NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

int ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: int
Bulunan Sonuç: 234

int.

kıs. intelligence, interest, interior, interjection, internal, international, interval, in-transitive.

intact

s. bozulmamış, dokunulmamış, el sürülmemiş, salim, eksiksiz.

intaglio

i., f. hakkedilmiş oyma iş; oyma; f. oyma işi yapmak (özellikle kıymetli taş üstüne).

intake

i. giriş ağzı, giriş; içeriye alınan şey. intake valve emme supapı.

intangible

s., i. fiziksel varlığı olmayan, el ile tutulamaz, dokunulamaz; kavranamaz, kafaya giremez; i. fiziksel varlığı olmayan şey; tic. manevi değer.

intarsia

i. kakmacılık.

integer

i. tam sayı; bütün.

integral

s., i. bir bütünün ayrılmaz bir parçası olan, gerekli; bir birlik meydana getiren parçalardan oluşan; bütün, yekpare, bölünmemiş; mat. tam sayıya ait, kesir olmayan; i. bütün bir şey; tam adet; öğe, cüz, unsur; mat. integral. integral calculus bütünleme hesabı, integral hesabı. integrally z. bütün bütün, tamamıyle.

integrant

s., i bir bütünü meydana getiren, bütünleyici; terkibe dahilolan; i. bütünleyici şey.

integrate

f. tamamlamak, bütünlemek, bütün veya yekpare kılmak; bütünleme hesabı yapmak. integrated circuit elek. ufak bir silikon parçasında çok kısımlı elektronik devre. integra'tion i. yekpare veya tamam kılma; mat. kökenlerinden fonksiyonu bulma, bütünleme; A.B.D. bütün ırkları aynı sosyal gruplarda birleştirme.

integrity

i. doğruluk, dürüstlük; bütünlük.

integument

i. deri, zar, kabuk, gömlek. integumen'tary s. deri veya kabuktan ibaret.

intellect

i. akıl, zihin, idrak, anlık; akıl sahibi kimse.

intellection

i. anlama, anlayış, idrak.

intellectual

s., i. akli, zihni; akıllı, yüksek zekâ sahibi; çok okumuş, âlim, bilgili, münevver; i. münevver kimse, entellektüel kimse. intellectuality i. münevverlik, zihni kabiliyet. intellectually (z.) zeka ile, anlayarak.

intellectualism

(i.) münevverlik, anlıkçılık, ilmin mantıktan çıktığını ileri süren kuram.

intellectualist

(i.) akla fazla kıymet veren kimse; ilmin mantıktan çıktığını iddia eden kimse.

intellectualize

(f.) âlimce ifade etmek; düşünmek.

intelligence

(i.) akıl, zekâ, anlayış; istidat; zekâ sahibi; malumat, haber; bilgi, vukuf. intelligence bureau istihbarat bürosu. intelligence quotient zekâ bölümü, öIçülmüş zeka derecesini gösteren rakam. intelliqence service istihbarat teşkilâtı. intelligence test zekâ testi.

intelligent

(s.) akıllı, zeki, anlayışlı; kabiliyetli; maharetli, usta. intelligently (z.) akıllıca, anlayışla.

intelligentsia

(i.) aydınlar, münevverler sınıfı.

intelligible

(s.) anlaşılır, idrak edilebilen. intelligibly (z.) anlaşılır surette. intelligibil'ity (i.) anlaşılabilme.

intemperance

(i.) aşırılık, ifrat, taşkınlık; aşırı düşkünlük; ayyaşlık .

intemperate

(s.) taşkın, aşırı; sert, fırtınalı, bozuk (hava); şiddetli (söz); ayyaş, bekri. intemperately (z.) ifratla, taşkınca. intemperateness (i.) ifrat, taşkınlık.

intend

(f.) zihninde kurmak, niyet etmek, tasarlamak; kasdetmek, meram etmek, demek istemek. intended (i.), (k.) dili nişanlı (erkek veya kız).

intendant

(i.) idare memuru. intendancy (i.) memuriyet.

intense

(s.) şiddetli, kuvvetli, keskin, hararetli; gergin. intensely (z.) şiddetle, kuvvetle. intenseness (i.) şiddet, kuvvetlilik .

intensify

(f.) şiddetini artırmak; (foto.) resmin daha belirli çıkması için negatifi kuvvetlendirmek. intensifica'tion (i.) kuvvetlendirme.

intensity

(i.) keskinlik, şiddet, ifrat derece; yoğunluk, koyuluk .

intensive

(s.) şiddetli, bir noktada toplanmış; yoğun; şiddet gösteren; dar bir sahada çok mahsul yetiştirmeye vesile olan; (tıb.) tedrici aşılama suretiyle tedaviye ait. intensive care unit (tıb.) hastaya çok yönden bakım imkânı veren hastane tertibatı. intensively (z.) bir noktada toplanmış olarak .

intent

(s.) dikkatli, gayretli; niyet etmiş. intently (z.) dikkatle. intentness (i.) sıkı dikkat.

intent

(i.) maksat, niyet, meram, kasıt.

intention

(i.) maksat, niyet, murat, meram; mana; kasıt; (çoğ.) evlenme niyeti; (tıb.) yaranın kapanma tarzı. intentional (s.) maksatlı, mahsus, kasıtlı. intentionally (z.) kasten, mahsus.

inter

(f.) (red, ring) gömmek, defnetmek.

inter

önek arasında; birbiriyle.

interact

(f.) birbirini etkilemek. interaction (i.) birbirine tesir etme. interactive (s.) birbirini etkileyen .

interbreed

(f.) (bred) çeşitli hayvan veya bitkileri karıştırarak üretmek.

intercalary

(s.) takvime ilave edilen; ilâve edilmiş ay veya günü olan (yıl); araya giren .

intercalate

(f.) araya sokmak, araya ilâve etmek; takvime gün veya ay ilave etmek .

intercede

(f.) araya girmek, aracılık etmek, tavassut etmek.

intercellular

(s.), (biyol.) hücrelerarası.

intercept

(f.) durdurmak, yolunu kesmek; yolda iken tutmak, tevkif etmek. interception (i.) tevkif, durdurma. interceptor (i.) yol kesen kimse; avcı uçağı.

intercession

(i.) rica, başkaları hesabına yalvarma; iltimas isteme.

intercessor

(i.) aracı, arabulucu; şefaatçi, başkası için iltimas isteyen kimse. intercessory (s.) arabuluculukla ilgili, başkası için yardım rica eden .

interchange

(f.) değiştirmek, mübadele etmek, değiş tokuş etmek .

interchange

(i.) mübadele, değiştirme, nöbetleşme; mukabele; vasıtaların trafiği aksatmadan giriş veya dönüş yapabildiği ve bir hız yoluyla diğer bir yolun kesiştiği kavşak.

interchangeable

(s.) bir biriyle değiştirilebilir. interchangeability, interchange'ableness (i.) birbiriyle değiştirilebilme, birbirinin yerini tutabilme.

intercollegiate

(s.) kolej veya üniversiteler arası.

intercolumniation

(i.), (mim.) bina direkleri arasındaki açıklık, iki sütun arasındaki aralık.

intercom

(i.), (k.dili) dahili telefon sistemi .

intercommunicate

(f.) birbiri ile konuşmak veya muhabere etmek, birinden diğerine serbestçe gidip gelmek. intercommunicable (s.) birinden diğerine geçilebilir. intercommunica'tion (i.) bir biriyle temas, ulaşım.

intercommunity

(i.) müşterek olma .

interconnect

(f.) birbirine bağlamak. interconnection (i.)birbirine bağlı olma; bağ.

intercontinental

(s.) kıtalararası .

intercostal

(s.) kaburga kemikleri arasında olan.

intercourse

(i.) görüşme, konuşma, münasebet; cinsi münasebet.

intercurrent

(s.) aralarında cereyan eden; (tıb.) başka hastalığa karışan.

interdenominational

(s.) muhtelif mezhepler arasında vuku bulan, mezheplerarası.

interdependence

(i.) karşılıklı dayanışma. interdependent (s.) bir birine bağlı olan. interdependently (z.) birbirine dayanarak.

interdict

(i.) yasak, yasak etme; (Kat.) bir kimseyi kilise veya ibadet ayinlerinden menetme .

interdict

(f.) menetmek, yasak etmek; (Kat.) kilise ayinlerinden menetmek. interdiction (i.) yasak. interdictory, interdictive (s.) yasak eden, yasaklaylıcı.

interdisciplinary

(s.) bir kaç bilim dalıyle ilgili .

interest

(i.) alaka, ilgi, merak; merak uyandırma, zevk verme kabiliyeti; hisse, pay; menfaat; kar, kazanç; faiz; (çoğ.) iktisadi hayatta hakim grup. in the interest of menfaatine, için. vested interests (ikt.) alakadar menfaatler; hakları tanınmış iktisadi müesseseler.

interest

(f.) alakadar etmek, ilgilendirmek; merakını uyandırmak; hissedar etmek, ortak etmek. interested (s.) meraklı; bir şeyde hakkı olan; menfaat gözeten. interested in a thing bir şeye meraklı .

interesting

(s.) enteresan, dikkate değer, çekici. interestingly (z.) alâka uyandıracak surette.

interface

(i.) iki cisim arasındaki ortak yüzey, arayüz.

interfere

(f.) karışmak, müdahale etmek; çatışmak, zıddiyet göstermek; dokunmak, zarar vermek; (fiz.) birbiri üzerine tesir etmek; mâni olmak; bazı oyunlarda karşı tarafın yolunu kesmek .

interference

(i.) karışma, dokunma, sataşma; (fiz.) girişim, karışım; radyo parazit .

interferometer

(i.) küçük hareket veya mesafeleri iki ışının çarpışmasıyle öIçen alet, çatışma öIçeği .

interfertile

(s.) birbiriyle üreyebilen .

interfluent, interfluous

(s.) birbirinin arasına veya içine akan, birbirine karışıp akan.

interfold

(f.) birbiriyle katlamak.

interfuse

(f.) karıştırmak, katmak; her tarafı dolmak; karışmak .

intergalactic

(s.), (astr.) gökadalar arası .

interglacial

(s.), (jeol.) buz devreleri arası ile ilgili.

intergrade

(f.) yavaş yavaş birbirine karışmak .

interim

(i.), (s.) aralık, fasıla (zaman); (s.) muvakkat; geçici. ad interim muvakkaten, geçici olarak, aradaki zaman müd- detince. in the interim aradaki zamanda .

interior

(s.), (i.) içerideki, iç yerlere ait, dahili; sahil veya huduttan uzak; içten, manevi; (i.) iç, dahil; iç yerler, iç kısım. interior decoration iç dekorasyon. interior planet güneş ile dünya arasında bulunan gezegen.

interj.

(kıs.) interjection.

interject

(f.) içine atmak, arasına katmak .

interjection

(i.) ünlem, nida; nida etme; söz arasına koyma. interjec- tional (s.), (gram.) ara söz kabilinden; ünlem şeklinde.

interlace

(f.) ağ gibi örmek, şebeke haline koymak; karıştırmak.

interlard

(f.) içine karıştırmak; (konuşmayı) süslü sözlerle doldurmak .

interleaf

(i.) (çoğ leaves) bir kitabın arasına konan boş sayfa.

interleave

(f.) kitabın sayfaları arasına boş yapraklar ilâve etmek.

interline

(f.) yazının satırları arasına başka yazı yazmak; kumaş ile iç astarı arasına orta astarı koymak. interlining (i.) orta astarı.

interlinear

(s.) satırlar arasına yazılmış.

interlineate

(f.) satırlar arasına yazı yazmak. interlineation (i.) satırlar arasına yazılan yazı.

interlink

(f.) halkalarla birbirine bağlamak .

interlock

(f.) birbirine bağlamak, birbirine kenetlemek; (mak.) birlikte işlemeleri için manivelaları birbirine bağlamak. interlocking directorates idare heyetleri ekseriyetle aynı üyelerden meydana geldiğinden birlikte çalışan şirketler.

interlocutor

(i.) başkası ile konuşan kimse; ABD komedyen üçlüsünü sorularıyle yöneten ortadaki adam. interlocution (i.) konuşma, mükâleme, muhavere. interloc'utory (s.) konuşmaya ait, konuşma niteliğindeki.

interlope

(f.) başkasının işine karışmak, tecavüz etmek. interloper (i.) başkasının işine burnunu sokan kimse.

interlude

(i.) arada olan olay; tiyatro ara piyesi, perde arası; (müz.) ara faslı.

interlunar

(s.) ayın görünmediği zamanla ilgili.

intermarriage

(i.) çeşitli aileler veya milletler arasında evlenme; yakın akrabalar arasında evlenme.

intermarry

(f.) değisik milletten birisi ile evlenmek; aileler arasında kız alıp vermek .

intermeddle

(f.) karışmak, müdahale etmek, qereksiz vere mudahale etmek .

intermedia

(i.), tiyatro bir gösteride filim, teyp bandı, renkli ışıklar gibi çeşitli teknikler kullanma .

intermediary

(s.), (i.) arada bulunan, aracılık eden, vasıta olan; meyan - cılık eden; (i.) vasıta, meyancı, aracı; ortada bulunan şey.

intermediate

(s.), (i.) ortadaki, orta seviyede bulunan, aradaki; (i.) orta seviyede bulunan şey; orta boy araba; meyancı, vasıta, aracı; (kim.) ara mamulü. intermediately (z.) ara yerde bulunarak; vasıta olarak .

interment

(i.) öIünün gömülmesi, defnetme.

intermezzo

(i.), tiyatro ara perdesi, iki perde arasında oynanan ufak piyes; fasılları birleştiren müzik parçası veya bale, küçük fasıl .

interminable

(s.) sonsuz, nihayetsiz, bitmez, tükenmez. interminably (z.) sonu gelmeyerek .

intermingle

(f.) birbirine karıştırmak veya karışmak.

intermission

(i.) aralık, fasıla; tatil, aralık verme; (tıb.) ateş nöbetlerinin arasındaki müddet. intermissive (s.) aralıklı, fasılalı, kesik kesik.

intermit

(f.) (ted, ting) ara vermek, geçici olarak tatil etmek. intermittingly (z.) ara vererek .

intermittent

(s.) arada kesilen, aralıklarla meydana gelen. intermittent fever (tıb.) belirli aralıklarla gelen ateş, sıtma. intermittence (i.) geçici olarak ara verme. intermittently (z.) zaman zaman durarak .

intermix

(f.) birbirine karıştırmak veya karışmak.

intermixture

(i.) muhtelif şeylerin birbirine karışması; karışmış şey, ka rışım, halita; ilave edilen şey.

intermural

(s.) duvarlar arasında olan.

intern

(f.), (i.) enterne etmek; (bir gemiyi bir limanda) hapsetmek; harp zamanında kapamak, alıkoymak, göz altına almak; (i.) stajını yapan tıp öğrencisi; staj yapan kimse.

internal

(s.), (i.) içe ait, içinde bulunan, dahili, iç; içilir (ilaç); içten, deruni, bâtıni. internal combustion engine iç yakımlı makina. internal evidence bir şeyin kendisinde bulunan delil. internal medicine dahiliye. internal revenue devlet geliri. internal structure iç bünye, iç yapı. internally (z.) dahili olarak, içten; iç tarafta, dahilde.

international

(s.) milletlerarası, beynelmilel, uluslararası, enternasyonal. international code Mors alfabesi; (den.) uluslararası işaret sancakları sistemi. Inter national Date Line Büyük Okyanus'ta gün değiştirme hattı. international Iaw milletlerarası hukuk. International Morse Code Beynelmilel Mors Alfabesi. International Phonetic Alphabet Milletlerarası Fonetik Alfabe. internationally (z.) milletlerarası olarak.

internationalism

(i.) milletler arasında birlik ruhu veya fikri, enter - nasyonalizm.

internationalist

(i.) enternasyonalizm taraftarı.

internationalize

(f.) milletlerarası kontrola sokmak, enternasyonal hale koymak, beynelmilel kılmak. internationalization (i.) milletlerarası bir hale getirme.

interne

(i.), (bak.) intern.

internecine

(s.) birbirini kırıp öIdüren; öIdürücü, mahvedici.

internee

(i.) enterne edilmiş kimse.

internist

(i.) dahiliye uzmanı.

internment

(i.) enterne ediliş. internment camp enterne kampı, temerküz kampı.

internode

(i.) boğum, bir sapın iki boğumu arasındaki kısım. internodal (s.) bu kısma ait .

internship

(i.) doktorluk stajı: staj devresi; staj bursu.

internuncio

(i.) Papa elçisi bulunmayan bir yabancı memlekete Vatikandan gönderilen siyasi memur; aracı, arabulucu. internuncial (s.) vücudun farklıl kılsılmlarını birbirine bağlayan (sinirler); Papa elçisi ile ilgili .

interoceanic

(s.) okyanuslar arasında bulunan, okyanusları birbirine bağlayan .

interosculate

(f.) (biyol.) bir birine bağlanmak; birbirinin arasına girmek .

interpellate

(f.) gensoru açmak. interpellation (i.) gensoru.

interpenetrate

(f.) tamamen içine girmek; birbirinin içine nüfuz etmek. interpenetra'tion (i.) tam olarak nüfuz etme.

interphone

(i.) (bina, gemi uçakta) muhtelif kısımlar arasında kullanılan dahili telefon .

interplanetary

(s.), (astr.) gezegenler arası.

interplay

(i.), (f.) karşılıklı etkileme; (f.) karşılıklı etkilemek.

interplead

(f.), (huk.) üçüncü bir şahsın hukukunu tespit veya tayin maksadıyle mahkemede birbiri ile davalaşmak. interpleader (i.), (huk.) bir borçlunun kendisinden alacak iddia eden iki kişiden hakiki hak sahibi olanın tespiti için bunlar arasında açılmasını istediği dava.

interpol

(i.) interpol.

interpolate

(f.) yazıya kelime veya ibare ilave ederek asıl metni değiştirmek; iki şey arasına başka bir şeyi sokmak; (mat.) ara değeri bulmak. interpola'tion (i.) ara değeri bulma; metne ilave.

interpose

(f.) iki şeyin arasına koymak; araya girmek, müdahale etmek .

interposition

(i.) araya girme, karışma, müdahale.

interpret

(f.) manasını izah etmek, tefsir etmek, yorumlamak; tercüme etmek, tercümanlık etmek. interpretable (s.) tercüme olunur; tefsiri mümkün. interpreta'tion (i.) yorum, tefsir, izah, mana. inter' pretative (s.) izah edici, yorumlayıcı.

interpreter

(i.) yorumcu; tercüman, mütercim.

interracial

(s.) ırklararası.

interregnum

(i.) ((çoğ.) -na, -nums) iki hükümdar devresi arasındaki hükümdarsız devre; hükümetin kanunen çaIışamadığı devre.

interrelation

(i.) karşılıklı münasebet. interrelated (s.) birbiri ile alâkası olan .

interrobang

(i.) soru işareti ile ünlem işaretinden icat edilmiş karışık bir işaret .

interrogation

(i.) sorguya çekme; soru sorma. interrogation point soru işareti .

interrogative

(s.), (i.) sorulu, sual ifade eden; (i.) soru edatı, soru kelimesi .interrogatively (z.) soru sorarak.

interrogator

(i.) sorgu yargıcı; sual soran kimse.

interrogatory

(s.), (i.) soru türünden, soru belirten, sual ifade eden; (i.), (huk.) yazılı olarak sorulan sorular .

interrogete

(f.) sorguya çekmek; sual sormak .

interrorem

(Lat.) ikaz etmek için, korkutmak için.

interrupt

(f.) kesmek, aralık açmak, ara vermek, fasıla vermek; intizamını bozmak, arasını kesmek; birinin sözünü kesmek, birinin işine mâni olmak. interrupted (s.) kesilmiş. interruptedly (z.) aralıklarla, fasılalarla. interruptive (s.) arayı kesici. interruptively (z.) arasını keserek.

interrupter

(i.) arasını kesen kimse veya şey; (elek.) birden cereyanı kesen ve veren tertibat, kesici tertibat .

interruption

(i.) ara, fasıla, kesilme, inkıta, arası kesilme.

interscholastic

(s.) okullar arası.

intersect

(f.) kesişmek; katetmek, kesmek, ikiye bölmek, birbiri üzerinden geçmek (yol).

intersection

(i.) kesişme, kavşak; (geom.) kesişme noktası veya hattı, ara kesit.

intersession

(i.) tatil.

interspace

(f.), (i.) ara vermek, aralık bırakmak; (i.) ara, aralık, fasıla .

intersperse

(f.) arasına serpmek, karıştırmak. interspersion (i.) serpiştirme.

interstate

(s.) ABD eyaletleri arasında olan .

interstellar

(s.) yıldızlar arasında vaki olan, yıldızlar arasındaki mesafelere ait.

interstice

(i.) yarık, çatlak; birbirine yakın iki parça arasındaki açıklık.

interstitial

(s.) çatlağa ait; dokulararasında bulunan.

interstratified

(s.), (jeol.) başka tabakalar arasında tabaka olarak bulunan.

intertexture

(i.) bir şeyin başka şeyler arasına veya muhtelif şeylerin birbirine örülüp karışması.

intertribal

(s.) kabileler arasında olan.

intertropical

(s.) iki dönence arasında bulunan.

intertwine

(f.) birbirine örmek veya sarmak; örülmek, sarılmak. intertwiningly (z.) birbirine örerek.

interurban

(s.) kasaba veya şehirler arasında bulunan, şehirleri birbirine bağlayan (demiryolu, telefon).

interval

(i) aralık, fasıla, mesafe, ara; müddet, zaman; (müz.) iki ses arasındaki perde farkı, enterval, aralık. at intervals aralarla, fasılalarla, zaman zaman, ara sıra.

intervene

(f.) karışmak, araya girmek, müdahale etmek, düzeltme maksadıyle araya girmek; arada bulunmak; diğer olaylar arasında meydana gelmek; aracılık yapmak; (huk.) nüfuzunu kullanmak, dava dahili olmak. intervention (i.) aracılık; müdahale, karışma.

interview

(f.), (i.) röportaj yapmak, görüşmek; (i.) görüşme, mülakat, röportaj.

intervolve

(f.) birbirine sarmak; birbirine dolaşmak .

interweave

(f.) (wove, woven) beraber dokumak, dokuyarak birbirine birleştirmek; birbirine karıştırmak.

interwind

(f.) (wound) birbirine sarmak, bir arada bükmek.

intestate

(s.), (i.) vasiyetname bırakmadan ölen; vasiyetnameye girmemiş; (i.) vasiyetname bırakmadan ölen kimse. intestacy (i.) vasiyetsiz öIme.

intestine

(s.) dahili, memleket içinde vuku bulan (özellikle kötü şeyler için kullanılır).

intestine

(i.) bağırsak. Iarge intestine kalın bağırsak. small intestine ince bağırsak. intestinal (s.) bağırsaklara ait.

inthrall

(bak.) enthrall.

inthrone

(bak.) enthrone.

intimate

(f.) ima etmek, dolayısıyle anlatmak. intima'tion (i.) ima.

intimate

(s.), (i.) çok yakın dostluk ve ilişkiye ait; deruni, içten, yürekten, candan; mahrem; yakından; (i.) teklifsiz dost; candan arkadaş. be intimate with ile samimi olmak; kanun dışı cinsi münasebeti olmak. intimacy (i.) mahremiyet, teklifsiz dostluk. intimately (z.) samimi bir şekilde .

intimidate

(f.) gözünü korkutmak, sindirmek, yıldırmak. intmida'tion (i.) gözdağı verme.

into

edat içine, dahiline, -e, -ye, içeri. be into ile meşgul olmak, meraklısı olmak; (bir kimseye) borçlu olmak

intolerable

(s.) çekilmez, dayanılmaz, tahammül olunmaz. intolerabil'ity (i.) dayanılmaz hal. intolerably (z.) çekilmez derecede.

intolerant

(s.) hoşgörüsüz, müsamahasız; tahammülsüz. intolerance (i.) müsamahasızlık, hoş görmeme. intolerantly (z.) müsamaha göstermeden.

intomb

(bak.) entomb.

intonate

(f.) monoton bir makamla okumak; (dilb.) seslenmek .

intonation

(i.) konuşma şekli, şive, ses tonunun yükselip alçalma şekli; (müz.) doğru ses perdesi, seslem, tonotüm.

intone

(f.) monoton bir makamla okumak; belirli bir ses vermek.

intoto

(Lat.) bütünüyle, hep beraber, tamamıyle.

intoxicant

(s.), (i.) sarhoş edici; (i.) sarhoş eden madde.

intoxicate

(f.) sarhoş etmek, mest etmek; sevinçten çılgın hale sokmak; (tıb.) zehirlemek. intoxica'tion (i.) sarhoşluk, mest oluş; (tıb.) zehirlenme.

intr.

(kıs.)intransitive.

intra

önek içinde bulunan.

intracostal

(s.) göğüs kemiğinin iç tarafında olan.

intractable

(s.) inatçı, serkeş; kolay kontrol edilemeyen, yola getirilemeyen. intractabil'ity, intractableness (i.) kolaylıkla yola getirilememe. intrac'tably (z.) kolayIıkla kontrol edilemeyecek şekilde.

intrados

(i.), (mim.) kemerin asıl iç kavsi.

intramolecular

(s.) molekül içinde bulunan veya meydana gelen.

intramural

(s.) mektep içinde yapılan, bir okulun sınıfları arasında olan (oyun, müsabaka).

intramuscular

(s.) kasın içine zerkedilen, kasın içini etkileyen.

intrans.

(kıs.) intransitive.

intransigent

(s.), (i.) uzlaşmaz, uzlasması imkansız; (i.), (pol.) uzlaşmayan kimse, ihtilafçı. intransigence (i.) uyuşmazlık, ihtilafta inat.

intransitive

(s.), (gram.) geçişsiz, nesnesi olmayan, nesnesiz (fiil), (abbr.) (nsz.) intransitively (z.) geçişsiz olarak .

intrauterinedevice

(tıb.) hamileliği önlemek için kullanılan ve dölyatağı yoluna yerleştirilen küçük alet, spiral .

intravenous

(s.) damarın içinde bulunan veya damarın içine tesir eden.

intrench

(bak.) entrench.

intrepid

(s.) yılmaz, korkusuz, cesur, yiğit. intrepid'ity (i.) yiğitlik. intrep'idly (z.) yiğitçe.

intricate

(s.) karışık, sökülmez, müşkül, muğlak, anlaşılması güç; girintili çıkıntılı. intricacy, intricateness (i.) şaşırtıcı derecede karışık olma. intricately (z.) karışık olarak.

intrigant

(i.) (Fr.) entrikacı, hilekâr, dalavereci.

intrigue

(i.) entrika, desise, hile; el altından görülen iş; gizli aşk macerası; merak uyandırabilme kabiliyeti; hikâyeyi ilginç bir duruma sokan karışık olaylar.

intrigue

(f.) merakını uyandırmak, ilgisini çekmek; şaşırtmak; el altından iş görmek, entrika çevirmek, dalavere yapmak, hilekârlık etmek; gizlice sevişmek. intriguingly (z.) merakını uyandırarak .

intrinsic, sical

(s.) aslında olan, esasi, yaradılıştan, hakiki. intrinsically (z.) aslında olarak.

intro

önek içe doğru.

introd.

(kıs.) introduction, introductry.

introduce

(f.) takdim etmek, tanıştırmak; ortaya çıkarmak, ortaya koymak, teklif etmek; tanıtmak; yeni bir bilgi getirmek; öğretmek, usulünü göstermek; içine sokmak; öne sürmek; başlamak, açmak .

introduction

(i.) takdim, tanıştırma; tavsiye mektubu; kitap önsözü; başlangıç; giriş; ortaya getirilen veya konan şey.

introductory

(s.) önsöz veya tavsiye kabilinden; tanıtma maksadıyle yapılan.

introit

(i.) dini ayinin başlangıcında sesle okunan ilâhi.

introjection

(i.), (psik.) kendisini başka biri veya başka bir şey zannetme.

intromission

(i.) bir şeyin başka bir şeyin içine sokulması.

introspect

(f.) kendi düşünce veya hislerini tahlil etmek. introspection (i.) kendi düşünce ve hislerini tetkik ve tahlil etme, murakabe, iç gözlem. introspective (s.) kendi kendini tetkik kabilinden .

introvert

(i.), (f.) içedönük kimse, içine kapanık kimse; (biyol.) kendi içine çevrilen uzuv; (f.) içeriye doğru çevirmek veya eğmek; düşüncelerini kendi üzerine çevirmek; (zool.) bir uzvu kendi içine çevirmek (salyangoz gözü gibi). introver'sion (i.) içeriye doğru dönme veya çevrilme.

intrude

(f.) zorla içeriye sokmak; istenilmeyen bir yere müsaadesiz ve davetsiz girmek; (jeol.) tabakalar arasına sokmak (volkanik kaya) .

intruder

(i.) davetsiz misafir, hakkı olmadığı yere giren kimse.

intrusion

(i.) zorla içeri girme, fuzuli işgal; davetsiz olarak sokulma, müsaadesiz şekilde araya girme.

intrusive

(s.) müsaadesiz gelip zorla içeri giren; (jeol.) tabakalar arasına giren (volkanik kaya) intrusively (z.) tabakalar arasına girerek. intrusiveness (i.) zorla içeri girmeye meyli olma.

intrust

(bak.) entrust.

intubate

(f.), (tıb.) boğaz gibi bir nefes alma organının içine boru sokmak (difteride). intubation (i.) boru sokma ameliyesi.

intuition

(i.) içine doğma; muhakeme kullanmadan meydanda olmayan bir şeyi sezme, sezgi. intuitional (s.) içe doğma ile ilgili, sezgili .

intuitionism

(i.), (fels.) hakikatlerin akıl ve bilgi ile değil de sezgi yolu ile ortaya çıkarılabileceğini ileri süren öğreti; duyularımızla algıladığımız cisimlerin gerçek olduğunu savunan öğreti; insanın sezgi anlayışına sahip olduğunu ve bununla doğru ahlâk kaidelerini bulacağını savunan öğreti. intui'tionist (i.) bu felsefeyi savunan kimse.

intuitive

(s.) sezgi yolu ile anlaşılan veya öğrenilen. intuitively (z.) sezgi ile .

intumescent

(s.) şişen, kabaran; hararetle büyüyen. intumescence (i.) şişme, kabarma.

intussusception

(i.), (biyol.) içine alma; (tıb.) bir kısım bağırsağın yanındaki kısmın içine girmesi; yiyecek gibi yabancı bir maddenin vücuda girerek doku haline gelmesi.

intwine

(bak.) entwine.

intwist

(bak.) entwist.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL