NE ARAMIŞTINIZ?
Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.
kıs. independent, indicative, indigo, indirect.
s. borçlu, verecekli; minnettar. indebtedness i. borçluluk; borç miktarı, borçlar.
s. yakışıksız, edebe aykırı, edepsiz, hayâsız, çirkin, kaba; huk. toplum töresine aykırı. indecency i. ahlâksızlık indecently z. edepsizce, ahlâksızca.
s. okunmaz, sökülmez, çözülmez, karışık, anlaşılmaz.
i. kararsızlık, tereddüt, duraksama.
s. kararsız, kesin olmayan indecisively z. kesin olmayarak, kararsız bir şekilde indecisiveness i. kararsızlık, tereddüt.
s., gram. çekilmez, sıygasız.
s. bileşimi bozulmaz, çözüm kabul etmez; çü rümez.
s. edebe aykırı, ayıp, yakışmaz, utandırıcı, uygunsuz.
i. edebe aykırı hareket; ertem ve yönteme aykırılık.
z., ünlem hakikaten, gerçekten, doğrusu; ünlem Öyle mi? No,indeed! Hiç de öyle değil. Yok canım. Yes, indeed ! Elbette.
s. yorulmaz, yorulmak bilmez, usanmaz, bıkmaz indefatigabil'ity i. yorulmazlık. indefat'igably z. yorulmadan.
s. iptal edilemez, feshedilemez. indefeasibil'ity i. iptal edilemezlik.
s. çürümez; hatasız, yanılmaz.
s. savunulamaz, savunmasız, müdafaasız; korumasız, muhafazasız. indefensibil'ity i. savunmasızlık. indefen'sibly z. savunulamaz şe kilde.
s. tarif edilemez; tanımlanamaz, açıklanması olanaksız, anlatılamaz. indefinably z. anlatılamaz şekilde.
s. belirli olmayan, belirsiz, sayısız, belgisiz, bellisiz, müddeti olmayan; bot. sayısı belirsiz, sayısı çok olan (ercik); gram. belgisiz (sıfat, fiil). indefinite article belgisiz sıfat: bir (İngilizcede a, an). indefinite pronoun belgisiz zamir. indefinitely z. müddetsiz olarak. in - definiteness i. belirsizlik.
s., bot. kendikendine açılmayan (tohum).
s. silinmez, çıkmaz (leke, hatıra, intiba); sabit (boya, mürekkep). indelible pencil kopya kalemi. indelibly z. silinmez şekilde. indelibil'ity i. silinmezlik, sabitlik.
s. uygun olmayan; incitici, nezaketsiz, kaba. indelicate remarks zarif olmayan sözler. indelicacy i. uygunsuzluk; kabalık. indelicately z. uygunsuz bir şekilde.
f. zararını ödemek; zarar görmeyeceğine dair peşinen kefil olmak. indemnifica'tion i. tazminat.
i. tazminat, zararı karşılamak için ödenen para; ceza veya sorumluluktan af; kefalet, teminat, kefil olma, garanti.
s. tanıtlanamayan, açıklanamayan.
i., f. bere, çentik; f. çentmek; basmak; bere yapmak.
f., i. içeriden başlamak, içerlek yazmak, paragraf başı yapmak; diş diş kesmek; kenarını oymak; ambardan erzak verilmesini resmen emretmek; ısmarlamak; senet ile birini uşaklığa vermek; diş diş olmak; i. diş; uşaklık senedi; ısmarlama.
i. bere, çentik; çentik yapma; koy, körfez; matb. içerlek yazma.
i, matb. içerlek yazma
i., f. sözleşme kâğıdı, resmi senet, bilhassa hizmetçi veya uşakla yapılan onaylı sözleşme; f. kontrat veya senetle bağlamak.
, dency i. serbestlik, bagımsızlık, istiklal, hürriyet; geçinecek kadar malı olma. Independence Day Birleşik Amerika'da Bağımsızlık Günü (4 Temmuz). Declaration of Independence Birleşik Amerika'da bağımsızlığı ilan eden resmi belge.
s., i. hür, bağımsız, başlı başına, ayrı, serbest; kendi geliri ile geçinebilen; pol. parti dışı olan; i. bağımsız kimse; parti üyesi olmayan kimse. independently z. bağımsız olarak; aynca, birbirini etkilemeden, birbirinden habersizce.
s. etraflı, geniş kapsamlı.
s. tanlmlanamaz, nitelendirilemez, anlatılamaz. indescribably z. anlatılamayacak şekilde.
s. yıkılmaz, bozulamaz, yok edilemez, çok dayanıklı, tahrip olunamaz. indestructibly z. yıkılamayacak şekilde. indestructibility i. yıkıl- mazlık.
s. belgilenemez ve sınırlanamaz; hallolunamaz. indeterminably z. çözülemeyecek şekilde.
s. sınırsız, belirli olmayan, meçhul, bilinmedik, bilinmeyen; şüpheli, bellisiz; mat. değeri tespit edilemeyen. indeterminate sentence süresi belirsiz ve suçlunun davranışlarına bağlı olan hapis cezası. indeterminately z. belirsiz olarak. indeterminateness i. belirsizlik.
i. kararsızlık, duraksama, tereddüt; sebatsızlık; belirsiz oluş.
i., fels. yadgerekircilik, indeterminizm.
(çoğ.- ex.es,- i.ces) i., f. indeks, fihrist; katalog; gösterge, işaret; delil, kanıt; mat. üs; işaret parmağı; b.h., Kat. okunması yasak kitaplar listesi; f. indeks yapmak, indeks içine koymak; işaret etmek. index finger işaret parmağı. index number istatistikte indeks sayı, iki sayı arasmdaki oranlı farkı gösteren sayı. index of refraction yansıma ve kırılma açıları arasındaki oran. card index kartoteks, konuları ayrı ayrı kartlara yazılmış fihrist. cost-of-living index geçim indeksi.
i. Hindistan. India ink çini mürekkebi. India paper pek ince Çin kağıdı. India rubber kauçuk, lastik.
i. eskiden Hindistan ile İngiltere arasında işleyen büyük ticaret gemisi.
s., i. Hindistan'a ait; Amerika kızılderilisine ait; i. Hintli; kızılderili; Amerika kızılderililerinin dillerinden biri. Indian club jimnastikte kullanılan şişe biçiminde çomak. Indian corn mısır, darı. Indian file tek sıra (yürüyüş). Indian Ocean Hint Okyanusu. Indian pipe çiçeği pipo şeklinde beyaz bir bitkisel asalak, bot. Monotropa uniflora. Indian summer pastırma yazı.
s. Hindistan'a ait; Hint dil grubuna ait.
i. gösteren şey veya kimse.
f. işaret etmek, göstermek, imlemek, dolaylı olarak belirtmek; tıb. hastadaki belirtileriyle, hastalığın cinsini veya ilâcını göstermek; kısaca tanımlamak. indicated horse power bir makinanın belirtilmiş olan beygir gücü.
i. bildirme, anlatma, gösterme; belirti, delil, kanıt; tıb. hastalıklarda uygun tedavi şeklini gösterme.
s., i. gösteren, belirten; bildiren; i., gram. basit zaman çekimindeki fiil, bildirme kipi.
i. gösteren şey veya kimse, işaret eden şey, delil, belirti; mak. gösterge ibresi, gösterge; kim. asit veya alkalinin olup olmadığını bildiren ecza.
i., çoğ. işaretler, kanıtlar; A.B.D. posta pulu yerine zarflara basılan,ödendi işaretleri; belirtiler.
f. suçlamak; sorguya çekmek. indictable s. suçlanabilir.
i., tar. Roma'da on beş yllllk süre.
i. iddianame; suçlama, töhmet; dava açma. bill of indicment juri heyetine sunulan resmi ithamname. joint indictment birkaç kişiyi birden suçlayan ithamname.
i., çoğ., the ile Doğu veya Batı Hint Adaları. the West Indies Büyük ve Küçük Antiller.
i. aldırmazlık, önem vermeyiş, umurunda olmayış, soğukluk, ilgisizlik, rağbetsizlik; duygusuzluk, hissizlik; ancak geçerli oluş. a matter of indifference ilgilenmeye değmeyen mesele.
s. Iâkayt, kaygısız; duygusuz; önemsiz; bir, farksız; ancak geçerli olan, şöyle böyle; kimyasal veya elektrik kuvveti olmayan. indifferently z. ilgisizce.
i. yerli insan veya hayvan ve bitki.
s. yerli; doğuştan olan.
s. fakir, züğürt, yoksul. indigence i. fakirlik, züğürtlük.
s. iyice düşünülmemiş; düzensiz, intizamsız, biçimsiz, biçime girmemiş; hazmolunmamış, sindirilmemiş.
s. hazmolunamayan, sindirilemeyen.
s. hiddetlenmiş, kızmış. indignantly z. hiddetle, kızgınlıkla.
i. kızgınlık, öfke, gazap; haksızlığa karşı öfke, kızma. indignation meeting bir haksızlığı protesto amacıyle yapılan toplantı.
i. hürmetsizlik, hakaret, yakışıksız muamele.
i. (çoğ.- gos,- goes) çivit; çivit rengi. indigo plant çivit fidanı, nil, bot. Indigofera tinctoria.
s. dolaşık, dolambaçlı, doğru olmayan, dolaylı; hile türünden; dolaylslyla olan; doğrudan doğruya olmayan, araçlı. indirect cost dolaylı masraf. indirect damage dolaylı zarar. indirect discourse sözcünün söylediklerinin şahıs ve zaman değişimiyle nakli. indirect lighting dolaylı ışıklandırma. indirect object dolaylı tümleç,- e halindeki isim. indirect result dolaylı sonuç. indirect tax dolaylı vergi. indirectly z. dolaylı olarak. indirectness i. dolaylılık.
i. dolaylı söz veya hareket; doğru olmayan hal veya hareket, hilekârlık.
s. seçilemez, tefrik edilemez, farkına varılmaz, ayırt edilemez. indiscernibly z. seçilemeyecek şekilde.
s. düşüncesiz, geveze, boşboğaz, ağzı gevşek; sağgörüsüz. indiscreetly z. düşüncesizce.
s. kısımlara bölünmemiş, toplu halde.
i. düşüncesizlik, akılsızlık, boşboğazlık, sağgörüsüzlük.
s. gelişigüzel, rasgele; ayırt edilmemiş, karışık. indiscriminately z. rasgele; tefrik etmeyerek, ayrı seçi yapmayarak, fark gözetmeden.
i. hazımsızlık, mide fesadı, dispepsi.
s. zaruri, elzem, zorunlu, onsuz olamaz. indispensably z. zaruri olarak.
f. hevesini kırmak, soğutmak, zayıflatmak; rahatsız etmek; rağbetini azaltmak. indisposed s. rahatsız; isteksiz.
s. rahatsızlık; isteksizlik, gönülsüzlük.
s. söz götürmez, su götürmez, münakaşa götürmez, muhakkak, itiraz kaldırmaz. indisput'ably z. itiraz kaldırmaz derecede.
s. erimez; ayrılmaz, sabit. indissolubly z. birbirinden ayrılmaz surette; çözülmez surette.
s. belirsiz, seçilmez, iyice görülmez, ayırt edilmez. indistinctive s. tefrik olunamaz; tefrik edemeyen. indistinctly z. belirsiz surette. indistinctness i. belirsizlik.
s. ayırt edilmesi olanaksız, seçilemez. indis- tinguishably z. seçilemeyecek derecede.
i., kim. indiyum.
s., i. tek, yalnlz, ayrı, başlı başına; hususiyeti olan; ferdi, bireysel; i. fert, kimse, şahıs, birey; tane. individually z. ayrı ayrı.
i. fikir ve harekette şahsi bağımsızlık; ferdiyetçilik, bireycilik; benlik, kendini beğenmişlik; ferdin hususi menfaatlerini arama; hususiyet, ferdiyet. individualist i. ferdiyetçi, bireyci, erkin kimse. individualistic s. ferdi, bireysel, ferdiyete ait; erkin.
i. ferdiyet, başkasına benzemeyiş, hususiyet; erkinlik.
f. ferdiyet vermek, ferdiyetini belirtmek, bireyleştirmek, ayırmak; ayrı tutmak. individualization i. ferdileştirme, bireyleştirme.
f. ayırt etmek; fert yapmak. individuation i. fert yapma; fert olma; fertlik.
s. taksim olunmaz, bölünmez; mat. kesirsiz, taksim edilemez. indivisibil'ity i. bölünmezlik. indivis'ibly z. bölünemeyecek şekilde.
önek Hintli, Hindistan'a ait.
i. Hint-İran dil ailesinin Hint kolu.
i., s. Hint- Avrupa dillerinden birini konuşan kimse; s. Hint-Avrupa dil ailesine ait; bu dillerden birisini konuşana ait.
i. Hint-Avrupa ve Anadolu dillerinin kökeni varsayılan dil.
i. Hindiçini. Indo- chinese' s., i. (çoğ.- nese') Hindiçini halkına veya lisanına ait; i. Hindiçini halkından biri; Çince-Tibetçe dil grubundan biri.
f. herhangi bir düşünce sisteminin esaslarını öğretmek; telkin etmek, (fikir) aşılamak.
i., kim. parfüm yapımında kullanılan bir madde.
s. tembel, üşenen; tıb. ağrısız, acısız. indolence i. tembellik. indolently z. tembelce.
s. yılmaz; boyun eğmez, bezmez, inatçı.
i. Endonezya. Indonesian s., i. Endonezyalı
s. ev içine ait, ev içinde yapılan. indoor games ev içinde oynanan oyunlar. indoor life ev hayatı.
z .ev içinde, ev içine.
bak. endorse.
, İng. indraught i. içeri çekme, içeriye doğru akış.
s. içeriye doğru çekilmiş; zihni meşgul.
i. Madagaskar'a mahsus maymuna benzer siyah ve beyaz tüylü bir hayvan.
s. şüphe kaldırmaz, kati, kesin. indubitably z. şüphesiz, muhakkak.
f. ikna etmek, kandınp yaptırmak, teşvik etmek; sevketmek; sebep olmak; fiz. elektrik akımı meydana getirmek; man. tüme varmak. inducible s. ikna edilir, teşvik edilir.
i. sebep, saik, vesile; ikna, teşvik, tahrik.
f., A.B.D. resmen askere almak; vazifeye geçirmek, memuriyete başlatmak. inductance i., elek. indüktans
i. askere yeni alınan kimse.
s. uzamaz, çekilip tel şekline giremez; boyun eğmez, inatçı. inductility i. uzamayış; inatçılık.
i. memuriyete geçirme; man. tümevanm; özel durumlarda doğruluğu kesin olan bir önermenin genel durumlarda da doğru olduğunu tanıtlama, sonuç çıkarma; elek. indüksiyon. induction coil indüksiyon bobini. induction current tesir akımı. induction motor indüksiyonlu elektrik motoru, almaşık akım motoru. induction pipe emme borusu. magnetic induction mıknatısi indüksiyon.
s. tümevarımsal, tümevarımlı; indüksiyon yapan; ilkel. inductively z. tümevanmsal bir yolla.
bak. endue.
f. iptila göstermek; teslimiyet göstermek; kendini vermek, müptela olmak, düşkünlük göstermek; müsamaha etmek, mühleti uzatmak.
i. iptila, düşkünlük; müsamaha, hoşgörü, göz yumma; Kat. pişmanlık hâsıl olunca kilise tarafından günah cezasından bir kısmının affolunması; tic., huk. borç vadesinin uzatılması.
s. müsamahakâr, hoş görülü. indulgently z. müsamaha ile, göz yumarak.
f.,s. katılaştırmak, sertleştirmek; duygusuzlaştırmak; dayanıklı kılmak; s. katı, sert; duygusuz.
i., bot. eğreltiotunun spor keselerini örten zarf; zool. böceğin sürfe kesesi. indusial s. böyle zarf veya keseye ait.
s. sanayie ait, sınai, endüstriyel. industrial arts sanayide kullanılan teknik yetenekler. industrial design fabrika ürünü eşyanın güzel ve kullanışlı olmasını sağlayan tatbiki güzel sanatlar kolu. industrial disease bir sanayi kolunda çalışan işçilere özgü hastalık. in- dustrial engineer fabrikanın düzeni ve çalışması ile meşgul olan mühendis. in- dustrial exhibition sanayi mamulatı sergisi. industrial law sanayi kanunları. industrial relations işveren ile işçiler arasındaki ilişkiler. Industrial Revolution sanayi devrimi (Avrupa, 19. yüzyıl). industrial school teknik okul; özellikle mahkum çocuklara aynlan sanayi okulu. industrial union belirli bir sanayi koluna bağlı işçilerin mensup olduğu sendika. industrially z. sanayi bakımdan.
i. sanayii temel olarak kabul eden iktisadi sistem.
i. sanayide mevki sahibi, fabrika sahibi, fabrika yöneticisi.
f. sanayileştirmek.
s. çalışkan, gayretli. industriously z. çalışkanlıkla.
i. sanayi, endüstri; çalışkanlık, gayret; iş, meşguliyet.
f .(indwelt) iskan etmek; nüfuz etmek.
Alışveriş Sepetiniz