NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

so ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: so
Bulunan Sonuç: 299

so

z., (bağlaç), (ünlem), s. böyle, şöyle, öyle, bu suretle; bu kadar; şu kadar; bu veya şu sebepten; bu cihetle, bu münasebetle; pek âlâ, pek iyi; kadar, sanki; çok; pek çok; (bağlaç) şartı ile; müddetçe; bunun için; ve; (ünlem) Ya! demek ki; yeter, kâfi; Öyle mi? Tamam ! s. doğru. so far şimdiye kadar. So long k.dili. Hoşça kalın ! so to speak sözde, güya, sözün gelişi. so that ta ki; şöyle ki. So what ? Ne fark eder? N'olucak yani! and so bunun gibi, böylece; neticede. and so on ve saire, ve diğerleri. an hour or so bir saat kadar. He said so. Öyle dedi. He was born blind and remained so all his life. Kör olarak doğdu ve hayat boyu öyle kaldı. It's not so. Yalandır. just so yerli yerinde. Let it be so. Öyle olsun.

so

müz., bak. sol.

so-and-so

i. filanca; (kaba söz yerine kullanılan söz) bilmem ne.

so.

kıs. south.

soakage

i. ıslatma, ıslanma; ıslatılan şeyin çektiği sıvı miktarı.

soaker

i. ıslatan şey; ıslatıcı yağmur.

soakers

i. yünden yapılmış ve ıslaklığı çeken kısa bebek pantolonu.

soap

i., f. sabun; A.B.D., (argo) rüşvet; f. sabunlamak, sabun sürmek. soap bubble sabun köpüğü; süs. soap dish sabunluk. soap opera A.B.D., k.dili. radyo veya televizyonda yayınlanan bir seri melodram. no soap A.B.D., (argo) imkânsız, katiyen; boş, verimsiz, faydasız. soft soap arapsabunu; k.dili. yağcılık.

soapbox

i. sabun sandığı; sokakta nutuk çekenlerin üstüne çıktığı sandık. soap box derby A.B.D. çocukların kendi yaptıkları arabalarla yokuş aşağı yarışı. soapboxer i., k.dili. sokakta nutuk çeken kimse.

soapstone

i. sabuntaşı.

soapsuds

i., çoğ. sabun köpüğü.

soapwort , soaproot

i. çöven, helvacıkökü, sabunotu, bot. Saponaria officinalis.

soapy

s. sabunlu, sabun gibi; (argo) el etek öpen, yüzsuyu döken, yağcı; aşırı duygusal. soapily z. sabunlu olarak; yüzsuyu dökerek. soapiness i. sabunlu oluş.

soar

f., i. süzülerek yükselmek, süzülerek uçmak; hareket etmeden aynı seviyede uçmak; artmak, yükselmek; yücelmek; i. süzülerek yükselme veya uçuş.

sob

f. (-bed, -bing) i. içini çekerek ağlamak, hıçkırarak ağlamak, hüngür hüngür ağlamak; hıçkırır gibi ses çıkarmak; i. ağlama hıçkırığı. sob sister A.B.D., (argo) çok içli makaleler yazan kadın gazeteci. sob story (argo) göz yaşı döktüren kişisel hikâye.

sober

s., f. kendine hâkim, ölçülü, dengeli, ılımlı, temkinli, makul; ciddi, ağır başlı; içki etkisinde olmayan; gösterişsiz; f. dizginlemek; ayılmak, ayıltmak. sober down ciddileşmek, ciddileştirmek; uslanmak, uslandırmak, aklını başına getirmek. soberminded s. aklı başında, ölçülü, temkinli. sober up veya off ayılmak, aklı başına gelmek. a sober estimate makul ve üzerinde düşünülmüş hesap. soberly z. ölçülü, ılımlılıkla. soberness i. ağır başlılık; ayıklık.

sobersides

i., k.dili. yüzü gülmeyen kimse, fazla ağır başlı kimse.

sobriety

i. itidal, ılımlılık, ağır başlılık, temkin; imsak.

socage

i. ortaçağda belirli bir meblâğ veya hizmete bedel olarak bir mülkü tasarruf hakkı.

socalled

s. güya, sözde.

soccer

i. futbol, ayaktopu.

sociable

s. girgin, arkadaş canlısı; tatlı, nazik, tatlı dilli; hoş sohbet. sociability, sociableness i. hoş sohbetlik; toplum hayatından hoşlanma. sociably z. candan.

social

s., i. toplumsal içtimai, sosyal; toplumda yeri olan, cemiyete ait; bot., zool. kütle halinde büyüyen veya yaşayan; sosyetik; i. sohbetli toplantı, sohbet meclisi. Social Democrat sosyal demokrat parti üyesi. social insurance sosyal sigorta. social intercourse sosyal ilişki. social register sosyeteye mensup kimselerin isimleri yazılı liste. social science sosyal bilim. social security sosyal sigorta. social service sosyal hizmet. social work sosyal görev. sociality i. tatlı huyluluk, hoş sohbetlik; girginlik. socially z. sosyal olarak, toplumsal bakımdan.

socialism

i. sosyalizm, toplumculuk.

socialist

i., s. sosyalist, toplumcu; s. sosyalizme ait. socialistic s. sosyalizme ait, toplumcu. socialistically z. sosyalizme meyilli olarak.

socialize

İng. -ise f. kamulaştırmak, topluma mal etmek; sosyalleştirmek; toplum kurallarına uydurmak. socialization i. sosyalleştirme, sosyalizasyon; kamulaştırma.

society

i. toplum, cemiyet; sosyete; halk, millet, kavim; arkadaşlık, dostluk; şirket, kurum, dernek; topluluk. society life sosyete hayatı. avoid the society of arkadaşlığından kaçınmak. leader of society toplum hayatında lider. polite society sosyete.

sociologic ,ical

s. sosyolojiye ait. sociologically z. sosyoloji yönünden.

sociologist

i. sosyolog, toplumbilimci.

sociology

i. sosyoloji, toplumbilim.

socius

i. (çoğ. socii) arkadaş; meslektaş, koldaş.

sock

f., i. (argo) yumruklamak; sille atmak; i.(argo) yumruk,darbe,sille. sock away (argo) (para) saklamak. socked in hava muhalefetinden dolayı kapalı (havaalanı). Sock it to him. (argo) Haydi bastır.

sock

i. kısa çorap, şoset.

socket

i., f. içine bir şey geçirilen delik veya oyuk; duy; duy priz; priz; yuva; f. yuva veya oyuk açmak. socket wrench yuvalı anahtar. light socket lamba duyu. wall socket duvar prizi.

socle

i., mim. direk veya duvar kaidesi, taban, destek.

socratic , ical

s. Sokrat'a ait; Sokrat'ın felsefesine ait. Socratic method Sokrat usulüne göre sorulara cevap vermek suretiyle karşılıklı konuşma tarzı.

sod

i., f. (-ded, -ding) çim; çimen parçası; f. çimen parçaları ile kaplamak. under the sod mezarda. the Old Sod İrlanda.

soda

i. soda; karbonat, sodyum bikarbonat; çamaşır sodası; sodyum hidroksit; gazoz; maden sodası; dondurmalı ve sodalı bir içecek. soda ash karbonat, nötür sodyum karbonat. soda cracker tuzlu bisküvi. soda fountain büfe, hafif yemekler veren lokanta. soda water gazoz; maden sodası. washing soda çamaşır sodası.

sodality

i. arkadaşlık; cemiyet; Kat. hayır cemiyeti.

sodden

s., f. iyice ıslanmış, sırılsıklam; hamur gibi (ekmek); anlamsız, donuk; ayyaş suratlı; f. iyice ıslatmak veya ıslanmak; donuklaştırmak.

sodium

i., kim. sodyum. sodium bicarbonate karbonat, sodyum bikarbonat. sodium carbonate adi soda. sodium hydroxide sodyum hidroksit. sodium nitrate Şili güherçilesi, sodyum nitrat. sodium silicate cam suyu.

sodom

i. Tevrat'ın ilk kitabında bahsedilen kötülüğü ile meşhur Sodom şehri. Sodomite i. Sodomlu; k.h. homoseksuel erkek, ibne, kulampara. sodomitic(al) s. homoseksüelliğe ait. sodomy i. cinsel sapıklık, livata; homoseksüellik, kulamparacılık, oğlancılık.

soever

z. herhangi, her ne, her.

sofa

i. sedir, kanepe.

soffit

i., mim. kemer, balkon veya merdivenin alt yüzü; taban.

sofia

i. Sofya.

soft

s., i., z. yumuşak; mülâyim, tatlı, nazik, uysal, latif; sakin, asude; yufka yürekli; zayıf, ince, narin, dayanıksız; hafif; ask. korumasız; kim. bakterilerle ayrışabilen; İng., leh. nemli, ılık (hava); i. yumuşak şey; yumuşaklık; k.dili. ahmak kimse; z. yavaşça. soft art süreksiz sanat. soft coal adi madenkömürü. soft drink alkolsüz içki, içecek. soft drug alışkanlık kazandırmayan ilâç. soft goods dokuma, mensucat. soft landing yumuşak iniş. soft palate anat. yumuşak damak. soft pedal piyanonun sesini yumuşatmak için kullanılan pedal. soft sell A.B.D., k.dili. baskı yapmadan ikna etme. soft soap arapsabunu, yumuşak sabun; k.dili. yağcılık, dalkavukluk. soft water tatlı su, içinde maden tuzu bulunmayan su. softish s. yumuşakça. softly z. yavaş yavaş; tatlılıkla. softness i. yumuşaklık. softy i. aşırı duygusal kimse; hanım evlâdı.

soft-boiled

s. az pişmiş, rafadan (yumurta).

soft-shelled

s. yumuşak kabuklu (yengeç, kaplumbağa); ılımlı.

soft-soap

f., k.dili. yağlamak, ayartmak.

soft-spoken

s. tatlı dilli.

soft-toned

s. tatlı sesli (çalgı).

soft-voiced

s. tatlı sesli.

softa

i., T. softa.

softball

i. bir çeşit beysbol; bu oyunda kullanılan top.

soften

f. yumuşatmak, mülâyimleştirmek, gevşetmek; teskin etmek, yatıştırmak; yumuşamak, mülâyimleşmek; yatışmak. softening of the brain tıb. beyin zarının yumuşaması, colloq. beyin sulanması.

softhearted

s. yumuşak kalpli, yufka yürekli, merhametli.

software

i. kompütöre verilen plan, program ve belletmeler.

softwood

i. çam; tahtası yumuşak olan ağaç.

soggy

s. iyice ıslanmış, sırsıklam; ağır. sogginess i. sırsıklam bir halde olma.

soi-disant

s., Fr. sözde.

soigne

s., Fr. bakımlı, iyi giyinmiş, colloq. iki dirhem bir çekirdek.

soil

i. toprak; ülke; gelişme ortamı, yuva. alluvial soil aluvyonlu toprak. one's native soil ana vatan. poor soil verimsiz toprak. rich soil verimli toprak.

soil

f., i. kirletmek, lekelemek; namusuna leke sürmek; kirlenmek, lekelenmek; i. leke, kir; çirkef, pislik, çöp; gübre.

soil

f. hayvanları taze otla beslemek, semirtmek.

soilage

i. yeşillik, yeşil ot (yem olarak).

soiree

i. suvare, gece toplantısı.

soja

i. soya fasulyesi.

sojourn

f., i. kalmak, geçici olarak kalmak, misafir olmak; i. konukluk, misafir olarak kalma. sojourner i. misafir, konuk.

sol

i. güneş; eski Romalıların güneş tanrısı.

sol

i., kim. koloidal eriyik, koloit.

sol

i., müz. sol noktası, gamda beşinci nota.

sol-fa

f., i. gam notalarını sesle vermek; i. notaların isimleri.

sola

bak. solus.

solace

i., f. teselli, teselli sebebi; f. teselli etmek, kederini hafifletmek.

solan

i. sümsük kuşu, zool. Sulidae.

solar

s. güneşle ilgili; güneşe göre hesaplanan; güneş etkisiyle meydana gelen, şemsi. solar eclipse güneş tutulması, gün tutulması, küsuf. solar month ay. solar plexus anat. güneş sinirağı; k.dili. karın boşluğu. solar spectrum güneş tayfı. solar spots güneşin üzerinde görülen lekeler, solar system astr. güneş sistemi. solar wind güneşten çıkan yüklü zerrelerin cereyanı. solar year şemsi yıl, güneş yılı.

solarium

i. güneş banyosu yapılan etrafı camla çevrili yer, solaryum.

solarize

f. güneş ışığına maruz bırakmak; foto. klişeyi güneş ışığına fazla maruz bırakarak bozmak. solarization i. güneş ışınlarının etkisi; foto. klişeyi güneşe fazla maruz bırakarak bozma.

solatium

i. (çoğ. -tia) tazminat.

sold

bak. sell.

solder

i., f. lehim; yapıştırıcı madde; f. lehimlemek; yapıştırmak. soldering iron havya.

soldier

i., f. asker, nefer, er; karınca yuvasının bekçiliğini yapan iri karınca; f. askerlik yapmak; k.dili. işten kaçınmak, çalışır görünmek, kaytarmak. soldier of fortune bir çıkar veya macera için askerlik yapan kimse. an old soldier eski asker; tecrübeli ve bilgili adam. every inch a soldier sapına kadar asker. tin soldier oyuncak asker. soldierlike s. askere yakışır, askerce. soldierly s. asker gibi, askercesine.

soldiery

i. askerler, asker sınıfı; askerlik.

soldo

i. (çoğ. -di) eski bir İtalyan parası.

sole

i., f. taban, ayak veya ayakkabı tabanı; f. ayakkabıya pençe vurmak. sole leather taban köselesi.

sole

i. dilbalığı, zool. Solea vulgaris.

sole

s. tek, yalnız, biricik, yegâne, başlı başına; huk. evlenmemiş, bekâr. solely z. yalnız, ancak, sadece.

solecism

i. dilbilgisi kurallarının dışına çıkma; deyim hatası; aykırı tutum veya davranış.

solemn

s. ağır başlı, vakur; heybetli; ciddi; kutsal veya aziz tutulan; dinsel, dini törenle yerine getirilen; resmi, kanuna uygun. solemnly z. ciddiyet ve vakarla.

solemnity

i. ağır başlılık, vakar; ciddiyet; kutlama töreni; dini tören; heybet; heybet verici şey; huk. resmiyet.

solemnize

İng. -nise f. resmen icra etmek; resmi ayin yapmak. solemnization i. resmen icra.

solenoid

i., elek. solenoit, sarmal bobin.

soleplate

i., mak. taban levhası.

solfatara

i., jeol. kükürt benzeri gazlar yayan volkan ağzı; püskürme.

solfeggio

i. (çoğ. -gi) müz. solfej.

solicit

f. rica etmek, rica ederek istemek, rica ederek davet etmek; yalvarmak, kışkırtmak, tahrik etmek, teşvik etmek. solicitation i. isteme, talep, rica; davet, tahrik.

solicitor

i. rica eden kimse, aracı; devlet dairesinde hukuk müşaviri; İng. davavekili. Solicitor General başsavcı, müddeiumumi.

solicitous

s. meraklı, endişeli, vesveseli; istekli, arzulu. solicitously z. merakla, endişe ile. solicitousness i. meraklılık, endişelilik.

solicitude

i. merak, kuruntu, vesvese; arzu, iştiyak; endişe konusu olan şey, dert.

solid

s., i. katı; sağlam; som; pek, sıkı, yoğun; kesiksiz; bütün, tam; gerçek; birleşik; üç boyutlu; güvenilir, devamlı, kesintisiz, fasılasız; i. katı madde; üç boyutluluk. solid comfort ciddi ve sürekli rahat. solid food katı yiyecek. solid geometry uzay geometri. solid measure katı cisimlere mahsus ölçü birimi, oylum ölçüleri. a solid hour tam bir saat. a solid man sağlam adam. be solid for ittifakla bir kimsenin tarafını tutmak. solidity i. katılık; metanet, kuvvet, sağlamlık. solidly z. oy birliğiyle, ittifakla; sağlam. solidness i. katılık; sağlamlık.

solid-state

s. transistorlu; radyo tüpü olmayan. solid-state physics katı maddelerle uğraşan fizik dalı.

solidarity

i. dayanışma, tesanüt, birlik.

solidification

i. katılaştırma; mücessem şekil verme.

solidify

f. katılaştırmak, katılaşmak; tahkim etmek, kuvvetlendirmek.

solidus

i. (çoğ. -di) Lat. Bizans İmparatorluğunda altın sikke; taksim işareti.

solifidian

s., i., ilah. halas için yalnız imanın kafi olduğuna inanan (kimse).

soliloquy

i. kendi kendine konuşma. soliloquize f. kendi kendine konuşmak.

solipsism

i, fels. tekbencilik, solipsizm. solipsist i. tekbenci kimse.

solitaire

i. tek taş mücevher; tek başına oynanılan kağıt oyunu.

solitary

s., i. yalnız, münferit; ıssız, tenha; kasvetli; tek, bir; tek başına; i. münzevi kimse. solitary confinement hücre hapsi.

solitude

i. yalnızlık, tek başına olma; ıssız yer, tenha yer.

solleret

i. ortaçağda zırhı tamamlayan esnek çelik ayakkabı.

solmization

i., müz. solfej, solfej yapma.

solo

i. (çoğ.-s,-li) s., f. solo; iskambilde iki veya üç ortağa karşı tek başına oynanan oyun; s., müz. tek ses veya çalgı için, solo; f. tek başına uçak kullanmak (ilk olarak). soloist i. solist.

solomon

i. Hazreti Süleyman. solomonic s. Hazreti Süleyman gibi dirayetli, hikmet sahibi.

solomonsseal

i. mührü Süleyman, bot. Polygonatum.

solon

i., Yu. tar. Atinalı kanun koyucusu Solon; dirayetle, kanun yapan kimse.

solstice

i., astr. gündönümü, gün durumu. summer solstice yaz gündönümü. winter solstice kış gündönümü. solsti'tial s. gündönümüne ait.

soluble

s. eritilebilir, halledilebilir; çözülebilir, halli mümkün. solubility, solubleness i. erime kabiliyeti.

solus

( dişil) sola s., Lat. yalnız (özellikle sahnede yalnız bulunan oyuncu).

solute

i., kim. erir madde.

solution

i. eriyik; erime, hal; mahlul; çare, çözüm; izah, halletme; tıb. bir hastalığın kriz devresi veya nihayeti; huk. borcun tesviyesi; mat. çözüm.

solve

f. halletmek, çözmek, cevabını bulmak; huk. tesviye etmek. solvability i. çözülebilirlik. solvable s. hallolunur, çözülür; erir.

solvent

s., i. bütün borçlarını ödemeye muktedir; eritici; çözücü; i. çözümleyici şey; eritici sıvı. solvency i. bütün borçlarını ödeme iktidarı.

soma

i. (çoğ. -mata) gövde, soma.

somalia

i. Somali.

somatic

s., biyol. gövdesel.

somato-

(önek) gövde.

somatology

i. somatoloji, insan vücudunu inceleyen ilim dalı; antropolojinin insanın fizik yapısı ile ilgilenen dalı. somatologic(al) s. somatoloji ile ilgili.

somber

s. koyu, karanlık, loş; kasvetli, can sıkıcı, sıkıntılı. somberly z. loşça; kasvetle. somberness i. loşluk, kasvetlilik.

sombrero

i. geniş kenarlı şapka, sombrero.

some

s., z., zam. bazı; bir; birtakım; birkaç, biraz, bir miktar, bir hayli, epeyce; A.B.D., k.dili. hatırı sayılır; z. yaklaşık olarak, takriben; zam. bazı.

some

(sonek) cisim: chromosome.

some

(sonek) -ci, -ce: quarrelsome.

somebody

zam., i. biri, birisi, bir kimse; i. hatırı sayılır kimse, büyük şahsiyet.

someday

z., A.B.D., k.dili. bir gün.

somehow

z. bir yolunu bulup, her nasılsa. somehow or other her nasıl olursa olsun.

someone

zam., i. birisi; i. bir kimse.

someplace

z., k.dili. bir yere, bir yerde.

somersault , somerset

i., f. taklak, perende; f. taklak atmak, perende atmak.

something

i. bir şey; bir parça şey; olağanüstü bir şey; falan.

sometime

s., z. eski, sabık; z. bir zaman, ilerde, evvelce.

sometimes

z. bazen, ara sıra.

someway

z. bir yolunu bulup.

somewhat

z., i. biraz, bir dereceye kadar; i. bir parça, bir şey; önemli kimse veya şey.

somewhere

z., i. bir yere, bir yerde; i. bir yer.

somewise

z. bir yönde. in somewise bir noktada.

somnambulism

i. uyur gezerlik. somnambulate f. uykuda gezmek. somnambulation i. uykuda gezme. somnambulist i. uyurgezer kimse. somnambulistic s. uykuda gezer gibi.

somniferous , somnific

s. uyku getirici, uyutucu; uyuşturucu.

somniloquy

i. sayıklama, uykuda konuşma; sayıklanan sözler.

somnolence,cy

i. uyku basması, uykulu hal, ağırlık.

somnolent

s. uykusu gelmiş, uyku basmış; uyku getiren. somnolently z. uyku getirecek şekilde.

son

i. oğul, erkek evlât, çocuk, evlât; b.h. Hazreti İsa. son of a bitch, kıs. s.o.b. (kaba) it oğlu it, kancık, piç oğlu piç. son of a gun it kırıntısı; Hay Allah !

son-in-law

i. damat.

sonant

s., i. ses veren, sesli; i., dilb. ünlü.

sonar

i. deniz radarı, sonar.

sonata

i., müz. sonat.

sonatina

i. müz. sonatcık, sonatin.

song

i. şarkı, yır, türkü, ır, nağme; lirik şiir; şiir, destan; fig. nakarat; cüzi şey, ucuz fiyat. song and dance (tiyatro) şarkılı kısa oyun; A.B.D., k.dili. uydurma mazeret veya bahane; A.B.D., k.dili. saçma, boş laf. Song of Solomon veya Song of Songs Eski Ahitte bir kitabın ismi, Neşideler Neşidesi. song sparrow ötücü bir cins serçe, zool. Melospiza melodia. for a song çok ucuza, yok pahasına.

songbird

i. ötücü kuş.

songbook

i. şarkı kitabı.

songster

i. şarkıcı, okuyucu, hanende; ötücü kuş; şair; halk şarkıları kitabı. songstress i. şarkıcı kadın.

sonic

s. sesle ilgili; hızı sese yaklaşan. sonic barrier ses duvarı. sonic boom ses duvarını aşan bir uçağın sebep olduğu patlama sesi.

soniferous

s. ses çıkaran, sesli.

sonnet

i., f., edeb. sone; f. sone şeklinde şiir yazmak. sonneteer i., f. sone yazan şair; f. sone yazmak.

sonny

i., k.dili. oğlum, evladım, yavrum.

sonometer

i. ses ölçen cihaz, sonometre.

sonorant

i., dilb. selenli ses.

sonority

i. seslilik; ses dolgunluğu veya yüksekliği.

sonorous

s. sesli, ses veren, sedalı; yüksek ses çıkaran; tınlayan, yankılı; etkili, üstün (ses, dil veya terim). sonorousness i. dolgun seslilik. sonorously z. dolgun sesle.

sonship

i. oğulluk sıfatı.

soon

z. hemen, şimdi, derhal, çok geçmeden; çabuk, süratle; kolayca, kolaylıkla; tercihen. sooner or later er geç. as soon as derhal, hemen. I would as soon go as not. Bana göre gitmekle gitmemek birdir. Gitsem de bir, gitmesem de. no sooner than olur olmaz.

sooner

i., A.B.D., (argo) vaktinden önce davranıp en gözde hazine arsasına ucuza konan kimse.

soot

i., f. is, kurum; f. ise bulaştırmak.

sooth

i., s., (eski) gerçek, hakikat, doğruluk; s. gerçek, doğru; yatıştırıcı; pürüzsüz. in sooth hakikatte, gerçekte.

soothe

f. yatıştırmak, teskin etmek, yumuşatmak; rahat ettirmek, mülâyimleştirmek, hafifleştirmek. soothing s. yatıştırıcı. soothingly z. yatıştırıcı bir şekilde.

soothfast

s., eski gerçek, hakiki; hakikatli, sadık.

soothsay

f. (-said, -saying) gaipten haber vermek, geleceği söylemek. soothsaying i. kehanet, falcılık.

soothsayer

i. kâhin, gaipten haber veren kimse.

sooty

s. isli, kurumlu. sootiness i. islilik.

sop

i., f. (-ped, -ping) sıvıda yumuşatılmış şey; tirit; yatıştırıcı şey; sus payı, susmalık; f. sıvıya batırmak, banmak; iyice ıslatmak; ıslanmak, içine geçmek (yağmur). sop up emmek.

sop.

kıs. soprano.

sophism

i. sofizm, bilgicilik, safsata.

sophist

i. sofist; k.h. safsatacı kimse, yalan sözlerle başkalarını ikna etmeye çalışan kimse.

sophister

i. sofist; İng. bazı üniversitelerde ikinci veya üçüncü sınıf öğrencisi.

sophistic,-tical

s., i. sofistçe, safsata kabilinden; i. sofistlerin sanat veya yöntemleri. sophistically z. sofistçe davranışlarla. sophisticalness i. sofistlik taslama.

sophisticate

f. detaylı ve incelikli olarak mükemmelleştirmek. sophisticated s. bilgiç olan, kültürlü, görmüş geçirmiş; incelikli; bilmiş; karmaşık; ileri, teferruatlı (teçhizat); ukalâ, çokbilmiş; yapmacık, suni. sophistication i. mükemmellik, incelikli düşünce veya davranışlar.

sophistry

i. safsata, yanıltmaca; sofistlik.

sophocles

i. Sofokles.

sophomore

i., A.B.D. lise ve üniversitede ikinci sınıf talebesi. sophomor'ic(al) s. ikinci sınıf talebesine ait; bilgiçlik taslayan; pişmemiş, toy; üslup ve davranışlarında aşırılığa kaçan.

sophy

i. eskiden İran hükümdarı.

soporiferous

s. uyku getiren, uyutucu. soporiferousness i. uyku getirici durum.

soporific

s., i. uyku getiren, uyutucu (ilâç).

soppy

s. tirit gibi; sırsıklam, çok ıslanmış; yağmurlu; İng., (argo) aşırı duygusal.

sopranino

i. sopranodan daha tiz sesli alet.

soprano

i. (çoğ.- s, -ni) s., müz. soprano; s. sopranoya ait.

sorb

i. üvez, bot. Pirus sorbus.

sorbefacient

s. emdirici.

sorcerer

i. büyücü, sihirbaz. sorceress i. büyücü kadın. sorcery i. büyü, sihir; büyücülük.

sordid

s. kirli, pis; alçak, sefil; çıkarcı, paragöz; zool. çamur renkli. sordidly z. alçakça, sefilâne; hasisçe. sordidness i. pislik, alçaklık, sefillik; hasislik, pintilik.

sordine

i., müz. çalgının sesini kısmaya mahsus cihaz, sordin.

sore

s., i., z. dokununca acıyan; çok hassas; kederli, müteessir, mustarip; k.dili. kızgın, sinirli; şiddetli, aşırı, âcil; sinirlendirici, çıldırtıcı; i. yara; acıyan yer; acı veren şey; z., eski şiddetle, fena sürette. sore spot, sore subject nazik konu. sore throat boğaz ağrısı. You're a sight for sore eyes! Gözümüzü gönlümüzü açtınız. sore'ly z. fena surette; çok, pek çok, şiddetle. soreness i. acılık.

sorehead

i., A.B.D., (argo) yenilgiyi hazmedemeyen kimse, kinci kimse.

sorghum

i. süpürgedarısı, bot. Sorghum.

sorites

i., man. zincirleme kıyas.

sorority

i. özellikle üniversitelerde kızlar birliği.

sorosis

i., bot. dut veya ananas gibi birçok çiçeklerden hâsıl olan bileşik meyva.

sorrel

i. kırmızımsı kahverengi, kızıl doru, kula (at donu); üç yaşında erkek geyik.

sorrel

i. kuzukulağı, bot Rumex acetosa. sheep sorrel küçük kuzukulağı, bot. Rumex acetosella.

sorrow

i., f. keder, elem, esef hüzün, gam, üzüntü; nedamet, pişmanlık; dert, keder verici şey; f. kederlenmek, esef etmek, ıstırap çekmek; matem tutmak.

sorrowful

s. kederli, elemli, hazin, keder verici. sorrowfully z. hazin bir şekilde, elemle. sorrowfulness i. hüzün, keder, elem.

sorry

s. üzgün, kederli, hüzünlü, gamlı; üzücü, elemli; kasvetli; pişman; acı, müteessif. He made a sorry spectacle of himself. Kendi kendini rezil etti. I feel sorry for her. Ona acıyorum. I'm sorry, but I can't come. Özür dilerim, gelemem. She was sorry she hadn't done her lessons. Derslerini yapmadığına pişman oldu. sorrily z. hüzünle. sorriness i. hüzün, üzgünlük, kederlilik.

sort

i. çeşit, tür, nevi; usul, yol, tarz; soy, tabiat. sort of k.dili. oldukça. after a sort bir dereceye kadar. in some sort bir derecede. of sorts sıradan. out of sorts k.dili. rahatsız, keyifsiz; gücenik, dargın, küskün.

sort

f. ayırmak, ayıklamak, sınıflandırmak; birlik olmak. sortable s. sınıflandırılabilir.

sorthing , storting

i. Norveç parlamentosu.

sortie

i., ask. yarma hareketi, huruç.

sortilege

i. kura ile fala bakma, falcılık.

sorus

i. (çoğ. -ri) bot. eğrelti otu yaprakları arkasındaki tohum kümesi.

sos

SOS (eskiden tehlike halinde özellikle gemiler tarafından telsizle verilen imdat sinyali).

sosk

f., i. iyice ıslatmak, sırılsıklam etmek; suda bırakıp ıslatmak;(up veya in ile) emmek veya içine çekmek; içine girmek; (up ile), colloq. (bir bilimi) yutmak; ıslanmak; içine geçmek; k.dili. (fazla içki) içmek; A.B.D., (argo) kazıklamak; A.B.D., (argo) yumruklamak; i. ıslanma, ıslatma; içinde bir şey ıslatılan sıvı; (argo) ayyaş kimse. soaking s. ıslatan, ıslatıcı.

soso

s., z. vasat, sıradan, ne iyi ne kötü; z. şöyle böyle, orta karar.

sostenuto

i., müz. uzatarak çalma veya söyleme tarzı.

sot

i. bekri kimse, ayyaş kimse.

sot

s., leh. inatçı, direngen.

soteriology

i., ilah. Hazreti İsa'ya itikat ederek kurtulma doktrini. soteriologic(al) s. bu doktrine ait.

sothic , sothiac

s., astr. Büyük köpek yıldızına aitç Sothic year eski Mısır hesabına göre 365 gün 6 saatlik güneş yılı.

sottish

s. sarhoş, küfelik; ayyaş; alık, salak. sottishly z. ayyaşça. sottishness i. ayyaşlık.

sotto voce

alçak sesle, kendi kendine.

sou

i. eski bir ufak Fransız parası. I don't have a sou. Beş param yok.

soubrette

i., Fr. operet ve güldürülerde oynak hizmetçi kız rolündeki oyuncu, subret; hoppa genç kadın.

souchong

i. siyah çin çayı.

souffle

s., i. içi boş, şişirilerek pişirilmiş; i., ahçı. sufle.

souffle

i., tıb. vücudun bazı organlarında aletle işitilen hırıltı.

sough

i., f. uğultu; f. uğuldamak.

sought

bak. seek.

soul

i. ruh, can; zenci müziğinin uyandırdığı heyecan veya his; fels. tin; hissiyat, maneviyat; öz, nüve; kök, temel; canlılık; şahıs, kişi, kimse. soul brother A.B.D. zenci soydaş. soul food A.B.D. Güneyli zencilere özgü yemek.

soul-searching

i. kendi kendini inceleme, kendine eğilme.

soulful

s. duygulu, hisli, anlamlı, manalı. soulfully z. duygulu bir şekilde. soulfulness i. duygululuk, hislilik.

soulless

s. ruhsuz, hissiz, duygusuz, cansız.

sound

i., f. ses, seda, avaz; ima, anlam, mesaj; gürültü, şamata; ses erimi; f. ses çıkarmak, ses vermek; yüksek sesle ilân etmek; gibi görünmek; çalınmak, ötmek; ses çıkarttırmak, çalmak, öttürmek; açıkça övmek, herkesin içinde methetmek; tıb. ses çıkarttırarak muayene etmek. sound and light açık havada tarihi konulu gösteri. sound barrier ses duvarı. sound effects (tiyatro, radyo) efekt, konuşma seslerinin dışındaki sesler. sound film sesli sinema filmi. sound off colloq. kükremek. sound track sinema filminde ses yolu. sound wave ses dalgası. within sound ses işitilebilecek mesafede. soundless s. sessiz, sedasız.

sound

s., z. sağlam, kusursuz; sıhhatli, salim, esen; emin, emniyetli; doğru, sahih; iyi, tam; mükemmel; derin (uyku); geçerli, kanuni, sağlam; z. derin derin. soundly z. derin derin (uyku); mükemmelen; tamamen. soundness z. sağlamlık, sıhhat; doğruluk, geçerlik.

sound

i. geniş boğaz; solungaç.

sound

f., i. iskandil etmek, derinliğini yoklamak; bir kimsenin fikrini anlamaya çalışmak; tıb. sonda ile muayene etmek; çok derine dalmak; i. mil, sonda.

soundboard

i., sounding board keman gövdesi gibi sesi aksettirme vasıtası; ses yansıtıcısı; tasarlanan şeyin etkisini ölçmek için denenen kimse.

sounder

i. ses veren cihaz; telgraf alıcısı; iskandil; mil, sonda.

sounding

i. iskandil etme, derinliğini yoklama, sondaj; çoğ. iskandil edilen suyun derinliği. sounding line iskandil ipi veya teli.

soundproof

s., f. ses geçirmez, ses vermez; f. ses geçirmez hale koymak.

soup

i. çorba; et suyu; kim. temel elemanların karışımı; foto. banyo eczası; (argo) yoğun sis; A.B.D., (argo) nitrogliserin. soup kitchen fakirlere parasız çorba dağıtılan mutfak, imaret. soup ticket parasız çorba almak için vesika. soup up A.B.D., (argo) (otomobil motorunu) güçlendirmek. from soup to nuts mükellef, iğneden ipliğe. in the soup (argo) başı dertte, sıkıntıya düşmüş. pea soup bezelye çorbası; koyu sis. soup'y s. çorba gibi sulu; duygusal.

soupson

i., Fr. bir nebze, bir tadımlık.

sour

s., f., i. ekşi; ters, huysuz, hırçın, titiz; (eski) tatsız; asitli (toprak); acı, acıklı; f. ekşitmek, ekşimek; kesilmek, bozulmak; i. ekşi şey; ekşi içki; asit mahlülü ile yıkama. sour cherry vişne. sour cream ekşi krema, smetane. sour grapes ulaşılamayan şeye pis deme (Kedi ulaşamadığı ciğere pis der). go sour ekşimek; değerini kaybetmek, kötüye gitmek, bozulmak. sour'ish s. ekşice, mayhoş. sourly z. tersçe. sourness i. ekşilik; terslik.

source

i. kaynak, menşe, köken; pınar, pınar başı, kaynak, memba; asıl, sebep, esas.

sourdine

bak. sordine.

sourdough

i. maya olarak kullanılan ekşi hamur; (argo) Alaska'da altın arayıcısı.

sourpuss

i., (argo) mızmız kimse.

souse

i., f. salamura; salamura turşusu; salamuraya bastırma; (argo) ayyaş kimse; f. tuzlamak, salamuraya bastırmak; sulu bir şeye batırıp çıkarmak, ıslatmak; (argo) kafayı çekmek, sarhoş olmak.

souse

(eski), f., i., z. üstüne çullanmak; atmaca gibi üstüne atılmak; i. çullanma, üstüne atılma; z. baş aşağı hızla inerek, pike yaparak, dalarak.

soutache

i., Fr. sutaşı, suyolu, harç, işlemeli kenar şeridi.

soutane

i. papaz cüppesi.

south

i., s., z., f. güney, cenup, kıble yönü; güney memleketi; b.h. (the ile) A.B.D.'nin güneydoğu eyaletleri; s. güneysel, cenubi, güneyden gelen; z. güneye doğru; güneyde; f. güneye yönelmek, güney tarafına dönmek. south by east kıble kerte keşişleme. south by west kıble kerte lodos. due south tam güneye doğru.

south africa, republic of

Güney Afrika Cumhuriyeti.

south america

Güney Amerika.

south china sea

Güney Çin Denizi.

south island

Güney Adası.

south seas

Güney Pasifik Okyanusu.

south vietnam

Güney Vietnam.

south yemen

Güney Yemen.

south-southeast

i., s., z. güney güneydoğu.

south-southwest

i., s., z. güney güneybatı.

southbound

s. güneye yönelen.

southeast

i., s., z. güneydoğu, keşişleme; z. keşişlemeye doğru. southeasterly z., s. keşişlemeye doğru; keşişlemeden (esen). southeastern s. keşişleme yönünde olan.

southeaster

i., den. keşişleme rüzgârı veya fırtınası.

southeastwardly

z. keşişleme yönünde.

souther

i. güney fırtınası.

southerly

s., z. güneye doğru olan; z. kıble tarafından veya kıbleye doğru.

southern

s. güneysel, cenubi, güneyden gelen veya güneye ait. southern lights güney yarımkürede geceleri gökyüzünde görülen renkli ışıklar.

southerner

i. Güneyli; A.B.D.'nin güneydoğu eyaletlerinden olan kimse.

southernmost

s. en güneyde olan.

southernwood

i. kara pelin, bot. Artemisia abrotanum; kafuriye, bot. Artemisia arborea.

southing

i. güneye doğru mesafe.

southland

i. güney bölgesi.

southpaw

i., s., k.dili. solak oyuncu; s. solak.

southron

s., i., İskoç. güneyli; b.h. Güneyli, İngiliz.

southwards

z. güneye doğru.

southwest

i., s., z. güneybatı, lodos yönü; s. lodosa doğru; lodostan esen; z. lodostan veya lodosa doğru. southwester i. şiddetli lodos rüzgârı; geniş kenarlı gemici şapkası. southwesterly s. lodostan veya lodosa doğru. southwestern s. lodos tarafında olan. southwestward(ly) z. lodosa doğru veya karşı.

southwest africa

Güney-batı Afrika, Namibia.

souvenir

i. yadigâr hatıra, andaç.

souwester

bak. southwester.

sovereign

s., i. âlâ, en yüksek; şahane; mutlak, bağımsız, müstakil; hükümdarca; çok tesirli (ilâç); i. hükümdar, kral, imparator; altın ingiliz lirası. sovereignly z. mutlak surette; hâkimane.

sovereignty

i. egemenlik, hâkimiyet, hükümranlık.

soviet

i., s. meclis, idare meclisi; Sovyet Rusya'da idare meclisi, Sovyet; s., b.h. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliğine ait. Soviet Russia Sovyet Rusya. Soviet Union Sovyetler Birliği.

sow

i. dişi domuz; mad. erimiş maden oluğu; bu olukta yapılan maden külçesi. sow thistle eşek marulu, bot. Sonchus oleraceus.

sow

f. (-ed, -ed veya sown) tohum ekmek, tohum saçmak; yaymak, saçmak, neşretmek. sow one's wild oats gençlikte çılgınlıklar yapmak, başında kavak yelleri esmek.

sowbread

i. tavşankulağı, siklamen, buhurumeryem, bot. Cyclamen europaeum.

sox

i., çoğ. şosetler.

soy

i. soya; bu fasulyeden yapılan sos.

soybean , soyabean

i. soya, bot. Glycine max.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL