NE ARAMIŞTINIZ?
Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.
i. etkili tarafın üyesi; k.dili istenilen du- ruma erişme vasıtası. ins and outs bir işin bütün ayrıntılarlı girdisi çıktısı; bir yerin bü- tün köşeleri.
s. dahili, iç; kazanmış; elinde; içeri doğru yönelen. in and out kah içerde kah dışanda. in-and-out s., mak. bir içeri bir dışan hareket eden.
z.içeride, içeriye, içine; evde; vazife ba- şında; mevsimi gelmiş be in with ortağı ol- mak; arkadaşı olmak. have it in for k.dili kin beslemek We are in for a fight şimdi çattık belaya ! muhakkak kavga çıkacak.
edat içinde, içine, dahilinde, de, da; giymiş, süslenmiş, örtülü; (belirli bir renk, model veya kumaştan) yapılmış; düzenlenmiş; ile meşgul; amacıyle; vasıtasıyla; göre; bakımından; tesirinde; esnasında; A.B.D. zamam dolmadan önce; halinde, vaktinde, mevsiminde; üzere, ile, iken. in any case her halde, ne olursa olsun. in a crowd ka- labalık halde, küme halinde in fact gerçekte, aslında, hakikatte. in health sıhhatte. in honor of şerefine. in hot water sıcak suda; güçlük içinde, zor durumda. in itself haddi- zatında, bağımsız olarak. in my opinion benim fikrimce, bana kalırsa. in order that diye, ta ki. in reply to -e cevaben, cevap olarak. in sight görünürde. in so far as -e kadar. in that çünkü, cihetiyle, madem ki. in the dark karanlıkta, bilmeyerek, malumatı olmadan. in three months uç aya kadar, üç ay zarfında. believe in him ona güvenmek. blind in one eye bir gözü kör. seven in number sayıca yedi, yedi adet.
Lat. fiilen mevcut olan, var olan.
Lat. cürmü meşhut halinde, suçüstü.
Lat. Bu alemle utkulu olacaksın (Büyük Kostantin'in ibaresi).
Lat. ana veya baba yerinde.
Lat. ortasında, asıl bahse veya işe (girişmek).
huk. hakkında.
huk. şahıslarla ilgili olmayarak.
Lat. eski halinde, evvelki gibi, statüko halinde.
önek -sız veya gayri edatı: incapable ka biliyetsiz, yeteneği olmayan; -e doğru, içe riye, içine: in-bound merkeze doğru yak- laşmakta; limana doğru; içinde: inhome evde yapılan; sırasında: in-service training çalışma sırasında yapılan eğitim, pratik.
i. iktidarsızlık, ehliyetsizlik, kifayetsizlik yeterli olmayış.
Lat. (toplantıda, mahkemede) gıyabında.
s. yanına varılmaz, erişilemez, ulaşılamaz, yaklaşılamaz. inaccessibility i. erişilmezlik yaklaşma imkansızlığı. inaccessibly z. erişilemez bir şekilde.
s. yanlış; kusurlu, tam olmayan, hatalı; aslından farklı. inaccuracy i. tam olmayış, hatalı oluş; kusur, hata. inaccurately z. tam olmayarak, hatalı olarak, kusurlu olarak.
i. hareketsizlik faaliyetsizlik: atalet avarelik. inactive s. hareketsiz, atıl. inactively z. hareketsiz olarak; avere olarak. inactivity i. hareketsizlik; avarelik.
i. uyumsuzluk, intibaksızlık, uygun gelmeyiş. inadapt'able s. uyumsuz, intibak edemeyen.
s. kifayetsiz, yetersiz, liyakatsiz, elvermez, eksik, nakıs. inadequacy, inadequateness i. yetersizlik. inadequately z. kifayetsiz olarak, yetersiz bir şekilde.
s. kabul olunmaz, uygun görülmez. inadmissibility kabul olunmazlık.
s. dikkatsiz; kasıtsız, elde olmayan. inadvertence, inadvertency i. dikkatsizlik. inadvertently z. istemeyerek, kasıtsız olarak.
s. tavsiye edilemez; makul olmayan; akla uygun olmayan. inadvisability i. makul olmayış.
s. sahibinin tasarrufundan çıkması yasak, satılamaz, devrolunamaz, alınamaz. inalienability i. elden çıkaralamayış. inalienably z. elden çıkarılmaz surette.
s. değişmez, değiştirilemez, degişiklik kabul etmez. inalterabil'ity i. değismezlik. inalterably z. değişmez surette.
i. sevgili, sevilen kadın; aşık kadın.
s., i. boş, anlamsız; budala, ahmak; seciyesiz alçak; i. boşluk. inanely z. budalaca; anlamsız bir şekilde.
s. cansız, ruhsuz, ölü; donuk, sönük. inanimate nature. cansız maddeler. inanimately z. cansız olarak.
i. gıdasızlıktan ileri gelen zafiyet; boşluk.
i anlamslzllk, anlamse söz; boşluk
s. uymaz, tatbik olunamaz, ilgisiz. inapplicabil'ity, inap'plica bleness i. uygun olmayış, tatbik edilemeyiş.
s. münasebetsiz, uygunsuz.
s. takdir edilemez; belirsiz, pek az, cüzi. inappreciably z. anlaşılmaz derecede, ehemmiyetsiz surette, pek az.
s. hoşnutsuz, memnuniyetini göstermeyen.
s. yaklaşılamaz, erişilemez; eşsiz.
s. uygun olmayan, yakışık almayan, münasebetsiz. inappropriately z. yakışık almaz bir şekilde. inappropriateness i. uygunsuzluk, münasebetsizlik.
bak. inept.
i. yeteneksizlik, kabiliyetsizlik; uygunsuzluk.
f. çin usulüyle aşılamak, bir ağacın dalını kesmeden başka bir ağaca aşılamak. inarching i. çin aşısı, yanaştırarak yapılan aşı.
f. kucaklamak, kolları arasına almak.
s. kendisini iyi ifade edemeyen; meramını anlatmaktan âciz; anlaşılmaz; dilsiz; ifade edilmemiş; biyol. mafsalsız, oynak yeri olmayan. inarticulately z. meramım anlatamayarak, ifadeden âciz bir şekilde. inarticulateness i. meramını anlatamayış.
s. sanat değeri olmayan; içinde sanat zevki veya kabiliyeti bulunmayan. inartistically z. sanatsız şekilde, zevksizce.
madem ki, çünkü, i. göz önünde bulundurarak.
i. dikkatsizlik, ihmal; nezakete önem vermeyiş. inattentive s. dikkatsiz, ihmalkar inattentively z. dikkatsizce. inattentiveness i. dikkatsizlik.
s. işitilemez, duyulamaz. inaudibly z. işitilmeyerek, işitilmeyecek surette. inaudibil'ity i. işitilmezlik.
s., i. açlılş töreni ile ilgili; i. başkanın göreve başlarken yaptığı konuşma.
f. resmen işe başlatmak, (bir kimseyi) törenle bir göreve getirmek; başlamak (işe); açılış töreni yapmak. inaugura'tion i. resmen işe başlama; bir kimsenin göreve başlaması münasebetiyle yapılan tören, açılış toreni.
s. uğursuz, meşum. inauspiciously z. uğursuzlukla. inauspiciousness i. uğursuzluk.
s., z., den. geminin içindeki; z. geminin içinde, bordalarında; geminin içine. inboard motor teknede sabit motor.
s. tabii, yaradılıştan, doğuştan, fıtri.
s., den. limana giren, limana doğru yönelmiş.
s. tabii, yaradılıştan, fıtri, aslında var olan; aynı soydan olan hayvanların dölünden elde edilmiş.
i., biyol. aynı soy ve cinsten hayvan ve bitkilerin çiftleştirilmesi.
kıs. inclosure, inclusive, income, in- corporated, increase.
i. inka; inka imparatoru.
, encage f. kafese kapamak.
s. hesaba gelmez, hesap edilemez; sayısız. incalculably z. hesaba gelmez bir şekilde.
f. ısı etkisiyle beyazlaşmak, akkor haline gelmek; bir madeni akkor haline getirinceye kadar kzdırmak.
s. yüksek derecede ısı ile akkor haline gelmiş, akkor. incandescent lamp elektrik ampulü. in candescence i. akkorluk.
i. efsun, büyü, sihir.
s. yeteneksiz, kudretsiz, iktidarsız, ehliyetsiz, kabiliyetsiz, âciz. incapabil'ity i. güçsüzlük. incapably z. kabiliyetsizce.
f. kudretsiz hale getirmek; huk ehliyetini elinden almak. incapacita'tion i. ehliyetsizlik, yetkisizlik, salâhiyetsizlik.
ih kabiliyetsizlik, ehliyetsizlik, yetkisizlik, salâhiyetsizlik.
f. kapsül içine kapamak, sarmak.
f., s. hapsetmek, kapatmak; s. hapsedilmiş. incarcera'tion i. hapsetme, hapsedilme.
s., f. ten renginde, pembemsi; kan kırmızısı; f. kızıla boyamak.
s., f. vücut bulmuş, insan şekline girmiş, mücessem; ten renginde; f. vücut kazandırmak, canlandırmak, cisimlendirmek. a fiend in carnate mücessem şeytan, şeytanın ta kendisi.
i. insan veya hayvan şeklinde vücut bulma .
f. sandık veya kutu içine koymak, kaplamak.
i. sandık içine koyma; muhafaza.
s. dikkatsiz, tedbirsiz, ihtiyatsız, düşüncesiz. incaution i. dikkatsizlik incautiously z. düşüncesizce, düşünmeden.
s., i. kasten yangın çıkaran; çok fazla ısı meydana getirebilen; fesatçı, tahrik edici; i. kundakçı. in cendiary bomb kundak bombası.
f. kızdırmak, öfkelendirmek, darıltmak.
f., i. tütsülemek, buhur yakmak; i. günlük, buhur, tütsü; herhangi güzel bir koku.
s., i. teşvik edici; harekete geçirici; i. dürtü, saik; mükâfat; meram. incentive pay fazla yapılan iş için ödenen para.
i. başlama, başlangıç. inceptive s. başlayan, başlayıcı.
i. şüphe, tereddüt, kararsızlık.
s. devamlı, sürekli, fasılasız, ardı arkası kesilmeyen. incessantly z. sürekli olarak, ardı arkası kesilmeden.
i. akraba ile zina, nikâh düşmeyen akraba ile cinsel ilişki kurma.
s. akraba ile zina kabilinden; akrabası ile zina yapmış; akraba ile zina yapmaktan hâsıl olmuş.
i., f. pus, bir kademlik uzunluğun on ikide -biri, 2,54 cm, inç; barometredeki civayı bir pus yükseltecek hava basmcı; toprağa düşen yağmurun yükseklik ölçümü; f. yavaş yavaş hareket etmek veya ettirmek. inch along yavaş yavaş hareket etmek. by inches ağır ağır, yavaş yavaş. every inch tepeden tırnağa. within an inch of his life ölümüne ramak kalmış.
z. azar azar, yavaş yavaş.
s. yeni başlamış, gelişmemiş, inkişaf etmemiş, tamamlanmamış. inchoative s, gram bir hareketin başladığını gösteren (zaman, kip).
i. yeri ölçer gibi yürüyen bir çeşit tırtıl.
i. isabet,tesadüf etme; tekerrür oranı; oluş derecesi; fiz. bir cisim veya ışmın bir düzey üzerine düşmesi; huk. bir kanun veya verginin etkisi. angle of incidence geliş açısı.
i., s. olay, hadise, vaka; önemsiz olay; s. bağlı, tabi; fiz. gelen, düşen.
s. rastlantıya bağlı, tesadüfi; arızi, dıştan gelen; doğal olarak takip eden. incidentally z. tesadüfen; fazladan; aklıma gelmişken .
f. yakıp kületmek. incinerator i. yakıp kül haline getiren makine veya alet. incinera'tion i. yakıp kületme.
s. henüz başlamakta olan, yeni başlayan, başlangıç halinde. incipience incipiency i. başlangıç.
f. hakketmek, oymak, kazımak; yarmak, deşmek.
i. yarma, deşme; tıb. ensizyon, yarma .
s. sivri, keskin; nüfuz eden, delip geçen; zeki, kesin ve açık. incisively z. kesin ve açık olarak. incisiveness i. kesinlik, katiyet.
i. kesici diş, ön diş.
f. teşvik etmek, tahrik etmek, kışkırtmak. incitement i. teşvik, tahrik, kışkrtma, kışkırtılma.
i. kabalık, nezaketsizlik; kaba davranış.
bak. enclasp.
s. sert, fırtlnalı (hava); haşin, merhametsiz. inclemency i. fırtınalı hava; buhranlı hal. inclemently z. sert bir şekilde, merhametsizce.
s. eğiliminde, meyilli hale getirilebilir, mutemayil, arzulu.
i. meyil, eğilim, yatma; bayır, yokuş; istek, rağbet, heves; geom. kesişen iki egri veya yüzeyin meydana getirdiği açı; eğilme derecesi.
i. eğri yüzey, mail satıh; yokuş, meyil; eğilme.
f. eğmek, yatırmak, meylettirmek; eğilmek, yatmak; meyletmek, istidat göstermek; sapmak, inhiraf etmek. incline one's ear kulak kabartmak, takdirle dinlemek. inclined plane. eğri yüzey, mail satıh. I am inclined to think düşünme egilimindeyim. green inclining to blue maviye çalan yeşil.
i. meyil ölçeği, uçak veya geminin ufka göre egimini ö1çen alet; dünyamn manyetik alanının eğimini gösteren mıknatlslı iğne.
, inclosure bak. enclose, enclosure .
f. işine almak, kapsamak, şamil olmak, ihtiva etmek, dahil etmek, hesaba katmak. included s. dahil.
i. dahil etme, dahil olma, kapsama, hesaba katma veya katılma.
s. kapsayan, şümulü olan, ihtiva eden, dahil, belirli hudutlar dahilinde bulunan. inclusively z. şamil olmak üzere, hepsi içinde olarak, kapsayarak. inclusiveness i. şümullülük, kapsamlı olma.
(k.dili incog) i., s., z. kıyafet değiştiren kimse; değiştirilmiş kıyafet; s. kim olduğunu belli etmeyen; tebdili kıyafet etmiş; z. takma bir isimle, kıyafet degiştirerek.
s., of ile farkında olmayan.
i. anlaşılmazlık, manasızlık; birbirini tut- mazlık, irtibatsızlık, tutarslzlık.
s. manasız, şekilsiz, abuk sabuk; irtibatsız, birbirine bağlı olmayan, birbirini tutmayan, tutarslz. incoherently z. anlaşılmaz bir şekilde, birbirini tutmayarak.
s., i. yanmaz, ateş almaz, tutuşmaz; i. ateş almaz madde. incombustibil'ity i. yanmazlık. in combus'tibly z. ateş almayarak.
i. gelir, kazanç, irat; biyo. vücuda giren gıda. income tax gelir vergisi. gross income brüt gelir, gayri safi gelir net. income net gelir, safi gelir.
i. içeri gelen kimse veya sey; muhacir.
s., i. giren, ele geçen; yeni (hükümet, yıl), başlayan; i. girme.
s.,i. oranssız, nispetsiz, kıyas kabul etmez; ölçülmeyen; i., çoğ, ortak ölçülmez sayılar. in commensurabil'ity i ölçülemez oluş, nis - petsizlik. incommen'surably z nispet sizce, ölçülemez bir ,sekilde.
s. oransız, nispetsiz, kıyas edilemez; yetersiz. in commensurately z. nispetsiz olarak; yetersizce.
f. rahatsız etmek, zahmet vermek, taciz etmek.
s. rahatsız, kullanışsız, elverişli olmayan; zahmetli, işe yaramaz; sıkışık. incommodiously z. elverişli olmayarak, kullamşslz bir sekilde. incommodiousness i. elverişsizlik, kulIanışlı olmayış.
s. ifade edilemez; söylenilemez; nakledilemez. incommunicabil'ity i. ifade edilemez durum. incommunicably z. ifade edilmez surette.
z. kimse ile görüştürülmeyerek (hapiste).
s. fikrini başkasına açıklamayan, ketum, ağzısıkı.
s. değişmez; değiştirilemez; tebdil veya tahvili mümkün olmayan. incommutabil'ity i. değişmezlik. incommut'ably z. değismez bir şekilde.
s. kıyas kabul etmez; emsalsiz, eşsiz; with veya to ile klyaslanamaz, mukayese edilemez. in comparably z. kıyas kabul etmez surette.
s. birbirine uymayan, birbirine zıt, bir diğerine uymaz, birbiriyle geçinemeyen. incompatibil'ity i. birbirine uymayış; geçimsizlik. incompat'ibly z. birbirine uymayarak.
s. yetersiz, kifayetsiz; huk. ehliyetsiz. incompetence, incompetency i. işinin ehli olmayış, ehliyetsizlik, yetersizlik. incompetently z. yetersizce, işinin ehli olmayarak.
s. eksik, noksan, tamam olmayan, bitmemiş, kusurlu. incompletely z. eksik olarak; kusurlu olarak. in completeness i. noksan, eksik; kusur.
s. anlaşılamaz, kavranmaz, akıl ermez. incom prehensibil'ity i. anlaşılmazlık. incom prehen'sibly z. anlaşılmaz surette.
i. anlayışsızllk, akıl erdirememe, idrak noksanlığı.
s. sıkıştırılamaz, basınçla oylumu. kuçültülemez. incompressibil'ity i. sıkışmazlık.
s. hesaba sığmaz, hesap edilmesi imkânsız.
s. tasavvur olunamaz, anlaşılamaz, inanılmaz; idrak edilemez, kavranamaz. inconceivabil'ity i. kavranamaz oluş, idrak edilemez oluş. in conceiv'ably z. tasavvur edilemeyecek şekilde.
s. bir sonuca varmayan, neticesiz; ikna edici olmayan, kifayetsiz; tesirsiz, etkisiz. inconclusively z. kesin bir sonuç elde edemeden; kifayetsiz olarak.
s. yoğunlaştınlamaz; kısaltılamaz; sıvı haline dönüştürülemeyen (gaz).
s. birbirine uymayan, ahenksiz; uygunsuz yersiz: geom. özdeş olmayan.
i. uyuşmazlık, uyumsuzluk; uyuşmayan kısım veya şey.
s. diğerlerine veya birbirine uymayan, aykırı, uyuşmaz, bağdaşmaz; uygunsuz, yersiz, münasebetsiz. incongruously z. uygun olma yarak .
s. birbirini tutmayan, irtibatsız; mantıksız; konu dışı. incon'sequence i. mantıksızlık; irtibat sızlık. inconsequen'tial s. yersiz; önemsiz; irtibatsız incon'sequently z. konu dışı olarak; irtibatsız bir şekilde.
s. ufak, az; itibara lâyık olmayan, önemsiz.
s. düşüncesiz, saygısız; aceleye gelmiş, tedbirsiz. inconsiderately z. düşüncesizce inconsiderateness i düşüncesizlik.
s. uyuşmaz, aykırı, tutarsız; kararsız, sebatsız. inconsistency i. tutarsızlık, insicamsızlık. inconsistently z. tutarsız bir şekilde, insicamsız olarak.
s. uygunsuz, uyumsuz, ahenksiz. inconsonance i. ahenksizlik.
s. gözle kolay farkedilemeyen, göze çarpmayan; önemsiz, ehemmiyetsiz. inconspicuously z. göze çarpmayacak ekilde. inconspicuousness i. göze çarpmayış.
s. kararsız, sebatsız, dönek; vefasız. inconstancy i. kararsızlık, değşkenlik; vefasızlık.
s. tüketilemez, istihlak edilemez .
s. malum, bilinen, su götürmez, itiraz kabul etmez, inkar edilemez. incontestably z. itiraz kabul etmez şekilde .
s. nefsine hâkim olamayan, kendini tutamayan; iradesiz; idrarını tutamayan; perhiz edemeyen. incontinence, incontinency i. nefsine hâkim olamayış; perhiz edemeyiş; kendini tutamama hali; tıb. idrar tutamama hali. in continently z. kendini tutamayarak; eski hemen, vakit kaybetmeden.
s. muhakkak; gerçekli, itiraz kabul etmez. incon trovert'ibly z. yadsınamayacak şekilde.
i., f. zahmet, rahatsızlık, güçlük; uygunsuzluk, münasebetsizlik; f. rahatsız etmek, zahmet vermek.
s. uygunsuz, münasebetsiz; zahmetli, müşkül, çetin; elverişsiz. inconveniently z. münasebetsiz bir şekilde; elverişsizce.
s. değiştirilemez; madeni paraya çevrilemez (kağıt para). inconvertibly z. değiştirilemeyecek şekilde.
s. inandırılamaz, kandınlamaz .
i.düzensizlik, ahenksizlik, uyumsuzluk (hareketlerde).
s.madde varlığı olmayan.
f. anonim şirket haline getirmek; birleştirmek, birleşmek; içine almak, dahil etmek.
s. anonim şirket olan.
s. anonim.
s. tinsel, manevi, cisimsiz; tinsel olana ait; huk. yalnız tinsel varlığı olan haklara ait.
s. yanlış, hatalı, doğru olmayan; düzeltilmemiş; yakışıksız, biçimsiz. incorrectly z. yanlış olarak.
s., i. ıslah olmaz, yola getirilemez, akıllanmaz, düzelmez (kimse); i. ıslah olmaz kimse. incorrigibly z. yola getirilmez şekilde.
s. ahlâkı bozulmamış, lekelenmemiş, iffetli, namuslu; bozulmamış, çürümemiş, kokuşmamış; değiştirilmemiş.
s. dürüst, rüşvet kabul etmez; ahlâklı bozulmaz; bozulmaz, çürümez, kokuşmaz. incorruptibil'ity i. dürustlük; bozulmazlık. incorrupt'ibly z. dürüstçe; bozulmaz şekilde.
f., s. koyulaşmak, kalınlaşmak; s., bot. s şişmiş, kalınlaşmış.
i. büyüme, çoğalma, artma; ürün, mahsul; kâr; hasllât; döl. on the increase gittikçe artmakta.
f. artmak, çoğalmak; gelişmek, büyümek; verimli olmak; arttırmak, çoğaltmak, büyütmek, ilerletmek. increasingly z. gittikçe artarak.
s. inanılmaz. in credibility i. inanılmaz hal, inamlmazlık incredibly z. inanılmaz şekilde, çok fazla.
, incred,ulousness i. kuşku, inanmazllk, şüphecilik. incred'ulously z. inanmayarak.
s. inanmaz; güvenmez, kuşkulanan, kuşkusu olan.
i. artma, çoğalma; azar azar artma; fazlalık; mat. nicelik farkı. unearned increment ikt. bir servet veya bir değerin emeksiz olarak artması.
f. suçlamak, suç yüklemek. incrimina'tion i. suçlama. in criminatory s. suçlama kabilinden, üstüne atıcı.
i. klik, başkalarına kapalı grup.
bak. encrust.
i. üstüne kabuk bağlama; bağlanmış kabuk.
f. kuluçkaya yatırarak veya suni araçlarla civciv çıkarmak; mec. kafasında (plan) kurmak, belleğinde tasarlamak; tıb bir hastalığın bedene girmesiyle belirtisinin meydana çıkması arasındaki zaman boyunca gelişmek (mikroplar).
i. kuluçkaya yatma; civciv çıkarma; tasarlama; tıb bir hastalığm bedene girmesiyle belirtisinin meydana çıkması arasmdaki zaman boyunca mikropların gelişmesi, kuluçka devri.
i. kuluçka makinası; suni olarak mikroorganizma geliştirme aygıtı; tıb içi her zaman doğal beden ısısını koruyan ve erken doğmuş bebekleri koymak için kullanılan kutu biçiminde bir aygıt.
i. (çoğ. incubi, incubuses) kâbus, karabasan, ağırlık basması; kâbus gibi şey, sıkıntı.
f. talim etmek, öğretmek, tekrarlayarak kafasma sokmak, telkin etmek, aşılamak. inculca'tion i. telkin.
s. suçsuz.
f. suçlamak, suç yüklemek. inculpa'tion i. itham, suçlandırma. incul'patory s. suçlama türünden, suçlayıcı.
iş. görev, ödev; memuriyet; memuriyet devri.
s., i. zorunlu, yükümlü, ödevli, görev olarak yükletilmiş; i. görevli kimse, memur.
bak. encumber.
i., çoğ. özellikle 1500 tarihinden evvel Avrupa,da basılmlş kitaplar; baslı ilk kitaplar; bir şeyin başlangıç devirleri.
f. (-red,- ring) maruz olmak; girmek, tutulmak, uğramak, yakalanmak, hedef olmak. incur a debt borçlanmak .
s., i. iyi olmaz, şifa bulmaz, devasız, düzelmez; i. iyi olmaz hasta. incurabil'ity, incur'ableness i. çaresizlik, şifa bulmazlık incur'ably z. şifa bulmaz şekilde.
s. meraksız, kaygısız; lakayt, ilgisiz, kayıtsız.
i. akın, hücum, saldırı. incursive s. akın eden.
i., beysbol havada atıcıya doğru yönelen ve eğik olarak giden top atışı.
(çoğ. incudes) i., Lat. ortakulaktaki örs kemikçiği.
kıs. independent, indicative, indigo, indirect.
s. borçlu, verecekli; minnettar. indebtedness i. borçluluk; borç miktarı, borçlar.
s. yakışıksız, edebe aykırı, edepsiz, hayâsız, çirkin, kaba; huk. toplum töresine aykırı. indecency i. ahlâksızlık indecently z. edepsizce, ahlâksızca.
s. okunmaz, sökülmez, çözülmez, karışık, anlaşılmaz.
i. kararsızlık, tereddüt, duraksama.
s. kararsız, kesin olmayan indecisively z. kesin olmayarak, kararsız bir şekilde indecisiveness i. kararsızlık, tereddüt.
s., gram. çekilmez, sıygasız.
s. bileşimi bozulmaz, çözüm kabul etmez; çü rümez.
s. edebe aykırı, ayıp, yakışmaz, utandırıcı, uygunsuz.
i. edebe aykırı hareket; ertem ve yönteme aykırılık.
z., ünlem hakikaten, gerçekten, doğrusu; ünlem Öyle mi? No,indeed! Hiç de öyle değil. Yok canım. Yes, indeed ! Elbette.
s. yorulmaz, yorulmak bilmez, usanmaz, bıkmaz indefatigabil'ity i. yorulmazlık. indefat'igably z. yorulmadan.
s. iptal edilemez, feshedilemez. indefeasibil'ity i. iptal edilemezlik.
s. çürümez; hatasız, yanılmaz.
s. savunulamaz, savunmasız, müdafaasız; korumasız, muhafazasız. indefensibil'ity i. savunmasızlık. indefen'sibly z. savunulamaz şe kilde.
s. tarif edilemez; tanımlanamaz, açıklanması olanaksız, anlatılamaz. indefinably z. anlatılamaz şekilde.
s. belirli olmayan, belirsiz, sayısız, belgisiz, bellisiz, müddeti olmayan; bot. sayısı belirsiz, sayısı çok olan (ercik); gram. belgisiz (sıfat, fiil). indefinite article belgisiz sıfat: bir (İngilizcede a, an). indefinite pronoun belgisiz zamir. indefinitely z. müddetsiz olarak. in - definiteness i. belirsizlik.
s., bot. kendikendine açılmayan (tohum).
s. silinmez, çıkmaz (leke, hatıra, intiba); sabit (boya, mürekkep). indelible pencil kopya kalemi. indelibly z. silinmez şekilde. indelibil'ity i. silinmezlik, sabitlik.
s. uygun olmayan; incitici, nezaketsiz, kaba. indelicate remarks zarif olmayan sözler. indelicacy i. uygunsuzluk; kabalık. indelicately z. uygunsuz bir şekilde.
f. zararını ödemek; zarar görmeyeceğine dair peşinen kefil olmak. indemnifica'tion i. tazminat.
i. tazminat, zararı karşılamak için ödenen para; ceza veya sorumluluktan af; kefalet, teminat, kefil olma, garanti.
s. tanıtlanamayan, açıklanamayan.
i., f. bere, çentik; f. çentmek; basmak; bere yapmak.
f., i. içeriden başlamak, içerlek yazmak, paragraf başı yapmak; diş diş kesmek; kenarını oymak; ambardan erzak verilmesini resmen emretmek; ısmarlamak; senet ile birini uşaklığa vermek; diş diş olmak; i. diş; uşaklık senedi; ısmarlama.
i. bere, çentik; çentik yapma; koy, körfez; matb. içerlek yazma.
i, matb. içerlek yazma
i., f. sözleşme kâğıdı, resmi senet, bilhassa hizmetçi veya uşakla yapılan onaylı sözleşme; f. kontrat veya senetle bağlamak.
, dency i. serbestlik, bagımsızlık, istiklal, hürriyet; geçinecek kadar malı olma. Independence Day Birleşik Amerika'da Bağımsızlık Günü (4 Temmuz). Declaration of Independence Birleşik Amerika'da bağımsızlığı ilan eden resmi belge.
s., i. hür, bağımsız, başlı başına, ayrı, serbest; kendi geliri ile geçinebilen; pol. parti dışı olan; i. bağımsız kimse; parti üyesi olmayan kimse. independently z. bağımsız olarak; aynca, birbirini etkilemeden, birbirinden habersizce.
s. etraflı, geniş kapsamlı.
s. tanlmlanamaz, nitelendirilemez, anlatılamaz. indescribably z. anlatılamayacak şekilde.
s. yıkılmaz, bozulamaz, yok edilemez, çok dayanıklı, tahrip olunamaz. indestructibly z. yıkılamayacak şekilde. indestructibility i. yıkıl- mazlık.
s. belgilenemez ve sınırlanamaz; hallolunamaz. indeterminably z. çözülemeyecek şekilde.
s. sınırsız, belirli olmayan, meçhul, bilinmedik, bilinmeyen; şüpheli, bellisiz; mat. değeri tespit edilemeyen. indeterminate sentence süresi belirsiz ve suçlunun davranışlarına bağlı olan hapis cezası. indeterminately z. belirsiz olarak. indeterminateness i. belirsizlik.
i. kararsızlık, duraksama, tereddüt; sebatsızlık; belirsiz oluş.
i., fels. yadgerekircilik, indeterminizm.
(çoğ.- ex.es,- i.ces) i., f. indeks, fihrist; katalog; gösterge, işaret; delil, kanıt; mat. üs; işaret parmağı; b.h., Kat. okunması yasak kitaplar listesi; f. indeks yapmak, indeks içine koymak; işaret etmek. index finger işaret parmağı. index number istatistikte indeks sayı, iki sayı arasmdaki oranlı farkı gösteren sayı. index of refraction yansıma ve kırılma açıları arasındaki oran. card index kartoteks, konuları ayrı ayrı kartlara yazılmış fihrist. cost-of-living index geçim indeksi.
i. Hindistan. India ink çini mürekkebi. India paper pek ince Çin kağıdı. India rubber kauçuk, lastik.
i. eskiden Hindistan ile İngiltere arasında işleyen büyük ticaret gemisi.
s., i. Hindistan'a ait; Amerika kızılderilisine ait; i. Hintli; kızılderili; Amerika kızılderililerinin dillerinden biri. Indian club jimnastikte kullanılan şişe biçiminde çomak. Indian corn mısır, darı. Indian file tek sıra (yürüyüş). Indian Ocean Hint Okyanusu. Indian pipe çiçeği pipo şeklinde beyaz bir bitkisel asalak, bot. Monotropa uniflora. Indian summer pastırma yazı.
s. Hindistan'a ait; Hint dil grubuna ait.
i. gösteren şey veya kimse.
f. işaret etmek, göstermek, imlemek, dolaylı olarak belirtmek; tıb. hastadaki belirtileriyle, hastalığın cinsini veya ilâcını göstermek; kısaca tanımlamak. indicated horse power bir makinanın belirtilmiş olan beygir gücü.
i. bildirme, anlatma, gösterme; belirti, delil, kanıt; tıb. hastalıklarda uygun tedavi şeklini gösterme.
s., i. gösteren, belirten; bildiren; i., gram. basit zaman çekimindeki fiil, bildirme kipi.
i. gösteren şey veya kimse, işaret eden şey, delil, belirti; mak. gösterge ibresi, gösterge; kim. asit veya alkalinin olup olmadığını bildiren ecza.
i., çoğ. işaretler, kanıtlar; A.B.D. posta pulu yerine zarflara basılan,ödendi işaretleri; belirtiler.
f. suçlamak; sorguya çekmek. indictable s. suçlanabilir.
i., tar. Roma'da on beş yllllk süre.
i. iddianame; suçlama, töhmet; dava açma. bill of indicment juri heyetine sunulan resmi ithamname. joint indictment birkaç kişiyi birden suçlayan ithamname.
i., çoğ., the ile Doğu veya Batı Hint Adaları. the West Indies Büyük ve Küçük Antiller.
i. aldırmazlık, önem vermeyiş, umurunda olmayış, soğukluk, ilgisizlik, rağbetsizlik; duygusuzluk, hissizlik; ancak geçerli oluş. a matter of indifference ilgilenmeye değmeyen mesele.
s. Iâkayt, kaygısız; duygusuz; önemsiz; bir, farksız; ancak geçerli olan, şöyle böyle; kimyasal veya elektrik kuvveti olmayan. indifferently z. ilgisizce.
i. yerli insan veya hayvan ve bitki.
s. yerli; doğuştan olan.
s. fakir, züğürt, yoksul. indigence i. fakirlik, züğürtlük.
s. iyice düşünülmemiş; düzensiz, intizamsız, biçimsiz, biçime girmemiş; hazmolunmamış, sindirilmemiş.
s. hazmolunamayan, sindirilemeyen.
s. hiddetlenmiş, kızmış. indignantly z. hiddetle, kızgınlıkla.
i. kızgınlık, öfke, gazap; haksızlığa karşı öfke, kızma. indignation meeting bir haksızlığı protesto amacıyle yapılan toplantı.
i. hürmetsizlik, hakaret, yakışıksız muamele.
i. (çoğ.- gos,- goes) çivit; çivit rengi. indigo plant çivit fidanı, nil, bot. Indigofera tinctoria.
s. dolaşık, dolambaçlı, doğru olmayan, dolaylı; hile türünden; dolaylslyla olan; doğrudan doğruya olmayan, araçlı. indirect cost dolaylı masraf. indirect damage dolaylı zarar. indirect discourse sözcünün söylediklerinin şahıs ve zaman değişimiyle nakli. indirect lighting dolaylı ışıklandırma. indirect object dolaylı tümleç,- e halindeki isim. indirect result dolaylı sonuç. indirect tax dolaylı vergi. indirectly z. dolaylı olarak. indirectness i. dolaylılık.
i. dolaylı söz veya hareket; doğru olmayan hal veya hareket, hilekârlık.
s. seçilemez, tefrik edilemez, farkına varılmaz, ayırt edilemez. indiscernibly z. seçilemeyecek şekilde.
s. düşüncesiz, geveze, boşboğaz, ağzı gevşek; sağgörüsüz. indiscreetly z. düşüncesizce.
s. kısımlara bölünmemiş, toplu halde.
i. düşüncesizlik, akılsızlık, boşboğazlık, sağgörüsüzlük.
s. gelişigüzel, rasgele; ayırt edilmemiş, karışık. indiscriminately z. rasgele; tefrik etmeyerek, ayrı seçi yapmayarak, fark gözetmeden.
i. hazımsızlık, mide fesadı, dispepsi.
s. zaruri, elzem, zorunlu, onsuz olamaz. indispensably z. zaruri olarak.
f. hevesini kırmak, soğutmak, zayıflatmak; rahatsız etmek; rağbetini azaltmak. indisposed s. rahatsız; isteksiz.
s. rahatsızlık; isteksizlik, gönülsüzlük.
s. söz götürmez, su götürmez, münakaşa götürmez, muhakkak, itiraz kaldırmaz. indisput'ably z. itiraz kaldırmaz derecede.
s. erimez; ayrılmaz, sabit. indissolubly z. birbirinden ayrılmaz surette; çözülmez surette.
s. belirsiz, seçilmez, iyice görülmez, ayırt edilmez. indistinctive s. tefrik olunamaz; tefrik edemeyen. indistinctly z. belirsiz surette. indistinctness i. belirsizlik.
s. ayırt edilmesi olanaksız, seçilemez. indis- tinguishably z. seçilemeyecek derecede.
i., kim. indiyum.
s., i. tek, yalnlz, ayrı, başlı başına; hususiyeti olan; ferdi, bireysel; i. fert, kimse, şahıs, birey; tane. individually z. ayrı ayrı.
i. fikir ve harekette şahsi bağımsızlık; ferdiyetçilik, bireycilik; benlik, kendini beğenmişlik; ferdin hususi menfaatlerini arama; hususiyet, ferdiyet. individualist i. ferdiyetçi, bireyci, erkin kimse. individualistic s. ferdi, bireysel, ferdiyete ait; erkin.
i. ferdiyet, başkasına benzemeyiş, hususiyet; erkinlik.
f. ferdiyet vermek, ferdiyetini belirtmek, bireyleştirmek, ayırmak; ayrı tutmak. individualization i. ferdileştirme, bireyleştirme.
f. ayırt etmek; fert yapmak. individuation i. fert yapma; fert olma; fertlik.
s. taksim olunmaz, bölünmez; mat. kesirsiz, taksim edilemez. indivisibil'ity i. bölünmezlik. indivis'ibly z. bölünemeyecek şekilde.
önek Hintli, Hindistan'a ait.
i. Hint-İran dil ailesinin Hint kolu.
i., s. Hint- Avrupa dillerinden birini konuşan kimse; s. Hint-Avrupa dil ailesine ait; bu dillerden birisini konuşana ait.
i. Hint-Avrupa ve Anadolu dillerinin kökeni varsayılan dil.
i. Hindiçini. Indo- chinese' s., i. (çoğ.- nese') Hindiçini halkına veya lisanına ait; i. Hindiçini halkından biri; Çince-Tibetçe dil grubundan biri.
f. herhangi bir düşünce sisteminin esaslarını öğretmek; telkin etmek, (fikir) aşılamak.
i., kim. parfüm yapımında kullanılan bir madde.
s. tembel, üşenen; tıb. ağrısız, acısız. indolence i. tembellik. indolently z. tembelce.
s. yılmaz; boyun eğmez, bezmez, inatçı.
i. Endonezya. Indonesian s., i. Endonezyalı
s. ev içine ait, ev içinde yapılan. indoor games ev içinde oynanan oyunlar. indoor life ev hayatı.
z .ev içinde, ev içine.
bak. endorse.
, İng. indraught i. içeri çekme, içeriye doğru akış.
s. içeriye doğru çekilmiş; zihni meşgul.
i. Madagaskar'a mahsus maymuna benzer siyah ve beyaz tüylü bir hayvan.
s. şüphe kaldırmaz, kati, kesin. indubitably z. şüphesiz, muhakkak.
f. ikna etmek, kandınp yaptırmak, teşvik etmek; sevketmek; sebep olmak; fiz. elektrik akımı meydana getirmek; man. tüme varmak. inducible s. ikna edilir, teşvik edilir.
i. sebep, saik, vesile; ikna, teşvik, tahrik.
f., A.B.D. resmen askere almak; vazifeye geçirmek, memuriyete başlatmak. inductance i., elek. indüktans
i. askere yeni alınan kimse.
s. uzamaz, çekilip tel şekline giremez; boyun eğmez, inatçı. inductility i. uzamayış; inatçılık.
i. memuriyete geçirme; man. tümevanm; özel durumlarda doğruluğu kesin olan bir önermenin genel durumlarda da doğru olduğunu tanıtlama, sonuç çıkarma; elek. indüksiyon. induction coil indüksiyon bobini. induction current tesir akımı. induction motor indüksiyonlu elektrik motoru, almaşık akım motoru. induction pipe emme borusu. magnetic induction mıknatısi indüksiyon.
s. tümevarımsal, tümevarımlı; indüksiyon yapan; ilkel. inductively z. tümevanmsal bir yolla.
bak. endue.
f. iptila göstermek; teslimiyet göstermek; kendini vermek, müptela olmak, düşkünlük göstermek; müsamaha etmek, mühleti uzatmak.
i. iptila, düşkünlük; müsamaha, hoşgörü, göz yumma; Kat. pişmanlık hâsıl olunca kilise tarafından günah cezasından bir kısmının affolunması; tic., huk. borç vadesinin uzatılması.
s. müsamahakâr, hoş görülü. indulgently z. müsamaha ile, göz yumarak.
f.,s. katılaştırmak, sertleştirmek; duygusuzlaştırmak; dayanıklı kılmak; s. katı, sert; duygusuz.
i., bot. eğreltiotunun spor keselerini örten zarf; zool. böceğin sürfe kesesi. indusial s. böyle zarf veya keseye ait.
s. sanayie ait, sınai, endüstriyel. industrial arts sanayide kullanılan teknik yetenekler. industrial design fabrika ürünü eşyanın güzel ve kullanışlı olmasını sağlayan tatbiki güzel sanatlar kolu. industrial disease bir sanayi kolunda çalışan işçilere özgü hastalık. in- dustrial engineer fabrikanın düzeni ve çalışması ile meşgul olan mühendis. in- dustrial exhibition sanayi mamulatı sergisi. industrial law sanayi kanunları. industrial relations işveren ile işçiler arasındaki ilişkiler. Industrial Revolution sanayi devrimi (Avrupa, 19. yüzyıl). industrial school teknik okul; özellikle mahkum çocuklara aynlan sanayi okulu. industrial union belirli bir sanayi koluna bağlı işçilerin mensup olduğu sendika. industrially z. sanayi bakımdan.
i. sanayii temel olarak kabul eden iktisadi sistem.
i. sanayide mevki sahibi, fabrika sahibi, fabrika yöneticisi.
f. sanayileştirmek.
s. çalışkan, gayretli. industriously z. çalışkanlıkla.
i. sanayi, endüstri; çalışkanlık, gayret; iş, meşguliyet.
f .(indwelt) iskan etmek; nüfuz etmek.
s., i. sarhoş edici; i. sarhoş eden sey.
f., s., i. sarhoş etmek, mest etmek; s. sarhoş, mest; i. sarhoş kimse. inebria'tion i. sarhoş ol- ma. inebri'ety i. sarhoşluk, ayyaşlık.
s. yenmez.
s. sözü edilmez, ağıza alınmaz (kutsal); tarif olunamaz, anlatımı olanaksız, söylenemez. ineffably z. sözü edilemeyecek şekilde.
s. silinemez. ineffaceably z. silinemez surette.
s. tesirsiz, beklenilen tesiri göstermeyen, iyi tesir bırakmayan, faydasız, kabiliyetsiz. ineffectively z. netice vermeden, sonuç vermeden.
s. tesirsiz, faydasız, boş, başarısız. ineffectually z. boşuna, faydasızca.
s. istenilen tesiri uyandırmayan, etkisiz, kifayetsiz, yetersiz. inef'ficacy i kifayetsizlik, yetersizlik, tesirsizlik.
s. etkisiz, tesirsiz; az verimli, imkâmna göre randımanı az, iyi çalışmayan, istenilen neticeyi vermeyen, ehliyetsiz. inefficiently z. etkisiz bir şekilde. inefficiency i. etkisizlik; randıman dü- şüklüğü.
s. elastikiyetsiz, esnek olmayan, çekilip uzamayan; uydurulamayan. inelastic'ity i. esnek olmayış.
s. zarif olmayan, zarafetsiz, çirkin. inelegance, inelegancy i. zarafetsizlik. inelegantly z. inceliği bir yana bırakarak, zarafetsiz olarak.
s. katılma hakkı olmayan; herhangi bir makam için yeterli nitelikleri olmayan. ineligibility i. katılma hakkı olmayış; yeterli nitelikleri olmayış.
s. kaçınılamaz, bertaraf edilemez.
s. uygun olmayan; beceriksiz, hünersiz, toy. ineptitude i. beceriksizlik. ineptly z. hünersizce.
i. eşitsizlik, farklılık; değişebilirlik.
s. insafsız, haksız, adalete aykırı. inequitably z. adaletsizce.
i. insafsızlık, haksızlık.
s. sökülemez, kökünden çıkarılamaz, giderilmesi olanaksız. ineradicably z. sökülüp atılmaz surette, çıkarılamaz surette.
s. yanılmaz, hatasız. inerrabil'ity i. yanılmazlık. iner'rably z. yanılmadan.
s. yanılmaz, hataya düşmez. inerrancy i. yanılmazlık.
s. süreduran, hareketsiz; ağır; tembel; kim. tesirsiz. inertly z. süredurum halinde. inertness i. süredurum.
i., fiz. atalet, süredurum. inertial guidance ciroskopla idare (roket, uçak).
s. kaçınılamaz.
s. gerekli olmayan, gereksiz.
s. hesaba sığmaz; paha biçilmez, takdiri imkansız; çok kıymetli. inestimably z. hesaba gelmez derecede.
s. kaçınılamaz, sakınalamaz, çaresiz, menedilemez. inevitabil'ity, inev'itableness i. kaçınılmazlık. inevitably z. kaçınılamaz surette.
s. tam doğru olmayan, yanlış, hatalı; hakikatten farklı, hakiki rakam veya ölçüden farklı. inexactly z. tam doğru olmayarak. inexactness i. tam doğru olmama.
s. mazur görülemez, affedilemez, mazeret kabul etmez. inexcusably z. affedilemez surette.
i. icra etmeyiş, bir işi yerine getirmeyiş.
s. tükenmez, tüketilemez, arkası alınamaz; yorulmaz. inexhaustibly z. bitip tükenmeden, yorulmayarak.
s. mevcudiyeti olmayan, varlığı olmayan. inexistence,- cy i. yokluk.
s. yalvarışa kulak vermez, amansız, merhametsiz; değiştirilemez. inexorably z. yalvarışa aldırmayarak; karşı konulmaz şekilde.
s. münasebetsiz, uymaz, tedbire aykırı.
s. ucuz, masrafı az. inexpensively z. ucuza.
i. tecrübesizlik, görgüsüzlük, acemilik. inexperienced s. tecrübesiz, acemi.
s. acemi, tecrübesiz,eli yakışmaz.
s. kefaretle ödenemez, affı imkansız.
s. sebebi anlaşılmaz, izah edilemez, açıklanamaz. inexplicably z. açıklanamayacak surette.
s. çapraşık, muğlak.
s. tarif olunamaz, anlatılamaz, ifade edilemez. inexpressibly z. tarif edilemez surette.
s. anlatımsız, ifade etmeyen.
s. zaptolunamaz, hücumla alınamaz.
Lat. tam olarak, tamamen, kısaltılmamış olarak, etraflıca.
s. söndürülemez, bastırılamaz.
s. kökünden sökülemez, kökleşmiş.
Lat. ölüm döşeğinde.
s. sökülemez, içinden çıkılmaz, ayrılamaz derecede karışmış. inextricably z. içinden çıkılmaz surette.
s. yanılmaz, şaşmaz, hata yapmaz. infallibil'ity i. yanılmazlık. infal'libly z. yanılmadan.
s. adı kötüye çıkmış; rezil, kepaze; ayıp, çok çirkin. infamously z. rezaletle, rezilcesine. infamousness i. rezillik.
i. rezalet, alçaklık, şenaat, huk. ağır suç yüzünden kanuni haklardan mahrum olma.
i. bebeklik, çocukluk; huk. rüştten önceki zaman, küçüklük; başlangıç.
i., s. bebek, küçük çocuk; huk. reşit olmayan kimse; s. küçük.
i. Portekiz veya İspanya prensesi.
i. Portekiz ve İspanya'da veliahttan başka kral hanedanından herhangi bir prens.
i. yeni doğan çocuğu öldürme; çocuk öldüren kimse.
s. çocuğa ait, çocukça, çocuğa benzer infan- tile paralysis tıb. çocuk felci.
i. yetişkinde anormal çocukluk emaresi, gelişmemişlik; yetişkinde çocukça davranış.
i. piyade, yaya asker. light infantry hafif piyade askeri. mounted infantry süratli gitmek için at veya arabaya binen fakat piyade olarak dövüşen asker. infantryman i. piyade, yaya er.
f. aklını çelmek, çıldırtmak, meftun etmek, aşırı sevdaya düşürmek. infatua'tion i. delicesine sevdaya tutulma.
f. bulaştırmak, hastalığı sirayet ettirmek; bozmak; huk. ifsat etmek; herhangi bir hissi sirayet ettirmek. infection i. bulaşma, bulaştırma, sirayet, geçme.
s. bulaşıcı, sari; bulaştırıcı; bozucu, ifsat edici; başkalarına kolay geçen (gülme, neşe). infectiously z. bulaşıcı olarak, başkalarına kolay geçebilir şekilde.
s. kısır.
s. fena ifade olunmuş, beceriksizce yapılan, münasebetsiz; hoşnutsuz.
i. uygun olmayan söz veya davranış; talihsizlik, hoşnutsuzluk.
f. (-red,- rinq) anlamak, çıkarmak, istidlal etmek; göstermek, ifade etmek; netice çıkarmak.
i. netice çıkarma, mana çıkarma; man. çıkarsama; netice, sonuç.
s. sonuç olarak çıkarılabilir. inferentially z. istidlâl edilerek, dolayıyle anlayarak.
s, i. aşağı; adi, bayağı; mevki veya rütbede aşağı; ikinci derecede, ehemmiyeti az; astr. güneş ve dünya arasında olan; ufkun altında olan; bot. başka organın altında yetişen, alt; matb. harflerin veya satırların altına dizilen; i. aşağı derecede olan kimse veya şey.
i. aşağılık, adilik, bayağılık, kıymetçe aşağılık. inferiority complex aşağılık kompleksi. inferiority feeling aşağılık duygusu.
s. cehennemi, şeytani, cehenneme ait; iğrenç, melun. infernal machine suikast bombası. infernally z. şeytancasına; aşırı olarak.
i. cehennem; cehennem gibi yer.
s. çorak, mahsulsüz, verimsiz; kısır. infertil'ity i. verimsizlik; kısırlık.
f. zarar verecek kadar bir yerde çok olmak, zarar vermek; (bit, kurt) istila etmek, etrafı sarmak.
i. istila (bit, kurt).
s., i. imansız, mümin olmayan, kafir; i. kâfir kimse.
i. sadakatsizlik, hıyanet; zina; imansızlık, küfür.
i., beysbol dört esas hat dahilindeki saha, bu sahada oynayan oyuncular; çiftlik evine yakın tarla. infielder i., beysbol iç sahada oynayan oyuncu.
f. süzülmek, sızıp içeri geçmek; süzmek; ask. nüfuz etmek, düşman hatlarına gizlice girmek. infiltration i. süzme, süzülme.
kıs. infinitive.
s., i. hudutsuz, nihayetsiz, sonsuz; bitmez, tükenmez, sayıya gelmez; pek çok; külli; mutlak; i. sonsuz saha, sonsuzluk. Infinite Being Sonsuz Varlık, Cenabı Hak. infinite pains sonsuz gayret. infinite time ebediyet. infinitely z. son derecede.
s., i. bölünemeyecek kadar küçük, parçalara ayrılamayan; i., mat. hududu sıfıra yaklaşan miktar. infinitesimally z. pek az, hemen hiç gibi, son derecede (küçük).
s., i., gram. mahdut olmayan; mastara ait; i. mastar. split infinitive: to quickly report cümleciğinde olduğu gibi zarf ile iki kısma ayrılmış mastar.
i. hudutsuzluk, mahdut olmayış, sonsuzluk.
s. zayıf, kuvvetsiz, halsiz; sebatsız metanetsiz. infirmity i. zayıflık; hastalık; sakatlık; ahlak bozukluğu. infirmness i. zayıflık, kuvvetsizlik. infirmly z. zayıf bir şekilde.
i. (okul, fabrikada) revir; hastane; klinik.
f. bir şeyin içine tutturmak, içine geçirip bağlamak; sağlamca yerleştirmek.
i., gram. asıl kelimenin ortasına konan ek.
f. alevlendirmek, tahrik etmek; öfkelendirmek; tıb. iltihaplandırmak; alevlenmek, ateş almak, tutuşmak.
s., i. ateş alır, tutuşur, parlar; kolay kızdırılır (madde). inflammability i. tutuşabilme.
i. alevlendirme, tutuşma; tıb. kızarma; tıb. iltihaplanma, iltihap. inflammatory s. tahrik edici, alevlendirici; kızdırıcı.
f. hava ile şişirmek; gururlandırmak; piyasaya çok sayıda kâğıt para çıkarmak. inflatable s. şişirilebilir. inflated s. şişmiş, şişirilmiş; enflasyon haline getirilmiş. inflation i. enflasyon, para şişkinliği; şişkinlik. inflationist i. enflasyon usulü taraftarı.
f. ses tonunu değiştirmek; eğmek; gram. tasrif etmek, çekmek.
, İng. inflexion i. sesin yükselip alçalması; bükülme, eğilme, eğrilik; gram. çekim, büküm; mat. yayın iç bükeylikten dışbükeyliğe veya aksine değişmesi.
s. eğilmez, çok sert; inatçı; sebatlı, bir kararda. inflexibil'ity i. eğilmezlik. inflexibly z. eğilmeyerek.
f. vermek (ağn, acı, ceza). inflict a punishment on a person birini cezaya çarptırmak.
i. ceza, eziyet.
i. çiçek açma; top halinde çiçek açma; çiçeklerin sapları üzerinde umumi duruşları.
i. içeriye akış. inflow pipe içeri akıtma borusu, verici boru.
i., f. nüfuz, baskı, tesir, etki, hüküm; sözü geçen kimse, tesir eden kimse veya şey; slang piston; f. tesir etmek, sözünü geçirmek; müessir olmak. undue influence huk. gereksiz tesir. under the influence k.dili sarhoş.
s.tesirli; sözü geçen.
i. grip hastalığı, salgın nezle, enflüanza; bayt. hayvanlara mahsus bir çeşit enfluanza.
i. içeriye akma, akın; nehir ağzı.
bak. enfold.
f. bilgi vermek, haber vermek, söylemek, bildirmek; şekil vermek, canlandırmak; fikrini açmak; against veya on ile ihbar etmek.
s. teklifsiz, resmi olmayan, merasimsiz; resmi elbise gerektirmeyen; konuşma diline özgü. informal'ity i. teklifsizlik. informally z. teklifsiz olarak,gayri resmi olarak.
i. haber veren kimse, malumat veren kimse.
i. malumat, bilgi, haber; huk. şikâyet; danışma.
s. bilgi verici, aydınlatıcı, eğitici.
s. bilgili, tahsilli.
i. jurnalcı, müzevir kimse; ele veren kimse.
Lat. bir insanın üstüne yakışmayan, yakışıksız, İng, k.dili infra dig.
i. suç, kurala veya kanuna karşı hareket, kuralları bozma.
s. kırılamaz; bozulamaz.
s., i. enfraruj, kızılötesi olan; i. kızılötesi ışınlar.
s. nadir, az bulunur, her zaman olmayan, seyrek. infrequency i. seyreklik. infrequently z. seyrek olarak, nadiren.
f. bozmak, ihlâl etmek; tecavüz etmek, karşı gelmek. infringement i. tecavüz; sakatlama, bozma; bir hakkın ihlâli.
,- ulate,- uliform s. huni şeklinde.
f. çıldırtmak, çok kızdırmak, çok öfkelendirmek.
f. aşılamak; telkin etmek, ilham etmek; içine dökmek veya akıtmak; demlendirmek (çay). infusive s. tesir edici; ilham veren; demlendirici.
s. eritilmez, birleştirilemez; karıştırılabilir, içine dökülebilir.
i. içine dökme veya akıtma; içine dökülme; karıştırma, katma; demlendirme; kaynamış içecek (çay veya ilaç); tıb. damarlara zerketme.
i. ufak ve tek hücreli hayvan, haşlamlı. infusorial s. haşlamlılarla dolu (toprak).
sonek kök fiildeki hareketi belirtme: fishing balık tutma; a singing bird ötücü kuş; drinking fountain su içilen çeşme.
i. hasadı toplama, devşirme.
f. tekrarlamak.
s. hünerli, marifetli; zeki, usta; usta işi, maharetle yapılmış. ingeniously z. maharetle, ustallkla. ingeniousness i. maharet, ustalık.
i., Fr. saf kız; sahnede saf kız rolü yapan kadın oyuncu.
i. yaratıcılık; maharet, hüner, marifet.
s. açık yürekli, samimi, candan; masum, saf. ingenuously z. açlk yüreklilikle. ingenuousness i. açlk yüreklilik.
f. midesine indirmek (yemek).
s. ayıp, şerefsiz, utandırıcı.
s., i. içeriye giren; memuriyete başlayan; i. içeri girme, başlama.
i. külçe.
f., s. kökleştirmek, yer etmek; ham iken boyamak, dokunmadan boyamak; s. kökleşmiş; ham iken boyanmış. ingrain carpet dokunmadan boyanmış halı. ingrained s. kökleşmiş, tam.
i. nankör kimse.
f. sevdirmek; sevgisini kazanmak. ingratiate oneself with a person yağcılık yaparcasına birisine sokulmak.
i. nankörlük, iyilik bilmeyiş.
s., tıb. şiddeti yavaş yavaş artan, ağırlaşan (hastalık).
i. bir karışımdaki maddelerden her biri, cüz.
i. girme, girme yetkisi; girilecek yer; astr. güneş tutulduğu zaman ayın arz gölgesi içine girmesi, bir gezegenin arz ve güneş arasından geçerken güneş dairesinde ilk görünüşü.
i. giriş, giriş hakkı.
i., sosyol üyelerinin karşılıklı bir dayanışma içinde olduğu herhangi bir grup.
s. bir şeyin içine doğru büyüyen.
s. içine batmış. ingrown nail etin içine gömülerek büyüyen ayak tırnağı, batan tırnak.
s. kasığa ait.
bak. engulf.
f. oburcasına yutmak.
f. sakin olmak, ikamet etmek, içinde oturmak. inhabitable s. içinde oturulur, oturmaya elverişli.
i. ikamet, sakin olma; mesken, ev.
i. (bir yerde) ikamet eden kimse.
i. solukla içeriye çekilen ilaç.
i. solukla içeriye çekme, teneffüs; solukla içeriye çekilen ilaç.
f. solukla içeriye çekmek, teneffüs etmek, nefes almak; içmek; sigara dumanını içine çekmek. inhaler i. solukla içeriye çeken kimse; solukla içeri çekmeye mahsus ilaçları veren alet.
s. uyumlu olmayan, uyumsuz, ahenksiz; müzik yöntemine aykırı, kötü sesli. inharmoniously z. uyumsuz olarak.
f. bir şeye bağlı olmak, meydana gelmesi zorunlu olmak, oluşu zorunlu olmak, tabiatında var olmak. inherence, - cy i. doğal olarak veya aslında bulunma.
s. tabiatında var olan. be inherent in a thing bir şeyin aslında veya tabiatında mevcut bulunmak. inherently z. tabiatında, doğal olarak, doğuştan.
f. miras almak, kalıt almak; varis olmak. inheritor i. varis.
s. miras kalması mümkün olan, irsi, kalıtımla geçebilir.
i. miras, kalıt; huk. veraset; kalıt alma.
i. tabiatında veya aslında mevcut bulunma.
f. tutmak, bırakmamak, mani olmak, kendini çekmek. inhibited s. ruhsal etkenler yüzünden hareketlerinde serbest olmayan, çekingen. inhibitory s. menedici.
i. tutan şey, bırakmayan özellik; yasak, memnuiyet; psik. etrafın tesiri ile hareketlerdeki çekingenlik.
s. misafir kabul etmez, konuk sevmez, misa- fir sevmez; barınak olmayan (yer). inhos- pitably z. soğuk davranarak. inhospitableness i. misafir sevmezlik, soğuk muamele.
i. misafir sevmezlik, soğuk muamele.
s. bir firmanın içinde olan, yapılan veya neşredilen.
s. zalim; ilgisizlik veya bilgisizlikten dolayı başkalanna veya hayvanlara eziyet eden.
f. gömmek, defnetmek.
s. insanlık dışı, merhametsiz, şefkatsiz, zalim; kıyıcı. inhumanly z. insafsızca. inhumanity i. insaniyetsizlik.
s. düşman, hasım, zıt, muhalif, karşıt; ters, uygunsuz. inimically z. düşmanca.
s. taklit edilemez, yansılanamaz, aynı yapılamaz, benzetilemez; eşsiz, misli bulunmaz. inimitabil'ity i. taklit edilemez hal. inimitably z. taklit edilemez surette.
i. günah; kötülük; haksızlık, adaletsizlik.
s. günahkar, haksız, kötü, kanuna aykırı. iniquitously z. günahkarca; haksızca.
s., i., f. (-ed,- ing veya- led,- ling) baştaki, birinci, evvelki; i. kelimenin ilk harfi; kıta başındaki büyük harf; f. kısa imza atmak. Initial Teachlng Alphabet okumayı öğrenmek için İngilizce bir fonetik alfabe. initially z. başlangıçta, evvela.
f.,i. başlatmak; alıştırmak, göstermek; üyeliğe kabul etmek; i. üyeliğe yeni kabul edilmiş kimse; bir grubun sırlarını ve adetlerini bilen kimse.
i. üyeliğe kabul töreni; başlatma, başlayış. initiator i. başlatan kimse.
s., i. sebep olan, başlatan, teşvik edici; i. başlama yetkisi; başlama kabiliyeti veya hevesi, kişisel teşebbüs, öncelik.
s. tanıtıcı, başlatan, başlangıç türünden.
f. içeri atmak; sokuşturmak; şırınga etmek, enjeksiyon yapmak. injector i. enjeksiyon yapan kimse veya şey; mak. enjektor.
i. içeri atma; içeriye atılan şey; tıb. enjeksiyon, zerk; mak. islim kazanına soğuk su sıkma; konu dışı bir fikri ortaya atma. injection cock püskürtme musluğu. injection engine soğuk su sıkarak islimi yoğunlaştıran makina, kondanseli makina. injection nozzle püskürtücü. injection pipe püskürtme borusu. hypo dermic injection deri altına yapılan iğne.
s. tedbirsiz, akılsız, basiretsiz. injudiciously z. tedbirsizce.
i. emir, uyarma, öğüt; emir verme, yasak etme; huk. taraflardan birine belirli bir davranışta bulunmamasını emreden karar.
f. incitmek, fenalık etmek, zarar vermek; bozmak, ihlal etmek; rencide etmek, haksızlık etmek.
s. zararlı, dokunur, muzır, rencide edici, haksız; yeren, yerici (sözler), aşağılayıcı, onur kırıcı. injuriously z. zararı dokunacak biçimde, inciterek. injuriousness i. zarar, zarar verme.
i. zarar, ziyan, hasar; eza, üzgü; haksızlık; yara.
i. haksızlık, insafsızlık, adaletsizlik.
i., f. mürekkep; mürekkepbalığının çıkardığı siyah sıvı; f. üstüne mürekkep sürmek; mürekkep bulaştırmak. ink bag mü- rekkepbalığının mürekkep torbası. ink horn i. boynuzdan yapılan eski biçim mürekkep hokkası. ink in kurşun kalemle çizilmiş veya yazılmış şeyleri mürekkeplemek. ink pad ıstampa. ink up mürekkeple koyulaştırmak. inkwell i. okul sıralarındaki mürekkep hokkası. indelible ink solmaz veya çıkmaz mürekkep. invisible ink gözle görülmeyen ancak ısı veya kimyasal yöntemlerle belli olan mürekkep. printers ink matbaa mürekkebi. solid ink kalıp şeklinde kuru mürekkep.
i. ima, işaret; seziş, kuşku.
s. mürekkepli, mürekkep gibi, simsiyah. inkiness i. mürekkeplilik, simsiyahlık.
s. kakma, işleme ile süslü.
i., s., z. bir memleketin denizden uzak yerleri; memleketin içerisi, dahil; s. memleketin içeri kısımları olan, dahili, denizden uzak; z. içeriye doğru, içerilerde, denizden uzakta. Inland Sea Japon adaları ile çevrilmiş kapalı deniz. inlander i memleketin iç tarafında oturan kimse.
i., k.dili evlilik vasıtası ile yakın akraba.
f. (inlaid) içine kakmak, kakma işlemek; bir resim veya sayfayı kağıt veya mukavvadan çerçeve içine koymak.
i. kakma işi; disçi. dolgu.
i. koy, küçük körfez; giriş, girilecek yer; kakılmış parça veya şey.
z.,( şiir) yürekte, içte, derunen; içten, bütün yürekten, can ve gönülden, tamamen.
i. hapishane veya akıl hastanesinde bulunan kimse; sakin; başkası ile aynı evde oturan kimse; birlikte oturan kimse.
Lat. hatırasına, anısına.
s. en içeride olan, dahili, deruni.
i. han, otel; Londra'da bazı binaların isimlerinde talebe yurdu manasına gelir. innkeeper i. hancı, otelci. Inns of Court Londra'da avukatlık stajını yapma hakkını veren dört belli cemiyet; bu cemiyetlere ait binalar.
i., çoğ., k.dili iç kısımlar, iç organlar (makina, vücut).
s. tabii, yaradılıştan olan, doğuştan, tanrı vergisi. innately z. doğuştan olarak. innateness i. doğuştan olma.
s. içerideki, dahili, iç; ruhani; gizli, saklı. inner circle iç grup, en imtiyazlı danışman grubu. inner significance derin veya gizli mana. inner city şehrin merkezinde fakirlerin oturduğu mahalle. inner city s. şehrin iç mahallesine ait. inner space denizaltı uzamı; zihnin şuuraltı kısmı. inner voice müz. soprano ile baso arasındaki orta ses. the inner man insanın derunu, ruh, içyüz, vicdan; (şaka) mide, iştah. inner tube iç lastik. innermost s. en içerideki, en içteki.
f. sinirlerini kuvvetlendirmek; metanet ve cesaret vermek; canlandırmak.
i.,( beysbol) her iki taraf oyuncularının birer vuruş sırası, beysbolda iki tarafın sıra ile vurucu mevkiine gelmesi. innings i., (kriket) bir tarafın on oyuncusu oyun dışı edilinceye kadar vuruş sıraları; bir parti veya bireyin iktidar mevkiinde bulunduğu devre; sıra, nöbet.
i. masumiyet, suçsuzluk; safiyet, saflık.
s., i. masum, suçsuz, kabahatsiz, günahsız, zararsız; saf, aklı ermez; azade; kanuni, hilesiz; i. masum kimse veya çocuk; aptal kimse. innocent emusement zararsız eğlence. innocently z. masumca, saflıkla.
s. zararsız, incitmeyen. innocuously z. zararsızca.
s. adsız, isimsiz. innominate bone anat. kalça kemiği.
f. yenilik çıkarmak, değişiklik yapmak. innova'tion i. yenilik; icat. in'novator i. yenilik çıkaran kimse.
s. zararsız, zarar vermez. innoxiously z. zararsızca. innoxiousness i. zararsızlık.
i. ima, kinaye; imleme, dolayısıyle anlatma; huk. hakaret davasında açıklama.
s. sayılmaz, sayıya gelmez, hesapsız, pek çok. innumerably z. sayısız olarak.
i. gıdasızlık. innutritious s. gıdasız.
s. dikkatsiz, etrafına dikkat etmez, dalgın. inobservance i. dikkatsizlik.
f. aşılamak; ağaç aşılamak; mec. aşılamak (fikir). inoculable s. aşılanabilir. inoculation i. aşı; aşılama.
s. kokusuz.
s. zararsız, kimseye zarar vermez, dokunmaz, incitmez. inoffensively z. zararsızca, incitmeyerek. inoffensiveness i. zararsızlık.
s., huk. sebepsiz yere asıl mirasçıya zarar veren veya kendisini mirastan düşüren (vasiyetname); vazifesi olmayan.
s. ameliyat edilemez; çalıştırılamaz.
s. işlemeyen, tesirsiz; boş, hükümsüz.
s. zamansız, mevsimsiz, münasebetsiz, uygunsuz, sırasız. inopportunely z. vakitsizce, uygunsuz zamanda.
s.. aşırı, hadden fazla, oransız; düzensiz. inordinately z. aşırı olarak.
s. uzvi olmayan, cansız, inorganik. inorganic chemistry inorganik kimya. inorganic substances inorganik maddeler.
f. dalları bir araya gelip bitişmek (bedendeki damarlar); bir araya getirip bitiştirmek. inoscula'tion i. bir araya gelip birleşme.
i. hastanede yatan hasta.
Lat. ilelebet, ebediyen.
İt. yüreğinde, kafasında (gizli plan).
Lat. muhtemel, olabilir, imkân dahilinde.
Lat. şahsen, bizzat, kendi şahsında.
i. bir makinaya verilen enerji miktarı; bir elektrik cihazına verilen cereyan veya voltaj; bir şahsın yediği yemek miktarı; bir elektronik beyne verilen bilgi.
i. resmi kontrol ve soruşturma. coroners inquest sebebi bilinmeyen ölümlere ait resmi soruşturma.
i. rahatsızlık, sükunetsizlik; endişe, kaygı.
f. sormak, sual etmek; aramak, araştırmak; soruşturmak, tahkikat yapmak. inquire about (a thing) (birşey) hakkında sual sormak. inquire after (a person) bir kimsenin hal ve hatırını sormak. inquiringly z. cevap beklercesine.
i. sorgu, soruşturma, araştırma.
i. soruşturma, araştırma; sorgu, sorguya çekme; b.h. Engizisyon mahkemesi. inquisitional s. Engizisyon veya soruşturma ile ilgili.
s. sual soran, meraklı, mütecessis. inquisitively z. merakla, tecessüsle. inquisitiveness i. meraklılık, tecessüs.
i. araştırma veya soruşturma yapan kimse; Engizisyon mahkemesi üyesi. Grand Inquisitor Engizisyon mahkemesi reisi. inquisitorial s. Engizisyona ait. inquisitorially z. Engizisyon kabilinden.
i., gen. çoğ. akın, baskın, salgın.
i. içeriye hücum, baskın.
kıs. inches, insulated, insurance.
f. çiğnerken (yemeğe) tükürük katmak. insalivation i. tükürük katma.
s. sağlığa yaramaz, sağlığa dokunur, zararlı. insalubrity i. sıhhate aykırılık.
s. deli, çıldırmış; delilere mahsus; delice, manasız. insane asylum tımarhane. insane person deli kimse. insanely z. delicesine. insanity i. delilik, cinnet.
s. sağlığa zararlı, pis.
s. doymak bilmez, doymaz, kanmaz; açgözlü, obur. insatiableness, insatiabil'ity i. doymazlık, açgözlülük. insatiably z. kanmayarak.
s. doymak bilmez, hiç kanmaz, çok obur. insatiately z. hiç kanmadan.
f. yazmak, kaydetmek; taşa veya tunca yazıt yazmak, hakketmek; ithaf etmek; geom. bir şekil içine dahilen temas etmek üzere bir şekil çizmek.
i. kitabe, yazıt, yazı; ithaf; madalya veya para üzerinde olan yazı.
s. anlaşılmaz, idrak edilemez, esrarlı. inscrutably z. anlaşılmaz şekilde.
i. böcek, haşere; nefrete lâyık kimse. insect powder haşarat tozu.
i. böcek beslemeye ve üretmeye mahsus yer.
i. haşarat ilâcı.
s. haşarat cinsinden, haşarattan ibaret.
i. böcekçil hayvan. insectiv'orous s. böcek yiyen, böcekçil.
s. emniyetsiz, sağlam olmayan, garantili olmayan, tehlikeli; endişeli. insecurely z. emin olmayarak, sağlam vaziyette olmayarak. insecurity i. emniyetsizlik.
f. döllemek, ilkah etmek, tohumlamak, tohum ekmek; fikrine sokmak, aşılamak. insemination i. dölleme, döllenmiş olma.
s. hissiz, duygusuz; insafsız, merhametsiz; cansız.
s. hissetmez; hissiz, duygusuz; cansız, baygın; hissolunamaz, farkına varılamaz; yavaş; ilgisiz, aldırış etmeyen. insensibil'ity i. duygusuzluk, hissizlik, insafsızlık, merhametsizlik. insensibly z. duygusuzca, insafsızca, merhametsizce.
s. hissetmez, hissiz, duygusuz.
s. hissi olmayan, hissiz, cansız.
s. ayrılmaz; bağlı; gram. ayrılmaz surette kullanılan (önekler). inseparables i. ayrılamayan şeyler, çok yakın dostlar. inseparableness i. ayrılmazlık. inseparably z. birbirinden ayrılmaz surette.
i., ortaya eklenen şey; kitap ortasına eklenen sayfalar; bir mecmua veya gazete arasına konulan ilâve.
f. sokmak, arasına sıkıştırmak, ortasına geçirmek.
i. ekleme; eklenen şey; bir ilânın gazeteye bir defa konması.
s. tüneyebilen (kuş).
i. bir şeyin ortasına konulan parça; ilâve, ek; coğr. met.
f. (inset, insetting) bir şeyin ortasına ek koymak.
s., z. kıyıya yakın; z. sahile doğru.
z., (edat) içeride, içeriye; (edat) içerisine, içerisinde.
i., s. iç, iç taraf, dahil; iç yüz; s. iç, içteki, dahili. inside in formation içeriden sızan haberler. have the inside track yarış alanının en iç ve dolayısıyle en kısa kısmına yakın olmak; daha elverişli mevkide olmak. inside out ters yüz. insider i. içerideki kimse, iç yüzünü bilen kimse. insides i. karın ile bağırsaklar, iç organlar, iç kısımlar.
s. gizlice fırsat kollayan, sinsi; hain, hilekâr. insidiously z. sinsice. insidiousness i. sinsilik.
i. vukuf, anlayış, bir şeyin iç yüzünü kavrama.
i., çoğ., Lat. nişan alâmetleri, nişanlar; rütbe işaretleri.
i. manasızlık; önemsizlik, ehemmiyetsizlik, değersizlik.
s. manasız; önemsiz, ehemmiyetsiz; cüzi, pek az; ufak; değersiz, değmez. insignificantly z. önemsiz olarak.
s. samimiyetsiz, riyakâr, vefasız, sadakatsiz, yalancı. insincerely z. samimiyetsizce. insincerity i. samimiyetsizlik.
f. üstü kapalı söylemek, ima etmek; kurnazlıkla fikrini anlatmak; yavaş yavaş girmek. insinuatingly z. ima ile.
i. ima, üstü kapalı söz; teveccüh kazanmaya yöneltilmiş söz veya hareket.
s. sönük; tatsız, yavan, lezzetsiz. insipidly z. sönük bir şekilde. insipidity, insipidness i. sönüklük.
f. ısrar etmek, sebat göstermek, davasından vaz geçmemek. insistence i. ısrar, sebat. insistent s. ısrar edici, zorlayıcı.
Lat. asıl yerinde, tabii vaziyetinde.
bak. ensnare.
i. sarhoşluk, bekrilik, içkiye düşkünlük, itidalsizlik.
z. şu kadarki. insofar as ... e kadar.
f. güneşe maruz bırakmak, güneşlendirmek. insola'tion i. güneşe maruz bırakma; güneşe serip kurutma; tıb. güneş çarpması; tıb. hastaya güneş banyosu yaptırma.
i. ayakkabının iç astarı; kundura içine konan taban astarı.
s. küstah,terbiyesiz, arsız. insolence i. küstahlık. insolently z. küstahça, cüretkârca.
s. erimez; halledilemez, izah olunamaz, çözülemez. insolubly z. halledilmez surette. insolubility i. erimemezlik; çözülemezlik.
s. hallolunamaz, izah edilemez.
s., i. borcunu ödeyemez, iflâs etmiş; borcu kapamaya kâfi olmayan; i. müflis kimse. insolvency i. müflislik, iflâs.
i. uykusuzluk, uyuyamazlık. insomniac i. uykusu zor gelen kimse.
z., gen. as veya that ile o dereceye kadar, o kadar ki.
s., Fr. gailesiz, ilgisiz, kaygısız, tasasız, endişesiz. insouciance i. gailesizlik, ilgisizlik, lâkaytlık, kaygısızlık.
bak. ensoul.
f .(-ned,- ning) arabaya koşmak.
f. teftiş etmek, muayene etmek, yoklamak, bakmak. inspection i. muayene, yoklama, teftiş.
i. müfettiş, tetkik memuru, enspektör; kontrol memuru. inspetorate, inspectorship i. müfettişlik memuriyeti veya dairesi.
i. ilham, esin; vahiy; telkin; içeriye doğru nefes alma. inspirational s. ilham verici, ilham edici. inspir'atory s. nefesin içeri çekilmesine ait.
f. ilham etmek, esinlemek; telkin etmek; içine çekmek (nefes), nefes almak.
f. canlandırmak, can vermek, neşelendirmek, ümit vermek.
f. koyultmak, daha yoğun bir hale koymak.
kıs. instant, institute, institution.
i. dayanıksızlık; kararsızlık, sebatsızlık.
s. sabit olmayan, kararsız; dayanıksız.
i. taksit; kısım, bölüm. installment plan taksit usulü.
f. yerine koymak; tesisat yapmak, tanzim etmek, düzenlemek; makamına getirmek (memur), bir yere yerleştirmek. installa'tion i. tesisat, tertibat, düzen; askeri üs; fabrika.
i. örnek, misal; kere, defa. for instance örneğin, meselâ. at the instance of (onun) isteğinden ötürü. court of first instance asliye mahkemesi.
f. misal getirmek; örnek ile göstermek.
i. acil olma.
s. hemen olan, derhal olan; âcil; şimdiki; su ilavesiyle hemen hazırlanan (yiyecek). instantly z. hemen, derhal.
i. an, dakika, lahza. at this instant bu anda. the instant I came ben gelir gelmez.
i. bir anda olma .
s. ani, ansızın, anında olan, bir anlık. instantaneously z. bir anda olarak; hemen.
z. hemen, derhal, birdenbire.
f. (-red, -ring) yıldızlarla donatmak; yıldız gibi yapmak.
i., biyol. iki deri dökme zamanı arasında meydana gelen değişim safhasındaki böcek; bu safha.
f. bir yere yerleştirmek, belirli bir yere koymak.
i.,( eski) yenileme, tazeleme, onarma.
z. yerinde, yerine, karşılık olarak. instead of yerine. He came here instead. Oraya gideceğine buraya geldi. Başkasının yerine kendisi buraya geldi.
i. ayağın üst kısmı, tabanın oyuk tarafının üstündeki kısım, ayakkabı veya çorabın üst kısmı; at bacağının art diz ile bukağılık arasındaki kısmı.
f. kışkırtmak, tahrik etmek, teşvik etmek. instiga'tion i. kışkırtma, tahrik, teşvik. in'stigator i. kışkırtıcı kimse.
f. yavaş yavaş öğretmek veya aşılamak; damla damla içine akıtmak. instilla'tion i. fikir aşılama.
i. insiyak, içgüdü; istidat. instinctive s. içgüdüye ait, içgüdüsel. instinc'tively z. içgüdüsel olarak.
s., gen. with ile dolu (can, his, kuvvet ile).
f. kurmak, tesis etmek; kil. atamak.
i. kuruluş, müessese; enstitü, okul; bilimsel kurum; konferans serisi. institutes i. hukuk el kitabı.
i. yerleşmiş gelenek veya kanun; devamlı olan şey; kuruluş, müessese, tesis; tımarhane, hapishane.
s. kuruluş veya kuruma ait; geleneğe ait, bir mevzuun esasına ait. institutional food herhangi bir müessesenin çıkardığı yemek. institutionalize f. kurum haline getirmek; adet haline getirmek; A.B.D., k.dili düşkünler evine yerleştirmek.
s. gelenek veya âdetlere ait, hukukla ilgili.
i. kurucu.
f. okutmak, ders vermek, öretmek, eğitmek; talimat vermek, yol göstermek. instructor i. öğretmen, eğitmen; asistan; okutman.
i. öğretme, öğrenim, eğitim, talim; bilgi verme. instructions i. direktif, emir, talimat.
s. öğretici, eğitici. instructively z. bilgi verici bir şekilde.
i., f. alet; vasıta; enstrüman, müzik aleti, çalgı, saz; belge; belgit, senet; f., huk. senet yazmak. instrument panel kontrol tablosu. on instruments aletler vasıtasıyle uçak idare edilerek. percussion instrument davul ve zil gibi vurularak çalınan müzik aleti. string instrument telli müzik aleti, telli saz. wind instrument nefesle çalınan çalgı, nefesli saz.
s. yararlı, tesirli, etkili; yardımcı, aracı olan; bir alete ait; müz. enstrümantal. instrumentalist i. çalgı çalan kimse. instrumentally z. yararlı bir şekilde.
i. vasıta, araç; vasıta olma.
i., fels. etkili eylem için mantıki düşünce gerektiğini ileri süren bir tür faydacılık.
i. bir müzik parçasının çeşitli seslerini çalgılara taksim etme, enstrümantasyon; aletler takımı; alet kullanma; aletli iş görme.
s., asi, itaatsiz, kafa tutan, baş kaldıran,isyan eden. insubordination i. baş kaldırma.
s. esassız, hakiki olmayan, hayali; zayıf, kuvvetsiz.
s. çekilmez, katlanılamaz, tahammül olunamaz. insufferably z. tahammül olunamayacak derecede.
s. eksik, kiyafetsiz, yetersiz, ehliyetsiz. insufficiently z. yetersiz derecede. insufficiency i. yetersizlik, yetmezlik.
f. üzerine üflemek; içine üflemek, içine hava vermek. insuffla'tion i. üzerine veya içerisine üfleme veya hava verme.
s. adaya ait, adaya özgü; adada yaşayan; ayrılmış; dar fikirli; tıb. adacıklar halinde olan. insular'ity i. dar görüşlülük.
f. tecrit etmek, izole etmek, yalıtmak; ayırmak. insulating tape elek. izole bant. insula'tion i. tecrit, izolasyon. insulator i., elek. izolatör, fincan.
i. insulin, pankreas bezesinin çıkardığı bir madde (şeker hastalığında vücuda ilâç olarak zerkolunur).
i. hakaret, onur kırma, aşağısama, hor görme, kötü davranış; tıb. yara.
f. tahkir etmek, hor görmek, fena muamele etmek, şerefini kırmak. insultingly z. aşağısayarak, hakaretle, onur kırarak.
s. başa çıkılmaz, yenilemez; geçilemez. insuperably z. başa çıkılamayacak bir şekilde.
s. tahammül edilemez, çekilmez, dayanılmaz; haksız. insupportably z. dayanılmaz bir şekilde.
s. bastırılamaz, önlenemez.
i. sigorta, sigorta etme; sigorta parası, sigorta taksiti. insurance broker sigorta acentesinde çalışan kimse. insurance company sigorta şirketi. insurance policy sigorta poliçesi. insurance premium sigorta primi. fire insurance yangın sigortası. health insurance sağlık sigortası. life insurance hayat sigortası. marine insurance deniz sigortası.
f. sigorta etmek; emniyet altına almak; sigorta olmak; temin etmek. insurable s. sigorta edilebilir. insured s. sigortalı.
s., i. asi, baş kaldıran, kafa tutan; i. ihtilalci, asi. insurgence, insurgency i. ayaklanma, isyan.
s. yenilemez, geçilemez, başa çıkılmaz, üstün gelinemez. insurmountably z. yenilemeyecek derecede.
i. isyan, ayaklanma, ihtilâl. insurrectional, insurrectionary s. isyan kabilinden. insurrectionist i. isyan taraftan, asi, baş kaldıran kimse.
s. duygusuz, hissiz; to ile hissetmez, etkisinde kalmaz; of ile çözümlenemez, yapılamaz.
kıs. intelligence, interest, interior, interjection, internal, international, interval, in-transitive.
s. bozulmamış, dokunulmamış, el sürülmemiş, salim, eksiksiz.
i., f. hakkedilmiş oyma iş; oyma; f. oyma işi yapmak (özellikle kıymetli taş üstüne).
i. giriş ağzı, giriş; içeriye alınan şey. intake valve emme supapı.
s., i. fiziksel varlığı olmayan, el ile tutulamaz, dokunulamaz; kavranamaz, kafaya giremez; i. fiziksel varlığı olmayan şey; tic. manevi değer.
i. kakmacılık.
i. tam sayı; bütün.
s., i. bir bütünün ayrılmaz bir parçası olan, gerekli; bir birlik meydana getiren parçalardan oluşan; bütün, yekpare, bölünmemiş; mat. tam sayıya ait, kesir olmayan; i. bütün bir şey; tam adet; öğe, cüz, unsur; mat. integral. integral calculus bütünleme hesabı, integral hesabı. integrally z. bütün bütün, tamamıyle.
s., i bir bütünü meydana getiren, bütünleyici; terkibe dahilolan; i. bütünleyici şey.
f. tamamlamak, bütünlemek, bütün veya yekpare kılmak; bütünleme hesabı yapmak. integrated circuit elek. ufak bir silikon parçasında çok kısımlı elektronik devre. integra'tion i. yekpare veya tamam kılma; mat. kökenlerinden fonksiyonu bulma, bütünleme; A.B.D. bütün ırkları aynı sosyal gruplarda birleştirme.
i. doğruluk, dürüstlük; bütünlük.
i. deri, zar, kabuk, gömlek. integumen'tary s. deri veya kabuktan ibaret.
i. akıl, zihin, idrak, anlık; akıl sahibi kimse.
i. anlama, anlayış, idrak.
s., i. akli, zihni; akıllı, yüksek zekâ sahibi; çok okumuş, âlim, bilgili, münevver; i. münevver kimse, entellektüel kimse. intellectuality i. münevverlik, zihni kabiliyet. intellectually (z.) zeka ile, anlayarak.
(i.) münevverlik, anlıkçılık, ilmin mantıktan çıktığını ileri süren kuram.
(i.) akla fazla kıymet veren kimse; ilmin mantıktan çıktığını iddia eden kimse.
(f.) âlimce ifade etmek; düşünmek.
(i.) akıl, zekâ, anlayış; istidat; zekâ sahibi; malumat, haber; bilgi, vukuf. intelligence bureau istihbarat bürosu. intelligence quotient zekâ bölümü, öIçülmüş zeka derecesini gösteren rakam. intelliqence service istihbarat teşkilâtı. intelligence test zekâ testi.
(s.) akıllı, zeki, anlayışlı; kabiliyetli; maharetli, usta. intelligently (z.) akıllıca, anlayışla.
(i.) aydınlar, münevverler sınıfı.
(s.) anlaşılır, idrak edilebilen. intelligibly (z.) anlaşılır surette. intelligibil'ity (i.) anlaşılabilme.
(i.) aşırılık, ifrat, taşkınlık; aşırı düşkünlük; ayyaşlık .
(s.) taşkın, aşırı; sert, fırtınalı, bozuk (hava); şiddetli (söz); ayyaş, bekri. intemperately (z.) ifratla, taşkınca. intemperateness (i.) ifrat, taşkınlık.
(f.) zihninde kurmak, niyet etmek, tasarlamak; kasdetmek, meram etmek, demek istemek. intended (i.), (k.) dili nişanlı (erkek veya kız).
(i.) idare memuru. intendancy (i.) memuriyet.
(s.) şiddetli, kuvvetli, keskin, hararetli; gergin. intensely (z.) şiddetle, kuvvetle. intenseness (i.) şiddet, kuvvetlilik .
(f.) şiddetini artırmak; (foto.) resmin daha belirli çıkması için negatifi kuvvetlendirmek. intensifica'tion (i.) kuvvetlendirme.
(i.) keskinlik, şiddet, ifrat derece; yoğunluk, koyuluk .
(s.) şiddetli, bir noktada toplanmış; yoğun; şiddet gösteren; dar bir sahada çok mahsul yetiştirmeye vesile olan; (tıb.) tedrici aşılama suretiyle tedaviye ait. intensive care unit (tıb.) hastaya çok yönden bakım imkânı veren hastane tertibatı. intensively (z.) bir noktada toplanmış olarak .
(s.) dikkatli, gayretli; niyet etmiş. intently (z.) dikkatle. intentness (i.) sıkı dikkat.
(i.) maksat, niyet, meram, kasıt.
(i.) maksat, niyet, murat, meram; mana; kasıt; (çoğ.) evlenme niyeti; (tıb.) yaranın kapanma tarzı. intentional (s.) maksatlı, mahsus, kasıtlı. intentionally (z.) kasten, mahsus.
(f.) (red, ring) gömmek, defnetmek.
önek arasında; birbiriyle.
(f.) birbirini etkilemek. interaction (i.) birbirine tesir etme. interactive (s.) birbirini etkileyen .
(f.) (bred) çeşitli hayvan veya bitkileri karıştırarak üretmek.
(s.) takvime ilave edilen; ilâve edilmiş ay veya günü olan (yıl); araya giren .
(f.) araya sokmak, araya ilâve etmek; takvime gün veya ay ilave etmek .
(f.) araya girmek, aracılık etmek, tavassut etmek.
(s.), (biyol.) hücrelerarası.
(f.) durdurmak, yolunu kesmek; yolda iken tutmak, tevkif etmek. interception (i.) tevkif, durdurma. interceptor (i.) yol kesen kimse; avcı uçağı.
(i.) rica, başkaları hesabına yalvarma; iltimas isteme.
(i.) aracı, arabulucu; şefaatçi, başkası için iltimas isteyen kimse. intercessory (s.) arabuluculukla ilgili, başkası için yardım rica eden .
(f.) değiştirmek, mübadele etmek, değiş tokuş etmek .
(i.) mübadele, değiştirme, nöbetleşme; mukabele; vasıtaların trafiği aksatmadan giriş veya dönüş yapabildiği ve bir hız yoluyla diğer bir yolun kesiştiği kavşak.
(s.) bir biriyle değiştirilebilir. interchangeability, interchange'ableness (i.) birbiriyle değiştirilebilme, birbirinin yerini tutabilme.
(s.) kolej veya üniversiteler arası.
(i.), (mim.) bina direkleri arasındaki açıklık, iki sütun arasındaki aralık.
(i.), (k.dili) dahili telefon sistemi .
(f.) birbiri ile konuşmak veya muhabere etmek, birinden diğerine serbestçe gidip gelmek. intercommunicable (s.) birinden diğerine geçilebilir. intercommunica'tion (i.) bir biriyle temas, ulaşım.
(i.) müşterek olma .
(f.) birbirine bağlamak. interconnection (i.)birbirine bağlı olma; bağ.
(s.) kıtalararası .
(s.) kaburga kemikleri arasında olan.
(i.) görüşme, konuşma, münasebet; cinsi münasebet.
(s.) aralarında cereyan eden; (tıb.) başka hastalığa karışan.
(s.) muhtelif mezhepler arasında vuku bulan, mezheplerarası.
(i.) karşılıklı dayanışma. interdependent (s.) bir birine bağlı olan. interdependently (z.) birbirine dayanarak.
(i.) yasak, yasak etme; (Kat.) bir kimseyi kilise veya ibadet ayinlerinden menetme .
(f.) menetmek, yasak etmek; (Kat.) kilise ayinlerinden menetmek. interdiction (i.) yasak. interdictory, interdictive (s.) yasak eden, yasaklaylıcı.
(s.) bir kaç bilim dalıyle ilgili .
(i.) alaka, ilgi, merak; merak uyandırma, zevk verme kabiliyeti; hisse, pay; menfaat; kar, kazanç; faiz; (çoğ.) iktisadi hayatta hakim grup. in the interest of menfaatine, için. vested interests (ikt.) alakadar menfaatler; hakları tanınmış iktisadi müesseseler.
(f.) alakadar etmek, ilgilendirmek; merakını uyandırmak; hissedar etmek, ortak etmek. interested (s.) meraklı; bir şeyde hakkı olan; menfaat gözeten. interested in a thing bir şeye meraklı .
(s.) enteresan, dikkate değer, çekici. interestingly (z.) alâka uyandıracak surette.
(i.) iki cisim arasındaki ortak yüzey, arayüz.
(f.) karışmak, müdahale etmek; çatışmak, zıddiyet göstermek; dokunmak, zarar vermek; (fiz.) birbiri üzerine tesir etmek; mâni olmak; bazı oyunlarda karşı tarafın yolunu kesmek .
(i.) karışma, dokunma, sataşma; (fiz.) girişim, karışım; radyo parazit .
(i.) küçük hareket veya mesafeleri iki ışının çarpışmasıyle öIçen alet, çatışma öIçeği .
(s.) birbiriyle üreyebilen .
(s.) birbirinin arasına veya içine akan, birbirine karışıp akan.
(f.) birbiriyle katlamak.
(f.) karıştırmak, katmak; her tarafı dolmak; karışmak .
(s.), (astr.) gökadalar arası .
(s.), (jeol.) buz devreleri arası ile ilgili.
(f.) yavaş yavaş birbirine karışmak .
(i.), (s.) aralık, fasıla (zaman); (s.) muvakkat; geçici. ad interim muvakkaten, geçici olarak, aradaki zaman müd- detince. in the interim aradaki zamanda .
(s.), (i.) içerideki, iç yerlere ait, dahili; sahil veya huduttan uzak; içten, manevi; (i.) iç, dahil; iç yerler, iç kısım. interior decoration iç dekorasyon. interior planet güneş ile dünya arasında bulunan gezegen.
(kıs.) interjection.
(f.) içine atmak, arasına katmak .
(i.) ünlem, nida; nida etme; söz arasına koyma. interjec- tional (s.), (gram.) ara söz kabilinden; ünlem şeklinde.
(f.) ağ gibi örmek, şebeke haline koymak; karıştırmak.
(f.) içine karıştırmak; (konuşmayı) süslü sözlerle doldurmak .
(i.) (çoğ leaves) bir kitabın arasına konan boş sayfa.
(f.) kitabın sayfaları arasına boş yapraklar ilâve etmek.
(f.) yazının satırları arasına başka yazı yazmak; kumaş ile iç astarı arasına orta astarı koymak. interlining (i.) orta astarı.
(s.) satırlar arasına yazılmış.
(f.) satırlar arasına yazı yazmak. interlineation (i.) satırlar arasına yazılan yazı.
(f.) halkalarla birbirine bağlamak .
(f.) birbirine bağlamak, birbirine kenetlemek; (mak.) birlikte işlemeleri için manivelaları birbirine bağlamak. interlocking directorates idare heyetleri ekseriyetle aynı üyelerden meydana geldiğinden birlikte çalışan şirketler.
(i.) başkası ile konuşan kimse; ABD komedyen üçlüsünü sorularıyle yöneten ortadaki adam. interlocution (i.) konuşma, mükâleme, muhavere. interloc'utory (s.) konuşmaya ait, konuşma niteliğindeki.
(f.) başkasının işine karışmak, tecavüz etmek. interloper (i.) başkasının işine burnunu sokan kimse.
(i.) arada olan olay; tiyatro ara piyesi, perde arası; (müz.) ara faslı.
(s.) ayın görünmediği zamanla ilgili.
(i.) çeşitli aileler veya milletler arasında evlenme; yakın akrabalar arasında evlenme.
(f.) değisik milletten birisi ile evlenmek; aileler arasında kız alıp vermek .
(f.) karışmak, müdahale etmek, qereksiz vere mudahale etmek .
(i.), tiyatro bir gösteride filim, teyp bandı, renkli ışıklar gibi çeşitli teknikler kullanma .
(s.), (i.) arada bulunan, aracılık eden, vasıta olan; meyan - cılık eden; (i.) vasıta, meyancı, aracı; ortada bulunan şey.
(s.), (i.) ortadaki, orta seviyede bulunan, aradaki; (i.) orta seviyede bulunan şey; orta boy araba; meyancı, vasıta, aracı; (kim.) ara mamulü. intermediately (z.) ara yerde bulunarak; vasıta olarak .
(i.) öIünün gömülmesi, defnetme.
(i.), tiyatro ara perdesi, iki perde arasında oynanan ufak piyes; fasılları birleştiren müzik parçası veya bale, küçük fasıl .
(s.) sonsuz, nihayetsiz, bitmez, tükenmez. interminably (z.) sonu gelmeyerek .
(f.) birbirine karıştırmak veya karışmak.
(i.) aralık, fasıla; tatil, aralık verme; (tıb.) ateş nöbetlerinin arasındaki müddet. intermissive (s.) aralıklı, fasılalı, kesik kesik.
(f.) (ted, ting) ara vermek, geçici olarak tatil etmek. intermittingly (z.) ara vererek .
(s.) arada kesilen, aralıklarla meydana gelen. intermittent fever (tıb.) belirli aralıklarla gelen ateş, sıtma. intermittence (i.) geçici olarak ara verme. intermittently (z.) zaman zaman durarak .
(f.) birbirine karıştırmak veya karışmak.
(i.) muhtelif şeylerin birbirine karışması; karışmış şey, ka rışım, halita; ilave edilen şey.
(s.) duvarlar arasında olan.
(f.), (i.) enterne etmek; (bir gemiyi bir limanda) hapsetmek; harp zamanında kapamak, alıkoymak, göz altına almak; (i.) stajını yapan tıp öğrencisi; staj yapan kimse.
(s.), (i.) içe ait, içinde bulunan, dahili, iç; içilir (ilaç); içten, deruni, bâtıni. internal combustion engine iç yakımlı makina. internal evidence bir şeyin kendisinde bulunan delil. internal medicine dahiliye. internal revenue devlet geliri. internal structure iç bünye, iç yapı. internally (z.) dahili olarak, içten; iç tarafta, dahilde.
(s.) milletlerarası, beynelmilel, uluslararası, enternasyonal. international code Mors alfabesi; (den.) uluslararası işaret sancakları sistemi. Inter national Date Line Büyük Okyanus'ta gün değiştirme hattı. international Iaw milletlerarası hukuk. International Morse Code Beynelmilel Mors Alfabesi. International Phonetic Alphabet Milletlerarası Fonetik Alfabe. internationally (z.) milletlerarası olarak.
(i.) milletler arasında birlik ruhu veya fikri, enter - nasyonalizm.
(i.) enternasyonalizm taraftarı.
(f.) milletlerarası kontrola sokmak, enternasyonal hale koymak, beynelmilel kılmak. internationalization (i.) milletlerarası bir hale getirme.
(i.), (bak.) intern.
(s.) birbirini kırıp öIdüren; öIdürücü, mahvedici.
(i.) enterne edilmiş kimse.
(i.) dahiliye uzmanı.
(i.) enterne ediliş. internment camp enterne kampı, temerküz kampı.
(i.) boğum, bir sapın iki boğumu arasındaki kısım. internodal (s.) bu kısma ait .
(i.) doktorluk stajı: staj devresi; staj bursu.
(i.) Papa elçisi bulunmayan bir yabancı memlekete Vatikandan gönderilen siyasi memur; aracı, arabulucu. internuncial (s.) vücudun farklıl kılsılmlarını birbirine bağlayan (sinirler); Papa elçisi ile ilgili .
(s.) okyanuslar arasında bulunan, okyanusları birbirine bağlayan .
(f.) (biyol.) bir birine bağlanmak; birbirinin arasına girmek .
(f.) gensoru açmak. interpellation (i.) gensoru.
(f.) tamamen içine girmek; birbirinin içine nüfuz etmek. interpenetra'tion (i.) tam olarak nüfuz etme.
(i.) (bina, gemi uçakta) muhtelif kısımlar arasında kullanılan dahili telefon .
(s.), (astr.) gezegenler arası.
(i.), (f.) karşılıklı etkileme; (f.) karşılıklı etkilemek.
(f.), (huk.) üçüncü bir şahsın hukukunu tespit veya tayin maksadıyle mahkemede birbiri ile davalaşmak. interpleader (i.), (huk.) bir borçlunun kendisinden alacak iddia eden iki kişiden hakiki hak sahibi olanın tespiti için bunlar arasında açılmasını istediği dava.
(i.) interpol.
(f.) yazıya kelime veya ibare ilave ederek asıl metni değiştirmek; iki şey arasına başka bir şeyi sokmak; (mat.) ara değeri bulmak. interpola'tion (i.) ara değeri bulma; metne ilave.
(f.) iki şeyin arasına koymak; araya girmek, müdahale etmek .
(i.) araya girme, karışma, müdahale.
(f.) manasını izah etmek, tefsir etmek, yorumlamak; tercüme etmek, tercümanlık etmek. interpretable (s.) tercüme olunur; tefsiri mümkün. interpreta'tion (i.) yorum, tefsir, izah, mana. inter' pretative (s.) izah edici, yorumlayıcı.
(i.) yorumcu; tercüman, mütercim.
(s.) ırklararası.
(i.) ((çoğ.) -na, -nums) iki hükümdar devresi arasındaki hükümdarsız devre; hükümetin kanunen çaIışamadığı devre.
(i.) karşılıklı münasebet. interrelated (s.) birbiri ile alâkası olan .
(i.) soru işareti ile ünlem işaretinden icat edilmiş karışık bir işaret .
(i.) sorguya çekme; soru sorma. interrogation point soru işareti .
(s.), (i.) sorulu, sual ifade eden; (i.) soru edatı, soru kelimesi .interrogatively (z.) soru sorarak.
(i.) sorgu yargıcı; sual soran kimse.
(s.), (i.) soru türünden, soru belirten, sual ifade eden; (i.), (huk.) yazılı olarak sorulan sorular .
(f.) sorguya çekmek; sual sormak .
(Lat.) ikaz etmek için, korkutmak için.
(f.) kesmek, aralık açmak, ara vermek, fasıla vermek; intizamını bozmak, arasını kesmek; birinin sözünü kesmek, birinin işine mâni olmak. interrupted (s.) kesilmiş. interruptedly (z.) aralıklarla, fasılalarla. interruptive (s.) arayı kesici. interruptively (z.) arasını keserek.
(i.) arasını kesen kimse veya şey; (elek.) birden cereyanı kesen ve veren tertibat, kesici tertibat .
(i.) ara, fasıla, kesilme, inkıta, arası kesilme.
(s.) okullar arası.
(f.) kesişmek; katetmek, kesmek, ikiye bölmek, birbiri üzerinden geçmek (yol).
(i.) kesişme, kavşak; (geom.) kesişme noktası veya hattı, ara kesit.
(i.) tatil.
(f.), (i.) ara vermek, aralık bırakmak; (i.) ara, aralık, fasıla .
(f.) arasına serpmek, karıştırmak. interspersion (i.) serpiştirme.
(s.) ABD eyaletleri arasında olan .
(s.) yıldızlar arasında vaki olan, yıldızlar arasındaki mesafelere ait.
(i.) yarık, çatlak; birbirine yakın iki parça arasındaki açıklık.
(s.) çatlağa ait; dokulararasında bulunan.
(s.), (jeol.) başka tabakalar arasında tabaka olarak bulunan.
(i.) bir şeyin başka şeyler arasına veya muhtelif şeylerin birbirine örülüp karışması.
(s.) kabileler arasında olan.
(s.) iki dönence arasında bulunan.
(f.) birbirine örmek veya sarmak; örülmek, sarılmak. intertwiningly (z.) birbirine örerek.
(s.) kasaba veya şehirler arasında bulunan, şehirleri birbirine bağlayan (demiryolu, telefon).
(i) aralık, fasıla, mesafe, ara; müddet, zaman; (müz.) iki ses arasındaki perde farkı, enterval, aralık. at intervals aralarla, fasılalarla, zaman zaman, ara sıra.
(f.) karışmak, araya girmek, müdahale etmek, düzeltme maksadıyle araya girmek; arada bulunmak; diğer olaylar arasında meydana gelmek; aracılık yapmak; (huk.) nüfuzunu kullanmak, dava dahili olmak. intervention (i.) aracılık; müdahale, karışma.
(f.), (i.) röportaj yapmak, görüşmek; (i.) görüşme, mülakat, röportaj.
(f.) birbirine sarmak; birbirine dolaşmak .
(f.) (wove, woven) beraber dokumak, dokuyarak birbirine birleştirmek; birbirine karıştırmak.
(f.) (wound) birbirine sarmak, bir arada bükmek.
(s.), (i.) vasiyetname bırakmadan ölen; vasiyetnameye girmemiş; (i.) vasiyetname bırakmadan ölen kimse. intestacy (i.) vasiyetsiz öIme.
(s.) dahili, memleket içinde vuku bulan (özellikle kötü şeyler için kullanılır).
(i.) bağırsak. Iarge intestine kalın bağırsak. small intestine ince bağırsak. intestinal (s.) bağırsaklara ait.
(bak.) enthrall.
(bak.) enthrone.
(f.) ima etmek, dolayısıyle anlatmak. intima'tion (i.) ima.
(s.), (i.) çok yakın dostluk ve ilişkiye ait; deruni, içten, yürekten, candan; mahrem; yakından; (i.) teklifsiz dost; candan arkadaş. be intimate with ile samimi olmak; kanun dışı cinsi münasebeti olmak. intimacy (i.) mahremiyet, teklifsiz dostluk. intimately (z.) samimi bir şekilde .
(f.) gözünü korkutmak, sindirmek, yıldırmak. intmida'tion (i.) gözdağı verme.
edat içine, dahiline, -e, -ye, içeri. be into ile meşgul olmak, meraklısı olmak; (bir kimseye) borçlu olmak
(s.) çekilmez, dayanılmaz, tahammül olunmaz. intolerabil'ity (i.) dayanılmaz hal. intolerably (z.) çekilmez derecede.
(s.) hoşgörüsüz, müsamahasız; tahammülsüz. intolerance (i.) müsamahasızlık, hoş görmeme. intolerantly (z.) müsamaha göstermeden.
(bak.) entomb.
(f.) monoton bir makamla okumak; (dilb.) seslenmek .
(i.) konuşma şekli, şive, ses tonunun yükselip alçalma şekli; (müz.) doğru ses perdesi, seslem, tonotüm.
(f.) monoton bir makamla okumak; belirli bir ses vermek.
(Lat.) bütünüyle, hep beraber, tamamıyle.
(s.), (i.) sarhoş edici; (i.) sarhoş eden madde.
(f.) sarhoş etmek, mest etmek; sevinçten çılgın hale sokmak; (tıb.) zehirlemek. intoxica'tion (i.) sarhoşluk, mest oluş; (tıb.) zehirlenme.
(kıs.)intransitive.
önek içinde bulunan.
(s.) göğüs kemiğinin iç tarafında olan.
(s.) inatçı, serkeş; kolay kontrol edilemeyen, yola getirilemeyen. intractabil'ity, intractableness (i.) kolaylıkla yola getirilememe. intrac'tably (z.) kolayIıkla kontrol edilemeyecek şekilde.
(i.), (mim.) kemerin asıl iç kavsi.
(s.) molekül içinde bulunan veya meydana gelen.
(s.) mektep içinde yapılan, bir okulun sınıfları arasında olan (oyun, müsabaka).
(s.) kasın içine zerkedilen, kasın içini etkileyen.
(kıs.) intransitive.
(s.), (i.) uzlaşmaz, uzlasması imkansız; (i.), (pol.) uzlaşmayan kimse, ihtilafçı. intransigence (i.) uyuşmazlık, ihtilafta inat.
(s.), (gram.) geçişsiz, nesnesi olmayan, nesnesiz (fiil), (abbr.) (nsz.) intransitively (z.) geçişsiz olarak .
(tıb.) hamileliği önlemek için kullanılan ve dölyatağı yoluna yerleştirilen küçük alet, spiral .
(s.) damarın içinde bulunan veya damarın içine tesir eden.
(bak.) entrench.
(s.) yılmaz, korkusuz, cesur, yiğit. intrepid'ity (i.) yiğitlik. intrep'idly (z.) yiğitçe.
(s.) karışık, sökülmez, müşkül, muğlak, anlaşılması güç; girintili çıkıntılı. intricacy, intricateness (i.) şaşırtıcı derecede karışık olma. intricately (z.) karışık olarak.
(i.) (Fr.) entrikacı, hilekâr, dalavereci.
(i.) entrika, desise, hile; el altından görülen iş; gizli aşk macerası; merak uyandırabilme kabiliyeti; hikâyeyi ilginç bir duruma sokan karışık olaylar.
(f.) merakını uyandırmak, ilgisini çekmek; şaşırtmak; el altından iş görmek, entrika çevirmek, dalavere yapmak, hilekârlık etmek; gizlice sevişmek. intriguingly (z.) merakını uyandırarak .
(s.) aslında olan, esasi, yaradılıştan, hakiki. intrinsically (z.) aslında olarak.
önek içe doğru.
(kıs.) introduction, introductry.
(f.) takdim etmek, tanıştırmak; ortaya çıkarmak, ortaya koymak, teklif etmek; tanıtmak; yeni bir bilgi getirmek; öğretmek, usulünü göstermek; içine sokmak; öne sürmek; başlamak, açmak .
(i.) takdim, tanıştırma; tavsiye mektubu; kitap önsözü; başlangıç; giriş; ortaya getirilen veya konan şey.
(s.) önsöz veya tavsiye kabilinden; tanıtma maksadıyle yapılan.
(i.) dini ayinin başlangıcında sesle okunan ilâhi.
(i.), (psik.) kendisini başka biri veya başka bir şey zannetme.
(i.) bir şeyin başka bir şeyin içine sokulması.
(f.) kendi düşünce veya hislerini tahlil etmek. introspection (i.) kendi düşünce ve hislerini tetkik ve tahlil etme, murakabe, iç gözlem. introspective (s.) kendi kendini tetkik kabilinden .
(i.), (f.) içedönük kimse, içine kapanık kimse; (biyol.) kendi içine çevrilen uzuv; (f.) içeriye doğru çevirmek veya eğmek; düşüncelerini kendi üzerine çevirmek; (zool.) bir uzvu kendi içine çevirmek (salyangoz gözü gibi). introver'sion (i.) içeriye doğru dönme veya çevrilme.
(f.) zorla içeriye sokmak; istenilmeyen bir yere müsaadesiz ve davetsiz girmek; (jeol.) tabakalar arasına sokmak (volkanik kaya) .
(i.) davetsiz misafir, hakkı olmadığı yere giren kimse.
(i.) zorla içeri girme, fuzuli işgal; davetsiz olarak sokulma, müsaadesiz şekilde araya girme.
(s.) müsaadesiz gelip zorla içeri giren; (jeol.) tabakalar arasına giren (volkanik kaya) intrusively (z.) tabakalar arasına girerek. intrusiveness (i.) zorla içeri girmeye meyli olma.
(bak.) entrust.
(f.), (tıb.) boğaz gibi bir nefes alma organının içine boru sokmak (difteride). intubation (i.) boru sokma ameliyesi.
(i.) içine doğma; muhakeme kullanmadan meydanda olmayan bir şeyi sezme, sezgi. intuitional (s.) içe doğma ile ilgili, sezgili .
(i.), (fels.) hakikatlerin akıl ve bilgi ile değil de sezgi yolu ile ortaya çıkarılabileceğini ileri süren öğreti; duyularımızla algıladığımız cisimlerin gerçek olduğunu savunan öğreti; insanın sezgi anlayışına sahip olduğunu ve bununla doğru ahlâk kaidelerini bulacağını savunan öğreti. intui'tionist (i.) bu felsefeyi savunan kimse.
(s.) sezgi yolu ile anlaşılan veya öğrenilen. intuitively (z.) sezgi ile .
(s.) şişen, kabaran; hararetle büyüyen. intumescence (i.) şişme, kabarma.
(i.), (biyol.) içine alma; (tıb.) bir kısım bağırsağın yanındaki kısmın içine girmesi; yiyecek gibi yabancı bir maddenin vücuda girerek doku haline gelmesi.
(bak.) entwine.
(bak.) entwist.
(i.) yağ sürme, yağlama; (tıb.) ovarak yağı deriye içirme.
(f.) su ile kaplamak, su basmak, sel basmak; çok fazla miktarda mevcut olmak; garketmek. inunda'tion (i.) sel, tufan; çok fazla miktarda olma.
(s.) nezaketsiz, terbiyesiz kaba.
(f.) dayanmaya alıştırmak, adet etmek .
(f.) yakılmış ceset külünü muhafaza içine koymak; gömmek.
(s.) Iüzumsuz, faydasız, boş, nafile. inutil'ity (i.) faydasızlık.
(kıs.) invented, inventor, invoice.
(Lat.) boşlukta, havasız yerde.
(f.) saldırmak; tecavüz etmek, hücum etmek; istila etmek; ihlâl etmek .
(f.) içine koymak, üzerine kılıf geçirmek.
(i.) içine koyma, üzerine kılıf geçirme; (tıb.) bir kısım bağırsağın başka bir kısmın içine girmesi .
(s.) geçersiz, hükümsüz, battal, muteber olmayan.
(s.), (i.), (f.) hasta zayıf, hastaIıklı, yatalak, sakat; hastaya mahsus; (i.) hasta kimse, yatalak kimse; sakat kimse; (f.) çürüğe çıkarmak, hastaneye göndermek; malul kılmak; hasta olmak, malul olmak; (ing.) hasta sayarak memleketine göndermek. invalidism (i.) hastalık, maluliyet.
(f.) hükümsüz kılmak, battal etmek. invalidation (i.) hükümsüz bırakma, iptal .
(i.) hükümsüzlük, muteber olmayış, battallık.
(s.) çok kıymetli, paha biçilmez. invaluably (z.) çok kıymetli bir şekilde.
(s.) değişmeyen, her zaman bir olan, sabit bir durumda kalan. invariabil'ity (i.) değişmezlik. invar'iably (z.) değişmeyerek; aynı şekilde, istisnasız; mütemadiyen, her zaman.
(s.), (i.) değişmesi imkânsız sabit; (i.), (mat.) sabit nicelik.
(i.) istilâ, saldırı, akın; tehlikeli veya zararlı bir şeyin saldırması veya sirayeti. invasive (s.) istilaya ait; saldırıya ait.
(i.), (s.) ağır hakaret, sövüp sayma, küfür, tahkir, tezyif; (s.) küfür mahiyetinde.
(f.) tenkit etmek, çatmak. inveigh against paylamak, çıkışmak.
(f.) aldatmak, kandırmak, ayartmak, baştan çıkarmak; aldatarak bir kimseye iş yaptırmak. inveiglement (i.) aldatma, kandırma.
(f.) icat etmek, ihtira etmek, çıkarmak, türetmek; uydurmak, düzmek .
(i.) icat; ihtira, türetme, uydurma, yalan; icat kabiliyeti, ihtira kuvveti; özellik, hususiyet, orijinallik.
(s.) yaratıcı, buluşları olan; icat etmekle ilgili, hünerli. inventiveness (i.) icat kabiliyeti, yaratıcılık.
(i.) icat eden kimse, mucit, türeten kimse.
(i.), (f.) envanter; deftere kayıtlı eşya; (f.) müfredat defterine geçirmek, kaydetmek.
(i.) gerçekle ilgisi olmayış.
(i.) İskoçya'da bir şehir; kolsuz erkek cüppesi.
(s.), (i.) ters çevrilmiş, ters, aksi; (i.), (mat.) ters sonuç. inverse ratio veya proportion (mat.) ters orantı. inverse'ly (z.) tersine olarak.
(i.) ters dönme, altüst olma; tersine dönmüş şey; ters çevirme; (kon.) (san.) bir cümledeki kelime sırasının değişmesi; (kim.) değişim, değişme, sakarozun früktoz ve glikoza ayrılması ve bu esnada polarize ışınların titreşim düzleminin sağdan sola çevrilmesi; (meteor.) sıcak hava tabakasının soğuk hava tabakasının üstüne çıkması sonucunda yükseltiyle beraber ısının da artması.
(f.) tersine çevirmek, tersyüz etmek, altüst etmek; bir müzik parçasında notaların sırasını değiştirmek. invert sugar dekstroz ile levüloz karışımı; meyva ve balda bulunan tabii şeker. invertedly (z.) tersine.
(i.), (kim.) bira mayasında ve bazı hayvanların bağırsaklarında bulunan bir ferment.
(s.), (i.), (zool.) omurga kemiği olmayan, omurgasız, vertebrasız; mukavemetsiz, dayanıksız, zayıf iradeli; (i.) omurga kemiği olmayan hayvan; dayanıksız kimse.
(f.) (para) yatırmak; (para, güç, zaman) sarfetmek; memuriyete koymak; (saIâhiyet) vermek; kuşatmak. invest in ileride gelir sağlamak için bir şeye para yatırmak.
(f.) incelemek, tetkik etmek, gözden geçirmek, teftiş etmek, tahkik etmek, araştırmak. investigable (s.) incelenebilir, teftişi mümkün. investigative (s.) teftiş ve incelemeye ait. investigation (i.) tahkik araştırma, tetkik, inceleme, teftiş.
(i.) resmen memuriyet makamına koyma, tayin; resmi elbise, üniforma.
(i.) para koyma, yatırım; yatırılan sermaye; gelir getirmesi için paranın yatırıldığı şey, para sarfedilen gelir kaynağı; memuriyete koyma; muhasara, kuşatma; (biyol.) dış deri.
(s.) kökleşmiş, yerleşmiş, müzmin; düşkün, müptelâ, tiryaki. inveteracy, inveterateness (i.) müzminlik, yerleşme, kökleşme; tiryakilik. inveterately (z.) kökleşmiş olarak .
(s.) yaşayamayacak.
(s.) kıskandırıcı; haksız, hiddet uyandıran; tiksindirici. invidiously (z.) hiddet uyandıncı bir sekilde. invidiousness (i.) haksızlık.
(f.) canlandırmak, kuvvetlendirmek, zindelik vermek.
(s.) yenilmez, mağlup olmaz, yılmaz. invincibil'ity, invincibleness (i.) yılmazlık. invincibly (z.) yenilemez bir şekilde.
(s.) şeref ve haysiyetine dokunulamaz; dokunulmaz; bozulamaz, nakzedilemez, taarruz edilemez. inviolabil'ity, invi'olableness (i.) taarruzdan masuniyet; kişisel dokunulmazlık. inviolably (z.) ihlal edilemeyecek bir surette, masun olarak.
(s.) şeref ve haysiyetine dokunulmamış; bozulmamış, nakzedilmemiş, ihlal edilmemiş.
(s.), (i.) görülmez, görünmez, gözle seçilemez; çabuk kestirilemez; (ikt.) resmi hesaplarda gözükmeyen; (i.) görülmeyen şey veya kimse. invisible ink ancak kimyasal etki veya ısı tesiriyle görünen, aslında renksiz olan mürekkep. invisibil'ity, invis'ibleness (i.) görülmezlik. invis'ibly (z.) saklı olarak.
(i.) davet; davetname; çağırma, çağrı.
(s.) davet ihtiva eden, davet kabilinden.
(f.) davet etmek, çağırmak; cezbetmek, celbetmek; icrasını teklif etmek. invitingly (z.) davetkar bir şekilde, cezbedici surette.
(i.) dua, niyaz, münacat; toplu halde dua etme; dua cümleleri. invocatory (s.) dua veya münacat kabilinden.
(i.), (f.) fatura; gönderilen mal; (f.) fatura çıkarmak, fatura tanzim etmek. pro forma invoice proforma fatura.
(f.) dua etmek; niyaz etmek; çağırmak; müracaat etmek; davet etmek; himayesini dilemek .
(i.) (çoğ. involucres, involucra) (bot.) Iifafe, bürüm, bileşik çiçeklerin sapları altında bulunup bir daire teşkil eden ufak yapraklar. involucral (s.) böyle ufak yaprakları olan.
(s.) istenilmeden yapılan ihtiyar harici; tasarlanmamış. involuntar'ily (z.) istemeyerek, ihtiyar harici olarak, elde olmadan.
(s.), (i.) dolaşık, müşkül, karışık, girift; (bot.) içeriye kıvrılmış; (zool.) bazı böcek kabukları gibi içeriye kıvrılmış, helezoni; (i.), (geom.) involut.
(i.) kıvırma, sarma; kıvrılmış şey; karışıklık, dolaşıklık; (gram.) muğlak cümle, karışık ifade; (fizyol.) genişlemiş veya açılmış bir uzvun eski haline dönmesi.
(f.) icap ettirmek, bağlamak, tabi kılmak; sarmak, kuşatmak, ihata etmek, içine almak, ihtiva etmek; karıştılrmak, sokmak (müşkülat veya derde); duçar etmek; (mat.) belirli bir dereceye yükseltmek. be involved (gen.) in iie alakası olmak, karışmış bulunmak; dalmak, garkolmak (bir işe) .
(s.) kolayca anlaşılamayan; çapraşık.
(i.) bağlılık, ilgi, alaka; karıştırılma, sarılma.
(s.) yaralanamaz, incitilemez; fethedilemez. invulnerabil ity (i.) yaralanamazlık, saldırıdan zarar görmezlik. invul'nerably (z.) yaralanamaz bir şekilde.
(s.), (i.) içeride bulunan, iç, dahili; bâtıni, manevi, ruhsal; (i.) iç kısım.
(z.) içte, içeride; derunen, derinliğinde.
(i.) içyüz, gerçek hal; bâtınilik, ruhanilik.
(z.) içeriye doğru, fikir veya ruhun derinliğine doğru.
(f.) (inwove, inwoven) başka kumaş içine dokuyup örmek, bir kumaş içine başka bir şey dokumak.
(bak.) enwrap.
(bak.) enwreathe.
(s.) işlenerek başka bir şeye geçirilmiş; içine başka şeyler dokunmuş, karışıp birleşmiş.
Alışveriş Sepetiniz