NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

no ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: no
Bulunan Sonuç: 205

no

(çoğ. nos.) (kıs.) number.

no

(z.), (s.), (i.) (çoğ. noes) (noz) hayır, yok, değil; (s.) hiç, hiç bir; (i.) yok cevabı, hayır kelimesi; olumsuz oy veya karar; olumsuz oy, olumsuz oy veren kimse. no better than dan daha iyi olmayan. No dice. argo Olmaz. Olmayacak. no end of talk sonu gelmez laf. no man's land iki cephe arasında sahipsiz arazi parçası; çok tehlikeli bölge. No sooner said than done. Söz ağızdan çıkar çıkmaz yapılır. no whit hiç, katiyen. no wonder hiç garip değil, pek tabii. by no means hiç, katiyen. He no longer comes here Artık buraya gelmiyor. I want no more of it. Bu kadarı yeter. Sözü uzatma. in no time hemen, derhal. in no wise hiç bir suretle. It's no joke. Kolay iş değil. Şakaya gelmez. The noes have it. Aleyhtarlar kazandı.

noah

(i.) Nuh Peygamber. Noah's ark Nuhun gemisi.

nob

(i.), argo baş, kafa.

nob

(i.), argo asılzade; züppe ve büyüklük taslayan kimse. nobby (s.), argo gösterişli, şık, zarif.

nobiliary

(s.) asılzadelere ait.

nobility

(i.) asalet, soyluluk, asılzadelik.

noble

(s.), (i.) asil, soylu, soydan; âlicenap, yüce gönüllü; heybetli, yüce, ulu; mükemmel, çok güzel; eski kimyasal değişiklik göstermeyen (kıymetli maden); (i.) asılzade, soylu kimse; İngiltere'nin eski bir altın parası. nobleman (i.) asılzade. noblewoman (i.) soylu kadın. nobleness (i.) asalet, soyluluk, kibarlık. nobly (z.) soylulara yakışır bir şekilde, mertçesine.

noblesse

(i.) asılzadeler zümresi, soylular sınıfı. noblesse oblige (oblij') (Fr.) soylu kimselerin başkalarına mertçe ve soylu bir şekilde davranma vazifesi.

nobody

(zam.), (i.) hiç kimse; (i.) önemsiz bir kimse.

nock

(i.), (f.) okun arka ucundaki kertik; yayın iki ucunda kirişi tutmaya mahsus kertik; (f.) oku yay kirişine yerleştirmek.

noctilucent

(s.), (meteor.) gece parlayan (bulut).

nocturnal

(s.) geceye özgü; geceleyin olan; geceleyin çiçek açan; geceleri gezen veya yem arayan (hayvan). noctur nally (z.) gece, geceleyin.

nocturne

(i.), (müz.) tatlı ve duygulu müzik parçası, geceye mahsus parça; resimde gece manzarası.

nocuous

(s.) zarar veren.

nod

(f.) (ded, ding) (i.) kabul veya doğrulama ifade etmek için başını eğmek; (uyuklarken) başı öne düşürmek; dikkatsiz davranmak; (i.) başın öne eğilmesi. get the nod ABD, argo izin almak; seçilmek.

nodal

(s.) düğüme ait. nodal points titreşim halinde bulunan bir ip veya telin hareketsiz noktaları.

noddle

(i.), (k.dili) baş, kafa.

noddy

(i.) ahmak veya budala kimse; bir deniz kırlangıcı.

node

(i.) düğüm; (bot.) düğüm, nod; (astr.) bir gökcismi yörüngesinin ekliptiği kestiği noktaların her biri; (tıb.) romatizmadan meydana gelen katılık, yumru, şiş; (fiz.) titreşim halinde bulunan bir ip veya telin hareketsiz noktalarından her biri; merkez noktası.

nodose

(s.) düğümlü, boğumlu.

nodosity

(i.) düğümlülük, düğüm.

nodule

(i.) ufak ve yuvarlakça yumru veya düğüm, ufak boğum; (tıb.) ufak şiş veya yumru, düğüm, düğümcük, bezecik; (jeol.) yuvarlakça maden parçası. nodular (s.) yumru veya düğüme ait; yumrulu, düğümlü. '

noel

(i.) noel sarkısı; (bh) Noel.

noetic

(s.), (fels.) akli faaliyetle ilgili. nofault insurance suçluyu aramaksızın kazazedeye para ödeyen sigorta.

nog

(i.) takoz; (İng.), (leh.) kuvvetli bira.

noggin

(i.), (k.dili) kafa; ufak bardak; ufak bir içki öIçüsü.

nogo

(s.) sökmez, imkânsız.

nohow

(z.), (leh.) hiç bir suretle, asla. noise tnoyz) (i.), (f.) ses, gürültü, patırtı, şamata, velvele, yaygara; haberleşmede gönderiler haberi değiştiren veya karıştıran parazit. enerjide düzensizlik; (f.) gürültü etmek, ses çıkarmak. noise about yaymak, neşretmek, ilân etmek. noise pollution insan ve çevresine zararlı olan gürültü. make noises bahsetmek.

noiseless

(s.) sessiz, gürültüsüz. noiselessly (z.) sessizce. noiselessness (i.) sessizlik.

noisemaker

(i.) merasimlerde gürültü çıkaran zil, borazan ve benzeri; gürültü yapan kimse.

noisome

(s.) iğrenç, pis kokulu; zararlı, muzır. noisomely (z.) iğrenççe. noisomeness (i.) iğrençlik; muzırlık.

noisy

(s.) sesli, gürültülü; gürültücü, yaygaracı. noisily (z.) gürültülü olarak. noisiness (i.) gürültü.

noknock

(s.), ABD istediği yere zorla girebilme yetkisini belirten.

nolensvolens

(Lat.) ister istemez.

nolleprosequi

(Lat.), (huk.) takipsizlik kararı.

noload

(s.) komisyonsuz satılan (hisseler).

nolocontendere

(Lat.), (huk.) suç isnadına itiraz etmiyorum (sanığın suçu üstüne almadan cezayı kabul etmesi halinde kullanılan tabir).

nolpros

(f.) (sed, sing) (huk.) takipsizlik kararı vermek.

nomad

(s.), (i.) göçebe (kimse veya topluluk). nomad'ic (s.) göçebe gibi, göçebeye ait. no'madism (i.) göçebelik.

nomarchy

(i.) Yunanistan'da il.

nomdeguerre

(Fr.) takma isim.

nomdeplume

yazarın takma adı.

nome

(i.) eski Mısır ve bugünkü Yunanistan'da eyalet.

nomenclature

(i.) bir ilim veya fen dalına ait terimler, terminoloji.

nominal

(s.) ismen mevcut olan, sözde; birinin ismini taşıyan; önemsiz; (ditb.) isim türünden veya isme ait olan, isimle ilgili. nominally (z.) ismen, sözde olarak; önemsizce.

nominalism

(i.), (fels.) adcılık, nominalizm. nominalist (i.) adcı.

nominate

(f.) başkasını aday olarak göstermek; atamak, görevlendirmek.

nomination

(i.) aday gösterme.

nominative

(s.), (gram.) yalın (hal), öznel.

nominee

(i.) aday, namzet.

nomo

önek hukuk, usul.

nomograph

(i.) sayısal bağıntıları gösteren çizge.

nomothetic

(s.) kanun koyan; bilimsel kanunlar meydana getiren.

nomy

sonek ilmi.

non

önek gayri, siz.

nonage

(i.) rüşte ermemiş olma; küçüklük, çocukluk.

nonagenarian

(s.), (i.) doksanlık, doksan yaşına gelmiş; (i.) doksan yaşında kimse.

nonagon

(i.), (mat.) dokuz açılı ve dokuz yanlı çokgen.

nonappearance

(i.) hazır bulunmama, gıyap, yokluk.

nonce

(i.) simdiki zaman. for the nonce şimdilik. nonce word yalnız bir olay dolayısıyle icat edilmiş kelime.

nonchalant

(s.) kayıtsız, ilgisiz, soğukkanlı, heyecansız. nonchaIance (i.) soukkanlılık. nonchalantly (z.) soğukkanlı olarak.

noncom

(bak.) noncommissioned officer.

noncombatant

(i.), (s.), (ask.) geri hizmetlerde görevli kimse; savaş zamanında sivil olan kimse; (s.) savaşta kullanılmayan.

noncommissioned

(s.), (ask.) resmen görevli olmayan; asteğmenden aşağı rütbesi olan. noncommissioned officer onbaşı veya çavuş.

noncommittal

(s.) tarafsız; fikrini açıklamayan.

noncompliance

(i.) karşı gelme, emredilen bir şeye uymama.

noncompos mentis

(Lat.), (huk.) aklına sahip olmayan, akılca dengesiz. non compos yarı kaçık.

nonconductor

(i.), (fiz.) geçirmez madde, iletken olmayan madde.

nonconformist

(i.) topluma ayak uydurmayan kimse; (İng.) Anglikan kilisesine bağlı olmayan kimse.

nonconformity

(i.) uymayı reddetme; (İng.) resmi kiliseye uymama.

nondescript

(s.), (i.) kolay tanımlanamaz, sınıflama veya tanımlamaya gelmez (kimse veya şey).

none

(zam.), (z.) hiç biri, hiç kimse; (z.) hiç, asla, hiç bir suretle.

noneffective

(s.), (i.) tesirsiz, etkisiz; (ask.), (den.) hizmete yaramaz (kimse).

nonego

(i.) benlik dışındaki dünya, nesnel kâinat.

nonentity

(i.) önemsiz kimse; değersiz şey; hiçlik, yokluk, var olmayan şey, yalnız hayalde olan şey.

nones

(i.), (çoğ.) eski Roma takviminde bazı ayların beşine ve bazı ayların yedisine verilen isim; Katoliklerin ikindi tapınması.

nonesuch , nonsuch

(i.) eşsiz kimse veya şey.

nonetheless

(z.) bununla beraber, her şeye rağmen.

noneuclidean

(s.), (mat.) Öklit geometri sistemi kurallarından ayrı olan.

nonexistence

(i.) yokluk, varolmayış. nonexistent (s.) varolmayan.

nonfeasance

(i.), (huk.) kanuni bir yükümü hiç veya gereği gibi yerine getirmeme.

nonferrous

(s.) demirden başka olan (maden).

nonfiction

(i.) kurgusal olmayan düzyazı.

nonflammable

(s.) ateş almaz, yanmaz.

nonhappening

(i.) olaysız durum, ilgi çekmeyen olay.

nonil, lion

(i.) Fransız ve Amerikan usulune göre otuz sıfırlı sayı; İngiliz usulüne göre elli dört sıfırlı sayı.

nonintervention

(i.) başka devletlerin işine karışmama siyaseti.

nonjoinder

(i.), (huk.) davaya katılması gereken bir kimsenin dışta bırakıması.

nonjuror

(i.) bağlılık andını içmeyi reddeden kimse; (tar.) İngiltere hanedanından kral William ile kraliçe Mary'ye bağlılık yemini etmeyen vaizlerden biri.

nonleaded

(s.) içinde kurşun bulunmayan (benzin).

nonlicet

(Lat.) Kanuna aykırıdır.

nonliquet

(Lat.) Mesele açık değil.

nonmetal

(i.), (kim.) madeni olmayan eleman; hidrojen ile birleşince asit meydana getirebilen eleman.

nonmoral

(s.) ahlâkla ilişiği olmayan.

nonnuclear

(s.) atom bombası olmayan (memleket).

nono

(i.), ABD, argo yapılmaması gereken şey.

nonobjective

(s.), (güz.) (san.) nesnel olmayan.

nonpareil

(s.), (i.) eşsiz, misli bulunmaz; (i.) eşsiz kimse; mükemmel şey; altı puntoluk matbaa harfi.

nonparous

(s.) çocuk doğurmamış.

nonparticipating

(s.) katılmayan.

nonpartisan

(s.) partiye bağlı olmayan; tarafsız.

nonplus

(i.), (f.) şaşkınlık, hayret; (f.) şaşırtmak, hayrete düşürmek.

nonproductive

(s.) mahsul vermeyen, verimsiz.

nonprofit

(s.) kâr gayesi gütmeyen.

nonresident

(s.), (i.) görevli bulunduğu yerde oturmayan (kimse).; memleketi dışında yaşayan (kimse).

nonresistance

(i.) mukavemetsizlik, karşı koymayış, direnmeyiş, teslimiyet. nonresistant (i.) karşı koymayan kimse; otoriteye uyma taraftarı.

nonrestrictive

(s.) kısıtlamayan.

nonrigid

(s.) esnek, katı olmayan.

nonsectarian

(s.) mezhebe bağlı olmayan.

nonsense

(i.) saçma şey, boş laf; önemsiz şey. nonsense verses eğlence için yazılmış saçma mısralar, anlamsız şiir. talk nonsense saçmalamak. nonsen'sical (s.) saçma, manasız, abuk sabuk. nonsensically (z.) saçma olarak. nonsensicalness (i.) saçmalık.

nonsequitur

(man.) ilgisiz sonuç, mantığa sığmayan sonuç: konuşulanla ilgisi olmayan söz.

nonsked

(i.), (k.dili) uçuş saatleri tasımlanmamış olan havayolu.

nonskid

(s.) kayma tehlikesine karşı koyan (otomobil lastiği). aralıksız, durakla

nonstop

(s.), (z.) aralıksız, duraklamadan.

nonsuch

(bak.) nonesuch.

nonsuit

(i.), (f.) (huk.) davacının davadan vazgeçmesi; (f.) davanın düşmesine karar vermek.

nonsupport

(i.) bir kimsenin kanunen bakmakla yükümlü olduğu kimseye bakmaması.

nonunion

(s.) sendikaya mensup olmayan: sendika üyelerine iş vermeyen; sendikaları tanımayan. nonunionist (i.) sendikalara karşı olan kimse.

noodle

(i.) budala veya sersem kimse; (k.dili) kafa.

noodle

(i.) şehriye.

nook

(i.) kuytu yer, köşe.

noon

(i.) öğle vakti: en parlak ve en başarılı devre, doruk. noonday (i.), (s.) öğle vakti; (s.) öğle vaktinde olan. noon hour öğle paydosu. noontime, eski noontid (i.) öğle vakti; en parlak veya en başarılı devre. high noon tam öğle vakti.

noose

(i.), (f.) ilmik; bağ; (f.) ilmikle tutmak; ilmik bağlamak; ilmiklemek.

nopal

(i.) hintinciri, firavuninciri, frenkinciri, (bot.) Opuntia ficus india.

nopar

(s.) itibari değeri olmayan.

nope

(z.), ABD, argo Yok. Hayır.

nor

bağlaç ne de, ne.

nordic

(s.), (i.) özellikle İskandinavya'da bulunan dolikosefal uzunboylu ve sarışın ırka ait; (i.) bu ırka mensup kimse.

noria

(i.) sudolabı.

norm

(i.) belirli bir grup için tipik sayılan model veya standart, norm, örnek; istatistikte en çok elde edilen değer; (fels.) düstur, düzgü.

normal

(s.), (i.) normal: tabii, uygun, muntazam; düzgülü; (geom.) dikey; (i.) dikey, normal; alışılmış durum, standart. normal distribution normal eğriyle gösterilen frekans dağılımı. normal school öğretmen okulu. normalcy, normal'ity (i.) tabiilik, normallik. normalize (f.) tabiileştirmek, normal kılmak. normally (z.) genellikle, çoğunlukla; tabii olarak.

norman

(s.), (i.) Normandiya'ya veya Normandiyalılara ait; (i.) Normandiyalı kimse; Normandiyalıların konuştuğu Fransızca lehçe.

normative

(s.) kaide teşkil eden, kaideye ait, düzgüsel, düzgülü, normal.

norse

(s.), (i.) İskandinavya'ya veya İskandinav dillerine ait; (i.) İskandinavya dili; Norveç lisanı.

north

(i.), (s.), (z.) kuzey; (bh) bir memleketin kuzey kısımları; (s.) kuzey; kuzeyden esen veya gelen; kuzeye bakan; (z.) kuzeye doğru, kuzey tarafta. north by east yıldız kerte poyraz. northeast (i.), (s.) kuzey doğu. northeastern (s.) kuzey doğuda olan, kuzey doğudan gelen. North Pole Kuzey Kutbu. North Star Kutupyıldızı. northwest (i.), (s.) kuzey batı.

northeaster

(i.) poyraz rüzgarı veya fırtınası; gemicilerin giydiği geniş kenarlı su geçirmez şapka. northeasterly (s.), (z.) kuzey doğuya ait; (z.) poyraza doğru; poyrazdan.

norther

(i.) kuzeyden gelen fırtına veya şiddetli rüzgar. northerly (s.), (z.), (i.) kuzeydeki; kuzeye doğru olan; kuzeyden esen; (z.) kuzeyden; kuzeye doğru; (i.) kuzeyden gelen fırtına veya rüzgâr.

northern

(s.) kuzeye ait; kuzeyde meydana gelen veya yaşayan, kuzeyli; kuzeyden gelen. northern lights güneşteki fırtınalar sonucu meydana gelen ve en çok kuzey kutup bölgesinde geceleri görülüp hareket eden renkli ışıklar. northerner (i.) kuzeyli kimse; (gen.) (bh) ABD'nin kuzey eyaletlerinde oturan kimse. northernmost (s.) en kuzeydeki.

northing

(i.) kuzeye doğru katedilen mesafe.

northward

(z.), (s.), (i.) kuzeye doğru; (s.) kuzeye bakan; (i.) kuzey taraf. north wardly (z.), (s.) kuzeye doğru (olan); kuzeyden (esen). northwards (z.) kuzeye doğru.

northwester

(i.) karayel. northwesterly (s.) karayel yönünden.

norway

(i.) Norveç.

norwegian

(s.), (i.) Norveçli; Norveç diline ait; (i.) Norveçli kimse; Norveç dili.

nose

(i.), (f.) burun; koklama hissi; burun gibi çıkıntılı yer veya şey; uçağın ön kısmı, burun; (den.) pruva; (f.) kokusunu almak; koklamak; burun ile dokunmak veya burnu sürmek; başkasının işine burnunu sokmak; ağır ağır ilerlemek; koklayarak aramak. nose cone uzay roketinin huni şeklindeki ön kısmı. nose dive uçağın baş aşağı düşmesi; baIıklama dalış; ani düşüş.nose out özellikle koklayarak arayıp bulmak; meydana çıkarmak; yarışta pek az farkla birinci gelmek. nose over burun üstü düşmek. as plain as the nose on your face besbelli, apaçık, aşikar. bite one's nose off birine ters cevap vermek. count noses bir yerde hazır bulunanları saymak. follow one's nose dosdoğru gitmek; düşünmeden hareket etmek. I paid through the nose for it Pek pahalıya mal oldu. keep one's nose to the grindstone durmadan ve sıkı çalışmak. Iead by the nose burnundan çekip sevketmek, körükörüne takip ettirmek. Iook down one's nose at hor görmek. poke one's nose in (vazifesi olmayan işe) burnunu sokmak. put one's nose out of joint ayağını kaydırmak; pabucunu dama atmak. turn up one's nose at hor görmek, beğenmemek; reddetmek. under one's nose burnunun dibinde.

nosebag

(i.) atın yem torbası.

noseband

(i.) yuların atın burnu üzerinden geçen kısmı.

nosebleed

(i) burun kanaması.

nosedive

(f.) (uçak) baş aşağı düşmek; anide düşmek.

nosegay

(i.) çiçek demeti.

noseheavy

(s.) burun aşağı uçmaya veya hareket etmeye çalışan.

nosepiece

(i.) zırh başlığının burun siperi; mikroskopta merceğin takıldığı yer; at takımında burun kayışı.

noshow

(i.), ABD, (k.dili) uçakta önceden yer ayırtan ve sonradan gitmediği halde haber vermeyen kimse.

nosing

(i.) basamak çıkıntısı.

nosology

(i.) hastalıkları sınıflandırma ilmi; hastalıkların sınıflandırılmış olduğu liste; belli bir hastalığın özellikleri. nosolog ical (s.) hastalıkları sınıflandırmayla ilgili. nosol'ogist (i.) hastalıkları sınıflandırma uzmanı.

nostalgia

(i.) özlem; vatan hasreti, sıla hastalığı. nostalgic (s.) vatan hasreti kabilinden.

nostril

(i.) burun deliği.

nostrings

(s.) şartsız.

nostrum

(i.) kocakarı ilâcı; dertlere çare olarak birinin ortaya attığı fikir; her derde deva.

nosy

(s.), (k.dili) başkasının işine burnunu sokan, meraklı.

not

(z.) değil, olmayan. not a little epey not at all hiç, asla, katiyen. Not guilty. Suçsuzdur. Not half bad. Çok iyi. Hiç fena değil. not only this yalnız bu değil. Not that it matters. Mühim değil. whether he goes or not gitse de gitmese de.

nota bene

(Lat.) iyice dikkat et.

notable

(s.), (i.) dikkate değer; belli; tanınmış; hatırlanacak, unutulmaz; i tanınmış kimse, şöhretli kimse; (çoğ.) itibarlılar, ileri gelenler, kodamanlar, ekâbir. notabil'ity (i.) şöhret; şöhretli kimse.

notarial

(s.) notere ait.

notarize

(f.) noterde tasdik ettirmek, noter tarafından onaylatmak.

notary

(i.) noter. notary public noter.

notation

(i.) işaret veya rakamlarla gösterme usulü; özellikle matematikte rakamlar ve işaretler sistemi veya müzikte notalar ile işaretler sistemi; not etme, kayıt.

notch

(i.), (f.) çentik, diş; dar ve derin dağ geçidi; (k.dili) derece; (f.) çentmek, diş diş etmek; çentiklerle hesap tutmak; oku yaya yerleştirmek.

note

(i.) not, işaret; tezkere, pusula, betik; (müz.) nota, ses; piyano tuşlarından biri; bir devletin başka bir devlete yaptığı bildiri, nota; alâmet, delil; hesap pusulası; senet; şöhret, itibar; dikkat, hesaba alma. note paper mektup kâğıdı. circular note genelge, tamim, sirküler; bir çeşit kredi mektubu. compare notes fikir teati etmek. person of note şöhret sahibi kimse, tanınmış kimse. speak without notes hiç yazıya bakmadan nutuk söylemek. strike the right note yerinde söz söylemek, lafı gediğine oturtmak. take note of önem vermek, dikkat etmek.

note

(f.) dikkat etmek, önem vermek; not etmek, işaret etmek; notasını yazmak. note down deftere not etmek. noted (s.) ünlü, şöhretli, meşhur; dikkate alınmış.

notebook

(i.) not defteri, muhtıra defteri.

noteworthy

(s.) dikkate değer, önemli.

nothing

(i.), (z.) hiç bir şey; sıfır; önemsiz şey veya kimse; hiç; hiçlik, yokluk; (z.) hiç, hiç bir suretle, asla, katiyen. Nothing doing (k.dili) Olmaz. Ben karışmam. nothing like benzemez, hiç de değil. for nothing bedava; boşuna; sebep yokken. in nothing flat ABD argo bir an evvel, hemen. make nothing of önem vermemek; anlayamamak. next to nothing hemen hemen hiç.

nothingness

(i.) yokluk, hiçlik; anlamsızlık, önemsizlik; şuursuzluk.

notice

(i.), (f.) ilan, ihbarname, haber, bilgi; ihtar, uyarma, ikaz; dikkat, önemseme; riayet; eleştiri (kitap); saygı; (f.) dikkat etmek; bahsetmek; önem vermek; farkına varmak; saygı göstermek. give notice işten çıkacağını önceden haber vermek. serve notice uyarmak, ihtar etmek, bildirmek, ilan etmek. short notice az mühlet, kısa zaman. take notice farkına varmak. till further notice ikinci bir ihbara kadar. noticeable (s.) farkına varılabilir, görülebilir; önemsemeye değer. noticeably (z.) dikkati çeker şekilde, farkına varılacak derecede.

notify

(f.) bildirmek. notification (i.) bildirme, haber verme; ihbar.

notion

(i.) zan, sanı; fikir, bilgi; tasarım, tasım; (çoğ.), ABD tuhafiye. notional (s.) hayali, tasarım halinde olan.

notoriety

(i.) şöhret, ün (kötü anlamda); adı çıkmış kimse.

notorious

(s.) adı çıkmış. kötülüğüyle ün salmış, dile düşmüş. notoriously (z.) dile düşmüş olarak.

notrump

(i.), briç kozsuz oyun.

notwithstanding

(z.), bağlaç, edat gerçi, her ne kadar; bakmayarak; bağlaç mamafih, bununla birlikte; edat rağmen, gene de.

nougat

(i.) koz helvası.

nought

(bak.) naught.

noumenon

(i.) (çoğ. na) (fels.) varIığından emin olmadan kabul ettiğimiz şey, yalnız aklı ile idrak edilen şey; esas, asıl, öz. noumenal (s.) hissedilemeyen, ancak farz olunabilen.

noun

(i.), (gram.) isim. collective noun topluluk ismi. common noun cins isim. proper noun özel isim.

nourish

(f.) beslemek, gıda vermek; destek olmak, bakmak, büyütmek. nourish false hopes gerçekleşemeyecek ümitler beslemek.

nourishment

(i.) gıda, yemek; besleme, beslenme .

nous

(i.), (fels.) akıl, zihin, zekâ; idrak, anlayış.

nouveau riche

(Fr.) yeni zengin olmuş kimse, sonradan görme kimse.

nov.

(kıs.) November.

nova

(i.), (astr.) birden parlayan yıldız.

novel

(s.), (i.) yeni, yeni çıkmış; tuhaf, garip, alışılmışın dışında; (i.) roman. novelette (i.) kısa roman. novelist (i.) romancı, roman yazarı.

novelty

(i.) yenilik; yeni çıkmış şey. novelties (i.) tuhafiye.

november

(i.) kasım.

novice

(i.) bir işe yeni başlayan kimse; çırak; rahip veya rahibe adayı; kiliseye yeni giren kimse.

novitiate , noviciate

(i.) papaz adaylığı devresi; çıraklık devresi.

novocaine

(i.), (tıb.) Iokal anestezi için kullanılan ve enjeksiyonla verilen bir ilâç, novokain.

now

(z.), bağlaç, (i.), (s.) şimdi; şimdiki halde; bağlaç mademki; (i.) şimdiki zaman; (s.), argo günümüze uygun. now and again, now and then ara sıra, zaman zaman. now then şu halde, öyle ise. now this, now that bazen biri bazen öteki, bir bu bir o.

nowadays

(z.) şimdi, bugünlerde, şimdiki zamanda.

noways

(z.), (k.dili) hiç bir suretle, asla.

nowel

(bak.) noel.

nowhere

(z.) hiç bir yerde.

nowise

(z.) hiç bir suretle, asla.

noxious

(s.) sıhhate zarar veren; zararlı, muzır, fena; ahlâkı bozan. noxiously (z.) zararlı olarak. noxiousness (i.) muzırlık.

nozzle

(i.) hortum başı; ibrik ağzı; körük burnu; argo burun.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL