NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

sh ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: sh
Bulunan Sonuç: 357

sh

(kıs.) share, shilling.

shabby

(s.) kılıksız, pejmurde, eski püskü; kötü, haksız. shabbily (z.) kılıksızca, pejmurde bir halde; haksızca; cimrice. shabbiness (i.) kılıksızlık; haksızlık.

shack

(i.), ABD, (k.dili) derme çatma kulübe. shack up argo gecelemek; bir yaşamak.

shackle

(i.), (f.) pranga, zincir; engel, mâni; kelepçe, bağlama demiri; (f.) zincirle bağlamak, prangaya vurmak; engel olmak, elini kolunu bağlamak.

shad

(i.) tirsi balığı, (zool.) Alosa.

shaddock

(i.) kızmemesi, altıntop, greypfrut, bir çeşit ağaçkavunu, şatok; (bot.) Citrus grandis.

shade

(i.), (f.) gölge; karanlık, gölgelik yer; siper, perde; ölünün ruhu, tayf, hayalet; renk tonu; derece, gömlek; ayırtı, nüans; (f.) göIgelemek, üzerine gölge düşürmek; saklamak, gizlemek; muhafaza etmek; karartmak; resme göIge vermek; rengi derece derece açılmak veya koyulaşmak. shade off fiyatını biraz kırmak; hafif bir değişiklikle bir renk veya anlamdan bir diğerine geçmek. a shade better biraz daha iyi, bir gömlek daha iyi. all shades of thought bütün farklı fikirler. the shades ölüler diyarı. shad'ing (i.) gölgelik; resimde gölgeler yapma; ayırtı.

shadoof

(i.) su kaldıracı.

shadow

(i.), (f.) göIge, karanlık; resmin göIgeli yeri; yansı, akis; hayal, şekil; birinin peşinden ayrılmayan kimse, kuyruk; gözcü, dedektif; eser, iz; tayf, hayalet; (f.) gölgelemek, gölge düşürmek; karartmak; göIgesi gibi peşinden ayrılmayarak gizlice gözetlemek. shadow forth ima etmek, dokundurmak. without a shadow of doubt en ufak bir şüphe olmadan. worn to a shadow çok zayıflamış, çirozlaşmış bir deri bir kemik kalmış. shadowy (s.) gölgeli, karanlık; gölge gibi.

shadowbox

(f.) hayali bir rakip ile idman yapmak.

shady

(s.) göIgeli; (k.dili) şüpheli, kötü; gizli, saklı. shady dealings gizli ilişkiler, entrika, dolap. shadily (z.) göIgeli olarak; (k.dili) şüpheli olarak; gizli olarak. shadiness (i.) göIgeli oluş; (k.dili) şüphelilik.

shaft

(i.), (f.) (ok, mızrak) ince sap; ok gibi şey; (mak.) mil, şaft; sütun gövdesi; dikili taş; maden kuyusu; aydınlık, hava bacası; araba oku; ABD, argo penis, erkeklik uzvu; (f.), ABD, argo aldatmak. shaft bearing şaft yatağı. elevator shaft asansör boşluğu. get the shaft ABD, argo aldanmak, slang kazığı yemek. main shaft ana şaft, kamalı mil. shaft'ed (s.) saplı, kollu; oklu; milli. shaft'ing (i.), (mak.) şaft tertibatı.

shag

(i.), (f.) kaba saç veya tüy; ot kümesi; kaba tüylü kumaş veya bu kumaşın tüyü; ince kıyılmış sert tütün; (f.) kaba tüylü ve kıllı hale getirmek; karmakarışık halde kabarmak (saç); beysbol topları havada yakalamak.

shaggy

(s.) pösteki gibi kaba tüylü; taranmamış, yontulmamış. shaggydog story kelime oyununa dayanan uzun ve soğuk fıkra. shagginess (i.) tüyleri uzun ve kabarık olma.

shagreen

(i.) telatin denilen sahtiyan, sağrı derisi.

shah

(i.) şah.

shake

(f.) (shook, shaken) sarsmak, çalkamak, titretmek, silkmek, sallamak; metanetini bozmak; sallanmak, sarsılmak; titremek; (müz.) ihtizaz etmek, titreşim halinde olmak; argo atlatmak, başından defetmek, Shake a leg. Tez oluver. shake down sarsarak düşürmek, silkmek; oturtmak, yerleştirmek; argo para sızdırmak. shake hands el sıkışmak, tokalaşmak. shake one's head kabul etmemeyi veya beğenmemeyi belirtmek. shake off silkip atmak, silkinmek. shake out silkmek, silkelemek. shake up çalkamak, silkelemek, sarsmak.

shake

(i.) sarsıntı, sarsma; titreme, ihtizaz; sallanış; silkiş; sesin titremesi; kerestenin yarık veya çatlağı; yersarsıntısı, zelzele. get a fair shake ABD, argo hakkı tanınmak. milk shake çikolata veya şurupla çalkalanmış süt veya dondurma. no great shakes (k.dili) fevkalade olmayan, adi, sıradan. the shakes (k.dili) sıtma nöbeti.

shakedown

(i.), (s.) yer yatağı; ABD, argo haraca bağlama; (s.) alıştırma amacıyle yapılan.

shaker

(i.) Amerika'da bulunan bir Protestan mezhebi; (kh) sallanan şey; karıştırıcı; kalbur; tuzluk, biberlik.

shakeup

(i.) yeniden düzenleme, yeni personel atama.

shako

(i.) sorguçlu asker şapkası.

shaky

(s.) zayıf, keyifsiz; titrek, sarsak; sarsıntılı. shakiness (i.) sarsaklık, titreklik; sarsıntılı olma.

shale

(i.) tortulu şist. shale oil şistten elde edilen petrol. shal'y (s.) şist gibi; şistli.

shall

(f.) (should) gelecek zaman kipini teskil eden yardımcı fiil, ecek. kararlılık: I pledge my life that they shall be free. Hür bırakılacaklarına hayatım üzerine ant içerim. söz verme: You shall have what you need. Ne gerekirse vereceğim. emir: You shall not kill. Öldürmeyeceksin. kaçınılmazlık: Whatever shall be... Kısmet neyse...

shalloon

(i.) astarlık ince yünlü kumaş.

shallop

(i.) kayık, sandal, şalopa.

shallot

(i.) bir çeşit yabani sarmısak veya ufak soğan.

shallow

(s.), (i.), (f.) sığ; sathi, yüzeysel; (i.) sığ yer, kumsal; (f.) sığlaştırmak. shallow breathing soluma.

shalt

eski, thou ile eceksin; (bak.) shall.

sham

(i.), (s.), (f.) taklit, yapmacık, yalan, hile; (s.) taklit, yalan, yapmacık; (f.) hile yapmak, yapmacık yapmak, taklit etmek. sham sleep yalandan uyumak, uyur görünmek.

shaman

(i.) şaman . Shamanism (i.) şamanizm.

shambie

(f.), (i.) ayaklarını sürüyerek yürümek; (i.) ayaklarını sürüyerek yürüme.

shambles

(i.) salhane, mezbaha; karışık ve harap yer. in a shambles altüst, karmakarışık.

shame

(i.), (f.) utanç, ar, hayâ, hicap; ayıp, utanacak şey, rezalet, münasebetsiz şey, yakışık almayan şey; (f.) utandırmak, mahcup etmek; gölgede bırakmak. Shame on you! Ayıp! Utan ! Yazıklar olsun! For shame! Ayıp! It is a shame to laugh at her. Onunla alay etmek ayıptır. put to shame utandırmak, rezil etmek.

shamefaced

(s.) utangaç, mahcup, çekingen. shamefac'edly (z.) mahcup olarak.

shameful

(s.) ayıp, utanç verici, çirkin, yüzkarası. shamefully (z.) utanılacak şekilde; çirkince. shamefulness (i.) utandırıcı hal.

shameless

(s.) utanmaz, arsız, hayasız. shamelessly (z.) utanmadan, arsızca. shamelessness (i.) arsızlık, utanmazlık.

shammy , shamois

(bak.) chamois.

shampoo

(f.), (i.) başı sabunlayıp yıkamak; (i.) başı ovalayıp yıkama, şampuanlama; şampuan.

shamrock

(i.) yonca (İrlanda'nın ulusal sembolü).

shamus

(i.), ABD, argo polis; özel delektif.

shan't

(kıs.) shall not.

shandygaff

(i.) içine zencefilli gazoz karıştırılmış hafif bira.

shangrila

(i.) hayaller üIkesi.

shank

(i.) baldır, incik; (den.) demirin gövdesi; bir aletin orta yeri; düğme altındaki madeni halka; çiçek sapı. go shanks' mare yürüyerek gitmek.

shantung

(i.) şantug.

shanty

(i.) kulübe.

shantyman

(i.) kulübede yaşayan kimse; keresteci.

shantytown

(i.) gecekondu bölgesi.

shanyhai

(i.), (f.) Sanghay; (f.), (kh) bir kimseyi sersemletip veya sarhoş edip kaçırarak gemide çalışmaya zorlamak; hile veya zorla çalıştırmak.

shape

(i.), (f.) biçim, şekil, suret; hal, durum; heyet, endam; hayal, tayf, hayalet; kalıp; (f.) biçimlendirmek, şekillendirmek; ayarlamak, düzenlemek, tanzim etmek, tertip etmek; yaratmak, vücuda getirmek; yön vermek. shape up (k.dili) iyi gitmek, yolunda gitmek; şekle girmek. take shape şekil almak.

shaped

(s.) şekilli, biçimli; endamlı.

shapeless

(s.) şekilsiz, biçimsiz. shapelessly (z.) şekilsizce. shapelessness (i.) şekilsizlik.

shapely

(s.) yakışıklı, biçimli, endamlı.

shapeup

(i.) çalışacak işçileri seçme.

shard , sherd

(i.) kırık çömlek parçası; böcek kanadı zarfı.

share

(i.) saban demiri.

share

(i.), (f.) pay, hisse, parça; hisse senedi; (f.) taksim etmek, hisselere ayırmak; bölüşmek, paylaşmak; iştirak etmek; hissesi olmak; hisse veya payına düşeni almak. share and share alike eşit paylarla. go shares paylaşmak. preferred shares imtiyazlı hisseler.

sharecropper

(i.) toprak kirasını ürünle ödeyen çiftçi, ortakçı.

shareholder

(i.) hissedar.

shark

(i.), (f.) köpekbalığı, (zool.) Mustelus vulgaris; camgöz, (zool.) Galeus canis; dolandırıcı; argo usta kimse; (f.) dolandırıcılıkla geçinmek. angel shark kelerbalığı, (zool.) Squatina squatina. blue shark pamukbalığı, (zool.), Carcharias glaucus. great white shark canavar balığı, (zool.) Carcharodon carcharias. thresher shark sapanbalığı, (zool.) Alopias vulpinus.

sharkskin

(i.) köpekbalığı derisi; düz ve parlak yüzlü bir cins rayon kumaş.

sharp

(f.), (müz.) notayı tizleştirmek, tiz sesle söylemek.

sharp

(s.), (i.), (z.) keskin, sivri; zeki, açıkgöz; istekli; çok dikkatli; pürüzsüz, temiz; acı; ekşi; sert, haşin, hiddetli, şiddetli; (müz.) diyez, çok tiz (ses); cimri, hesabi; dokunaklı, etkili, tesirli; ABD, argo kıyak, mükemmel; (i.) diyez nota, diyez işareti; uzun dikiş iğnesi; (k.dili) dolandırıcı; (z.) şiddetle, keskin olarak; dakik olarak, zamanında. sharp practice dalavereli iş. at four o'clock sharp saat tam dörtte. Iook shurp dikkat etmek, gözünü dört açmak. sharp'ly (z.) şiddetle, sertçe; keskince. sharp' ness (i.) keskinlik; sertlik; zeki oluş.

sharpedged

(s.) keskin ağızlı, keskin.

sharpen

(f.) bilemek, keskinletmek, açmak, sivriltmek, inceltmek; sertleştirmek; ekşileştirmek; acılaştırmak; şiddetlendirmek, kuvvetlendirmek. sharpener (i.) bileyici; kalemtıraş.

sharper

(i.) dolandırıcı, dalavereci.

sharpeyed

(s.) keskin görüşlü; tetik.

sharpie

(i.) şarpi, sivri burunlu dibi düz yelkenli.

sharppointed

(s.) sivri uçlu.

sharpset

(s.) çapraz; sert; çok aç.

sharpshooter

(i.) keskin nişancı.

sharpsighted

(s.) keskin görüşlü.

sharptongued

(s.) iğneleyici.

sharpwitted

(s.) zeki, şeytan gibi.

shatter

(f.) kırmak, paramparça etmek, darmadağın etmek, tahrip etmek; dengesini kaybettirmek; parçalanmak, kırılmak, darma dağın olmak; bozmak.

shatterproofglass

dağılmaz cam.

shave

(f.) (shaved, shaven) (i.) tıraş etmek, kazımak; sıyırıp geçmek, sürtünür gibi geçmek; rendelemek; tıraş olmak; (i.) tıraş; ince dilim; rende, rende gibi alet. a close shave kıl payı kurtuluş; sinekkaydı tıraş.

shaver

(i.) tıraş eden kimse; (k.dili) genç erkek çocuk.

shavetail

(i.), ABD, argo yeni subay olmuş kimse; acemi kimse; azgın katır.

shavings

(i.), (çoğ.) talaş.

shaw

(i.), (İng.) çalılık; (çoğ.) pancar gibi sebzenin yaprakları.

shawl

(i.) şal, omuz atkısı.

shawm

(i.) eski bir nefesli çalgı.

shay

(i.), (leh.) hafif gezinti arabası, brıçka.

she

(zam.), (i.), (s.), dişil o; (i.) kadın, dişi; (s.) dişi. she bear dişi ayı.

she'd

(kıs.) she had, she would.

she'll

(kıs.) she will.

she's

(kıs.) she is, she has.

shea

(i.) Batı Afrika'da yetişen ve tohumundan yağ çıkarılan bir ağaç. shea butter bu ağacın tohumundan çıkarılan yağ.

sheaf

(i.) (çoğ. sheaves) (f.) bağlam, demet, deste; (f.) demetlemek.

shear

(f.) (sheared veya shorn) (i.) makasla kesmek; kırpmak, kırkmak; biçmek; kesip koparmak; mahrum etmek; (i.) makaslama, biçme. shear stress makaslama gerilmesi.

shearling

(i.) ikinci kez kırkılan yapağı; yapağısı ilk kez kırkılan koyun.

shears

(i.), (çoğ.) makas; makarayı tutan vincin iki kolu.

shearwater

(i.) yelkovan, (zool.) Puffinus puffinus.

sheatfish

(i.) atbalığı, (zool.) Siluris glanis.

sheath

(i.) kılıf, kın; (biyol.) mahfaza, zarf; düz ve dar elbise. sheath knife kınlı büyük bıçak, kama.

sheathe

(f.) kınına veya kılıfına koymak, kın tedarik etmek; içine doğru çekmek; bakır levha ile kaplamak (gemi teknesi). sheathe the sword kılıcı kınına sokmak, barış yapmak.

sheathing

(i.) kılıfına sokma; kılıf; kaplama; kaplamalık malzeme.

sheave

(i.), (mak.) makara dili, makara içinde kenarı oluklu çark; disk.

sheave

(f.) demetlemek.

sheaves

(bak.) sheaf.

shebang

(i.), ABD, argo şey, mesele. the whole shebang hepsi, tümü, bütünü.

shebeen

(i.), (İrl.) izinsiz içki satan yer.

shed

(f.) (shed, shedding) dökmek, akıtmak, saçmak, dağıtmak; içine geçirmemek (su); atlatmak. shed blood kan dökmek. shed tears ağlamak, gözyaşı dökmek.

shed

(i.) sundurma; baraka; hangar; argaç aralığı; döküntü.

shedder

(i.) döken kimse veya hayvan.

shedevil

(i.) şirret kadın; dişi şeytan.

sheen

(i.), (s.), (f.) pırıltı, parlaklık, revnak; parlak giysi; (s.) parlayan; (f.) parlamak. sheen'y (s.) parlak.

sheep

(i.), tek veya (çoğ.) koyun; bön kimse; koyun derisi. sheep dog çoban köpeği. sheep's eyes ürkek fakat arzulu bakış. sheep ranch, sheep run Avustralya, sheepwalk (i.), (İng.) koyun çiftliği.

sheepherder

(i.) koyun çobanı.

sheepish

(s.) koyun gibi; utangaç, sıkılgan, mahcup; şaşkın, sersem. sheepishly (z.) utanarak, mahcubane. sheepishness (i.) mahcubiyet, sıkılganlık.

sheepshank

(i.) margarita bağı.

sheepshead

(i.) dişleri koyun dişine benzer birkaç deniz balığından biri.

sheepshearing

(i.) kırkım. sheepshearer (i.) koyun kırkıcısı.

sheepskin

(i.) pösteki, koyun postu; üniversite diploması.

sheer

(f.), (i.), (den.) rotayı şaşırmak, sapmak, yolundan ayrılmak; (i.), (den.) borda veya güverte kavsi, tek demirde geminin yatma vaziyeti; yoldan sapma. sheer off (den.) sapmak, yön değiştirmek, alargaya çıkmak.

sheer

(s.), (z.) çok ince ve şeffaf (kumaş); halis, saf, sırf; dimdik; (z.) tamamıyle, büsbütün; dimdik olarak. sheer determination sırf irade. sheer drop diklemesine inen yamaç. sheer folly tam delilik. sheer nonsense bütün bütün saçma.

sheet

(i.), (f.) çarşaf; levha; tabaka, yaprak; gazete; (den.) iskota halatı, yelken iskotası; (den.), (çoğ.) sandalın iki ucundaki boş kısımlar; (f.), (den.) yelkenin iskotasını çekmek veya takmak. sheet anchor (den.) ocaklık demiri; büyük kurtuluş ümidi. sheet iron saç. sheet lightning her tarafa ışık saçan ve gürültüsü duyulmayan şimşek. sheet music ciltlenmemiş notalar. three sheets in the wind argo kör kütük sarhoş, fitil gibi.

sheeting

(i.) çarşaflık bez.

sheikh

(i.) şeyh, kabile reisi. sheikdom (i.) şeyhlik.

shekel

(i.) miskal, ibranilerde bir ağırlık birimi; altın veya gümüş sikke; (çoğ.), argo para, servet.

shekinah

(i.) Allahın tecellisi.

sheldrake

(i.) hanımördeği, suna, kuşaklı ördek, (zool.) Tadorna tadorna; testeregagalı ördek, (zool.) Mergus merganser.

shelf

(i.) (çoğ. shelves) raf; (coğr.) şelf; denizde sığlık; (mad.) kaya tabakası. on the shelf yedeğe çekilmiş, rafa kaldırılmış. shelf'y (s.) raflarla dolu; sığlık.

shell

(i.) kabuk; baga; istiridye kabuğu; bina iskeleti; ince uzun yarış sandall, kik; mermi kovanı; açık bej rengi. shell game aldatıcı üç kabuk oyunu; üçkâğıtçılık. shell hole merminin patlama sonucu toprakta açtığı çukur. shell ice altından su çekilmiş olan buz tabakası. shell shock (tıb.) savaştan ileri gelen ruhsal çöküntü. sea shell deniz kabuğu. She retired into her shell. Kabuğuna çekildi.

shell

(f.) kabuğunu soymak, kabuğunu çıkarmak, koçanından ayıklamak (mısır tanelerini), buğdayı başağından ayırmak; bombardıman etmek, gülle yağdırmak. shell out argo (para) vermek.

shellac

(i.), (f.) gomalaka; (f.) gomalaka ile cilâlamak veya kaplamak; argo dövmek, yenmek.

shellacking

(i.), ABD, argo gailibiyet, üstün gelme, hakkından gelme.

shellbark

(i.) kabuğu çok sert bir cins ceviz ağacı.

shellfire

(i.) mermi ateşi.

shellfish

(i.) kabuklu hayvan; kabuklular, (zool.) Mollusca.

shellproof

(s.) kurşun işlemez.

shelter

(i.), (f.) sığınak, barınak, korunak, melce; sığınma, emniyette bulunma; muhafazalı yer, siper; muhafaza, koruma, korunma; koruyan kimse; (f.) korumak; sığınmak. shelterless (s.) açık, korunmasız, barınılmaz, muhafazasız.

shelty, sheltie

(i.), (İskoç.), (bak.) Shetland pony.

shelve

(f.) meyletmek, şevli olmak.

shelve

(f.) içine raflar yapmak; rafa koymak; tehir etmek, bir kenara atmak, rafa kaldırmak; emekliye ayırmak.

shelving

(i.) raflar; rafa kaldırıp unutma; tehir etme; raf malzemesi.

shenanigans

(i.), (k.dili) kurnazlık, açıkgözlük; (k.dili) maskaralık, saçmalık.

sheol

(i.) ölüler diyarı; cehennem.

shepherd

(i.), (f.) çoban; önder, kılavuz; (f.) çobanlık etmek, sürüyü gütmek. shep herd dog çoban köpeği. shepherdess (i.) kadın çoban.

shepherd'spurse

(i.) çoban çantası, (bot.) Capsella bursapastoris.

shepherdsneedle

(i.) çoban tarağı, (bot.) Scandix pectenveneris.

sheraton

(s.) on sekizinci yüzyılda Thomas Sheraton tarafından icat edilen zarif ve hafif mobilya stili ile ilgili.

sherbet

(i.), (İng.) şerbet; ABD meyvalı dondurma.

sherd

(bak.) shard.

sherif

(i.) şerif.

sheriff

(i.) kasabada polis şefi.

sherlock

(i.), argo detektif.

sherry

(i.) beyaz İspanyol şarabı.

shetland islands

Şetland adaları. Shetland pony midilli. Shetland wool Şetland yünü.

shew

(İng.), (bak.) show.

shewbread

(i.) mayasız ekmek, hamursuz.

shewolf

(i.) dişi kurt.

shiah

(bak.) Shiite.

shibboleth

(i.) parola; belirli bir zümrenin benimsediği âdet; ağız, argo.

shied

(bak.) shy.

shield

(i.), (f.) kalkan, siper; koruyucu şey; hami: himaye, savunma, mudafaa; (ask.) top kalkanı; maden ocaklarında toprağın düşmesini engelleyici duvar; hane kalkan; (f.) korumak, muhafaza etmek; siper olmak, örtmek.

shielding

(i.) koruyucu kılıf.

shift

(i.) değişme; değişilen şey; tedbir, son çare; hile; çuval elbise; vardiya, nöbet; (oto.) şanjman.

shift

(f.) yer değiştirmek; değiştirmek, değişmek; vites değiştirmek; uydurmak, idare etmek, shift for oneself kendini geçindirmek. shift the helm dümen kırmak, dümeni karşı tarafa basmak.

shiftless

(s.) uyuşuk, miskin, sümsük, sünepe, uyuntu.

shifty

(s.) hilekâr, aldatıcı. shiftily (z.) hilekarlıkla. shiftiness (i.) hilekarlık, aldatmaca.

shiite , shiah

(i.) Şii. Şhiism (i.) Şiilik.

shikar

(i.), (f.) avlanma, av, şikâr; (f.) avlamak. shika'ri, shika'ree (i.) avcı.

shill

(i.), argo sokak satıcısının veya kumarbazın müşteri çekmek için yanında bulundurduğu işlerini kızıştıran kimse, yem.

shillalah, shillelagh

(i.), (İrl.) sopa, değnek.

shilling

(i.) şilin, eski İngiliz gümüş parası.

shillyshally

(i.), (f.), (s.), (z.) tereddüt, ne yapacağını bilmeyiş; boş şeylerle uğraşma; (f.) tereddüt etmek, ne yapacağını bilmemek; boş şeylerle uğraşmak; (s.) mutereddit, kararsız; (z.) kararsızca.

shily

(bak.) shy, shyly.

shim

(i.), (f.) (med, ming) boş yerleri doldurmak için konulan parça, dolgu, takoz, kıskı; (f.) parça koyarak doldurmak veya sıkıştırmak.

shimmer

(f.), (i.) donuk bir halde titremek (ışık); (i.) titrek ışık. shimmery (s.) titrek.

shimmy

(i.), (f.) (k.dili) kombinezon; titreyerek yapılan bir dans: fazla titreme; (f.) çok titremek (otomobil tekerleği).

shin

(i.), (f.) (ned ning) baldırın on kısmı, incik; (f.), (gen.) up ile kol ve bacaklarla tırmanmak.

shinbone

(i.) incik kemiği, (anat.) tibia.

shindig

(i.) ABD, argo danslı eğlenti.

shindy

(i.), argo kavga, gürültü, arbede; argo danslı eğlenti.

shine

(f.) (shone, eski shined) (i.) parlamak, ışık saçmak, parlak olmak; üstün olmak, mümtaz olmak, seçkin bir şahsiyet olmak; çevresine renk katmak; parlatmak, cilâlamak; (i.) parlaklık, renk, canlılık, revnak; cilâ; (colloq.) ısınma; ABD, (k.dili) oyun, düzen, hile. shine up cilâlamak. shine up to (k.dili) memnun etmeye çalışmak, gözüne girmeye çalışmak. slang yağ çekmek. put a good shine on iyice cilalamak veya parlatmak. rain or shine hava iyi de kötü de olsa. take a shine to one ABD, (k.dili) bir kimseden çok hoşlanmak, kanı kaynamak, ısınmak.

shiner

(i.) parlayan veya parlatan şey; çil para; argo morarmış göz; parlak ufak balık.

shingle

(i.) iri ve yuvarlak çakıl; çakıllı sahil. shingly (s.) çakıllı.

shingle

(i.), (f.) çatı kaplamaya mahsus ince tahta, tahta kiremit, tahta pul, padavra; (k.dili) avukat veya doktor tabelası; alagarson saç; (f.) ince tahtalarla kaplamak (çatı); (saçı) kısa kesmek. hang out one's shingle (k.dili) yazıhane açmak (avukat); muayenehane açmak.

shingles

(i.), (çoğ.), (tıb.) zona, belin etrafını kabarcıklarla kuşatan bir sinir hastalığı.

shining

(s.) parlak, ışıltılı, parıltılı; fevkalade, üstün. shiningly (z.) ışıldayarak, parıldayarak.

shinny

(f.), ABD, (k.dili) tırmanmak.

shinny

(i.) bir çeşit hokey.

shinplaster

(i.), ABD marka, pul; plaster, bant.

shinto

(i.) Şinto dini, Japonların ulusal dini. Shintoism (i.) Şinto dini, Shintoist (i.) Şinto dinine inanan kimse.

shiny

(s.) parlak; açık, berrak.

ship

(i.), (f.) (ped, ping) gemi, vapur; (den.) üç direkli ve her direkte seren ile yan yelkenleri olan gemi; uçak; (f.) gemiye yüklemek; göndermek, nakletmek; gemi hizmetine almak; kürek veya dümeni yerine takmak; gemi hizmetine yazılmak; gemiye binmek. ship a sea dalga yemek (gemi). ship broker gemi simsarı; deniz sigortası acentesi. ship chandler gemi levazımı satan kimse. ship's papers gemi vesikaları. on board ship gemide. take ship gemiye binmek.

ship

sonek lik: friendship.

shipboard

(i.), (den.) gemi bordası. on shipboard gemide.

shipboy

(i.) gemici çocuk, miço.

shipbuilding

(i.) gemi yapımı, gemi inşaatı.

shipload

(i.) gemi yükü.

shipmaster

(i.) süvari, kaptan.

shipmate

(i.) gemi arkadaşı.

shipment

(i.) gemiye yükleme, tahmil; yük.

shipowner

(i.) gemi sahibi.

shipper

(i.) nakliyeci.

shipping

(i.) gemiler; bir memlekete veya limana ait bütün gemiler; tonaj; gemi ile taşıma, nakletme. shipping bill manifesto. shipping company nakliye şirketi. shipping room işyerinde paketleme ve sevkıyat dairesi.

shipshape

(s.), (z.) gemiye yakışır surette düzenlenmiş; tertipli, düzenli; (z.) muntazaman.

shipwreck

(i)., f deniz kazası, geminin kazaya uğraması; gemi enkazı; harap olma perişanlık; (f). gemiyi parçalamak; kazaya uğramak, kaza geçirmek; harap etmek, mahvetmek, bitirmek.

shipwright

(i). tersane işçisi.

shipyard

(i). tersane, dok.

shire

(i). ingilterede eyalet, sancak, liva, kontluk.

shirk

(f)., (i). hile ile işin içinden sıyrılmak, atlatmak, görevden kaçınmak; (i). atlatan kimse, vazifesini yapmayan kimse.

shirr

(i)., (f). büzme, büzgü; lastikli şerit; (f). büzmek; (ahçı). ufalanmış ekmek ile yağda pişirmek.

shirt

(i). gömlek. shirt front gömleğin önü. shirt sleeve gömlek kolu. dress shirt smokin gömleği. in his shirt sleeves ceketsiz. keep one's shirt on argo sinirlerine hâkim olmak, soğukkanlılığını muhafaza etmek. Iose one's shirt argo meteliksiz kalmak. shirting (i). gömleklik bez veya kumaş.

shirttail

(i). gömlek eteği. shirttail relative dış kapının mandalı.

shirtwaist

(i). kollu kadın bluzu, şömizye bluz.

shishkebab

şiş kebap.

shit

(i)., ünlem, kaba bok; ünlem Hay Allah ! Kahrolası!

shiv

(i)., argo sustalı.

shivaree

(i)., (A.B.D). teneke gürültüleriyle yapılan alaylı serenat.

shive

(i). kıymık.

shive

(i)., (ing). tapa; dilim.

shiver

(i)., (f)., (gen). (çoğ). pare, parça, kıymık; (f). parçalanmak, paramparça olmak.

shiver

(f)., (i). titremek; (i). titreme. It gives me the shivers. Tüylerimi ürpertiyor. shivery (s). titrek; tüyler ürpertici.

shoal

(s)., (i)., (f). sığ, kumsal; (i). sığlık yer; resif; (f). sığlaşmak; sığlaştırmak. shoal'iness (i). sığlık. shoal'y (s). sığlık.

shoal

(i)., (f). büyük balık sürüsü; büyük kalabalık; (f). sürüler teşkil etmek (balık).

shoat shote

(i). domuz yavrusu.

shock

(i). taranmamış kabarık saç, kıtık gibi saç. shock'headed (s). sık ve kabarık saçlı, saçları fırça gibi.

shock

(f)., (i). sarsmak; şiddetle çarpmak; nefret veya korku vermek; iğrendirmek, müteessir etmek; elektrik akımına çaptırmak;(i). sadme, darbe, vuruş; sarsma, sarsıntı; (tıb). şok; inme; elektrik çarpması; şiddetli etki. shock absorber (mak). (oto). amortisör, tampon. shock therapy (tıb). şok tedavisi. shock troops hücum taburu. shock wave (fiz). vuruş dalgası. be shocked şaşakalmak, donakalmak; utanmak; aşırı derecede üzulmek, çok acımak.

shock

(i)., (f). başak demetleri kümesi dokurcun; (f). başak demetlerini küme haline getirmek.

shocker

(i). sarsan şey; (ing)., (k).dili heyecanlı roman.

shocking

(s). şaşırtıcı, şok tesiri yapan, tiksindirici; (k).dili çok kötü. shockingly (z). şok tesiri yaparak, şaşkına çevirerek.

shod

(bak). shoe.

shoddy

(i)., (s). kumaş tiftiği, paçavralardan yapılmıs yün; kibarlık taslayan kimse; görünüşte iyi olan kalitesiz şey, taklit; bayağılık, pespayelik; çerçöp, artık, süprüntü; (s). eski yünden yapılmış; taklit, adi, bayağı.

shoe

(i)., (f). (shod, shoeing) ayakkabı, kundura, pabuç; nal; lenger pabucu; tekerlek pabucu; otomobilin dış lastiği; frenin tekerleğe bastığı yer; (f). ayakkabı giydirmek; nallamak, nal çakmak; altına pabuç gibi şey koymak. shoe button ayakkabı düğmesi shoe leather kunduralık kösele. be in another's shoes başkasının yerinde olmak. where the shoe pinches insanın dertli olduğu husus, hassas nokta; asıl dert. shoe'less (s). yalınayak.

shoeblack

(i). kundura boyacısı.

shoehorn

(i). çekecek, kerata.

shoelace

(i). ayakkabı bağı.

shoemaker

(i). kunduracı.

shoestring

(I). ayakkabı bağı. on a shoestring az parayla.

shoetree

(i). ayakkabı kalıbı.

shogun

(i). 1868'den evvel Japonya'da başkumandan. shogunate (i). başkumandanlık.

shone

(bak). shine.

shoo

ünlem, (f). Haydi! Defol! Kışt! Hoşt!; (f). kovmak. shooin (i)., (A.B.D)., (k).dili kolay kazanılan seçim veya yarış; kazanacağı önceden belli olan kimse.

shoofly

(i)., (A.B.D). ayak sürterek yapılan dans; bir çeşit tart.

shook

(i)., (f). fıçı veya sandık yapmak için hazırlanmış malzeme; başak demetleri kümesi; (f). fıçılık tahtaları demet haline getirmek.

shook

(bak). shake.

shoot

(f). (shot shooting) (i). atmak, fırlatmak; ateş etmek; (gen). out ile (filiz) sürmek; silâhla öldürmek veya yaralamak, vurmak; (sekstantla) ölçmek; akıntı ile geçmek; üzerinden hızla geçmek; fotoğraf çekmek; içine başka renk karıştırmak; tüfek kullanmak; çıkmak, fışkırmak; fırlamak, atılmak; zonklamak; (i). atış; av partisi; filiz, sürgün; geyik boynuzunun filizi; futbolda şut. shoot at nişan alıp ateş etmek; (k).dili çabalamak. shoot down silâhla vurup düşürmek. shoot off atmak, silâh atmak. shoot off one's mouth argo ağzına geleni söylemek. shoot one's bolt (k).dili elinden geleni yapmak. shoot over her yeri dolaşıp avlamak. shoot straight tam isabet kaydetmek; (k).dili dürüst davranmak. shoot the works (k).dili bütün sermayeyi yatırmak, bütün gücünü harcamak. shoot to pieces dağıtmak, mahvetmek. shoot up hızla büyümek; yukarıya fırlamak; ateş altına almak; (A.B.D). (kovboy filmlerinde) rasgele ateş etmek.

shoot.ing box

avcı kulübesi.

shooter

(i). vurucu, nişancı, atıcı.

shop

(i)., (f). (ped ping) dükkân, mağaza; atelye; fabrika, imalâthane, iş; (f). çarşıya gitmek, alışverişe çıkmak; for ile aramak; (ing)., argo suç ortaklarını ele vermek. shop around alışveriş için fikir edinmek. shop steward işçi temsilcisi. shop talk iş konuşması. set up shop dükkân açmak, yeni bir iş kurmak. talk shop iş konusunda konuşmak.

shopboard

(i). iş tezgâhı.

shopgirl

(i). tezgâhtar kız.

shopkeeper

(i). dükkâncı.

shoplifter

(i). dükkân hırsızı.

shopman

(i)., tezgâhtar; dükkâncı.

shoppe

(i). dükkân.

shopping

(i). çarşıya çıkma, alışveriş etme. shopping center alışveriş merkezi, büyük çarşı. shopping district çarşı. shopping list alışveriş listesi.

shopwalker

(i)., (ing). mağazalarda çalışanlara ve alıcılara yardım eden görevli.

shopworn

(s). satılmadan eskiyen (mal).

shoran

(i). uçak ve gemilerde kullanılan bir nevi radar.

shore

(i). sahil, kıyı. shore dinner deniz mahsullerinden ibaret yemek. in shore kıyıya yakın. off shore kıyıdan biraz uzak, açıkta. on shore karada. shoreless (s). sahili olmayan, kıyısız; hudutsuz.

shore

(i)., (f). dayanak, destek, payanda; (f)., up ile payanda ile desteklemek. shoring (i). destekleme; payandalar.

shoreline

(i). sahil hattı.

shorn

(bak). shear.

short

(s)., (z)., (i). kısa; kısa boylu; bodur; ters ve kısa (cevap); eksik, nakıs, dar, ihtiyacı karşılamayan; satılırken elde bulunmayan (mal); gevrek, çabuk kırılan; çok yağIı; (z). birdenbire; elde bulunmayan malı satmak üzere; tersçe; eksik; (i). kısa şey; eksiklik; uzun sözun kısası; (elek). kontak; kısa reklam ve miki filmi; (çoğ). kırıntı, düşük kaliteli mal; (çoğ). kısa pantolon, şort; (dilb). kısa hece. short and sweet kısa ve yerinde. short circuit (elek). kısa devre; (tıb). bağırsağın bir parçasını keserek kısaltma ameliyatı. short commons gıda eksikliği. short cut kestirme yol. short of -dan başka. short order çabuk ve kolay hazırlanabilen yemek. short sale (tic). açıktan satış. short story kısa hikaye. short wave kısa dalga. at short notice hazırlanmak için az zaman bırakan (emir). be short of eksik olmak, yetersiz olmak, yetmemek az kalmak. come short eksik gelmek, yetişmemek; erişememek. cut short birden kesmek, kısa kesmek (söz veya yazı). fall short erişememek, ulaşamamak, yetmemek. for short kısaca. in short kısaca; muhtasar olarak; kısacası, velhasıl. in short order hemen, derhal. make short work of hakkından gelmek. run short malzemesi tükenmek; kâfi gelmemek, kıtlaşmak. the long and the short of it uzun sözün kısası, hulâsa. shortly (z). yakında; kısaca; kabaca; terslikle. shortness (i). kısalık; noksanlık, yetmeyiş.

shortage

(i). eksiklik, açık.

shortbread

(i). şekerli galeta.

shortbreathed

(s). nefes darlığı olan, tıknefes.

shortcake

(i). üstüne ezilmiş meyva konulan gevrek kek.

shortchange

(f)., (k).dili eksik para vermek.

shortcircuit

(f). kısa devre yapmak.

shortcoming

(i). kusur, ihmal.

shortcut

(f). kestirmeden gitmek.

shorten

(f). kısaltmak, kısalmak; yağ katarak gevrekleştirmek.

shortening

(i). yağ; kısaltma, kısalma, ihtisar.

shorthand

(i). stenografi, steno.

shorthanded

(s). yardımcısı az.

shorthorn

(i). kısa boynuzlu iri bir cins sığır.

shortlived

(s). kısa ömürlü ömürsüz; az zaman süren. _

shortsighted

(s). miyop; ileriyi göremeyen, basiretsiz.

shortspoken

(s). sert, nezaketsiz.

shortstop

(i)., beysbol ikinci ile üçüncü minder arasında oynayan oyuncu.

shorttempered

(s). çabuk kızan, öfkeli.

shortterm

(s). kısa vadeli.

shortwinded

(s). nefes darlığı olan, tıknefes.

shot

(i)., (f). (ted, ting) içinde patlayıcı madde olmayan top güllesi; tüfek saçması; atış; kurşun menzili; erim, atım; nişancı; top veya tüfek atma; spor gülle; spor bilyeye vuruş; (k).dili teşebbüs; tahmin; şans; (tıb). şırınga, iğne, aşı; miktar; (k).dili bir kadeh içki: filimde tek hareket; fotoğraf; (f). gülle veya saçma ile doldurmak. shot metal saçma imalinde kullanılan madde. shot tower saçma imal olunan kule. a long shot güç bir işe teşebbüs etme. a shot in the arm heveslendirme, canlandırma. a shot in the locker yedek. big shot (k).dili önemli kimse. Iike a shot ok gibi, birdenbire, hızla. not by a long shot hiç, katiyen. parting shot ayrılırken söylenen çileden çıkartıcı söz. take a shot in the dark kafadan atmak.

shot

(s). yanardöner, şanjan (kumaş); argo kafası dumanlı; (k).dili mahvolmuş; kullanılmaz hale gelmiş. shot to pieces tamamen bozulmuş, darmadağın olmuş.

shotgun

(i)., (s). av tüfeği, av çiftesi; (s). zorla yapılan; gelişigüzel.

shotput

(i)., spor gülle atışı.

shotten

(s). yumurtlamış (ringa balığı).

should

(f)., (bak). shall; a) gereklilik. You should visit your sick friend. Hasta arkadaşını ziyaret etmen gerekir b) şarta baglılık: If he should come.. Eğer gelirse c) şaşkınlık. : Who should drop in but.. Kim geldi bil bakalım...başka kim olabilir? d) ümit: I should be back by noon. Öğlene kadar dönebileceğimi ümit ederim e) ABD, (k).dili, istihza: (olumlu cümle içinde olumsuz anlam belirtir) He got a heavy fine, but with his money he should worry. Ağır para cezasına çarptırıldı, ama ona vız gelir.

shoulder

(i)., (f ).omuz; destek olan şey; omuza benzer çıkıntı; kürek eti; dağ yamacı; sırt; (ask). tabya siperinin koltuğu; banket; (f). omuzlamak, omuz vurmak; sırtına almak; sorumluluğu yüklenmek. Shoulder arms ! Silâh omuza ! shoulder belt omuz kayışı, hamail, shoulder blade kürek kemiği. shoulder strap apolet, omuz nişanı. shoulder to shoulder omuz omuza, birlikte, elbirliğiyle.broad shoulders geniş omuzlar; sorumluluğu yüklenme hassası. cry on one's shoulder merhamet dilenmek, sığınmak. put one's shoulder to the wheel büyük gayret sarfetmek, gayret sarfederek yardım etmek. soft shoulders düşük banket. square shoulders kalkık

shouldn't

(kıs). should not.

shouldst

eski, (bak). should.

shout

(f)., (i). bağırmak, çağırmak; haykırmak, yaygara koparmak; (i). bağırma, feryat, çığlık, velvele. shout at bir kimsenin yüzüne karşı bağırmak; bağırarak konuşmak. shout down bağırarak bir kimsenin sesini bastırmak. shout out yüksek sesle bağırmak.

shove

(f)., (i). itmek, dürtmek, sürmek;(i). itiş, dürtüş. shove off gemiden veya kıyıdan itilerek açılmak; (k).dili gitmek.

shovel

(i)., (f). (ed, ing veya led, ling) kürek; kürek dolusu; (f). kürekle atmak; kürekle boşaltıp temizlemek; kürekle atar gibi atmak. shovel in food atıştırmak, (k).dili hapır hupur yemek, silip süpürmek. shovelnosed (s). kürek burunlu (balık). shovelful (i). kürek dolusu.

show

eski veya (Ing). shew (şo) (f). (i). göstermek, arzetmek, göz önüne koymak; ihsan etmek; izhar etmek, meydana çıkarmak; içeriye götürmek; anlatmak, ispat etmek; söylemek; öğretmek; görünmek, gözükmek, kendini göstermek; yarışmaya katılmak; yarışta üçüncü gelmek; (i). gösteriş, görünüş, temaşa; temsil, sergi; gösteri, numayiş; taklit; saltanat, debdebe, azamet; yarışta üçüncü yer; belirti; (k).dili fırsat, şans. show bill büyük harflerle yazılmış duvar afişi. show biz ABD, argo tiyatroculuk. show forth açıklamak, izah etmek, beyan etmek. show of hands onaylayan ellerin havaya kalkması. show off gösteriş yapmak; göstermek. show one's hand kozunu meydana koymak; iskambil elini açmak. show one the door bir kimseye kapıyı göstermek, kapı dışarı etmek, kovmak. show room sergi salonu. show the teeth dişlerini göstermek; şiddetle karşı koymak. show up beklenilen yere gelmek, gözükmek, meydana çıkmak. show window vitrin, dükkân camekânı. for show gösteriş olsun diye.

showboat

(i). içinde temsil verilen vapur.

showcase

(i). vitrin, dükkân camekânı.

showdown

(i). iskambilde eldeki bütün kâğıtları açma; kati bir sonuca varan planların açığa çıkarılması.

shower

(i)., (f). sağanak, sağanağa benzer herhangi bir şey; duş; bol verilen şey; (A.B.D). geline veya bebeğe hediyelerin verildiği parti; (f). yağdırmak, sağanak halinde yağdırmak veya yağmak. shower bath duş. heavy shower sağanak. Iight (slight) shower hafif yağmur. take a shower duş almak. showery (s). yağmurlu.

showing

(i). gösteriş, göz önüne serme.

showman

(i). seyircinin ilgisini çekmek için sahnede gösteri yapan kimse; eğlence yeri sahibi veya müdürü.

showmanship

(i). teşhir sanatı.

shown

(bak). show.

showoff

(i)., (k).dili gösteriş yapma; gösteriş yapan kimse.

showpiece

(i). göstermeye değer bir şey.

showy

(s). gösterişli. showily (z). gösteriş olsun diye. showiness (i). gösterişlilik.

shrank

(bak). shrink.

shrapnel

(i)., (ask). şarapnel.

shred

(i)., (f). (ded, ding) ince şeritler halinde kesilmiş veya yırtılmış parça; parça; (f). parçalamak, ufak parçalara ayırmak, kıymak.

shrew

(i). soreks, (zool). Soricidae; şirret kadın, ters huylu kadın. shrewmouse (i). (çoğ. mice) soreks water shrew su soreksi, (zool). Neomys fodiens.

shrewd

(s). akıllı, anlayışlı, dirayetli; kurnaz, açıkgöz; zeki, keskin. shrewdly (z). kurnazca. shrewdness (i). kurnazlık, açık gözlük.

shrewish

(s). ters huylu, aksi, her zaman kusur bulan. shrewishly (z). terslikle, aksilik ederek. shrewishness (i). terslik, aksi huylu oluş.

shriek

(f). (i). çığlık atmak, haykırmak, feryat etmek; (i). feryat, çığlık, haykırma.

shrievalty

(i). zabıta şefinin görevi veya hizmet süresi, (bak). sheriff.

shrift

(i). papaza günahını çıkarttırma; günahların itirafı ve affı. short shrift itiraf veya tövbe için bir kimseye tanınan çok kısa süreli fırsat.

shrike

(i). örümcekkuşu, (zool). Lanius masked shrike maskeli örümcekkuşu, (zool). Lanius nubicus redbacked shrike kırmızı sırtlı örümcekkuşu, (zool). Lanius collurio. woodchat shrike kızıl başlı örümcekkuşu, (zool). Lanius senatör.

shrill

(s)., (f). pek ince ve tiz (ses), tiz sesli; keskin, acı; (f). acı ve tiz sesle bağırmak. shrilly (z). keskin bir sesle, acı bir sesle. shrillness (i). acı ve tiz sesli oluş.

shrimp

(i)., (f). karides, deniz tekesi, (zool). Crago vulgaris; argo kısa boylu veya çelimsiz kimse; (f). karides tutmak.

shrine

(i)., (f). azizlerden kalma kemik gibi bakıyelerin muhafaza olunduğu ufak sandık; bir azizin kabri, türbe; tahsis ve takdis olunmuş yer; (f)., (nad). kutsal bir yere koymak, mukaddes tutmak.

shrink

(f). (f). çekmek, küçülmek; fire vermek, kuruma veya dökülme yüzünden eksilmek; çekinmek, ürkmek, itiraz etmek; çektirmek, büzmek; (i). çekilme, büzülme; çekinme, ürkme; (A.B.D)., argo psikiyatr. shrink'age (i). çekme payı; fire. shrink'ingly (z). çekinerek, korkarak.

shrive

(f). (d veya shrove, shriven) günahını çıkarmak, itirafını dinleyip affetmek; itiraf edip günahlarını affettirmek.

shrivel

(f). (ed veya led, ing veya ling) kuruyarak çekilip büzülmek ve buruşmak.

shroud

(i)., (f). kefen; örtü ; (den)., (gen). (çoğ). çarmıklar; (f). kefenlemek, kefene sarmak; örtmek, gizlemek.

shrove

(bak). shrive.

shrovetide

(i). Hıristiyanlarda büyük pehrizden evvel gelen bir iki günlük günah çıkarma devresi. Shrove Tuesday büyük pehrizin arife günü.

shrub

(i). çalı, bodur ağaç, funda.

shrub

(i). şurup, şarap; meyva likörü.

shrubbery

(i). çalılık, fundalık.

shrubby

(s). çalı gibi; çalılık. shrubbiness (i). çalı gibi olma; çalılarla kaplı olma.

shrug

(f). (ged, ging) (i). omuz silkmek; (i). omuz silkme.

shrunkshrunken

(S)., (bak). shrink.

shtick

(i)., (A.B.D)., argo uydurma, gösteriş, dalavere.

shuck

(i)., (f). zarf, kabuk, kılıf, özellikle ceviz veya mısır kabuğu; (A.B.D). istiridye veya midye kabuğu; (f). kabuklarını çıkarmak; soymak.

shucking

(i)., (A.B.D)., (k).dili kabuk soyma; mısır kabuğu soyma sırasında yapılan eğlence.

shucks

(i)., ünlem değersiz şey; ünlem Öf! Allah Allah!

shudder

(f)., (i). tüyleri ürpermek, titremek (soğuk veya korkudan); (i). korkudan tüylerin diken diken olması; titreme. I shudder to think of it Onu düşünmek bile tüylerimi ürpertiyor. shudderingly z. tüyleri ürpererek: titreyerek.

shuffle

f., i. karıştırmak, değiştirmek; karmakarışık edip ortadan yok etmek; sürümek (ayak); itip ileri atılmak; iskambil kâğıtlarını karıştırmak; sözü değiştirmek; güçlükle ve acemice ilerlemek; ayakları sürüyerek yürümek; i. karıştırma, hile; ayak sürüyerek yürüme; bir ayağı sürüyerek yapılan dans figürü. shuffle off üstünden atmak (sorumluluk), aldırmamak. shuffle up alelacele toplayıp ortadan kaldırmak. double shuffle bir ayağı iki defa sürüyerek yapılan dans figürü.

shuffleboard

i. tahta diskleri itip belirli bir boşluğa düşürmek suretiyle oynanılan bir çeşit salon veya güverte oyunu.

shun

f. (-ned, -ning) sakınmak, bir kimseden kaçınmak

shunt

f., i. bir yana döndürmek, yolunu değiştirmek; yan yola geçirmek (katar veya vagon); elek. cereyanın bir kısmını diğer bir telden geçirmek; bir yana dönmek, yan yola sapmak; başından atmak; i. bir yana dönüş; d.y. yan hat, yan yol; elek. cereyanı ayıran tel, paralel devre, tali direnç. shunt circuit paralel devre.

shush

f, i. susmak; susturmak; i. sus sesi.

shut

f. (-shut, -ting) kapamak, kapatmak; yasaklamak, menetmek; yolunu kesmek; kapanmak. shut down işi tatil etmek, kapamak veya kapanmak (işyeri); bir şeyi indirerek kapamak. shut in kapamak, engel olmak, mâni olmak; basmak (karanlık). shut off akıntısını kesmek (gaz); durdurmak, kapamak; dışta bırakmak. Shut my mouth! Hayret! shut one's eyes to göz yummak, müsamaha etmek. shut one's mouth ağzını kapatmak. shut out gözükmesini engellemek; dışarıda bırakmak; oyunda rakibe hiç sayı vermemek. shut up kapamak; susturmak, ağzını kapatmak; susmak hapise atmak. Shut your face! (argo). Sus be!

shut

s., i. kapalı, kapanmış; i. kapama; kapama vakti; madenlerin kaynayıp birleştiği yer, kaynak yeri.

shutdown

i. fabrikada işi tatil etme.

shuteye

i., (argo). uyku.

shutin

s., i. eve kapanmış hasta veya yaşlı (kimse).

shutoff

i. durdurma.

shutout

i. taraflardan birinin hiç sayı kaydetmediği top oyunu; lokavt.

shutter

i., f. kepenk, pencere kanadı, pancur, pencere kafesi; foto objektif kapağı; f. kepenk takmak, pancurla örtmek.

shutterbug

i., A.B.D., (argo). fotoğraf meraklısı.

shuttle

i., f. mekik; karşılıklı yolcu veya yük taşıma servisi; f. mekik dokumak; mekik gibi işlemek shuttle race mekik yarışı. shuttlewise z. mekik gibi, öteye beriye.

shuttlecock

i. raketle havada uçurulan ucu tüylü mantardan yapılmış top; bu topla oynanan oyun.

shy

f., i., yandan fırlatmak, atmak; i. atış, fırlatış; k.dili. alay, küçümseme, istihza; deneme, tecrübe .

shy

s. korkak, ürkek, çekingen; utangaç, mahcup; of ile tedbirli, ihtiyatlı, dikkatli; az ürün veren (ağaç); k.dili., on ile eksik, noksan, az. shyly z. çekingenlikle, çekinerek. shyness i. çekingenlik; mahcubiyet.

shy

f., i. ürkmek (at), ürkerek zıplamak; i. ürkme. shy away veya shy off çekinmek, tereddüt etmek.

shylock

i. Shakespeare'in Venedik Taciri adlı piyesindeki kinci Musevi tefeci; (argo). insafsız alacaklı veya tefeci.

shyster

i., (argo). hileli iş yürüten kimse, bilhassa avukat.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL