NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

di ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: di
Bulunan Sonuç: 554

di

önek iki defa, iki, çift.

dia

önek arasından; baştan başa.

diabetes

(i). şeker hastalığı, diyabet. diabetic (s)., (i). şeker hastalığına ait; şeker hastası.

diabolic ,cal

(s). şeytani, şeytanca, iblisane, insaniyete aykırı. diabolically (z). şeytanlıkla. diabolicalness (i). şeytanlık.

diabolism

(i). şeytanlık; şeytanca hareket; şeytana inanma veya tapma.

diabolo

(i). iki ucu çubuklu bir iple havaya fırlatılan makara şeklindeki oyuncak, makara oyunu.

diaconate

(i)., (kil). diyakozluk, şemmaslık; diyakozlar heyeti.

diacritic ,ical

(s)., (i). ayıran, belirten, tefrik ve temyiz eden; (i). fonetik işaret. diacritical mark harfin fonetik değerini belirten herhangi bir işaret.

diadem

(i)., (f). taç, ufak taç; hüküm darlık alameti olarak başa bağlanan kumaş parçası; hükümdarlık; (f). taç giydirmek. diademed (s). taçlı.

diaeresis

(bak). dieresis.

diagnose

(f). hastalığı teşhis etmek. diagno'sis (i). teşhis; bilimsel tetkik veya karar. diagnostic (s)., (i). teşhise ait; (i). teşhis. diagnostician (i). teşhis mütehassısı, teşhisçi.

diagonal

(s)., (i). köşegen, diyagonal. diagonally (z). diyagonal olarak. diagonally opposite karşılıklı iki köşede bulunan.

diagram

(i)., (f). diyagram; çizge; plan, şema, resim, şekil; (f). diyagram çizmek. diagrammatic (s). diyagrama ait, diyagram halinde, ayrıntıları olmayan.

diagraph

(i)., (foto). diyagraf.

dial

(i)., (f). (ed veya led, ing veya ling) kadran, saat minesi; (telefonda) kadran, üzerinde rakamların yazılı olduğu daire; (f). kadran ile ölçmek, göstermek veya işletmek; telefon numaralarını çevirmek. dialing (i). telefon numaralarını çevirme; Güneş saati ile zamanı ölçme; kadran ile maden ocağında harita çıkartma. dial plate kadran, saat minesi. dial telephone otomatik telefon, direkt telefon. dial tone telefon ahizesini kaldırınca numara çevrilebileceğini belirten ses, çevir sesi.

dialect

(i). Lehçe, diyalekt, ağız, dil, lisan. dialectal (s). Lehçeye ait.

dialectic,dialectics

(i)., (fels). diyalektik, eytişim; mantığın esasları; münazara ilmi; fikirlerin tenkitli tahlili. dialecti'cian (i). mantık âlimi. dialectical (s). mantık ve münazaraya ait; lehçeye ait. dialectical materialism (fels). diyalektik materyalizm. dialectically (z). diyalektik olarak.

dialogue

(i). diyalog; karşılıklı konuşma ve tartışma; diyalog tarzında edebi eser.

dialysis

(i). ayırma; (kim). diyaliz, parşömen zarı vasıtasıyla koloit içinde çözülmüş maddeleri ayırmak. dialy'tic (s). diyalize ait.

diamagnetic

(s)., (fiz). diyamagnetik, mıknatıs geçirme hassası düşük olan. diamag'netism (i). diyamagnetizm, mıknatıs geçirme hassası düşüklüğü.

diameter

(i). çap, kutur. diamet'rical (s). çapla ilgili, kutra ait. diamet'rically (z). çap boyunca; tamamen. diametrically opposite taban tabana zıt.

diamond

(i)., (s). elmas; baklava biçimi; iskambil karo; beysbol main, beysbol sahasının iç meydanı; (matb) 4 1/2 puntolu ufak harf. diamond anniversary altmışıncı veya yetmiş beşinci yıldönümü. diamondback (i). baklava şeklinde benekli sırtı olan kaplumbağa veya yılan. diamond cutter elmas keski. diamond drill elmaslı matkap. diamond point elmaslı pikap iğnesi; baklava biçimindeki demiryolu geçidi. diamond shaped baklava biçiminde. diamond wedding altmışıncı veya yetmiş beşinci evlilik yıldönümü. black diamond siyah elmas; maden kömürü. cut diamond işlenmiş elmas. rose diamond roza, gül biçiminde işlenmiş elmas; Felemenk taşı. rough diamond işlenmemiş elmas; değerli fakat yontulmamış adam.

diana

(i). Diana, eski Roma'da av tanrıçası; kadın avcı; evlenmek istemeyen kadın; ay, kamer.

dianetics

(i). doğum öncesi meydana geldiği farz olunan ruh hastalılıklarını teşhis ve tedavi sistemi.

dianoetic

(s). düşünme kabiliyeti olan; düşünme ile ilgili.

dianthus

(i). karanfil familyasından herhangi bir çiçek.

diapason

(i)., (müz). ahenk; bir çalgı veya sesin en ince perdeden en kalın perdeye kadar olan sesleri; iki kollu çelik ses öIçüsü, diyapazon.

diaper

(i)., (f)., (A.B.D). çocuk bezi; (f). çocuk bezini sarmak veya değiştirmek.

diaper

(i). baklava şeklinde benekli pike; böyle kumaştan yapılmış havlu veya peşkir; baklava biçimindeki şekillerden ibaret süsleme.

diaphaneity

(i). şeffaflık.

diaphanous

(s). şeffaf, yarı şeffaf.

diaphoresis

(i)., (tıb). ter, terletme.

diaphoretic

(s)., (i)., (tıb). terletici (ilaç).

diaphragm

(i)., (anat)., (tıb). diyafram; zar, böleç; ayıran zar; (foto). adese perdesi.

diaphragmatic

(s). diyaframa ait, diyafram gibi.

diaphysis

(i)., (anat). kemik gövdesi.

diapositive

(i). diapozitif.

diarrhea

(i)., (tıb). ishal, amel, iç sürmesi, diyare. diarrheal (s). diyareye ait, diyareli.

diary

(i). hatıra defteri, günce. diarist (i). hatıra defteri tutan kimse.

diaspora

(i). sürgünden sonra Yahudilerin dünyanın her tarafına yayılması; İncil'de Kudüs'ün dışında bulunan Yahudi Hıristiyanlar.

diastase

(i). diyastaz, filizlenmeye başlamış tahıl tanelerinde bulunan ve nişastayı şekere çeviren azotlu maya.

diastatic

(s). nişastayı şekere çeviren.

diastole

(i)., (fizyol). kalp inbisatı, kalp genişlemesi, diyastol.

diastrophism

(i)., (jeol). yer küre tabakasının kıtalar, dağlar ve denizleri teşkil edecek şekilde değişmesini sağlayan süreçler.

diastyle

(s)., (i). sütunları birbirinden üç sütun çapı uzaklıkta olan (bina).

diathermy

(i). elektrik akımıyla vücut dokularına hararet verme usulü, diyatermi.

diatom

(i). ancak mikroskopla görülebilen tek hücreli bir çeşit deniz algi.

diatomic

(s)., (kim). iki atomdan ibaret.

diatonic

(s)., (müz). diyatonik, içinde yabancı sesler bulunmayan gama ait.

diatribe

(i). şiddetli münakaşa; acı ve küçültücü tenkit.

diatropism

(i)., (bot). dış etkenlere karşı bazı bitki organlarının kendilerini çapraz olarak ayarlama ihtimali.

dibasic

(s)., (kim). dibazik, iyonize olabilen iki hidrojen atomu ihtiva eden.

dibble

(i)., (f). dikeleç; (f). dikeleç ile toprağa çukur açmak, dikmek (fidan).

dibs

(i). parça; argo ufak para; beştaş oyunu; hak: I've got dibs on that. O benim hakkım.

dice

(i)., (çoğ). (bak die), (f). oyun zarları; (f). dama şekilleriyle süslemek; zar şeklinde kesmek. dicebox (i). zar atmaya mahsus kupa. Ioaded dice hileii zar.

dicephalous

(s). iki başlı.

dichloride

(i)., (kim). başka bir elemanla iki atom klordan mürekkep kim yasal bir madde, diklorid.

dichogamy

(i)., (bot). erkek ve dişi organların ayrı zamanlarda olgunlaşmaları. dichogamous (s). bu şekilde olgunlaşan.

dichotomy

(i). ikiye bölme; (astr). ay, Merkür veya Venüs kursunun yarısının ışıklı olması; (biyol). çatallı olma; (man). ikiye bölme.

dichroism

(i). iki ayrı yönden bakıldığı zaman iki ayrı renk aksettirme hassası (kristal gibi), dikroizm.

dichromatic

(s). iki renkli; (tıb). esas renklerin yalnız ikisini görebilen.

dichromic

(s)., (kim). iki krom atomu havi olan.

dick

(i)., (A.B.D)., argo polis hafiyesi, detektif.

dickens

(i)., (k).dili şeytan. What the dickens! Ne var Allah aşkına?

dicker

(f)., (i)., (A.B.D). çekişe çekişe pazarlık etmek; cimrice pazarlık etmek; (i). pazarlık; pazarlıkta uzlaşma.

dickey

(i). göğüslük, önlük; eşek; küçük kuş.

dicotyledon

(i)., (bot). iki çenekli bitki, tohum zarfı iki kısma ayrılan bitki. dicotyledonous (s). tohum zarfı iki kısma ayrılan, iki çenekli.

dictaphone

(i)., (tic). (mark). diktafon.

dictate

(i). emir; prensip. dictates of conscience vicdanın emri.

dictate

(f). dikte etmek, yazdırmak; emretmek; zorla kabul ettirmek. dictation (i). dikte; emir.

dictator

(i). diktatör; mutlak hakimiyeti elinde tutan kimse; dikte eden kimse, yazdıran kimse. dictatorship (i). diktatörlük.

dictatorial

(s). diktatörce; amirane. dictatorially (z). amirane, sert ve kati bir şekilde.

diction

(i). kelime seçimi, kelimeleri kullanma şekli (konuşma ve yazıda); ifade, konuşma tarzı; telaffuz.

dictionary

(i). sözlük, lügat, kamus.

dictograph

(i)., (tic). (mark). diktograf, konuşmaları gizlice dinlemek için kullanılan bir çeşit telefon aleti.

dictum

(i). yetkili hüküm veya söz; (huk). hüküm, hukuki mütalâa; darbımesel, atasözü.

did

(bak). do.

didactic

(s). öğretici, öğretsel, didaktik, ahlâki yönden eğitici, bilgi verici. didactically (z). öğretici bir şekilde; ahlâki yönden eğitmek için fazlasıyla üstüne düşerek.

didactics

(i). öğretke, didaktik.

diddle

(f). aldatmak, kandırmak, dolandırmak; boşuna vakit geçirmek, vakit öldürmek: kımıldatmak, sarsmak.

dido

(i)., (k).dili tuhaflık.

didy

(i)., (k).dili bebek bezi.

didymous

(s). (bot). (zool). iki eş parçadan ibaret olan, çift büyüyen, ikiz.

die

(f). (died,dying)ölmek, vefat etmek; ölecek gibi olmak; sıkılmak, informal patlamak; helâk olmak; mahvolmak; yok olmak; bayılmak; ecel teri dökmek; (k).dili çok fazla arzu etmek. die a glorious death şerefli bir şekilde ölmek. die away yavaş yavaş kesilmek, tedricen ortadan kalkmak. die back (bitki) tepeden köke doğru kurumak. die off birer birer ölüp tükenmek. die out yok olmak; azalıp tükenmek. die by violence suikast neticesinde ölmek, öldürülmek. die from wounds Yaralanarak ölmek. die in harness vazife başında ölmek. Never say die Davandan asla vazgeçme.

die

(i ),(çoğ dice) zar, oyun zarı; talih, şans. The die is cast. Ok yaydan çıktı iş işten geçti.

die

(i). (çoğ dies) kalıp, lokma, sikke damgası. straight as a die dümdüz.

diehard

(i). tutucu kimse, inatçı kimse, kaybettiği davada devam eden kimse.

dielectric

(s)., (i)., (elek). elektrik akımlarını geçirmez, yalıtkan, mücerrit, dielektrik, izole; (i). yalıtkan madde veya araç.

diencephalon

(i)., (anat). ara beyin.

dieresis

(i). bir arada bulunan iki sesli harfin ayrılması; sesli iki harfin ayrı okunması için ikincisi üzerine konulan iki nokta işareti.

diesinker

(i). kalıpçı, sikke kalıbı oyan sanatkâr.

diestock

(i). diş lokması kasası.

diet

(i)., (f). rejim, perhiz; günlük besin; yiyecek: (f). perhiz yapmak, rejim yapmak; perhiz vermek. diet kitchen astalar için belirli yemekler hazırlayan mutfak. be on a diet perhiz yapmak, rejim yapmak.

diet

(i). Diyet; kurultay, genel meclis, millet meclisi (Japonya gibi bazı ülkelerde).

dietary

(i)., (s). perhiz kuralları, perhiz hakkında broşür; perhiz yemeği: beslenmeyi ayarlama: (s). perhize ait. dietary laws Musevilerin dini yemek kuralları. dietetic, ical (s). perhize ait. dietetics (i). diyet ihtisası.

dietitian,cian

(i). diyetçi, diyet mütehassısı.

differ

(f)., from ile başka olmak, benzememek, farklı olmak; with ile muvafakat etmemek, uygun bulmamak, ayrılmak; kavga etmek, bozuşmak.

difference

(i). ayrılık, fark; ayırıcı özellik; ihtilaf, anlaşmazlık, kavga, dava; (mat). fark, çıkarma sonucunda kalan miktar. It makes a difference. Fark eder. şu veya bu şekilde sonucu etkiler. split the difference kalanı eşit olarak bölmek; anlaşmak, uyuşmak.

different

(s)., (A.B.D). from veya than ile: (ing). from veya to ile farklı, başka, ayrı; muhtelif, çeşitli. differently (z). başka şekilde, başka türlü.

differentia

(i). (çoğ tiae) (man). ayırt edici vasıf veya herhangi bir şey.

differential

(s)., (i). farklı özelliği olan, fark gösteren, farklı, farklarla ilgili; farklara dayanan; (i)., (mat)., (mak). diferansiyel; (mak). diferansiyel dişlisi. differential calculus (mat). diferansiyel hesap. differential equation (mat). diferansiyel denklem. differential gear diferansiyel dişlisi. differential ther mometer (fiz). ısı derecesi farklarını tayin eden termometre. differential windlass (mak). denksiz vinç, basamaklı ırgat.

differentiate

(f). ayırmak, ayırt etmek, tefrik etmek, temyiz etmek; farklılaşmak, farklı olmak. differentia'tion (i). fark, temyiz.

difficult

(s). güç, zor, müşkül, çetin; geçinilmesi zor, huysuz, inatçı: titiz, müşkül pesent: zor anlaşılabilen.

difficulty

(i). güçlük zorluk, müşkülât: güç şey, engel, mânia: nazlanma, itiraz; sıkıntı, problem. be in difficulties parasız kalmak. make veya raise a difficulty güçlük çıkarmak.

diffidence

(i). çekinme, kaçınma, mahcubiyet, utangaçlık, çekingenlik.

diffident

(s). çekingen, utangaç, mahcup.

diffract

(f). kısımlara ayırmak; (fiz). ışınları saptırmak ve kırmak.

diffraction

(i)., (fiz). ışınların sapıp kırılması. diffraction grating dağıtma ızgarası. diffraction spectroscope dağıtma tayf ölçücüsü, dağıtma spektroskopu.

diffuse

(s). ayrıntılı, mufassal; çok söz kullanan; geniş, yaygın, yayılmış, vâsi. diffusely (z). yaygın olarak. diffuseness (i). yaygınlık.

diffuse

(f). yaymak, dökmek, neşretmek; yayılmak, dağılmak, intişar etmek. diffusion (i). nüfuz; yayılma, dağılma.

diffusive

(s). dağınık ve tafsilâtlı.

dig

(f). (dug, digging) kazmak, toprağı bellemek: kazı yapmak, hafriyat yapmak; dürtmek; (k).dili üzerinde düşünmek, kafa yormak: (A.B.D). argo anlamak, beğenmek; (mak). derin kesmek. dig in (ask). siper kazıp mevzi almak; kalmak niyetiyle yerleşmek. dig into çok çalışmak. dig out kazıp çıkarmak: ayrıntılarıyla incelemek. dig up kazıp çıkarmak: kazıp belleyerek toprağı havalandırmak.

dig

(i). hafriyat, kazı; (k).dili iğneli söz, kinaye, dokunaklı söz. digs (i)., (çoğ)., (ing)., (k).dili pansiyon. take a dig at somebody yapmacık bir nezaketle başkasının kusurunu yüzüne vurmak.

digamma

(i). en eski Yunan alfabesinde altıncı ve ibranice'de vav harfinin eşiti olan harf.

digamy

(i). ikinci defa evlenme.

digastric

(s)., (anat). iki karınlı. digastric muscle (anat). dar bir veterle iki kısma ayrılmış olan adale, iki karınlı kas.

digest

(i). özet, hulâsa, fezleke, icmal: (huk). kazai içtihatlardan çıkarılan kuralların toplamı.

digest

(f). sindirmek, hazmetmek: tasnif etmek, düzenlemek, tertip etmek: kavramak, idrak etmek, üzerinde düşünmek; (kim). ısı ile yumuşatmak. digestible (s). hazmedilebilir, hazmi mümkün, hafif. digest ibility (i). hazım imkânı.

digester

(i). hazmettirici şey, sindirici şey; sıkı kapanan bir çeşit kimya kazanı.

digestion

(i). hazım, hazım gücü, sindirim; kavrama, idrak etme; ısı ile yumuşatma.

digestive

(s)., (i). hazma ait, hazmettirici, midevi; (i). sindirimi kolaylaştıran ilâç. digestive system (fizyol). sindirim sistemi.

digger

(i). toprak kazan kimse; toprak kazma aracı, hafriyat makinası, greyder.

diggings

(i). kazı yapılan yer; bu kazıdan çıkarılan şey; (ing)., (k).dili pansiyon.

digit

(i). parmak; parmak genişliği (20 milimetre); sıfırdan dokuza kadar tam sayıların her biri.

digital

(s). parmağa ait, parmak gibi; on esaslı numara sistemine ait. digital computer çift rakamla kullanılan sayıcı hesap makinası.

digitalis

(i). yüksükotu, (bot). Digitalis purpurea; (ecza). yüksükotunun kalp kuvvetlendirici olarak kullanılan yaprağı.

diglot

(s)., (i). iki dilde, iki dilli: (i). iki dilde yazılmış yazı veya kitap.

dignify

(f). paye vermek, itibar etmek, şeref vermek, değer vermek. dignified (s). vakur, asil, ağırbaşlı.

dignitary

(i). rütbe veya mevki sahibi kimse, büyük adam, ileri gelen kimse.

dignity

(i). kıymet, değer, kadir, itibar, şeref; paye, derece; vakar, asalet; mevki sahibi, ileri gelen kimse.

digraph

(i). tek sesi temsil eden iki harf (head kelimesindeki ea gibi).

digress

(f). dışına çıkmak, konudan ayrılmak. digression (i). konu dışı söz, arasöz. digressive (s). konu dışı, mevzu harici.

dihedral

(s). dihedral, (açısı) iki düzlemden meydana gelen.

dike ,dyke

(i)., (f). hendek, suyolu, mecra, kanal; set, toprak duvar, bent: (jeol). duvara benzer taş damar; (f). set yaparak muhafaza etmek, etrafına set çekmek; hendek vasıtasıyla suyunu boşaltmak; kazmak.

dilapidate

(f). bakımsızlıktan harap etmek, tahrip etmek, kırıp dökmek; bakımsızlıktan harap olmak. dilapida'tion (i). harap olma, bakımsızlık.

dilate

(f). genişletmek, kabartmak, açmak, şişirmek, büyütmek; on veya upon ile tafsilata girişmek: genişlemek, kabarmak, şişmek. dila'tion, dilata'tion (i). açılma, genişleme.

dilator

(i)., (tıb).. bir uzvu genişletmek için kullanılan alet; (anat). vücut boşluklarını genişleten adale.

dilatory

(s). işini sonraya bırakan, ağırdan alan, sürüncemede bırakan; ağır, üşenen. dilatorily (z). ağırdan alarak, üşenerek, dilatoriness (i). işini ağırdan alma, geciktirme: üşenme.

dilemma

(i). müşkül durum, çıkmaz; (man). ikilem, dilem. the horns of a dilemma her biri imkânsız olan iki şık.

dilettante

(i)., (s). (çoğ ti) eğlence için özel bir şeyle ilgilenen kimse; güzel sanatlar düşkünü kimse, sanat meraklısı kimse; amatör: (s). sathi merakı olan.

diligence

(i). dikkat, ihtimam, sebatlı çalışma, gayret, çalışkanlık; on sekizinci asırda Avrupa'da kullanılan atlı posta arabası.

diligent

(s). gayretli, dikkatli, çalışkan. diligently (z). gayretle.

dill

(i). dereotu, yabantırak, (bot). Anethum graveolens dill pickle dereotlu hıyar turşusu. wild dill yabani dereotu, (bot). Anethum sylvestris.

dillydally

(f). oyalanmak, yavaş yavas iş görmek, ağırdan almak.

diluent

(i)., (s). sulandırıcı madde; (s). sulandırıcı; eritici.

dilute

(f). sulandırmak, su katmak, hafifletmek. dilute(d) (s). su katılmış, sulu, hafif, açık. dilution (i). su katma, sulanma, su katılmış herhangi bir şey.

diluvialian

(s). selden ileri gelen, tufani; (jeol). diluviyuma ait. di luvium (i)., (jeol). tufan çöküntüsü, diluviyum.

dim

(s). (mer, mest) (f). Ioş, donuk, sönük, bulanık, belirsiz, müphem; (f). donuklaştırmak, karartmak, bulandırmak: kararmak, donuklaşmak: out ile ışıkları kısmak, karartmak, maskelemek. dimly (z). donuk bir surette, duman içinde gibi, bulanık olarak. dimness (i). donukluk, loşluk, müphemlik.

dime

(i). Amerika Birleşik Devletlerinin on sent kıymetinde ufak gümüş parası. dime bag (A.B.D)., argo on dolarlık esrar paketi. dime novel heyecanlı ucuz roman. dime store ucuz mal satan büyük mağaza.

dimension

(i). ölçüde esas olan uzunluk, genişlik ve derinlik birimlerinin her biri, boyut, buut, çap (çoğ). boyutlar, ebat; oylum, hacim; genişlik; ölçü, ölçüsü alınan şeyler; (mat). bir terimi belirleyen faktör, boyut. of generous dimension iri, şişman, geniş yapılı. dimensional (s). boyutlu.

dimerous

(s)., (bot)., (zool). iki kısım dan meydana gelen.

dimeter

(i)., şiir iki vezinli mısra.

dimethyl

(i)., (kim). etan.

dimidiate

(s)., (bot)., (zool). ikiye bölünmüş.

diminish

(f). azaltmak, eksiltmek, küçültmek; alçaltmak, zayıflatmak; azalmak, eksilmek, kısalmak, küçülmek; (müz). bir yarım entervali kısaltmak. diminishingly (z). eksilerek, gittikçe azalarak. diminishing returns azalan verim.

diminuendo

(z)., (i)., (müz). diminuendo, ses gittikçe hafifleyerek; (i). sesin gittikçe hafiflemesi.

diminution

(i). eksiltme, küçültme; azalma, alçalma; inme; düşme; (huk). noksan, eksiklik: (mim). incelme.

diminutive

(s)., (i). küçültücü, küçültme belirten: küçük, ufak, mini mini; (i)., (gram)., küçültme ismi veya sıfatı; ufak cins, önemsiz şey.

dimity

(i). üzeri kabartma çizgili ince pamuklu bez.

dimmer

(i)., (elek). ışık kesici reosta.

dimorphic, phous

(s). iki şekilde görülebilen veya gözüken, iki şekilli. dimorphism (i). aynı bitki ve hayvan üzerindeki iki değişik şekil; aynı maddenin iki değişik şekilde kristalleşmesi.

dimout

(i). karartma, ışıkların kısmen veya tamamen söndürülmesi veya kamufle edilmesi.

dimple

(i)., (f). gamze, yanak veya çenede ufak çukur; ufak çukur; (f)., gamzesini göstermek; böyle çukur hasıl olmak veya hâsıl etmek.

dimwit

(i)., argo ahmak kimse, alık kimse, budala kimse.

din

(i)., (f)., (ned, ning) gürültü, patırtı, şamata; (f). gürültü ile söylemek, tekrar tekrar söylemek; gürültü etmek. din into tekrar tekrar söyleyerek kafasına sokmak.

din

(i)., (kıs). Deutsche Industrienor men Alman Sanayi Standartları; (foto). filmin ışığa karşı hassasiyet ölçüsü.

dinar

(i). eski bir altın para, dinar; Yugoslavya, İran, Irak, ürdün, Kuveyt ve Tunus'ta para birimi.

dine

(f). günün esas yemeğini yemek veya yedirmek; akşam yemeği yemek; ziyafet vermek; yemeğe davet etmek. wine and dine bir kimseye içkili ziyafet vermek. dine out dışarıda yemek yemek. dining car vagon restoran. dining hall yemek salonu. dining room yemek odası.

diner

(i). yemek yiyen kimse; vagon restoran; vagon restorana benzer lokanta.

dinette

(i). küçük yemek odası.

ding

(f)., (i). çan gibi ses çıkarmak, çalmak; (i). çan sesi.

dingbat

(i)., (k).dili ufak şey; fırlatılan şey; ismi unutulan şey.

dingdong

(s)., (i). çan sesi gibi; (i). çan sesi, dan dan; aynen tekrar edilen ses.

dingey, dinghy

(çog geys, ghies) (i). ufak kayık; patalya, dingi; ufak gezinti sandalı.

dingle

(i). derecik, etrafı ağaçlıklı ufak dere.

dingo

(i). Avustralya'ya mahsus bir çeşit yabani köpek, (zool). Canis dingo.

dingus

(i)., (k).dili şey.

dingy

(s). (gier, giest) donuk, rengi soluk, kirli, paslı. dingily (z). rengi soluk olarak, paslı olarak. dinginess (i). rengi soluk oluş, donukluk; kir, pas.

dinky,dinkey

(s). (ier, iest) (i).,(k).dili önemsiz, ehemmiyetsiz, küçük; (i). küçük şey; küçük lokomotif.

dinner

(i). günün esas yemeği; akşam yemeği; ziyafet. dinner bell yemek zili veya çanı. dinner hour yemek saati. dinner jacket smokin dinner pail sefertası dinner party ziyafet, yemekli toplantı. dinner table sofra. dinner time yemek vakti.

dinnerware

(i). yemek takımı.

dinosaur

(i). mezozoik çağda yaşamış olan ve bu gün yalnız fosilleri bulunan çok büyük bir cins sürüngen, dinosor.

dint

(i)., (f). kuvvet; ufak oyuk; (f). ufak çukur meydana getirmek. by dint of kuvvetiyle, vasıtasıyla.

diocese

(i). piskoposluk bölgesi. diocesan (s)., (i). piskoposluk bölgesine ait; (i). bu bölgeyi idare eden piskopos; bu bölgede bulunan papaz veya fert.

diode

(i)., (elek). diod.

dioecious

(s)., (bot)., (zool). erkek ve dişi organları ayrı bitki veya hayvanlarda olan, iki evcikli, dioik.

diopter

(i). merceklerin ışığı kırma kuvvetinin ölçü birimi, diyopter.

dioptrics

(i). merceklerin ışığı kırmaları ile ilgili bilim dalı. dioptric(al) (s). bu bilimle ilgili.

diorama

(i). diyorama. dioramic (s). diyoramik, diyoramaya ait.

diorite

(i)., (jeol). diyorit, yeşil taş.

dioxide

(i)., (kim). dioksit.

dip

(f). (ped veya dipt, ping) batırmak, daldırmak, banmak; ıslatmak; kepçe gibi bir şeyle çıkarmak; bayrak gibi bir şeyi indirip kaldırmak; (den). selam maksadıyla sancağı yarı mayna ve hisa etmek; antiseptik suya batırmak (bir hayvanı); dalmak, batmak; (jeol). meyletmek, inhitat etmek; (hav). çabuk inip tekrar havalanmak. dip into a book bir kitabı gözden geçirmek.

dip

(i). dalma, batma; meyil, inhitat; çukur; daldırma mum, içine herhangi bir şey daldırılacak sıvı, banyo; argo yankesici. dip net uzun saplı balık ağı, kepçe. dip stick daldırma çubuk ölçek. magnetic dip mıknatısın aşağı eğilmesi.

diphase

(s)., (elek). iki fazlı, çift fazlı.

diphtheria

(i)., (tıb). kuşpalazı, difteri. diphtheric (s). difteriye benzer, difteriye ait.

diphthong

(i)., (dilb). diftong, iki seslinin bir hece halinde kaynaşması.

diphyodont

(s)., (zool). iki defa diş çıkaran memeli.

diploid

(s). çift, iki katlı.

diploma

(i). diploma.

diplomacy

(i). diplomasi, diplomatlık, siyaset, hariciye mesleği; başka insanlarla ilişkide incelik, ustalık.

diplomat

(i). Dışişleri Bakanlığı memuru, hariciye memuru, diplomat, siyaset adamı; başkaları ile ilişkide incelik gösteren kimse.

diplomate

(i). doktor ve mühendis gibi meslek diploması alan kimse.

diplomatic

(s). diplomatik, milletlerarası siyasete ait; başkaları ile ilişkide ince, usta, siyasi; diplomasi ilmine ait. diplomatic affairs diplomatik işler. diplomatic agent elçi veya maslahatgüzar. diplomatic immunity diplomatik dokunulmazlık. diplomatic service Dışişleri memurluğu, hariciyecilik. diplomatically (z). diplomatça, kurnazlıkla, incelikle.

diplomatics

(i). eski resmi ve sikaları çözme ve gerçeğe uygunluğunu tayin etme ilmi.

diplomatist

(i). diplomat, hariciye memuru, siyaset adamı.

diplopia

(i)., (tıb).. gözün tek cisimleri çift görmesi.

dipole

(i)., (fiz). ikiz kutup.

dipper

(i). maşrapa, kepçe; dalıcı kuş. Great Dipper, Big Dipper (astr). Büyükayı. Little Dipper (astr). Küçükayı.

dippy

(s)., argo deli.

dipsomania

(i). hastalık derecesinde içki iptilası, ayyaşlık, dipsomani. dipsomaniac (i). içkiye müptelâ kimse.

diptera

(i)., (çoğ).. (zool). bir çift kanadı olan böcekler sınıfı, çiftkanatlılar. dipteral (s)., (mim). çift sıra direkleri olan; (zool). iki kanatlı. dipterous (s)., (bot)., (zool). iki kanatlı.

diptych

(i). eskiden kullanılan birbirine menteşelenmiş iki yapraktan ibaret tablet; kitap gibi kapanan iki levhalı resim.

dire

(s). uğursuz, meşum; dehşetli, korkunç. direly (z). dehşetle; uğursuzlukla. direness (i). dehşet, uğursuzluk.

direct

(f). idare etmek, tanzim etmek, emretmek; göstermek, aydınlatmak, irşat etmek, tevcih etmek, yöneltmek, çevirmek, doğrultmak; yolu tarif etmek, salık vermek, tavsiye etmek. directive (s). idare edici, yol gösterici. directive (i). emir, direktif, kararname.

direct

(s)., (z). doğru, müstakim, dosdoğru: dürüst, tok sözlü; açık, sarih; doğrudan doğruya, vasıtasız, araçsız; babadan oğula intikal eden; (astr). güneş etrafında dünya yönünde dönen; (gram). doğrudan doğruya olan, dolaysız, vasıtasız; (z). dosdoğru, doğrudan doğruya; hemen, derhal; açıkça. direct action doğrudan doğruya yöneltilmiş hareket. direct current doğru akım. direct discourse (gram). doğrudan doğruya aktarılan konuşma. direct evidence izaha veya tahkike muhtaç olmayan delil. direct hit tam isabet. direct mail advertising posta ile ilan dağıtma. direct object (gram). nesne, düz tümleç. direct tax vasıtasız vergi. the direct opposite tam aksi. directly (z). doğrudan doğruya; hemen, derhal.

direction

(i). yön, meyil, cihet, istikamet, taraf; idare, nezaret; emir, talimat, tembih; (müz). belirli bir notanın nasıl çalınacağını belirten işaret. direction finder radyo yön bulucu alet, yön alıcı cihaz. directional (s). istikamete ait. directional antenna yönelici anten.

director

(i). direktör, müdür, idareci, müdürler kurulu üyesi; herhangi bir şeyi idare eden şef. directorate (i). müdüriyet; müdürler kurulu; müdürlük. director'ial (s). idareye ait.

directorship

(s). müdürlük, direktörlük.

directory

(i)., (s). rehber, nizamname; Fransız ihtilalinde Cumhuriyet Hükümetini idare eden beşler heyeti; (huk). açıklayıcı hüküm; (s). idare eden, istişareye ait.

directress

(i)., (nad). müdire, kadın direktör.

directrix

(i), (nad). müdire; (geom). doğrultman.

direful

(s). korkunç, dehşet veren, uğursuz; hüzünlü, mahzun. direfully (z). hüzünle, uğursuzca, korkunç bir şekilde. direfulness (i). hüzün, uğursuzluk, dehşet.

dirge

(i). mersiye, ağıt.

dirigible

(i). idare edilebilen balon, zeplin, hava gemisi.

diriment

(s)., (huk). tamamen iptal eden, fesheden.

dirk

(i). bir çeşit kama.

dirndl

(i). Avusturya'da giyilen renkli bir etek; kuşaklı etek.

dirt

(i). kir, pislik, çamur, toz; leke; alçaklık, namussuzluk, değersizlik, işe yaramazlık; dedikodu, iğrenç konuşma; içinde açık saçık resim ve yazılar bulunan kitap; (mad). toprak, çakıl, kum. dirt cheap sudan ucuz, bedava. dirt poor yoksul, fakir. dirt track yarışların yapıldığı toprak yol. pay dirt değerli maden. cevheri; iyi netice veren sistem. treat a person like dirt bir kimseyi hiçe saymak, hor görmek, adam yerine koymamak.

dirty

(s)., (f). kirli, pis, murdar; bulanık; iğrenç, çirkin; alçak; sisli, fırtınalı, bozuk (hava); fazla miktarda radyoaktif zerreler yayan; argo yanında esrar bulunan; (f). pisletmek, kirletmek, murdar etmek; lekelemek. dirty work (k).dili el altından yürütülen iş, hileli oyun, bir işin en zor kısmı. dirtiness (i). pislik.

dis

önek zıt oluş; uzaklaştırma; ayrı; olmayan (olumsuz bir kelimenin anlamını kuvvetlendirici ek); yapılan bir şeyi bozma anlamına gelen bir önek.

disability

(i). malûliyet; yetersizlik, kifayetsizlik, kuvvetsizlik, zaaf; yetkisizlik, salahiyetsizlik.

disable

(f). sakatlamak, kuvvetten düşürmek, zayıflatmak; (huk). salahiyetini elinden almak, ehliyetsiz kılmak. disabled (s). sakat. disablement (i). sakatlık; yetkisizlik, salahiyetsizlik.

disabuse

(f). yanlış bir fikri düzelterek gözünü açmak, doğru yolu göstermek.

disaccord

(f)., (i). ihtilaf halinde olmak, aralarında anlaşmazlık olmak; (i). anlaşmazlık, ahenksizlik.

disaccustom

(f). bir alışkanlıktan vazgeçirmek, bir itiyadı bıraktırmak.

disacknowledge

(f). inkar etmek, kabul etmemek, reddetmek.

disadvantage

(i). mahzur, aleyhte olan durum, dezavantaj, zarar, ziyan. at a disadvantage (diğerlerine nispetle) daha zayıf bir durumda olmak, dezavantajlı olmak. be to somebodys disadvantage bir kimsenin zararına olmak. disadvantaged (s). normal sayılan menfaatlerden mahrum.

disadvantage

(f). menfaatine halel getirmek, yararına olmamak, zarar vermek.

disadvantageous

(s). mahzurlu, zararlı; müsait olmayan, elverişsiz. disadvantageously (z). aleyhine olarak, zararına olarak.

disaffect

(f). sevgisini azaltmak, soğutmak.

disaffected

(s). sevgisi azalmış, soğumuş.

disaffirm

(f). inkar etmek, kabullenmemek; (huk). reddetmek, cerhetmek, nakzetmek; (i). inkar, ret, iptal.

disafforest

(f)., (ing). (huk). orman kanununun kapsamı dışında bırakmak, ormanları tahrip etmek, ormansız bırakmak.

disagree

(f). uyuşmamak, uymamak, uygun düşmemek; muvafık olmamak, anlaşamamak; bozuşmak, münakaşa etmek, tartışmak, atışmak; (gen). with ile bünyesine uygun gelmemek, yaramamak, dokunmak (yiyecek).

disagreeable

(s). nahoş, hoşa gitmeyen; kötü, huysuz, kavga eden, aksi, ters, sert. disagreeableness (i). uygunsuzluk, nahoşluk; terslik. disagreeably (s). terslikle, nahoş derecede.

disagreement

(i). ihtilaf, anlaşmazlık, ayrılık, tutmazlık, mübayenet, uyuşmazlık; çekişme, münakaşa, münazaa.

disallow

(f). müsaade etmemek, engel olmak men etmek; inkar etmek, reddetmek.

disannul

(f). (led, ling) tamamen lağvetmek, iptal etmek.

disappear

(f). gözden kaybolmak, kaybolmak; yok olmak; zail olmak, ortadan kaybolmak. disappearance (i). gözden kaybolma, kaybolma.

disappoint

(f). hayal kırıklığına uğratmak, memnun edememek, canını sıkmak, üzmek, müteessir etmek, ümitlerini boşa çıkarmak. disappointed (s). hayal kırıklığına uğramış, ümidi kırılmış. disap pointedly (z). hayal kırıklığına uğramış olarak. disappointingly (z). hayal kırıklığına uğratacak şekilde; canını sıkarak.

disappointment

(i). hayal kırıklığı, ümidi boşa çıkma, hüsran.

disapprobation

(i). beğenmeyiş, uygun görmeyiş, tensip etmeyiş, tenkit; memnuniyetsizlik, hoşnutsuzluk.

disapproval

(i). beğenmeyiş, hoşnutsuzluk, tasvip etmeyiş.

disapprove

(f)., of ile beğenmemek, uygun görmemek, tensip etmemek; tenkit etmek; reddetmek, kabul etmemek, tasvip etmemek. disapprovingly (z). beğenmeyerek, tasvip etmeyerek, reddederek.

disarm

(f). silahsızlandırmak, silahtan tecrit etmek, silâhını almak; zararsız hale getirmek; şüpheyi bertaraf etmek, dost kazanmak; (ask). silâhını elinden almak; silahları bırakmak; bir memleketin silahlı kuvvetlerinin sayısını azaltmak veya sınırlamak. disarm (ing). (s). dost kazandırıcı.

disarmament

(i). silahsızlanma, silahları bırakma, silahların sınırlandırılması.

disarrange

(f). karıştırmak, dağıtmak, düzenini bozmak. disarrangement (i). karışıklık, düzensizlik, dağınıklık.

disarray

(i)., (f). nizamsızlık, düzensizlik, karışıklık; düzensiz kıyafet; (f). düzensiz bir hale getirmek, bozmak.

disassemble

(f). sökmek, parçalarına ayırmak, demonte etmek.

disassociate

(f). ayırmak, münasebetini kesmek, ilgisini kesmek.

disaster

(i). felaket, belâ, musibet, talihsizlik, büyük kaza. disastrous (s). felâket getiren, feci. disastrously (z). feci halde.

disavow

(f). reddetmek, tanımamak, tekzip etmek, inkâr etmek. disavowal (i). ret, tekzip, inkâr.

disband

(f). dağıtmak; terhis etmek; dağılmak. disbandment (i). dağılma; terhis.

disbar

(f). (red, ring) (huk). barodan ihraç etmek. disbarment (i). barodan ihraç.

disbelieve

(f). inanmamak, iman etmemek. disbelieve in itimat etmemek. disbelief i imanslzlık, güvensizlik, itimatsızlık. disbeliever (i). inanmayan kimse, aksine inanan kimse.

disburse

(f). tediye etmek, ödemek, kasadan para vermek; harcamak; para dağıtmak; israf etmek. disbursement (i). tediye, ödeme; harcama; ödenen meblâğ; harcanan para.

disc

(bak). disk.

discard

(f)., (i). atmak, Iskartaya çıkarmak, ihraç etmek, tardetmek, kovmak; iskambil kağıt atmak, boş kağıt oynamak; (i). atma, çıkarma; boş kağıt.

discern

(f). ayırt etmek, tefrik etmek; sezmek, görmek, anlamak, farkına varmak, idrak etmek. discernible (s). fark edilebilir, görülebilir. discernibly (z). görülecek surette, aşikar olarak.

discerning

(s). idrak eden, anlayan, zeki. discerningly (z). idrak ederek, anlayarak.

discernment

(i). idrak, akıl, muhakeme; görüş, seziş, basiret, feraset.

discharge

(i). yük boşaltma; ateş etme (top ve tüfek), yaylım ateşi; sırtından yük atma, ödeme, ifa; azil, tart, ihraç, işten çıkarılma; terhis, izin; cereyan, akıntı, akış; cerahat, boru gibi şeyden akan madde; (elek). boşaltma; boyayı çıkaran madde, ağartıcı madde. discharge pipe akma borusu, boşaltma borusu.

discharge

(f). yük boşaltmak (gemi); çıkarmak, akıtmak; top veya tüfekle ateş etmek; ödemek; ifa etmek (vazife); görevine son vermek, işten çıkarmak: terhis etmek; ihraç etmek; serbest bırakmak; (elek). cereyanı boşaltmak; ağartmak, rengini açmak.

disciform

(s). plak veya disk şeklinde.

disciple

(i). taraftar, mürit, talebe; havari. discipleship (i). taraftarlık, talebelik; havarilik.

disciplinarian

(i). sert amir, disiplin taraftarı olan kimse.

disciplinary

(s(b disiplinle ilgili, inzibata ait; tahsil ve terbiyeye ait.

discipline

(i)., (f). disiplin, inzibat, terbiye, idare; talim; itaat, boyun eğme; cezalandırma, tekdir; ilim, bilim dalı; (f). terbiye etmek, yetiştirmek, idare etmek; disipline sokmak, yola getirmek; cezalandırmak.

disclaim

(f). inkâr etmek, benim değil diye reddetmek, kabul etmemek; müsaade etmemek, feragat etmek; reddetmek, vazgeçmek; (huk). bir dilekten veya iddiadan vazgeçmek.

disclaimer

(i). vazgeçen kimse; (huk). iddiadan vazgeçme, feragat, feragat name.

disclose

(f). açmak, ifşa etmek; keşfetmek, göstermek, izhar etmek. disclosure (i). açma, ifşa etme, söyleme; ifşa olunan şey, ifşaat, haber.

discography

(i). plak koleksiyonu, banda alınmış bilumum veya seçme müzik parçaları; banda alınmış veya plak haline getirilmiş müziğin düzenli bir şekilde sıralanması.

discoiddiscous

(s). disk şeklinde, yassı ve yuvarlak.

discolour

(f). rengini bozmak, soldurmak, lekelemek; rengini değiştirmek. discolora'tion (i). rengini bozma, rengi bozulma, solma; leke.

discombobulate

(f)., (A.B.D)., argo Arap saçı gibi karıştırmak, altüst etmek.

discomfit

(f). yenmek, mağlup etmek, bozguna uğratmak; sinirlendirmek, rahatsız etmek; şaşırtmak. discomfiture (i). rahatsızlık; şaşkınlık; bozgun, yenilgi, hezimet.

discomfort

(i)., (f). rahatsızlık, huzursuzluk, sıkıntı, ağrı, keder; (f). sıkıntı vermek, rahatsız etmek, üzmek, canını sıkmak.

discommode

(f). taciz etmek, rahatsız etmek; zahmet vermek, külfet yüklemek.

discompose

(f). düzenini bozmak, şaşırtmak, sinirlendirmek; karıştırmak, rahatını bozmak. discomposure (i). telâş, sinirlenme.

disconcert

(f). düzenini bozmak, karıştırmak; sinirlendirmek; şaşırtmak. disconcerted (s). düzeni bozulmuş, canı sıkılmış.

disconformity

(i). düzensizlik.

disconnect

(f). baglantısını kesmek, ayırmak, çıkarmak. disconnection, (ing). exion (i). bağlantının kesilmesi, ayrılma.

disconsolate

(s). teselli kabul etmez, çok kederli; acıklı. disconsolately (z). kederle. disconsolateness (i). keder, teselli kabul etmez durum.

discontent

(i)., (f)., (s). hoşnutsuzluk, memnuniyetsizlik, dargınlık; (f). memnuniyetsizliğe sebep olmak; (s). memnun olmayan, hoşnutsuz. discontentedly (z). hoşnutsuz olarak, memnuniyetsizlikle, istemeyerek. discontentedness discontentment (i). hoşnutsuzluk, memnun olmayış.

discontinuanceation

(i). kesilme, inkıta, fasıla, aralık.

discontinue

(f). kesmek, devam etmemek, yanda bırakmak, vazgeçmek, tatil etmek.

discontinuity

(i). devamsızlık, fasıla, inkıta.

discontinuous

(s). devamsız, fasılalı, ayrılmış, ayrı, aralıklı. discontinuously (z). fasıla ile, aralıklı olarak.

discophile

(i). plak toplamaya ve incelemeye meraklı kimse.

discord

(i). ahenksizlik, fikir ayrılığı, anlaşmazlık, ihtilâf, kavga; (müz). falso, gürültü. sow discord anlaşmazlık yaratmak, mesele çıkarmak.

discord

(f). uymamak, uyuşmamak, çarpışmak. discordance (i). ahenksizlik, uyuşmazlık, anlaşmazlık, düzensizlik.

discordant

(s). aralarında uyuşmazlık bulunan, karşı, muhalif, ahenksiz; (müz). uyumsuz, düzensiz. discordantly (z). ahenksizce, muhalif olarak.

discotheque

(i). diskotek.

discount

(i)., (f). iskonto, tenzilat, fiyat indirimi; kar oranı; (f). fiyat indirimi yapmak, tenzilat yapmak, iskonto etmek, hesaptan düşmek; kırdırmak, kırmak (senet, bono), sonucunu göz önünde tutarak hesaba katmak; aldırmamak; aslını saymamak. discount house daha ucuza mal satılan mağaza.

discountenance

(f). utandırmak; tasvip etmemek, yüz vermemek, cesaretini kırmak.

discourage

(f). hayal kırıklığına uğratmak, gözünü korkutmak, hevesini kırmak, cesaretini kırmak. discourage somebody from doing something birini bir işten vaz geçirmek; fikrini değiştirmek. discouraging ly (z). hayal kırıklığına uğratarak, hevesini kırarak. discouragement (i). cesaretsizlik, hevesin kırılması.

discourse

(i)., (f). karşılıklı konuşma, mükâleme, muhavere; tez, makale, broşür; söz, hitabe, nutuk; (f). söylemek, bahsetmek, konuşmak, hitap etmek, bir konuyu sözle veya yazılı olarak işlemek.

discourteous

(s). nezaketsiz, kaba, saygısız, hürmetsiz. discourteously (z). saygısızlıkla discourtesy (i). nezaketsizlik, kabalık.

discover

(f). keşfetmek, bulmak; meydana çıkarmak. discoverable (s). keşfi mümkün. discoverer (i). kâşif, keşfeden kimse, bulan kimse.

discovert

(s)., (huk). evlenmemiş veya dul (kadın).

discovery

(i). keşif, ilk buluş, ilk görüş, meydana çıkarma; izhar, bildirme, tanıtma; keşfedilen şey, bulgu; (huk). ifşaat.

discredit

(f). itibardan düşürmek, kötülemek; şüpheye düşürmek, güvenini sarsmak; inanmamak, kulak asmamak, itimat etmemek.

discredit

(i). itibarsızlık; itimatsızlık, şüphe. be to somebody's discredit birinin şerefine halel getirmek, bir kimsenin şerefini lekelemek.

discreditable

(s). ayıplanacak haysiyet kırıcı, şerefe halel getirici. discreditably (z). şerefe halel getirecek şekilde, yakışık almaz bir surette.

discreet

(s). tedbirli, ihtiyatlı, akıllı, basiretli. discreetly (z). tedbirli olarak, basiretle, akıllıca. discreetness (i). tedbir, ihtiyat, basiret.

discrepancy

(i). ayrılık, zıtlık, ihtilaf, başkalık. discrepant (s). farklı, zıt, muhalif.

discrete

(s). ayrı, farklı, göze çarpan, temayüz eden; ayrı ayrı kısımlardan ibaret; (fels). munfasıl, soyut.

discretion

(i). kibarlık, naziklik; şahsi karar verebilme yetkisi, takdir edebilme hakkı; dikkat; tefrik, ayırma. Discretion is the better part of valor. Basiret cesaretten sayılır. at your discretion istediğiniz zamanda. surrender at discretion kayıtsız şartsız teslim. years of discretion aklın hâkim olduğu yaşlar. discretional, discretionary (s). ihtiyari, bir kimsenin arzusuna bağlı.

discriminate

(f). ayırmak, tefrik etmek, temyiz etmek, fark etmek, fark görmek, farkına varmak; fark gözetmek, ayrı tutmak, ayırım yapmak; bir kimse veya bir şeye karşı aleyhte hareket etmek. discriminately (z). tedbirle, muhakeme ile.

discriminating

(s). fark eden, ayıran, tefrikeden; zevk sahibi olan, anlayarak takdir eden, görüş sahibi olan.

discrimination

(i). aleyhte davranma; ayırım, tefrik, temyiz; ince farkları görebilme kabiliyeti, zevk sahibi oluş; fark gözetme, ayırım yapma.

discriminative

(s). ince farkları görebilen, fark gözeten.

discriminatory

(s). aleyhte davranan ile ilgili; ayırt edebilme kabiliyeti ile ilgili.

discursive

(s). bir şeyden diğerine atlayan; tutarsız, ipsiz sapsız; infotmal daldan dala konan; mantıkî yoldan sonuca varan. discursively (z). bir şeyden diğerine çabuk atlayarak, tutarsızlıkla. discursiveness (i). bir şeyden diğerine çabuk atlama, tutarsızlık, ipsiz sapsızlık.

discus

(i)., spor disk; disk atma sporu.

discuss

(f). müzakere etmek, görüşmek, münakaşa etmek, tartışmak. discussant (i). bir toplantı veya seminere katılan kimse, konuşmacı. discussible (s). münakaşa edilebilir, müzakeresi mümkün.

discussion

(i). müzakere, görüşme, münakaşa, sözlü veya yazılı tartışma.

disdain

(i)., (f). küçük görme, tepeden bakma, hor görme; kibir, gurur; (f). tenezzül etmemek, hakir görmek, hor görmek. disdainful (s). kibirli, tepeden bakan, mağrur. disdainfully (z). tenezzül etmeyerek, hor görerek.

disease

(i). hastalık, rahatsızlık, illet, maraz.

diseased

(s). hasta, mariz, hastalıklı. He was diseased in body and mind. Hem vücutça hem akılca hasta idi.

disembark

(f). gemiden karaya çıkarmak veya çıkmak. disembarka'tion (i). karaya çıkarma; karaya çıkma.

disembarrass

(f). mahcup bir duruma düşmekten kurtarmak; güç bir durumdan sıyırmak, rahatlatmak. disembarrassment (i). güç bir durumdan kurtarma, rahatlatma.

disembody

(f). bedenden ayırmak, cisimden tecrit etmek. disembodied (s). bedenden ayrılmış, cisimden kurtulmuş. disembodiment (i). bedenden ayırma veya ayrılma.

disembogue

(f). suyunu denize dökmek, denize dökülmek (nehir), akıtmak. disemboguement (i). nehrin denize dökülmesi.

disembowel

(f). (ed, led, ing, ling) bağırsaklarını çıkarmak.

disenchant

(f). büyüden kurtarmak, büyüsünü çözmek; gözünü açmak. disenchantment (i). büyüyü ,çözme; gözünü açma.

disencumber

(f). yük veya sıkıntıdan kurtarmak.

disengage

(f). ilgisini kesmek, bağlantısını kesmek, affetmek, salıvermek, serbest bırakmak; (ask). düşman kuvvetlerinden uzaklaşmak. disengaged (s). serbest, boş, tutulmamış. disengagement (i). ilgiyi kesme; salıverme, serbest bırakma.

disentangle

(f). serbest bırakmak, çıkarmak, dolaşmış bir şeyi çözmek; salıvermek; açılmak, kurtulmak, çözülmek. disentanglement (i). çözülme, açılma, kurtulma.

disenthrall

(f). serbest bırakmak, azat etmek, kurtarmak.

disentitle

(f). unvan veya iddiadan mahrum etmek, yetkisini elinden almak.

disentrance

(f). büyüden kurtarmak, vecit halinden kurtarmak.

disestablish

(f). resmi müessese halinden çıkarmak, kilisenin devletle olan ilişkisini kesmek. disestablishment (i), resmi müessese halinden çıkarma, kilisenin devletle olan ilişkisini kesme.

disesteem

(i)., (f). itibarsızlık; (f). itibar etmemek, saymamak.

disfavor

(ing). vour (i)., (f). itibarsızlık, gözden düşme; zarar; (f). gözden düşürmek, rağbet etmemek, hoşlanmamak; taraftar olmamak, aleyhinde olmak, karşı olmak.

disfigure

(f). seklini bozmak, çirkinleştirmek, biçimsizleştirmek. disfigurement (i). çirkinleştirme, çirkinlik, şekilsizlik.

disfranchise

(f). vatandaşlık haklarından ve özellikle oy verme hakkından mahrum etmek; herhangi bir hak veya menfaatten mahrum etmek. disfranchisement (i). vatandaşlık haklarından mahrum etme, oy verme hakkını elinden alma.

disgorge

(f). kusmak; boşaltmak; teslim etmek, zorla vermek. disgorgement (i). kusma; zorla verme, teslim etme.

disgrace

(i). gözden düşme, itibardan düşme; ayıp, rezalet, yüz karası, utanç. be in disgrace gözden düşmüş olmak, utanç verici bir durumda olmak. be a disgrace to someone birinin yüz karası olmak. disgrace ful (s). çok ayıp, utanç verici, rezil. disgrace fully (z). utanılacak bir surette, rezilâne.

disgrace

(f). itibardan düşürmek, gözden düşürmek; rezil etmek.

disgruntle

(f). üzmek, sıkmak. disgruntled (s). üzgün, canı sıkılmış.

disguise

(f). gizlenmek, kılığını değiştirmek, tebdili kıyafet etmek, gizlemek, saklamak. thinly disguised sözde gizli, yarı kapalı. disguisedly (z). gizlenmiş olarak, tebdili kıyafet ile.

disguise

(i). sahte kıyafet, tebdili kıyafet, sahtelik gizlenme, maskelenme. in disguise gizli, kılığını değiştirmiş, tebdili kıyafet etmiş.

disgust

(i)., (f). nefret, istikrah, iğrenme, tiksinme; bezginlik, bıkkınlık; (f). iğrendirmek, nefret ettirmek, tiksindirmek; bezdirmek bıktırmak; kusturmak. be disgusted with çok kızmak, bıkmak, nefret etmek. disgustedly (z). iğrenerek, tiksinerek. disgusting (s). menfur, iğrenç.

dish

(i). tabak, çanak; yemek; (k).dili bir kimsenin rahatlıkla yaptığı şey; argo güzel kız. dishcloth (i). tabak bezi. dishful (i). bir tabak dolusu. dishpan (i). bulaşık tası. dishwasher (i). bulaşıkçı; bulaşık yıkama makinesi. dish water (i). bulaşık suyu. dull as dishwater can sıkıcı, kasvetli. side dish salata gibi asıl yemek dışındaki yiyecek.

dish

(f)., up ile tabağa koymak; ortasını çukurlatmak, oymak; sunmak için hazırlamak; out ile, argo sıkı. cezalandırmak. dished (s). içe çökük veya dışa dönük (tekerlek), argo yıpranmış.

dishabille

(i). ev elbisesi; yarı giyinmiş olma.

disharmony

(i). ahenksizlik, uyumsuzluk, düzensizlik.

dishearten

(f). cesaretini kırmak, ümidini kırmak; hevesini kırmak.

dishevel

(f). (ed veya Ied ing veya ling) darmadağınık etmek (saç, giyim), karmakarışık etmek. disheveled (s). karmakarışık, darmadağınık, perişan.

dishonest

(s). namussuz, şerefsiz, haysiyetsiz, sahtekâr, aldatıcı. dishonestly (z) namussuzca, şerefsizce.

dishonesty

(i). namussuzluk, şerefsizlik, sahtekârlık.

dishonor

(ing). our (i)., (f). ayıp, rezalet, namussuzluk, utanç leke, şerefsizlik; (huk). ödemeyiş; (f). şerefine halel getirmek; namusuna leke sürmek; ırzına tecavüz etmek; (huk). tediyeyi reddetmek. dishonorable (s). namussuz, haysiyetsiz, şerefsiz. dishonorably (z). namussuzca, alçakça.

disillusion

(f). hayal kırıklığına uğratmak, gözünü açmak. disillusionment (i). hayal kırıklığı, gözü açılma.

disincline

(f). (bir şeyden veya kimseden) soğutmak, çevirmek, caydırmak. be veya feel disinclined canı istememek. disinclina'tion (i). isteksizlik, gönülsüzlük.

disinfect

(f). dezenfekte etmek, mikroptan temizlemek. disinfectant (i)., (s). dezenfektan, mikrop öldürücü kimyasal madde; (s). dezenfekte eden. disinfection (i). dezenfekte etme.

disingenuous

(s). samimi olmayan, kurnaz, iki yüzlü, gizli maksadı olan. disingenuously (z). samimiyetsizlikle, iki yüzlülükle.

disinherit

(f). mirastan mahrum etmek, reddetmek. disinheritance (i). mirastan mahrumiyet.

disintegrate

(f). bir bütünü kısımlarına ayırmak; parçalara ayrılıp dağılmak. disintegra'tion (i). ayrılıp dağılma; (fiz). atomların bölünmesi. disin'tegrator (i). ayırıp dağıtan aygıt; öğütme makinesi.

disinter

(f). (terred terring) gömülmüş bir şeyi yeraltından çıkarmak; açığa çıkarmak, eşmek. disinterment (i). mezardan çıkarma.

disinterest

(i). tarafsızlık; meraksızlık, alâkasızlık, ilgisizlik. disinterested (s). tarafsız, önyargısı olmayan; kendi çıkarını gözetmeyen, kendi menfaatini düşünmeyen; ilgisiz.

disjectamembra

(Lat). dağıtılmış kısımlar veya parçalar (yazıda).

disjoin

(f). ayırmak, parçalara ayırmak, bütünlüğünü bozmak.

disjoint

(f). ayırmak, parçalamak, ek yerinden ayırmak; düzenini bozmak, dağıtmak. disjointed (s). ek yerinden çıkmış. disjointedly (z). darmadağınık bir şekilde. disjointedness (i). dağınıklık, düzensizlik. disjointly (z). ayrı ayrı.

disjunct

(s). ayrı, munfasıl. disjunction (i). ayrılma. disjunctive (s)., (i). ayıran, bölen; (i). ayırıcı nitelikte herhangi bir şey; (gram). iki ayrı fikri birleştiren bağlaç; (man). ayrık önerme.

disk, disc

(i). yassı dairesel cisim, disk, kurs, ağırşak; gramofon plağı. disk harrow keskin çarklarla işleyen çiftçi tırmığı. disk jockey radyoda plak takdimciliği yapan kimse, diskcokey.

dislike

(f)., (i). sevmemek, hoşlanmamak, hazzetmemek; (i). nefret, hoşlanmayış. take a dislike to soğumak.

dislocate

(f). yerinden çıkarmak; (tıb).. mafsaldan çıkarmak; bozmak. disloca'tion (i)., (tıb). çıkık.

dislodge

(f). yerinden çıkarmak, siper gibi bir yerden çıkarmak; bir evden çıkmak, taşınmak. dislodg(e)ment (i). yerinden çıkarma veya çıkarılma.

disloyal

(s). vefasız, sadakatsiz, hain. disloyally (s). vefasızca, haince. disloyalty (i). vefasızlık, hıyanet.

dismal

(s). kederli, neşesiz, kasvetli; sönük. dismally (z). kederle, kasvetle. dismalness (i). keder, kasvet.

dismantle

(f). sökmek, parçalara ayırmak, kaldırmak; eşyasını boşaltmak (ev), silâhtan tecrit etmek, arma veya silâhlarını almak. dismantlement (i). boşaltma, sökme, parçalara ayırma.

dismast

(f). geminin direğini kırmak veya çıkarmak.

dismay

(f)., (i). korkutmak, dehşete düşürmek, yıldırmak cesaretini kırmak; (i). yeis, keder, ümitsizlik, dehşet içinde kalma.

dismember

(f). parçalamak, uzuvları bedenden ayırmak. dismemberment (i). parçalama, parçalanma.

dismiss

(f). işten çıkarmak; yol vermek, gitmesine müsaade etmek; azletmek; bertaraf etmek, defetmek bırakmak; (huk). davayı reddetmek. dismiss from mind aklından çıkarmak, düşünmemek. dismissal (i). yol verme, azledilme; izin, müsaade. dismissible (s). bertaraf edilebilir, bırakılabilir.

dismount

(f). binek hayvanı veya bisikletten inmek veya indirmek; (mak). sökmek.

disobedience

(i). itaatsizlik, baş kaldırma, serkeşlik. disobedient (s). itaatsiz, asi, serkeş. disobediently (z). itaatsizce, serkeşçe.

disobey

(f). itaatsizlik etmek, boyun eğmemek, serkeşlik etmek, emre karşı gelmek, söz dinlememek.

disoblige

(f). hatırını kırmak, hatırını saymamak, ricasını kabul etmemek, gücendirmek. disobliging (s). habr kırıcı, ricasını kabul etmeyen, kaba, nezaketsiz. disobligingly (z). hatır kırarak.

disorder

(i)., (f). düzensizlik, intizamsızlık, nizamsızlık; karışıklık, gürültü; hastalık, illet; (f). düzenini bozmak, karıştırmak; (sağIığını) bozmak. disordered (s). düzensiz, nizamsız, bozuk, karışık; kaçık, çatlak.

disorderly

(s). düzensiz, nizamsız, sistemsiz; yolsuz, uygunsuz; açık saçık, ahlâksız; başıboş, gürültülü, velveleli. disorderly conduct (huk). genel ahlâka aykırı davranış. disorderly house umumhane, genelev. disorderliness (i). intizamsızlık, düzensizlik, karışıklık; uygunsuzluk, terbiyesizlik.

disorganize

(f). düzenini bozmak, nizamını bozmak, karmakarışık etmek, altüst etmek, karıştırmak. disorganiza'tion (i). düzensizlik, nizamsızlık, karışıklık.

disorient

(f). (bir kimsenin) yolunu şaşırtmak; zihnini karıştırmak.

disown

(f). reddetmek, inkâr etmek, tanımamak, kabul etmemek, sahip çıkmamak.

disparage

(f). aleyhinde bulunmak, kötülemek, itibarını sarsmaya çalışmak, küçük görmek, küçük düşürmek, takdir etmemek. make disparaging remarks küçük düşürücü sözler söylemek, bozmak. disparagement (i). aleyhinde bulunma, kötüleme. disparagingly (z). tenkit edercesine, aleyhinde bulunarak.

disparate

(s). eşit olmayan, birbirine benzemeyen, tamamen ayrı, farklı.

disparity

(i). eşitsizlik, müsavatsızlık, fark, nispetsizlik.

dispassionate

(s). tarafsız, hislerine kapılmayan, serinkanlı, sakin. dispassionately (z). tarafsızlıkla, hislerine mağlup olmadan. dispassionateness (i). tarafsızlık; serinkanlılık.

dispatch

(i)., (f). gönderme, sevketme, çekme (telgraf); öldürme, idam etme; acele, sürat; yazışma, mektup; telgraf; (f). göndermek (kurye veya mektup), çekmek (telgraf); sevk etmek; idam etmek; süratle bitirmek. dispatch boat resmi mektupları taşıyan devlet gemisi. dispatch rider (ask). posta. dispatcher (i). hareket memuru (tren, uçak).

dispel

(f). (pelled pelling) dağıtmak, defetmek, gidermek.

dispensable

(s). elzem olmayan, vaz geçilebilir; mazur görülebilir. dispensability (i). vazgeçilebilir olma hali.

dispensary

(i). dispanser, bakım evi; eczane.

dispensation

(i). dağıtma, bölme; idare, tertip; takdiri ilâhi; bağışıklık, muafiyet; af, hariç tutma, dışında bırakma, istisna.

dispensatory

(i). ilâçların ter kibini izah eden kitap, kodeks; eski dispanser.

dispense

(f). dağıtmak, tevzi etmek, vermek; üstesinden gelmek, başarmak; yap- mak, hazırlamak (ilâç reçetesini) dispense with vaz geçmek, yol vermek. dispenser (i). dağıtan kimse; yöneten veya idare eden kimse.

dispersal

(i). dağılma, dağıtılma.

disperse

(f). dağıtmak, yaymak, ayırmak, saçmak; ayrılmak, yayılmak, dağılmak. dispersion (i). dağıtma, dağıtım, dağılma; (fiz). dağılım, saçılma, inhilâl (ışın) dispersive (s). dağıtmaya meyilli.

dispirited

(s). keyifsiz, neşesiz. dispiritedly (z). keyifsiz olarak. dispirited ness (i). keyifsizlik.

displace

(f). yerinden çıkarmak, yerini değiştirmektirmek; yerini zaptetmek; azletmek, işten çıkarmak. displaced person harp sebebiyle memleketini terketmeye mecbur kalan kimse.

displacement

(i). yerinden çıkarma veya çıkarılma; (fiz). bir geminin ihraç ettiği suyun ağırlığı.

display

(i)., (f). gösterme, teşhir, sergileme, arz, izhar, gösteriş; (f). göstermek, teşhir etmek, göz önüne sermek, izhar etmek, arz etmek; (matb). iri harflerle teşhir etmek. make a display gösteriş yapmak.

displease

(f). darıltmak, gücendirmek, canını sıkmak, sinirlendirmek.

displeasure

(i). memnuniyetsizlik, hoşnutsuzluk, kırılma, gücenme, öfke.

disport

(i)., (f). oynama, oyalanma, eğlenme; (f). oynamak, oyalanmak, eğlenmek.

disposable

(s). elden çıkarılabilir, verilebilir; icabına göre kullanılabilir; kullanıl dıktan sonra atılabilir.

disposal

(i). düzen, tertip, tanzim; idare, tasarruf; satma, satış, başkasına verme, elden çıkarma; iktidar. at one's disposal emrine amade, hizmetinde.

dispose

(f). niyetlendirmek; dağıtmak; düzenlemek, tanzim etmek; idare etmek, kullanmak, tasarruf etmek; uydurmak, kandırmak; son şeklini vermek; of ile satmak, vermek, elden çıkarmak. Man proposes, God dis poses Muratinsandan,takdir Allahtan Takdir tedbiri bozar.

disposition

(i). düzen, tertip, idare, nizam, tanzim; eğilim, temayul; mizaç, tabiat, huy; istidat, hal.

dispossess

(f). mal ve mülküne el koymak, evinden çıkarmak, (huk). tahliye etmek; yoksun bırakmak, mahrum etmek. dispossession (i). mal ve mülke el konulması, evden çıkarma veya çıkarılma.

dispraise

(f)., (i). kötülemek, ayıplamak, kıymetini takdir etmemek; (i). kötüleme, ayıplama. dispraisingly (z). kötüleyerek, ayıplayarak.

disproof

(i). cerh, ret, aksini ispatlama.

disproportion

(i). nispetsizlik, fark. disproportional (s). nispetsiz olan disproportionally (z). nispetsiz olarak.

disproportionate

(s). nispetsiz, gereğinden fazla, aşırı, ifrata kaçan, uymayan. disproportionately (z). nispetsizce. disproportionateness (i). nispetsizlik.

disprove

(f). yanlış olduğunu göstermek, aksini ispat etmek, çürütmek (fikir, iddia); reddetmek. disprovable (s). çürütülelir.

disputable

(s). inkâr edilebilir, itiraz kaldırır, tartışılabilir; şüpheli. disputably (z). tartışılabilecek surette, inkâr edilebilecek şekilde.

disputant

(i). münakaşacı, tartışmacı, münakaşada bir tarafı savunan.

disputation

(i). tartışma, münakaşa, münazara. disputatious, dispu'tative (s). münakaşacı, tartışmacı.

dispute

(i). kavga, tartışma, münakaşa, mücadele; (f). tartışmak, münakaşa etmek; bir şeyin doğruluğundan şüphe etmek; karşı koy mak, reddetmek, kabul etmemek, itiraz etmek, mücadele etmek. beyond dispute münakaşa kabul etmez, herkesçe kabul edilmiş.

disqualification

(i). yetkisiz kılma, yetkisizlik, salâhiyetsizlik, ehliyetsizlik; oyundan çıkarma cezası.

disqualify

(f). yetkisini elinden almak (ceza olarak); oyun oynama hakkını elinden almak; ödul alma hakkını iptal etmek.

disquiet

(f)., (i). rahatsız etmek, endişe vermek, huzurunu kaçırmak, üzmek; (i). merak, endişe, huzursuzluk, üzüntü. disqui eting (s). merak verici, rahatsız edici, huzur kaçırıcı. disquietude (i). rahatsızlık, huzursuzluk, üzüntü.

disquisition

(i). tez, tetkik, çaIışma, travay; nutuk, söylev.

disregard

(f)., (i). ehemmiyet vermemek, önemsememek, aldırmamak, saymamak, itibar etmemek, ihmal etmek; (i). ihmal, kayıt sızlık, itibar etmeyiş, saymayış.

disrelish

(i)., (f). tiksinme, hoşlanmayış; (f). hoşlanmamak, beğenmemek, tiksinmek.

disrepair

(i). tamire muhtaç olma; bakımsızlık. in disrepair tamire muhtaç, harap halde.

disreputable

(s). itibarsız, kötü şöhreti olan, haysiyetsiz, namussuz, rezil.

disrepute

(i). itibarsızlık, kötü şöhret. fall into disrepute şöhreti lekelenmek, ismi kötüye çıkmak, itibardan düşmek.

disrespect

(i)., (f). hürmetsizlik, saygısızlık, adam yerine koymayış, kabalık; (f). hürmet etmemek, saymamak. show disre spect for saygısızlıkta bulunmak. disre spectable (s). saygısız.

disrobe

(f). soymak, elbisesini çıkarmak; soyunmak. disrobing room soyunma odası.

disrupt

(f). karışıklık içine itmek; engel olmak; yarmak, kesmek, çatlatmak, kırıp ayırmak. disruption (i). karışıklık içine itme; engel olma; kesilme, çatlama, bozulma, yarık. disruptive (s). yıkıcı, bozucu.

dissatisfy

(f). memnun etmemek, hoşnut etmemek, tatmin edememek. dissatisfac'tion (i). memnuniyetsizlik, hoşnutsuzluk, tatminsizlik.

dissect

(f). parçalara ayırmak, teşrih etmek, tahlil etmek; inceden inceye tetkik etmek. dissecting (i). teşrih, tahlil. dissection (i). teşrih, teşrih edilen şey. dissector (i). teşrihçi.

disseize disseise

(f)., (huk). mal ve mülkünü elinden almak (bilhassa haksızca) disseizin, disseisin (i). emlâki zaptetme, emlâki zaptedilme.

dissemble

(f). gizlemek, saklamak, örtbas etmek; başka şekilde göstermek; gör- mezlikten gelmek, anlamazlıktan gelmek; iki yüzlülük etmek, mürailik etmek .dissemblance (i). mürailik.

disseminate

(f). saçmak, yaymak, neşretmek; geçirmek, sirayet ettirmek dis- semina'tion (i). neşir, saçma, saçılma; geçme, sirayet..

dissension

(i). anlaşmazlık, kavga, çekişme.

dissent

(f)., (i). karşı koymak, muhalif olmak, kabul etmemek; ayrılmak; (i). kabul etmeyiş, ihtilâf, ayrılık.

dissepiment

(i)., (biyol). bölme, ayıran zar.

dissertation

(i). tez, travay, risale: nutuk, söylev.

disservice

(i). zarar, ziyan. do dis serviceto bir kimseye zarar vermek.disserve (f). bir kimseye kötülük etmek, incitmek, kırmak.

dissever

(f). tamamen ayırmak, bir birinden ayırmak, kesip ayırmak; ayrılmak.

dissidence

(i). fikir ayrılığı, ihtilâf, karşı koyma, muhalefet.

dissident

(s)., (i). muhalif, karşı koyan (kimse).

dissimilar

(s). birbirine benzemeyen, farklı, başka, muhtelif. dissimilar'ity (i). baş- kalık, farklılık, benzemeyiş.

dissimilation

(i). farklı yapma veya olma (ses).

dissimilitude

(i). benzemeyiş, başkalık, fark.

dissimulate

(f). başka türlü göstermek, hislerini gizlemek, ikiyüzlüluk etmek. dissimulation (i). mürailik, ikiyüzlülük.

dissipate

(f). dağıtmak, israf etmek, ziyan etmek, har vurup harman savurmak; dağılmak; müsrif olmak; ziyan olmak, harcanmak; sefahate dalmak. dissipated (s). müsrif, sefih; ayyaş; dağılmış, israf olunmuş. dissipa'tion (i). dağıtma, dağılma, zihin dağınıklığı; israf; sefahat.

dissociate

(f). ayırmak, tefrik etmek; kim ayrıştırmak, bir cismi terkip eden unsurları birbirinden ayırmak. dissocia'tion (i). ayırma, ayrılma, tefrik; (kim). çözüşme; (psik). şahsiyetin çözülmesi.

dissoluble

(s). erir, eritilebilir, hallolunur; çözülür; fesholunabilir.

dissolute

(s). ahlaksız, çapkın, sefih. dissolutely (z). ahlaksızca, sefihçe disso- luteness (i). ahlaksızlık, sefahat.

dissolution

(i). eritme, erime; ayırma; tatil etme; sona erme; ölüm, zeval.

dissolve

(f). eritmek, erimek, halletmek, hallolmak; ,çözmek, açmak; feshetmek, dağıtmak; izale etmek, yok etmek; zeval bulmak; televizyon veya filimde iki görüntüyü karıştırarak değiştirmek. dissolve into tears gözyaşları boşanmak. dissolvable (s). erir,eritilebilir, çözülebilir; fesholunabilir dissol vent (i)., (s). eritici, muhallil (madde).

dissonance

(i). ahenksizlik, uyumsuzluk, seslerin birbirine uymaması; (müz)., (fiz). akortsuzluk.

dissonant

(s). ahenksiz, uyumsuz, uygun olmayan.

dissuade

(f). aksine ikna etmek, caydırmak, vazgeçirmek. dissuasion (i). vazgeçirme, caydırma.

dissyllable

(i). iki heceli kelime.

dissymmetry

(i). simetrik olmayış, bakışımsızlık; (mat). simetrisizlik. dist kıs. distance, distinguish, district.

distaff

(i). öreke; kadın işi, kadın veya kadınlar. distaff side ailenin kadın kısmı.

distal

(s)., (bot)., (anat). merkez veya mafsaldan uzak.

distance

(i)., (f). mesafe, uzaklık, ara, menzil; müddet, fasıla; aralık; (güz). (san). buut, perspektif; (f). geride bırakmak. a good distance off epeyce uzakta. at a distance uzakta, uzak bir yerde; belirli bir mesafede. from a distance uzaktan. keep one's distance haddini bilmek, sokulmamak, 1üzumlu olan mesafeyi muhafaza etmek. middle distance orta buutta. within striking distance vurulabilecek mesafede.

distant

(s). uzak, ırak (yer veya zaman); soğuk, ağır, mesafeli (kimse); belirsiz, hafif. distant relative uzak akraba. distantly (z). uzaktan, soğuk bir tavırla.

distaste

(i)., (f). sevmeyiş, hoşlanmayış; (f). tadını beğenmemek, zevk almamak, hazzetmemek.

distasteful

(s). tatsız, nahoş, sevilmeyen, makbul olmayan. diststefully (z). tatsız bir şekilde.

distemper

(i)., (f). huysuzluk, aksilik, terslik; rahatsızlık; karışıklık; bir çeşit köpek hastalığı; (f). rahatsız etmek, hasta etmek,keyfini kaçırmak,sirlendirmek.

distemper

(i)., (f). yumurta karıştırılmış bir çeşit boya; bu boyayı kullanma usulu; (f). boyaya yumurta karıştırmak; bu boya ile sahne veya duvar boyamak.

distend

(f). şişirmek, yaymak, germek; şişmek, yayılmak, gerilmek. distention (i).şişme, gerilme, germe, yayılma, yayma.

distich

(i). beyit, iki mısra.

distichous

(s)., (bot). dikey iki sıra halinde düzenlenmiş.

distil

(f). (tilled, tilling) imbikten çekmek, taktir etmek, damıtmak; damlamak, süzülmek, imbikten çekilmek; bir fikrin özünü bulup çıkarmak. distillate (i). imbikten geçmiş sıvı, öz. distilled (s). imbikten geçmiş distilla'tion (i). taktir, damıtma: öz. distiller (i). imbikten çekici; rakı v.b. imal eden kimse. distillery (i). taktirhane, içki imal eden fabrika.

distinct

(s). ayrı, farklı, başka; bağımsız, müstakil; açık, vazıh, belli. distinctly (z). açıkça, vuzuhla; şüphesiz, muhakkak, kesin olarak. distinctness (i). vuzuh, açıklık, farkIıIık.

distinction

(i). ayırt etme, tefrik, temyiz; fark, idrak; açıklık, vuzuh; nişan, rütbe, paye; sivrilme, yukselme, temayüz; üstünlük. distinction without a differ ence hak olunmayan sivrilme, suni fark.

distinctive

(s). ayıran, ayırt eden, tefrik ve temyiz eden; özellik belirten. disnctively (z). ayırt ederek, farklı bir şekilde. distinctiveness (i). ayırt edici özellik.

distingue

(s)., (Fr). sivrilmiş, üstün, mükemmel, zarif, kibar, nazik.

distinguish

(f). ayırt etmek, ayırmak, tefrik etmek; anlamak, idrak etmek; sivrilmek, temayüz etmek; değer kazandırmak. distinguishable (s). görülebilir, fark edilebilir. distinguishably (z). farkedilecek surette. distinguished (s). üstün, mükemmel, kibar, sivrilmiş, mütemayiz.

distort

(f). eğri büğrü etmek, çarpıtmak, biçimini bozmak, kırmak, bükmek; tahrif etmek, olduğundan başka anlam vermek; azdırmak. distortion (i).çarpıklık, bükülme; tahrif.

distract

(f). zihni veya ilgiyi başka tarafa çekmek; rahatsız etmek,şaşırtmak; çıldırtmak.distracted (s). şaşırmış, aklı başında olmayan

distrain

(f)., (huk). borç yüzünden bir kimsenin eşyasına el koymak veya hac- zetmek. distrainable (s). haczolunabilir. distrainor (i). haciz veya el koyan kimse. distraint (i). haciz veya el koyma.

distraught

(s). şaşırmış, aklı başından gitmiş, üzülmüş; çılgın.

distress

(i)., (f). dert, sıkıntı, üzüntü, keder, ıstırap, tehlike; (huk). borca karşllık eşyaya el konulması, haciz; (f). keder vermek, ıstırap çektirmek, sıkıntı vermek, sıkmak, felakete sürüklemek; (huk). borca karşılık bir kim senin eşyasına el koymak. distressing (s). keder verici, acıklı.

distributary

(i). asıl nehirden dışarı akan kol.

distribute

(f). dağıtmak, tevzi etmek, yaymak, taksim etmek, bölmek; düzenlemek, tasnif etmek, sınıflama yapmak; (matb). tertip olunmuş harfleri yerlerine dağıtmak.

distribution

(i). dağıtım, tevzi, dağıtma; bölme, taksim; tertip, tanzim; dağılma, yayılma.

distributive

(s). dağıtan, tevzi eden, taksim eden; (man). üleştirimli, tevzii; ferdl; (gram). ''her bir, ''her'', gibi sıfat ların anlamınl ifade eden. distributive jus tice herkesin hakkını verme, adalet dağıtımı, üleştirimli tüze.

district

(i)., (f). mıntıka, bölge, havali, nahiye, mahalle, kaza, sancak, seçim bölgesi; (f). mıntıkalara ayırmak. district attorney bir mıntıkanın başsavcısı (kıs DA) district court hukuki bir mıntıka içinde yetki sahibi olan mahkeme.

districtofcolumbia

(kıs DC) Washington mıntıkası.

distrust

(f)., (i). şüphe etmek, itimat etmemek, güvenmemek, emniyet etmemek, inanmamak; (i). şüphe, güvensizlik, emniyetsizlik, itimatsızlık. distrulltful (s). şüpheci, vesveseli, kuşkulu, başkalarına güveni olmayan.

disturb

(f). kanştırmak, altüst etmek, düzenini bozmak; rahatsız etmek, taciz etmek, tedirgin etmek; endişelendirmek, müteessir etmek, üzmek; telâşa düşürmek.

disturbance

(i). karışıklık, kargaşalık, fesat;rahatsızlık, sıkıntı.

disulphate

(i)., (kim). bisulfat.

disulphide

(i)., (kim). disülfür bir eleman ile iki kükürt atomundan meydana gelen bir madde.

disulphuric

(s)., (kim). disulfürik.

disunion

(i). aynlma; nifak, ihtilaf.

disunite

(f). ayırmak, aralarını bozmak; ayrılmak.

disunity

(i). ayrılık, ahenksizlik, uyumsuzluk.

disuse

(i). kullanılmama, kullanılmazlık; terk. fall into disuse kullanılmaz olmak, terkedilmiş olmak.

disuse

(f). kullanmaz olmak, kullanmamak, terketmek.

disutility

(i). kullanışsızlık, faydasız oluş; zararlı oluş.

disyllable

(i). iki heceli kelime.

ditch

(i)., (f). hendek; ark; (f). hendek kazmak; hendekle çevirmek; hendeğe atmak; (A.B.D). raydan çıkmak; (A.B.D)., argo kurtulmak, den kaçmak; argo arızalı bir uçağı suya indirmek. ditchdigger (i). hendek kazıcısı; ağır ve adi işte çalışan kimse. ditchwater (i). hendekte biriken pis su.

ditheism

(i). iki eşit tanrıya inanma; iki zıt prensibin varlığına inanma. ditheist (i). bu inancı kabul eden kimse.

dither

(f)., (i). titremek; (i). titreme, titreyiş be a11 in a dither tir tir titremek, çok heyecanlanmak, fazla telaşa kapılmak.

dithyramb

(i). ditiramp; kaside tarzında duygulu ve düzensiz bir üslupla yazılmış şiir. dithyrambic (s). bu tarzda yazılan.

dittany

(i). geyikotu, girit otu, (bot). Dictamnus albus, ilaç için kullanılan birkaç çeşit ot. dittany of Crete kurt helvası, (bot). Origanum dictamnus.

ditto

(i)., (z)., ünlem, (f). aynı şey (az önce anılan); (z). yukanda bahsedildiği gibi, aynı, aynen, tıpkı; ünlem, k.dili Kabull; (f). tekrarlamak; kopya etmek, makinayla suret çıkarmak. ditto mark denden işareti, ().

ditty

(i). bestelenmek için yazılmış şiir, kısa ve basit şarkı.

diuresis

(i)., (tıb). idrarın fazlalaşması. diuretic (dayyuretik) (s)., (i). idrar getiren, müdrir; (i). müdrir ilaç.

diurnal

(s)., (i). günlük, yevmi, her günkü; gündüze ait, gündüz olan; (bot). günlük bir devir gösteren, gündüz açılıp gece kapanan, bir günlük (çiçek).

diva

(i). primadonna.

divagate

(f). başıboş dolaşmak, yoldan ayrılmak, sapmak; konu dışına çıkmak. divaga'tion (i). sapma, ayrılma; konu dışına çıkma.

divalent

(bak). bivalent.

divan

(i). sedir; divan, meclisi hümayun, büyük meclis; salon, divan odası; tütün ve kahve içmeye mahsus salon veya oda; divan, bir şairin alfabetik sıraya göre düzenlenmiş şiirlerinin toplamı.

divaricate

(f). çatallanmak, ayrılmak, dallanmak. divarica'tion (i). dallanma, yayılma, çatallanma; ayrılık, fark, uyuşmazlık.

dive

(f)., (i). (d veya dove) suya dalmak, dalmak, batmak, suya atlamak; (hav). pike yapmak; (i). dalış; pike; batakhane. dive bomber bombardıman uçağı diving (s)., (i). dalan, dalmak için kullanılan; (i). dalış. take a dive (A.B.D.). argo, boks karşı tarafın kasti olarak yenmesini sağlamak. diving bell dalgıç hücresi. diving board atlama tahtası, tramplen. diving suit dalgıç elbisesi.

diver

(i). dalan kimse, dalgıç; suya dalan birkaç çeşit kuş, dalgıç kuşu. skin diver, scuba diver balıkadam.

diverge

(f). ayrılmak, birbirinden uzaklaşmak; sapmak, yolundan ayrılmak; farklı olmak, aykırı olmak, fikirce ayrılmak; ayırmak, birbirinden uzaklaştırmak. diver gence,- cy (i). ayrılma, uzaklaşma. divergent (s). çeşitli, muhtelif, muhalif, birbirine karşı. divergingly (z). gitgide birbirinden uzaklalaşarak.

diverse,divers

(s). muhtelif, çeşit çeşit, farklı. diversely (z). muhtelif surette, çeşitli olarak.

diversify

(f).değişik veya çeşitli bir hale sokmak.diöirsifica'tion (i).değişiklik,çeşitlilik.

diversion

(i). saptırma, yoldan çevirme; eğlence, oyun; vakit geçirme, oyalama, oyalanma; (ask). şaşırtma hareketi, sahte taarruz. diversionary tactics yoldan çevirmek için şaşırtıcı taktikler.

diversity

(i). başkalık, çeşitlilik, fark; çeşit, cins, nevi.

divert

(f). ilgisini başka yöne çekmek, dikkatini dağıtmak; çevirmek, saptırmak; oyalamak, eğlendirmek. divertingly (z). eğlendirecek şekilde.

divertissement

(i). eğlence; (müz). divertimento; opera, piyes gibi temsiller arasında sahneye konan bale gibi kısa ve eğlendirici oyun.

divest

(f). soymak, tecrit etmek; yoksun bırakmak, mahrum etmek. di- vestiture, divestment (i). soyma, tecrit etme; soyulma, tecrit edilme; mahrum etme veya edilme.

divide

(f)., (i). bölmek, taksim etmek, ikiye ayırmak, kesmek; tevzi etmek, dağıtmak; ara açmak; sınıflandırmak, tasnif etmek, kısımlara ayırmak; oy kullanmak için ikiye ayırmak veya ayrılmak (parlamento); (mat). bölmek; (i)., (cogr). yağmur sularını iki yana akıtan ve yamaçları veya meyilli düzeyleri birbirinden ayıran dağ sırası. divided highway geliş gidiş yönü birbirinden ayrılmış olan ana yol.

dividend

(i). kar hissesi; (mat). bölünen. dividend coupon (tic). kâr kuponu. cash dividend peşin ödenen kâr.

divider

(i). bölen veya ayıran kimse veya şey; hisseleri bölen kimse; (çoğ). pergel.

dividual

(s). bölünmüş, bölünebilir; ayrı, ayrılabilen; dağıtılmış.

divination

(i). kehanet, keşif, fal açma, gaipten haber verme; isabetli tahmin. div'inator (i). kâhin, falcı. divin'a tory (s). kehanete ait, kehanet iddiasında, gaipten haber veren.

divine

(s)., (i). Tanrı ile ilgili tanrı bilime ait, ilâhi, kutsal, göksel, tanrısal; fevkalade, mükemmel, fevkalade, mükemmel, ala;k.dili çok güzel; (i).rahip, ilahiyatçı.divinely (z). mükemmel olarak.

divine

(f). sezmek, hissetmek, gaipten haber vermek; kehanette bulunmak, önceden bilmek; fal açmak, fala bakarak önceden haber vermek; içine doğmak, malum olmak; tahmin etmek; özel bir çubuk ile yerini bulmak. diviner (i). kâhin, falcı, önceden haber veren kimse. divining rod yeraltında su veya maden damarı keşfinde kullanılan çatal şeklinde çubuk.

divinity

(i). tanrılık vasfı, ilahi vasıf, metafizik kuvvet, salt mükemmellik; ilâhiyat; ilâh, mabut, tanrı, tanrıça; Tanrıdan aşağı insandan üstün göksel yaratık, melek; bir çeşit şekerleme. divinity school ilâhiyat okulu. the Divinity Tanrı.

divisible

(s). taksimi mümkün, bölünebilir, ayrılabilir. divisibil'ity (i). bölünebilme, taksim edilebilme.

division

(i). bölme, taksim ayırma; bölünme, taksim olunma; hudut, bölme; parça, kısım, bölüm, bölge, daire; uyuşmazlık, anlaşmazlık, ayrılık, fark; oy kullanmada Parlamentonun ikiye ayrılması; (mat). bölme, taksim; (ask). fırka, tümen; den donanmanın bir filosu; (biyol). fasile. division of labor işbolümü. Iong division iki veya daha fazla haneli bölme. short division bir haneli bölme. divisional (s). bölme veya bölünme ile ilgili; (ask). tümene ait.

divisive

(s). bölen, dağıtan; anlaşmazlık yaratan, ayrılık yaratan, ihtilâf çıkaran.

divisor

(i)., (mat). bölen. greatest common divisor en büyük ortak bölen.

divorce

(i)., (f). boşama, boşanma, talâk; ayrılma, ayrılık; (f). boşamak; ayırmak; ayrılmak; alâkasını kesmek. divorcee (i). boşanmış kimse. divorcement (i). boşama, boşanma.

divot

(i). golf sopasıyla acemice vurarak kökünden kopartılan çim parçası.

divulge

(f). ifşa etmek, açığa vurmak, söylemek, yaymak. divulgence (i). ifşa etme, bir haberi yayma, ifşaat.

divvy

(i)., (f)., argo kısım, pay; (f)., up ile paylaşmak, bölmek.

dixenfranchise

(bak). disfranchise.

dixie

(i)., Dixie land Amerika Birleşik Devletlerinin güney eyaletleri.

dizzy

(s)., (f). başı dönen, baş döndüren, sersem, şaşkın, gözü kararmış; baş döndürücü, sersemletici; düşüncesiz dikkatsiz; k.dili budala, kuş beyinli; (f). başını döndürmek, sersemletmek. dizziness (i). baş dönmesi, sersemlik. dizzily (z). sersemcesine,aptalca, aklı yerinde olmayarak.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL