NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

n ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: n
Bulunan Sonuç: 684

n

kıs. Nationalist Navy, New, Noon, Norse, North, Northern, November.

n

kıs. nephew, neuter, new, nominative, noon, north, northern, noun, number.

n

kıs.nitrogen, north, northern.

n , n

i. İngiliz alfabesinin on dördüncü harfi; kim. azotun simgesi; mat. belirsiz bir sayı.

n.b.

kıs. New Brunswick, North Britain; k.h. nota bene İyice dikkat et.

n.c.o.

kıs. noncommissioned officer.

n.d.

kıs. no date.

n.lat.

(kıs.) north latitude.

n.w.

(kıs.) nortwest.

naacp

kıs. National Association for the Advancement of Colored People.

nab

f. (-bed, -bing) k.dili yakalamak, tutmak, ele geçirmek.

nabob

i. Hindistan'da zengin olmuş Avrupalı; çok zengin ve lüks hayat yaşayan adam; Hindistan'da Moğollar zamanında prens veya vali; Hindistan'da bazı Müslüman büyüklerine verilen ünvan.

nacelle

i. uçakta motor yeri.

nacre

i. sedef. nacreous s. sedefli.

nadir

i., astr. ayakıcı; en aşağı safha veya nokta.

nag

i. ufak binek atı; ihtiyar at.

nag

f. (-ged,- ging) i. daima kusur bulmak, durmadan azarlamak, dırdır etmek, rahatsız etmek; i. dırdır eden kimse.

naiad

i., mit. su perisi, ırmaklar ve çeşmeler perisi.

nail

i. çivi, mıh; tırnak; hayvanlarda tırnak yerine bulunan pençe veya toynak; 5,7 santimetrelik kumaş ölçü birimi. nail brush tırnak fırçası. nail file tırnak törpüsü. nail polish tırnak cilâsı. nail puller kerpeten, kıskaç. nail scissors tırnak makası. drive the nail home çiviyi iyice çakmak; iddiayı ispatlamak. hard as nails iyi idman gör- müş, çok kuvvetli; çok sert. hit the nail on the head tam doğrusunu söylemek veya yapmak, tam yerinde söz söylemek. on the nail hemen, derhal; söz konusu.

nail

f. mıhlamak, çivilemek; sıkı sıkı bağlamak, kavramak; (argo) tutmak; yakalamak; (argo) (bir yalanı) meydana çıkarmak; (argo) çalmak; (argo) vurmak. nail down çivilerle sabitleştirmek; garantiye almak. nail up çivilerle kapatmak.

nainsook

i. nansuk.

nairobi

i. Nairobi, Kenya'nın başkenti.

naive

s. saf, bön, toy, tecrübesiz; denenmemiş. naively z. safça. naivete i. saflık, bönlük, tecrübesizlik.

naked

s. çıplak, üryan, yalın; bot. çıplak, örtüsüz; çaresiz, savunmasız, silâhsız; açık; yalçın; huk. ispatsız, sade, kuru, geçersiz. naked ape insan. stark naked çırılçıplak, anadan doğma. the naked eye çıplak göz. the naked truth salt gerçek. nakedly z. çıplak olarak; açıkça. nakedness i. çıplaklık.

namable nameable

s. isimlendirilebilir; şöhrete lâyık, unutulmaz.

namby-pamby

s., i. yavan, tatsız, tatsız şekilde duysal; sıkılgan, kararsız; i. kararsız kimse, sıkılgan kimse.

name

i., f., s. ad, isim; nam, şöhret, ün; ünvan; kızgınlık belirten hitap şekli; şöhretli kimse; dış görünüş; Tanrının kutsal ismi; f. ad koymak, isim vermek, ismiyle çağırmak; ismini vermek; belirtmek; tayin etmek; memur etmek; s. ismi olan; A.B.D., k.dili tanınmış; ismini veren. name plate tabela. Name your price. İstediğiniz fiyatı söyleyin. Ne isterseniz vereceğim. by name ismiyle, isminde; ismen. call one names birine sövüp saymak, küfürler savurmak; kızdırmak için isim takmak. Christian name vaftiz ismi; öz ad. family name soyadı, aile ismi. He has a bad name. Kötü şöhreti var. Adı kötüye çıkmış. I havent a penny to my name. Hiç param yok. I know him by name. İsmen tanıyorum. in name sözde, ismen. in the name of namına, yerine; başı için, hakkı için, aşkına. maiden name bir kadının evlenmeden evvelki soyadı. make a name for oneself ad yapmak. of the name of isminde, ismiyle, namında. the name of the game asıl sorun. to ones name kendine mahsus.

name-dropping

i., k.dili kendine paye vermek için şöhretli isimlerden bahsetme.

nameless

s. isimsiz, adsız, adı belli olmayan; adı konmamış; tanımlanamayan; bahsedilmeye layık olmayan; gayri meşru.

namely

z. yani şöyle ki.

namesake

i. adaş, aynı adı olan kimse.

namibia

i. Namibia, Güneybatı Afrika.

nana

i., A.B.D. nine.

nanism

i. cücelik.

nankeen , nankin

i. devetüyü renginde Çin pamuklu kumaşı, kahverengimsi sarı renkten pamuk bezi; çoğ. bu bezden yapılan giysi; kahverengimsi sarı renk.

nanking

i. Nanking.

nanny

i., İng. dadı

nanny

i., nanny goat dişi keçi.

nano

(önek) çok küçük; bilyonda bir.

naos

i., mim. eski mabet ve bundaki iç oda.

nap

f. (-ped,- ping) i. uyuklamak, hafif uykuya dalmak, kestirmek, şekerleme yapmak; gafil bulunmak; dikkatsiz davranmak; i. hafif kısa uyku, şekerleme. I caught him napping. Onu gafil avladım. Hazırlıksız tuttum.

nap

i., f. (-ped,- ping) (çuha) tüylü yüz, bazı tüylü kumaşların yüzündeki kısa iplikler; f. bezi fırçalayarak tüylendirmek. napless s. tüysüz, tüyü dökülmüş.

napalm

i. benzinle karıştırılarak bir yakıt meydana getiren pelte gibi bir bileşim, napalm.

nape

i. ense.

napery

i. sofra örtüleri ve peçeteleri.

naphtha

i. neftyağı, gazyağının çok hafif bir cinsi; petrol.

naphthalene , naphthaline

i., kim. naftalin.

napiform

s. turp şeklinde (kök).

napkin

i. peçete, peşkir; İng. çocuk bezi; sıhhi pamuk, hijyenik bağ. napkin ring peçete halkası.

naples

i. Napoli şehri. Naples yellow antimon boyası, açık sarı boya.

napoleon

i. pötifur; yirmi franklık Fransız altını, Napolyon altını, bir iskambil oyunu; b.h. Napolyon. Napoleonic s. Napolyon'a ait.

nappe

i. ileri doğru çıkmış yukaç.

nappy

i. yayık tabak.

nappy

s., i. sert; sarhoş; i., (İskoç) sert bira.

nappy

s. havlı, tüylü; kıvırcık.

nappy

i., İng, k.dili çocuk bezi.

narceine

i., kim. afyondan çıkarılan acı beyaz alkaloit.

narcissism

i. kendine hayran olma, narkislik, narkisizm.

narcissus

i. nergis çiçeği, zerrin, fulya, bot. Narcissus; b.h. Yunan efsanesine göre suda gördüğü kendi hayaline âşık olan genç adam.

narcomania

i. narkotik tiryakiliği.

narcosis

i., tıb. ilaç ile meydana gelen uyuşukluk, narkoz.

narcotic

s., i. uyuşturucu, uyuşukluk verici, narkotik; i. uyuşturucu ilâç, narkotik; narkotiğe alışmış kimse; uyuşturucu herhangi bir şey. narcotize f. ilâç ile uyuşturmak veya uyutmak.

nard

i. hint sümbülü, bot. Nardostachys jatamansi; sümbül yağı.

nares

i., çoğ., anat. burun delikleri.

nargile , narghile

i. nargile.

nark

i., f. İng, (argo) hırsızları tongaya düşüren kimse; f. tongaya düşürmek.

nark

i., A.B.D., (argo) narkotik ajanı.

narrate

f. nakletmek, hikaye etmek, söylemek, anlatmak. narra'tion i. anlatım, anlatış; hikaye, fıkra.

narrative

i., s. hikaye, fıkra; hikaye söyleme sanatı; s. hikaye kabilinden.

narrow

s., i., f. dar, ensiz; sınırlı; dar düşünceli, dar fikirli; darlık içinde; cüzi, az; sıkı, dikkatli; İng., leh. hasis, tamahkar, cimri; i. dar geçit, çoğ. dar boğaz; f. daraltmak, eninden almak; sınırlamak; kısmak; daralmak, çekmek, ensizleşmek. narrow circumstances fakirlik, parasızlık, darlık. nar row escape darı darına kurtulma, ucuz kurtulma. narrow gage (gauge) ray aralığı 141 cm. olan demiryolu; dekovil. by a narrow majority az bir çoğunlukla. the Narrows Çanakkale boğazının en dar kısmı. narrowly z. dar, güçbelâ, darı darına.

narrow-minded

s. dar fikirli, dar görüşlü, bağnaz.

narthex

i., mim. kiliselerde dış dehliz.

narwhal , narwale, narwhale

i. denizgergedanı, zool. Monodon monoceros.

nary

s., leh. hiçbir.

nasa

kıs. National Aeronautics and Space Administration.

nasal

s., i. buruna ait; genizden veya burundan gelen; dilb. genzel; i., dilb. genizsi ses, burun sesi; anat. burun kemiği. nasal cavity burun boşluğu. nasal fossa, nasal passage geniz. nasal letter genizden okunan harf. nasally z. genizden.

nascent

s. gelişmeye başlayan, oluş halinde olan, olgunlaşmamış. nascency i. doğuş, meydana geliş, başlangıç.

nasofrontal

s., anat. burun ile alın bölgesine ait.

nasturtium

i. latin çiçeği, bot. Tropaeolum.

nasty

s. tiksindirici, iğrenç; kötü, çirkin; hoşa gitmeyen; ayıp, edepsiz, müstehcen; sıkıcı, sinirlendirici; pis, çok kirli, murdar. nasty blow ağır darbe, tehlikeli vuruş. nasty dose acı veya pis kokulu ilâç. nasty sea fırtınalı deniz. nasty story müstehcen hikâye. Don't be nasty iğrenç olma. nastily z. iğrenç bir şekilde. nastiness iğrençlik.

nat

kıs. national, natural.

natal

s. doğuşa ait, doğuş gününe ait; (şiir) doğuş yerine ait. natal day doğuş günü. natal star astrol. insanın altında doğduğu yıldız.

natality

i. doğum oranı.

natant

s. suda yüzen.

natation

i. yüzme; yüzgeçlik. na'tatory, natato'rial s. yüzmeye veya yüzgeçliğe ait.

natatorium

i. özellikle üstü kapalı yüzme havuzu.

nates

i., çoğ. kalça.

nation

i. millet, ulus; budun, kavim. nation-vide s. bütün millete ait. maritime nation denizci millet, denizden geçinen millet. most favored nation bak. favor.

national

s., i. milli, ulusal, millete ait; i. yurttaş, vatandaş. national anthem milli marş veya şarkı. National Assembly Millet Meclisi. national bank milli banka; Amerika'da bankınot çıkarmaya yetkisi olan banka. national church bir devletin resmi kilisesi. national committee A.B.D. bir partinin yürütme kurulu. national congress millet meclisi. national debt devlet borcu. National Gallery Londra'da bir resim müzesi. National Guard A.B.D.'nde milis teşkilâtı. national monument milli anıt. national park milli park. nationalism i. milliyetçilik, ulusçuluk, milletseverlik. nationalist i. milliyetçi. nationalis'tic s. milliyetçiliğe ait. nationalize f. millileştirmek, milletin emrine vermek; millet haline koymak. nationally z. milletçe.

nationality

i. millet; milliyet; vatandaşlık; milli özellikler.

native

s., i. yerli, tabii, doğal; doğuştan; basit, suni olmayan; i. bir yerde doğan kimse; yerli mal veya hayvan. native-born s. doğma büyüme,yerli. nativecitizen doğuştan vatandaşlık hakkı olan kimse. native land anavatan, anayurt, asıl mem- leket.

nativism

i. yerlilerin yabancılardan üstün tutulması, yerlilerin hak ve çıkarlarını koruma siyaseti; fels. doğuştan gelen fikirlerin var olduğunu ileri süren öğreti.

nativity

i. doğuş; astrol. doğuşta bakılan yıldız falı. the Nativity Hazreti İsa'nın doğuşu.

nato

kıs. North Atlantic Treaty Organization.

natrium

i. sodyum.

natron

i., min. tabii sodyum karbonat.

natter

f., İng. gevezelik etmek.

natty

s. temiz süslü, zarif.

natural

s., i. doğal, tabii, asıl, doğuştan; normal, suni olmayan; tabiata uygun; müz. doğal, natürel; i., A.B.D., k.dili doğuştan hünerli kimse; müz. be kar; piyanonun beyaz tuşu; (eski) doğuştan budala. natural child gayri meşru çocuk; öz çocuk. natural childbirth ilaçsız ve ağrısız doğum; böyle doğum için hazırlık metodu. natural color asıl renk. natural gas yeraltından elde edilen ve yakıt olarak kullanılan metanlı gaz. natural history tabiat bilgisi. natural philosophy eski fen, tabiat bilgisi. natural resources doğal kaynaklar. natural rights huk. doğal haklar. naturally z. tabii şekilde, doğuştan; tabii, şüphesiz. naturalness i. tabiilik.

naturalism

i. doğacılık; tabii hal, tabii hisse dayanan düşünüş, eğilim veya hareket; ilah. yalnız tabiata dayanan ahlâk ve din veya felsefe.

naturalist

i. tabiat bilgisi uzmanı; natüralizm ögretisine bağlı kimse. naturalistic s. tabiata uygun, doğaca; tabiat bilgisine ait; natüralizm ekolüne ait.

naturalize

f. yabancı uyrukluğa kabul etmek; yabancı kelimeleri lisana almak; bir bitki veya hayvanı yerlileştirmek; tabiata uydurmak, tabiileştirmek; yerlisi gibi olmak; tabiatı incelemek. naturaliza'tion i. uyrukluğa kabul; yerlileşme; yerlileştirme.

nature

i. tabiat, mizaç, yaradılış, maya; doğa, tabiat, âlem, dünya; varlıklar, yaratlklar; kâinat; ilah. insan ahlâkının düzelmemiş hali; içgüdü; çeşit; doğal durum. nature worship doğaya tapma, doğacılık. against nature tabiata aykırı. by nature tabiatıyle, yaradılışta, doğuştan. copied from nature tabiattan alınmış. freak of nature hilkat garibesi. good natured iyi huylu, güler yüzlü. human nature insan tabiatı. in the nature of things durumun gerektirdiği şekilde. second nature tabiat hükmüne geçen şey, tabii gelen şey.

naught , nought

i. hiç, hiç bir şey; sıfır. come to naught boşa çıkmak. set at naught hiçe saymak, önem vermemek.

naughty

s. yaramaz, haylaz; serkeş; münasebetsiz; fena; ahlaksız. naughtily z. haylazca. naughtiness i. yaramazlık; münasebetsizlik.

naupaktos

i. Yunanistan'da İnebahtı limanı.

nauru

i. Nauru adası.

nausea

i. mide bulantısı; deniz tutması; tiksinme, iğrenme.

nauseate

f. midesini bulandırmak, iğrendirmek, tiksindirmek; midesi bulanmak, tiksinmek, nefret etmek. nausea'tion i. mide bulantısı.

nauseous

s.mide bulandırıcı, tiksindirici.nauseously z. mide bulandırarak. nauseousness i. mide bulan- tısı; mide bulandırıcı olma.

nautical

s. denizciliğe veya denizcilere ait, bahri, denizel, denizsel. nautical astronomy göksel cisimlere göre geminin yerini belirtmekle ilgili astronomi dalı, denizel astronomi. nautical mile deniz mili (1852 metre). nautical science denizcilik ilmi. nautical tables gemicilerin kullandığı hesap cetvelleri.

nautilus

i. (çoğ. -luses, Lat. -li) kafadanbacaklı yumuşakçalar grubundan sedefli deniz helezonu.

naval

s. harp gemilerine ait; denizel, bahri. naval academy deniz harp akademisi. naval architecture gemi inşaatçılığı. naval base deniz üssü. naval forces deniz kuvvetleri. naval officer deniz subayı. naval power harp donanması olan memleket. naval reserves deniz ihtiyat kuvvetleri. naval stores deniz malzemesi.

nave

i. dingil başlığı, tekerlek poyrası.

nave

i. büyuk kiliselerin binanın diğer kısımlarından yüksekçe olan uzun ve dar orta kısmı.

navel

i. göbek; orta yer, merkez. navel cord tıb. göbek kordonu. navel orange göbekli ve çekirdeksiz portakal, Yafa portakalı.

navelwort

i. saksıgüzeli, bot. Umbilicus pendulinus.

navicert

i., İng. harp halinde bulunan bir devletin tarafsız bir gemiye verdiği serbest geçiş belgesi.

navicular

s. kayık şeklinde. navicular bone anat. sandal kemik (el ve ayak bileğindeki). navicular disease atların topuk kemiğine arız olan bir hastalık.

navigable

s. içinde gemi veya kayık gezebilir, gidiş gelişe elverişli; dümen kullanılması olanaklı; hareket ettirilebilir (balon). navigabil'ity, navigableness i. gidiş gelişe elverişli olma (sular).

navigate

f. gemi ile gezmek, gemi kullanmak, gidip gelmek; içinde gemi ve kayıkla gezmek; kaptanlık etmek, kılavuzluk etmek. naviga'tion i. gemi seferi; gemilerin gidiş geliş yollarının haritasını çizme ilmi; denizcilik.

navvy

i., İng. kanal veya demiryolu işçisi.

navy

i. donanma, devletin gemi kuvveti; deniz kuvvetleri; deniz filosu. navy bean küçük kuru fasulye. navy blue lacivert, koyu mavi. navy yard harp gemileri tersanesi.

nawab

i. Moğollar zamanında Hindistan'da Müslüman hükümdar.

naxos

i. Ege Denizinde Naksos adası.

nay

z., i. (eski) hayır, yok; hem de, hatta, yalnız bu değil, bundan başka; i. ret, inkâr, menetme; olumsuz oy; olumsuz oy veren kimse. He will not take nay. Yok sözünden anlamaz. Ret tanımaz.

nazarene

i. Nasıra şehrinin yerlisi, Nasıralı; Nasrani, Hıristiyan; ilk Hıristiyanlık devirlerinde bir Yahudi Hıristiyan mezhebi üyesi. the Nazarene Hazreti İsa.

nazareth

i. İsrail'de Nasıra şehri.

nazi

i. Alman Sosyalist- Milliyetçi partisi üyesi, Hitler taraftarı, Nazi.

nc

kıs. North Carolina.

nd

kıs. North Dakota.

ne

kıs. Near East, New England, North east.

ne

kıs. Nebraska.

ne'erdowell

hiç bir işi beceremeyen (kimse).

neanderthal

s., antro. Orta Avrupa'da iskeleti bulunan ve kaba taşçağında yaşamış olan ilkel insana ait.

neap

i., neap tide on beş günde bir meydana gelen ve alçalma ile yükselmenin en az olduğu gelgit.

neapolitan

s., i. Napoli şehrine özgü veya onunla ilgili; i. Napolili. Neapolitan ice cream katmerli dondurma.

near

z., s., (edat) yakın, yakında; hemen hemen, az daha, neredeyse; aşağı yukarı, yaklaşık olarak; şuracıkta; s. yakın; teklifsiz, sıkı, samimi; sadık (tercüme); soldaki (araba veya at); cimri, eli sıkı; (edat) bitişik, yakın. near at hand yakın. near beer hafif bira. nearby s., z. yakın; z. yanında. Near East Yakın Doğu. near rhyme yaklaşık kafiye. nearsighted s. miyop, uzağı iyi göremeyen. nearness i. yakınlık.

near

f. yaklaşmak, yakına gelmek.

nearly

z. yakından; az daha, neredeyse, hemen hemen. as nearly as I can tell yaklaşık olarak, bildiğim kadarıyle.

neat

s. temiz ve düzgün, zarif, zevkli; katkısız, halis, su katılmamış (içki); zeki, hünerli; (argo) harika. neat as a pin son derece zarif. neatly z. temizce. neatness i. temizlik, düzgünlük.

neath

(edat), leh. veya (şiir) altında.

neatsfootoil

sığır paçasından alınan ve köseleyi yumuşatmak için kullanılan yağ.

nebbish

s., i. zavallı (kimse).

nebula

i. (çoğ. -lae) astr. pek uzak olduğundan bulut gibi görünen yıldızlar yığını, nebula; tıb. gözbebeğine arız olan duman. spiral nebula sarmal yapılı yıldız takımı, spiral nebula.

nebular

s. bulut gibi görünen yıldız kümesine ait. nebular hypothesis güneş sisteminin aslında bulut şeklinde bir madde yığınından ileri gelmiş olduğu varsayımı.

nebulous

s. bulutlu, dumanlı, bulanık; karışık; astr. bulutumsu, nebülöz. nebulos'ity i. bulutluluk, bulanıklık. nebulously z. belirsiz olarak. nebulousness i. belirsizlik.

necessary

s., i. gerekli, zorunlu, lüzumlu, zaruri, lâzım; çaresiz, kaçınılmaz; i., gen. çoğ. gerekli şey. necessarily z. ister istemez; muhakkak.

necessitate

f. gerektirmek, icap ettirmek; zorunlu kılmak.

necessity

i., gen. çoğ. gerekli şey; ihtiyaç, zaruret, gerekseme, lüzum; kaçınılmaz durum. logical necessity mantıki ihtiyaç. of necessity zaruri olarak. physical necessity tabii ihtiyaç.

neck

i., f. boyun; boyun gibi şey; iki kara parçasını birleştiren dil, kıstak; boğaz; müz. keman sapı; elbise yakası; f., A.B.D., (argo) sevişirken kucaklaşıp öpüşmek. neck and neck yarışta at başı beraber. break ones neck boynu kırılmak; azami gayreti sarfetmek. fall on one's neck birinin boynuna sarılmak. get it in the neck ağır darbe yemek. risk one's neck hayatını tehlikeye koymak. stiff neck tutulmuş boyun. wry neck eğri boyun.

neckband

i. elbisede dik yaka.

neckerchief

i. boyun atkısı.

necking

i. A.B.D., (argo) sevişirken kucaklaşıp öpüşme.

necklace

i. gerdanlık, kolye.

necktie

i. kravat, boyunbağı.

neckwear

i. boyuna takılan şeyler.

necrology

i. bir yer veya zamanda ölenlerin isim listesi; olmuş bir kimse hakkında yazılan yazı. necrological s. ölülerin isim listesine ait. necrologist i. ölmüş kimseler hakkında yazı yazan kimse.

necromancy

i. ölülerle haberleşerek fala bakma; sihirbazlık, büyücülük. necromancer i. büyücü, sihirbaz. necroman'tic s. büyücülük yapan; büyü kabilin- den; şaşılacak, harikulade.

necrophilia

i. psik. ölülere karşı şehvet duyma.

necropolis

i. eski bir şehrin büyük kabristanı; mezarlık.

necrosis

i. (çoğ. ses) tıb., bot. bir dokunun çürüyüp ölmesi, kangren, nekroz.

necrotic

s. çürüyen.

nectar

i., mit. nektar (tanrıların içkisi), abıhayat, bengisu; bot. balözü, nektar.

nectarine

i. tüysüz şeftali, durakı.

nee

s. evlenmeden evvelki soyadıyle.

need

i., f. ihtiyaç, lüzum, gereklik; eksiklik; yolsuzluk, fakirlik zaruret; f. muhtaç olmak, gereksemek istemek; lâzım olmak . if need be icabında, gerekirse.

needful

s. gerekli, lâzım, elzem, zaruri. needfulness i. gereklik.

neediness

i. ihtiyaç hali, yoksulluk, fakirlik.

needle

i., f. iğne; örgü şişi; tığ; iğne gibi şey, sivri şey; ucu sivri dikili taş veya kaya; pusula ibresi, ibre; çamlarda iğne yaprak;f. iğne ile dikmek veya tutturmak; iğne ile veya iğne gibi delmek; k.dili sinirlendirmek, iğnelemek; iğne ile deşmek; iğne şeklinde kristal haline koymak; A.B.D., k.dili alkol derecesini artırmak. needle bath çok ince delikli duş. needlefish i. zargana, zool. Belone vulgaris needle lace iğne ile yapılmlş dantel, oya işi. needle time ing., radyo plak müziği dinletilen saat. needle valve mak. karbüratör iğnesi. crochet needle dantel iğnesi, tığ. hypodermic needle enjeksiyon iğnesi, aşı iğnesi. look for a needle in a haystack saman yığınında iğne aramak, imkânsız şeyi bulmaya çalışmak. magnetic needle pusula ibresi. on the needle A.B.D., (argo) esrar tiryakisi, slang. metizmenos .

needlepoint

i. çok ince uç; oya işi.

needless

s. gereksiz, lüzumsuz, istenmeyen. needlessly z. gereksizce. needlessness i. gereksizlik.

needlework

i. iğne işi.

needs

z., (eski) ister istemez. must needs muhakkak.

needy

s. muhtaç, fakir, yoksul.

neer

z., (şiir) hiç, asla.

nefarious

s. fena, kötü, yakışmaz, alçak. nefariously z. kötülükle, alçakça. nefariousness i. alçaklık.

neg.

kıs. negative.

negate

f. reddetmek, inkâr etmek; olmadığını ispat etmek; iptal etmek.

negation

i. inkar, red; eksiklik, yokluk; olumsuz şey; hükümsüzlük.

negative

s. olumsuz, menfi; mat. negatif, menfi; aksi, ters; elek. menfi, negatif; gram. olumsuz, onaysız. negative evidence olumsuz kanıt. negative in come tax hükümetin fakirlere para yardımı yapmasını öne en teklif. negative sign eksi işareti, eksi. negative vote aleyhte verilen oy.

negative

i. olumsuz söz veya cevap; red cevabı; menfi taraf; olumsuzluk edatı; foto. negatif; mat. negatif sayı veya sembol.

negative

f. red ve inkâr etmek; iptal etmek, hükümden düşürmek; çürütmek; tesirini kırmak; menetmek.

negativism

i. karşı gelme eğilimi; şüphecilik.

neglect

f., i. ihmal etmek, savsaklamak; bakmamak, yüzüstü bırakmak; kusur etmek; yapmamak, aldırmamak; i. ihmal; ihmal olunma. neglectful s. ihmalci, savsak kayıtsız. neglectfully z. ihmal edercesine. neglectfulness i. ihmalkârlık.

negligee

i., Fr. uzun sabahlık.

negligence

i. ihmal, gaflet; ihmalkarlık, kayıtsızlık, dikkatsizlik. gross negligence büyük gaflet. negligent s. ihmalci, savsak kayıtsız. negligently z. dikkatsizlikle, baştan savma olarak; lâubalice, saygısızca.

negligible

s. ihmal edilir, önemsemeye değmez.

negotiable

s. anlaşma ümidiyle tartışılabilir; tertip edilir, akdolunabilir; ciro edilebilir, devredilebilir (çek, bono). negotiabil'ity i. tertip veya akdolunma imkanı; satılabilme.

negotiate

f. anlaşmayı müzakere etmek; tertip etmek, akdetmek; ciro etmek (çek, bono); üstesinden gelmek, başarmak, (engelleri) aşabilmek. negotiator i. delege; arabulucu.

negotiation

i. müzakere, görüşme; tic. ciro edip satma; bir meseleyi tedbirle halletme.

negrito

i., antro. Orta ve Güney Afrika ile bazı Pasifik adalarında bulunan cüce yapılı zenci kabilelerinden bir fert.

negro , negro

i., s. zenci, Afrika zencisi; siyah derili insan; s. zencilere ait; siyah derili. Negress, negress i., asağ. zenci kadın. Negroid, negroid i., s. zenci ırka mensup kimse; s. zencimsi, zenciye benzer; zencilere mahsus.

negus

i. Habeşistan hükümdarı, Negüs.

neigh

f., i. kişnemek; i. kişneme.

neighbor , ing -bour

i., f. komşu; yakın kimse veya şey; f. komşu olmak; yakın olmak; yaklaşmak, yaklaştırmak. good neighbor policy iyi komşuluk siyaseti. Howdy, neighbor! Merhaba kardeş! next door neighbor kapı komşu, yakın komşu. neighboring on komşu, yakın. neigh borly s. komşuya yakışır, dostça. neigh borliness i. komşu muamelesi, komşuya yakışır hal.

neighborhood

i. civar, yöre, havali, semt, mahalle; yakın komşular. in the neighborhood of a hundred kilo meters yaklaşık olarak yüz kilometre.

neither

s. zam., bağ. ikisinden hiç biri, ne bu ne öteki; bağ. ne , ne de. Neither of them knows Hiç birinin haberi yok. neither white nor red nor black ne beyaz ne kırmızı ne de siyah. It is neither here nor there Onun önemi yok Mesele onda değil.

nematode

i., zool. nematod.

nemesis

i. gözü korkutan düşman; hak ettiği cezayı veren vesile; b.h. eski Yunanlıların ceza ve öç alma tanrıçası, intikam tanrıçası.

neocene

s., i., jeol. neogen.

neoclassical

s. neoklasik.

neolithic

s. antro. ikinci taş devrine ait, neolitik, cilâlı taş çağına ait.

neologist

i. yeni anlam veya kelimeler bulan veya kullanan kimse; (özellikle tanrıbilimde) yeni bir öğretiyi benimseyen kimse. neolog'ic(al) s. yeni kelimeler veya ilkeler kullanmaya ait. neol'ogism neol'ogy i. yeni kelime, yeni uydurulmuş deyim; yeni kelimeler bulma veya kullanma; ilâhiyatta veya dini düşünüşte yenilik, türeç.

neon

i., kim. neon.

neophilia

i. yenilik merakı.

neophyte

i. bir dini gruba yeni girmiş kimse; herhangi bir şeye yeni balayan kimse, acemi kimse.

neoplasm

i., tıb. vücuttaki her hangi bir dokunun anormal büyümesi, neo plazma, tümör, ur. neoplastic s. tümöre ait.

neoplatonizm

i. üçüncü yüzyılda Eflatun'un fikirleriyle doğunun mistik düşünüşlerinin kaynaşmasından meydana gelmiş felsefe sistemi.

nepal

i. Nepal.

nepenthe

i., (şiir) eski Yunanlılarca acı ve üzüntüyü unutturduğu farzolunan bir ilâç; ıstırabı yok eden herhangi bir şey.

nephew

i. kardeş oğlu, erkek yeğen. nepho- önek bulut.

nephralgia

i., böbrek sancısı.

nephrectomy

i., tıb. böbreği çıkarma ameliyatı.

nephritic

s., i. böbreklere ait; tıb. böbrek hastalığına ait; i. böbrek hastalığı ilâcı.

nephritis

i., tıb. böbrek iltihabı, nefrit.

nephrotomy

i., tıb. böbrek taş ameliyatı

nepotism

i. akrabalara yapılan iltimas, akraba kayırma; akrabasını işe alarak maaş bağlama. nepotist i. akraba kayıran kimse.

neptune

i. (eski) Roma'da deniz tanrısı; astr. Neptün gezegeni. Neptune's cup kâse şeklinde iki çeşit çok iri süngerden biri.

neptunian

s .tanrı Neptüne ait; astr. Neptünle ilgili; jeol. su tesiri ile meydana gelmiş.

nereid

i., Yu., mit. su perisi; zool. uzun ve yassı deniz kurdu.

neroli

i. portakal çiçeğinden çıkarılan bir esans, çiçek yağı.

nerve

f. kuvvet ve cesaret vermek. nerve oneself metanetini takınmak, cesur olmak.

nerve

i. sinir, asap; kuvvet; soğukkanlılık, metanet, cesaret; küstahlık, cüret; gen., çoğ. duyarlık, duysal dayanıklılık kaynağı; gen. çoğ. asabi buhran asap bozukluğu; biyol. kanat veya yaprak damarı. nerve agent ask. sinirleri altüst eden gaz. nerve center anat. işitme ve görme gibi belirli görevi olan sinir hücrelerinin toplandığı yer, sinir merkezi; yönetim ve haberleşme merkezi; komuta merkezi. nerve fiber sinir lifi. nerve gas sinir gazı. nerve impulse sinir akımı. nerve track özellikle beyinde ve belkemiğinde sinirlerin geçtiği yer. a fit of nerves sinir buhranı get on one's nerves birinin sinirine dokunmak, asabını bozmak. strain every nerve son derece gayret göstermek.

nerveless

s. zayıf, cansız, güçsüz, dermansız; zayıf, tesirsiz (söz); sinirsiz, serinkanlı.

nerveracking , nervewracking

s. sinirlendirici.

nervine

s., i. tıb. sinirlere özgü; sinirleri yatıştırıcı; i. sinirleri yatıştırıcı ilaç.

nervous

s. sinirli, asabi; korkak, ürkek, çekingen. nervous breakdown, nervous prostration sinir argınlığı, sinir bozukluğu, nevrasteni nervous impulse tıb. asabi tembih, sinirde uyarma. nervous system sinir sistemi. nervous temperament asabi mizaç. nervously z. sinirli olarak, heyecanlı olarak. nervousness i. sinirlilik, asabiyet.

nervure

i., bot. yaprak damarı; zool. böcek kanadının siniri.

nervy

s., A.B.D., k.dili küstah; ing., k.dili ürkek, sinirli.

nescience

i. bilgisizlik, cahillik; fels. bilinemezcilik. nescient s. cahil, bilgisiz.

ness

i. burun, çıkıntı, karanın denize doğru çıkıntısı.

ness

sonek -lık, -lik anlamına gelen ek: fullness doluluk; kindheartedness iyi kalplilik.

nest

i., f. yuva, aşiyan, kuş yuvası; hırsız yatağı; küme; iç içe konan irili ufaklı kutular takımı; f. yuva yapmak; yuvaya yerleştirmek; yuvaya girmek; yuva soymak. nest egg ihtiyat akçesi; fol feather one's own nest (argo) özellikle kendisine emanet edilen malı iç etmek, sebeplenmek. mares nest görünüşte önemli aslında değersiz veya yanlış olan bir buluş; bak. marenestingbox i. folluk.

nestle

f. birbirine sokularak yatmak; barındırmak, sığındırmak; sıkı sarılmak, bağrına basmak.

nestling

i. yavru kuş, yuvadan henüz çıkamayan yavru kuş; yavru.

nestor

i. Truva savaşında Yunan başkanlarından biri; akıllı ve yaşlı öğüt verici kimse, kıdemli kimse.

nestorian

s., i. Nesturi mezhebine ait (kimse).

net

i., f. (-ted,- ting) ağ, şebeke; tuzak, tel kafes; hile; f. ağ veya tuzağa düşürmek, ağ ile tutmak; ağ ile örtmek; ağ örmek; ağ ile avlamak. net ball (tenis) ağa dokunduktan sonra rakibin sahası içine düşen top. tennis net tenis ağı.

net

s., f. (-ted,- ting) safi, halis; net, kesintisiz; f. kazanmak, kar etmek.

netball

i. voleybole benzer bir top oyunu.

nether

s. alt, alttaki. nether milstone alt değirmen taşı. nethermost s. en alttaki. nether world ölüler diyarı; cehennem.

netherlands

i. Hollanda, Felemenk

netting

i. örme işi, ağ örme; ağ, cibinlik.

nettle

i., f. ısırgan, bot. Urtica urens; ısırgangillerden herhangi bir ot; f. kızdırmak, sinirlendirmek; ısırgan gibi batmak. nettle rash kurdeşen, ürtiker hemp nettle kedi başı, bot. Galeopsis tetrahit.

network

i.şebeke; ağ örgüsü; yayın istasyonları şebekesi.

neural

s., anat., zool. sinire ait, sinirle ilgili, asabi. neural ganglions anat. sinir boğumları. neural tissue sinirdoku.

neuralgia

i., tıb. şiddetli sinir ağrısı, nevralji. neuralgic s. nevraljiye ait.

neurasthenia

i., tıb. sinir zayıflığı, sinir argınlığı, nevrasteni. neurasthen'ic s., i. nevrasteniye ait; i. nevrastenik kimse, sinir hastası.

neuritis

i., tıb. sinir iltihabı.

neurology

i. sinirbilim, nevroloji. neurolog'ical s. sinirbilime ait. neurol'ogist i. sinir mütehassısı, asabiyeci.

neuron

i., anat. sinir hücresi, nöron.

neuropath

i. sinir hastalığına maruz kalmış kimse, nevropat kimse.

neuropathology

i. sinir sistemi patolojisi.

neuroptera

i., çoğ. dantel gibi dört kanadı olan böcekler takımı, sinirkanatlılar. neuropteral, neuropterous s. sinir kanatlılara özgü.

neurosis

i., tıb. sinirce, nevroz.

neurotherapy

i., tıb. sinir hastalığı tedavisi.

neurotic

s., i. nevrozlu, sinir hastalığı olan; k.dili evhamlı; sinirlere ait; nevrozlu kimse; fazla duygulu kimse.

neurotomy

i., tıb. nevralji tedavisi için yapılan sinir ameliyatı.

neut

kıs. neuter.

neuter

s., i., gram. cinssiz; gram. geçişsiz (fiil); biyol. cinsiyetsiz; i. cinsiyet belirtmeyen kelime; iğdiş edilmiş hayvan; ne erkek ne de dişi olan hayvan.

neutral

s., i. tarafsız, yansız; belirli bir niteliği olmayan; tarafsız memlekete ait; rengi belli olmayan; kim. ne asit ne de alkali niteliğinde olan, nötr; elek. ne müspet ne de menfi, nötr; bot., zool. erkeklik veya dişilik organı olmayan; i. tarafsız kimse veya memleket. neutralism i. tarafsızlık siyaseti. neu- tral'ity i. tarafsızlık. neutrally z. taraf tutmadan.

neutralize

İng. -ise f. tesirini yok etmek, tesirsiz bırakmak; huk. tarafsız kılmak; kim. asit veya alkali niteliğini kaldırmak. neutraliza'tion i. asit veya alkali niteliğini yok etme.

neutron

i., fiz., kim. nötron, atomun elektriksel bakımdan nötr bir parçası.

never

z. hiç, hiç bir zaman, asla, katiyen. Never mind. Zararı yok. Boş ver.

never-ceasing

s. hiç durmayan, bitip tükenmeyen.

never-ending

s. hiç bitmez, ebedi.

never-to-be-forgotten

s. asla unutulmayacak, unutulmaz, her zaman anılmaya layık.

nevermore

z. asla, bundan böyle, hiç bir zaman.

nevertheless

z. yine de, bununla beraber, mamafih.

new

s. yeni; taze; yeni çıkmış, yeni keşfolunmuş; tazelenmiş, yenilenmiş; görülmemiş, alışılmamış. new moon yeni ay, ayça, hilal. New Testament İncili Şerif, Yeni Ahit. new town önceden düzenlenmiş plana göre kurulmuş şehir banliyösü. New World Yeni Dünya. New Year, New Year 's Day Yılbaşı. newness i. yenilik.

new guinea

Yeni Gine.

new-

(önek )yeniden.

new-coined

s. yeni çıkmış, yeni icat edilmiş.

new-fallen

s. yeni yağmış.

new-fangled

s., k.dili yeni çıkmış, yeni model.

new-mown

s. yeni biçilmiş (çim).

newborn

s. yeni doğmuş.

newcomer

i. yeni gelmiş kimse.

newdelhi

Yeni Delhi.

newel

i., mim. sarmal merdivenin orta direği; tırabzanın başındaki veya dibindeki direk. newel post tırabzan babası. New England Birleşik Amerika'nın kuzeydoğu kısmındaki eyaletlerine verilen ortak ad.

newly

z. yakın zamanlarda; yeniden. newly-wed i. yeni evli kimse.

news

i. haber, havadis. news media haber yayınlama araçları. news vender İng. gazeteci. break the news ilk haber vermek. newsy s., k.dili haberlerle dolu.

newsboy

i. gazeteci, gazete satıcısı.

newscast

i. ajans haberleri, haber yayını.

newsletter

i. basılmış mektup şeklinde ve belirli aralıklarla çıkan gazete.

newsmaker

i., A.B.D. bahsedilmeye değer kimse veya olay.

newspaper

i. gazete.

newspaperman

i. gazeteci, gazete yazarı; gazete sahibi.

newsprint

i. gazete kâğıdı, üçüncü hamur kâğıt.

newsreel

i. sinemada dünya haberlerini veren film.

newssheet

i. tek sayfalık gazete.

newsstand

i. satılacak gazetelere mahsus yer, gazete tezgâhı.

newsworthy

s. bahsedilmeye değer.

newt

i. ufak keler, su keleri, semender. smooth newt kaypak semender, zool. Lissotriton punctatus.

newtonian

s., i. büyük İngiliz tabiat bilgini Newtona veya onun kanununa ait; i. Newton kanunu taraftarı.

newzealand

Yeni Zeland.

next

s., z., (edat) en yakın, yanı başındaki; sonra gelen; z. sonra, ondan sonra, hemen sonra; (edat) en yakın. next door yanındaki ev, bitişik komşu. next door to az daha, hemen hemen. next of kin en yakın akraba. next to hemen hemen. next to nothing hiç değerinde.

nexus

i. (çoğ. nexus) bağ, rabıta.

nh

kıs. New Hampshire.

niacin

i., ecza. nikotinik asit.

niagara river

Amerika'da Niyagara nehri. Niagara Falls Niyagara şelalesi.

niamey

i. Niamey, Nijer'in başkenti.

nib

i., f. (-bed,- bing) kalem ucu; sivri uç; f. uç koymak; kalemin ucunu yontmak.

nibble

f., i. azar azar ısırmak, kemirmek; çöplenmek; i. hafif ısırma; ufak lokma, ufak parça.

nibs

i., (şaka) patron. his nibs cenapları, hazretleri. your nibs kulunuz.

nicaea , nicea

i. İznik. Ni'cene s. İznik şehrine ait. Nicene Creed İznik'te M.S. 325 yılında kurulan kilise meclisinin kararlaştırdığı Hıristiyanlık ilkeleri ve bunun sonraki düzeltilmiş şekilleri.

nicaragua

i. Nikaragua.

nice

s. hoş, cazip; iyi, mükemmel; nazik; latif, tatlı; ince; dakik. nice and iyice, sevindirici bir derecede. nice and brown iyice pişirilmiş; iyice yanmış. nicely z. iyi bir tarzda, latifçe, güzel bir şekilde. niceness i. incelik, dakik olma.

nicety

i. incelik, hassaslık, titizlik. to a nicety tam karar. niceties i. ince noktalar, incelikler.

niche

i., f. heykel veya benzeri için özellikle duvarda bir oyuk, hücre; mevki, uygun yer; f. hücreye yerleştirmek, uygun yere koymak.

nicht wahr

Al. Değil mi?

nick

i. diş, çentik, kertik; işaret edilmiş yer. in the nick of time tam zamanında. old Nick Şeytan. nh:

nick

f. çentmek, kertik yapmak; kesmek, kırpmak; tam zamanında isabet ettirmek; İng., (argo) yakalamak; çalmak. nick (some one) for A.B.D., (argo) koparmak.

nickel

i., f. nikel; Amerika'ya mahsus beş sentlik para; f. nikel ile kaplamak. nickel silver nikel ile kanşık gümüş. nickel steel nikel ile kanştırılarak sertleştirilmiş çelik. nickelif'erous s. içinde nikel olan.

nickelodeon

i. eskiden beş sente film seyredilen sinema; eskiden para ile çalınan otomatik pikap.

nickelplate

f. nikelaj yapmak.

nicknack

bak. knickknack.

nickname

i., f. lakap, takma ad; f. lakap takmak.

nicobar islands

Hint Okyanusunda Nikobar adaları.

nicosia

i. Lefkoşe.

nicotine

i. nikotin. nicotined s. nikotinli, nikotin dolu. nicotinic acid ecza. nikotinik asit. nicotinism i. nikotinle zehirlenme, fazla tütün içmekten ileri gelen zehirlenme.

nictitate , nidify

f. göz kırpmak. nictitation i. göz kırpma.

nidificate

f . yuva yapmak. nidifica'tion i. yuva yapma.

nidus

i. (çoğ. nidi) yuva, özellikle böcek yuvası; organizmada mikropların geliştiği yer; herhangi bir şeyin kaynağı. nidus avis anat. kuşyuvası, beyinciğin alt yüzünün iki tarafındaki çukurlardan biri.

niece

i. kardeş kızl, kız yeğen.

niello

i. bakır veya gümüşle karışık siyah kükürt alaşımı; bu alaşım ile maden levhalar üzerinde süslemeler yapma sanatı.

nifty

s., (argo) şık; hoş.

niger

i. Nijer.

nigeria

i. Nijerya.

niggard

i., s. cimri kimse, tamahkâr kimse, eli sıkı kimse; s. cimri, tamahkâr, hasis. niggardly s., z. cimri; kısıtlı; z. tamahkarca. niggardliness i. cimrilik.

nigger

i., aşağ. zenci, çok esmer kimse.

niggle

f. gereksiz ayrıntılarla vakit geçirmek, önemsiz şeylerle uğraşmak; ufak tefek kusurlar üstünde durmak. niggling s., i. aşırı titiz; süfli; sinirlendirici; i. aşırı titiz çalışma.

nigh

z., (edat), s. yakın; hemen hemen, az daha; (edat) yakın; s. yakın; elde hazır.

night

i. gece, gece vakti; akşam; karanlık; cehalet. night and day gece gündüz, daima, durmadan. night blindness gece körlüğü. night clothes yatak kıyafeti. night crawler A.B.D., k.dili geceleri çıkan bir çeşit solucan. night editor gece çalışan gazete yazı işleri müdürü. night latch Yale kilidi. night letter geceleri ucuz fiyatla gönderilen telgraf, ELT. night owl geceleri geç yatmayı âdet edinen kimse. night school gece okulu. night soil geceleri boşaltılan pislik. night table komodin. night vision karanlıkta görme özelliği; gece görülen hayalet. night watch gece bekçisi; gece nöbeti. a night out hizmetçilerin izinli oldukları gece. all night long bütün gece, sabaha kadar. by night geceleyin,nightly gece meydana gelen

night blooming cereus

çiçekleri yalnız gece açılan bir kaktüs, (bot.) Selenicereus grandiflorus.

nightcap

(i.) gece başlığı, takke; yatmadan önce içilen içki.

nightclub

(i.) gece kulübü.

nightfall

(i.) akşam vakti, akşam karanlığı.

nightgown

(i.) gecelik.

nighthawk

(i.) çobanaldatan, keçisağan, (zool.) Caprimulgus europaeus; geceleri geç yatma adeti olan kimse.

nightingale

(i.) bülbül, (zool.) Luscinia megarhynchos.

nightjar

(i.) çobanaldatan, (zool.) Caprimulgus europaeus.

nightlight

(i.) gece kandili, gece açık bırakılan loş ışık.

nightlong

(z.), (s.) gece boyunca (süren).

nightmare

(i.) kabus, karabasan.

nightrider

(i.) geceleri baskın yapan atlı ve maskeli çeteye mensup kişi.

nightshade

(i.) itüzümü, köpeküzümü, (bot.) Solanum nigrum. woody nightshade yaban yasemini, (bot.) Solanum dulcamara.

nightshirt

(i.) erkeklerin giydiği gecelik entarisi.

nightside

(i.) ay veya gezegenin güneş ışığında olmayan tarafı; herhangi bir şeyin karanlıkta olan yanı.

nightsight

(i.) karanlıkta bir silâhı hedefe yöneltmek için kullanılan elektronik cihaz.

nightspot

(i.), ABD, (k.dili) gece kulübü.

nightstick

(i.), ABD cop.

nighttime

(i.) gece vakti.

nightviewer

(i.) karanlıkta manzarayı ekran üzerinde gösteren elektronik cihaz.

nightwear

(i.) yatak kıyafeti.

nighty

(i.), ABD (k.dili) gecelik.

nigrescence

(i.) siyahlaşma, kararma.

nigritude

(i.) siyahlık.

nihilism

(i.) hiçlik, yokluk; (fels.) nihilizm, varlığı inkâr eden öğreti, bilim ve gerçeğin temelini inkâr eden öğreti; (bh), (pol.) nihilizm. nihilist (i.) nihilizm taraftarı. nihilis'tic (s.) nihilizme ait. nihil'ity (i.) hiçlik, yokluk.

nik

sonek, argo aşağılatıcı isim türetmek için ek: beatnik, türetmek için ek: beatnik, protestnik.

nil

(i.) hiç.

nile

(i.) Nil nehri.

nilgai nilgau

(i.) Hindistan'a mahsus kurşuni ve kısa yeleli iri ceylan.

nilometer

(i.) Nil nehri taştığı zaman suyun yüksekliğini ölçmek için kullanılan alet; (kh) herhangi bir nehrin su yükselmesini öIçme aleti.

nilotic

(s.) Nil'e veya yöresine ait; bu civarda yaşayanlara ait; Sudan dillerine ait.

nimble

(s.) çabuk, çevik, atik; tetik, uyanık, zeki, açıkgöz. nimblefingered (s.) marifetli, hünerli, eline tez. nimblewitted (s.) hazırcevap, anlayışlı, çok zeki. nimble ness (i.) çabukluk, çeviklik. nimbly (z.) çevikçe.

nimbus

(i.) (çoğ. bi) (güz. san.) ayla, hale; bir kimse veya şeyin etrafnı saran parlak şöhret bulutu; meteor, eski yağmur bulutu.

nimrod

(i.) güçIü avcı Nemrud; usta avcı.

nincompoop

(i.) ahmak ve budala kimse, sersem kimse.

nine

(s.), (i.) dokuz; (i.) dokuz sayısı, dokuz rakamı, 9, IX; iskambil dokuzlusu; dokuz kişilik beysbol oyuncu takımı. ninefold (i.), (s.) dokuz kat, dokuz misli.

ninepins

(i.) tahta yuvarlakla oynanan dokuz kuka oyunu.

nineteen

(s.), (i.) on dokuz. nineteenth (s.) on dokuzuncu; on dokuzda bir.

ninety

(s.), (i.) doksan. ninetieth (s.) doksanıncı; doksanda bir.

ninny

(i.) ahmak kimse, budala kimse.

ninth

(s.), (i.) dokuzuncu, dokuzda bir (kısım).

nip

(i.), (f.) (ped, ping) azıcık içki; (f.) azıcık içki içmek, içki yudumlamak.

nip

(f.) (ped, ping) (i.) çimdiklemek, kıstırmak; kırpmak, kesmek; (soğuk) dondurmak, sızlatmak; (kırağı) büyümesini engellemek; argo çalmak; argo yakalamak; (İng.), (k.dili) hızlı gitmek; (i.) çimdik, tırmık; kesip koparma; ayaz; soğuktan kavrulma; alaylı ve kırıcı söz. nip and tuck daradar, az kalsın. nip in the bud başlangıçta durdurmak veya bastırmak. nippy (s.) acı, ısırıcı (soğuk); (İng.), (k.dili) faal.

nipper

(i.) kırpan veya kesen kimse veya şey; (çoğ.) kıskaç, cımbız; atın ön dişi; yengeç veya ıstakozun kıskacı; (İng.), (k.dili) erkek çocuk, oğlan; (çoğ.), argo kelepçe.

nipping

(s.) keskin, acı, ısırıcı, zehir gibi.

nipple

(i.) meme başı; Sişe emziği; iki ucu vidalı kısa boru.

nippon

(i.) Japonya. Nipponese' (i.), (s.) Japon.

nirvana

(i.) Budizme göre insanın aşırı istek ve tutkularından kurtulma yoluyle eriştiği salt mutluluk durumu; mutluluk.

nisei

(i.) ailesi Japonya'dan gelmiş olup Amerika'da doğup büyüyen kimse.

nisi

(bağ.), (huk.) olmadığı takdirde, olmazsa, yoksa decree nisi bozulmasını gerektirecek bir sebep çıkmadığı takdirde belirli bir süre sonra kesinleşecek olan boşanma kararı.

nissen hut

çelikten yapılmış yarım silindir şeklinde portatif bina, baraka.

nit

(i.) bit yumurtası, sirke.

niter

(i.) güherçile.

nitpick

(f.), (k.dili) ufak kusurlar aramak.

nitrate

(i.) nitrik asit tuzu, nitrat. silver nitrate cehennemtaşı, gümüş nitratı.

nitricacid

(kim.) nitrik asit, kezzap, azotik asit.

nitrification

(i.), (kim.) nitratlaşma.

nitrify

(f.), (kim.) nitratlaştırmak.

nitrite

(i.), (kim.) nitröz asidi tuzu.

nitrogen

(i.) azot, nitrojen. nitrog' enous (s.) nitrojene ait, azotlu.

nitroglycerine

(i.), (kim.) nitrogliserin.

nitrous

(s.), (kim.) azota ait, azota benzer, azotlu. nitrous acid (kim.) nitröz asidi. nitrous oxide (kim.) diazot monoksit, güldürücü gaz.

nittygritty

(i.) bir işin zor tarafı, gerçek yüzü.

nitwit

(i.) ahmak veya kuş beyinli kimse.

nix

(i.) ufak su perisi. nixie (i.) dişi su perisi.

nix

(i.), (z.), ünlem, (f.), argo hiç bir şey, hiç, yok; (z.) hiç; ünlem Dur! Dikkat et! (f.) engel olmak; reddetmek.

nizam

(i.) Haydarabat hükümdarının ünvanı.

nj

(kıs.) New Jersey.

nm

(kıs.) New Mexico.

nne

(kıs.) northnortheast.

nnw

(kıs.) northnorthwest.

no

(çoğ. nos.) (kıs.) number.

no

(z.), (s.), (i.) (çoğ. noes) (noz) hayır, yok, değil; (s.) hiç, hiç bir; (i.) yok cevabı, hayır kelimesi; olumsuz oy veya karar; olumsuz oy, olumsuz oy veren kimse. no better than dan daha iyi olmayan. No dice. argo Olmaz. Olmayacak. no end of talk sonu gelmez laf. no man's land iki cephe arasında sahipsiz arazi parçası; çok tehlikeli bölge. No sooner said than done. Söz ağızdan çıkar çıkmaz yapılır. no whit hiç, katiyen. no wonder hiç garip değil, pek tabii. by no means hiç, katiyen. He no longer comes here Artık buraya gelmiyor. I want no more of it. Bu kadarı yeter. Sözü uzatma. in no time hemen, derhal. in no wise hiç bir suretle. It's no joke. Kolay iş değil. Şakaya gelmez. The noes have it. Aleyhtarlar kazandı.

noah

(i.) Nuh Peygamber. Noah's ark Nuhun gemisi.

nob

(i.), argo baş, kafa.

nob

(i.), argo asılzade; züppe ve büyüklük taslayan kimse. nobby (s.), argo gösterişli, şık, zarif.

nobiliary

(s.) asılzadelere ait.

nobility

(i.) asalet, soyluluk, asılzadelik.

noble

(s.), (i.) asil, soylu, soydan; âlicenap, yüce gönüllü; heybetli, yüce, ulu; mükemmel, çok güzel; eski kimyasal değişiklik göstermeyen (kıymetli maden); (i.) asılzade, soylu kimse; İngiltere'nin eski bir altın parası. nobleman (i.) asılzade. noblewoman (i.) soylu kadın. nobleness (i.) asalet, soyluluk, kibarlık. nobly (z.) soylulara yakışır bir şekilde, mertçesine.

noblesse

(i.) asılzadeler zümresi, soylular sınıfı. noblesse oblige (oblij') (Fr.) soylu kimselerin başkalarına mertçe ve soylu bir şekilde davranma vazifesi.

nobody

(zam.), (i.) hiç kimse; (i.) önemsiz bir kimse.

nock

(i.), (f.) okun arka ucundaki kertik; yayın iki ucunda kirişi tutmaya mahsus kertik; (f.) oku yay kirişine yerleştirmek.

noctilucent

(s.), (meteor.) gece parlayan (bulut).

nocturnal

(s.) geceye özgü; geceleyin olan; geceleyin çiçek açan; geceleri gezen veya yem arayan (hayvan). noctur nally (z.) gece, geceleyin.

nocturne

(i.), (müz.) tatlı ve duygulu müzik parçası, geceye mahsus parça; resimde gece manzarası.

nocuous

(s.) zarar veren.

nod

(f.) (ded, ding) (i.) kabul veya doğrulama ifade etmek için başını eğmek; (uyuklarken) başı öne düşürmek; dikkatsiz davranmak; (i.) başın öne eğilmesi. get the nod ABD, argo izin almak; seçilmek.

nodal

(s.) düğüme ait. nodal points titreşim halinde bulunan bir ip veya telin hareketsiz noktaları.

noddle

(i.), (k.dili) baş, kafa.

noddy

(i.) ahmak veya budala kimse; bir deniz kırlangıcı.

node

(i.) düğüm; (bot.) düğüm, nod; (astr.) bir gökcismi yörüngesinin ekliptiği kestiği noktaların her biri; (tıb.) romatizmadan meydana gelen katılık, yumru, şiş; (fiz.) titreşim halinde bulunan bir ip veya telin hareketsiz noktalarından her biri; merkez noktası.

nodose

(s.) düğümlü, boğumlu.

nodosity

(i.) düğümlülük, düğüm.

nodule

(i.) ufak ve yuvarlakça yumru veya düğüm, ufak boğum; (tıb.) ufak şiş veya yumru, düğüm, düğümcük, bezecik; (jeol.) yuvarlakça maden parçası. nodular (s.) yumru veya düğüme ait; yumrulu, düğümlü. '

noel

(i.) noel sarkısı; (bh) Noel.

noetic

(s.), (fels.) akli faaliyetle ilgili. nofault insurance suçluyu aramaksızın kazazedeye para ödeyen sigorta.

nog

(i.) takoz; (İng.), (leh.) kuvvetli bira.

noggin

(i.), (k.dili) kafa; ufak bardak; ufak bir içki öIçüsü.

nogo

(s.) sökmez, imkânsız.

nohow

(z.), (leh.) hiç bir suretle, asla. noise tnoyz) (i.), (f.) ses, gürültü, patırtı, şamata, velvele, yaygara; haberleşmede gönderiler haberi değiştiren veya karıştıran parazit. enerjide düzensizlik; (f.) gürültü etmek, ses çıkarmak. noise about yaymak, neşretmek, ilân etmek. noise pollution insan ve çevresine zararlı olan gürültü. make noises bahsetmek.

noiseless

(s.) sessiz, gürültüsüz. noiselessly (z.) sessizce. noiselessness (i.) sessizlik.

noisemaker

(i.) merasimlerde gürültü çıkaran zil, borazan ve benzeri; gürültü yapan kimse.

noisome

(s.) iğrenç, pis kokulu; zararlı, muzır. noisomely (z.) iğrenççe. noisomeness (i.) iğrençlik; muzırlık.

noisy

(s.) sesli, gürültülü; gürültücü, yaygaracı. noisily (z.) gürültülü olarak. noisiness (i.) gürültü.

noknock

(s.), ABD istediği yere zorla girebilme yetkisini belirten.

nolensvolens

(Lat.) ister istemez.

nolleprosequi

(Lat.), (huk.) takipsizlik kararı.

noload

(s.) komisyonsuz satılan (hisseler).

nolocontendere

(Lat.), (huk.) suç isnadına itiraz etmiyorum (sanığın suçu üstüne almadan cezayı kabul etmesi halinde kullanılan tabir).

nolpros

(f.) (sed, sing) (huk.) takipsizlik kararı vermek.

nomad

(s.), (i.) göçebe (kimse veya topluluk). nomad'ic (s.) göçebe gibi, göçebeye ait. no'madism (i.) göçebelik.

nomarchy

(i.) Yunanistan'da il.

nomdeguerre

(Fr.) takma isim.

nomdeplume

yazarın takma adı.

nome

(i.) eski Mısır ve bugünkü Yunanistan'da eyalet.

nomenclature

(i.) bir ilim veya fen dalına ait terimler, terminoloji.

nominal

(s.) ismen mevcut olan, sözde; birinin ismini taşıyan; önemsiz; (ditb.) isim türünden veya isme ait olan, isimle ilgili. nominally (z.) ismen, sözde olarak; önemsizce.

nominalism

(i.), (fels.) adcılık, nominalizm. nominalist (i.) adcı.

nominate

(f.) başkasını aday olarak göstermek; atamak, görevlendirmek.

nomination

(i.) aday gösterme.

nominative

(s.), (gram.) yalın (hal), öznel.

nominee

(i.) aday, namzet.

nomo

önek hukuk, usul.

nomograph

(i.) sayısal bağıntıları gösteren çizge.

nomothetic

(s.) kanun koyan; bilimsel kanunlar meydana getiren.

nomy

sonek ilmi.

non

önek gayri, siz.

nonage

(i.) rüşte ermemiş olma; küçüklük, çocukluk.

nonagenarian

(s.), (i.) doksanlık, doksan yaşına gelmiş; (i.) doksan yaşında kimse.

nonagon

(i.), (mat.) dokuz açılı ve dokuz yanlı çokgen.

nonappearance

(i.) hazır bulunmama, gıyap, yokluk.

nonce

(i.) simdiki zaman. for the nonce şimdilik. nonce word yalnız bir olay dolayısıyle icat edilmiş kelime.

nonchalant

(s.) kayıtsız, ilgisiz, soğukkanlı, heyecansız. nonchaIance (i.) soukkanlılık. nonchalantly (z.) soğukkanlı olarak.

noncom

(bak.) noncommissioned officer.

noncombatant

(i.), (s.), (ask.) geri hizmetlerde görevli kimse; savaş zamanında sivil olan kimse; (s.) savaşta kullanılmayan.

noncommissioned

(s.), (ask.) resmen görevli olmayan; asteğmenden aşağı rütbesi olan. noncommissioned officer onbaşı veya çavuş.

noncommittal

(s.) tarafsız; fikrini açıklamayan.

noncompliance

(i.) karşı gelme, emredilen bir şeye uymama.

noncompos mentis

(Lat.), (huk.) aklına sahip olmayan, akılca dengesiz. non compos yarı kaçık.

nonconductor

(i.), (fiz.) geçirmez madde, iletken olmayan madde.

nonconformist

(i.) topluma ayak uydurmayan kimse; (İng.) Anglikan kilisesine bağlı olmayan kimse.

nonconformity

(i.) uymayı reddetme; (İng.) resmi kiliseye uymama.

nondescript

(s.), (i.) kolay tanımlanamaz, sınıflama veya tanımlamaya gelmez (kimse veya şey).

none

(zam.), (z.) hiç biri, hiç kimse; (z.) hiç, asla, hiç bir suretle.

noneffective

(s.), (i.) tesirsiz, etkisiz; (ask.), (den.) hizmete yaramaz (kimse).

nonego

(i.) benlik dışındaki dünya, nesnel kâinat.

nonentity

(i.) önemsiz kimse; değersiz şey; hiçlik, yokluk, var olmayan şey, yalnız hayalde olan şey.

nones

(i.), (çoğ.) eski Roma takviminde bazı ayların beşine ve bazı ayların yedisine verilen isim; Katoliklerin ikindi tapınması.

nonesuch , nonsuch

(i.) eşsiz kimse veya şey.

nonetheless

(z.) bununla beraber, her şeye rağmen.

noneuclidean

(s.), (mat.) Öklit geometri sistemi kurallarından ayrı olan.

nonexistence

(i.) yokluk, varolmayış. nonexistent (s.) varolmayan.

nonfeasance

(i.), (huk.) kanuni bir yükümü hiç veya gereği gibi yerine getirmeme.

nonferrous

(s.) demirden başka olan (maden).

nonfiction

(i.) kurgusal olmayan düzyazı.

nonflammable

(s.) ateş almaz, yanmaz.

nonhappening

(i.) olaysız durum, ilgi çekmeyen olay.

nonil, lion

(i.) Fransız ve Amerikan usulune göre otuz sıfırlı sayı; İngiliz usulüne göre elli dört sıfırlı sayı.

nonintervention

(i.) başka devletlerin işine karışmama siyaseti.

nonjoinder

(i.), (huk.) davaya katılması gereken bir kimsenin dışta bırakıması.

nonjuror

(i.) bağlılık andını içmeyi reddeden kimse; (tar.) İngiltere hanedanından kral William ile kraliçe Mary'ye bağlılık yemini etmeyen vaizlerden biri.

nonleaded

(s.) içinde kurşun bulunmayan (benzin).

nonlicet

(Lat.) Kanuna aykırıdır.

nonliquet

(Lat.) Mesele açık değil.

nonmetal

(i.), (kim.) madeni olmayan eleman; hidrojen ile birleşince asit meydana getirebilen eleman.

nonmoral

(s.) ahlâkla ilişiği olmayan.

nonnuclear

(s.) atom bombası olmayan (memleket).

nono

(i.), ABD, argo yapılmaması gereken şey.

nonobjective

(s.), (güz.) (san.) nesnel olmayan.

nonpareil

(s.), (i.) eşsiz, misli bulunmaz; (i.) eşsiz kimse; mükemmel şey; altı puntoluk matbaa harfi.

nonparous

(s.) çocuk doğurmamış.

nonparticipating

(s.) katılmayan.

nonpartisan

(s.) partiye bağlı olmayan; tarafsız.

nonplus

(i.), (f.) şaşkınlık, hayret; (f.) şaşırtmak, hayrete düşürmek.

nonproductive

(s.) mahsul vermeyen, verimsiz.

nonprofit

(s.) kâr gayesi gütmeyen.

nonresident

(s.), (i.) görevli bulunduğu yerde oturmayan (kimse).; memleketi dışında yaşayan (kimse).

nonresistance

(i.) mukavemetsizlik, karşı koymayış, direnmeyiş, teslimiyet. nonresistant (i.) karşı koymayan kimse; otoriteye uyma taraftarı.

nonrestrictive

(s.) kısıtlamayan.

nonrigid

(s.) esnek, katı olmayan.

nonsectarian

(s.) mezhebe bağlı olmayan.

nonsense

(i.) saçma şey, boş laf; önemsiz şey. nonsense verses eğlence için yazılmış saçma mısralar, anlamsız şiir. talk nonsense saçmalamak. nonsen'sical (s.) saçma, manasız, abuk sabuk. nonsensically (z.) saçma olarak. nonsensicalness (i.) saçmalık.

nonsequitur

(man.) ilgisiz sonuç, mantığa sığmayan sonuç: konuşulanla ilgisi olmayan söz.

nonsked

(i.), (k.dili) uçuş saatleri tasımlanmamış olan havayolu.

nonskid

(s.) kayma tehlikesine karşı koyan (otomobil lastiği). aralıksız, durakla

nonstop

(s.), (z.) aralıksız, duraklamadan.

nonsuch

(bak.) nonesuch.

nonsuit

(i.), (f.) (huk.) davacının davadan vazgeçmesi; (f.) davanın düşmesine karar vermek.

nonsupport

(i.) bir kimsenin kanunen bakmakla yükümlü olduğu kimseye bakmaması.

nonunion

(s.) sendikaya mensup olmayan: sendika üyelerine iş vermeyen; sendikaları tanımayan. nonunionist (i.) sendikalara karşı olan kimse.

noodle

(i.) budala veya sersem kimse; (k.dili) kafa.

noodle

(i.) şehriye.

nook

(i.) kuytu yer, köşe.

noon

(i.) öğle vakti: en parlak ve en başarılı devre, doruk. noonday (i.), (s.) öğle vakti; (s.) öğle vaktinde olan. noon hour öğle paydosu. noontime, eski noontid (i.) öğle vakti; en parlak veya en başarılı devre. high noon tam öğle vakti.

noose

(i.), (f.) ilmik; bağ; (f.) ilmikle tutmak; ilmik bağlamak; ilmiklemek.

nopal

(i.) hintinciri, firavuninciri, frenkinciri, (bot.) Opuntia ficus india.

nopar

(s.) itibari değeri olmayan.

nope

(z.), ABD, argo Yok. Hayır.

nor

bağlaç ne de, ne.

nordic

(s.), (i.) özellikle İskandinavya'da bulunan dolikosefal uzunboylu ve sarışın ırka ait; (i.) bu ırka mensup kimse.

noria

(i.) sudolabı.

norm

(i.) belirli bir grup için tipik sayılan model veya standart, norm, örnek; istatistikte en çok elde edilen değer; (fels.) düstur, düzgü.

normal

(s.), (i.) normal: tabii, uygun, muntazam; düzgülü; (geom.) dikey; (i.) dikey, normal; alışılmış durum, standart. normal distribution normal eğriyle gösterilen frekans dağılımı. normal school öğretmen okulu. normalcy, normal'ity (i.) tabiilik, normallik. normalize (f.) tabiileştirmek, normal kılmak. normally (z.) genellikle, çoğunlukla; tabii olarak.

norman

(s.), (i.) Normandiya'ya veya Normandiyalılara ait; (i.) Normandiyalı kimse; Normandiyalıların konuştuğu Fransızca lehçe.

normative

(s.) kaide teşkil eden, kaideye ait, düzgüsel, düzgülü, normal.

norse

(s.), (i.) İskandinavya'ya veya İskandinav dillerine ait; (i.) İskandinavya dili; Norveç lisanı.

north

(i.), (s.), (z.) kuzey; (bh) bir memleketin kuzey kısımları; (s.) kuzey; kuzeyden esen veya gelen; kuzeye bakan; (z.) kuzeye doğru, kuzey tarafta. north by east yıldız kerte poyraz. northeast (i.), (s.) kuzey doğu. northeastern (s.) kuzey doğuda olan, kuzey doğudan gelen. North Pole Kuzey Kutbu. North Star Kutupyıldızı. northwest (i.), (s.) kuzey batı.

northeaster

(i.) poyraz rüzgarı veya fırtınası; gemicilerin giydiği geniş kenarlı su geçirmez şapka. northeasterly (s.), (z.) kuzey doğuya ait; (z.) poyraza doğru; poyrazdan.

norther

(i.) kuzeyden gelen fırtına veya şiddetli rüzgar. northerly (s.), (z.), (i.) kuzeydeki; kuzeye doğru olan; kuzeyden esen; (z.) kuzeyden; kuzeye doğru; (i.) kuzeyden gelen fırtına veya rüzgâr.

northern

(s.) kuzeye ait; kuzeyde meydana gelen veya yaşayan, kuzeyli; kuzeyden gelen. northern lights güneşteki fırtınalar sonucu meydana gelen ve en çok kuzey kutup bölgesinde geceleri görülüp hareket eden renkli ışıklar. northerner (i.) kuzeyli kimse; (gen.) (bh) ABD'nin kuzey eyaletlerinde oturan kimse. northernmost (s.) en kuzeydeki.

northing

(i.) kuzeye doğru katedilen mesafe.

northward

(z.), (s.), (i.) kuzeye doğru; (s.) kuzeye bakan; (i.) kuzey taraf. north wardly (z.), (s.) kuzeye doğru (olan); kuzeyden (esen). northwards (z.) kuzeye doğru.

northwester

(i.) karayel. northwesterly (s.) karayel yönünden.

norway

(i.) Norveç.

norwegian

(s.), (i.) Norveçli; Norveç diline ait; (i.) Norveçli kimse; Norveç dili.

nose

(i.), (f.) burun; koklama hissi; burun gibi çıkıntılı yer veya şey; uçağın ön kısmı, burun; (den.) pruva; (f.) kokusunu almak; koklamak; burun ile dokunmak veya burnu sürmek; başkasının işine burnunu sokmak; ağır ağır ilerlemek; koklayarak aramak. nose cone uzay roketinin huni şeklindeki ön kısmı. nose dive uçağın baş aşağı düşmesi; baIıklama dalış; ani düşüş.nose out özellikle koklayarak arayıp bulmak; meydana çıkarmak; yarışta pek az farkla birinci gelmek. nose over burun üstü düşmek. as plain as the nose on your face besbelli, apaçık, aşikar. bite one's nose off birine ters cevap vermek. count noses bir yerde hazır bulunanları saymak. follow one's nose dosdoğru gitmek; düşünmeden hareket etmek. I paid through the nose for it Pek pahalıya mal oldu. keep one's nose to the grindstone durmadan ve sıkı çalışmak. Iead by the nose burnundan çekip sevketmek, körükörüne takip ettirmek. Iook down one's nose at hor görmek. poke one's nose in (vazifesi olmayan işe) burnunu sokmak. put one's nose out of joint ayağını kaydırmak; pabucunu dama atmak. turn up one's nose at hor görmek, beğenmemek; reddetmek. under one's nose burnunun dibinde.

nosebag

(i.) atın yem torbası.

noseband

(i.) yuların atın burnu üzerinden geçen kısmı.

nosebleed

(i) burun kanaması.

nosedive

(f.) (uçak) baş aşağı düşmek; anide düşmek.

nosegay

(i.) çiçek demeti.

noseheavy

(s.) burun aşağı uçmaya veya hareket etmeye çalışan.

nosepiece

(i.) zırh başlığının burun siperi; mikroskopta merceğin takıldığı yer; at takımında burun kayışı.

noshow

(i.), ABD, (k.dili) uçakta önceden yer ayırtan ve sonradan gitmediği halde haber vermeyen kimse.

nosing

(i.) basamak çıkıntısı.

nosology

(i.) hastalıkları sınıflandırma ilmi; hastalıkların sınıflandırılmış olduğu liste; belli bir hastalığın özellikleri. nosolog ical (s.) hastalıkları sınıflandırmayla ilgili. nosol'ogist (i.) hastalıkları sınıflandırma uzmanı.

nostalgia

(i.) özlem; vatan hasreti, sıla hastalığı. nostalgic (s.) vatan hasreti kabilinden.

nostril

(i.) burun deliği.

nostrings

(s.) şartsız.

nostrum

(i.) kocakarı ilâcı; dertlere çare olarak birinin ortaya attığı fikir; her derde deva.

nosy

(s.), (k.dili) başkasının işine burnunu sokan, meraklı.

not

(z.) değil, olmayan. not a little epey not at all hiç, asla, katiyen. Not guilty. Suçsuzdur. Not half bad. Çok iyi. Hiç fena değil. not only this yalnız bu değil. Not that it matters. Mühim değil. whether he goes or not gitse de gitmese de.

nota bene

(Lat.) iyice dikkat et.

notable

(s.), (i.) dikkate değer; belli; tanınmış; hatırlanacak, unutulmaz; i tanınmış kimse, şöhretli kimse; (çoğ.) itibarlılar, ileri gelenler, kodamanlar, ekâbir. notabil'ity (i.) şöhret; şöhretli kimse.

notarial

(s.) notere ait.

notarize

(f.) noterde tasdik ettirmek, noter tarafından onaylatmak.

notary

(i.) noter. notary public noter.

notation

(i.) işaret veya rakamlarla gösterme usulü; özellikle matematikte rakamlar ve işaretler sistemi veya müzikte notalar ile işaretler sistemi; not etme, kayıt.

notch

(i.), (f.) çentik, diş; dar ve derin dağ geçidi; (k.dili) derece; (f.) çentmek, diş diş etmek; çentiklerle hesap tutmak; oku yaya yerleştirmek.

note

(i.) not, işaret; tezkere, pusula, betik; (müz.) nota, ses; piyano tuşlarından biri; bir devletin başka bir devlete yaptığı bildiri, nota; alâmet, delil; hesap pusulası; senet; şöhret, itibar; dikkat, hesaba alma. note paper mektup kâğıdı. circular note genelge, tamim, sirküler; bir çeşit kredi mektubu. compare notes fikir teati etmek. person of note şöhret sahibi kimse, tanınmış kimse. speak without notes hiç yazıya bakmadan nutuk söylemek. strike the right note yerinde söz söylemek, lafı gediğine oturtmak. take note of önem vermek, dikkat etmek.

note

(f.) dikkat etmek, önem vermek; not etmek, işaret etmek; notasını yazmak. note down deftere not etmek. noted (s.) ünlü, şöhretli, meşhur; dikkate alınmış.

notebook

(i.) not defteri, muhtıra defteri.

noteworthy

(s.) dikkate değer, önemli.

nothing

(i.), (z.) hiç bir şey; sıfır; önemsiz şey veya kimse; hiç; hiçlik, yokluk; (z.) hiç, hiç bir suretle, asla, katiyen. Nothing doing (k.dili) Olmaz. Ben karışmam. nothing like benzemez, hiç de değil. for nothing bedava; boşuna; sebep yokken. in nothing flat ABD argo bir an evvel, hemen. make nothing of önem vermemek; anlayamamak. next to nothing hemen hemen hiç.

nothingness

(i.) yokluk, hiçlik; anlamsızlık, önemsizlik; şuursuzluk.

notice

(i.), (f.) ilan, ihbarname, haber, bilgi; ihtar, uyarma, ikaz; dikkat, önemseme; riayet; eleştiri (kitap); saygı; (f.) dikkat etmek; bahsetmek; önem vermek; farkına varmak; saygı göstermek. give notice işten çıkacağını önceden haber vermek. serve notice uyarmak, ihtar etmek, bildirmek, ilan etmek. short notice az mühlet, kısa zaman. take notice farkına varmak. till further notice ikinci bir ihbara kadar. noticeable (s.) farkına varılabilir, görülebilir; önemsemeye değer. noticeably (z.) dikkati çeker şekilde, farkına varılacak derecede.

notify

(f.) bildirmek. notification (i.) bildirme, haber verme; ihbar.

notion

(i.) zan, sanı; fikir, bilgi; tasarım, tasım; (çoğ.), ABD tuhafiye. notional (s.) hayali, tasarım halinde olan.

notoriety

(i.) şöhret, ün (kötü anlamda); adı çıkmış kimse.

notorious

(s.) adı çıkmış. kötülüğüyle ün salmış, dile düşmüş. notoriously (z.) dile düşmüş olarak.

notrump

(i.), briç kozsuz oyun.

notwithstanding

(z.), bağlaç, edat gerçi, her ne kadar; bakmayarak; bağlaç mamafih, bununla birlikte; edat rağmen, gene de.

nougat

(i.) koz helvası.

nought

(bak.) naught.

noumenon

(i.) (çoğ. na) (fels.) varIığından emin olmadan kabul ettiğimiz şey, yalnız aklı ile idrak edilen şey; esas, asıl, öz. noumenal (s.) hissedilemeyen, ancak farz olunabilen.

noun

(i.), (gram.) isim. collective noun topluluk ismi. common noun cins isim. proper noun özel isim.

nourish

(f.) beslemek, gıda vermek; destek olmak, bakmak, büyütmek. nourish false hopes gerçekleşemeyecek ümitler beslemek.

nourishment

(i.) gıda, yemek; besleme, beslenme .

nous

(i.), (fels.) akıl, zihin, zekâ; idrak, anlayış.

nouveau riche

(Fr.) yeni zengin olmuş kimse, sonradan görme kimse.

nov.

(kıs.) November.

nova

(i.), (astr.) birden parlayan yıldız.

novel

(s.), (i.) yeni, yeni çıkmış; tuhaf, garip, alışılmışın dışında; (i.) roman. novelette (i.) kısa roman. novelist (i.) romancı, roman yazarı.

novelty

(i.) yenilik; yeni çıkmış şey. novelties (i.) tuhafiye.

november

(i.) kasım.

novice

(i.) bir işe yeni başlayan kimse; çırak; rahip veya rahibe adayı; kiliseye yeni giren kimse.

novitiate , noviciate

(i.) papaz adaylığı devresi; çıraklık devresi.

novocaine

(i.), (tıb.) Iokal anestezi için kullanılan ve enjeksiyonla verilen bir ilâç, novokain.

now

(z.), bağlaç, (i.), (s.) şimdi; şimdiki halde; bağlaç mademki; (i.) şimdiki zaman; (s.), argo günümüze uygun. now and again, now and then ara sıra, zaman zaman. now then şu halde, öyle ise. now this, now that bazen biri bazen öteki, bir bu bir o.

nowadays

(z.) şimdi, bugünlerde, şimdiki zamanda.

noways

(z.), (k.dili) hiç bir suretle, asla.

nowel

(bak.) noel.

nowhere

(z.) hiç bir yerde.

nowise

(z.) hiç bir suretle, asla.

noxious

(s.) sıhhate zarar veren; zararlı, muzır, fena; ahlâkı bozan. noxiously (z.) zararlı olarak. noxiousness (i.) muzırlık.

nozzle

(i.) hortum başı; ibrik ağzı; körük burnu; argo burun.

np

(kıs.) no place kitap basıldığı yeri göstermiyor.

np

(kıs.) notary public.

nt

(kıs.) New Testament.

nt.wt.

(kıs.) net weight.

nth

(s.) belirsiz sayı anlamındaki n derecesinde olan; bir seride en son gelen. to the nth degree en son dereceye kadar, son derecede.

nuance

(i.) ince fark, ayırtı, nüans.

nub

(i.) yumru, yuvarlak çıkıntı; ABD, (k.dili) öz, nüve (hikâye).

nubble

(i.) ufak yumru. nubbly (s.) ufak yumrularla dolu.

nubile

(s.) evlenecek yaşa gelmiş, gelinlik. nubil'ity (i.) erginlik.

nucellus

(i.), (bot.) tohum nüvesi.

nuclear

(s.) çekirdeksel, nükleer. nuclear family çekirdek aile. nuclear reaction nükleer reaksiyon. nuclear physics nükleer fizik.

nucleate

(s.), (f.) çekirdekli; (f.) çekirdekleştirmek; nüve halini almak.

nucleolus

(i.) (çoğ. li) çekirdecik.

nucleon

(i.) nükleon.

nucleoplasm

(i.), (biyol.) hücre çekirdeğinin asıl maddesi.

nucleus

(i.) (çoğ. nuclei) öz, iç; nüve, çekirdek; cevher, esas; (fiz.) çekirdek, atomun merkez kısmı; (astr.) kuyrukluyıldızın parlak başı; (anat.) omurilik veya beyinde sinir hücreleri yığını.

nude

(s.), (i.) çıplak; (huk.) hükümsüz; çıplak insan vücudu; böyle resim veya heykel. in the nude çıplak, çıplak halde. nudism (i.) çıplak halde dolaşma alışkanlığı veya merakı. nudist (i.) çıplak halde dolaşma merakı olan kimse. nudity (i.) çıplaklık.

nudge

(f.), (i.) dirsek ile dürtmek;(i.) dürtme. nudge one's memory hatırlatmak.

nudnik

(i.), ABD, argo yapışkan kimse.

nugatory

(s.) boş, abes, faydasız; hükümsüz, kıymetsiz.

nugget

(i.) (altın) külçe.

nuisance

(i.) sıkıcı şey veya kimse; sıkıntı, dert, bela; (huk.) başkalarına zarar veya sıkıntı veren şey. nuisance tax çok ufak tutarlar halinde toplandığından dolayı sıkıcı olan vergi. public nuisance umumun rahatını bozan şey.

nuke

(i.), ABD, argo atom bombası.

null

(s.) hükümsüz, battal, geçersiz; değersiz; var olmayan; olumsuz. null and void itibarsız, değersiz. nul'lity (i.) hükümsüzlük, boşluk; (huk.) iptal, butlan; geçerli olmayan şey.

num

(kıs.) number, numeral.

numb

(s.), (f.) hissiz, duygusuz; uyuşuk, uyuşmuş; (f.) uyuşturmak, uyuşukluk vermek. numbly (z.) hissizce. numbness (i.) duygusuzluk.

number

(f.) saymak; hesap etmek; numara koymak; ihtiva etmek; sayısını sınırlandırmak. He numbers eighty years. Seksen yaşındadır. We number fifty men. Elli kişiyiz.

number

(i.) sayı, adet, numara, rakam; (çoğ.) çokluk; gram bir kelimenin tekil veya çoğul olmasına göre hali; müzik parçası. numbers (i.), numbers game gangsterlerin düzenlediği bir çeşit piyango. a number of birtakım, birkaç. back number bir mecmuanın eski sayılarından biri; ABD, (k.dili) geri kafalı kimse, modası geçmiş şey. beyond number sayısız, sayılamaz. cardinal number asıl sayı. cute number çekici ve sevimli kız. fractional number kesirli sayı. get veya have one's number içini okumak. his opposite number karşı tarafta aynı yeri işgal eden kimse. imaginary number sanal sayı. irrational number yadrasyonel sayı. Look out for number one. Kendi çıkarına bak. ordinal number sıra sayısı. prime number asal sayı. rational number rasyonel sayı. whole number tam sayı. with out number sayısız, hesapsız. numberless (s.) sayısız, hesapsız.

numbskull

(i.) mankafa kimse.

numen

(i.) eski Roma dininde bir yöreye ait tanrı; güdü.

numerable

(s.) sayılır, sayılması mümkün.

numeral

(s.), (i.) sayı cinsinden olan, sayılara ait, sayılardan ibaret; (i.) sayı, adet, rakam.

numerate

(f.) numaralamak, numara koymak; (mat.) rakamları okumak. numera' tion (i.) numara koyma veya okuma usulü. numerator (i.), (mat.) pay; sayıcı.

numerical

(s.) sayıya ait, sayı ifade eden. numerical adjective sayı sıfatı. numerically (z.) sayıca.

numerology

(i.) sayıların esrarlı etkisini açıklayan inanış.

numerous

(s.) çok, sayısı çok, pek sok, birşok, sayısız.

numinous

(s.) ihtiram ve huşu uyandıran; mantıkla anlaşılmaz; esrarlı.

numismatic

(s.) para türünden, paraya ait. numismatics (i.) para ve madalya ilmi. numis'matist (i.) para uzmanı.

numskull

(bak.) numbskull.

nun

(i.) rahibe, sör. nun's veiling başörtüsü veya elbise için kullanılan ince yünlü kumaş.

nuncio

(i.) papalık elçisi.

nuncupative

(s.), (huk.) sözlü, yazılı olmayan (vasiyetname).

nunnery

(i.) rahibe manastırı.

nuptial

(s.), (i.) evlenmeye veya düğüne ait; (i.), (gen.) (çoğ.) nikâh, düğün.

nurse

(i.) hastabakıcı, hemşire; sütnine; dadı; bir teşebbüs veya maksadı destekleyen kimse veya yer. night nurse gece hemşiresi. wet nurse sütnine, sütana.

nurse

(f.) hastaya bakmak; bakıp iyileştirmek (zayıf kimseyi); emzirmek, meme vermek; beslemek; çocuğa bakmak; dikkatle kullanmak (zayıf bir uzvu); dizinde veya kucağında tutmak. nurse a grudge kin beslemek. nursing home huzur evi, şifa yurdu.

nursemaid

(i.) dadı.

nursery

(i.) bir evde çocuklara ayrılan oda veya daire; fidanlık. nurseryman (i.) fidanlık bahçıvanı. nursery rhyme çocuk şiiri. nursery school anaokulu.

nursing

(i.) hemşirelik, hastabakıcılık.

nursling

(i.) meme çocuğu, süt çocuğu.

nurture

(i.), (f.) besleyen şey, gıda; terbiye; bakıp büyütme; (f.) beslemek, bakıp büyütmek.

nut

(i.), (f.) (ted, ting) fındık ve ceviz gibi sert kabuklu yemiş; (mak.) vida somunu; ABD, argo çatlak kimse; argo kafa, baş; (f.) ceviz veya fındık toplamak. nutbrown (s.) fındık veya kestane renginde. nut coal ceviz iriliğinde madenkömürü. nut grove fındıklık. Nutsl ünlem, argo İllallah ! be nuts on argo çok sevmek, delicesine sevmek. hard nut to crack müşkül mesele, çatallı iş, çetin iş; idaresi güç kimse. off one's nut kaçık, deli. pistachio nut şamfıstığı.,

nutation

(i.) başı öne düşme; (tıb.) baş sallanması hastalığı; (astr.) nütasyon, üğrüm; (bot.) nütasyon, yönelim.

nutcracker

(i.) fındıkkıran, ceviz kıracak kıskaç.

nutgall

(i.) meşe mazısı.

nuthatch

(i.) sıvacı kuşu, (zool.) Sitta europaea. rock nuthatch kaya sıvacı kuşu, (zool.) Sitta neumayer.

nutmeg

(i.) küçük hindistancevizi ağacı, (bot.) Myristica fragrans; bu ağacın hoş kokulu tohumu.

nutpick

(i.) fındık açacağı.

nutria

(i.) Güney Amerika kunduzu; bu kunduzun kürkü.

nutrient

(s.), (i.) besleyici, besinli; gıdalı; (i.) gıda, besin.

nutriment

(i.) gıda, besin, yemek. nutrimen'tal (s.) besinsel, gıdalı.

nutrition

(i.) gıda, yiyecek; besleme, beslenme. nutritious, nu'tritive (s.) gıdalı, besinli, besleyici.

nuts

(s.), argo deli.

nutshell

(i.) ceviz kabuğu. in a nutshell az ve öz olarak, kısaca.

nutty

(i). Fındık veya ceviz tadı veren, argo deli

nuxvomica

kargabüken, (bot.) Strychnos nuxvomica; bu ağacın zehirli tohumu.

nuzzle

(f.) burun ile eşmek, burun sürtmek; kucağına sokulmak.

nv

(kıs.) Nevada.

ny

(kıs.) New York.

nylon

(i.) naylon; (çoğ.), (k.dili) naylon çorap.

nymph

(i.), (mit.) orman veya su perisi; şiir genç ve güzel kız; (biyol.) kurtçuk safhasından çıkmış fakat henüz tam gelişmemiş böcek. nymph'al, nymphe'an (s.) peri gibi.

nymphomania

(i.), (tıb.) kadınlarda hastalık şeklinde cinsel ilişki arzusu.

nystagmus

(i.), (tıb.) gözbebeğinin kendiliğinden sağa sola titremesi, nistagmus.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL