik, nakil kabiliyeti, isal.

conduction

(i). taşıma, nakletme, isal.

conductive

(s). iletici, geçirici, iletken, geçirgen, isal edici.

conductor

(i). kılavuz, önder, lider, şef; (A.B.D). kondoktör, biletçi; orkestra veya koro şefi; müdür, idareci; iletken madde, geçirgen şey. conductor ducts (bot). iletken damarlar. non-conductor (i). iletici olmayan madde, yalıtkan madde.

conduetivity

(i). iletkenlik.

conduit

(i). oluk, su yolu, kanal; (elek). cereyan tellerini muhafaza eden boru.

conduplicate

(s)., (bot). uzunluğuna ortasından bükülmuş (yaprak).

condyle

(i)., (anat). kondil, kemiğin ucunda olan yumru, lokma.

condyloid

(s)., (anat). kondiloid, lokmamsı, lokma şeklinde. condyloid process alt çenenin arka tarafında olan yumrumsu tepe.

cone

(i)., (geom). koni; (mak). koni biçiminde olan makara; koza, kozalak. cone coupling makina şaftlarını bağlayan konik cihaz. cone gear konik dişli. cone pulley konik makara. frustum of a cone kesik koni. ice cream cone dondurma külâhı. truncated cone kesik koni.

conelrad

(i). radyo dalgalarını casuslara karşı korumak için kullanılan sistem.

coney

(bak). cony.

confabulate

(f). sohbet etmek, başbaşa vermek, konuşmak. confabula'tion (i). sohbet.

confarreation

(i). eski Roma'da erkeğin kadın üzerindeki hâkimiyetinin belirgin olduğu evlilik.

confect

(f). imal etmek, hazırlamak (reçel, tatlı).

confection

(i). imâlat, hazırlama; bonbon, şekerleme; (ecza). şeker veya bal ile hazırlanan preparat; konfeksiyon, hazır elbise.

confectionary, -ery

(i). şekerleme imalathanesi ; şekerleme.

confectioner

(i). şekerci. confectioner's sugar pudra şekeri.

confederacy

(i). çeşitli bağımsız devletlerin konfederasyon halinde bir araya gelmeleri, ittifak, birlik; kanunen yasak olan bir fiilin yapılması için çeşitli parti, grup veya kimselerin birlik olmaları. the Confederacy Amerikan iç harbi esnasmda Güney Eyaletlerinin meydana getirdikleri konfederasyon.

confederate

(s)., (i). müttefik, müttehit, birleşik; (i). suç ortağı. Confederate (s)., (i). Amerikan iç harbi sırasında Güney Eyaletlerinin federasyonuna bağlı olan (kimse).

confederate

(f). ittifak etmek, ittifak ettirmek, birleşmek, birleştirmek, (bak). federate confederated (s). birleşik, (bak). federated confederation (i). konfederasyon, birleşik devletler, (bak). federation.

confer

(f). (-red, -ring) bağışta bulunmak, ihsan etmek, vermek, tevcih etmek, tevdi etmek; danışmak, görüşmek, müzakere etmek. I conferred with him on the matter. Meseleyi onunla görüştüm.

conferee

(i). konferansa katılan kimse; şereflendirilen kimse.

conference

(i). görüş ve fikir teatisi için toplantı, konferans; kongre; müzakere; verme. in conference toplantıda, meşgul.

confess

(f). itiraf etmek; ikrar etmek; teyit etmek, doğrulamak teslim etmek; günah çıkartmak; şiir belli etmek. confesedly (z). itiraf kabilinden, teslim ederek.

confession

(i). itiraf, ikrar, doğrulama, teslim; günah çıkartma. confession of faith iman ikrarı. judicial confession mahkeme önünde yapılan itiraf.

confessional

(i)., (s). günah çıkartma hücresi; (s). itiraf veya günah çıkartma ile ilgili.

confessor

(i). günah çıkartan papaz; itiraf eden kimse.

confetti

(i). konfeti.

confidant

(i). sırdaş, dert ortağı.

confide

(f). mahrem olarak söylemek, sır vermek. confide in itimat etmek, emniyet etmek, güvenmek. confide to teslim etmek, emanet etmek, tevdi etmek; sır vermek.

confidence

(i). güven, emniyet, itimat; mahremiyet, gizlilik; sırdaşlık. confidence game dolandıncılık. confidence man dolandıncı. I have confidence in him. Ona itimadım var. Ona güvenirim. told in confidence mahrem olarak söylenmiş, sır olarak verilmiş.

confident

(s). emin, inanmış, kani; cüretli, atılgan. confidently (z). güvenle, tereddüt etmeden.

confidential

(s). mahrem, gizli; güvenilir. confidentially (z). güvenerek; Sır olarak.

confiding

(s). güvenen, şüphe etmeyen.

configuration

i şekil, suret, görünüş; gruplaşma; (astr). gezegenlerin birbirlerine oranla yerleri, yıldız kümesi.

confine

(f). kuşatmak; hapsetmek; evde veya yatakta tutmak; sınırlamak, toplamak, hasretmek. confined (s). sınırlanmış; loğusa halinde.

confinement

(i). kapanış, hapsedilme; hasta olup evde kalma; loğusalık.

confines

(i). sınırlar, hudutlar.

confirm

(f). teyit etmek, kuvvetlendirmek, sağlama bağlamak, tespit etmek, saptamak; geçerli bir hale koymak. confirmed bachelor müzmin bekâr.

confirmable

(s). teyit olunur, tasdik olunur.

confirmation

(i). tasdik, teyit, belgeleme, doğrulama; ispat; kilise üyesi olma merasimi.

confirmative, confirmatory

(s). tasdik anlamında teyit edici (söz, vesika, delil).

confiscate

(f). müsadere etmek; haczetmek; istimlâk etmek, kamulaştırmak. confisca'tion (i). müsadere, haciz. confis'catory (s) müsadere ve haciz kabilinden.

conflagration

(i). büyük yangın, yangın felâketi.

conflation

(i). bir metinde iki varyantın bir arada bulunması.

conflict

(i). anlaşmazlık, ihtilâf, fikir ayrılığl; çekişme, çarpışma, zıtlaşma; mücadele, uğraşma. conflict of interests menfaat çatışması. conflict of laws kanunş ihtilaf.

conflict

(f). çekişmek, ..,ile ihtilâfa düşmek; mücadele etmek; zıtlaşmak.

confluence

conflux (i). kavşak, iki akarsuyun birbirlerine karıştıklarl nokta; kalabalık, izdiham.

confluent

(s)., (i). birlikte akarak birleşen; (tıb). bir araya birikip karışmış, sık (çıbanlar); (i). birleşmiş akarsulann her biri. confluent smallpox (tıb). yaraları bitişikmiş gibi kabuk bağlayan çiçek hastalığı.

conform

(f). uydurmak; umuma tabi olmak; to veya with ile uymak: itaat etmek, boyun eğmek.

conformable

(s). uygun, yerinde, muvafık, benzer, mutabık; boyun eğen.

conformation

(i). şekil; parçaları bir araya getirme düzeni; uygun olma.

conformist

(i). geçerli olan fikirlere veya inançlara uyan kimse; toplum kurallarını çiğnemeyen kimse.

conformity

(i). uygunluk, benzeyiş; biteviyelik. in conformity with mucibince,... e uyarak.

confound

(f). ,şaşırtmak, zihnini karıştırmak; utandırmak, mahcup etmek karmakarışık bir hale sokmak; kahretmek. confounded (s). şaşırmış; (k).dili Allahın cezası. confusion worse confounded karmakarışık bir vaziyet.

confraternity

(i). kardeşlik cemiyeti.

confrere

(i). meslektaş; aynı kurumda çalışan kimse.

confront

(f). karşı durmak, göğus germek; karşılaştırmak, yüzleştirmek. He confronted me with the problem. Beni mesele ile karşı karşıya bıraktı. confronta'tion (i). yüzleştirme.

confucius

(i). Konfüçyüs.

confuse

(f). karıştırmak, karmakarışık etmek ; ayırt edememek; şaşırtmak, zihnini karıştırmak, yanıltmak; utandırmak, mahcupetmek. confusion (i). şaşkınlık, bozulma, karışıklık, düzensizlik; mahcubiyet.

confutation

(i). tekzip, çürütme (fikir, iddia).

confute

(f). tekzip etmek, yalanlamak, aksini ispat etmek, (bir iddiayı) çürütmek; (karşısındakini) susturmak.

conga

(i). Latin Amerika'dan gelmiş olan Kanga dansı ve bunun müziği.

conge

(i). ayrılma; ayrılma izni; yol verme; eski reverans; (mim). bir çeşit silme.

congeal

(f). dondurmak, donmak; pıhtılaştırmak, pıhtılaşmak.

congener

(i). aynı cins, sınıf veya familya üyesi.

congenial

(s). uygun; cana yakın, hoş.

congenital

(s). doğuştan olan, fıtri.

conger

(i)., conger eel mığrı, bir yılanbalığı, (zool). Conger conger.

congeries

(i)., topluluk ismi yığın, küme, top.

congest

(f). kalabalık etmek, doldurmak; tıkanmak.

congested

(s). tıkanık, şişkin; (tıb). kan veya su toplamış, nefes alıp vermede zorluk çeken; tıkanık (yollar).

congestion

(i). tıkanıklık, izdiham, kalabalık; (tıb). kan toplanması, kan hücumu.

congestive

(s). kan veya su toplanması ile ilgili.

conglobate

(f)., (s). küre şekline sokmak; (s). küre şeklinde.

conglomerate

(s)., (i). küme halinde toplanmış; (i). küme; (tic). holding; (jeol). yığışım, konglomera (taş cinsi).

conglomeration

(i). karışık birikinti, birbirinden ayrı unsurlardan meydana gelen yığın.

conglutinate

(f). yapıştırmak; (tıb). kaynaştırmak.

congo

(i). Kongo nehri. Congo Brazzaville (bak). Zaire. Congo Kinshasa Kongo Kinshasa Kongo'nun başkenti.

congo eel, congo snake

(zool). yılanbalığı şeklinde küçük ön ayakları olan bir çeşit semender.

congo red

(kim). asitlerde mavi alkalilerde kırmızı olan ve labaratuvarlada kullanılan bir boya.

congratulate

(f). tebrik etmek, kutlamak. congrat'ulatory (s). tebrik mahiyetinde. congratula'tion (i). kutlama. CongratulationsI Tebrikler I Tebrik ederim.

congregate

(f)., (s). toplamak birleştirmek, bir araya getirmek; birleşmek, bir araya gelmek; (s). toplantı ile ilgili, toplanmış.

congregation

(i). toplama, toplantı; cemaat; (Kat). dinsel örgüt. congregational (s). cemaate ait, idaresi cemaatin elinde olan. congregationalism (i). her cemaati bağımsız sayan kilise idare sistemi.

congress

(i). kongre, toplantı; meclis; (b.h). özellikle ABD'de Millet Meclisi. congres'sional (s). ABD Millet Meclisine ait. congressman (i). ABD Millet Meclisi üyesi, özellikle Temsilciler Meclisi üyesi.

congruence

(i). uyma, uygunluk, ahenk congruent (s)., with ile uygun, muvafık, ahenkli; benzer.

congruity

(i). uygunluk, uyum; (mat). benzeşim.

congruous

(s). uygun, munasip, yerinde; (mat). benzer.

conic

(s)., (mat). konik conic section konik kesit eğrisi, konik. conical (s). konik.

conifer

(i). (çam, fıstık gibi) kozalaklılar familyasından ağaç kozalaklı ağaç. Coni'ferae (i). kozalaklılar. conif'erous (s). kozalak veren, kozalaklı.

coniine

(i)., (kim). ağılı baldıran ruhu, çok zehirli bir alkaloit.

conjectural

(s). tahmini, varsayılı,farazi. conjecturally (z). farazi olarak, tahminen.

conjecture

(i)., (f). varsayı, tahmin, zan, farz; (f). tahmin etmek, zannetmek, farzetmek, tasavvur etmek.

conjoin

(f). birleştirmek, birleşmek, bitiştirmek, bitişmek, bağlamak; (bak). join.

conjoint

(s). birleşmiş, ortak. conjointly (z). birleşmiş olarak; (bak). joint, jointly.

conjugal

(s). evlilik ile ilgili, karıkocalığa ait. conjugal affection karı koca sevgisi. conjugal rights eşlerin birbirlerine karşı haiz oldukları haklar.

conjugate

(s)., (i). çift olan, birleşmiş birleşik; (mat)., (biyol). karşılıklı; birbirinin yerine geçebilen; (i). birleşik çiftin her biri.

conjugate

(f)., (gram). çekmek, tasrif etmek: (biyol). birleşmek

conjugation

(i)., (gram). fiil çekimi, tasrif; (biyol). birleşme.

conjunct

(s). birleşmiş, bitişik, ortak, müşterek.

conjunction

(i). birleşme; aynı zamanda vaki olma, rastlantı, tesadüf; (gram). bağlaç; (astr). konjonksiyon. in conjunction with ile bir arada, birlikte.

conjunctiva

(i)., (anat). konjonktiv, göz küresini göz kapaklarıyla birleştiren ince zar.

conjunctive

(s)., (i). bitiştiren, birleştiren; birleşik; (i)., (gram). bağlaç, atıf edatı.

conjunctivitis

(i)., (tıb). konjonktivit, konjonktiv iltihabı.

conjuncture

(i). çeşitli olay veya işlerin bir araya gelmesi; kritik durum, buhran, kriz.

conjuration

(i). büyü, sihir, sihirbazlık; ruh çağırma.

conjure

(f). büyü yoluyla (ruh veya cin) çağırmak. conjure up büyü kuvvetiyle meydana koymak ; zihinde bir fikir veya hayal uyandırmak; bir yolunu bulmak. conjuror, -er i sihirbaz, büyücü, hokkabaz.

conjure

(f). yalvarmak, rica etmek. conjuror, -er (i). rica eden kimse; ortak bir ant ile bağlı olan kimse.

conk

(i)., (f)., argo kafa; burun; (f). başına vurmak. conk out (k).dili birden stop etmek; argo aniden çökmek.

connate

(s). doğuştan olan, fıtri; aynı asıldan, bir soydan gelen, aynı tabiatta olan; (biyol). bitişik.

connatural

(s). doğuştan, fitri, tabii; (bak). natural.

connect

(f). bağlamak, raptetmek, bitiştirmek, birleştirmek; aralarında ilgi kurmak; birleşmek, bağlı olmak, bağlanmak; (A.B.D).,'(k).dili topa vurmak;(A.B.D)., (k).dili başarmak. connecting link halka; (iki şey arasındaki) bağlantı, ilgi. connecting rod piston kolu.

connection, connexion

(i). bağlantı, irtibat, ilgi, alâka, ilişki, münasebet; çevre, muhit; bağ, rabıta; akrabalık, hısımlık, dostluk; siyasi veya dini çevre; cinsel ilişki; argo uyuşturucu madde tedarik eden kimse. connection by marriage hısımlık, dünürIük. business connections iş veya ticaret münasebetleri. close connections sıkı ilişkiler; yolculukta bir taşıttan inip hemen diğerine yapılan aktarma. cut the connection bağlantıyı kesmek, irtibatı kesmek. family connections akrabalar in this connection bu münasebetle, bu hususta.

connective

(s). rapteden, bağlayan. connective tissue (anat). bağ doku.

connexion

(bak). connection.

conning tower

harp gemilerinde kumanda kulesi.

conniption

(i)., (k).dili isteri nöbeti.

connivance

(i). göz yumma; suç ortaklığı.

connive

(f)., at veya in ile suç işlenmesine göz yummak, görmezlikten gelmek; gizlice anlaşmak, suç ortağı olmak. We connived together in the plot. Komployu beraber hazırladık.

connivent

(s)., (biyol). birbirine yaklaşmış, yaklaşan.

connoisseur

(i). ehil, erbap, bir işten anlayan kimse, mütehassıs, uzman.

connote

(f). akla getirmek, anlamına gelmek, demeye gelmek, göstermek, ifade etmek. connotation (i). bir şeyin sözlük anlamının yanı sıra akla getirdiği kavram, çağrışım. connotative (s). çağrışım meydana getiren.

connubial

(s). evlilikle ilgili, karıkocalığa ait.

conoid

(s)., (i). konik (şekil).

conquer

(f). fethetmek, zaptetmek; galip gelmek, zafer kazanmak, yenmek. conqueror (i). fatih.

conquest

(i). fetih, zapt; zafer; kazanılmış şey veya kimse.

conquistador

(i)., (isp). 16. yüzyılda Meksiko veya Peru fatihlerinden herhangi biri.

consanguineous

(s). aynı soydan, aynı kandan, akraba.

consanguinity

(i). kan akrabalığı,aynı soydan gelme.

conscience

(i). vicdan; vicdanlılık. conscience clause vicdana riayet etmek şartıyla manasında bir ant veya kanuna ilâve edilen cümle. conscience money vicdanı rahatlatmak için verilen para. conscience-smitten (s). vicdanı azap içinde olan. clear conscience vicdan rahatlığı. guilty conscience vicdan azabı. in all conscience vicdanen ; mutlaka. on one's conscience vicdanını rahatsız eden.

conscientious

(s). vicdanlı,vicdan sahibi, dürüst, insaflı; dikkatli; çalışkan. conscientious objector (kıs CO) vicdani ve dini inançlarına aykırı olduğunu ileri sürerek askerlik hizmetini ifa etmeyi reddeden kimse. conscientiously (z). vicdani olarak; dikkatle.

conscionable

(s). vicdana uygun, dürüst, âdil.

conscious

(s). bilinçli, şuurlu, vukuflu, müdrik, farkında olan; uyanık. self-conscious (s). mahcup, sıkılgan. consciously (z). bile bile, bilinçle, şuurla.

consciousness

(i). bilinç, şuur; idrak, anlayış, akıl, his, vukuf. stream-of -consciousness (edeb). bilinçaltı akımı.

conscript

(f). kur'a neferi kaydetmek, askere çağırmak.

conscript

(s)., (i). askere alınmış; (i). askere alınmış nefer, kur'a neferi.

conscription

(i). askere çağırma; mecburi askerlik.

consecrate

(f). takdis etmek; tanrıya adamak , vakfetmek, hasretmek, tahsis etmek.

consecration

(i). takdis ve tahsis merasimi; kendini adama, vakfetme, takdis, tahsis, ithaf.

consecution

(i). birbirini takip etme, peşpeşe olma; dizi.

consecutive

(s). birbirini takip eden, ardıl; (mat). ardışık.

consensual

(s)., (huk). tarafların rızasıyla gayri resmi surette akdedilmiş (mukavele); (biyol). bilinçli hareketlerin uyardığı içgüdüsel ve tepkisel hareketleri belirten; (psik). his veya şuurla beraber giden gayri ihtiyari (hareket).

consensus

(i). fikir veya oy birliği, umumun fikri; (biyol). uzuvların ahenkle işlemesi.

consent

(f). muvafakat etmek, razı olmak, kabul etmek.

consent

(i). rıza, muvafakat, uygun bulma; ittifak, oy birliği. by common consent umumun rızasl ile. Silence gives consent. Sükut ikrardan gelir. with one consent hep birden.

consentaneous

(s). aynı fikirde, mutabık.

consentient

(s). razı, muvafık birbirine uygun.

consequence

(i). sonuç, netice, akibet; eser, semere; ehemmiyet, önem. in consequence of neticesinde, sebebiyle. of no consequence önemsiz. take the consequences cezasını çekmek.

consequent

(s). (i). neticesi olan; bağlı, tabi; takip eden; (jeol). toprağın asıl meyline göre akan; (i)., (man). istidlâl, netice, istintaç; (mat). bir oranın ikinci rakamı.

consequential

(s). önemli ehemmiyetli, kibirli, azametli; neticesinde meydana gelen , -den çıkan. consequentially (z). netice itibariyle.

consequently

(z). netice olarak, binaenaleyh, bu sebeple.

conservancy

(i). koruma; (ing). doğal kaynakları koruma teşkilâtı.

conservation

(i). koruma, muhafaza, himaye, koruyuculuk; doğal kaynakları koruma (orman, toprak,, yabani hayvanlar). conservation of energy (fiz). kudretin baki kalması. conservation of matter (fiz). maddenin baki kalması. conservationist (i). doğal kaynakları koruma taraflısı kimse.

conservative

(s)., (i). tutucu, muhafazakâr; ıIımlı, mutedil; (i). tutucu kimse; koruyucu madde. Conservative (i). (ingilterede) Muhafazakar Parti üyesi.

conservatoire,conservatory

(i). konservatuvar, müzik ve tiyatro okulu.

conservatory

(i). Iimonluk.

conserve

(i). reçel, konserve.

conserve

(f). korumak, muhafaza etmek; şeker ile muhafaza etmek, konserve yapmak.

consider

(f). düşünmek; göz önünde tutmak; üzerinde düşünmek; mütalaa etmek, dikkate almak; saymak, hürmet etmek; merhamet etmek ; farz etmek. all things considered enine boyuna düşünülürse. not worth considering kale alınmaz, lafını etmeye değmez.

considerable

(s)., (i). önemli, hatırı sayılır ; büyük, hayli, fazla, (i)., ABD, (k).dili fazla miktar. considerably (z). epeyce, oldukça.

considerate

(s). düşünceli, saygılı, hürmetkar; nazik.

consideration

(i). saygı, düşünce; gözönüne alma; karşılık, bedel; önem, ehemmiyet; itibar, saygınlık; (huk). borsada verilen pey akçesi. for a consideration para mukabilinde. in consideration of sebebiyle, itibariyle, hasebiyle; karşılığında. take into consideration göz önünde bulundurmak, hesaba katmak, düşünmek. under consideration gözden geçirilmekte, tetkik edilmekte.

considering

edat hasebiyle, göre, nazaran, göz önünde tutulursa.

consign

(f). göndermek, tahsis etmek, vermek, teslim etmek, tevdi etmek, emanet etmek. consignee (i). kendisine mal gönderilen kimse. consignment (i). mal gönderme, sevkiyat; gönderilen mal. on consignment konsiye olarak.

consist

(f)., of ile ibaret olmak, -den meydana gelmek, mürekkep olmak; in ile içine almak, havi olmak.

consistency

(i). bağlılık tutarlık, uyum, ahenk; yoğunluk, kesafet, kıvam, koyuluk.

consistent

(s). birbirine uygun, aralarında mutabakat olan, birbirini tutan, insicamlı,tutarlı. consistently (z). devamlı olarak, mütemadiyen.

consistory

(i). kilise idare heyeti; Papanın başkanlığındaki kardinaller kurulu.

consociate

(f). ortak olmak.

consociate

(s)., (i). ortak, müşterek, beraber çalışan; (i). arkadaş, ortak, refik. consocia'tion (i). beraber çalışma.

consolable

(s). tesellisi mümkün.

consolation

(i). teselli, avunç; teselli vesilesi veya sebebi. consolation prize teselli mükâfatı.

consolatory

(s). teselli edici.

console

(f). teselli etmek, avundurmak. be consoled avunmak.

console

(i). konsol; radyo kasası; (mim). balkonlann altına konulan süslü destek, dirsek; (müz). orgun tuşlarını havi kısım. console mirror konsol aynası. console table konsol.

consolidate

(f). birleştirmek, birleşmek; pekiştirmek, pekişmek, takviye etmek, saglamlaştırmak; (tic). konsolide etmek. consolidated debts (tic). konsolide borçlar, vadesi uzatılmış borçlar. consolidated school (A.B.D). ve Kanada'da birkaç mahallenin çocuklarının gittiği okul.

consolidation

(i). birlik, birleşme, birleştirme, sağlamlaştırma, takviye; borçları birleştirme.

consols

(i)., (ing). devlet tahvilâtı.

consomme

(i)., (Fr). konsome, et suyu.

consonance

(i). uygunluk, uyum, ahenk, mutabakat; (müz). ses uygunluğu; (fiz). titreşim uygunluğu.

consonant

(i)., (s). konson, sessiz harf; (s)., to veya with ile uygun; aynı seslere sahip olan, ahenkli.

consort

(i). arkadaş; eş, karı, koca; (den). yoldaş gemi; eski birleşme, ahenkli olma. prince consort hükümdarlık eden kraliçenin kocası. queen consort kralın karısı.

consort

(f)., with ile arkadaşlık etmek; uymak muvafakat etmek; birleşmek, arkadaş olmak.

consortium

(i). konsorsiyum; (huk). erkek veya kadının evlilikteki hakları.

conspectus

(i). taslak, umumi plan; özet, hulâsa.

conspicuous

(s). göze çarpan, aşikâr, bariz, dikkati çeken.

conspiracy

(i). fesat maksadı ile yapılan gizli anlaşma, suikast; (huk). fesat tertibi.

conspirator

(i). suikastçı.

conspire

(f). fesat maksadı ile gizli ittifak yapmak, suikast hazırlamak; elbirliği ile çalışmak; anlaşmak.

constable

(i)., (ing). kraliyet surlarının muhafızı veya valisi; polis; jandarma. Chief Constable (ing). bir vilâyetin polis müdürü. special constable geçici polis memuru.

constabulary

(s)., (i). polise ait; (i). polis teşkilâtı, zabıta kuvveti; jandarma.

constancy

(i). sadakat; değişmezlik, sabitlik.

constant

(s)., (i). değişmez; sürekli, devamlı, sabit, daimi; sadık; (i). sabit olan şey; (mat). konstant, sabite. constantly (z). daima, hiç durmadan, biteviye.

constantinople

(i). istanbulun eski ismi, Bizans, Kostantinya, Dar-i Saâdet, Asitane..

constantsa, constanta

(i). Köstence.

constellation

(i)., (astr). takımyıldız, burç.

consternation

(i). şaşkınlık, hayret, korku, dehşet.

constipate

(f)., (tıb). kabzetmek, inkıbaz vermek, sıkmak. constipa'tion (i). inkıbaz, peklik.

constituency

(i). bir seçim bölgesindeki seçmenler; seçime iştirak edenler; seçimle ilgili olanlar; seçim bölgesi.

constituent

(s)., (i). bileşiği meydana getiren; seçme hakkı olan: anayasayı değiştirme yetkisi olan;(i). seçmen; öğe, unsur.

constitute

(f). teşkil etmek; meydana getirmek , kurmak, tesis etmek, terkip etmek; tayin etmek, atamak.

constitution

(i). anayasa; tüzük, nizamname; beden yapısı, bünye; huy, yaradılış, tıynet; yapı; bileşim, terkip.

constitutional

(s)., (i). anayasa ile ilgili, anayasaya uygun; sıhhi; bünyevi, yapısal; (i). sağlık için yapılan jimnastik veya yürüyüş. constitutionally (z). anayasaya göre; mizaç itibariyle. constitutional'ity (i). anayasaya uygunluk. constitutionalism (i). meşrutiyet taraftarlığı; meşrutiyet.

constitutive

(s). kuran, teşkil eden, esas; anayasayı veya nizamnameyi hazırlamaya yetkili.

constrain

(f). zorlamak, mecbur etmek, mecbur tutmak, zorla yaptırmak; bağlamak, sınırlamak, tahdit etmek; menetmek; zaptetmek. constrained (s). zorlanmış; yapmacık, suni.

constraint

(i). sınırlama, tahdit; sıkıntı.

constrict

(f). sıkmak, sıkıştırmak, büzmek, daraltmak. constriction (i). sıkma, büzme; boğaz, dar geçit. constrictive (s). sıkıcı, büzücü. constrictor (i)., (anat). sıkıcı adale; (zool). avını sıkarak öldüren yılan. boa constrictor boa yılanı.

construct

(f). yapmak, bina etmek, kurmak, tertip etmek; geometrik olarak çizrnek, resmetmek.

construct

(i). yapılan şey, bina edilen şey; (psik). daha basit izlenimlerden oluşan karmaşık bir eğilim.

construction

(i). inşaat, yapı; inşa tarzı; yorumlama, tefsir; (gram). yapı, inşa, tertip; geometrik şeklin çizilişi, çizim. construction drawing proje çizimi. bear a construction belli bir anlam taşımak.

constructionist

(i). kanun tefsircisi.

constructive

(s). yapıcı, müspet, olumlu; yapısal; (huk). kanunen var sayılan.

constructor, -ter

(i). inşaat müteahhidi, inşaatçı; yapan kimse.

construe

(f). mana vermek, yorumlamak, tefsir etmek, anlamak; gramer kurallarınagöre cümle kurmak; cümleyi tahlil etmek.

consubstantial

(s). özleri bir olan, aynı tabiattan. consubstantial'ity (i). cevher birliği.

consubstantiate

(f). aynı cevherle birleştirmek; aynı esasa dayandığını farz etmek.

consuetude

(i). örf, adet, alışkanlık, itiyat. consuetu'dinary (s). mutat, alışılagelen.

consul

(i). konsolos; (eski Roma'da) konsül. consul general başkonsolos. vice consul konsolos muavini. consular (s). konsolosa ait ; konsüle ait. consular agent fahri konsolos. consulate (i). konsolosluk, konsoloshane.

consult

(f). danışmak, baş vurmak, müracaat etmek, sormak; göz önünde tutmak, hesaba katmak; istişare etmek. consultant (i). müşavir, danışman, rehber.

consultation

(i). danışma, müzakere, istişare; konsültasyon. consul'tative (s). istişari; müşavirlikle ilgili.

consulting

(s)., (i). müşavirlik eden, danışman olan; (i). danışma. consulting room muayene odası.

consumable

(s). tüketilir, istihlâk edilir, yanması mümkün; sarfolunur, kullanılır.

consume

(f). tüketmek, istihlâk etmek; yakıp yok etmek, çürütmek, bitirmek; israf etmek, ziyan etmek; sarfetmek; yemek, yutmak; tükenmek, istihlâk edilmek, yanmak, uçmak; ziyan edilmek, israf edilmek. consumed with jealousy kıskançlıktan deliye dönmüş.

consumedly

(z). çok fazla, yanarcasına.

consumer

(i). tüketici, müstehlik; sarfeden kimse. consumer goods tüketim maddeleri. consumers' cooperative tüketim kooperatifi.

consummate

(s). tam, mükemmel. consummately (z). mükemmelen.

consummate

(f). tamamlamak, ikmal etmek. consummate a marriage nikâhtan sonra cinsel temas yolu ile izdivacı tamamlamak. consumma-tion (i). ikmal, itmam, yerine getirme; iyi sonuç.

consumption

(i). tüketim, istihlak; yok etme; (tıb). verem.

consumptive

(s)., (i). tüketilecek; (tıb)., eski vereme tutulmuş; (i). veremli kimse.

cont

(kıs). contents, continent, continue.

contact

(i). temas, değme, değiş, sürtünme, dokunma; ilişki, münasebet; görüşme; (elek). bağlantı; (tıb). bulaşıcı hastalık nakledebilen kimse, portör. contact flight (hav). görerek uçuş. contact lens kontakt mercek. contact print foto. negatif ebadırda basllan resim. in contact with ile temas halinde.

contact

(f). temas etmek, dokunmak; (k).dili ile konuşmak.

contagion

(i)., (tıb). sirayet, bulaşma, geçme; bulaşıcı hastalık; kötü tesir.

contagious

(s)., (tıb). bulaşıcı, bulaşkan, sâri; mikroplu, zehirli; yayılan. contagious laughter herkesi coşturan gülme.

contain

(f). kapsamak, içine almak, ihtiva etmek, havi olmak, şamil olmak; sınırlamak, tahdit etmek; kontrol altma almak. container (i). (sandık, varil, şişe gibi) kap; yük gemisine yükletilecek iri sandık veya mavna. container ship yükü iri sandıklarda veya portatif mavnalar içinde taşıyan gemi.

contaminate

(f). bulaştırmak; geçirmek (hastalık, mikrop, pislik); lekelemek, kirletmek. contamina tion (i). bulaştırma; pislik.

contemn

(f). hor görmek, küçük görmek, adam yerine koymamak.

contemplate

(f). düşünmek, düşünüp taşınmak; niyetinde olmak, tasarlamak; seyretmek.

contemplation

(i). tefekkür, düşünme; tasarlama; dalgınlık. in contem plation of düşüncesiyle,...ihtimalini göz önünde tutarak.

contemplative

(s). dalgın, düşünceye dalmış.

contemporaneous

(s). çadaş, muasır; aynı zamanda vaki olan.

contemporary

(s). çağdaş, muasır; aynı yaşta olan; günümüze ait. contemporary with ile çağdaş.

contempt

(i). küçük görme, hor görme, yukandan bakma; hürmetsizlik; zillet, ayıp; (huk). bilerek kurallara karşı gelme. contempt of court (huk). mahkemeye itaatsizlik. beneath contempt hor görmeye bile değmez. Familiarity breeds contempt. Fazla samimiyet hürmetsizlik doğurur. hold in contempt hakir görmek, hor görmek.

contemptible

(s). aşağıllk, alçak, rezil.

contemptuous

(s). hakir gören, hor gören, kibirli.

contend

(f). çarpışmak, çekişmek, uğraşmak, mücadele etmek; iddia etmek, ileri sürmek, münakaşa etmek.

content

(i). muhteva, içerik, esas, öz, gerçek anlam; (çoğ). içindekiler, muhteviyat; hacim, istiap. cubic contents kübik hacim.

content

(s)., (i). hoşnut, memnun, razı; (i). memnuniyet, rahatlık, rıza, hoşnutluk, tatmin; (ing). Lordlar Kamarasında olumlu rey.

content

(f). memnun etmek, hoşnut etmek, tatmin etmek. contented (s). halinden memnun, rahat, tatmin olunmuş.

contention

(i). kavga, çekişme, mücadele, münakaşa; rekabet.

contentious

(s). kavgacı, daima çekişen; ihtilâflı, çekişmeli; (huk). davaya ait.

contentment

(i). memnuniyet, kanaat, rahatllk, gönül hoşluğu.

conterminous

(bak). coterminous.

contest

(f). karşı koymak, muhalefet etmek, itiraz etmek. contest with, contest against (bir kimse ile) mücadele etmek, çekişmek. contestable (s). münakaşa edilebilir,itiraz kaldırır. contested election yeterinden fazla aday bulunan seçim; (A.B.D). itiraz edilen seçim.

contest

(i). müsabaka; mücadele, çekişme; tartışma, münakaşa; iddia, bahse tutuşma.

contestant

(i). yarışmacı; bir seçimin sonucuna itiraz eden kimse.

context

(i). sözün gelişi, bir söz veya davranışa anlam kazandıran içinde vuku bulduğu şartlar; şartlar ve çevre. contex,tual (s). sözün gelişine ait.

contexture

(i). yapı, içyapı, bünye; düzen, tertip.

contiguity

(i). hemhudutluk; yekpare bir saha veya kütle.

contiguous

(s). bitişik, hemhudut.

continence

(i). itidal, ılımlılık, öIçüIüIük, kendini tutma.

continent

(i). kıta, anakara. the Continent Avrupa kıtası (ingiltere hariç) the dark Continent Afrika.

continent

(s). ıIımlı, mutedil; ölçülü, kendine hâkim; iffetli.

continental

(s). kıtasal; (b.h). Avrupa kıtasına ait; (b.h)., (s)., (i). (Amerikan istiklâl Harbinde) ihtilâlcilere ait (asker, meclis, değersiz para). continental climate kara iklimi. Continental Congress (A.B.D). 1774 ile 1781 yılları arasmdaki Amerikan milli meclisine verilen isim. continental divide bir kıtayı taksim eden su bölümü hattı. continental drift kıtaların yavaş yavaş kayıp yerlerini değiştirmesi. continental shelf kıtanın deniz suları altında kalan kısmı. not worth a continental beş para etmez.

contingence

(i). bitişme, temas, değme.

contingency

(i). ihtimal; beklenmedik olay. contingency fund bir bütçede beklenmedik ihtiyaçlara karşı ayrılan para.

contingent

(i). ihtimal; olay, rastlantı; grup, asker grubu.

contingent

(s). henüz belli olmayan sebeplere dayanan, şarta bağlı. contingent on dayanarak, bağlı; (huk). vuku bulup bulmayacagı şüpheli olan vakaya tabi.

continual

(s). sürekli, ardı arkası kesilmez, daimi, mütemadi; sık sık. continually (z). mütemadiyen.

continuance

(i). devam, süreklilik; (huk). talik, erteleme.

continuant

(i)., (dilb). (f, v, s, r gibi) uzatılabilen ünsüz.

continuation

(i). devam, devam etme, sürme; uzatma, temdit.

continue

(f). devam etmek, sürmek; dayanmak; kalmak; üstünde durmak, ısrar etmek; uzatmak, temdit etmek; (huk). tehir etmek.

continuity

(i). devamlıIık, süreklilik, ardı arkası kesilmeyiş; program metni; detaylı senaryo.

continuous

(s). devamlı, sürekli, fasılasız. continuously (z). mütemadiyen.

continuum

(i). değişmez ve arası kesilmez şey, bölünmemiş şey; (mat). sürekli dizi.

contort

(f). burmak, bükmek, eğmek, çarpıtmak. contorted (s). buruşuk, bükük. contortion (i). burulma, bükülme, eğilme. contortionist (i). vücudunu türlü şekillere sokan akrobat.

contour

(i)., (f). dış hatlar, çevre, şekil; (haritada) tesviye hattı, yatay sınır, düzey çizgisi; (f). şeklini meydana getirmek; düzenini takip etmek. contour line eşyükselti çizgisi. contour map düzey haritası.

contra

önek karşı, zıt, aksi.

contraband

(s)., (i). ithal veya ihracı yasaklanmış; (i). kaçak mal. contraband of war tarafsız bir ülkenin, harpte taraflardan birine sattığı kaçak harp malzemesi.

contrabass

(i)., (müz). kontrbas.

contraception

(i). gebelikten korunma. contraceptive (s)., (i). gebeliği önleyici (hap veya alet).

contract

(i). anlaşma, mukavele, akit, kontrat; anlaşma metni, mukavelename; briç karar verilen oyun. on contract mukaveleli, anlaşmalı, mukavele ile. contract bridge briç oyunu.

contract

(f). kasmak, kasılmak, daraltmak, kısaltmak, büzmek; buruşturmak,çatmak (kaş); yakalanmak, almak, duçar olmak (hastalık); anlaşma veya mukavele yapmak; ilişki kurmak.

contracted

(s). kasılmış, çekilmiş, büzülmüş, kısalmış; pazarlığı edilmiş.

contractile

(s). kasılabilir, büzülür, kısalır.

contraction

(i). çekilme, büzülme, kısalma; doğum esnasında rahim adalelerinin gerilmesi; (gram). bir veya birkaç harfin atılması ile yapllan kısaltma; bu şekilde kısaltılmış kelime.

contractive

(s). kasılabilir, büzüIür, kısalır; çeker, büzer.

contractor

(i). müteahhit, mukavele yapan kimse; kasan şey, kısaltan şey daraltan şey büzen şey, çeken şey.

contractual

(s). mukaveleden doğan; mukavele kabilinden, mukaveleye ait, anlaşmaya dair.

contradict

(f). yalanlamak, tekzip etmek, aksini iddia etmek; karşı olmak, tezat teşkil etmek.

contradiction

(i). aykırılık, çelişme; yalanlama. a contradiction in terms sözlerde çelişme.

contradictory

(s). inkâr ve tekzip manasında; aykırı.

contradistinction

(i). fark, zıt oluş, aksi. in contradistinction to -in aksine olarak.

contradistinguish

(f). zıddı ile tefrik etmek, ayırmak.

contrail

(i). jet uçaklannın bazan yüksek irtifada uçarken arkalarında bıraktıkları beyaz çizgi.

contraindicate

(f)., (tıb). hastalığın mutat tedavisini tatbik etmenin münasip olmadığına delalet etmek. contraindica'tioni , (tıb). kontraendikasyon.

contralto

(i)., (s). kontralto; (s). kontralto ile ilgili veya ona ait.

contraposition

(i). karşı koyma; zıtlık.

contraption

(i)., (k).dili belirli bir iş için kurulan mekanizma, tertibat; şey.

contrapuntal

(s)., (müz). kontrpuana ait , iki veya daha çok sayıda melodinin bir arada çalınmasından meydana gelen; )bak). counterpoint.

contrariety

(i). aksilik, zıtlık, tezat.

contrariwise

(z). bilakis, aksine; ters istikamete.

contrary

(s)., (i)., (z). ters, karşı, muhalif, aksi, zlt, aykırı; nahoş; aksi istikamette olan; (man). mütenake; (i). aksi ters; (z). aksine. contrary child inatçı çocuk. evidence to the contrary aksini ispat. on the contrary aksine, bilakis. to the contrary.. rağmen. contrarily (z). aksine, bilâkis. contrariness (i). inatçılık.

contrast

(f). aradaki farkı göstermek üzere karşılaştırmak, mukabele etmek, birbirinin zıddı olmak, tezat teşkil etmek, tezat göstermek, benzememek.

contrast

(i). tezat, zıtlık, fark ayrılık; tefrik; (fotoğrafta) açık ve koyu kısımlar arasındaki fark. contrasty (s)., (foto). açık ve koyu kısımlar arasında tezat olan.

contravallation

(i),, (ask). kuşatan ordu tarafından kazılan hendekler hattı.

contravene

(f). karşı gelmek, muhalefet etmek; itiraz etmek; bozmak, ihlâl etmek.

contravention

(i). kanuna ve nizama karşı koyma ihlâl; mâni olma. in contravention of hilâfında, ragmen.

contredanse

(i). halk oyunu.

contretemps

(i). gaf, pot; insanı mahcup eden veya zor duruma düşüren bir olay.

contribute

(f). bağışlamak, teberru etmek, iane vermek; katkıda bulunmak. contribute to yardım etmek, iştirak etmek; (gazeteye) yazı vermek. contributor (i). veren kimse, yardım eden kimse, katkıda bulunan kimse; dergi veya gazeteye yazı yazan kimse.

contribution

(i). yardım, bağış, muavenet, iane; makale, yazı; (tic). vergi, mükellefiyet; aidat, prim; müştereken mesul olanlardan birinin hissesini vermesi hali.

contributory

(s). yardımcı, iştirakçı; to ile dolaylı olarak sebep olan, katkıda bulunan. contributory negligence (huk). bir kaza vukuunda kazazedenin kısmen suçlu olması.

contrite

(s). pişman, nadim, tövbekâr. contrition (i). pişmanlık, nedamet.

contrivance

(i). tertip, tertibat, icat; mekanizma; gizli plan, entrika.

contrive

(f). kurmak, tertip etmek, düşünmek, icat etmek, yolunu bulmak, bir yol aramak. contrive to do uydurmak, becermek, başarmak. contrived (s). yapmacık, suni.

control

(i). idare; idare etme, hâkim olma , hâkimiyet, egemenlik; spiritualizmde medyumu hareket ettiren ruh; istenilmeyen bir şeyin etkisini azaltacak program ve tedbir; (çoğ). kumanda cihazları, kontrol kolları ve düğmeleri. control group deney yapılan grupla karşılaştırmak üzere normal halde bırakılan grup. control tower (havaalanında) kumanda kulesi. birth control doğum kontrolu. flood control sel felâketine karşı tedbir.

control

(f). (-led, -ling) idare etmek, hâkim olmak. controllable (s). idare edilebilir.

controller

(i). idare eden kimse veya alet, regülatör; muhasebeci, murakıp, kontrolör bütçeye göre ödeme musaadesi vermeye yetkili şahıs.

controversial

(s). ihtilâflı, çekişmeli; münakaşa edilebilir.

controversy

(i). tartışma, münakaşa, munazara, ihtilâf, çekişme, mücadele.

controvert

(f). tekzip etmek, yalanlamak; itiraz etmek; aksini ispat etmek.

contumacious

(s). inatçı, asi, itaatsiz.

contumacy

(i). hor görürcesine itaatsizlik; serkeşlik; inat, inatçılık.

contumely

(i). hakaret, tahkir, küfür.

contuse

(f). berelemek, ezmek. contusion (i). ezik, bere, çürük.

conundrum

(i). cevabı kelime oyununa dayanan bir çeşit bilmece.

conurbation

(i). şehirlerin genişleyip birleşmesi.

convalesce

(f). nekahet devresinde olmak, iyileşmek. convalescence (i). nekahet. convalescent (s)., (i). nekahet devresi ile ilgili; (i). nekahet halindeki kimse.

convection

(i)., (fiz). bir gaz veya sıvının ısınarak hafifleyip yükselmesi ve başka bir yerde soğuyup ağırlaşarak aşağı inmesi.

convenance

(i). geleneğe uygunluk, yakışıklık; (çoğ). terbiye icabı olan şeyler, adap.

convene

(f). toplamak; (huk). mahkemeye celbetmek ; toplanmak, bir araya gelmek.

convener

(i). grupu toplantıya çağırıp oturumu açan kimse.

convenience

(i). uygunluk, rahatIık, kolaylık, münasip oluş, elverişli oluş; (çoğ). konfor. at your convenience size uygun gelen bir zamanda, mümkün olduğu kadar yakın bir zamanda.

convenient

(s). uygun, elverişli, münasip, müsait, rahat, kullanışlı; kolay ele geçer, kullanılmaya hazır.

convent

(i). rahibelerin bulunduğu manastır.

conventicle

(i)., (ing). (tar). gizli dini toplantı.

convention

(i). kongre, toplantı; mukavele, anlaşma; kabul edilen düzen; âdet, gelenek; (fels). ulaşım. conventioneer (i). delege.

conventional

(s). âdetlere uygun, göreneksel, geleneksel; beylik, basmakalıp; (güz. san). konvansiyonel. conventional warfare nükleer silah kullanılmayan harp. conventional usage kabul edilen düzen. conventionalism (i). âdetlere bağlılık. conventionalize (f). konvansiyonel hale getirmek. conventionality (i). toplumsal âdetlere bağIılık resmiyet, toplumsal kurallara uyan söz veya davranış.

conventual

(s)., (i). rahibe manastırına ait; (i). manastıra bağlı rahip veya rahibe.

converge

(f). bir noktada birleşmeye yüz tutmak; (geom). birbirine yaklaşmak (doğrular); (mat). yakınsak olmak; birbirine yaklaştırmak. convergence (i). birbirine yaklaşma; (fiz)., (geom). doğruların birbirine yakın gelmesi. convergent (s). birbirine yaklaşan.

conversable

(s). hakkında konuşulabilir; sohbeti tatlı.

conversant

(s)., with (ile). aşina olan, erbap, yakından bilen, iyi bilen.

conversation

(i). konuşma, sohbet, muhavere mükâleme. conversation piece dikkati çeken ve kendisinden bahsettiren herhangi bir şey. criminal conversation (huk). zina.

conversational

(s). konuşmaya ait , konuşmaya hazır, konuşabilir, konuşkan. conversationalist (i). iyi konuşan kimse, sözü sohbeti yerinde kimse.

converse

(f)., (gen). with (ile). konuşmak, sohbet etmek.

converse

(s)., (i). zıt, aksi, ters; karşıt; (i)., (man). karşıt olan şey; nakzedici önerme converse'ly (z). aksine olarak,tam tersine.

conversion

(i). dönme, değişme, tebdil, değiştirme; ilah din değiştirme; ihtida; (huk). başkasının malını zapt etme; (man). önermelerin aksi; (mat). tahvil, hal.

conversion table

(mat). eş değerleri gösteren cetvel.

convert

(i). din veya inanç değiştiren kimse , dönme, ihtida eden kimse.

convert

(f). değiştirmek, tebdil etmek, döndürmek, çevirmek; (tahvil) hisse senetlerine çevirmek ; (öIçü veya miktarı) başka bir sisteme göre göstermek; tahvil etmek; (huk). başkasının malını zapt etmek.

converter

(i). değiştiren şey veya kimse; çelik imalâtında Bessemer usulünde kullanılan kap; (elek). cereyanı değiştiren alet, çevirgeç.

convertible

(i)., (s). değiştirilebilen herhangi bir şey; üstü açılıp kapanabilen spor araba; (s). değiştirilebilir, tahvili mümkün. convertible bonds tahviii kabil bonolar. convertible money madeni paraya çevrilebilen kâğıt para.

convex

(s)., (i). dışbükey, konveks, tümsekli; i yüzeyi dışbükey olan cisim. convex'ity (i). dışbükeylik.

convey

(f). nakletmek, götürmek, taşımak; geçirmek; ifade etmek; (huk). başkasına terketmek, devretmek. conveyable (s). nakledilebilir; devredilebilir.

conveyance

(i). nakletme; araba; (huk). terk, feragatname, temlik.

conveyer, conveyor

(i). nakledici şey veya kimse. conveyor belt taşıyıcı kayış.

convict

(i). mahkum kimse.

convict

(f). mahkum etmek; suçlu bulmak.

conviction

(i). kanaat, inanç; katiyet; ikna; mahkumiyet. carry conviction doğruluğunu belli etmek.

convince

(f). ikna etmek, inandırmak. convinced (s). emin, kani convincing (s). inandırıcı.

convivial

(s). şen, keyifli; şenlik ve ziyafete ait convivial'ity (i). şenlik ve ziyafet, eğlence.

convocation

(i). toplantı, meclis; toplantıya davet; kilise temsiicileri meclisi.

convoke

(f). toplantıya davet etmek, çağrıda bulunmak.

convolute

(s). sarılmış, bukulmuş, dürülmuş, helezoni, helisel; karışık, zor anlaşılır.

convolution.

(i). büklüm,sarılış,dürülüş.

convolvulus

(i)., (bot). kahkahaçiçeği; sarmaşık gibi sarılan birkaç çeşit fidan. wild convolvulus köpek pençesi, (bot). Calystegia sepium.

convoy

(i). konvoy.

convoy

(f). konvoyu korumak; rehberlik etmek.

convulse

(f). şiddetle sarsmak. be convulsed with laughter gülmekten katılmak. convulsion (i). ihtilâç, katılma, ıspazmoz. convulsive (s). ihtilâç nevinden, ihtilâç gibi.

cony

(i). tavşan; tavşan kürkü; adatavşanı.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL