NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

be ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: be
Bulunan Sonuç: 347

be

(kıs)., (kim). berylium berilyum.

be

önek hakkında, etrafında veya tamamen anlamlarını veren ve çoğu zaman geçissiz fiillerden, isimlerden ve bazen de sıfatlardan geçişli fiiller yapan bir ek: begrudge, befriend, belittle.

be

(f). olmak, vaki olmak; varlığını göstermek, mevcut olmak. yardımcı fiil -dır edilgen fiil yapmaya yarayan yardımcı fiil. (msl.to see görmek;to be seen görünmek). be at bulunmak, olmak. be about üzere olmak; meşgul olmak. be after peşinde olmak. be from -den gelmek, -li olmak. be oneself kendisi gibi davranmak, normal bir şekilde hareket etmek. Let it be bırak öyle olsun. as it were gibi, sanki, güya. So be it olsun öyle olsun. to be sure muhakkak. Be kls, kim beryllium berilyum BE kls Bachelor of Education, Bachelor of Engineerinsl, bill of exchange

beach

(i)., (f). kumsal, plaj, sahil; (f)., den karaya çekmek, sahile çekmek (gemiyi). beach buggy A.B.D. kum üzerinde sürülmeye elverişli çok büyük lastikli spor araba. beachcomber (i). hayatını sahillerden topladığı enkaz ile kazanan kimse; okyanustan sahile vuran büyük dalga. beach flea kumsallarda rastlanan birkaç çeşit sıçrayan yengeç cinsi küçük hayvan. beachhead (i)., ask. çıkarma yapılan sahil. beach wagon A.B.D., (bak). station wagon on the beach işsiz; karada vazifeli (denizci); kızağa çekilmiş.

beacon

(i)., (f). fener; işaret vermek için yüksek yerlerde yakılan ateş; işaret kulesi; hav. yol ve mevkii gösteren ışık veya radyo sinyali, ikaz edici veya yol gösterici herhangi bir şey; (f). yol göstermek; işaret koymak; işaret vermek .

bead

(i)., (f). boncuk, tane (tespih); coğ tespih, kolye; hava kabarcığı; arpacık; (f). boncukla süslemek; boncuk dizmek. bead tree tespihağacı, (bot). Melia azedarach. say, tell veya count ones beads tespih çekmek, dua etmek. draw a bead on nişan almak beading (i)., bead work boncuktan yapılmış kenar süsü beaded (s). boncuklu.

beadle

(i)., ing. mübaşir; bir kilise görevlisi.

beadroll

(i). ruhlanna dua edilecek ölülerin listesi; liste, katalog.

beady

(s). boncuk gibi, boncuklu; köpüklü. beady-eyed (s). ufak gözlü ve şeytanca bakışlı.

beagle

(i). bir seşit küçük av köpeği.

beak

(i). gaga; kaplumbağa ve diğer bazı hayvanların baş kısımlarında bulunan sert kısım; argo burun; ibrik ağzı; eski tip harp gemilerinde düşman gemisini tahrip etmede kullanılan sivri madeni burun; ing., (argo) polis, hâkim, öğretmen. beaked (s). gagalı. beakless (s). gagasız .beaklike (s). gagamsı.

beaker

(i). geniş ağızlı büyük bardak; geniş şişe.(kimya labratuarında).

beam

(i). kiriş, hatıl, putrel; direk, mertek; terazi kolu; araba veya saban oku; şua, Işın (radyo,güneş); den. kemere; geyigin boynuz. kökü be on her beam ends (gemi) alabora olurcasına yana yatmak. on the beam doğru yönde; doğru, tam. off the beam doğru yönde olmayan; yanlış.

beam

(f). yaymak, neşretmek; parlamak; yayılmak, intişar etmek; sevinç göstermek (yüz ifadesiyle). beaming s parlak, 1şıl 1şıl, sevinçle parlayan (yüz). beamish (s). sevinç gösteren beamy s Isık saçan; den. orta kısmı geniş olan.

bean

(i). fasulye; diğer bitkilerde tane (kahve v.b.); fasulyeye benzeyen şey. vanilla bean; argo baş, kafa. beanbag (i). oyuncak olarak kullanılan fasulye torbası. beanpole (i). fasulye sırığı; (k.dili). çok uzun boylu kimse. broad bean, fava bean, horse bean bakla .green bean taze fasulye. haricot bean kuru fasulye. Iocust bean deve kemigi .Tonka bean çin baklası, Hint baklası, (bot). Dipteryx odorata.

bear

(i). ayı; ayıya benzer hayvan: ant bear; hantal kimse, kaba kimse; tic. borsada fiyatlar düşecek ümidiyle ilerde alacağı tahvil ve senetleri evvelden satan kimse. the Bear Rusya. bearberry (i). ayı üzümü, (bot). Arctostaphylos uvaursi. bear garden hayvanat bahçesi; kargaşalık. bears-breech (i). ayı pençesi, (bot). Acanthus mollis. bear's-ear i ayı kulağı, (bot). Primula auriculata. bearskin (i). ayı postu. brown bear boz ayı, zool. Ursus arctos. Great Bear Büyük Ayı . Little Bear Küçük Ayı.

bear

(f). taşımak, kaldırmak; tahammül etmek, dayanmak; üstüne almak; lâyık olmak; etrafa yaymak; aklında tutmak; (meyva) vermek (ağaç) ; doğurmak. bear down çabalamak; sıkıstırmak. bear on alakası olmak. bear out desteklemek, teyit etmek. bear up dayanmak, cesareti elden bırakmamak bear with sablrlı olmak, sabırla tahammül etmek. bearable (s). dayanılabilir. bearably (z). dayanılabilir şekilde born (s). doğmuş.

beard

(i)., (f). sakal; (bot)., zool. püskül, püskül sakal; (f). sakalını yolmak; sakalına yapışmak; siddetle karşı koymak; sakal yapıştırmak. beard grass bot sıçan kuyruğu. bearded s sakallı. beardless (s). sakalsız.

bearer

(i). taşıyan kimse, hamil kimse; götüren kimse; tabut taşıyan kimse; rutbe veya makam sahibi; hamal. to the bearer hamiline.

bearing

(i). hal, tavır, davranış; mahsul, ürün; verme, hasıl etme; taşıma, tahammül etme; ilgi, irtibat, alâka; kiriş ve eşik gibi şeylerin dayandığı destek; mak yatak, mil yatağı; ayak; den. kerteriz .bearing body yatak gövdesi. lose ones bearings şaşırmak, pusulayı şaşırmak. take a bearing kerteriz etmek.

bearish

(s). ayı gibi kaba ve sert; yontulmamış; borsada fiyat indirimine sebep olacak sekilde; fiyat indirmeye meyilli. bearishness (i). fiyatlar düşecek düşüncesi.

beast

(i). hayvan, bilhassa dört ayaklı iri hayvan; hayvanca davranan kaba kimse beast of burden yük hayvanı. beast of prey yırtıcı hayvan, canavar. beastie (i)., iskoç. hayvancık. beastly (s)., (z). hayvan gibi; (k.dili). çok fena; (z)., ing., (argo) çok.beastliness (i). hayvan gibi davramış.

beat

(i). vuruş, darbe; darbeden ileri gelen ses; (müz). tempo; ses; polis devriyesi; ilginç bir haberin rakip gazeteden evvel neşri; (fiz). birbirine yakın iki sesin meydana getirdigi ritmik çatlşma sesi. beaten (s). dövülmüş; mağlup, yenilmiş; çok kullanılmış beater (i). ,cırpma makinası.

beat

(s)., A.B.D., (k.dili). yorgun, yıpranmış, asi gençlerden olan. Beat Generation asi gençlik.

beat

(f). dövmek; defalarca vurmak, çırpmak, çarpmak; çalmak (davul); yenmek, galip gelmek; sürgün avında avı çıkarmak için çalılara vurmak; üstün olmak, zor gelmek; A.B.D., (argo) önüne geçmek; ask. davul çalarak işaret vermek; atmak (kalp). beat about the bush bin dereden su getirmek. beat all hollow tamamen yenmek. beat a retreat geri çekilmek, ricat etmek. beat down pazarlıkta fiyat kırmak. Beat it ! A.B.D., (argo) Defol. I beat off bertaraf etmek. beat the air boşuna uğraşmak; havanda su dövmekş beat the bushes aramak. beat time tempo tutmak. beat to windward den. orsasına seyretmek. beat up (k.dili). dövmek, dövüşte galip gelmek. beat up recruits acemi asker toplamak .

beatific

(s). takdis eden; mesut eden; neşe ifade eden. beatifically (z). mutluluk belirterek.

beatify

(f). saadete ulaştırmak; Kat. öImüş bir kimseyi azizlik mertebesine çıkarmak. beatification (i)., Kat. öImüş birkimsenin ilk azizlik derecesine çıkarıldığının Papa tarafından ilân edilmesi.

beating

(i). dövme, vuruş; dayak; yenilgi, mağlubiyet; atış (kalp).

beatitude

(i). mutlak saadet, uhrevi saadet. the Beatitudes Hz isa'nın Matta incilinde geçen sözleri.

beatnik

(i)., (k.dili). bitnik.

beau

(i). aşık; sevgili; kavalye; züppe erkek; şık giyinen adam.

beau ideal

ideal güzellik, kusursuz güzellik örneği.

beaugeste

(fr.) bir kimseyi memnun etmek için yapılan hareket veya söylenen söz.

beaumonde

(fr.) kibarlar zümresi.

beaut

(i)., A.B.D., (argo) muazzam şey; büyük hata.

beauteous

(s). güzel, dilber. beauteously z .güzel bir şekilde. beauteousness (i). güzellik.

beautician

(i). güzellik uzmanı.

beautiful

(s). güzel, latif, hoş, zarif. beautifully (z). güzel bir şekilde.

beautify

(f). güzellestirmek, süslemek; güzelleşmek, süslenmek.

beauty

(i). güzellik; güzel bir kimse, güzel kadın. beauty shop, beauty parlor güzellik enstitüsü, kuaför salonu. beauty sleep güzellik uykusu. beauty spot yüzdeki ben; güzel manzaralı yer.

beauxarts

(i)., çoğ, (fr.) guzel sanatlar.

beaver

(i). kunduz, zool. Castor fiber; kunduz kürkü, kastor; kastor Sapka; kalın yünlü kumaş; miğferin yüzün alt kısmını örten parçası

beaverboard

(i). bir cins suni tahta.

bebop

(i). bir çeşit dans ve bunun müziği.

becalm

(f). teskin etmek, yatıştırmak; den. rüzgarsızlıktan yelkenliyi kımıldatamamak. becalmed (s). yatışmış.

became

(bak). become.

because

( bağlaç) çünkü, zira, -den dolayı, sebebiyle, için. because of -den dolayı

beccafico

(i). italyada eti çok sevilen birkaç cins küçük kuştan biri; bir çeşit ötleğen.

bechamel

(i)., (fr.), (ahçı) beyaz sos, beşamel.

bechance

(f). vaki olmak, başa gelmek; zuhur etmek.

beck

(i)., (f). başla yapılan işaret; (f). birisini işaretle çağırmak. at one's beck and call birisinin emrinde, daima karşısındakinin arzusunu yerine getirmeye hazır.

becket

(i)., den. küçük ip halkası, ilmek, ilik, sancak veya iskota bağı.

beckon

(f). baş veya el işareti ile çağırmak.

becloud

(f). bulutlandırmak, karartmak; kaplamak; içinden çıkılması zor hale getirmek.

become

(f). olmak: yakışmak, yaraşmak, gitmek What became of ? ne oldu ? nereye gitti ? ne yaplyor? become due vadesi gelmek.

becoming

(s)., (i). cazip, çekici; uygun, münasip; (i). oluş, gelişim becomingly (z).uygun bir şekilde. becomingness (i). uygun oluş.

bed

(i). yatak, karyola; çiçeklik, tarh; yığın; evlenme; nehir yatağı; tabaka, kat (kaya,arazi); mezar. bed linen yatak takımları. bed and board yiyecek ve yatacak yer, iaşe ve ibateş confined to bed yatağa düşmüş. go to bed yatmak. make a bed yatak yapmak. marriage bed. gelin yatağı. put to bed yatırmak. railroad bed demiryolu yatağı. separate from bed and board yatak ve sofradan ayırmak (karı,koca).

bed

(f). yatak temin etmek, yatırmak; misafir etmek; dikmek (çiçek); gömmek; tabakalar halinde dizmek; yatmak. bed down at ve inek gibi hayvanlara samandan yatak yapmak.

bedabble

(f). bulaştırmak.

bedaub

(f).bulaştırmak, sürmek, kirletmek, karalamak; aşırı derecede süslemek.

bedazzle

(f). gözünü kamaştırmak, şaşırtmak.

bedbug

(i). tahtakurusu, zool. Cimex lectularius

bedchamber

(i). yatak odası.

bedclothes

(i).,coğ. yatak örtüsü, battaniye gibi yatak takımları.

bedding

(i). yatak takımı; samandan yapılmış hayvan yatağı, gelembe.

bedeck

(f). süslemek, tezyin etmek; donatmak.

bedeman, bedesman

(bak). beadsman.

bedesman beadsman,

(i). başkalarına dua etmekle hayatını kazanan kimse, duahan.

bedevil

(f). çileden çıkartmak, azap vermek, eziyet etmek; cinnet getirtmek; bozmak, ifsat etmek. bedevilment (i). çileden çıkartma.

bedew

(f). çiğ taneleri ile ıslatmak, nemlendirmek.

bedfellow

(i). yatak arkadaşı, yakın dost.

bedight

(f).(eski) donatmak, süslemek, tezyin etmek.

bedim

(f). karartmak, donuklaştırmak.

bedizen

(f). eski gösterişli ve kaba bir şekilde süslemek, donatmak.

bedlam

(i). büyük karışıklık ve gürültü, şamata; akıl hastanesi, tımarhane; b.h. Londra'da bulunan St Mary of Bethlehem adlı akıl hastanesi. Bedlam broke loose Kızılca kıyamet koptu.

bedlamite

(i). akıl hastası, deli kimse.

bedless

(s). yataksız, karyolasız.

bedlike

(s). yatak gibi.

bedouin

(i)., (s). bedevi, çölde yaşayan göçebe Arap; (s). bedevilere ait, bedevilerle ilgili.

bedpan

(i). yatak lâzımlığı; yatak ısıtacak kap.

bedpost

(i). karyola direği.

bedraggle

(f). kirletmek bulaştırmak, ıslatmak.

bedrench

(f.) sırılsıklam etmek

bedridden

(s). yatalak.

bedrock

(i). yüzeydeki tabakalar altındaki asıl kaya; en alt seviye; temel ilkeler.

bedroll

(i). sırtta taşınabilen tomar şeklinde bağlanmış yatak.

bedroom

(i). yatak odası.

bedside

(i)., (s). yatak başucu, hastaya bakan kimsenin veri; (s). yatak başucunda olan. bedside manner doktorun hastaya karşı tutumu.

bedsore

(i)., tıb. yatak yarası, uzun zaman yatmaktan ileri gelen yatak çıbanı.

bedspread

(i). yatak örtusü.

bedstead

(i). karyola.

bedstraw

(i). eskiden şilte yapmak için kullanılan bir çeşit saman.

bedtime

(i). yatma vakti.

bee

(kıs).Bachelor of Electrical Engineering elektrik mühendisine verilen üniversite diploması.

bee

(i). arı, bal arısı, zool. Apis mellifera; A.B.D. eğlenceli toplu çalışma toplantısı. busy as a bee çok meşgul. have a bee in one's bonnet bir işten dolayı endişeli olmak. put a bee in one's bonnet başkasının kafasına bir fikir veya plan sokmak. bee balm bir çeşit nane, botş Monarda didymaş bee beetle arı kovanlarında yaşayan bir bocek, zool Trichodes apiariusş bee eater arıkuşu, zool. Merops apiaster .bee killer arı yiyen bir karasinek, zool Asilus. bee tree içinde bal olan içi boş ağaç: ıhlamur ağacı. bee wolf an kovanında yaşayan bir böcek kurdu.

beebread

(i). anların yavrulan için hazlrladıkları, çiçeklerin sarı tozu ve proteininden meydana gelen bir gıda karışımı.

beech

(i). kayın ağacı, (bot). Fagus sylvatica, akgürgen (kereste) .beechen (s). kayın gibi; akgürgenden yapılmış.

beechmast, beechnut

kayın ağacının sertkabuklu meyvesi.

beef

(i)., (f). sığır eti; sığır; (k.dili). adale kuvveti, ağlrlık; A.B.D. (argo) şikâyet; (f)., (argo) şikâyet etmek. beef up (argo) kuvvetlendirmek. beef extract et suyu hulâsasu. beef tea sığır eti suyu.

beefeater

(i). ingiltere'de kraliyet muhafız alayının askeri; sığır eti yiyen kimse; (argo) ingiliz.

beefsteak

(i). biftek.

beefy

(s). etli, adaleli, iriyarı. beefiness (i). adaleli oluş; şişmanlık.

beehive

(i). arı kovanı.

beekeeper

(i). arı yetiştiricisi.

beeline

i. kestirme yol; düz çizgi, düz hat. make a beeline for something bir şeye en kestirme yol ile ulaşmak.

beelzebub

i. şeytan, şeytanların başı, iblis.

been

bak. be.

beer

i. bira; alkollü veya alkolsüz olarak bitki kökleri, pekmez, şeker veya maya ile hazlrlanmlş herhangi bir içki. beer barrel bira fıçısı. beer garden bira icilen açık hava lokantası. small beer hafif bira; ing. önemsiz kimse, değersiz şey.

beery

s. bira türünden, bira gibi; bira etkisiyle sarhoş.

beestings,biestings

i. ineğin doğum yapmasından sonraki ilk sütü, ağız.

beeswax

i., f. balmumu; f. balmumu sürmek, balmumu ile cilalamak.

beeswing

i. bekletilmiş şaraplann üzerinde meydana gelen ince tabaka halindeki kaymak.

beet

i. pancar, bot. Beta vulgaris. beet greens, beet tops pancar yaprağı, beet sugar pancar şekeri, sakaroz white beet şeker pancarı wild beet yaban pancarı, bot. Oenothera fruticosa.

beetle

i., f. tokmak, çomak; ağır çekiç, sahmerdan; f. tokmaklamak, çakmak, kakmak.

beetle

s., f. sarkık, taşan; f. sarkmak, dışarı doğru çıkıntı yapmak; taşmak. beetlebrowed s. sarkık kaşlı; çatık kaşlı.

beetle

i. kınkanatlılar familyasından herhangi bir böcek. black beetle ing. hamamböceği, zool. Blatta orientalis bombardier. beetle fanfan böceği, domuzlan böceği, zool. Brachinus crepitans dung beetle bokböceği reed beetle kamış böceği, zool. Donanica rove beetle kalkık kuyruk, zool Ocypus olens.

beeves

i., çoğ. sıdırlar, kocabaş.

befall

f. olmak, vaki olmak, zuhur etmek; başına gelmek.

befit

f. uygun olmak, münasip olmak, denk gelmek. befitting s. uygun.

befog

f. sisle kapamak, karartmak; şaşırtmak, zihnini karıştırmak.

befool

f. aldatmak, kandırmak, yanıltmak aptal verine koymak.

before

z., (edat.), (bağlaç). önde, önden, önce, evvel, daha önce; önünde, cephesinde; (edat) tercihen, yerine; huzurunda; (bağ laç) -den önce before-cited, before-mentioned s. yukarıda bahsi geçen before Christ (b.c) milattan önce (m.ö.). beforehand z. önce, önceden. before the wind rüzgar yönünde. beforetime z., (eski) vaktiyle, eskiden.

befoul

f. kirletmek, pisletmek, lekelemek.

befriend

f. dostça davranmak, yardım etmek.

befuddle

f. sarhoş etmek, sersemletmek; şaşırtmak.

beg

f. dilenmek, sadaka istemek; dilemek, rica etmek. beg off mazeret beyan etmek. beg the uestion dava veya iddiayı ispat olunmuş farzetmek.

began

bak. begin.

beget

f. babasl olmak, vücuda getirmek; sebep olmak, tevlit etmek. begetter i. vücuda getiren kimse, baba.

beggar

i., f. dilenci, meteliksiz kimse; saka çapkın kimse; f. dilenciye çevirmek, sefalete düşürmek; eksik bırakmak, kifayetsiz olmak. It beggars description Tarif edilemez Tarifinde kelimeler kifayetsiz kalır. beggardom, beggarhood i. dilencilik, dilenciler sınıfı. beggarly s. dilenciye uygun. beggary i. aşırı yoksulluk.

begin

f. başlamak, ilk adımı atmak (bir işte); meydana gelmek, vücut bulmak, zuhur etmek; başlatmak, önayak olmak, ihdas etmek.

beginner

i. herhangi bir işe yeni başlayan kimse, başlayıcı.

beginning

i. başlangıç; menşe; baş, esas, mebde.

begird

f. kuşatmak, çevirmek, ihata etmek.

begone

(ünlem). (eski). Defol! Yıkıl karşımdan !

begonia

i., bot. begonya.

begot

bak. beget.

begrime

f. kirletmek, pisletmek; isletmek.

begrudge

f. çok görmek, gözü kalmak, haset etmek; vermek istememek. be grudging s. kıskanan. begrudgingly kıskanarak.

beguile

f. aklını çelmek, ayartmak, aldatmak; cezbetmek, saptırmak; hoşça vakit geçirmek.

beguile (a person) out of (a thing)

kandırarak elinden almak. beguilement i. aklını çelme.

beguine

i. bolero ritminde Güney Amerika dansı; bununla ilgili modern dans; bu dansların müziği

beguine

i., Fr. 12. yüzyllda Hollanda,da kurulan layik hemşirelik teşkilâtı üyesi; bugün Katolik kilisesine bağlı ve kendini dine vakfetmiş kadınlar teşkilâtı üyesi.

begum

i. Hindistan'da Müslüman kadm lider; soylu Müslüman kadını, begüm.

begun

bak. begin.

behalf

i. yan, taraf. on behalf of (birisinin) namına, adına.

behave

f. davranmak, hareket etmek; görgü kurallanna göre hareket etmek. behave oneself terbiyesini takınmak, iyi hareket etmek. well-behaved s. uslu, terbiyeli. behavior, ing. i. hal ve hareket, tavlr, davranış.

behaviorism

i, psik. davranışçılık kuramı.

behead

f. boynunu vurmak, kafasını kesmek.

beheld

bak. behold.

behemoth

i. Kitabl Mukaddes'te bahsi geçen suaygırına benzer bir hayvan; A.B.D., k.dili iri ve kuvvetli insan veya hayvan.

behest

i. emir, buyruk, irade.

behind

z., (edat), i. arkada, arkasında, ardında, gerisinde; (edat) geri, arka planda, geride; geri kalmış (saat v.b.); i., k.dili kıç. behindhand z., s. geç; geri kalmış; borçlu, borca batmış. be behind the times geri kafalı olmak, zamana ayak uyduramamak.

behold

f., ünlem bakmak, müsahede etmek; gözlemlemek; görmek; (ünlem) işte! Hah !

beholden

s. borçlu, medyun; minnettar.

behoof

i. fayda, yarar, menfaat, çıkar

behoove, ing behove

f. yakısık almak; lazım gelmek, icap etmek, gerekmek.

beige

s., i. bej; i. bej renk, boyanmamış yün rengi, saz rengi.

being

i. oluş, varoluş, mevcudiyet; varlık; var olan şey; insan, beser. Supreme Being Allah, Tanrı, Cenabı Hak. call into being yaratmak, halketmek.

beirut

i. Beyrut, Lübnan'ın baskenti.

bejewel

f. mücevherle donatmak; ziynet eşyasıyla süslemek.

bel

kls Belgium.

bel-esprit, çoğ.beaux-esprits

i., Fr. nüktedan insan, zarif kimse.

belabor, ingbelabour

f. siddetle dövmek; ağır darbelerle vurmak; dil uzatmak, alaya almak.

belated

s. gecikmiş, geç kalmış. belatedly z. gecikerek, vaktinden sonra.

belay

f., den. halatı volta etmek; bağlamak. belaying pin den. armadora çeliği, bağlama direği.

belch

f., i. geğirmek; püskürtmek, fırlatmak; i. geğirme; fırlatma, püskürtme.

beldam, beldame

i. kocakarı, acuze; (eski) nine, büyükanne.

beleaguer

f. muhasara etmek, kuşatmak, etrafını çevirmek.

belemnite

i. koni biçiminde olan bir çeşit fosil.

belfry

i. çan kulesi, çan kulesi sahanlığı; çanın üzerine asıldığı tahta iskele

belg

kıs. Belyium.

belga

i. 1926'da kullanılmaya baslanan beş Belçika frangı degerindeki para birimi.

belgian

i., s. Belçikalı; s. Belçika'ya ait. Belgian hare büyük bir çeşit evcil tavşan.

belgium

i. Belçika.

belgrade

i. Belgrad, Yugoslavya'nın başkenti.

belial

i. şeytan, iblis; kötülük, şeytanet

belie

f. yalancı çıkarmak, tekzip etmek, yalanlamak; iftira etmek.

belief

i. inanç, itikat, iman, kanaat, akide, doktrin.

believe

f. inanmak, güvenmek, itimat etmek; iman etmek; zannetmek; in ile güvenmek, itimat etmek Believe me! Sözüme inan ! believable s. inanılır believer i. iman eden kimse.

belittle

f. küçültmek, küçümsemek; alçaltmak.

bell

f., i. çıngırak veya zil takmak; böğürmek, bağırmak (geyik v.b.); çan şekline girmek; i. kösnüme devresinde geyiklerin çıkardlığı ses, böğürme. bell the cat tehlikeli bir işi başarmak.

bell

i. çan, kampana; çan şeklinde herhangi bir şey; zil, sıngırak; den. gemide saati belirtmek için çanın vuruş sayısı. bell buoy çanlı samandıra. bell jar çan şeklindeki kavanoz. bell metal çan yapımında kullanılan bakır ve teneke karışımı bir metal. bell pull, bell rope çan ipi. bell tower çan kulesi. diving be!l dalgıç hücresi.

bell-mouthed

s. yayvan ağızlı.

belladonna

i. güzelavratotu, belladon, bot. Atropa belladonna; bu bitkiden çıkarılan zehirli ilaç. belladonna lily nergis zambağı, bot. Amaryllis belladonna.

bellboy, bellhop

i., A.B.D. otellerde oda hizmetçisi çocuk.

belle

i. güzellidiyle tanınan kadın veya kız, dilber; salon kadını

belles-lettres

i.,çoğ., Fr. edebiyat, gökçe yazın; güzel sanatların bir kolu olarak edebiyat; edebiyatın seçme örnekleri.

belleten, bulten;

dergi. bulletin board ilân tahtası.

bellflower

i. çançiçeği, bot. Campanula.

bellicose

s. kavgacı, dövüşken, mücadeleci; savaşmayı seven. bellicosely z. dövüşkence.

bellicosity

i. dövüşkenlik.

belligerence

i. münakaşaya meyilli oluş, münakaşacılık; harpçilik, muhariplik, harp hali, harp etme. belligerency i. kavgacılık eğilimi, dövüşkenlik; harp hali.

belligerent

s.,i. münakaşacı, kavgacı, dövüşken; cenkçi, harbe meyilli; muharip, harbe girmiş; harbe ait; i. harpte taraflardan birini teşkil eden devlet veya millet; bu devlet ordusunun mensubu.

bellman

i. bekçi gibi çan çalan kimse.

bellow

f., i. böğürmek; kükremek; yüksek sesle konuşmak; bağırmak; i. böğürme, kükreme, bağırma.

bellows

i., tek., çoğ. körük; akciğer.

bellwether

i. kösemen, boynunda çan asılı olan koç; ne yaptığını bilmeyen bir topluluga önderlik eden kimse.

belly

i, f. karın; oburluk; rahim; herhangi bir şeyin içi veya Sişkin olan kısmı; anat. adalenin yumuşak (etli) kısmı; müz. keman veya benzeri bir sazın ön kısmı; f. şişmek, şişirmek. bellyache i., f. kann ağrısı; (argo) sızlanış; f., (argo) şikayet etmek, sızlanmak, dert yanmak. bellyband i. karın kuşağı, kolan. bellybutton i., k.dili göbek. bellyflop i., f. suya karın üstü düşerek dalış; f. böyle dalmak. bellyful i. karın doyuracak bir miktar. belly laugh gürültülü kahkahalarla gülme. bellied s. karınlı.

belong

f. ait olmak, mensup olmak. It belongs to me Benimdir. belongings i., çoğ. (bir kimsenin) şahsi eşyası.

beloved

s., i. sevgili, aziz; i. sevgili.

beloved

s. sevilen.

below

z., (edat) aşağı, aşağıda, alt katta; dünya yüzünde; cehennemde; altında; (edat) -den aşağı. below par ikt. başabaştan aşağı, paritenin altında. watch below den. palavra nöbetsisi, rahatçı vardiya.

belt

f. kemer bağlamak; kuşatmak; etrafını çevirmek; kayışla dövmek. belted s. kuşaklı, çemberlenmiş. belting i. kayış; kayış tertibatı.

belt

i. kuşak, kemer, bel kayışı; kayış (argo) darbe. belt buckle toka, kayış bağlaması. belt line çevre yolu; şehrin etrafımı dolaşan demiryolu, tramvay v.b. hattı. belt pulley kayış kasnağı. belt saw şerit şeklinde sonsuz çelik testere. hit below the belt boksta kemerden aşağı usulsüz olarak vurmak; mec. kahpece hareket etmek. cartridge belt fişeklik. cotton belt pamuk istihsal bölgesi. shoulder belt omuz kayışı. sword belt kılıç kayışı. tighten one's belt kemerleri sıkmak.

belvedere

i., it., mim. tepe köşkü, binaların özellikle üst kat taraçaları; manzara seyredilmesi için yapılmış bina. the Belvedere Roma'daki Vatikan sanat galerisi.

bema

i. Ortodoks kiliselerinde mihrabm etrafındaki çevrili kısım.

bemire

f. çamura batırmak, çamura bulamak.

bemoan

f. birşeyden ağlayıp sızlayarak şikayet etmek, inleyerek yakınmak; üzüntüsünü belirtmek.

bemuse

f. aklını karıştırmak. bemused s. şaşkın; dalgın.

ben

i., z. banağacı, sorkun ağacı, bot. Moringa aptera; bu ağacm tohumu, bu tohumdan çıkanlan ince yağ; iskoç iç oda; z. içinde.

bench

i., f. sıra, bank; peyke; yargıçlık mevkii ve rütbesi; yargıçlar heyeti; tezgâh; üzerinde hayvanların teşhir edildiği platform; f. sıraya oturtmak; sıralar koymak (bir yere), sıralarla donatmak; spor oyun harici etmek, oyundan çıkartmak. on the bench spor oyun dışı, hariç. bench mark sabit nokta, bir ölçüyü sonradan hatırlayabilmek için kullanllan işaret.

bencher

i., ing., huk. avukatlar barosunun idare meclisi üyesi.

bend

f. kıvlrmak, bükmek, eğmek; yola getirmek (birisini), razı etmek; den. bağlamak; kıvrılmak, bükülmek, edilmek; kuvvetini bir tarafa yöneltmek bend to veya towards aklı yatmak (bir şeye).on bended knee yalvararak, diz çökmüş durumda. bendable s. eğilir, eğrilir, bükülür.

bend

i. kıvtılma, kıvrılış, kıvrım; dirsek; kavis; inhina; dönemeç, viraj; den. bağ, düğüm.

bender

i. kerpeten gibi eğme ve bükme işlerinde kullanılan araç; A.B.D. (argo) içki âlemi; ing, (argo) altı penilik para.

bending

i. eğme, bükme, kıvırma, inhina, meyil. bending claw kıskaç. bending iron eğme demiri. bending machine eğme makinas.

bends

i., çoğ., k.dili the ile dalglçlann su yüzüne fazla süratle çıkmalanndan ileri gelen tehlikeli bir hastalık.

beneath

z., (edat) altına, altında, altta; (edat) aşağıda, -den aşağıda; rütbece altında; yakışık almaz. beneath one's dignity -e yakışmaz, yakışık almaz.

benedicite

i., (ünlem) şükretme;(ünlem) Hamd olsun!

benedick

i. Shakespeare'in Much Ado About Nothing,- adlı oyununda kendine çok güvenip de sonunda evlenen bekâr: yeni evli adam.

benedict

i. uzun bir bekârlık devresinden sonra evlenen adam; yeni evli adam; evli adam.

benedictine

i., s. Benediktin papazları tarikatlnln üyesi; k.h. ilk önceleri Benediktin papazlan tarafından yapılan bir Fransız likörü; s. bu tarikata ait.

benediction

i. takdis, kilise ayinlerinin sonunda okunan takdis duasıı; takdis sonunda hasıl olan bereket, rahmet.

benefaction

i. iyilik, ihsan, hayır, nimet.

benefactor

i. iyilik eden kimse; hayır sahibi; velinimet. benefactress i. hayır sahibi kadır.

benefice

i., ing. maaşlı papazlık makamı; arpalık, tımar. beneficed s. maaşlı makam sahibi olan; arpalık sahibi olan.

beneficence

i. iyilik, hayır, lütuf, ihsan.

beneficent

s. iyilik eden, hayır yapan, lütufkar. beneficently z. iyilik ederek.

beneficial

s. hayırlı; faydalı, yararlı. beneficial association huk. hayır cemiyeti, umumi menfaatlere hizmet eden cemiyet. beneficial enjoyment huk. malik sıfatlyla kendi nam ve hesabına tasarruf. beneficially z. faydalı bir şekilde. beneficialness i. faydalılık.

beneficiary

i., sig. faydalanan kimse, müstefit sahip; maaşlı papazlık makamı veya tımar sahibi.

benefit

i., f. fayda, kar, yarar, menfaat; menfaat için tertiplenen eğlence veya gösteri; hak, imtiyaz, yetki; f. hayır işlemek, iyiliği dokunmak; istifade etmek, yararlanmak. benefit of clergy eskiden ruhban sınıfına tanınan dokunulmazlık imtiyazı.

benelux

i. Belçika, Hollanda ve Lüksemburg, Benelux Devletleri.

benevolence

i. iyilikseverlik; cömertlik; yardım, sadaka.

benevolent

s. yardımsever, başkalarına iyilik etmek isteyen; kar gayesi gütmeyen.benevolently z. yardımseverlikle.

bengal

i. Bengal. Bengal light işaret vermede kullanılan mavi maytap.

bengasi

i. Bingazi, Libya,nın başkenti.

benighted

s. bilgisiz; gece karanIığına kalmış.

benign

s. iyi kalpli, merhametli, şefkatli; tıb selim (tümör). benignly z. merhametle.

benignant

s. iyi huylu, merhametli, müşfik. benignantly z. müşfik bir sekilde.

benison

i. takdis.

benjamin

i., bot. aselbent..

benjamin

i., K.M. Yakub'un küçük oğlu; israil'de bir kavim; ailenin en küçük oğlu.

bennet

i. karanfil kökü herb bennet karanfil otu, bot. Geum urbanum.

bennies

i., çoğ, (argo) esrar olarak kullanılan amfetamin hapları

bent

s., i. eğri, kıvrık, bukülmüş, kavisli; i. eğim; temayül, meyil. have a bent for istidadı olmak.

bent

i. birkaç çeşit sert çimen.

benthos

i. deniz dibi alemi, deniz dibinde yaşayan bitki veya hayvanlar. benthoscope i. deniz dibi araştlrmalarında kullanılan küre şeklinde motorsuz denizaltı.

benumb

f. uyuşturmak, hissini iptal etmek.

benzedrine

i. amfetamin, burun tıkanıklığını açıcı bir ilaç.

benzene

i., kim. uçma veya yanma kabiliyeti olan renksiz karbonlu hidrojen, benzen.

benzine

i. benzin.

benzoate

i., kim. benzoik asidin tuzu.

benzoic acid

kim. benzoik asit.

benzoin

i., bot. aselbent, aselbent sakızı.

benzol

i., kim. katran tasfiyesinden hasıl olan karbonlu hidrojen, benzol.

benzyl

i., kim. bir hidrokarbon radikali, benzil.

bequeath

f., huk. vasiyet etmek, vasiyetle bırakmak, miras olarak bırakmak.

bequest

i., huk. ölüme bağlı tasarrufla yapılan bağışlama, teberru; menkul (bilhassa para) vasiyeti.

berate

f. azarlamak, haşlamak.

berceuse

i., Fr., müz. ninni.

bereave

f. mahrum etmek; merhametsizce elinden almak bereavement i. mahrumiyet. bereft s. mahrum edilmiş. the bereaved geriye kalan.

beret

i., Fr. bere, ufak ve yuvarlak bir çeşit yumuşak şapka.

berg

i. aysberg, buzdağı; bak. iceberg.

bergamot

i. bergamot, bot. Citrus bergamia; bir nevi armut; yağı ıtriyatta kullamlan bir cins portakal veya ağaçkavunu.

berhyme

f. Siir konusu etmek

beriberi

i. beriberi.

berinll sea

Bering Denizi.

berkelium

i., fiz. berkelyum, bir radyoaktif unsur.

berlin

i bir çeşit fayton, oturulacak kapalı yeri olan at arabası.

berlin

i. Berlin.

berm

i. yolun kenarındaki toprak kısım; kalelerde siper ile hendek arasmdaki toprak.

bermuda shorts

kısa pantolon, Bermuda pantolon.

bern

i. Bern, isviçre'nin başkenti.

bernardine

s., i. Sen Bernar'a veya onun tarikatma ait; i. bu tarikat mensubu.

berry

i., f., bot. tohumlardan oluşmuş yumuşak meyva; çilek, kiraz, ağaç çileği gibi etli ve zarlı kabuksuz tane; f. bu seçit meyvayı toplamak. hound's berry tilki üzümü, bot. Solanum nigrum. terebinth berry çitlembik. berried s. yemişi zarsız ve kabuksuz olan, sinek veya kiraz gibi.

berserk

i., s. iskandinav efsanelerinde adı geçen cesaret ve kuvvetiyle meşhur bir kahraman; sş bu kahraman gibi çılgınca hareket eden go berserk çıldırmak, tahripkar bir hal almak.

berserker

i., bak. berserk.

berth

i., f yatak, ranza (taşıtlarda); den. manevra veya rıhtımda palamar yeri; gemici ranzası; iş, vazife; mevki; f., den. manevra yaparak yer vermek (gemiye); yatacak yer vermek; rıhtıma yanaşmak (gemi). give the land a wide berth karadan çok uzakta bulunmak. slive a wide berth to -den kaçınmaya dikkat etmek.

bertha

i. kadınların omuzlarına attıkları dantel veya diğer bir kumaştan yaka veya atkı. Big Bertha Almanlann Birinci Dünya Savaşmda Paris'i dövmek için kullandıklan çok büyük top.

bertillon system

kişileri, bilhassa suçluları, vücut ölçülerine göre teşhis eden bir sistem.

beryl

i. zümrüt gibi birkaç çeşit kıymetli taşı da içine alan bir maden; nil rengi, cam göbeği. beryline s. zümrüt nev'inden.

beryllium

i., kim. berilyum.

beseech

f. yalvarmak, rica etmek, istirham etmek, niyaz etmek. beseecher i. rica eden kimse. beseechingly z. yalvararak.

beseem

f. uygun olmak munasip olmak, yakışmak, yaraşmak; yakışık almak. beseeming s. yakışır, münasip. beseemingly z. yakışır şekilde.

beset

f. kuşatmak, etrafını almak; rahat vermemek, üzerine varmak; üzerine koymak, nakşetmek. besetting s. yakayı bırakmayan.

beside

(edat) yanyana, yanında; -e nazaran; üstelik, -den başka, dışında. beside oneself kendinden geçmiş çılgınş beside the mark söz dışı; munasebeti olmayanş

besides

z., (edat). bundan başka, ayrıca, yanı sıra; üstelik: (edat) -den gayri, -den hariç.

besiege

f. kuşatmak muhasara etmek; üstüne varmak. besiegement i. kuşatma. besieger i. kuşatan kimse.

beslobber

f. salya bulaştırmak.

besmear

f. bulaştırmak, kirletmek.

besmirch

f. kirletmek, rengini attırmak; şerefine halel getirmek.

besom

i. çalı süpürgesi.

besot

f. sarhoş etmek, sersemletmek; bunaltmak. besotted s. sarhoş.

besought

bak. beseech.

bespangle

f. pul veya payet ile süslemek.

bespatter

f. çamur sıçratmak; zifos atmak, lekelemek; iftira etmek .

bespeak

f. Ismarlamak, talep etmek.

bespot

f. benek benek lekelemek.

bespread

f. örtmek, yaymak; kaplamak, saçmak.

besprent

s., şiir örtülü, saçılmış, serpilmiş.

besprinkle

f. serpmek, saçmak, lekelemek.

bessemer process

Bessemer ameliyesi; Bessemer'in bulduğu çelik yapma usulü. Bessemer steel Bessemer çelidi.

best

s.,i. en iyi, en hoş, en uygun, en elverişli; i. en iyisi. best beloved en çok sevilen; çok sevgili. best man sağdıç. the best part yarısından fazla, çoğunluğu. Maybe it's all for the best Belki de böylesi daha hayırlı olur. at best olsa olsa taş çatlasa. do one's best elinden geleni yapmak. get the best of alt etmek, yenmek. had best do yapmalı, yapsa daha iyi olur. make the best of olandan mümkün olduğu kadar istifade etmek. have the best of it galip gelmek, üstün olmak. best seller satış rekoru kıran kitap.

best

f. hakkından gelmek, yenmek; baskın çıkmak, geçmek .

bestead

f., s. yardım etmek, işine yaramak; faydalı olmak; s., (eski) konmuş, yerlestirilmiş durumda olan hard, ill veya sore bestead müşkül durumda, sıkışık halde.

bestial

s. hayvan gibi, hayvana ait; vahşi; kaba. bestially z. hayvanca, hayvana yakışır şekilde; vahşice, kabaca.

bestiality

i. vahşilik, canavarlık.

bestiary

i. ortaçağda yazılan ve hayvanlara ait hikâyeleri içine alan kitap.

bestir

f. harekete geçirmek, yerinden oynatmak.

bestow

f. hediye etmek, vermek, ihsan etmek, yerine koymak;( kız) vermek. bestowal, bestowment i. ihsan, verme.

bestraddle

f. bacaklarını ayırarak binmek.

bestrew

f. saçmak, kaplamak, dağıtmak.

bestride

f. bacaklarını ayırarak binmek; üzerinden geçmek.

bestud

f. kakma işiyle süslemek, kakmak; pullarla süslemek

bet

f., i. bahse girmek, bahis tutuşmak; iddia etmek; i. bahis, iddia. better bettor i. bahse giren kimse. best bet en iyi yol veya çare. You bet I A.B.D., (argo) Elbette I Hay hay !

beta

i. Yunan alfabesinin ikinci harfi (bilimsel sınıflandırmalarda ikinci olan bir şeyi ifade için kullanılır). beta particle fiz. beta ışınındaki elektron. beta rays fiz. radyoaktif maddelerden çıkarılan elektron ışınları.

betake

f. , oneself ile gitmek; üzerine almak, müracaat etmek, baş vurmak.

betatron

i., fiz. betatron, bir çeşit elektron makinası.

betelnut

i. Doğu Hindistan'da yerlilerin çiğnediği fındığa benzer bir yemiş.

betenoire

Fr. nefret edilen veya korku veren kimse, şey veya iş.

bethel

i. kutsal yer; gemiciler için küçük kilise.

bethink

f.düşünmek, göz önünde bulundurmak; hatırlamak; aklına getirmek; baş vurmak.

bethlehem

i. Beytlehem şehri; Londra'da meşhur bir akıl hastanesi. star of Bethlehem tükürükotu, bot. Ornithogalum stachyoides.

betide

f (kimsenin) başına gelmek; ol mak.

betimes

z. vaktinde, çok geçmeden, erkenden.

betoken

f. göstermek, delâlet etmek, işaret etmek, (bir şeyin)alâmeti olmak.

betony

i. nane familyasından birkaç çeşit bitki, bot. Betonica wood betony kestere, bot. Betonica officinalis.

betook

bak. betake.

betray

f. hıyanet etmek; ihanet etmek; ele vermek; ifşa etmek, ağzından kaçırmak; göstermek, ortaya koymak; yanlış yola saptırmak, baştan çıkanp ortada bırakmak. betrayal i. hıyanet, ele verme, ifşa.

betroth

f. nişanlanmak, evleneceğine söz vermek. betrothal i. nişanlanma, nişanlama. betrothed i., s. nişanlı kimse; s. nişanlı.

better

i., f. daha iyisi; çoğ. (akıl servet v.b.'nde) kendinden üstün kimseler; üstünlük; f. islah etmek, daha iyi şekle sokmak; önüne geçmek. get the better of galip gelmek, üstün olmak.

better

s., z.daha iyi, daha güzel; daha çok; z. daha iyi bir şekilde, daha çok, daha ziyade. better and better gittikçe daha iyi. be better off daha iyi durumda olmak. better half eş. for better or for worse iyi de olsa, kötü de olsa, anca beraber kanca beraber. get better iyileşmek. He had better not. Yapmazsa daha iyi eder. I had better go Gitsem iyi olacak. So much the better Daha iyi ! iyi ya ! isabet. I think better of düşünüp fikrini değiştirmek.

betterment

i. Islah, iyileşme; huk. gayri menkul üzerinde yapılan devamlı Islahat ve masraflar; bir gayri menkulün, yol açılması gibi devlet faaliyetleri dolayısıyle iktisap ettiği kıymet fazlası, şerefiye. betterment tax şerefiye, değerlenme resmi.

between

(edat), z. arada, arasında, aralarında, aralarından; araya; ortada, ortaya. between you and me söz aramızda. few and far between nadiren, seyrek. in between sallantıda.

betwixt

(edat), z., (eski), şiir arasında, arada, ortada. betwixt and between ikisi ortası, ne o ne bu.

bevel

i., f., s., mak. iki yüzeyin 90° dışındaki herhangi bir eğimi; açı; iletki; f. şevlendirmek, eğik olarak kesmek; s. şevli, meyilli, eğik. bevel gear konik dişli. bevel square dülgerlerin, eğik olarak biçilen yüzeylerin doğruluğunu ve açılarım öIçmede kullandıklan ayarlı bir alet. bevel wheel konik çark.

beverage

i. içecek, meşrubat, içki

bevy

i. kuş sürüsü; takım, zümre; bilhassa kadınlardan meydana gelen grup.

bewail

f. feryat etmek, ağlamak; hayıflanmak; üzüntüsünü beyan etmek.

beware

f., (ünlem) sakınmak, kaçınmak; dikkat etmek, gözünü açmak; b.h., (ünlem) Dikkat! Sakm ha! Aman!

bewilder

f. şaşlrtmak, sersemletmek, hayrette bırakmak. bewilderment i. şaşkmlık, sersemlik, hayret.

bewitch

f. büyü yapmak; tehir etmek; cezbetmek, hayran etmek. bewitcher i. cezbedici kimse, çekici kimse, alımlı kimse. bewitching s. cazibeli. bewitchingly z. cazibeli olarak. bewitchment i. büyü, cazibe.

bewray

f., eski ağzından kaçırmak..

beyond

(edat), z. ötede, öteye, ötesine, ötesinde, -den ötede; dışında; -den çok; z. fazla; daha ileri.

bezel

i. şevli uç veya kenar; façeta, yüzük kaşı; pırlanta şeklinde kesilmiş taşın eğik yüzü.

bezique

i. bezik, 64 kağıtla oynanan bir çeşit iskambil oyunu.

bezoar

i. geviş getiren hayvanların mide ve bağırsaklarında meydana gelen ve eskiden panzehir olarak kullanılan taş; (eski) panzehir.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL