NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

st ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: st
Bulunan Sonuç: 673

st.

i. street (cadde) kelimesinin kısa yazılışı, i. Saint (Aziz) kelimesinin kısa yazılışı

stab

f. (-bed, -bing) i. sivri bir aletle yaralamak; bıçak veya hançer saplamak, bıçaklamak, hançerlemek; içine girmek; delmek; i. süngüleme; süngü yarası; söz ile yaralama, kalbini kırma. stab in the back arkadan vurmak. make a stab at teşebbüste bulunmak, denemek.

stabile

s., i. sabit, durağan; dengeli; tıb.. sıcaklığa dayanır; i. modern heykeltıraşlıkta sabit eser.

stability

i. olduğu yerde sağlam durma; muhkem olma; salamlık; katılık; karar, sebat, temkin; mak. muvazene, denge.

stabilization

i. sabit kılma veya olma, saptama, tespit etme; istikrar; hav. dengesini sağlama; mak. dengeleme.

stabilize

f. saptamak, tespit etmek, muhkem hale getirmek; istikrar kazandırmak; hav. dengesini sağlamak; mak. dengelemek. stabilizer i. stabilizatör, denge sağlayan kimse veya şey; hav. uçağın dengesini sağlayan cihaz; dengeleyici, pekiştirici.

stable

i., f. ahır; özel bir ahırın atları ve uşakları; A.B.D. çalışma grubu, ekip; f. ahıra bağlamak ahırda oturmak veya yatmak.

stable

s. sabit, bozulmaz, kararlı, kımıldanmaz, sarsılmaz, devrilmez, yıkılmaz; baki, daimi, ölümsüz, zeval bulmaz; azimli, sebatlı. stable equilibrium sabit dengeli olma, muvazene. stableness i. sabitlik, sarsılmazlık. stably z. sabit olarak, bir kararda.

stableboy

i. seyis yamağı, ahırda hizmet eden uşak.

stabling

i. ahır ve ahır malzemesi.

staccato

z., s., müz. her ses ayrı ve kısa olarak, stakato; s. kesik ve kuvvetli.

stack

i., f. büyük yığın; saman veya ot kümesi, tınaz, istif; muntazam yığın; baca; kitap rafları (özellikle büyük kütüphanelerde); k.dili. bolluk; f. yığmak, istif etmek. have the cards stacked against one güç bir durumda olmak, engeller karşısında olmak. stack the cards hile ile kartları düzenlemek.

stadholder , stadtholder

i. Hollanda'da genel vali.

stadia

i. arazi ölçmesinde geçici topoğrafya istasyonu; ölçme çubuğu.

stadium

i. (çoğ. -dia) eski Yunan stadyumu; stadyum; 185 metrelik eski uzunluk ölçüsü; inkişaf derecesi; tıb. hastalığın devresi .

staff

i. (çoğ. staffs, staves) değnek, sopa, çomak, asa; direk, gönder; uzun sap; bir idarenin bütün memurları, personel; ask. kurmay subayları; müz. notaların yazıldığı beş çizgili porte. staff notation müz. portede kullanılan işaretler sistemi. staff officer erkânı harp zabiti, kurmay subayı.

staff

i., mim. muvakkat binalar için taş yerine kullanılan ve alçıdan yapılan harç.

stag

i., s. erkek geyik; iğdiş edilmiş domuz; bir ziyafet veya toplantıda kadın arkadaşı olmayan erkek; erkekler için toplantı; s. yalnız erkeklere mahsus. stag beetle boynuzlu bir böcek, zool. Lucanus cervus, stag line dansta damı olmayan erkekler grubu. stag party yalnız erkeklere mahsus eğlence. go stag karşı cinsten refaket eden olmadan. toplantıya gitmek.

stage

i. sahne; tiyatro, sahne hayatı, tiyatroculuk; meydan; yolculuğun bir kısmı, bir günlük mesafe; merhale, menzil; safha; mertebe, devre; suyun yükseliş derecesi; bir binanın yatay kesiti, kat; mikroskopta bakılacak cismin konulduğu raf; uzay roketinin basamaklı çalışan itme takımlarından her biri; yapı iskelesi; posta arabası. stage business tiyatro. oyuncuların konuşma dışındaki jest ve mimikleri. stage design sahne dekorasyonu. stage director sahne müdürü. stage door aktörlere ve sahne görevlilerine mahsus tiyatro kapısı. stage fright seyircileri görünce oyuncularda bazen görülen korku. stage manager sahne amiri. stage whisper sahnede aktörün kolayca işitilen fısıltısı. by easy stages derece derece, azar azar. critical stage nazik veya tehlikeli safha, buhranlı devre. go on the stage tiyatroya girmek, sahne hayatına atılmak. larval stage böceklerin larva haline geldikleri devre. quit the stage sahneden çekilmek.

stage

f. sahneye koymak; temsil etmek; yürütmek, idare etmek.

stagecoach

i. posta arabası, menzil arabası.

stagecraft

i. piyes yazma veya sahneye koyma sanatı.

stagehand

i. sahne görevlisi.

stager

i. çok tecrübeli kimse.

stagestruck

s. aktörlük hevesine tamamen kapılmış.

stagey

bak. stagy.

staggard , gart

i. dört yaşında erkek geyik.

stagger

f., i. sendelemek, sersemleyip düşecek gibi olmak; tereddüt etmek; şaşırtmak, hayrete düşürmek, sersem etmek; karışık düzenlemek; ayrı saatlere bölüştürmek; kanatları karşı karşıya gelmeyecek şekilde tertip etmek; i sendeleme; sersemleşme; çoğ. hayvanlara mahsus damla illeti. stag geringly z. sendeleyerek; şaşırtıcı derecede.

staghound

i. geyik avında kullanılan iri av köpeği .

staging

i. bina iskelesi; menzil arabasıyla yolculuk: sahneye koyma.

stagnancy

i. durgunluk; atalet, işlemezlik.

stagnant

s. durgun, hareketsiz, bayatlamış, bozulmuş (su); atıl, kesat, rakit.

stagnate

f. durgun olmak, durgunlaşmak, durgunluk sebebinden bozulmak (su); atıl veya hareketsiz olmak; bitki gibi yaşamak. stagnation i. durgunluk.

stagy , stagey

s. sahneye yakışır, aktörce stagily z sahneye yakışır şekilde staginess i. sahneye yakışır tarz.

staid

s. temkinli, ağırbaşlı, vakarlı; sabit.

stain

f., i. lekelemek; tahtaya renk vermek; leke sürmek (şeref, isim); lekelenmek; boyanmak; i. leke; boya, vernik; benek. stained glass renkli cam.

stainless

s. lekesiz, pak, temiz, kusursuz. stainless steel paslanmaz çelik .

stair

i. basamak; kademe; çoğ. merdiven. stair carpet merdiven halısı. stair rod merdiven halısı çubuğu. a flight of stairs bir kat merdiven. back stairs arka merdiven.

staircase

i. binanın merdiven kısmı, merdiven.

stairhead

i. merdiven başı, sahanlık.

stairway

i. merdiven.

stairwell

i. merdiven boşluğu.

stake

i., f. kazık; kazığa bağlayıp yakarak öldürme; kumarda ortaya konan para: sık sık çoğ. yarışmada ödül; şansa bağlı olan şey; f. kazığa bağlamak, kazıklarla sınırlamak; kazıklarla pekiştirmek; k.dili kumarda para koymak; tehlikeye atmak. stake a claim sahip çıkmak. stake boat kayık yarışında menzil işareti olarak bir yere bağlanan sandal. stake horse müşterek bahis tutulan yarışlarda koşturulan cins at. stake out, stake off kazıklarla işaret etmek veya bölmek; hudutlarını göstermek. be at stake tehlikede bulunmak, şansa bağlı olmak. bring to the stake yakarak idam etmek. high stakes ortaya atılan büyük miktar. perish at the stake yakılarak idam olunmak. pull up stakes işini bitirip başka yere taşınmak. We have a stake in the out come Ucu bize dokunur.

stakeholder

i. bir bahis için ortaya konan parayı muhafaza eden kimse.

stalactite

i. istalaktit, sarkıt. stalactic(al), stalactit'ic(al) s. sarkıtlarla ilgili veya onlara benzer. stalactiform s. istalaktit şeklindeki.

stalag

i. Alman savaş esirleri kampı.

stalagmite

i. istalagmit, dikit. stalagmitic(al) s. dikitlerle ilgili; dikitlere benzer.

stale

s., f. bayat, durmuş, eski; adi; yıpranmış, bitkin (fazla spor yapanlar için kullanılır); f. bayatlatmak, tazeliğini gidermek; bayağılaştırmak. staleness i. bayatlık.

stale

f., i. kaşanmak, işemek (at veya sığır); i. at veya sığır sidiği veya kaşanması.

stalemate

i., f. satranç oyununda şahın kiş denmemiş fakat nereye oynarsa kiş denecek vaziyette olması, pata; iki taraftan her biri kımıldanamaz halde olma; faaliyetsizlik; f. satrançta şah demeden hareket edemez hale getirmek; kımıldanamaz hale koymak.

stalk

i. sap, bitki sapı.

stalk

f., i. sezdirmeden ava yaklaşmak; azametle yürümek; i. azametli yürüyüş; sezdirmeden ava yaklaşma.

stalkinghorse

i. arkasında avcının siper aldığı at veya at şeklinde şey; arkasında gizlenilen şey, maske.

stall

i. ahır; ahırda tek at için yapılmış bölme; küçük dükkân; hav. hız kaybedip bocalama: Oto. motorun durması; orkestra üyelerinin veya kilise korosunun oturduğu kısmen kapalı yer; araba park edecek yer; yaralı parmak sargısı; k.dili. oyun, düzen.

stall

f. ahırda kalmak; ahıra kapayıp beslemek; istemeyerek stop etmek, yük fazlalığından stop etmek (motor); hav. hızını kaybedip düşmek üzere olmak; çamur veya kara saplanıp durmak; durdurmak; k.dili. soruşturmadan kaçınmak; tehir etmek, vakit kazanmaya çalışmak.

stallfeed

f. ahırda semirtmek.

stallion

i. damızlık at, aygır

stalwart

s., i. bünyesi kuvvetli, iri yapılı; cesur, yürekli, yiğit; i. cesur ve kuvvetli adam; sadık parti üyesi.

stamboul

i. İstanbul; eski İstanbul.

stamen

i. çiçeklerde erkeklik uzvu, ercik. stamen, stamened s. stameni olan. staminiferous s. stamenler hâsıl eden.

stamina

i. dayanıklılık, tahammül, kuvvet.

staminal

s. kuvvet veya dayanıklılığa ait; bot. stamene ait veya stamenlerden ibaret.

staminate

s., bot. ercikli, stamenli, bilhassa dişilik uzvu olmayıp yalnız erkeklik uzvu olan.

stammel

s., i. koyu kırmızı (renk).

stammer

f., i. pepelemek, kekelemek; i. kekemelik. stammerer i. kekeme kimse, pepe kimse. stammeringly z. kekeleyerek.

stamp

f., i. ayağını yere vurmak; basmak; damga vurmak, üzerine damga basmak, damgalamak; üzerinde silinmez izler bırakmak; yerleşmek; kalıpla vurup kesmek; ezmek; sikke darbetmek; imza ile tespit etmek; pul yapıştırmak; i. ıstampa; damgalama; damga; pul, posta pulu; ayağını yere vurma; kalıp; maden filizini ezmeye mahsus tokmak; alamet, marka; cins, soy, çeşit. stamp mill maden filizi kırma makinası. stamp out üstüne basıp söndürmek; bastırmak, ezip yok etmek; kalıp ile kesmek; ayak patırtısı ile çıkmak. stamp pad ıstampa. stamp tax pul vergisi. stamping ground bir kimsenin sık sık gittiği yer.

stampede

i., f. atların veya sığırların korkarak dağılıp kaçmaları; coşkun toplu koşuş; panik yaratma; ayaklanma; f. topluca koşuşmak, kaçışmak, paniğe kapılmak, belirli bir hedefe hücum etmek; kaçıştırmak, korkutup koşturmak.

stamper

i. damgalayan kimse veya alet; postanede mektuplara damga vuran memur; ıstampa, zımba, damga; tokmak.

stance

i. duruş; tutum; golfta topu çelerken bacakların aldığı vaziyet.

stanch , staunch

f., s. (kanı) durdurmak, akmasını önlemek; s., bak. staunch.

stanchion

i., f. direk, destek, ayak, dayak, payanda; ahırdaki hayvanları muhafaza için hayvanların boyunlarının iki tarafına konulan direk; den. puntal; f. hayvanların boyunlarının iki yanına direk koyarak çıkmalarına engel olmak.

stand

f. (stood) ayakta durmak, kaim olmak; durmak, ayakta kalmak; kalmak, baki kalmak; sebat etmek, tahammül etmek, çekmek, dayanmak; sabit olmak; inat etmek, ayak diremek; olmak, bulunmak; durmak; uymak, uygun gelmek; (İng.) aday olmak; den. gitmek, yol tutmak, doğrulmak; belirli bir ölçü uzunluğunda olmak; kalkmak, dikilmek; muteber kalmak; durdurmak, dikmek; yön göstermek; k.dili. ziyafet masraflarını ödemek. stand a chance ihtimali olmak. stand aside bir kenara çekilmek. stand back geriye çekilmek. stand by hazır beklemek; yakınında durmak; arka çıkmak, desteklemek; (sözüne) sadık kalmak; karışmamak, lâkayt kalmak, yardım etmemek; den. hazır olmak, alesta durmak. stand clear emniyette bulunmak. stand down mahkemede şahitlik ettikten sonra çekilmek. stand firm sabit durmak: stand for tarafını tutmak; yerine geçmek, temsil etmek; tahammül etmek, müsamaha etmek. stand in awe of korkmak; bir kimseye karşı korkuyla karışık saygı duymak. stand in for vekaleten vazifesini görmek. stand in with araları iyi olmak. stand off uzak durmak; razı olmamak. stand on de temel tutmak; üzerinde ısrar etmek; den. yoluna devam etmek. stand ones ground davasından vaz geçmemek, sebat etmek. stand on one's own two feet yardım beklemeden kendi işlerini idare etmek. stand out ileriye fırlamış olmak; göze çarpmak; karşı durmakta inat etmek. stand over dikkatle izlemek; tehir edilmek. stand pat değişikliğe karşı olmak, politika değiştirmemek. stand still hareketsiz durmak, kımıldamamak. stand to sebat etmek. stand together uymak, uygun olmak. stand to reason makul olmak, akla yatmak. stand treat başkalarına ikram etmek. stand trial muhakeme edilmek, yargılanmak. stand up ayakta durmak, ayağa kalkmak; (kullanılışında) dayanmak; doğru çıkmak; k.dili. randevuya gelmeyerek (birini) boşa bekletmek. stand up for bir kimsenin tarafını tutmak, taraftarı olmak. stand up to cesaretle karşılamak. stand up with nikah merasiminde (gelin veya damada) refakat etmek. Where does he stand on civil rights? Medeni haklara karşı tutumu ne?

stand

i. duruş; durak, durulacak yer; durum; saksı koymaya mahsus sehpa veya ayaklık; portmanto; satış tezgâhı veya masası, işporta; satıcının durduğu yer; tribün; mahkemede şahit yeri; bir kimsenin bulunduğu yer; işlemez durum, çıkmaz; turnedeki tiyatro ekibinin kısa bir zaman kaldığı şehir; ormanda yetişen ağaçlar; belirli bir tarlada bulunan ekin;(İskoç.) takım. be at a stand duraklamak. take a stand fikrini açığa vurmak; taraf tutmak. take the stand davada şahitlik yapmak.

standard

s. standart olarak kabul edilmiş; herkesçe itibar edilen; umumca kabul edilen (dil usulü). standard candle ayar mumu, ölçü olarak kabul edilen ve ayar edilen bir mumun saçtığı ışık. standard deviation istatistikte ortalama ile bunu teşkil eden rakamların fark ölçüsü. standard English edebi veya kültürel ve sosyal bakımdan kabul edilmiş olup aydın sınıf tarafından kullanılan ingilizce. standard gauge demiryolu rayları aralığı için Avrupa ve ABD'nde kabul edilen standart ölçü: 1,435 m standard lamp ışık ölçüsünde standart olarak kullanılan lamba. standard pitch müz. ABD'nde standart ton ayarı (la 440 frekansında). standard time bir memleket veya bölge için kabul edilmiş saat ayarı.

standard

i. sancak, bayrak, alem; sembol; ileri gelen bir şahsı temsil eden sancak; miyar, ölçü birimi, standart; ayar; para mikyası (altın veya gümüş); ayak, payanda, direk, destek; ağır eşya. standard of living hayat standardı .royal standard kraliyet sancağı. up to standard belirli bir standarda göre, kabul edilen şartlara göre.

standardbearer

i. bayraktar, alemdar.

standardize

f. belirli bir ölçüye uydurmak, standardize etmek, ayarlamak, normalleştirmek. standardization i. ayarlama, normalleştirme.

standby

i. (çoğ. -bys) yedekte bulunan kimse veya tertibat.

standee

i. (tiyatro veya trende) yer kalmadığı için ayakta kalan kimse.

standfast

i. sabit görüş; kımıldamayan şey.

standin

i. nüfuz, slang piston; dublör.

standish

i. hokka, kalem mahfazası.

standoff

i., k.dili. oyunda beraberlik; mukabil kuvvet, tesirsiz bırakma; ilgisizlik, soğukluk; sonraya bırakma, tehir.

standoffish

s. ilgisiz, soğuk.

standout

i. üstünlük ve kıymeti ile göze çarpan şey veya kimse; k.dili. eski görüşünü muhafaza edip umumun kararına iştirak etmemekte ısrar eden kimse.

standpat

s. tutucu, değişikliğe karşı koyan standpatter i. tutucu kimse.

standpipe

i. dikme boru; yangın musluğu.

standpoint

i. görüş noktası, bakım. from the standpoint of bakımın dan, görüşüyle.

standstill

i. durma, işlemez hal, tevakkuf; tatil, paydos, işin durması. be at a standstill durgun halde olmak; inkıtaa uğramak, kesilmek.

standup

s. dik; ayakta durarak yapılan.

stanhope

i. tek kişilik dört tekerlekli açık at arabası.

stank

bak. stink.

stannary

i., s. kalay madeni, kalay madeni eritme ocağı; kalay maden havzası; s. kalay madenine ait.

stannic

s. kalay cinsinden, kalaya ait stannic acid stanat asidi, kalay asidi. stanniferous s. tabii olarak içinde kalay bulunan.

stannum

i. kalay St Anthony's fire tıb. yılancık.

stanza

i. şiir kıtası.

stapes

i., anat. üzengikemiği.

staph

i., k.dili., bak. staphylococcus.

staphylococcus

i. iltihap hâsıl eden bir çeşit mikrop, stafilokok basili.

staple

i., s., f. bir yerin ürettiği başlıca mahsul; esaslı yemek maddelerinden biri; hammadde; elyaf; unsur; içerik, muhteva; satış yeri; ambar; s. devamlı üretilen veya satılan; ana, esas; piyasayı tutmuş, yerleşmiş; f. (yün elyafı) uzunluğuna göre tasnif etmek stapler i. yün tasnifçisi; yün ve elyaf satıcısı.

staple

i., f. tel, tel raptiye; iki başlı çivi; f. zımbalamak, telle raptetmek. stapler i. zımba.

star

i. yıldız; yıldız şekli; yıldız işareti; tiyatro, sin. yıldız; mümtaz şahsiyet, sporda mükemmel oyuncu; talih. star apple meyvası elmaya benzer ve Antiller'de yetişen bir ağaç, bot. Chrysophyllum cainito Star Chamber eskiden İngiltere'de hudutsuz yetki sahibi olan ve 1641'de lağvolunan mahkeme; gizlice ve istediği gibi hareket eden herhangi bir mahkeme. star drift küme halindeki yıldız gruplarının müşterek hareketi. star grass nergis zambağına benzer ufak bir ot, bot. Hypoxis star of David Süleymanın mührü. Star and Bars Amerikan İç Harbinde Güneyli hükümetin bayrağı. Stars and Stripes ABD'nin bayrağı. star sapphire yıldız görüntüsü veren yakut. star shell işaret fişeği, aydınlatma mermisi. StarSpangled Banner ABD'nin bayrağı; ABD'nin milli marşı. have stars in one's eyes gözleri parıldamak. make one see stars k.dili. gözünde şimşekler çaktırmak. north star Kutupyıldızı, kuzey yıldızı, demirkazık. shooting star kayan yıldız, haceri semavi, göktaşı. thank one's lucky stars Allaha şükretmek.

star

f. (-red, -ring) yıldızlarla süslemek; yıldız koyarak işaret etmek; yıldız yapmak; başrolde oynamak; başrolde göstermek.

star

s. ünlü, meşhur, en iyi olan; yıldıza ait; yıldızla işaretli.

starboard

i., s. geminin sancak tarafı, sancak; s. buna ait

starch

i., f. nişasta, ket; kola; resmiyet; (A.B.D.) canlılık, dinçlik; f. kolalamak. starchiness i. sertlik, bol kolalılık; resmiyet. starch'y s. nişastalı; kolalı; resmiyete meyilli, soğuk.

starcrossed

s. bedbaht, şanssız, yıldızı sönük.

stardom

i., sin., tiyatro. yıldızlık.

stare

f., i. gözünü dikip bakmak, uzun uzun bakmak; dik durmak (saç); i. uzun ve küstahca bakış; bakışların bir noktaya takılıp kalması. stare at dik dik bakmak . stare down yüzüne dik dik bakıp şaşırtmak veya utandırmak. stare one in the face önünde olmak; yakında gelmesi kesin olmak (istenilmeyen durum) .

starfish

i. beşparmak, denizyıldızı.

stargaze

f. yıldızlara bakmak, yıldızları tetkik etmek; hayallere dalmak. star gazer i. yıldızlara bakan kimse; dalgın kimse.

stargazer

i. tepegöz, kurbağa (balık), zool. Uranoscopus scaber.

stargazing

i. müneccim gibi yıldızlara bakma; dalgınlık.

stark

s., z. süssüz, sade; bütün bütün, tam; katı, kaskatı kesilmiş (ölü gibi); şiddetli, fırtınalı; suratsız, sert; anadan doğma; z. tamamen. stark naked anadan doğma, çırılçıplak, üryan. stark raving mad çılgın, tam deli.

starless

s. yıldızsız, kapalı.

starlet

i. küçük yıldız;( A.B.D.), k.dili. genç yıldız adayı.

starlight

i. yıldız ışığı.

starling

i. sığırcık kuşu, çekirge kuşu, zool. Sturnus vulgaris.

starling

i. köprü ayağının etrafına kakılan kazıklar.

starred

s. yıldızlarla donanımı; her hangi bir şeyin yıldızı olarak gösterilmiş; yıldız işaretli; burçların etkisinde olan .

starry

s. yıldızlı, yıldız gibi. starryeyed s. hayranlıkla bakan.

start

i. geyik boynuzunun ucu; kuş kuyruğu biçiminde parça.

start

f. başlamak, harekete geçmek, yola çıkmak; harekete geçirmek, başlatmak, yola koymak; kalkmak; ürküp sıçramak; irkilmek, fırlamak; dışarı uğramak; gevşemek, gevşetmek; çatmak; kurmak, tesisetmek; uçurmak (av kuşları). start in başlamak, işe koyulmak start off, start out başlamak, yola koyulmak .start something zorluk çıkarmak. start up çalıştırmak; birden belirmek to. start with ilk iş olarak, başlangıçta. starting point hareket noktası, başlangıç noktası. starting post yarışta başlangıç çizgisini işaret eden direk.

start

i. başlangıç; yola çıkma, kalkış; gelip geçici gayret; sıçrama, irkilme; öncelik; mühlet; evvelden başlama; başlangıçta bir işe verilen kuvvet ve yardım; geminin tahtalarında çatlaklık.

starter

i. başlayan veya başlatan kimse; trende hareket memuru; oto. marş; mak. harekete geçirme tertibatı; yoğurt mayası.

startle

f. ürkmek, sıçramak, irkilmek; ürkütüp sıçratmak; korkutup şaşırtmak.

startling

s. şaşırtıcı, ürkütücü. startlingly z. ürküterek, şaşırtarak.

starvation

i. açlık, ölüm derecesinde açlık; açlıktan ölme. starvationwages geçindirmeyen ücret.

starve

f. açlıktan ölmek veya öldürmek; çok açlık çekmek; yoksulluk çekmek, yokluğundan mustarip olmak; açlık çektirerek istenilen duruma getirmek. be starved for çok özlemek, hasretini çekmek.

starveling

i., s. açlıktan ölüm derecesine gelen çocuk veya hayvan; s. aç, aç kalmış, çok yoksul, perişan; yetersiz.

stash

f., k.dili. saklamak. stash away saklamak.

stasis

i., biyol. vücutta her hangi bir sıvının dolaşımının durdurulması; bağırsak hareketinin yavaşlaması.stat kıs. immediately, static, stationary, statistics, statute.

state

f. ifade etmek, belirtmek, beyan etmek; tayin etmek, saptamak, tespit etmek.

state

i., s. hal, vaziyet, durum, keyfiyet; debdebe, tantana, ihtişam; devlet; hükümet; eyalet; memleket; s. devlete ait; resmi; siyasi. state bank (A.B.D.) bir eyaletin müsaadesi altında çalışan banka; devlet bankası. state college eyalet üniversitesi. state's evidence huk. devlet lehine şahitlik; suçunu ikrar ederek kendi suç arkadaşları aleyhine sahadet eden kimse. turn state's evidence suçunu ikrar ederek devlet lehine şahitlik etmek. State House hükümet binası; meclis binası. state of siege örfi idare, sıkıyönetim. state of war harp hali state owned devlet malı. state prison siyasi mahkümlara mahsus hapishane; (A.B.D.) bir eyalete mahsus ağır ceza hapis hanesi. state socialism sosyalizm, devletçilik. state's rights eyaletin hakları. state trooper (A.B.D.) motorlu araçlarla devriye gezen jandarma .state university (A.B.D.) eyalet üniversitesi Department of State (A.B.D.) Dışişleri Bakanlığ.ı in state resmi olarak, debdebe ve ihtişamla. lie in state teşhir edilmek üzere açık tabut içinde yatmak (büyük bir zatın cenazesi). the States k.dili. Amerika Birleşik Devletleri (ABD haricinde kullanılır).

statecraft

i. devlet idaresi, devletçilik.

stated

s. belirli, muayyen, düzenli, muntazam; ifade edilmiş, beyan edilmiş; kaydedilmiş.

statehood

i., (A.B.D.) eyalet olma durumu.

stateless

s. haymatlos, vatansız.

stately

s. haşmetli, azametli; heybetli, gösterişli stateliness i. haşmetli olma.

statement

i. ifade; takrir, ifade olunan şey, beyanat, demeç; rapor; hesap raporu.

stater

i. eski Yunan şehirlerinde bir çeşit madeni para.

stateroom

i. hususi vapur kamarası; yataklı vagon kompartımanı.

stateside

s., z. ABD'de olan; z. ABD'de veya ona doğru.

statesman

i. (çoğ. -men) devlet adamı, devlet işlerinde tecrübeli ve bilgili olan kimse. statesmanlike, statesmanly s. devlet adamına yakışır, akıllı ve tedbirli. statesmanship i. hükümet idaresinde hikmet ve cömertlik.

statewide

s. bütün eyaleti kapsayan .

static , statical

s, i. statik, duran cisimlere ait; sakin, dengeli; fels. dural; pasif elemanlara ait; ikt. varidattan ayrı sermaye ile ilgili olan meselelere ait; elek. sürtünmeden hâsıl olan elektriğe ait, statik; i. radyo parazit; kdili. istenilmeyen itiraz . statically z. durarak, kımıldanmayarak; durağan cisimlerle ilgili olarak.

statics

i. statik ilmi; sosyol toplumsal dengeyi sağlayan kuvvetlerden bahseden ilim dalı.

station

i., f. durak, tevakkuf mahalli; merkez, istasyon, gar; bir kimsenin bulunduğu yer; memuriyet, görev; hizmet, makam, rütbe, hal; yer, mahal, mevki; sosyal durum, derece, vaziyet; ordu veya donanmanın özel bir görevle gönderildiği yer; istasyon (radyo, televizyon), kanal (televizyon); f. bir yere tayin etmek veya yerleştirmek. station break radyo ve televizyonda istasyon ismi ve yerinin verildiği zaman . station house polis karakolu. station wagon kaptıkaçtı, pikap (araba). fire station itfaiye binası. lifeboat station can kurtaran gemi istasyonu. naval station donanma merkezi. police station karakol. railroad station demiryolu istasyonu, gar .

stationary

s., i. sabit, durağan; kımıldamaz; muayyen bir kararda kalan, ne ilerlemekte ne de gerilemekte olan; i. bir yerde daima kalan kimse veya şey; belirli bir yerde bulunan er. stationary air nefes alıp verme sırasında daima akciğerde kalan hava. stationary engine sabit makina. stationary front iki hava tabakası arasındaki sınır. stationary population yerleşik nüfus.

stationer

i. kırtasiyeci.

stationery

i. kâğıt veya kalem gibi yazı eşyası, kırtasiye.

stationmaster

i. istasyon şefi.

statist

i., pol. devletçilik taraftarı, devletçi; istatistik uzmanı.

statistics

i. istatistik, istatistik ilmi. statistic(al) s. istatistiğe ait. statistician i. istatistik uzmanı.

stator

i. elektrik motorunda hareketsiz kısım, duruk, stator.

statoscope

i. en küçük basınç derecelerini gösteren hassas barometre; hav. çok hassas yükseklik ölçeği.

statuary

i., s. heykel koleksiyonu, heykeller; heykeltıraş; heykeltıraşlık; s. heykel veya heykeltıraşlığa ait..

statue

i. heykel statuette i. ufak heykel .

statuesque

s. heykel gibi heybetli ve vakarlı statuesquely z. heybetle. statuesqueness i. heybetlilik, vakar.

stature

i. boy, kamet, endam, insan veya hayvan boyu. moral stature ahlaki fazilet.

status

i. hal, durum, vaziyet; medeni hal, toplumsal durum; rol; övünme payı. status quo statüko.

statutabh

s. kanuna göre ceza verilebilir; kanunda yeri olan, kanuna uygun.

statute

i., s. kanun, yasa, nizam, kural, kaide; emir, hüküm; s. kaideye göre; kurallı. statute law yazılı kanun. statute mile mil statute of limitations zaman aşımı süresini tayin eden kanun.

statutory

s. kanuna uygun, kanuni, kanuna bağlı. statutory rape reşit olmayan bir kızla cinsi munasebette bulunma.

staunch

s., f. sadık, güvenilir; sabit, sağlam; kuvvetli; f. bak. stanch staunchly z. sebatla; sadakatla; sağlamca. staunchness i. sebat; sadakat.

stauroscope

i., fiz. kristallerde ışık titreşim düzeylerinin ölçülerini tayin eden alet.

stave

f. (-d veya stove) (sandalda, fıçıda) tahtayı kırarak delik açmak; kabuğunu kırarak parçalamak; vurarak delik açmak; fıçı tahtalarıyle donatmak: parçalanıp açılmak. stave off savmak, uzaklaştırmak; meydana gelmesini önlemek.

stave

i. çomak, değnek; çubuk; fıçı tahtası; portatif merdiven basamağı; şiir. beyit; müz. porte.

staves

i., çoğ., bak staff, stave.

stavesacre

i. hekimlikte kullanılan zehirli bir çeşit hezaren, bot. Delphinium.

stay

f. durmak; kalmak; geçici olarak ikamet etmek; beklemek; durdurmak, alıkoymak, bırakmamak, salıvermemek; yaptırmamak, menetmek, önlemek; doyurmak; ertelemek, tehir etmek; k.dili. dayanmak, yarışta direnmek .stay one's hand engellemek, durdurmak .stay out dışarıda kalmak. stay put (A.B.D.), k.dili. yerinden kımıldanmamak. stay the night gecelemek. staying power dayanma gücü.

stay

i., f., den. istralya; f. istralya ile takviye etmek; tiramola etmek, dönmek, orsa alabanda edip dönmek. in stays tiramola.

stay

f., i. dayamak, tutmak; desteklemek, teselli etmek; i. dayanak, destek, payanda; balina stays i, çoğ., (İng.) korsa.

stay

i. kalma; durma; ziyaret muddeti; ikamet, oturma; durdurma, tehir, infazı tehir; dayanma, sebat. stay bolt germe cıvatası, payanda cıvata, makinanın iki demir parçasını birbirinden ayrı tutan cıvata.

std

kıs., (İng) Subscriber Trunk Dialing şehirlerarası direk telefon sistemi.

stead

i., f. başkasının yeri, yer; f.,( eski) yararlı olmak. stand in good stead yararlı olmak, faydalı olmak, yardımı dokunmak. in his stead onun yerinde.

steadfast , stedfast

s. sabit, değişmez, dönmez, muhkem; metin. stead fastly z. sebatla. steadfastness i. sebat .

steady

s., i., f., ünlem sabit, titremez, sallanmaz, değişiklik göstermez, oynamaz; şaşmaz, dönmez, metin; sağlam; ılımlı, ciddi; düzenli, muntazam; sürekli, daimi; den. yerinde duran, rüzgârdan sallanmaz; i., (argo) devamlı flört edilen arkadaş; f. sabit kılmak, titremesini veya sallanmasını kesmek; sabit durmak, sallanmamak, kımıldamamak; ünlem, den. Viyal Ağır ağır Oynatmak Sakin ol. go steady k.dili. devamlı olarak aynı kişi ile flört etmek. steadily z. durmadan, muntazaman. steadiness i. metanet, sarsılmazlık.

steak

i. külbastı, biftek, kontrfile.

steakhouse

i. özellikle ızgara et yenilen lokanta.

steal

f. (stole, stolen) i. çalmak, aşırmak, (slang) yürütmek; çaktırmadan almak; gizlice yapmak; gizlice hareket etmek; gizlice ve yavaş yavaş gitmek; (beysbol) bir kaleden diğerine ustalıkla koşmak; hırsızlık etmek; i. çalma, hırsızlık;çalınmış şey;(beysbol) ustalıkla başka bir kaleye ulaşma; (argo) kelepir; hileli alışveriş. steal a look çaktırmadan bakmak. steal a march on one başkasından evvel bir hedefe gizlice ulaşmak. steal away yavaşça savuşmak, çaktırmadan geçmek steal one's thunder başkasına galebe çalmak.

stealage

i. çalma; çalınan maldan ileri gelen zarar.

stealth

i. gizli iş veya teşebbüs; gizlilik. by stealth gizlice.

stealthy

s. gizlice yapılan; sinsi. stealthily z. gizlice, sinsice, hissettirmeden, çaktırmadan. stealthiness i. gizlilik, sinsilik; gizlice yapma.

steam

i. buhar, islim, buğu, istim; k.dili. kuvvet, şiddet, enerji; k.dili. hidde.t steam boiler buhar kazanı. steam engine buhar makinası; lokomotif. steam hammer buharlı varyos .steam heat buharlı kalorifer sistemi. steam shovel istimli ekskavatör. steam table lokantada yemekleri sıcak tutan buharlı tezgâh. steam turbine buharlı turbin. at full steam, full steam ahead son hızla, büyük bir güçle. blow off steam, let off steam islim salıvermek; hiddetlenip içini dökmek. dry steam kuru buhar get up steam bir teşebbüs için kuvvetini toplamak. work off steam islim salıvermek; birikmiş enerjiyi sarfetmek.

steam

f. buhar salıvermek; buğulamak: buharda pişirmek; buğusu çıkmak, dumanı çıkmak, buram buram tütmek, islim halinde çıkmak; vapurla yolculuk yapmak. steam up buğulamak; güçlendirmek; coşturmak.

steamboat

i. vapur.

steamer

i. vapur; buharla yemek pişirmeye veya eşya yıkamaya mahsus kap; buğulaması yapılan tarak. steamer trunk den. ranza altına sığacak büyüklükte eşya sandığı.

steamfitter

i. buhar borucusu.

steamroller

i., f., s. yol işlerinde kullanılan silindir; ezici güç; zor kullanma; f. silindir ile düzletmek; basmak, ezmek; zorla elde etmek; s. ezici.

steamship

i. vapur.

steamy

s. buharlı; buhara benzer; şehvetli. steaminess i. buharlılık.

stearic

s. stearik stearic acid stearik asit, içyağı asidi.

stearine

i. kim. stearin .

steatite

i. mad. sabuntaşı.

stedfast

bak. steadfast.

steed

i., edeb. at, küheylân.

steel

i., f., s. çelik, pulat; çelikten yapılan alet, masat, çelik bileği; çakmak; çelik gibi güç; f. çelik kaplamak veya katmak, çelik gibi sertleştirmek; hissizleştirmek, katılaştırmak; s. çelikten yapılmış; çelik gibi; azimli; katı, duygusuz. steel blue çelik mavisi steel engraving çelik hakkaklığı; hakkedilmiş çelik levha ile basılan resim. steel wool bulaşık teli, çelik tel elyafı. cold steel, kılıç ve süngü gibi silahlar. worthy of one's steel kılıcına lâyık; işinin ehli; zahmetine değer.

steelwork

i.çelik işi; çelik bina iskeleti; çoğ. çelik fabrikası.

steely

s. çelikten yapılmış, içinde çelik bulunan; çelik gibi, sert. steeliness i. sertlik.

steelyard

i. kantar, uzun kollu el kantarı.

steenbok

i. Güney Afrika'ya özgü ufak ceylan.

steep

s., i. dik, sarp; k.dili. fazla, aşırı, yüksek (fiyat); i. dik yokuş, uçurum. steeply z. dikine; hızla. steepness i. sarplık, diklik.

steep

f., i. suya bastırmak, iyice ıslatmak, karmak; demlendirmek, demlemek; fig. doldurmak, içine işletmek; demlenmek; iyice ıslanmak; i. demlenme, demlendirme; iyice ıslatma veya ıslanma; içinde bir şey ıslatılan sıvı veya kap. He is steeped in Near East history Yakın Doğu tarihi konusunda çok bilgilidir .

steeple

i. kilise kulesi, çan kulesi. steepled s. çan kuleli; çok kuleli..

steeplechase

i. engelli yarış.

steeplejack

i. kule veya yüksek baca tamircisi.

steer

f. dümen kullanmak, seyretmek; idare etmek, yönetmek, sevk ve idare etmek; doğrultmak, yön vermek; den. dümen dinlemek; sevk ve idare olunmak. steer clear of sakınmak, uzak durmak, yanaşmamak. steering committae yönetim kurulu. steering gear dümen donanımı, dümen dili mekanizması .steering wheel direksiyon; dümen dolabı .

steer

i. iğdiş edilmiş boğa; kasaplık öküz.

steerage

i. güverte yolculan için kasara altı, en ucuz tarifeyle yolculuk edenlere mahsus salon ve kamaralar; dümen kullanma.

steerageway

i., den. geminin dümen dinlemesi için gerekli asgari hız.

steersman

i. serdümen, dümenci.

steeve

f., i., den. cıvadrası belirli bir meyilde bulunmak; cıvadraya belirli bir meyil vermek; i. cıvadranın meyil açısı.

steeve

i., f., den. ambarda yük yerleştirmeye mahsus dikme, vinç mataforası; f. dikme ile yük yerleştirmek.

stegosaurus

i. Jura devrinde ABD'nin batısında yaşamış dikenli zırh olan dev kertenkele.

stein

i. büyük bira barday.

steinbok

bak. steenbok.

stele

i., bot. bitki kök veya sapının iç tarafı, orta silindir, stel.

stele

i. dikili taş, taş anıt.

stellar

s. yıldızlara ait, yıldız gibi. stellar wind yıldızlardan çıkan yüklü zerrelerin cereyanı.

stellate

s. yıldız şeklindeki, yıldız gibi.

stelliferous

s. yıldızlarla dolu, yıldızlı.

stelliform

s. yıldız şeklindeki, yıldızımsı.

stellular

s. yıldızlarla donanmış; küçük yıldız gibi.

stem

i., f. sap; ağaç gövdesi, gövde; sap gibi şey, kol; muz hevengi; kadeh ayağı; kol saati kurgusu, aks, direk; silsile; harfin yukarı uzantısı; dilb. gövde; müz. nota kuyruğu; f. saplarını koparmak; sap takmak; çıkmak, den. gelmek. stemwinder aksla kurulan saat.

stem

i., f., den. geminin baş bodoslaması; pruva, baş; f., den. baş verip gitmek, göğüs verip ilerlemek; set çekmek, önlemek. from stem to stern baştan kıça; baştan aşağı.

stem

f. durdurmak; tıb. akmasını önlemek.

stench

i. kötü koku, leş kokusu.

stencil

i., f. madeni levhadan kesilmiş resim veya marka kalıbı, delikli kalıp; böyle bir kalıpla basılan şekil veya marka; şablon; mumlu kâğıt, stensil; f. delikli kalıpla kopya etmek veya işaret etmek steno (önek). dar, ufak steno kıs. stenography.

stending

s., i., z. ayakta duran; işlemez halde, muattal; devam eden, baki, daimi; sabit; i. durma, ayakta durma; duracak yer, durak; mevki, şöhret, itibar, derece, mertebe; devam, süreklilik, eskilik; z. ani bir duruşla. standing army daima silâh altında bulunan ordu. standing committee daimi encümen. standing jump durduğu yerden atlama. standing order daima geçerli olan sipariş. standing orders iç tüzük, dahili nizamname. standing rigging den. ana arma, geminin asıl ana halatları. standing room ayakta duracak yer, tiyatroda iskemleler dolduktan sonra kalan yer. standing water su birikintisi, akmayan su. standing wave sürekli dalga, birbirine ters iki dalganın meydana getirdiği sabit dalga .of high standing itibarı yüksek; yüksek seviyede. of long standing çoktan beri devam etmekte veya geçerli olan .of no standing itibarsız, önemsiz, ehemmiyetsiz.

stenograph

i., f. stenografi; f. steno ile yazmak. stenograph'ic(al) s. stenografiye ait. stenographically z. steno.

stenographer

i. stenograf, steno ile yazan kimse.

stenography

i. stenografi.

stenophyllous

s., bot. dar yapraklı.

stenosis

i., tıb. vücutta herhangi bir kanalın daralması.

stenotype

i. steno işareti; stenotip.

stentor

i. gür sesli adam stentorian s. çok yüksek, gür.

step

f. ayak basmak; adım atmak, yürümek, ağır adımlarla yürümek; suratle hareket etmek veya davranmak; bir adımda ulaşmak; den. oturtmak, dikmek (direk), yerine yerleştirmek veya oturtmak; adımlarla ölçmek, adımlamak; basamaklar halinde düzenlemek. step down inmek; elektrik gücünü azaltmak; istifa etmek. step in müdahale etmek, karışmak .step on üstüne basmak; bastırmak. Step on it k.dili. çabuk davran. step out dışarı çıkmak; k.dili. eğlenceye gitmek. step up çıkmak; elektrik gücünü artırmak; kuvvetlendirmek .

step

i. adım; birkaç adımlık yer, kısa mesafe; basamak; eşik; kademe; hareket, teşebbüs; ilerleme, terakki; derece; yürüyüş tarzı, gidiş tarzı; ayak sesi; ayak izi; çoğ tedbirler; müz. portenin bir çizgisi veya aralığı; den. ıskaça. step by step adım adım, derece derece, tedricen .in step ayak uydurarak; uygun; aynı ayarda. out of step adımları birbirine uymayan; başkalarına ayak uyduramayan .take a step adım atmak, teşebbüs etmek. take steps tedbir almak. watch one's step dikkat etmek, ayağını denk almak.

step

(önek). üvey.

stepbrother

üvey erkek kardeş.

stepchild

i. üvey çocuk.

stepdaughter

i. üvey kız.

stepdown

s., i. azaltan; i. azalma, düşme.

stepfather

i. üvey baba.

stepin

i. külot; topuklu süssüz ayakkabı.

stepladder

i. seyyar merdiven.

stepmother

i. üvey ana.

steppe

i. istep, bozkır.

steppingstone

i. atlangıç, atlama taşı; ilerleme vasıtası, basamak, ilk adım.

stepsister

i. üvey kızkardeş.

stepson

i. üvey oğul.

stepup

s., i. artıran; i. artma, yükselme; makina süratini artırma cihazı.

ster

(sonek) - ci, âdet veya meslek sahibi olan: songster, trickster; olan: youngster; ile ilgili: roadster.

stercoraceous

s. dışkılı, pislikli, gübreli.

stere

i. ster.

stereo

s., i. stereo (teyp, pikap)

stereo

(önek). katı, üç boyutlu .

stereobate

i., mim. temel. stereobatic s. temele ait.

stereochemistry

i. atom ve moleküllerin tertibini inceleyen kimya dalı.

stereochromy

i. soda silikatlı boya vurma usulü.

stereography

i. stereografi. stereographic(al) s. stereografik stereographically z. stereografik olarak.

stereometer

i. oylum ölçme aleti. stereometry i. katı cisimlerin oylumunu ölçme usulü.

stereophonic

s. iki ayrı sesli, stereofonik .

stereoscope

i. stereoskop. stereoscopic s. stereoskopik.

stereotype

i., f. sayfa halinde baskı klişesi, stereotip; stereotipi; basma kalıp söz; f. stereotip klişesi yapmak; saptamak, tespit etmek, sabit bir şekilde vermek. stereotypy i. stereotipi.

sterile

s. kısır, ürün vermeyen, verimsiz, semeresiz; biyol. tohum veya meyva vermeyen; mikropları olmayan; neticesiz, faydasız. sterility i. kısırlık, ürün vermeyiş, verimsizlik.

sterilize

( İng) -ise f. sterilize etmek, mikroplarını öldürmek; kısırlaştırmak, verimsiz hale getirmek. steriliza'tion i. kısırlaştırma, sterilizasyon sterilizer. i. sterilize eden kimse; sterilizator.

sterlet

i. çıga (balık), zool. Acipen serruthenus.

sterling

i., s. İngiliz parasının resmi ölçüsü; sterlin gümüşü; sterlin; s. sterlinle ödenebilen; sterlin gümüşü ile yapılmış; hakiki, değerli, kıymetli. sterling money İngiliz parası.. sterling silver çatal bıçak takımı yapımında kullanılan 0,925 gümüş alaşım; 0,925 ayar gümüş eşya .of sterling worth çok kıymetli pound sterling İngiliz lirası, sterlin.

stern

s. sert, musamahasız, haşin, katı; şiddetli, kuvvetli. sternly z. sert bir şekilde. stern'ness i. sertlik.

stern

i. gemi veya sandal kıçı; bir şeyin arka kısmı, kıç. stern chaser kıç topu. stern sheets filika veya kayığın kıçaltı. by the stern den. kıçı biraz fazla suya batmış, kıç tarafından. from stem to stern den. baştan kıça kadar. stern'most s. en gerideki. sternway i. geminin geri geri gitmesi.

sternal

s. göğüs kemiğine ait.

sterno

(önek) göğüs, sternum.

sternpost

i. kıç bodoslaması.

sternum

i. göğüs kemiği.

sternutation

i. aksırma. sternutative, sternutatory s. aksırtıcı.

sternwheeler

i. arkadan çarklı nehir gemisi.

steroid

i., biyokim. steroit.

stertorous

s. horultulu, hırıltılı. stertorously z. horultuyla, hırıltlyla.

stet

matb. Kalsın.

stethoscope

i., tıb. göğus dinleme cihazı, stetoskop. stethoscopicals. stetoskopla ilgili. stethoscopically z. stetoskopik olarak.

stetson

i, tic. mark geniş kenarlı fötr şapka.

stevedore

i., den. yükleme veya boşaltma işçisi, istifçi.

stew

f., i. hafif ateşte kaynatmak; kaynamak; k.dili. endişe etmek; i. türlü, güveç; k.dili. kuruntu, endişe, merak. stew in one's own juice kendi başına açtığı derde yanmak . in a stew telâşla, heyecanla, acele ile.

steward

i. vekilharç, kâhya; ambar memuru, idare memuru; erkek hostes, kamarot, gemi garsonu; işçi temsilcisi.

stewardess

i. kadın kamarot, hostes.

stewardship

i. vekilharçlık; idare, yönetim.

stewed

s. pişirilmiş; (argo) sarhoş, küfelik.

stewpan

i. türlü tenceresi, güveç.

stg.

kıs. sterling.

sthenia

i., tıb. olağanüstü canlılık ve faaliyet. sthenic s, tıb. olağanüstü derecede kuvvetli veya faal.

stibium

i., kim. antimon.

stich

i. mısra.

stichomythy , stichomythia

i. Yunan tiyatro eserlerinde oyuncuların karşılıklı birer mısra söyledikleri diyalog. stichomythic s. böyle diyalog kabilinden.

stick

i. tahta parçası, değnek, baston, çubuk sopa, ağaç, sırık, tahta; matb. tertip cetveli, kumpas; (argo) içeceğe katılan alkollü içki; k.dili. gemi direği; orkestra şefinin değneği; ask. zincirleme atılan bombalar; hav. manevra kolu, idare kolu. the sticks kereste elde edilen orman; k.dili. taşra get on the stick işe başlamak, işe koyulmak. hold a stick to karşılaştırmaya değmek. walking stick baston wrong end, short end veya dirty end of the stick işin kötü tarafı.

stick

f. (stuck) saplamak; delmek; koymak; sokmak; çakmak; saplanıp kalmak, hareket edememek, kopmamak; yapıştırmak, yapışmak; bıçaklamak, hançerlemek; batmak (iğne, diken); k.dili. şaşırtmak; (argo) aldatmak;( argo) mesuliyet yüklemek; matb. harfleri dizmek; sadık kalmak. stick around civarında dolaşmak, peşinden ayrılmamak; oyalanmak. stick at sakınmak; itirazda bulunmak; çekinmek; direnmek. stick to yapışmak. stick by sadık kalmak; civarında kalmak. Sticken up ! Eller yukarı ! stick in one's craw hazmedilmesi zor olmak (söz veya durum). stick it out dayanmak, sonuna kadar kahrını çekmek. stick one's neck out tehlikeyi göze almak. stick out dışarı çıkarmak, dışarı çıkmak; aşikâr olmak. stick together birbirine yapışmak; dayanışmak, birbirine destek olmak. stick to one's fingers (para) deve yapmak. stick to one's guns direnmek. stick to one's knitting kendi işine bağlı kalmak. stick to one's ribs doyurmak. stick up (argo) yolunu kesmek, tabanca ile soymak. stick up for k.dili. tarafını tutmak. stick with it dayanmak, sonuna kadar sebat etmek. sticking plaster plaster .sticking point takıntılı yer.

sticker

i. etiket; yapıştıran kimse; k.dili. şaşırtıcı şey; diken; yapışkan ot.

stickinthemud

i., k.dili. mıymıntı kimse.

stickle

f. püruz çıkarmak; ince eleyip sık dokumak, titizlenmek; tereddüt etmek, kararsız olmak. stickler i. bir konuda titizlenen kimse. a stickler for order düzen meraklısı.

sticklebsck

i. dikenli balık, zool. Gasterostus.

stickpin

i.,( A.B.D.) kravat iğnesi.

sticktoitive

s., k.dili. sebatkâr, azimli.

stickup

i., (argo) soygun.

sticky

s. yapışkan; sıcak ve nemli; (İng), k.dili. zor, ıstırap veren. stickily z. yapışkan bir şekilde. stickiness i. yapışkanlık.

stiff

s., i. katı, sert, pek; pekişmiş; eğrilmez, bükülmez; dik; koyu, özlü; sıkı; tutulmuş; gergin; zorlanmış; akıcı olmayan; resmi; inatçı; alkolü çok; sarp, çetin; den. rüzgâra dayanıklı, sağlam; zor, ağır; değişmeyen; (İskoç), (İng), leh. dinç, kuvvetli; yüksek, pahalı; i., (argo) ceset; (argo) baş belası; (argo) herif; (argo) suç ortağı; (argo) kurban; (argo) sahte kâğıt para. keep a stiff upper lip cesaretini kaybetmemek, soğukkanlılığını korumak. stiff'ly z. dimdik olarak. stiff'ness i. katılık, sertlik .

stiffbacked

s. inatçı, direngen .

stiffen

f. sertleştirmek, sertleşmek; pekiştirmek, pekişmek.

stiffnecked

s. boynu tutulmuş; inatçı, dik başlı.

stifle

f. boğmak; bastırmak, son dürmek; boğulmak, nefesi tıkanmak.

stifle

i., stifle joint at veya köpeğin incik kemiği ile but kemiği arasındaki mafsal.

stigma

i. (çoğ. -mata,-s) leke, ar; dağ, yanık izi; tıb. sinir gerginliğinden hasıl olan kırmızı leke; doğum lekesi; bot. stigma, tepecik; biyol. soluk deliği, solunum deliği; çoğ. İsa'nın çarmıha gerildigi zaman aldığı yaralar.

stigmatic

s. lekeli, damga kabilinden; şekilleri berrak gösteren mercekle ilgili.

stigmatism

i. lekelerden etkilenmiş olma; şekilleri berrak ve doğru gösteren merceklerin durumu.

stigmatize

f. rezil etmek; leke sürmek, damgalamak, damga vurmak. stigmatization i. rezil etme; damgalanma; vücutta doğaüstü alametler belirmesi.

stile

i. araziyi bölen setin iki tarafında bulunan basamak; turnike; mim. kapı veya pencere çerçevesinin iki yanındaki uzun kenar tahtalarından biri .

stiletto

i., f. ufak hançer; biz; f. hançerlemek .

still

s., i., z., f., (bağlaç) sessiz, sakin; hareketsiz, durgun; asude; köpürmez; ölü; i. şiir. sükut, sessizlik, sükun; fotoğraf; z. hala, daha, yine: bununla beraber, mamafih; daima; f. durdurmak, susturmak, teskin etmek, yatıştırmak; sükun bulmak, yatışmak; (bağlaç) mamafih, buna rağmen. still life güz.san. natürmort. still'ness i. sessizlik, sükunet.

still

i., f. imbik; rakı fabrikası; f. imbikten çekmek, taktir etmek.

stillborn

s. ölü doğmuş.

stillhunt

i. sessizce ve gizlenerek avlama; k.dili. sessizce ve ihtiyatla bir şeyin peşinden gitme.

stilly

s., z. sessiz, sakin; z. telaş etmeden, ses çıkarmadan.

stilt

i., f. yere basmadan yürümek için kullanılan ortası basamaklı sırık, ayaklık; sütun; uzunbacak, kıyı koşan, zool. Himan topus; f. ayaklık üstünde yürümek.

stilted

s. tantanalı, debdebeli; çok resmi (tavır); direkler üstüne bina edilmiş. stiltedly z. fazla resmiyetle. stiltedness i. fazla resmiyet .

stiltoncheese

iyi cins İngiliz peyniri.

stimulant

s.,i. uyarıcı, muharrik, canlandırıcı, tahrik ve teşvik edici, uyandırıcı; i.uyarıcı veya muharrik şey; k.ili. alkollu içki .

stimulate

f. uyarmak, teşvik etmek, tahrik etmek, harekete geçirmek, kamçılamak; tembih etmek; elektrik kuvvetiyle veya alkollü içki ile harekete geçirmek.stimulation i. uyarım, teşvik, tahrik. stimulative s. uyandırıcı, canlandırıcı, muharrik.

stimulus

i. (çoğ.-i) dürtü, uyarıcı şey, saik.stimulus and response uyarım ve tepke.

stimy , stymie

i.,f. golfta bir topun diğer bir top ile çukur arasında bulunması; f. topu vurup diğer bir top ile çukur arasına getirmek; engellemek; şaşırtmak.

sting

f. (stung) i. arı gibi sokmak; iğne gibi acıtmak, batmak; canını yakmak; tahrik etmek; acımak, acı vermek, sızlamak; (argo) kazıklamak; i. arı iğnesi, zehirli iğne; ısırgan tüyü; sokma: diken yarası; batma; dürtu, saik; iğneli söz; acı, elem, sızı. I got stung (argo) Kazıklandım stingingly z. ciğerine işleyerek. stingless s. dikensiz; iğnesiz; etkisiz.

stingaree

i., sting ray dikenli uyuşturanbalığıgillerden herhangi bir balık.

stinger

i. arı iğnesi; sokan hayvan veya bitki; kırıcı söz veya davranış; (A.B.D.) bir cins kokteyl.

stingo

i., (İng), (argo) kuvvetli bira; zevk, canlılık.

stingy

s. hasis, cimri, pinti, tamahkâr; kıt, pek az. stingily z. hasisçe, cimrice. stinginess i. hasislik, cimrilik.

stingy

s., k.dili. sokabilen, sokan, batan.

stink

f. (stank veya stunk; stunk) i. pis kokmak, kokuşmak, taaffun etmek; k.dili. kötü olmak, berbat olmak; i. pis koku. stink out kötü koku ile kaçırmak. stink up kokutmak, taaffün ettirmek. raise a stink k.dili. açıkça şikâyet etmek, itiraz etmek; hadise çıkarmak, kıyameti koparmak. stinkingly z. pis kokarak.

stinkbug

i. dokununca çok kotü kokan kanatlı bir böcek.

stinker

i. pis kokan şey veya kimse; yelkovankuşuna benzeyen ve leş yiyen bir deniz kuşu; (argo) sinir bozucu kimse veya şey.

stinkpot

i. eskiden savaşlarda kullanılıp boğucu ve pis kokulu bir karışım yayan bir kap;( argo) pis herif, alçak kimse.

stinkstone

i. kırılınca veya oğuşturulunca pis koku saçan bir çeşit taş.

stinkweed

i. tatula gibi pis kokulu herhangi bir bitki.

stint

f., i. kayıt koymak, bağlamak, şarta bağlamak; dar tutmak, masrafı kısmak; belirli bir iş yaptırmak; cimrilik etmek; i. had, sınır; iş, görev. stintedly z. sınırlı olarak, mahdut surette. stintingly z. sınırlayarak, tahdit ederek .

stipe

i. bitkilerin ana sapı; böceklerde sapa benzer uzuv.

stipend

i. burs; ücret, maaş.

stipendiary

s., i. maaşlı, ücretli; i. burslu kimse; (İng.) maaşlı vaiz.

stipes

i. (rjog stipites) zool. böceklerde sapa benzer uzuv.

stipple

f. noktalarla hakketmek veya resmetmek.

stipple , stippling

i. noktalarla hakketme veya resimlendirme usulü.

stipulate

f. şart koşmak, maddeler halinde belirtmek, kayıt ve şarta bağlamak; söz vermek, garanti etmek, taahhüt etmek; anlaşmak. stipulation i. şart, madde; şart koyma, taahhüt.

stipule

i. yaprak sapının dibinde çift olarak bulunan ufacık yaprak .

stir

i., (argo) hapishane, (slang) kodes. stir crazy (argo) hapiste aklını oynatmış.

stir

f. (-red,-ring) i. karıştırmak; harekete geçirmek; yerini değiştirmek; tahrik etmek; canlandırmak; harekete geçmek kımıldamak, kalkmak; canlanmak; i. karışıklık; gürültü, patırtı; hareket, telâş, kaynaşma, faaliyet. stir about dolaşmak. stir the fire ateşi karıştırmak. He is not stirring yet Daha kalkmadı. make a great stir aşırı heyecan uyandırmak.

stirabout

i., (ing.) yulaf veya mısır lapası; kıpırdak kimse .

stirps

i. (çoğ. stirpes) sülale, soy; huk. ilk ata. per stirpes mirasın eşit olarak gruptaki kimselere paylaştırılması.

stirring

s. heyecanlandırıcı, harekete geçirici, canlandırıcı; kımıldayan. stirring times heyecanlı günler. stirringly z. heyecan uyandırarak.

stirrup

i. üzengi; den. marsepet ayağı. stirrup bone anat. üzengikemiği. stirrup cup ata bindikten sonra içilen veda kadehi; veda içkisi. stirrup leather, stirrup strap üzengi kayışı.

stitch

i., f. dikiş, iğnenin bir kere geçmesi; örgüde ilmik; dikiş çeşidi; k.dili. elbise, giyecek; k.dili. en küçük parça, zerre; sırt veya böğüre saplanan şiddetli ve ani sancı; f. dikmek, dikiş dikmek. stitch up dikerek birbirine iliştirmek. A stitch in time saves nine Tam vaktinde görülen bir iş insanı birçok zahmetten kurtarır. be in stitches k.dili. kahkahalar atmak. not a dry stitch on sırsıklam halde, çok ıslanmış. not a stitch on çırılçıplak .

stithy

i. nalbanthane; örs.

stiver

i. ufak bir Hollanda parası; önemsiz şey.

stjohnsvvort

binbirdelik otu, sarı kantaron, bot. Hypericum colycinum .

stoa

i., Yu., mim. sundurma, revak, saçak.

stoat

i. kakım.

stoccinette

i. jarse kumaş.

stochastic

s. tahmini; hedefe ulaşmak için en uygun imkânları seçme işlemine ait.

stock

i. stok, depo malları; mevcut mal; satılacak mal; bir çiftlikte bulunan hayvanlar; sermaye hisseleri, hisse senedi; ağaç gövdesi; ırk, silsile, soy, nesep, nesil; dil ailesi; menşe; asıl; çorba için hazırlanan et suyu; hammadde; tüfek veya tabanca kundağı; top arabasının ana dingili; sap, kabza, el; mak. yiv kesen aletin kolu; üzerine aşı yapılan dal; aşı budağının alındığı dal; iskambil oyunculara dağıtılmayan kâğıtlar; tiyatro trupu ve repertuvarı. stocks i, eski tomruk (ceza); gemi inşaat kızağı. stock boy satılacak malları dükkânda tanzim eden kimse. stock car yarış için gerekli değişiklikler yapılmış araba. stock company hisse senetleri çıkaran şirket; tiyatro trupu. stock dove yabani güvercin, zool. Columba oenas, stock exchange. borsa stock farm hayvan çiftliği. stock in trade dükkandaki mal, sermaye, kuvvetli taraf. stock market borsa; hisse senetleri fiyatlarının inip çıkması. stock taking malın mevcudunu sayma, mevcudu kontrol. in stock mevcut (mal). on the stocks (gemi) yapılmakta, inşa halinde. out of stock elde kalmamış, mevcudu tükenmiş. take stock malın mevcudunu saymak, önceden hesaplamak veya imtihan etmek .take stock in k.dili. ilgilenmek, alâkadar olmak; önem vermek; inanmak.

stock

f. stok yapmak, mal yığmak; mal ile doldurmak; filiz sürmek.

stock

s., z. alelade; beklenen; stok olarak elde tutulan; her vakit kullanılmaya hazır, elde bulundurulan; z. tamamen, kütük gibi (hareketsiz). stock answer daima hazır cevap.

stock

i. şebboy, bot. Matthiola; kırmızı şebboy, bot. Matthiola incana.

stockade

i., f., ask. şarampol, etrafı kazık veya sırıklarla çevrilmiş yer; f. şarampolla çevirmek veya muhafaza etmek.

stockbreeder

i. büyükbaş yetiştiren çiftçi.

stockbroker

i. borsa tellalı, mubayaacı.

stockholder

i. hissedar.

stocking

i. çorap. in stocking feet çorapla.

stockjobber

i. borsa tellfili.

stockpile

i., f. stok edilmiş mal; f. mal alıp stok etmek.

stockroom

i. ambar, depo.

stockstill

s. kımıltısız, tamamıyle hareketsiz.

stocky

s. tıknaz, bodur. stockily z. tıknazca. stockiness i. tıknazlık, bodurluk.

stockyard

i. satılacak veya kesilecek hayvanların geçici olarak muhafaza edildiği yer.

stodge

f. oburcasına yedirmek.

stodgy

s. ağır, sönük, cansız, adi; tok; fazla dolu; hazmı güç; kısa, bodur.

stogy

i. kalın ve kaba kundura veya çizme; düşük kaliteli puro.

stoic

i. kolay heyecana kapılmayan kimse, sevinç veya kederin kolaylıkla tesir edemediği kimse; b.h. stoacı, stoik stoicism i. sevinç veya kedere karşı kayıtsızlık; b.h. stoik felsefe, stoacılık.

stoical

s. sevinç veya kedere karşı kayıtsız, metin, sabırlı; b.h. stoacılığa ait. stoically z. metanetle, heyecana kapılmadan.

stoke

f. ateşi karıştırmak, ateşe kömür atmak. stoker i. ateşçi; ateşe kömür atan cihaz.

stokehole

i. külhan ağzı.

stol

kıs. short. take off and landing hav. kısa mesafede havalanabilen veya iniş yapabilen (uçak).

stole

i. uzun cuppe; kil. piskoposların ipek atkısı; etol; şal.

stole , stolen

bak. steal.

stolid

s. duygusuz, vurdumduymaz; kolay heyecanlanmayan: hislerini belli etmeyen. stolidly z. vurdumduymazcasına, hislerini belli etmeden. stolidity, stolidness i. duygusuzluk, vurdumduymazlık, hislere hakimiyet.

stolon

i., bot. çilek filizi gibi ucundan kırık ve tomurcuk veren filiz, stolon, kol; zool. bazı aşağı sınıf hayvanlarda filiz gibi uzuv. stolonif'erous s. çilek gibi filiz süren.

stoma

i. (çoğ. -mata) biyol.., bot. gözenek, ağız stoma .

stomach

i., f. mide, karın; iştah; istek; f. sindirmek, hazmetmek; tahammül etmek, katlanmak, dayanmak. stomach ache mide ağrısı. stomach pump mide yıkamaya mahsus tulumba. stomach tooth alt azıdişi. stomachful i. karın veya mide dolusu.

stomacher

i. eskiden kadınların giydiği süslü göğüslük.

stomachic

s., i. mideye ait; midevi, mideye yarayan; i. mideyi kuvvetlendirici ilâç.

stomatic

s. ağza ait; bot. stomalı, ağızlı.

stomatitis

i., tıb. ağız iltihabı. stomato (önek) ağız.

stomatology

i., tıb. ağız ve ağız hastalıkları ilmi.

stomatous

s., bot. stomalı, ağızlı.

stomp

f. ağırlığını vererek basmak, bastırmak.

stone

i., s. taş; taştan yapılmış şey; taşa benzer şey; tıb. mesane taşı; anat. haya, husye; meyva çekirdeği; matb. mürettip masası; (İng.) 14 librelik ağırlık ölçüsü; s. taştan yapılmış, kâgir. Stone Age taş devri. stone crusher taş kırma makinası; taş kıran işçi. stone fruit sert çekirdekli meyva. stone pine fıstık çamı, bot. Pinus pinea. stone pit, stone quarry taş ocağı. stone's throw bir taş atımı (mesafe). cast stones at taşlamak, tenkit etmek. cast the first stone kötülemekte önayak olmak. leave no stone unturned her çareye baş vurmak. philosopher's stone bak. philosopher rocking stone ufak bir taş üzerine yerleştirilmiş ve az bir kuvvetle sallanan iri taş. rolling stone bir dalda durmayan kimse, bir baltaya sap olmayan kimse.

stone

f. taş atmak, taşa tutmak, taşlayarak öldürmek; meyvanın çekirdeğini çıkarmak; taş duvar örmek, taş döşemek; hadım etmek, enemek.

stoneblind

s. tamamıyla kor.

stoneboat

i. taş taşımakta kullanılan tahta kızak.

stonebroke

s., k.dili. meteliksiz.

stonechat

i. kuyrukkakan, zool. Saxicola.

stonecrop

i. damkoruğu, kaya koruğu, bot. Sedum sempervivum.

stonecutter

i. taşçı; taş yontma makinası.

stoned

s.,(A.B.D.), (argo) sarhoş; uyuşturucu madde tesiri altında.

stonedeaf

s. tamamen sağır.

stonemason

i. taşçı, duvarcı.

stonemint

i. geyikotu, taş nanesi, bot. Cunila origanoides.

stonewall

f. krikette puan kazanmaktansa kaybetmemek için oynamak; Avustralya mecliste zorluk çıkararak muhalefet etmek.

stoneware

i. sert bir çeşit çömlek.

stonework

i. duvarcı işi; çoğ. taş kesilen ve yontulan yer.

stony

s. taşlı, taşı çok, taştan ibaret; taş gibi; sert, eğilmez; taşlaştıran, taş haline getiren; (argo) parasız meteliksiz. stony hearted s. taş yürekli, zalim. stonily z. soğuk soğuk sertçe, stoniness i. taşlı gibi oluş, taştan yapılmış olma .

stood

bak. stand .

stooge

i., k.dili. yardakçı: komedi oyuncusuna seyircilerin arasında laf atıp espri yapmasını sağlayan ikinci plandaki oyuncu.

stook

i., f. başak demetleri; büyük mısır demeti; f. demetleri kümelemek .

stool

i., f. iskemle, tabure; ayak taburesi; oturak, lâzımlık; dışkı; çığırtkan kuş; bot. yeni filiz veren eski kök veya kütük; yeni filiz; f. yeni filiz vermek; çığırtkanlık yapmak; dışkı defetmek; (A.B.D.),(argo) gammazlamak, ihbar etmek. stool pigeon çığırtkan güvercin; (A.B.D.),(argo) gammaz kimse. fall between two stools iki işi birden yapmaya çalışırken hiç birini başaramamak.

stoop

f., i. eğilmek; kamburunu çıkarmak; tenezzül etmek, alçalmak, kendini küçük düşürmek; üstüne atılmak; eğmek; i. eğilme; kambur duruş; tenezzül, alçalma; üstüne atılma (kuş).

stoop

i., (A.B.D.) ufak veranda.

stop

f. (-ped, -ping) durdurmak, alı koymak, engellemek; mola vermek; durmak; kalmak; stop etmek; fren yapmak; kesmek; tıkamak; kapamak; tıpalamak; yenmek; müz. çalgıda ses perdesini değiştirmek için tele veya deliğe basmak; noktalamak. stop a gap bir boşluğu doldurmak.. stop dead birdenbire durmak; birden durdurmak. stop down (mercek) perdesini küçültmek. stop off geçici olarak durmak, konaklamak, uğramak .stop order (tahvil) değeri ancak belli bir seviyeye. düştüğünde satma emri. stop over (A.B.D.), k.dili. yolculuk esnasında mola vermek. stop payment belirli bir çekin ödenmemesi için bankaya verilen talimat; çekin tediyesini durdurmak. stop press gazete basılırken son dakikada ilâve edilen parça. stop short birdenbire durmak. stop the mouth susturmak, sözü ağzına tıkamak. stop the show tiyatro dikkat çeken bir hareketle oyunu durdurmak stop up tıkamak.

stop

i. durma: duruş; durak yeri; mâni, engel; müz. ses perdesini değiştirmek için çalgının tel veya deliğine basma; müz. jödorg; (İng) nokta, noktalama işareti. put a stop to durdurmak, kesmek, son vermek.

stopcock

i. vana, zarp musluğu, valf.

stope

i., f. maden tabakalarını birer birer çıkarmak için yapılan kazı; f. böyle kazı yapmak.

stopgap

i. geçici tedbir veya vasıta.

stoplight

i. trafik lambasının kırmızı ışığı; oto stop lambası.

stoploss

s. fiyat düşüşu sonucu daha fazla kaybı önlemek amacıyle yapılan.

stopmotion

photography (bir çiçeğin açılmasını bile gösterebilen) aralıklarla filme alma yöntemi.

stopover

i. mola, konaklama.

stoppage

i. tıkama; durdurma, kesme; maaşa haciz koyma; stopaj.

stopper

i., f. tapa, tıkaç; durduran kimse veya şey; f. tapa ile tıkamak.

stopple

i., f. tıkaç, tapa; f. tapa ile tıkamak .

stoppress

s. baskı durduğu sırada gazeteye eklenen; zamana uygun.

stopwatch

i. saniye ölçer saat, duraklı saat.

storage

i. depoya koyma veya doldurma; depolama; ardiyede muhafaza etme; depo; ardiye ücreti; kompütörde bilgi saklama kısmı. storage battery akümülator.

storax

i. buhur, günlük; günlük ağacı, bot. Styrax; ecza. aselbent.

store

i., f., (A.B.D. mağaza, dükkân; biriktirilmiş şey, stok; hazne, ambar; çoğ. levazım, kumanya; bolluk; f. saklamak; biriktirmek; levazımını tedarik etmek .store away biriktirip saklamak. store up biriktirmek, yığınak; depo etmek, ambara koymak. store teeth argo eğreti dişler, takma dişler. A surprise is in store for you Sizi bir sürpriz bekliyor. in store elde, mevcut; ilerisi için saklanmış. set great store by çok kıymet vermek.

storehouse

i. ambar, ardiye, depo, mahzen.

storekeeper

i. dükkâncı, mağazacı; ambar memuru.

storeroom

i. ambar; sandık odası.

storey

(İng), bak. story.

storied

s. hikâye edilmiş, tarihte mühim yeri olan, destan konusu olmuş; tarihi tablolarla süslenmiş.

storied

(ing.) storeyed s. katlı.

storiette

i. küçük hikâye

stork

i. leylek, zool. Ciconia ciconia black stork kara leylek, zool. Ciconia nigra.

storksbill

i. turnagagası, bot. Geranium robertianum .

storm

i., f. fırtına, bora; şiddetli öfke veya heyecan; ask. müstahkem bir yere hücum; (alkış) tufan; f. fırtına patlamak, bora çıkmak; fırtınalı geçmek; hiddetten köpürmek; ask. müstahkem yere hücum etmek. storm and stress buhran devresi, bak. Sturm und Drang storm center meteor kasırga merkezi. storm cloud fırtına bulutu. storm door kış veya fırtınaya karşı yapılan ilâve dış kapı. storm flag meteor fırtına bayrağı. storm glass eski tip barometre. storm petrel bak. stormy petrel. storm sail fırtına yelkeni. storm signal fırtına alâmeti. storm window kış mevsiminde pencereye ilâve olunan dış kanat.

stormbeaten

s. fırtınaya tutulmuş, fırtına yemiş.

stormbound

s. fırtınadan gecikmiş; fırtınadan mahsur.

stormproof

s. fırtınaya karşı dayanıklı.

stormy

s. fırtınalı, bozuk. stormily z. fırtınalı bir şekilde; hiddetle. storminess i. fırtınalılık. stormy petrel fırtına martısı; yelkovankuşu, zool. Hydrobates pelagicus; dert getiren kimse; asi.

story

i., f. hikaye, öykü; tarih; rivayet, anlatılan şey; makale; masal, efsane, destan; kısa roman; roman taslağı; k.dili. yalan, martaval; f. hikaye anlatmak: tarihi tablolarla süslemek. story hour masal saati. story writer romancı, hikâyeci.

story , ing. storey

i. bina katı; bir katta bulunan odalar.

storybook

i. hikâye kitabı.

storyteller

i. hikaye anlatan kimse, masalcı; k.dili. yalancı kimse.

stoup

i. maşrapa, tas; Katolik kiliselerinde kapıya yakın olan ve içinde su bulunan kurna.

stout

s., i. kalın; kuvvetli, sağlam; iri, iman, enine boyuna; yiğit, cesur; i. iri yarı kimse; kuvvetli siyah bira, sert bira . stout'hearted s. cesur, yiğit, yürekli. stout'ly z. kuvvetle; cesaretle. stout'ness i. şişmanlık; cesaret, yüreklilik.

stove

i. soba; fırın, ocak.

stove

bak. stave. stovein s. zorla kırılıp delinmiş.

stovepipe

i. soba borusu. stovepipe hat A.B.D., k.dili. silindir şapka.

stow

f. istif etmek, üst üste yerleştirmek; saklamak; densarmak (yelkeni); (argo) durdurmak; dinmek. stow away saklamak; kaçak seyahat etmek için vapur veya uçak içinde saklanmak; ambara yerleştirmek.

stowage

i. istif etme; istif yeri; istif harcı; istif olunan şey.

stowaway

i. biletsiz kaçak gemi yolcusu.

strabismus

i., tıb. şaşılık. strabismal, strabismic(al) s. şaşı.

strabotomy

i., tıb. şaşılığı düzeltmek için yapılan ameliyat.

straddle

f., i. bacaklarını açıp durmak veya yürümek apışıp durmak; bacaklarını ayırıp oturmak; k.dili. taraf tutmamak; apışarak bir şeyin üstünde durmak veya oturmak; iki tarafı birden idare etmek; ask. hedefin hem önüne hem arkasına vurmak; i. apışma; apışık vaziyette bacaklar arasındaki mesafe. straddle a guestion münakaşada iki tarafı birden tutmak.

stradivarius

i. Stradivarius keman.

strafe

f., i. uçaktan makinalı tüfekle ateş açmak; hücum etmek; bombardıman etmek; (argo) cezalandırmak; i. bombardıman.

straggle

f. yoldan sapmak: sürü veya bölükten ayrılıp dağınık gitmek; dağınık olmak. straggler i. arkada kalan kimse. straggly s. dağınık.

straight

s., i., z. doğru, müstakim, düz; namuslu, dürüst; k.dili. güvenilir, emin; düzenli, muntazam, tertipli; şaşmaz, fark gözetmez; halis, saf (içki); k.dili. sapık olmayan; müz. içten geldiği gibi söylenmiş, irticalen söylenmiş; i. doğru çizgi, düz hat; the ile koşuda son dönemeçle hedef arasındaki mesafe; pokerde beş kartlı bir seri; z. dosdoğru, sapmaksızın, yanılmadan; namuslu bir şekilde. straight and narrow doğru ve dürüst. straight from the shoulder hiç kaçınılmadan. straight man A.B.D., k.dili. sahnede komedyenle çalışan ciddi görünüşlü oyuncu. straight role fazla özelliği olmayan basit rol. straight ticket A.B.D. hep bir partinin adaylarına verilen oy. straight face anlamsız surat. go straight ıslah olmak. out of straight eğri. stand up straight dik durmak. straight'ly z. açıkça, dobra dobra. straight'ness i. doğruluk.

straightaway

s., i., z. dosdoğru; i., dönemeçsiz koşu yolu; z. hemen, derhal.

straightedge

i. cetvel tahtası, cetvel.

straighten

f doğrultmak, düzeltmek, tesviye etmek; doğrulmak, düzelmek. straighten out düzeltmek, doğrusunu açıklamak veya öğrenmek. straighten up düzeltmek, toplamak; dik durmak; dürüst yola dönmek, ıslah olmak.

straightforward

s. doğru sözlü, dobra dobra söyleyen, dürüst, açık sözlü. straightforwardly z. açıkça, dürüst bir şekilde, dobra dobra. straightforwardness i. dürüstlük; açıklık.

straightout

s., k.dili. açık sözlü, çekinmesiz; gerçek, hakiki; sözünün eri.

straightwav

z. derhal, hemen.

strain

i. nesil, soy, silsile, aile; hayvanlarda soy; bahç. ıslah edilmiş bitki cinsi; ırk veya millet özelliği; eser, iz; cüzt şey; ifade, tarz, usul; mizaç; nağme, makam; şiir parçası, şarkı.

strain

f., i. fazla gayret etmek; fazla germek, zorlamak, zorlayarak incitmek; burkmak, burkulmak; süzgeçten geçirmek, süzmek; zorlayarak eğmek veya şeklini bozmak; kendini zorlamak, çok uğraşmak; bağrına basmak; kucaklamak; i. germe, gerilme, zora gelme; aşırı zihni veya duygusal gerginlik; burkulup incinme; mak. şeklen bozulma. strain after an effect iyi tesir bırakmak için kendini lüzumundan fazla yormak. strain a point özel muamele yapmak. strain at çok uğraşmak; vicdanen çekinmek. strain the meaning kendi çıkarına göre yorumlamak.

strainer

i süzgeç; geren kimse; gerici alet.

strait

i., s. dar yer, geçit, boğaz; s., (eski) dar. straits i., (çoğ.) boğaz; zor durum. the Straits İstanbul ve Çanakkale Boğazları.

straiten

f. daraltmak; sıkıntıya düşürmek. in straitened circumstances çok muhtaç vaziyette, büyük darlık içinde, fakir. strait jacket deli gömleği.

straitlaced

s. ahlak ve davranış konusunda tutucu.

strake

i., den. bir sıra borda kaplaması; tekerlek çemberi.

stramineous

s. saman gibi, samana benzer, saman renkli.

stramonium , stramony

i. tatula, bot. Datura stramonium; tatula. yapraklarından yapılan müsekkin ilaç.

strand

i., f. kenar, kıyı, sahil, yalı, yalı boyu; f. karaya oturmak; karaya oturtmak; zor durumda kalmak. be stranded karaya oturtulmak; yolda kalmak, vasıtasız kalmak; parasız kalmak.

strand

i. f. halatın bir kolu; iplik teli; f. halatın bir kolunu koparmak; telleri birleştirerek iplik yapmak.

strange

s., z. görülmemiş, ilk defa görülen; başka yerden gelmiş; yeni, alışılmamış; tuhaf, garip, acayip; yabancı; utangaç, çekingen; acemi, alışık olmayan, tecrübesiz; z. acayip bir şekilde. strange look ing. tuhaf görünüşlü. strange'ly z. tuhaf tuhaf garip bir şekilde, şaşılacak derecede. strange'ness i. tuhaflık, acayiplik; yabancılık.

stranger

i. yabancı; dışarıdan gelen kimse; tanınmamış kimse; bir işin yabancısı veya acemisi; huk. hakkı olmadan bir işe karışan kimse.

strangle

f. boğmak, boğazlamak, boğazını sıkarak öldürmek; bastırmak; boğulmak. strangle hold güreşte boğma vaziyeti; boğucu hakimiyet.

strangulate

f. boğmak; tıb. düğümlemek (bağırsak), sıkıştırmak (damar). strangulated hernia boğulmuş fıtık. strangula'tion i. boğma, boğulma; düğümlenme.

strangury

i., tıb. idrar zorluğu; bot. fidanı çok sıkı bağlamaktan ileri gelen normal üstü şişkinlik veya hastalık.

strap

i., f. (-ped, -ping) kayış; şerit, atkı, bant; dar ve uzun kumaş parçası; berber kayışı, ustura kayışı; (otobüs veya trende) tutunma kayışı; f. kayış veya çemberle tutturmak, çemberlemek; kayışla dövmek; sıkıntıya sokmak; kayışla bilemek. strap'hanger i. otobüste kayışa tutunup ayakta duran yolcu. strap iron çember demiri. strapped s. çemberli; meteliksiz. strapping i. kayışla dövme; çember.

strappado

i., f. işkence olarak bileklerinden iple yukarıya çekip tekrar bırakıvererek düşürme cezası; f. bu şekilde cezalandırmak.

strappinll

s., k.dili. uzun boylu, iriyarı.

strata

bak. stratum.

strategic

s. stratejik; harp bilgisine uygun; şartlara uygun, elverişli, ümit verici.

strategical, strategetic

bak. strategic.

strategically

z. stratejik olarak, strateji bakımından.

strategics

i. strateji ilmi, harp ilmi.

strategy

i. strateji harp idare bilgibi. strategist i. strateji uzmanı.

strath

i., İskoç. geniş vadi, içinden nehir geçen vadi.

strathspey

İskoç dansı.

straticulate

s., (jeol.) ince tabakalardan meydana gelen.

stratiform

s., jeol. tabaka şeklindeki.

stratify

f., (jeol.) tabakalar halinde tertip etmek. stratifica'tion i. kat kat veya tabaka tabaka oluşum.

stratigraphy

i. yerkabuğu katmanlarının düzeni; yerbilimin katmanları inceleyen kolu, stratigraf. stratigraphical s. stratigrafik.

stratocracy

i. askeri hükümet.

stratocumulus

i. (çoğ. -li) stratokumulus.

stratopause

i. stratosfer ile mezosfer arasındaki geçiş bölgesi.

stratosphere

i. stratosfer.

stratsgem

i. harp hilesi; hile, tuzak, oyun, manevra.

stratum

i. (çoğ. -s, -ta) kat, tabaka, katman; jeol. yeryüzü tabakası; biyol. doku tabakası; tabaka, sınıf.

stratus

i. (çoğ., -ti) katmanbulut, stratus.

straw

i. saman; tahılların kuru sapı; zerre, çok ufak şey. straw boss A.B.D., k.dili. işçi başı, kalfa. straw color saman rengi. straw hat hasır şapka. strawhat circuit sayfiyede yazlık tiyatro. straw man hasırdan adam; kukla; hayali düşman, kendi tarafını desteklemek için düşman olarak gösterilen kimse veya devlet; yalancı şahit. straw vote nabız yoklama oyu. clutch at a straw ümitsizlik isinde her çareye baş vurmak. drinking straw kamış. straw in the wind ilk belirti. the straw that broke the camel's back bardağı taşıran son damla. That,s the last straw! Yeter artık! straw'y s. saman gibi, samanlı.

strawberry

i. çilek; çilek bitkisi, bot. Fragaria: çilek rengi. strawberry blond açık kızıl saçlı kimse. strawberry mark doğuştan vücutta bulunan kırmızı leke. strawberry tree kocayemiş, bot. Arbutus unedo. crushed strawberry bir çeşit donuk kızıl renk.

strawboard

i. samandan karton.

stray

f., i., s. sürüden ayrılıp yoldan çıkmak; doğru yoldan ayrılmak; yanlış yola sapmak, dalalete düşmek; i. sürüden ayrımış hayvan; başıboş ve aylak kimse; evden kaçmış çocuk; çoğ., (radyo) yıldırımdan meydana gelen parazitler; s. başıboş; doğru yoldan sapmış; tesadüfe bağlı. stray bullet serseri kurşun.

streak

i., f. yol, çizgi; bir madeni ovalayarak elde edilen tozun rengi; damar, eser, nişan; süre, müddet; f. çizgileşmek, yol yol yapmak; hızla geçmek, hızla gitmek; çırıl çıplak soyunarak herkesin önünde hızla koşup kaybolmak. like a streak k.dili. çok çabuk, son süratle. lucky streak, streak of luck kısa süren şanslılık devresi. a streak of stubbornness damar. streak'y s. çubuklu, yollu, çizgili.

stream

i., f. akarsu, dere, çay, ırmak; akıntı; akım, cereyan; gidiş; f. akmak, sel gibi akmak; akar gibi girmek veya geçmek; dalgalanmak (bayrak); uzanmak; akıtmak. stream of abuse küfür yağmuru. stream of cars araba seli. stream of consciousness bilinç akımı. stream tin akarsu kenarındaki toprakta bulunan kalay filizi. against the stream akıntıya karşı. down the stream akıntı yönünde. on stream tam üretimde (petrol rafinerisi). go with the stream, drift with the stream ayak uydurmak. stream'let i. derecik, küçük ırmak. stream'y s. akarsuları çok; dere gibi.

streamer

i. ince uzun bayrak, flama; flandra; serpantin; göğe doğru yükselen ışık sütunu; gazete manşeti.

streamline

f., i., s. akış çizgisi biçimi vermek; kolay ve elverişli duruma getirmek; i. muntazam akıntı; su veya hava direncini azaltmak için hızlı giden bir şeye verilen sekil; s., bak. streamlined.

streamlined

s. akış çizgisi biçimli; modern; elverişli.

street

i. sokak, cadde, yol; k.dili. mahalle halkı. street Arab serseri çocuk, kimsesiz sokak çocuğu. street directory şehir rehberi. street door sokak kapısı. street fight arbede. street people hippiler. street sprinkler arozöz, sulamaç. street sweeper sokakları süpüren kimse veya makina.

streetcar

i. tramvay.

streetwalker

i. fahişe, orospu, sokak kadını.

strength

i. kuvvet, güç, takat; sertlik, keskinlik; mukavemet gücü, dayanıklılık; şiddet; tesir derecesi; askeri kuvvet; kuvvet kaynağı; metanet, manevi güç. on the strength of -e güvenerek.

strengthen

f. takviye etmek, desteklemek; kuvvet vermek, kuvvetlendirmek; kuvvetini artırmak.

strenuous

s. gayretli, faal, hararetli; gayret veya enerji isteyen, güç, ağır. strenuously z. çok emek sarf ederek yoğun faaliyetle. strenuousness i. yorucu faaliyet.

strephosymbolia

i. ters görünme (aynada olduğu gibi).

streptococcus

i. (çoğ. -coc, -ci) streptokok basili.

streptomycin

i. streptomisin.

stress

i., f. şiddet, zor; itina, ağırlık, önem, ehemmiyet; mak. iç mukavemet; basınç, tazyik; tahammül; gerginlik; dilb. vurgu, kuvvet; f. baskı yapmak, tazyik etmek; önem vermek, önemle üstünde durmak; vurgulamak. stress accent vurgulama.

stretch

f., i., s. uzatmak; sermek, germek, yaymak; çekip uzatmak; abartmak mübalağa etmek, büyütmek; yere sermek; gerinmek; gerilmek, yayılmak serilmek; açılmak; uzamak; i. germe geriliş; gerginlik; geniş yer; sıra ile uzanan şey; uzam; aralıksız süre; dönemeçli koşu yolunun düz kısmı; (argo) hapis süresi; s. gerilebilen. stretch the truth gerçeği abartmak. a stretch of open country geniş düz arazi. by a stretch of imagination hayal kuvvetini kullanarak. home stretch koşu yolunun son düz kısmı. ten hours at a stretch on saat hiç durmadan. stretch'y s. gerilir, uzar, esnek elastiki.

stretcher

i. geren şey veya kimse; duvar boyunca enine konulan taş veya tuğla; hatıl; iki çatı direğini bağlayan direk; hasta veya ölü taşımaya mahsus teskere, sedye. stretcherbearer i. sedye taşıyan hastabakıcı.

stretchout

i. işçilerden aynı ücretle fazla iş talep etme; işçilerin maksatlı olarak işi yavaşlatmaları.

stretchpants

i., A.B.D. vücudu saran elastiki kayak pantolonu.

stretto

i., müz. hızı gitgide artan kısım.

strew

f. (strewed: strewed veya strewn) saçmak, yaymak; yayarak kaplamak; dağıtmak, neşretmek; dağılmak, saçılmak.

stria

i. (çoğ. striae) ince çizgi; ufak oyuk; paralel birkaç çizgiden her biri. striate(d) s. çizgili. stria'tion i. paralel küçük çizgilerin düzeni.

stricken

bak. strike: s., A.B.D. hastalanmış; yaralı, yaralanmış; felâkete uğramış; içindekiler kabın ağız seviyesine indirilmiş.

strickle

i. dolu zahire ölçüsünü düz silmeye mahsus tahta; orak bilemeye mahsus alet.

strict

s. sıkı; dikkatli, çok titiz; harfi harfine tanımlanmış tam; şiddetli, sert; sofu, mutaassıp. strict'ly z. tam manasıyla. strict'ness i. sıkılık, sertlik, sıkı disiplin.

stricture

i. kınama, takbih, zem, yerme, tenkit; sınırlama; tıb. kanal daralması.

stride

f. (strode, stridden) i. uzun adımlarla yürümek, geniş adımlarla gezinmek; üzerine binmek; i. uzun adımlarla yürüme; uzun adım. hit one's stride normal seyrini veya hızını bulmak. make rapid strides hızla ilerlemek; büyük terakki göstermek. take in one's stride temposunu bozmadan bir engeli atlamak; umumi gidişini değiştirmeden hayatın güçlüklerini yenmek, telaşa kapılmadan işini yürütmek.

strident

s. gıcırtılı, tiz, keskin sesli. stridently z. tiz bir sesle.

stridor

i. gıcırtı; tıb. hırıltı.

stridulate

f. cırlamak. stridula'tion i. tiz ses, cırıltı.

stridulous

s. cırlak, cırtlak.

strife

i. didişme, mücadele, çekişme, münazaa.

strigil

i. eski Roma ve Yunan'da uzun saplı hamam kaşağısı; eski Roma binalarında süs için yapılan bir çeşit oyuk.

strigose

s., bot. sert kıllı; zool. ince çizgili.

strike

f. (struck; struck veya nad., A.B.D. stricken) vurmak, çarpmak, darbe indirmek; yumruk atmak; çakmak; çatmak; basmak, darbetmek; çalmak (saat); gelmek, bulmak, ulaşmak; dolu zahire ölçüsünü bir tahta parçasıyla silip düzeltmek; akdetmek, kararlaştırmak; zihninde yer etmek, etkilemek, dikkatini çekmek; den. indirmek, mayna etmek (bayrak), arya sancak etmek; poz almak; ilerlemek; birdenbire bulmak; grev yapmak; kök sürmek, tutmak (bitki). strike camp çadırı bozmak. strike down darbeyle yere yıkmak; aciz bırakmak. strike dumb şaşırtmak. strike hands pazarlık şartlarını kabul ederek el sıkışmak. strike home etkilemek, tesirli olmak. strike it rich k.dili. beklenmedik bir gelire erişmek. strike off veya from çıkarmak, ayırmak, kesmek. strike out karalayarak çıkarmak; işe koyulmak; beysbol üç kere topa vuramayınca oyun harici olmak. strike the set sahne donatımım boşaltmak. strike up çalmaya başlamak. strike up a friendship dostluk kurmak. It strikes me Bana öyle geliyor ki.

strike

i. vurma, çarpma; grev; umulmadık bir yerde zengin maden filizi bulma; dolu kilenin üstünü silip düzeltecek alet; üstünlük, mükemmellik; doluluk; jeol. bir tabakanın yatay yönü; bir defada darbedilen sikke miktarı; k.dili. anı başarı, büyük vurgun; bowling oyununda ilk vuruşta bütün kukaları devirme; (beysbol) topa vuramayış; çarpma (balık). strike'breaker i. grev bozguncusu. strike three (beysbol) üçüncü vuramayış; başarısızlık .general strike genel grev on strike grev halinde. sympathy strike sempati grevi.

striker

i. vurucu, vuran kimse; grevci; A.B.D. donanmasında çırak.

striking

s. dikkati çeken, göze çarpan. strikingly z. dikkat çekecek surette.

strine

i., (argo) Avustralya İngilizcesi.

string

i. ip sicim, kaytan, kordon, şerit; şart; tahdit; boncuk dizisi; dizi, seri; A.B.D., k.dili. yarış atı grubu; kiriş tel, saz teli; lif; çoğ. yaylı sazlar. string bag file string band yaylı sazlar orkestrası. string bean çalı fasulyesi; k.dili. uzun ve sıska kimse, sırık gibi kimse. string quartet yaylı sazlar kuarteti. string tie dar kravat. have two strings to one's bow yedek plan bulundurmak. on a string sermayesiz olarak; baskı veya kontrol altında. on the string peşinde. pull strings başkalarının faaliyetini gizlice idare etmek; başkalarına gizlice tesir etmek; piston kullanmak.

string

f., (strung) tel takmak; akort etmek; germek; ipliğe dizmek, ipe geçirmek; kılçıklarını çıkarmak (taze fasulye); iple bağlamak veya asmak; tel tel olmak; sıra veya dizi halinde gitmek. string along aldatmak; ayak uydurmak. string along with k.dili. beraberinde gitmek, peşine takılmak. string up A.B.D., k.dili. ipe çekmek, asmak. stringed s. iplikli, telli. stringed instruments yaylı sazlar.

stringent

s. zorlu, yeğin; zor şartlarda engellenmiş; sıkı, dar; paraselik çeken; ikna edici kandırıcı. stringency i. sıkılık; para darlığı. stringently z. para darlığıyla; sıkıca.

stringer

i. kirişçi; yatay kiriş; kadir belirli bir takımdan olan kimse.

stringy

s. tel gibi; tel tel olan; lifli, iplik iplik; kılçıklı.

strip

f. (-ped, -ping) i. soymak, elbisesini çıkarmak; derisini veya kabuğunu soymak; vidanın dişlerini çıkarmak; ineğin sütünü son damlasına kadar sağmak; tütün yaprağının orta damarını çıkarmak; soyunmak; soyulmak. strip mining madenin üstünü kazarak kömür çıkarma metodu. strip off elinden almak; mahrum etmek; soymak.

strip

i., f. uzun ve dar parça; sınır; şerit; dar arazi; resimli hikaye serisi; f. şeritler halinde kesmek.

stripe

i., f. çubuk, yol, çizgi; çizgili kumaş; çoğ. tutuklu kıyafeti; başka renkten tahları ensiz ve uzun parça; biçim, tip; cins, renk; f. yol yol etmek, çizgilerle süslemek. striped s. çizgili, yollu. of the same stripe aynı cinsten.

stripe

i. kamçının darbe yeri, bere; kamçı vuruşu.

stripling

i. delikanlı, genç adam, çocuk.

stripper

i. soyma makinası; soyan kimse; A.B.D., (argo) striptiz artisti.

striptease

i. striptiz.

strive

f. (strove, striven) çalışmak, çabalamak, gayret etmek; çekişmek; uğraşmak.

strobe

bak. stroboscope. strobe light foto, k.dili. elektronik flaş; hızla tekrarlanan elektronik flaş.

strobila

i. (çoğ. -lae) zool. bazı denizanalarının bölünerek ürediği safha.

strobile

i. çam kozalağı. strobiliform s. kozalak şeklindeki.

stroboscope

i. bir kimsenin veya bir şeyin hareketlerini incelemek için kullanılan aralıklı ışık veren alet.

strode

bak. stride.

stroke

i., f. vuruş, darbe; vuruş tesiri; darbe tesiri yapan şey; inme; ani bir gayretle yapılan şey; vuruş sesi; çarpma; kürek çekme tarzı; hamlacı; bölme işareti; kalem vuruşu; okşama; psik. manevi okşama; yüzme çeşidi; f. okşamak; kürekçilere hareket işareti vermek; vurmak. strokesman i., stroke oar hamlacı. stokingly z. okşayarak.

stroll

f., i. gezinmek, ağır ağır dolaşmak; i. gezme, dolaşma. stroll'er i. gezinen kimse; gezici aktör; portatif bebek arabası.

stroma

i. (çoğ., -mata) anat. stroma, temel doku.

stromboli

i. Stromboli.

strong

s. kuvvetli, zorlu, güçlü; metin, sağlam, berk, dayanıklı; sert, keskin; ağır; şiddetli; gayretli; temeli sağlam, esaslı; gram. mastarın sesli harfinin değişmesi ile geçmiş zamanlarım teşkil eden (fiil) (break, broke, broken gibi). strong cheese ağır kokulu peynir. strong constitution sağlam bünye. strong drink sert içki. strong language sert ve ağır sözler; küfür. strong market müsait piyasa. strong meat kabul edilmesi zor olan mesele. an army tenthousand strong on bin kişilik bir ordu. strongly z. kuvvetle, kuvvetli bir şekilde.

strongarm

f., s., k.dili. zor kullanmak; s. zor kullanan.

strongbox

i. kasa.

stronghold

i. müstahkem yer, kale; iyi muhafaza edilmiş mevki.

strongman

i. diktatör; diktatör gibi adam; adaleli adam.

strongminded

s. bildiğinden şaşmaz düşüncesinde kararlı, iradesi kuvvetli.

strongroom

i. hazine odası.

strongwilled

s. kuvvetli iradeli; inatçı.

strontium

i., kim. stronsiyum. strontium 90 atom bombalarının saçtığı uzun tesirli ve zehirli bir radyoaktif madde.

strop

i., f. (-ped, -ping) ustura kayışı, berber kayışı; f. usturayı kayışa sürterek bilemek, kılağılamak.

strophe

i. eski Yunan'da koro üyelerinin sağdan sola doğru hareket ederken okudukları şiir parçası; şiir kıtası, bent; beyit.

strove

bak. strive.

struck

bak. strike; s. grevde. struck measure silme ölçü.

structural

s. bina veya yapıya ait; yapısal; inşaata ait; jeol. yapısal. structural botany yapısal bitkibilimi. structural linguistics yapısal dilbilim. structural steel yapı demiri, inşaat çeliği. structurally z. yapı bakımından.

structure

i., f. yapı, bina; inşaat, yapılış; bünye; f. bütünüyle planlamak; bir bütün olarak düşünmek. structured s., plânlanmış, idare altındaki.

strudel

i. meyvalı turta.

struggle

f., i. çabalamak, uğraşmak, mücadele etmek; canını dişine takarak çatışmak, can havliyle çabalamak; i. çabalama, uğraşma; mücadele, çaba, uğraş.

strum

f. (-med, -ming) i. yaylı sazı tıngırdatmak; i. yaylı sazı tıngırdatma; tellere vurarak çalma.

struma

i. (çoğ. mae) tıb. sıraca illeti; tıb. guatr, guşa; bot. yastık biçimindeki şişkinlik. strumous s., tıb. sıraca veya guatr nevinden.

strumpet

i. fahişe, orospu.

struna

f., bak. string.

strut

f. (-ted, -ting) i. caka satarak yürümek, çalım yaparak gezinmek; desteklemek; i. azametli yürüyüş, çalım, fiyaka kasılma; mim. göğüsleme; payanda.

struthious

s. devekuşuna benzer, devekuşuna ait, devekuşu familyasından.

strychnine

i., kim. striknin, kargabüken özü.

stub

i., f. (-bed, -bing) kesilmiş ağaç gövdesi, kütük; mum dibi; sigara izmariti; kurşun kalemin kullanıldıktan sonra kalan parçası; A.B.D. dip koçanı; küt uçlu şey; f. kökünden sökmek; kökünü çıkarmak; (ayağı) taşa çarpmak. stubby s. güdük; küt; kısa ve sert kıllı; kısa ve kalın; tıknaz, bodur; ağaç kütükleri çok.

stubbed

s. dip parçası olarak kalmış; köke benzer; kütükleri çok; kısa ve küt.

stubble

i. ekin dibi, anız; anızlık; uzamış tıraş. stubbly s. tıraşsız sakal gibi.

stubborn

s. inatçı, direngen, serkeş, dik başlı; sebatkâr, azimli; sert, çetin, müşkül. stubbornly z. inatla, ayak direyerek. stubbornness i. inatçılık.

stucco

i. (çoğ. -coes, -s) f. kum ve kireç ile çimento karışımı dış duvar sıvası; f. bu karışımla sıvamak.

stuck

bak. stick; s. saplanmış; sıkışmış; takılmış; yapışmış. stuck on k.dili. âşık, tutkun, vurgun. get stuck saplanmak; yolda kalmak; batmak.

stuckup

s. k.dili. burnu havada olan, kendini beğenmiş.

stud

i., f. (-ded, -ding) iri başlı çivi; zincir baklasının lokması; gömleğin eğreti düğmesi; bağdadî duvarı tutan direk; f. iri başlı çiviler çakmak; düğme ile süslemek. stud bolt saplama cıvata, çekme cıvatası. stud'work i. iri başlı çivilerle süslü iş. studding i. duvar direkleri; odanın yüksekliği.

stud

i., s. at ahırı, tavla; damızlık atların beslendiği yer; aygır; damızlık erkek hayvan; s. damızlık.

studbook

i. safkan atların şecere defteri.

studdingsail

i., den. cunda yelkeni.

student

i. öğrenci, talebe; uzman. student body bir okul veya üniversite öğrencilerinin tümü. student lamp değişik yönlere çevrilebilen masa lambası. student nurse hemşirelik öğrencisi. student teacher stajiyer öğretmen. studentship öğrencilik; ing. burs.

studfarm

i. hara.

studhorse

i. aygır.

studied

s. iyi mütalâa olunmuş, düşünerek yapılmış, mahsus yapılmış; maksatlı. studiedly z. maksatla, mahsus.

studio

i. stüdyo. studio couch yatak olabilen sedir, açılır kapanır kanepe.

studious

s. çalışkan, ödevcil, gayretli, okumayı sever; dikkatli, hevesli. studiously z. çalışarak, gayretle, dikkatle. studiousness i. çalışkanlık, gayret, dikkat.

study

i. çalışma, okuma, irdeleme, mütalaa; inceleme, araştırma, tetkik; gayret, çalışkanlık; düşünme, tefekkür; dalgınlık; araştırma konusu veya sahası; kalem tecrübesi, alıştırma taslak; müz., etüt; yazıhane; çalışma odası; k.dili. rol ezberleyen kimse. study group araştırma grubu. study hall mütalaa salonu; çalışma saati. His face was a study yüzü görülecek bir haldeydi. in a brown study başka şeylere dikkat etmeyecek derecede düşünceye dalmış. make a study of öğrenmeye veya anlamaya çalışmak.

study

f. okumak, irdelemek, çalışmak, mütalaa etmek; düşünmek; incelemek, araştırmak, tetkik etmek; gayret etmek; tahsil etmek. study up on için ders çalışmak.

stuff

i., f. madde; asıl, esas; k.dili. eşya, ev eşyası; boş laf, saçma; kumaş; ilâç; k.dili. şey, zımbırtı, zırıltı; (argo) hüner; (argo) görev; (argo) para; f. tıka basa doldurmak; doldurmak; dolma yapmak; tıkamak; tıkıştırmak; çok laf ile kafa şişirmek; (seçim sandığını) sahte oylarla doldurmak; dolgunluk vermek; çok yedirmek; tıka basa yemek, tıkınmak. stuff and nonsense baştan aşağı saçma; incir çekirdeğini doldurmayacak şey. Stuff it! (argo) Kes be!. stuffed shirt k.dili. resmiyete önem veren kibirli kimse. house hold stuff ev eşyası. That's the stuffl Bravol Aferin!. stuff'ing i. doldurma, dolgu; vatka; fodra; dolmalık iç, dolma içi.

stuffy

s. havasız, havası bozuk, kapalı; tıkalı (burun); k.dili. kibirli; soğuk, ağır.

stultify

f. aptallaştırmak, aptal gibi göstermek; ket vurmak. stultifica'tion i. aptallaştırma; ket vurma.

stum

i., f. (-med, -ming) üzüm suyu, şıra; f. içine şıra katarak şarabı tazelemek.

stumble

f., i. düşecek gibi olmak, sürçmek, tökezlemek, kösteklenmek, sendelemek; sendeleyerek yürümek; dili sürçmek; günaha girmek; hataya düşmek; i. sürçme, tökezleme, kösteklenme; yanlışlık, hata, yanılgı. stumble across, stumble on, stumble upon rast gelmek, rastlamak, tesadüf etmek. stumble along sendeleyerek yürümek. stumbling block engel, mâni, ket, aksa, çaparız. stumblingly z. sendeleyerek, düşe kalka.

stumblebum

i., A.B.D., (argo) şakın budala, şaşkaloz kimse.

stump

i., f. çotuk, kütük; kesilen uzvun geri kalan parçası, kök; çoğ., k.dili. bacaklar; (kriket) üç hedef sopasından her biri; karakalem resimde kullanılan meşin kalem; siyasi hatiplere mahsus platform; k.dili. meydan okuma; f. kesip kökünü bırakmak; bir şeye çarpmak; k.dili. meydan okumak; k.dili. şaşırtmak; bir yerden bir yere dolaşarak siyasi nutuklar vermek; (kriket) hedefi vurarak birini oyun dışı etmek; topallayarak yürümek. be up a stump âciz olmak; şaşkın bir halde olmak; şaşırıp kalmak. fig apışıp kalmak. take the stump başkası hesabına nutuklar söylemek. stir one's stumps (şaka) yürümek, kımıldanmak.

stumpage

i. kerestelik ağaçlar; ağaçları kesme hakkı.

stumpy

s. kütüklerle dolu; kısa, bodur, tıknaz. stumpiness i. bodurluk .

stun

f. (-ned, -ning) i. sersemletmek; şaşırtmak, afallatmak; şaşkına çevirmek; i. sersemletici darbe; şok; sersemleme, afallama. stun'ner i. sersemletici şey veya kimse; k.dili. akıllara durgunluk veren kimse veya sey, fevkalade kimse.

stung

bak. sting.

stunk

bak. stink.

stunning

s. hayret verici, çok güzel, fevkalade, müstesna; sersemletici. stunningly z. insanın aklını başımdan alacak surette.

stunsail

i., den. cunda yelkeni.

stunt

f., i. büyümesini önlemek, bodur bırakmak; i. büyümede duraklama; bodur hayvan veya bitki.

stunt

i., f., A.B.D., k.dili. hüner gösterisi; maharetli iş; f. hüner gösterisi yapmak. stunt flier hüner gösterisi yapan pilot. stunt man tehlikeli sahnelerde oynayan dublör.

stupe

i., (argo) budala kimse.

stupe

i., tıb. yaraya konulan ilâçlı sıcak bez.

stupefacient ,stupefactive

s., i. sersemletici, uyuşturucu; i. uyuşturucu ilâç.

stupefaction

i. sersemlik; hayret, şaşkınlık; duyumsuzluk.

stupefy

f. hissizleştirmek, uyuşturmak; sersemletmek, şaşırtmak.

stupendous

s. etkileyici, tesirli, harikulade; heybetli, cüsseli, iri yapılı. stupendously z. harikulade bir şekilde.

stupid

s. akılsız ahmak, budala, anlayışsız; saçma, değersiz. stupidly z. budalaca, ahmakça. stupid'ity, budalalık, ahmaklık.

stupor

i. uyuşukluk, baygınlık.

sturdy

s. kuvvetli, dayanıklı, metanetli, sağlam bünyeli; sebatlı azimli. sturdily z. kuvvetle, dayanacak şekilde. sturdiness kuvvetlilik; sebat; gürbüzlük.

sturdy

i. koyunlara mahsus sersemlik illeti.

sturgeon

i. mersin balığı, zool. Acipenser sturio. rock sturgeon kara mersin, zool. Acipenser fulvescens. white sturgeon mersin morinası, zool. Acipenser transmontanus.

sturm und drang

Al. buhran devresi (on sekizinci yüzyılın ikinci yarısında Alman edebiyatında romantizm).

stutter

f., i. pepelemek, kekelemek; i. kekemelik, kekeleme.

stvitussdance

tıb. kore hastalığı.

sty

i., f. domuz ahırı, domuz ağılı; çok pis oda veya ev; f. domuz ahırına kapamak.

sty , stye

i., tıb. arpacık, itdirseği.

stygian

s. cehennemdeki Styx Irmayna ait; cehennemi; ölüm gibi; kasvetli, karanlık.

style

i., f. tarz, üslup, usul; tip, stil; moda; tavır; mil, kalem, güneş saatinin mili; matb. tertip usulü; unvan; takvim usulü; bot. çiçeğin dişilik uzvunun sapı, boyuncuk, stil; f. demek, isimlendirmek, lakap takmak; matb. tutarlı kılmak; model çizmek, yaratmak. style book imlâ ve tertip usullerini gösteren kitap. in style moda olan, modaya uygun. old style (Julian calendar), new style (Gregorian calendar) bak. calendar out of style modası geçmiş, demode olmuş.

stylet

i. küçük hançer; cerrah mili; zool. kıla benzer ince uzuv.

styliform

s. mil şeklindeki.

stylish

s. modaya uygun, şık. stylishly z. modaya uygun olarak. stylishness i. modaya uygunluk.

stylist

i. üslupçu; kitabın üslup ve tertibiyle meşgul kimse; modacı, desinator. stylis'tic s. üsluba ait, üslupla ilgili.

stylite

i. ortaçağda sütun tepesinde yaşayan münzevi kimse.

stylize , ing. -ise

f. üslup kazandırmak, bir üslûba uydurmak; stilize etmek; gelenek haline getirmek. stylized s. geleneğe uygun; suni, tabiata uymayan, stilize.

stylobate

i., mim. sıra halindeki sütunların ortak tabanı, ortak sütun oturmalığı, ortak seki.

stylograph

i. dolmakalem, stilo. stylograph'ic s. sivri uçlu aletle yazılmış. stylog'raphy i. sivri uçlu aletle yazı yazma usulü.

styloid

s. mil şeklindeki, milsi, stiloid. styloid process milsi çıkıntı, stiloid çıkıntı.

stylus

i. (çoğ. -luses, -li) sivri uçlu yazma veya işaretleme aleti; pikap iğnesi; plak yapımında sesi kaydeden iğne.

styptic

s., i. damarları büzücü (ilaç); kan durdurucu (ilâç). styptic pencil şap.

styrax

i. aselbent bot. Styrax.

styrnie

bak. stimy.

styrofoam

i., tic. mark. plastik mantar, suni köpük.

styx

i., Yu., mit. ölüler diyarını kuşatan nehir. cross the Styx ölmek.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL