NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

j ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: j
Bulunan Sonuç: 352

j

(fiz.) joule.

j,j

(i.) İngiliz alfabesinin onuncu harfi; c sesi.

j.

(kıs.) Journal, Judge, Justice.

j.p.

kıs. Justice of the Peace.

ja

(kıs.) judge Advocate.

ja.

(kıs.) January.

jab

(f.), (i.) dürtmek, itmek; ucu keskin bir şeyle dürtmek; (i.) dürtme, saplama.

jabber

(f.) hızlı konuşmak, çabuk çabuk konuşmak; anlaşılmaz şekilde söz söylemek; anlamsız laf etmek; (i.) çabuk konuşma; anlaşılmaz veya manasız laf.

jabiru

(i.) sıcak memleketlerde bulunan bir çeşit leylek, (zool.) Jabiru mycteria.

jabot

(i.), (Fr.) büzgülü dantel veya muslin göğüslük.

jacinth

(i.) sümbül, (bot.) Hyacinthus; (bak.) hyacinth.

jack

(i.), (oto.) kriko; adam, köylü; gemici; ağır yükleri yerinden kaldırmaya özgü makina, bocurgat makinası; iskambil bacak, vale; bazı oyunlarda top; argo para; (elek.) priz; (den.) cıvadra sancağı, demir sancağı; ingiliz veya Amerikan bayraklarının üst köşesinde bulunan dikdörtgen kısımdan ibaret sancak; erkek hayvan (eşek, tavşan); eskiden kullanılan bir zırhlı ceket; (çoğ.) beş taş oyunu. creeping jack damkoruğu, (bot.) Sedum acre. every man jack herkes.

jack

(f.), up ile bocurgatla yükseğe kaldırmak; bir kimseye vazifesini hatırlatmak.

jack frost

şiddetli ayaz veya kırağı.

jackadandy

(i.), eski çıtkırıldım delikanlı, züppe, cicibey.

jackal

(i.) çakal, (zool.) Canis aureus; başkasının hesabına alçakça iş gören kimse.

jackanapes

(i.) terbiyesiz veya kendini beğenmiş kimse.

jackass

(i.) erkek eşek; ahmak adam, eşek herif. Iaughing jackass Avustralya'ya özgü bir cins balıkçıl.

jackboot

(i.), (f.), (s.) kaba kuvvet; kaba kuvvet kullanan kimse; (f.) kaba kuvvet kullanarak başkasını boyun eğmeye zorlamak; (s.) kaba kuvvete dayanan.

jackdaw

(i.) bir tür küçük karga, (zool.) Corvus monedula.

jacket

(i.), (f.) ceket; ciltli kitabın üstüne geçirilen kâğıt kap; (mak.) silindir ceketi; (f.), (mak.) silindire ceket geçirmek, kaplamak.

jackhammer

(i.) basınçlı hava ile çalışan kaya delgisi.

jackinthebox

(i.) kutu açılınca içinden fırlayan yaylı kukla.

jackinthepulpit

(i.) yılan yastığına benzer bir Amarikan bitkisi, (bot.) Arisaema triphyllum.

jackknife

(i.) iri çakı.

jacklight

(i.) balıkçı feneri.

jacko'lantern

(i.) içi oyulmuş ve bir tarafına insan çehresi şekili verilmiş kabaktan oyuncak fener; bataklık yerlerde görülen bir aydınlık, bataklık yalazı.

jackofalltrades

(i.9 elinden her iş gelen kimse, becerikli kimse.

jackplane

(i.) marangoz rendesi, kaba planya.

jackpot

(i.), iskambil pot, ortada biriken para. hit the jackpot ABD, (k.dili) en büyük hediyeyi kazanmak, büyük bir başarı kazanmak.

jackscrew

(i.) kriko, miçaço.

jackstraw

(i.) önemsiz kimse, kukla; değersiz şey.

jackstraws

(i.) Mikado'nun çöpleri, bu çöplerle oynanan oyun.

jacktar

(i.), (k.dili) gemici.

jackup

(i.), ABD yükselme, artış.

jacob

(i.) Yakup peygamber, Yakup.

jacob's ladder

Yakup Peygamberin rüyasında gördüğü dünya ile cennet arasındaki merdiven; (den.) çoğunlukla tahta basamakları olan ip merdiven.

jacob'sladder

(i.) Yunan kediotu, (bot.) Polemonium caeruleum; bu türden herhangi bir bitki .

jacobean

(s.), (i.) İngiliz kralı 1. James'e veya zamanına ait; 17. yüzyıl İngiliz mimari şekline ait; (i.) bu devirde yaşamış önemli kimse.

jacobin

(i.) Fransa ihtilâli sırasmda şiddet dönemini başlatan politikacı; Dominik tarikatında papaz.

jacquard

(s.) jakar. Jacquard loom desenli dokuma tezgâhı.

jactitation

(i.) övünme; (huk.) başkasının zararına olan boş övünme veya sav; (tıb.) çırpınma. jactitation of marriage (İng.), (huk.) gerçeğe aykırı olarak belirli bir şahısla evlenmiş gibi davranma suçu.

jade

(i.) yeşim.

jade

(i.), (f.) yaşlı ve işe yaramaz beygir, yılkı atı; cadı karı, şirret kadın; fahişe; (f.) ağır bir işe koşarak takatini kesmek, çok yormak jaded s çok yorgun, bitkin; isteksiz, zevksiz.

jaeger

(i.), (Al.) yırtıcı bir deniz kuşu, (zool.) Stercorarius.

jaffa

(i.) İsrail'de Yafa şehri.

jag

(i.), (f.) (ged, ging) viraj, keskin dönüş; diş, sivri uç; ok dikeni gibi herhangi bir şey; (f.) diş diş etmek, çentmek .

jag

(i.), ABD, argo esrarın etkisinde olma; sarhoş edecek miktarda içki; içki âlemi; nöbet. have a jag on ABD, (argo.) sarhoş olmak, kafayı bulmak; esrarın etkisinde olmak.

jagged

(s.) dişli, çentik, kertikli, sivi uçlu.

jaggery

(i.) hurma suyundan yapılan bir çeşit koyu renk şeker.

jaggy

(s.) çentik, kertikli.

jaguar

(i.) Amerika'ya özgü kaplan cinsinden yırtıcı bir hayvan, jagar .

jaialai

hentbola benzer bir İspanyol oyunu.

jail, (ıng.) gaol

(i.), (f.) cezaevi, tutukevi, hapishane, tevkifhane; hapis; (f.) hapishaneye kapamak, hapsetmek, tutuklamak. jail fever tifüsün eski ismi.

jailbird

(i.) hapishane gediklisi; mahpus; ip kaçkını; pranga kaçağı.

jailer ,(ıng.) gaoler

(i.) gardiyan.

jain

(i.) Hindu dininin bir koluna mensup kimse. Jainism (i.) Hindu dininin bir kolu .

jakarta

(i.) Cakarta, Endonezya'nın başkenti.

jake

(s.), argo yolunda, iyi vaziyette, slang işler tıkırında .

jalap

(i.) calapa, (bot.) Exogonium purga; bu bitkiden çıkarılan müshil ilâç.

jalopy , jaloppy

(i.), ABD, argo külüstür otomobil.

jalousie

(i.), Fr. Venedik usulü pancur, jaluzi.

jam

(i.) reçel, marmelat.

jam

(f.) (med, ming) (i.) sıkıştırıp kımıldamaz hale koymak, kıstırmak; bir şeyin arasına sıkışıp hareketini durdurmak; sıkışmak, çalışmaz veya işlemez hale gelmek (makina, kapı); (i.) sıkışma, sıkıştırılma; bir araya sıkışmış insan veya şeyler; zor durum; akıntıya engel olan birikinti; radyo yayına engel olmak üzere başka bir istasyondan yapılan kuvvetli gürültü. traffic jam trafik tıkanması. jampacked (s.) dopdolu kalabalık, iğne atsan yere düşmeyecek halde. jam session (müz.) caz müzisyenlerinin bir araya gelerek müzik yapmaları.

jamaiea

(i.) Jamaika.

jamb

(i.) kapı veya pencerenin dik yanı veya kenar pervazı, süve; (mad.) galeri içinde direk olarak bırakılan maden cevheri .

jamboree

(i.), argo cümbüş, eğlenti, slang gırgır.

jan.

(kıs.) January.

jangle

(f.), (i.) ahenksiz ses çıkarmak; kavga etmek, çekişmek; (i.) ahenksiz ses; gürültü.

janissary, janizary

(i.) yeniçeri.

janitor

(i.) bir binanın temizlik ve tamir işleriyle meşgul olan memur; kapıcı, odacı.

january

(i.) ocak ayı.

janus

(i.) eski Roma'da kapılar mabudu, başı iki yüzlü bir ilâh.

jap

(kıs.) Japan, Japanese.

japan

(i.) Japonya. Sea of Japan Japon denizi.

japan

(i.) Iaka parlak ve sert cilâ, Japon verniği; Japon tarzında işlenmiş ve cilâlanmış şey.

japan

(f.) (ned, ning) Japon lakası ile cilâlamak.

japanese

(i.), (s.) Japon, Japonya halkı; Japon dili, Japonca; (s.) Japonya'ya ait.

jape

(f.), (i.), eski şaka etmek; slang işletmek, aldatmak, alay etmek; (i.) şaka, hile, oyun.

japonica

(i.) Japon ayvası, (bot.) Chaenomeles lagenaria; kamelya, japongülü, (bot.) Thea japonica.

jar

(f.) (red ring) (i.) sarsmak; titretmek; sinirlendirmek; sinirine dokunmak, batmak; bozuk ve çatlak ses çıkartmak, ahenksiz ses çıkarmak; (i.) sarsıntı, şok; çatlak ses. on a jar on the jar hafifçe aralık.

jar

(i.) kavanoz.

jardiniere

(i.) saksı, saksılık; haşlanmış sebzeler.

jargon

(i.) anlaşılmaz dil veya söz; belirli bir grubun kullandığı dil.

jargon , jargoon

(i.), (min.) zirkonyum taşının renksiz veya sarı bir çeşidi.

jasmine, jessamine

(i.) yasemin, (bot.) Jasminum officinale. yellow jasmine sarı yasemin, (bot.) Gelsemium sempervirens.

jasper

(i.) yeşime benzer bir taş.

jaundiee

(i.), (f.) sarılık hastalığı; sağ duyuyu bozan hissi durum; (f.) sarılığa uğratmak; sağduyusunu etkilemek.

jaunt

(f.), (i.) gezmek; (i.) gezinti.

jaunty

(s.) kaygısız; gösterişli, şık. jauntily (z.) kaygısızca, fütursuzca. jauntiness (i.) kaygısızlık, fütursuzluk.

java

i. Cava adası; Cava kahvesi; A.B.D., (argo) kahve. Java man 1892'de Cava'da bulunmuş olan ve kemikleri maymununkine benzeyen bir tür insan fosili; bak. Pithecanthropus Javanese s., i. Cava'ya veya Cava diline özgü; i. Cava halkı veya dili.

javelin

i. cirit; elle atılan hafif kargı, harbe.

javellewater

Javel suyu.

jaw

i., f. çene; çoğ. ağız; mengene gibi aletlerin karşılıklı iki parçasından biri; (argo) laf, çene çalma; f., (argo) çene çalmak, dırlanmak. jawbone i., f. çene kemiği; f., (argo) tehditle baskı yapmak. jawbreaker i. çok sert akide şekeri; konkasor, kırma değirmeni; k.dili telaffuz edilmesi zor kelime. jawed s. çeneli.

jay

i. alakarga, kestane kargası, zool. Garrulus glandarius. jaywalker i. pek işlek ve tehlikeli bir caddeyi trafik kurallarına karşı gelerek dikkatsizce geçen kimse.

jazz

i., s., f. caz müziği; caz müziğine ait parça; caz müziği ile yapılan dans; bir şiir veya oyundaki canlı ve güldürücü unsurlar; (argo) canlılık, hayatiyet, ruh; s. caza ait, caz tarzında; f., (argo) hızlandırmak, canlandırmak, (argo) cinsi münasebette bulunmak, slang. sikmek;( argo) martaval okumak. jazz band cazbant, caz müzikçisi, caz müziği çalan topluluk. jazz up (argo) canlandırmak, hareketlendirmek, ruh vermek. jazzy s. canlı; caz gibi.

jealous

s. kıskanç, günücü, hasetçi; aşırı titiz. jealously z. kıskançlıkla, hasetle. jealousy i. kıskançlık, günü, haset.

jean

i. bir çeşit kaba pamuklu bez. jeans i. bu bezden yapılan pantolon, blucin.

jeep

i. cip.

jeer

f., i. alay etmek, eğlenmek, istihza etmek, taş atmak; i. istihza, alay, alaylı söz, taş.

jehovah

i. Yehova, Allah (Tanrının İbraniceden İngilizceye geçen bir ismi) Jehovah's Witnesses Yehova Şahitleri.

jehu

i. eski İsrail kralı Yehu; atları çılgınca süren arabacı sürücü, arabacı. drive like Jehu çılgınca araba sürmek.

jejune

s. besleyici olmayan; kuvvetsiz, zayıf; yavan, anlamsız, manasız, kuru. jejunely z. kuvvetsiz bir şekilde; yavan olarak. jejuneness i. kuvvetsizlik; yavanlık, anlamsızlık.

jejunum

i., anat. incebağırsağın üst yarısı, boş bağırsak.

jell

f., A.B.D., k.dili pelteleşmek, donmak, katılaşmak; tutmak, şekil almak.

jelly

i., f. meyva özünden yapılmış jelatinli marmelat; f. pelteleştirmek; pelteleşmek, pelte gibi donmak. calves-foot jelly paça jelatini. petroleum jelly vazelin.

jellybean

i., A.B.D. içi jöleli fasulye biçiminde bir şeker.

jellyfish

i. denizanası, medüz, su medüzu; k.dili kararsız kimse.

jemadar

i. yerli Hint subayı; Hintli baş hizmetçi.

jemmy

i., İng., den. domuztırnağı, kısa demir çubuk; kızarmış koyun başı, baş.

jennet

i. ufak İspanyol beygiri; dişi eşek.

jenny

i. pamuk eğirme makinası, çıkrık; bazı hayvan ve kuşların dişisi.

jeopardize

f. tehlikeye atmak, tehlikeli ve nazik bir durumda bırakmak.

jeopardy

i. tehlike, nazik durum; huk. muhakeme edilmekte olan bir sanığın maruz olduğu cezaya çarpılma ihtimali. in jeopardy of his life idam cezası tehlikesine maruz; hayatı tehlikede. double jeopardy huk. aynı suç için ikinci defa yargılanma.

jequirity

i. meyanköküne benzer bir bitki, bot. Abrus praecatorius.

jerboa

i. Kuzey Afrika'da bulunan uzun arka ayakları üzerinde sıçrayan bir çeşit tarla faresi, aktavşan, Arap tavşanı, zool. Jaculus jaculus.

jereed, jerid

i. cirit, cirit oyunu.

jeremiad

i. can sıkıcı şikâyet, yakınma, figan, feryat.

jericho

i. Eriha şehri.

jerk

f. birdenbire ve şiddetle çekmek; silkip atmak; sıçratmak. jerk out kesik kesik ve hızlı söylemek.

jerk

f. eti uzun parçalar halinde kesip güneşte kurutmak. jerky i. kurutulmuş et.

jerk

i. şiddetli ve ani çekiş, silkinme, silkme; fizyol. büzülme, burkulma; (argo) görgüsüz kimse, kaba saba kimse, slang. ayı. the jerks bilhassa asabi sebeplerle yüz veya diğer uzuvların gerilmesi.

jerkin

i. dar yelek; eski deri yelek.

jerkwater

s., A.B.D., k.dili taşra; küçük, önemsiz.

jerky

s. sarsıntılı; spazmodik; aptal. jerkily z. sarsıntılarla, sarsarak, silkerek. jerkiness i. sarsıntılı oluş; aptallık.

jerry

i., İng., (argo) Alman.

jerrybuild

f. kötü malzeme ile bina etmek, gecekondu gibi yapmak.

jerrycan

i., ask. yaklaşık olarak 20 litrelik benzin veya yağ bidonu.

jersey

i. jarse ceket; jarse atlet fanilası; b.h. Jersey adasında bulunan ve sütü çok yağlı bir cins inek.

jerusalem

i. Kudüs, Kudsü şerif, Yeruşalim. Jerusalem artichoke yerelması, bot. Helianthus tuberosus. Jerusalem cherry kiraz yibi meyva veren bir salon yeşilliği. Jerusalem pine Halep çamı, bot. Pinus halepensis. New Jerusalem öbür dünya, cennet.

jess

i., f. atmaca kösteği; f. atmaca ayağına köstek takmak.

jessamine

bak. jasmine.

jest

i., f. şaka, latife, alay; f. latife etmek, şaka söylemek. in jest şaka olarak. jester i. dalkavuk, soytarı. jestingly z. şaka yollu.

jesuit

i. Cizvit, 1534'te İspanyol Ignatius Loyola'nın kurduğu tarikata bağlı kimse; entrikacı kimse, düzenbaz kimse. Jesuit'ical s. Cizvit gibi; entrikacı, düzenbaz.

jesus

i. Hazreti İsa. Jesus! (ünlem) Allah Allah! Jesus Christ İsa Mesih. Society of Jesus Cizvit cemiyeti.

jet

i., s. siyah kehribar, kara kehribar, kara amber, Erzurum taşı; simsiyah renk; s. simsiyah, kapkara. jet-black s., i. koyu renk. jet glass simsiyah cam.

jet

f., i. fışkırtmak, fışkırmak; jet uçağı ile seyahat etmek; i. tepkili uçak, jet uçağı; fışkırma; fıskıye, fıskıye ağızlığı. jet burner havagazı fırınlarında olduğu gibi üstü çok delikli boru. jet plane tepkili uçak, jet uçağı. jet propelled jetle güdülen; jet gibi hızlı; enerjik, hareketli. jet propulsion jetle çalıştırma, jetli sürüş. jet pump fışkırma ile işleyen. tulumba jet set jet sosyete, mevsime göre eğlenmek için kıtalararası seyahat yapan yük - sek sosyete. jet wash jet makinasından gelen arka cereyan.

jetsam

i. tehlike zamanında gemiyi hafifletmek için denize atılan mal; bu şekilde atıldıktan sonra karaya vuran eşya veya yük.

jettison

i., f. tehlike zamanında gemiyi hafifletmek amacıyle eşyayı denize atma; bu suretle denize atılan mal; f. bu suretle denize atmak.

jetton

i. jeton.

jetty

i. dalgakıran, set, mendirek; kâgir iskele.

jeu

i., Fr. oyun, eğlence. jeu d'esprit espri. jeu de mots kelime oyunu, cinaslı söz.

jew

i. Yahudi. Jewbaiting i. Yahudilere eza etme. jew's-harp i. dişlerin arasına sıkıştırılarak çalınan ufak bir çalgı, ağız tamburası. jew's mallow bir tür ebegümeci, bot. Corchorus olitorius. jew's pitch Lut gölü civarından elde edilen madeni. zift. wandering Jew telgrafçiçeği, bot. Tradescantia fluminensis.

jew

f., jew down k.dili, asağ. alışverişte pazarlığı kendi lehine kabul ettirmek.

jewel

i., f. (-ed, -ing veya -led, -ling) kıymetli taş, cevher, mücevher; cep saatlerinin içindeki taş; değerli şahıs veya şey; f. kıymetli taşlarla süslemek; cep saatlerinin mil yuvalarına kıymetli taş yerleştirmek. jeweller i. kuyumcu; mücevherat satıcısı. jewelry, İng. jewellery i. mücevherat; kuyumculuk.

jewish

s. Musevilere ait.

jewry

i. Musevi halkı.

jezebel

i. İsrail kralı Ahab'ın karısı İzabel; şirret kadın.

jib

i., den. flok yelkeni. jib sheet flok yelkenini düzeltmeye mahsus halat. flying jib kotra flok. the cut of one's jib k.dili çehre, dış görünüş, yüz ifadesi.

jib

f. (-bed, -bing) den. bumba ile seren veya yelkeni kavanço etmek; gerilemek; diretmek, dayatmak; inat edip ileri gitmemek (eşek).

jibe

f., den. bumba ile seren veya yelkeni rüzgâr yönünde giderken kavanço etmek; A.B.D., k.dili birbirine uymak, uyuşmak.

jidda

i. Arabistan'da Cidde limanı.

jiffy, jiff

i., k.dili an, lahza. in a jiffy hemen.

jig

i. oynak ve hızlı bir dans, cig dansı; bu dansın müziği; ağırlıklı balık iğnesi. The jig is up. (argo) Sır meydana çıktı. İş bozuldu. slang. Ayvayı yedik.

jig

f. (-ged, -ging) cig dansı yapmak; iki yana sallanmak; ağırlıklı iğne ile balık tutmak; cig dansı yaptırmak; iki yana sallamak.

jigger

bak. chigoe.

jigger

i., den. bocurum veya mancana yelkeni; ufak bir çeşit yelken gemisi; golfta demir uçlu ufak çomak; kokteyl karıştırmak için ölçü olarak kullanılan ufak cam bardak.

jiggered

s., k.dili Allahın cezası. I'll be jiggered! Hayret!

jiggle

f., i. hafif hafif ve çabuk sallanmak veya sallamak; i. titrek hareket; hafif sallantı; bak. joggle.

jigsaw

i. makinalı oyma testeresi. jigsaw puzzle oyma testeresi ile kesilmiş tahta parçalarından ibaret bilmece.

jihad

i. cihat.

jill

i. kız.

jilt

f., i. sevgilisini reddetmek, âşığını aldatmak; i. sevgilisini reddeden kız.

jim crow

A.B.D., (argo) zenci.

jimcrow

s., A.B.D., (argo) zencileri diğer halktan ayırt eden.

jimmy

i., f. hırsızların kullandıkları demir çubuk; f. bu demirle kırmak, açmak.

jimsonweed

i. tatula, bot. Datura stramonium.

jingal

i. Hindistan ve Çin'de kullanılan bir çeşit hafif top ve tüfek.

jingle

i., f. şıngırtı; vezinsiz şiir; (tekerleme gibi) küçük eğlenceli şiir; İrlanda veya Avustralya'ya özgü iki tekerlekli ve kapalı araba; küçük şarkı; f. şıngırdatmak, tıngırdatmak; vezinsiz şiir yazmak.

jingo

i. (çoğ. -goes) ulusçuluk duygularını bağnazlık derecesine getiren kimse, savaş taraftarı. by jingo vallahi. jingoism i. aşırı milliyetçilik. jingoistic s. bu siyasete uygun.

jinks

i., high jinks oyunlar, eğlenceler.

jinni

i. cin.

jinriksha,jinrikisha

i. bir veya birkaç kişi tarafından çekilen iki tekerlekli hafif Japon faytonu.

jinx

i., f., (argo) uğursuz şey veya kimse, uğursuzluk; f. uğursuzluk getirmek.

jitney

i., A.B.D., k.dili yolcuları ucuz fiyatla taşıyan otomobil.

jitterbug

i., f. (-ged,- ging) A.B.D. caz müziği delisi; f. deli gibi caz dans yapmak.

jitters

i., A.B.D., (argo), (the ile) fazla sinirlilik. jittery s. çok sinirli. get the jitters sinirli olmak, korku duymak.

jiujitsu

bak. jujitsu.

jive

i., f., (argo) caz müziğine ve caz meraklılarına mahsus argo; (argo) gevezelik; en yeni argo tabirler; (argo )caz müziği ve caz müzikçileri ortamı; caz müziği; f. caz müziği çalmak.

job

i. iş, görev, vazife, memuriyet; hizmet; dalavere, hileli iş. job printer ufak şeyler matbaacısı. job work götürü iş. a job lot kâr için alınan türlü türlü eşya. by the job götürü. on the job iş başında, vazife başında.

job

f. (-bed, -bing) iş vermek; kira ile tutmak; komisyonculuk yapmak; kişisel çıkarı için resmi işe girmek; götürü iş yapmak.

job

i. Eyüp; Eski Ahdin Eyüp kitabı. Job's comforter sözde teselli etmeye çalışarak birisinin kalbini kıran kimse.

jobber

i. toptancı, toptan mal satan tüccar, toptan dağıtımcı; parça başına çalışan işçi; resmi görevinden özel çıkar sağlayan politikacı.

jobstears

i. yaş otu, bot. Coix lachrvma -jobi.

jockey

f. en iyi vaziyeti elde etmek için manevra yapmak; cokey sıfatıyle ata binmek; hile yapmak. jockey for position (karşılaşmalarda) daha avantajlı bir yer aramak.

jockey

i. cokey, yarış atı binicisi. jockey cap uzunca siperli kasket. jockey club at yarışlarını idare eden kulüp.

jocko

i. şempanze veya buna benzer maymun.

jockstrap

i. sporcuların kullandığı haya bağı, suspansuar.

jocose

s. şakacı, latifeci; hoş, eğlenceli. jocosity , jocoseness i. şakacılık, latifecilik.

jocular

s. şaka cinsinden, şakalı, şaka yollu; şakacı. jocularly z. şaka olarak. jocular'ity i. şakacılık.

jocundity

i. neşe, neşelilik.

jodhpurs

i., çoğ. ata binerken giyilen ve dizden aşağısı sıkı oturan pantolon, potur.

jog

f. (-ged,- ging) i. itmek, sarsmak, dürtmek; yavaş ve sakin gezinmek; bir tempoda ilerlemek; i. dürtme; at gibi yürüyerek gitme; A.B.D. duvar veya yolda girinti veya çıkıntı; keskin viraj. jog the memory bir olayı veya fikri hatırlatmak için ipucu vererek birinin zihnini canlandırmak. jog-trot i., f. harekette ağırlık, adi tırıs yürüyüş; f. ya- vaş koşmak. jogging i. ağır ağır ilerleme, idman için yavaş koşma; daha yoğun idman yapmaya başlamadan önce vücudu ısıtmak için yavaş yavaş koşma.

joggle

f., i. hafifçe sarsmak, yavaşça sallamak; hafifçe sarsılmak veya sallanmak; geçme ile tutturmak; i. birden dürtme, sallama; sarsıntı; geçme.

john

i. Yuhanna, Yahya. John Bull millet veya fert olarak İngilizlere verilen isim. John Barleycorn (şaka) içki, viski. John Doe huk. nazari bir davada davacıyı belirleyen ve eskiden kullanılan Zeyd'' veya Amr gibi filan manasına gelen isim. John Dory dülgerbalığı, zool. Zeus faber. John Law A.B.D., (argo) polis, slang. fruko, aynasız. John Smith alelade adam, herhangi bir kimse.

john

i., (argo) yüznumara; (argo) fahişenin müşterisi.

johnny-come-lately

i., A.B.D., k.dili yeni gelen kimse, yeni katılan kimse, tecrübesiz kimse.

johnny-on-the-spot

i., A.B.D., k.dili her zaman yardım etmeye hazır becerikli kimse, Hızır gibi yetişen kimse.

johnnycake

i. Amerika'da su veya süt ile yapılan mısır çöreği; Avustralya'da buğday unu çöreği.

johnsonian

s. İngiliz yazarı Samuel Johnson'a ait veya ona benzer; süslü üslubu olan, sözü tumturaklı.

join

f., i. katılmak (kulüp, parti); buluşmak; birleştirmek; birleşmek, bağlanmak, kavuşmak; bağlamak; izdivaçla birleştirmek; k.dili bitişmek; gen. (in ile) yer almak; i. bitişim noktası; birleşme, bitişme. join battle savaşa girişmek. join hands el ele tutuşmak. join up k.dili asker yazılmak; üye yazılmak.

joinder

i., huk. bir davada iki unsurun veya iki kimsenin birleşmesi.

joiner

i. birleştirici şey veya kimse; İng. doğramacı, marangoz; A.B.D., k.dili birçok kulübün azası. joinery i. marangozluk; doğramacı işi.

joint

s. birleşmiş, bitişmiş; müşterek, ortak. jointstock company tic. anonim şirket (sınırlı ya da sınırsız sorumluluğu olan). jointly z. müştereken, ortaklaşa, birlikte.

joint

f. bitiştirmek, eklemek, raptetmek; ek veya oynak yeri yapmak; oynak yerlerinden ayırmak (et).

joint

i. anat.mafsal, eklem, iki kemiğin birleştiği yer, oynak yeri; ek; ek yeri; iki eklem arasındaki kısım; kasabın kestiği kol veya but gibi et parçası; bot. nod; düğüm, boğum; (argo) afyon çekilen veya kumar oynanan kötü ve yasak yer; (argo) esrarlı sigara. joint surety huk. müteselsil kefil, zincirleme kefil. out of joint çıkık, çıkmış; çığrından çıkmış. put one's nose out of joint birinin pabucunu dama attırmak. universal joint oto. kardan mafsalı.

jointer

i. birleştirici şey veya kimse; planya; çentik veya yuva açma aleti.

jointress

i., huk. kocası tarafından kendisine sürekli gelir bağlanmış olan kadın.

jointure

i., f., huk. bir kadına kocası tarafından ve kocanın ölümünden sonra kalmak şartıyle bağlanan gelir; f. böyle gelir bağlamak.

joist

i. binanın döşeme kirişi, kiriş.

joke

i., f. şaka, latife, nükte; şaka mevzuu; f. şaka yapmak, latife etmek; eğlenmek, takılmak. practical joke eşek şakası. crack a joke şaka etmek, şaka yapmak. It's no joke. Şakaya gelmez. Şakası yok. play a joke on someone birine şaka yapmak, birine oyun oynamak. take a joke şaka kaldırmak, şakaya gelmek. jokingly z. şaka ederek.

joker

i. şakacı kimse; bazı iskambil oyunlarında en büyük koz olarak kullanılan soytarı resimli kağıt, coker; A.B.D. bir kanun tasarısına veya bir kontrata gizlice eklenen ve manasını değiştiren madde; sonradan meydana gelecek engel; (argo) beceriksiz kimse.

jollification

i. cümbüş eğlence.

jollify

f., k.dili şenlenmek, neşelenmek, şenlendirmek.

jollity

i. neşe, zevk; İng. ziyafet.

jolly

s., z., i. şen, neşeli; neşe verici; İng., k.dili hoş, güzel; z., İng., k.dili pek çok, ziyadesiyle, fazlasıyle; i., İng., (argo) eğlenti; İng., (argo) denizci. jolly boat den. geminin her işe mahsus kıç filikası. Jolly Roger üzerinde çapraz iki kemikle kafatası bulunan korsan bayrağı. He jolly well had to. İng. Pekâla işi yapmaya mecbur oldu. İster istemez yaptı.

jolly

f. gönlünü yapmak tatlı sözle kandırmak; neşelendirmek; eğlenmek, alay etmek; takılmak.

jolt

f., i. sarsmak; i. sarsma, sarsıntı.

jonah

i. Yunus Peygamber; uğursuzluk getiren adam.

jongleur

i., Fr. ortaçağda saz şairi, aşık.

jonquil

i. fulya, zerrin, bot. Narcissus jonquilla.

joo

i., A.B.D., (argo) adam.

jordan

i. Ürdün, Ürdün nehri.

joseph

i. Hazreti Yusuf; k.h. on sekizinci yüzyılda kadınların ata binerken giydikleri uzun cüppe.

joseph's-coat

i. horozibiği, bot. Amaranthus tricolor.

josh

i., f., A.B.D., (argo) şaka, takılma; f. takılmak, şaka etmek, alay etmek.

joss

i. Çin tanrısı. joss house Çin tapınağı. joss paper ayinlerde veya cenaze merasimlerinde Çinlilerin yakağı bir çeşit gümüş veya altın yaldızlı kâğıt. joss stick Çin'de tapınaklarda yakılan bir çeşit buhurlu kamış.

jostle

f., i. itip kakmak, dürtüklemek; i. itip kakma, kalabalık arasında sıkışma.

jot

i., f. pek az şey, zerre; f., down ile yazmak, kaydetmek, deftere işaret etmek, kısa not almak. jot or tittle zerre, en ufak nokta.

joule

i., fiz. on milyon erg'e eşit olan iş birimi.

jounce

f., i. sarsmak, sallamak, hoplatmak (araba gibi); i. sarsma, sarsıntı.

journal

i. günlük, muhtıra; den. seyir jurnalı; yevmiye defteri; gazete; mecmua; parlamentonun her günkü çalışmasının yazıldığı defter, meclis zabıt defteri; mak. milin yataklara oturan kısmı. journal bearing çarkın mil yatağı. journal box mil kovanı. keep a journal muhtıra defteri tutmak.

journalese

i., aşağ. gazeteci üslubu, gazeteci ağzı.

journalism

i. gazetecilik, gazete yazarlığı; gazete ve mecmua yayını, basın.

journalist

i. gazeteci.

journalize

İng. journalise f. yevmiye defterine geçirmek; muhtıra defteri tutmak veya bu deftere kaydetmek; gazetecilik yapmak.

journey

i., f. yolculuk, gezi, seyahat sefer, yol; f. yolculuk etmek. take a journey yolculuk etmek. undertake a journey uzun bir yolculuğa hazırlanıp çıkmak.

journeyman

i. usta.

journeywork

i. usta işi.

joust

f., i. at üstünde mızrak dövüşü yapmak; i. at üstünde yapılan merak dövüşü.

jove

i., mit. Jüpiter, baş tanrı. By Jove! İng. Vallahi! Allah Allah! Jovian s. Jüpiter gibi, Jüpitere ait.

jovial

s. şen, neşeli. jovial ity, jo'vialness i. şenlik. jo'vially z. neşeyle.

jowl

i. çene kemiği, alt çene; çifte gerdan, gıdık; (kümes) hayvanların boynu altındaki sarkık deri, gerdan. cheek by jowl sıkı fıkı; yan yana.

joy

i. sevinç, keyif, haz, memnuniyet, neşe. joy ride (özellikle) otomobil ile yapılan gezinti; çalınmış araba ile gezme; kaçarcasına hızlı sürüş. joy stick uçakta manevra kolu.

joyful

s. sevinçli, sevindirici, neşeli, neşeyle dolu, memnun. joyfully z. neşeyle. joyfulness i. neşelilik.

joyless

s. neşesiz, sevinci olmayan, kederli, üzgün, tasalı. joylessly z. neşesiz olarak. joylessness i. neşesizlik.

joyous

s. sevinçli, keyifli, neşeli. joyously z. neşeyle. joyousness i. neşelilik.

jr.

kıs. Junior.

jubbah

i. cüppe.

jubilant

s. çok memnun, sevinçli, sevinçle coşkun; zafer sarhoşu. jubilantly z. başarı sevinci ile. jubilance i. sevinç, mutluluk.

jubilate

f. çok sevinmek, sevinçle bağırmak. jubila'tion i. zafer şenliği.

jubilee

i. Eski Musevi yasalarına göre elli yllda bir yapılması gereken genel serbest bırakma yılı; herhangi bir olayın ellinci yıl dönümü; evlilikte altın yıl; sevinç veya bayram töreni; Katoliklere Papanın bazı fırsatlarla tam ve genel olarak günahları bağışladığı yıl. diamond jubilee altmışıncı veya yetmiş beşinci yıldönümü. silver jubilee evliliğin yirmi beşinci yıldönümü.

jud

kıs. Judes.

jud(a)ea

i. Roma imparatorluğunda Filistin'in güney kısmı.

judah

i., K.M., tar. Yahuda.

judaic,-ical

s. Musevilere ait.

judaism

i. Musevilerin dinsel inanç ve ilkeleri.

judaize

f. Musevileşmek, Musevileştirmek.

judas

i. Hazreti İsa'ya ihanet eden öğrencisinin adı, Yahuda; arkadaşına ihanet eden kimse. Judas tree erguvan, bot. Cercis siliquastrum.

judg(e)ment

i. hüküm, karar, yargı; bildiri, tebligat; bir davanın görülmesi; netice; muhakeme, yargılama, temyiz kuvveti; takdiri ilahi; kıyamet; mat. hüküm. judgment on default gıyabi karar. Judgment Day kıyamet günü, hüküm günü. judgment debt mahkeme kararına dayanan borç. judgment hall mahkeme salonu. judgment seat hâkim makamı, mahkeme. a judgment on one birine Allahın gazabından gelen ceza. in my judgment benim fikrimce, zannıma göre, bana kalırsa. the Last Judgment kıyamet. pass judgment hükmetmek. reserve judgment hüküm vermeyi uzatmak.

judge

i. yargıç, hâkim; hakem; aralarında uyuşmazlık olan iki kişinin arasını bulan kimse; bilirkişi; Yahudi tarihinde krallardan önce hüküm süren hâkimlerden biri; b.h., çoğ. Eski Ahitte Hakimler kitabı. judge advocate askeri mahkeme. savcısı. a good judge of horses at uzmanı. judgeship i. hâkimlik, yargıçlık.

judge

f. hükmetmek; hüküm vermek; muhakeme etmek, yargılamak, bir mesele hakkında fikir edinip karar vermek; doğrusunu araştırmak; tenkit etmek; bir davayı çözmek.

judicable , judiciable

s. yargılanması olanaklı, hakkında hüküm verilebilir.

judicator

i. yargıç, hâkim. judicative s. hüküm kudreti olan, yargılamada uzman. judicatory s., i. hükümle ilgili, yasamayla ilgili, hükmeden; i. mahkeme; yasama kurulu; yasama.

judicature

i. yargılama hakkı, yargılama işlev ve işlemi; hâkimlik; mahkeme, hâkimler heyeti.

judicial

s. adli mahkemelere veya hükümlerine ait, hâkime ait; adli, hukuki; yargılayan; şer'i. judicial assembly hakimler heyeti, adli encümen. judicial discretion huk. takdir hakkı. judicial murder adli katil, adli hata üzere idam. judicial notice huk. meşhur ve bilinen hususlar hakkında mah- kemenin bilgisi. judicial separation huk. karı koca arasında boşanmaya gidebilecek ayrı oturma kararı. judicially z. hukuken, kanuna göre; tarafsız olarak.

judiciary

s., i. adli, hukuki, muhakemeye ait; i. yasama kurulu; bu işlevi yürütmek için kurulan mahkeme sistemi, adliye; hâkimler.

judicious

s. akıllı, tedbirli, iyi düşünebilen; sağgörülü; mantık ve muhakeme ile yapılmış. judiciously z. mantıklı bir şekilde, akıllıca. judiciousness i. sağgörülülük, basiretlilik.

judo

i. judo.

judy

i. İngiliz kukla oyununda Punch'ın karısı.

jug

i. testi; (argo) hapishane, slang. kodes. jugful i. bir testi dolusu (miktar).

jug

f. (-ged,- ging) testi veya çömlek içine koymak; (argo) hapishaneye tıkmak.

jug

i., f. (-ged, -ging) bülbül sesi; f. bülbül gibi şakımak.

jugate

s., biyol. çift oluşan; bot. çift yaprakçıklı.

juggernaut

i. bir Hint mabudunun ismi; eskiden tekerleklerinin altına atılarak insanların kendilerini ezdirdiği bu mabudun heykeli; insanın kendisini körü körüne feda etmesini gerektiren inanç.

juggle

f., i. hokkabazlık yapmak; el çabukluğu ile marifet yapmak; hile yapmak; aldatmak; i. hokkabazlık; hile. juggle the books aldatmak için hesap defterlerini karıştırıp hazırlamak.

juggler

i. hokkabaz, jonglör; hilekâr kimse. jugglery i. hokkabazlık; hile.

juglandaceous

s., bot. cevizgillere ait.

jugular

s., i., anat. boyna ait; boyun toplardamarıyle ilgili; biyol. balıklarda boyun yüzgeçleriyle ilgili; i. korunmasız taraf. jugular vein şahdamarı.

jugulate

f. çok şiddetli tedavi uygulayarak gelişmesini durdurmak (hastalık), önüne geçmek, önlemek. jugula'tion i., tıb. gelişmesini durdurma.

juice

i. özsu, usare; sebze, meyva veya et suyu; çoğ. insan vucudunun sıvı kısımları; öz; A.B.D., (argo) cereyan, elektrik; A.B.D., (argo) benzin; A.B.D., (argo) kuvvet. juiceless s. özü veya suyu olmayan, kuru.

juicy

s. özlü, sulu; meraklı, cazip, ağız sulandırıcı. juiciness i. özlülük, sululuk.

jujitsu, jujutsu

i. hem bir idman sistemi hem de silahsız savunma sanatı olan Japon güreş metodu.

juju

i. Batı Afrika'ya ait muska; bu muskalara olan batıl itikatlar; bu muskalarla ilgili merasim.

jujube

i. hünnap, bot. Zizyphus jujuba; hünnap şekerlemesi.

jujutsu

bak. jujitsu.

jukebox

içine para atılınca istenilen plakları çalan otomatik pikap.

jukejoint

A.B.D., (argo) içki içilen ve dansedilen meyhane veya bar.

jul.

kıs. July.

julep

i. ilâca karıştırılan tatlı bir sıvı; içine buz ve nane karıştırılan bir içki.

julian

s. Jül Sezar'a ait. Julian calendar bak. calendar.

julienne

i., s. et suyuna sebze çorbası; s. ince ve uzun doğranmış.

july

i. temmuz.

jumble

i., f. karmakarışık iş, intizamsızlık; ufak simit şeklinde ince ve tatlı kek; f. karmakarışık olmak veya etmek.

jumbo

s., i. çok büyük, iri, azman;çok iri yapılı kimse veya şey. jumbo jet beş yüz insan taşıyabilen jet.

jump

f. sıçramak, atlamak, fırlamak, zıplamak; sıçratmak, zıplatmak, fırlatmak, atlatmak; üzerinden atlamak; içine atlamak, binmek (tren); kışkırtmak, yuvasından çıkarmak; geçivermek (bahis, sayfa). jump a claim zorla sahip çıkmak (arazi). jump a horse atı bir yerden atlatmak. jump a train trene atlamak. jump at a conclusion birdenbire ve düşünmeyerek sonuç çıkarmak, durup dururken bir mana vermek. jump bail ortadan kaybolup kefili kefalet borcunu ödemeye mecbur bırakmak. jump on k.dili saldırmak, çatmak. jump out of one's skin hayretle yerinden sıçramak. jump over the broomstick leh. evlenmek. jump ship gemiyi haber vermeden terketmek (tayfa). jump the gun (argo) işaret verilmeden başlamak; yarışta hatalı çıkış yapmak. jump the track hattan çıkmak (tren). jumping jack sıçrayan kukla oyuncağı. jumping-off place en üst derece veya en son sınır.

jump

i. atlama, sıçrayış; atılış; bir atlayışta geçilen mesafe; birden silkinme; fırlayış, yükseliş (fiyat). broad jump uzun atlama . get the jump on one (argo) birinden evvel davranmak, üstün gelerek birini şaşırtmak. give one the jumps (argo) çok sinirlendirmek, tepesini attırmak. high jump yüksek atlama. jump bid (briç) deklarasyonda bir löve atlama. on the jump tetikte; çok meşgul, başını kaşıyacak vakti olmayan. the jumps fazla sarhoşluktan ileri gelen titremeli sayıklama hastalığı.

jumper

i. atlayan veya sıçrayan kimse; delik delme aleti, delgi; elek. geçici olarak kullanılan bağlantı teli; den. sereni veya direği muhafaza etmek için bağlanan halat.

jumper

i. bluz veya kazak üzerine giyilen kolsuz elbise; elbise üzerinden çocuklara giydirilen pantolonlu ceket tulum; gemici veya işçi dış gömleğiç

jumpsuit

i. tulum.

jumpy

s. sinirli, sıçramaya hazır, diken üstünde.

jun.

kıs. Junior, June.

junction

i. bitişme, birleşme; bitişilen yer, birleşme yeri, kavşak yeri, iki demir yolunun birleştiği yer. junction box elek. bağlantı kutusu, elektrik tellerinin birleştiği noktada bulunan kutu, buat, kutu.

juncture

i. bitişme, bağlantı, irtibat; oynak yeri, mafsal; dikiş yeri; nazik zaman, mühim an; aralık, vakit, zaman.

june

i. haziran; bir kadın ismi.

jungle

i. çok sık ağaçlı ve yüksek otlu vahşi orman, çengel; çok sık ve karışık yeşillik. jungle cat bir yaban kedisi, zool. Felis chaus. jungle fever batı Hindistan ormanlarına özgü çok şiddetli sıtma. jungle fowl Hint kuşu, yaban tavuğu.

junior

s., i. yaşça küçük; kıdem bakımından aşağı olan; iki kişiden küçük olanı; b.h. küçük (babasıyle aynı ismi taşıyan kimsenin ismine ilave olunur); i. yaşça küçük kimse; mevki veya kıdemce küçük olan kimse; lise veya üniversitede sondan bir evvelki sınıf öğrencisi. junior college üniversitenin birinci ve ikinci sınıf öğretim programını uygulayan iki senelik okul. junior high school A.B.D. ilkokul ile lise arasmdaki 7., 8. ve 9. sınıfları kapsayan ortaokul.

juniper

i. ardıç, bot. Juniperus communis. black juniper kara ardıç, bot. Juniperus sabina. juniper berries ardıç meyvası, ardıç yemişi. juniper resin ardıç sakızı.

junk

i. Çin sularında kullanılan bir çeşit yelkenli gemi.

junk

i., f. kullanılmış karışık eşya, hurda; k.dili değersiz eşya, çöp; (argo) esrar; den. hurda halatlar; eskiden gemilerde yenilen tuzlanmış sert sığır eti; f., k.dili çöpe atmak. junk dealer eski eşya satıcısı, eskici, hurdacı. junk shop eski eşya dükkanı; gemi gereçleri satan dükkan.

junket

i., f. kesilmiş sütten yapılan bir çeşit kaymak, yoğurda benzer bir yiyecek; ziyafet, kır eğlentisi; A.B.D. devlet hesabına gezi; f. eğlenmek, ziyafet vermek; devlet hesabına seyahat etmek; grup halinde sözde ciddi bir maksatla seyahat etmek.

junkie

i., (argo) ilaç veya eroin tiryakisi olan kimse.

junkyard

i. kullanılmış arabalar atılan yer; kullanılmış demir ile yedek parça ve inşaat malzemesi satılan yer; eski demir parçalarının yeniden satılması veya kullanılmasl için depo edilen yer.

juno

i. eski Romalıların evlilik tannçası; endamlı ve güzel kadın; astr. küçük gezegenlerden biri.

junta, junto

i. cunta

jupiter

i. eski Romalıların baş tanrısı, Jüpiter; Jüpiter gezegeni, Erendiz.

jur. d.

kıs. Doctor of Law.

jura

i. Jura dağları; jeol. Jura, Trias'tan sonra gelen jeolojik zaman.

jura

bak. jus.

jural

s. kanuni, hukuki.

jurassic

s., jeol. Jura jeolojik zamanına ait.

jurat

i., huk. yeminli tutanak; yeminli memur; yüksek belediye memuru; Manş adalarında sulh hâkimi.

juredivino

Lat. Allahın bağışladığı hak ile.

juridical

s. hâkime veya hâkimliğe ait; adli, kanuni. juridical person tüzel kişi. juridically z. kanuni şekilde.

jurisconsult

i. hukuk bilgini.

jurisdiction

i., huk. yargılama hakkı, hâkimin yargılama dairesi; salahiyet, yetki; hükümet, hükümetin nüfuz dairesi. jurisdictional s. hükümet nüfuzuna veya nüfuz dairesine ait; işçi sendikalarının yetki alanına ait. jurisdictional dispute sendikalar arasında çıkan anlaşmazlık; hukuki yetkili daire hakkında anlaşmazlık; yetkili kaza dairesi hakkında ihtilaf.

jurisprudence

i. hukuk ilmi; düstur. jurisprudent s. hukuk uzmanı. jurispruden'tial s. hukuk ilmine ait; hukukla ilgili.

jurist

i. hukuk ilmi uzmanı; hukuki eserler yazarı. juris'tic(al) s. hukuka veya hukukçuya ait. juristically z. hukuk bakımından.

juror

i. juri üyesi; yeminli kimse.

jury

i. jüri; yarışma jürisi. jury box mahkeme salonunda jüri heyetine ait yer. juryman i. jüri üyesi. common jury, petty jury, trial jury on iki üyeden meydana gelen ve davayı incelemekle görevli jüri heyeti. coroner's jury nedeni bilinmeyen ölümlerin nedenini incelemekle görevli jüri heyeti. grand jury bak. grand.

jury

s., den. eğreti. jury mast den. yedek direk, geçici direk, eğreti direk. juryrigged s., den. eğreti direği olan (gemi).

jus

i., Lat. hukuk; hak. jus civile Lat. medeni hukuk. jus divinum Lat. tanrısal emirlere dayanan hukuk. jus gentium Lat. devletler hukuku .

jussive

s., gram. emir kipine ait.

just

s. doğru, haktanır, haklı, adil; tam. the just iyiler (din edebiyatı). justly z. adaletle, haklı olarak. justness i. hak; hak ve adalete uygunluk, haklılık, adalet; doğruluk, dürüstlük.

just

z. tam, tam tamına, kesin olarak; hemen, şimdi, biraz önce; ancak; hemen hemen; neredeyse; güçbela, darı darına; sadece, yalnız; k.dili çok. just how many tam tamma ne kadar. just now hemen şimdi, biraz evvel, tam şimdi. just then o arallk, o esnada, derken. just there tam orada. just the same tıpatıp aynı; bununla birlikte, yinede.Just think! Düşün bir kere! Tasavvur et! He just escaped. Dar kurtuldu. It is just fine. Çok güzeldir. Not just yet. Daha vakti gelmedi.

just

bak. joust.

justice

i. adalet, hak; hakkaniyet, doğruluk; hâkim. justice of the peace sulh hâkimi. bring a person to justice birine ettiğini buldurmak, birine cezasını buldurmak. chief justice yüksek mahkeme reisi, danıştay başkanı. do justice to haklı muamele etmek hakkını gözetmek. do oneself justice elinden geleni yapmak; kendine güvenmek.

justiciable

s. mahkeme edilebilir, sorguya çekilebilir.

justiciar , justiciary

i. yüksek hâkim; İng., tar. Norman kralları devrinde tüzel ve yönetimle ilgili kanunları incelemekle görevli kral vekili.

justifiable

s. dogruluğu ispat edilebilir, haklı çıkarılabilir, savunulabilir. justifiably z. haklı olarak. justifiableness, justifiabil'ity i haklı oluş.

justification

i. haklı çıkarma veya çıkma, mazur gösterme; huk. iftira davalarında sanığın iddialarının doğruluğunu ispat etmesi; mazeret, sebep, hak; temize çıkarma, ispat; matb. sayfanın sağ kenarındaki yazıları taşırmama.

justificative , justificatory

s. mazur gösteren, haklıçıkaran.

justify

f. doğrulamak, haklı çıkarmak; suçsuzluğunu ispat etmek, temize çıkarmak; matb. yazının sağ kenarını taşırmadan düz yapmak.

justinian

i. Jüstinyen. Justinian Code Jüstinyen'in sistemleştirdiği Roma hukuku.

jut

i., f. (-ted, -ting) sıkıntı, çıkıntılı şey; f., gen. out( ile) çıkıntı halinde dışarı fırlamış olmak; çıkıntı yapmak.

jute

i. beşinci yüzyllda İngiltere'yi istila eden bir Germen kabilesinden olan kimse.

jute

i. jüt, muhliye, bot. Corchorus capsularis veya Colitorius; hintkeneviri; bu bitkilerden elde edilen elyaf.

juvenescent

s. gençleşen; gençleştirici. juvenescence i. gençleşme.

juvenile

s., i. genç; olgunlaşmamış; gençliğe özgü, gençliğe yaraşır; i. genç kimse, çocuk; genç rolündeki oyuncu. juvenile court çocuk mahkemesi. juvenile delinquency çocugun suç işlemesi. juvenile delinquent suçlu çocuk.

juvenilia

iç, çoğ. bir yazar veya ressamın gençliğinde yaptığı eserler; gençlere uygun eserler.

juvenility

i. olgunlaşmamış bir kimsenin tavrı; gençlik hali; gençlik, gençler.

juxtapose

f. yanyana koymak, sıralamak. juxtaposi'tion i. bitişiklik, bitişme; yanyana koyma .

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL