NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

dis ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: dis
Bulunan Sonuç: 281

dis

önek zıt oluş; uzaklaştırma; ayrı; olmayan (olumsuz bir kelimenin anlamını kuvvetlendirici ek); yapılan bir şeyi bozma anlamına gelen bir önek.

disability

(i). malûliyet; yetersizlik, kifayetsizlik, kuvvetsizlik, zaaf; yetkisizlik, salahiyetsizlik.

disable

(f). sakatlamak, kuvvetten düşürmek, zayıflatmak; (huk). salahiyetini elinden almak, ehliyetsiz kılmak. disabled (s). sakat. disablement (i). sakatlık; yetkisizlik, salahiyetsizlik.

disabuse

(f). yanlış bir fikri düzelterek gözünü açmak, doğru yolu göstermek.

disaccord

(f)., (i). ihtilaf halinde olmak, aralarında anlaşmazlık olmak; (i). anlaşmazlık, ahenksizlik.

disaccustom

(f). bir alışkanlıktan vazgeçirmek, bir itiyadı bıraktırmak.

disacknowledge

(f). inkar etmek, kabul etmemek, reddetmek.

disadvantage

(i). mahzur, aleyhte olan durum, dezavantaj, zarar, ziyan. at a disadvantage (diğerlerine nispetle) daha zayıf bir durumda olmak, dezavantajlı olmak. be to somebodys disadvantage bir kimsenin zararına olmak. disadvantaged (s). normal sayılan menfaatlerden mahrum.

disadvantage

(f). menfaatine halel getirmek, yararına olmamak, zarar vermek.

disadvantageous

(s). mahzurlu, zararlı; müsait olmayan, elverişsiz. disadvantageously (z). aleyhine olarak, zararına olarak.

disaffect

(f). sevgisini azaltmak, soğutmak.

disaffected

(s). sevgisi azalmış, soğumuş.

disaffirm

(f). inkar etmek, kabullenmemek; (huk). reddetmek, cerhetmek, nakzetmek; (i). inkar, ret, iptal.

disafforest

(f)., (ing). (huk). orman kanununun kapsamı dışında bırakmak, ormanları tahrip etmek, ormansız bırakmak.

disagree

(f). uyuşmamak, uymamak, uygun düşmemek; muvafık olmamak, anlaşamamak; bozuşmak, münakaşa etmek, tartışmak, atışmak; (gen). with ile bünyesine uygun gelmemek, yaramamak, dokunmak (yiyecek).

disagreeable

(s). nahoş, hoşa gitmeyen; kötü, huysuz, kavga eden, aksi, ters, sert. disagreeableness (i). uygunsuzluk, nahoşluk; terslik. disagreeably (s). terslikle, nahoş derecede.

disagreement

(i). ihtilaf, anlaşmazlık, ayrılık, tutmazlık, mübayenet, uyuşmazlık; çekişme, münakaşa, münazaa.

disallow

(f). müsaade etmemek, engel olmak men etmek; inkar etmek, reddetmek.

disannul

(f). (led, ling) tamamen lağvetmek, iptal etmek.

disappear

(f). gözden kaybolmak, kaybolmak; yok olmak; zail olmak, ortadan kaybolmak. disappearance (i). gözden kaybolma, kaybolma.

disappoint

(f). hayal kırıklığına uğratmak, memnun edememek, canını sıkmak, üzmek, müteessir etmek, ümitlerini boşa çıkarmak. disappointed (s). hayal kırıklığına uğramış, ümidi kırılmış. disap pointedly (z). hayal kırıklığına uğramış olarak. disappointingly (z). hayal kırıklığına uğratacak şekilde; canını sıkarak.

disappointment

(i). hayal kırıklığı, ümidi boşa çıkma, hüsran.

disapprobation

(i). beğenmeyiş, uygun görmeyiş, tensip etmeyiş, tenkit; memnuniyetsizlik, hoşnutsuzluk.

disapproval

(i). beğenmeyiş, hoşnutsuzluk, tasvip etmeyiş.

disapprove

(f)., of ile beğenmemek, uygun görmemek, tensip etmemek; tenkit etmek; reddetmek, kabul etmemek, tasvip etmemek. disapprovingly (z). beğenmeyerek, tasvip etmeyerek, reddederek.

disarm

(f). silahsızlandırmak, silahtan tecrit etmek, silâhını almak; zararsız hale getirmek; şüpheyi bertaraf etmek, dost kazanmak; (ask). silâhını elinden almak; silahları bırakmak; bir memleketin silahlı kuvvetlerinin sayısını azaltmak veya sınırlamak. disarm (ing). (s). dost kazandırıcı.

disarmament

(i). silahsızlanma, silahları bırakma, silahların sınırlandırılması.

disarrange

(f). karıştırmak, dağıtmak, düzenini bozmak. disarrangement (i). karışıklık, düzensizlik, dağınıklık.

disarray

(i)., (f). nizamsızlık, düzensizlik, karışıklık; düzensiz kıyafet; (f). düzensiz bir hale getirmek, bozmak.

disassemble

(f). sökmek, parçalarına ayırmak, demonte etmek.

disassociate

(f). ayırmak, münasebetini kesmek, ilgisini kesmek.

disaster

(i). felaket, belâ, musibet, talihsizlik, büyük kaza. disastrous (s). felâket getiren, feci. disastrously (z). feci halde.

disavow

(f). reddetmek, tanımamak, tekzip etmek, inkâr etmek. disavowal (i). ret, tekzip, inkâr.

disband

(f). dağıtmak; terhis etmek; dağılmak. disbandment (i). dağılma; terhis.

disbar

(f). (red, ring) (huk). barodan ihraç etmek. disbarment (i). barodan ihraç.

disbelieve

(f). inanmamak, iman etmemek. disbelieve in itimat etmemek. disbelief i imanslzlık, güvensizlik, itimatsızlık. disbeliever (i). inanmayan kimse, aksine inanan kimse.

disburse

(f). tediye etmek, ödemek, kasadan para vermek; harcamak; para dağıtmak; israf etmek. disbursement (i). tediye, ödeme; harcama; ödenen meblâğ; harcanan para.

disc

(bak). disk.

discard

(f)., (i). atmak, Iskartaya çıkarmak, ihraç etmek, tardetmek, kovmak; iskambil kağıt atmak, boş kağıt oynamak; (i). atma, çıkarma; boş kağıt.

discern

(f). ayırt etmek, tefrik etmek; sezmek, görmek, anlamak, farkına varmak, idrak etmek. discernible (s). fark edilebilir, görülebilir. discernibly (z). görülecek surette, aşikar olarak.

discerning

(s). idrak eden, anlayan, zeki. discerningly (z). idrak ederek, anlayarak.

discernment

(i). idrak, akıl, muhakeme; görüş, seziş, basiret, feraset.

discharge

(i). yük boşaltma; ateş etme (top ve tüfek), yaylım ateşi; sırtından yük atma, ödeme, ifa; azil, tart, ihraç, işten çıkarılma; terhis, izin; cereyan, akıntı, akış; cerahat, boru gibi şeyden akan madde; (elek). boşaltma; boyayı çıkaran madde, ağartıcı madde. discharge pipe akma borusu, boşaltma borusu.

discharge

(f). yük boşaltmak (gemi); çıkarmak, akıtmak; top veya tüfekle ateş etmek; ödemek; ifa etmek (vazife); görevine son vermek, işten çıkarmak: terhis etmek; ihraç etmek; serbest bırakmak; (elek). cereyanı boşaltmak; ağartmak, rengini açmak.

disciform

(s). plak veya disk şeklinde.

disciple

(i). taraftar, mürit, talebe; havari. discipleship (i). taraftarlık, talebelik; havarilik.

disciplinarian

(i). sert amir, disiplin taraftarı olan kimse.

disciplinary

(s(b disiplinle ilgili, inzibata ait; tahsil ve terbiyeye ait.

discipline

(i)., (f). disiplin, inzibat, terbiye, idare; talim; itaat, boyun eğme; cezalandırma, tekdir; ilim, bilim dalı; (f). terbiye etmek, yetiştirmek, idare etmek; disipline sokmak, yola getirmek; cezalandırmak.

disclaim

(f). inkâr etmek, benim değil diye reddetmek, kabul etmemek; müsaade etmemek, feragat etmek; reddetmek, vazgeçmek; (huk). bir dilekten veya iddiadan vazgeçmek.

disclaimer

(i). vazgeçen kimse; (huk). iddiadan vazgeçme, feragat, feragat name.

disclose

(f). açmak, ifşa etmek; keşfetmek, göstermek, izhar etmek. disclosure (i). açma, ifşa etme, söyleme; ifşa olunan şey, ifşaat, haber.

discography

(i). plak koleksiyonu, banda alınmış bilumum veya seçme müzik parçaları; banda alınmış veya plak haline getirilmiş müziğin düzenli bir şekilde sıralanması.

discoiddiscous

(s). disk şeklinde, yassı ve yuvarlak.

discolour

(f). rengini bozmak, soldurmak, lekelemek; rengini değiştirmek. discolora'tion (i). rengini bozma, rengi bozulma, solma; leke.

discombobulate

(f)., (A.B.D)., argo Arap saçı gibi karıştırmak, altüst etmek.

discomfit

(f). yenmek, mağlup etmek, bozguna uğratmak; sinirlendirmek, rahatsız etmek; şaşırtmak. discomfiture (i). rahatsızlık; şaşkınlık; bozgun, yenilgi, hezimet.

discomfort

(i)., (f). rahatsızlık, huzursuzluk, sıkıntı, ağrı, keder; (f). sıkıntı vermek, rahatsız etmek, üzmek, canını sıkmak.

discommode

(f). taciz etmek, rahatsız etmek; zahmet vermek, külfet yüklemek.

discompose

(f). düzenini bozmak, şaşırtmak, sinirlendirmek; karıştırmak, rahatını bozmak. discomposure (i). telâş, sinirlenme.

disconcert

(f). düzenini bozmak, karıştırmak; sinirlendirmek; şaşırtmak. disconcerted (s). düzeni bozulmuş, canı sıkılmış.

disconformity

(i). düzensizlik.

disconnect

(f). baglantısını kesmek, ayırmak, çıkarmak. disconnection, (ing). exion (i). bağlantının kesilmesi, ayrılma.

disconsolate

(s). teselli kabul etmez, çok kederli; acıklı. disconsolately (z). kederle. disconsolateness (i). keder, teselli kabul etmez durum.

discontent

(i)., (f)., (s). hoşnutsuzluk, memnuniyetsizlik, dargınlık; (f). memnuniyetsizliğe sebep olmak; (s). memnun olmayan, hoşnutsuz. discontentedly (z). hoşnutsuz olarak, memnuniyetsizlikle, istemeyerek. discontentedness discontentment (i). hoşnutsuzluk, memnun olmayış.

discontinuanceation

(i). kesilme, inkıta, fasıla, aralık.

discontinue

(f). kesmek, devam etmemek, yanda bırakmak, vazgeçmek, tatil etmek.

discontinuity

(i). devamsızlık, fasıla, inkıta.

discontinuous

(s). devamsız, fasılalı, ayrılmış, ayrı, aralıklı. discontinuously (z). fasıla ile, aralıklı olarak.

discophile

(i). plak toplamaya ve incelemeye meraklı kimse.

discord

(i). ahenksizlik, fikir ayrılığı, anlaşmazlık, ihtilâf, kavga; (müz). falso, gürültü. sow discord anlaşmazlık yaratmak, mesele çıkarmak.

discord

(f). uymamak, uyuşmamak, çarpışmak. discordance (i). ahenksizlik, uyuşmazlık, anlaşmazlık, düzensizlik.

discordant

(s). aralarında uyuşmazlık bulunan, karşı, muhalif, ahenksiz; (müz). uyumsuz, düzensiz. discordantly (z). ahenksizce, muhalif olarak.

discotheque

(i). diskotek.

discount

(i)., (f). iskonto, tenzilat, fiyat indirimi; kar oranı; (f). fiyat indirimi yapmak, tenzilat yapmak, iskonto etmek, hesaptan düşmek; kırdırmak, kırmak (senet, bono), sonucunu göz önünde tutarak hesaba katmak; aldırmamak; aslını saymamak. discount house daha ucuza mal satılan mağaza.

discountenance

(f). utandırmak; tasvip etmemek, yüz vermemek, cesaretini kırmak.

discourage

(f). hayal kırıklığına uğratmak, gözünü korkutmak, hevesini kırmak, cesaretini kırmak. discourage somebody from doing something birini bir işten vaz geçirmek; fikrini değiştirmek. discouraging ly (z). hayal kırıklığına uğratarak, hevesini kırarak. discouragement (i). cesaretsizlik, hevesin kırılması.

discourse

(i)., (f). karşılıklı konuşma, mükâleme, muhavere; tez, makale, broşür; söz, hitabe, nutuk; (f). söylemek, bahsetmek, konuşmak, hitap etmek, bir konuyu sözle veya yazılı olarak işlemek.

discourteous

(s). nezaketsiz, kaba, saygısız, hürmetsiz. discourteously (z). saygısızlıkla discourtesy (i). nezaketsizlik, kabalık.

discover

(f). keşfetmek, bulmak; meydana çıkarmak. discoverable (s). keşfi mümkün. discoverer (i). kâşif, keşfeden kimse, bulan kimse.

discovert

(s)., (huk). evlenmemiş veya dul (kadın).

discovery

(i). keşif, ilk buluş, ilk görüş, meydana çıkarma; izhar, bildirme, tanıtma; keşfedilen şey, bulgu; (huk). ifşaat.

discredit

(f). itibardan düşürmek, kötülemek; şüpheye düşürmek, güvenini sarsmak; inanmamak, kulak asmamak, itimat etmemek.

discredit

(i). itibarsızlık; itimatsızlık, şüphe. be to somebody's discredit birinin şerefine halel getirmek, bir kimsenin şerefini lekelemek.

discreditable

(s). ayıplanacak haysiyet kırıcı, şerefe halel getirici. discreditably (z). şerefe halel getirecek şekilde, yakışık almaz bir surette.

discreet

(s). tedbirli, ihtiyatlı, akıllı, basiretli. discreetly (z). tedbirli olarak, basiretle, akıllıca. discreetness (i). tedbir, ihtiyat, basiret.

discrepancy

(i). ayrılık, zıtlık, ihtilaf, başkalık. discrepant (s). farklı, zıt, muhalif.

discrete

(s). ayrı, farklı, göze çarpan, temayüz eden; ayrı ayrı kısımlardan ibaret; (fels). munfasıl, soyut.

discretion

(i). kibarlık, naziklik; şahsi karar verebilme yetkisi, takdir edebilme hakkı; dikkat; tefrik, ayırma. Discretion is the better part of valor. Basiret cesaretten sayılır. at your discretion istediğiniz zamanda. surrender at discretion kayıtsız şartsız teslim. years of discretion aklın hâkim olduğu yaşlar. discretional, discretionary (s). ihtiyari, bir kimsenin arzusuna bağlı.

discriminate

(f). ayırmak, tefrik etmek, temyiz etmek, fark etmek, fark görmek, farkına varmak; fark gözetmek, ayrı tutmak, ayırım yapmak; bir kimse veya bir şeye karşı aleyhte hareket etmek. discriminately (z). tedbirle, muhakeme ile.

discriminating

(s). fark eden, ayıran, tefrikeden; zevk sahibi olan, anlayarak takdir eden, görüş sahibi olan.

discrimination

(i). aleyhte davranma; ayırım, tefrik, temyiz; ince farkları görebilme kabiliyeti, zevk sahibi oluş; fark gözetme, ayırım yapma.

discriminative

(s). ince farkları görebilen, fark gözeten.

discriminatory

(s). aleyhte davranan ile ilgili; ayırt edebilme kabiliyeti ile ilgili.

discursive

(s). bir şeyden diğerine atlayan; tutarsız, ipsiz sapsız; infotmal daldan dala konan; mantıkî yoldan sonuca varan. discursively (z). bir şeyden diğerine çabuk atlayarak, tutarsızlıkla. discursiveness (i). bir şeyden diğerine çabuk atlama, tutarsızlık, ipsiz sapsızlık.

discus

(i)., spor disk; disk atma sporu.

discuss

(f). müzakere etmek, görüşmek, münakaşa etmek, tartışmak. discussant (i). bir toplantı veya seminere katılan kimse, konuşmacı. discussible (s). münakaşa edilebilir, müzakeresi mümkün.

discussion

(i). müzakere, görüşme, münakaşa, sözlü veya yazılı tartışma.

disdain

(i)., (f). küçük görme, tepeden bakma, hor görme; kibir, gurur; (f). tenezzül etmemek, hakir görmek, hor görmek. disdainful (s). kibirli, tepeden bakan, mağrur. disdainfully (z). tenezzül etmeyerek, hor görerek.

disease

(i). hastalık, rahatsızlık, illet, maraz.

diseased

(s). hasta, mariz, hastalıklı. He was diseased in body and mind. Hem vücutça hem akılca hasta idi.

disembark

(f). gemiden karaya çıkarmak veya çıkmak. disembarka'tion (i). karaya çıkarma; karaya çıkma.

disembarrass

(f). mahcup bir duruma düşmekten kurtarmak; güç bir durumdan sıyırmak, rahatlatmak. disembarrassment (i). güç bir durumdan kurtarma, rahatlatma.

disembody

(f). bedenden ayırmak, cisimden tecrit etmek. disembodied (s). bedenden ayrılmış, cisimden kurtulmuş. disembodiment (i). bedenden ayırma veya ayrılma.

disembogue

(f). suyunu denize dökmek, denize dökülmek (nehir), akıtmak. disemboguement (i). nehrin denize dökülmesi.

disembowel

(f). (ed, led, ing, ling) bağırsaklarını çıkarmak.

disenchant

(f). büyüden kurtarmak, büyüsünü çözmek; gözünü açmak. disenchantment (i). büyüyü ,çözme; gözünü açma.

disencumber

(f). yük veya sıkıntıdan kurtarmak.

disengage

(f). ilgisini kesmek, bağlantısını kesmek, affetmek, salıvermek, serbest bırakmak; (ask). düşman kuvvetlerinden uzaklaşmak. disengaged (s). serbest, boş, tutulmamış. disengagement (i). ilgiyi kesme; salıverme, serbest bırakma.

disentangle

(f). serbest bırakmak, çıkarmak, dolaşmış bir şeyi çözmek; salıvermek; açılmak, kurtulmak, çözülmek. disentanglement (i). çözülme, açılma, kurtulma.

disenthrall

(f). serbest bırakmak, azat etmek, kurtarmak.

disentitle

(f). unvan veya iddiadan mahrum etmek, yetkisini elinden almak.

disentrance

(f). büyüden kurtarmak, vecit halinden kurtarmak.

disestablish

(f). resmi müessese halinden çıkarmak, kilisenin devletle olan ilişkisini kesmek. disestablishment (i), resmi müessese halinden çıkarma, kilisenin devletle olan ilişkisini kesme.

disesteem

(i)., (f). itibarsızlık; (f). itibar etmemek, saymamak.

disfavor

(ing). vour (i)., (f). itibarsızlık, gözden düşme; zarar; (f). gözden düşürmek, rağbet etmemek, hoşlanmamak; taraftar olmamak, aleyhinde olmak, karşı olmak.

disfigure

(f). seklini bozmak, çirkinleştirmek, biçimsizleştirmek. disfigurement (i). çirkinleştirme, çirkinlik, şekilsizlik.

disfranchise

(f). vatandaşlık haklarından ve özellikle oy verme hakkından mahrum etmek; herhangi bir hak veya menfaatten mahrum etmek. disfranchisement (i). vatandaşlık haklarından mahrum etme, oy verme hakkını elinden alma.

disgorge

(f). kusmak; boşaltmak; teslim etmek, zorla vermek. disgorgement (i). kusma; zorla verme, teslim etme.

disgrace

(i). gözden düşme, itibardan düşme; ayıp, rezalet, yüz karası, utanç. be in disgrace gözden düşmüş olmak, utanç verici bir durumda olmak. be a disgrace to someone birinin yüz karası olmak. disgrace ful (s). çok ayıp, utanç verici, rezil. disgrace fully (z). utanılacak bir surette, rezilâne.

disgrace

(f). itibardan düşürmek, gözden düşürmek; rezil etmek.

disgruntle

(f). üzmek, sıkmak. disgruntled (s). üzgün, canı sıkılmış.

disguise

(f). gizlenmek, kılığını değiştirmek, tebdili kıyafet etmek, gizlemek, saklamak. thinly disguised sözde gizli, yarı kapalı. disguisedly (z). gizlenmiş olarak, tebdili kıyafet ile.

disguise

(i). sahte kıyafet, tebdili kıyafet, sahtelik gizlenme, maskelenme. in disguise gizli, kılığını değiştirmiş, tebdili kıyafet etmiş.

disgust

(i)., (f). nefret, istikrah, iğrenme, tiksinme; bezginlik, bıkkınlık; (f). iğrendirmek, nefret ettirmek, tiksindirmek; bezdirmek bıktırmak; kusturmak. be disgusted with çok kızmak, bıkmak, nefret etmek. disgustedly (z). iğrenerek, tiksinerek. disgusting (s). menfur, iğrenç.

dish

(i). tabak, çanak; yemek; (k).dili bir kimsenin rahatlıkla yaptığı şey; argo güzel kız. dishcloth (i). tabak bezi. dishful (i). bir tabak dolusu. dishpan (i). bulaşık tası. dishwasher (i). bulaşıkçı; bulaşık yıkama makinesi. dish water (i). bulaşık suyu. dull as dishwater can sıkıcı, kasvetli. side dish salata gibi asıl yemek dışındaki yiyecek.

dish

(f)., up ile tabağa koymak; ortasını çukurlatmak, oymak; sunmak için hazırlamak; out ile, argo sıkı. cezalandırmak. dished (s). içe çökük veya dışa dönük (tekerlek), argo yıpranmış.

dishabille

(i). ev elbisesi; yarı giyinmiş olma.

disharmony

(i). ahenksizlik, uyumsuzluk, düzensizlik.

dishearten

(f). cesaretini kırmak, ümidini kırmak; hevesini kırmak.

dishevel

(f). (ed veya Ied ing veya ling) darmadağınık etmek (saç, giyim), karmakarışık etmek. disheveled (s). karmakarışık, darmadağınık, perişan.

dishonest

(s). namussuz, şerefsiz, haysiyetsiz, sahtekâr, aldatıcı. dishonestly (z) namussuzca, şerefsizce.

dishonesty

(i). namussuzluk, şerefsizlik, sahtekârlık.

dishonor

(ing). our (i)., (f). ayıp, rezalet, namussuzluk, utanç leke, şerefsizlik; (huk). ödemeyiş; (f). şerefine halel getirmek; namusuna leke sürmek; ırzına tecavüz etmek; (huk). tediyeyi reddetmek. dishonorable (s). namussuz, haysiyetsiz, şerefsiz. dishonorably (z). namussuzca, alçakça.

disillusion

(f). hayal kırıklığına uğratmak, gözünü açmak. disillusionment (i). hayal kırıklığı, gözü açılma.

disincline

(f). (bir şeyden veya kimseden) soğutmak, çevirmek, caydırmak. be veya feel disinclined canı istememek. disinclina'tion (i). isteksizlik, gönülsüzlük.

disinfect

(f). dezenfekte etmek, mikroptan temizlemek. disinfectant (i)., (s). dezenfektan, mikrop öldürücü kimyasal madde; (s). dezenfekte eden. disinfection (i). dezenfekte etme.

disingenuous

(s). samimi olmayan, kurnaz, iki yüzlü, gizli maksadı olan. disingenuously (z). samimiyetsizlikle, iki yüzlülükle.

disinherit

(f). mirastan mahrum etmek, reddetmek. disinheritance (i). mirastan mahrumiyet.

disintegrate

(f). bir bütünü kısımlarına ayırmak; parçalara ayrılıp dağılmak. disintegra'tion (i). ayrılıp dağılma; (fiz). atomların bölünmesi. disin'tegrator (i). ayırıp dağıtan aygıt; öğütme makinesi.

disinter

(f). (terred terring) gömülmüş bir şeyi yeraltından çıkarmak; açığa çıkarmak, eşmek. disinterment (i). mezardan çıkarma.

disinterest

(i). tarafsızlık; meraksızlık, alâkasızlık, ilgisizlik. disinterested (s). tarafsız, önyargısı olmayan; kendi çıkarını gözetmeyen, kendi menfaatini düşünmeyen; ilgisiz.

disjectamembra

(Lat). dağıtılmış kısımlar veya parçalar (yazıda).

disjoin

(f). ayırmak, parçalara ayırmak, bütünlüğünü bozmak.

disjoint

(f). ayırmak, parçalamak, ek yerinden ayırmak; düzenini bozmak, dağıtmak. disjointed (s). ek yerinden çıkmış. disjointedly (z). darmadağınık bir şekilde. disjointedness (i). dağınıklık, düzensizlik. disjointly (z). ayrı ayrı.

disjunct

(s). ayrı, munfasıl. disjunction (i). ayrılma. disjunctive (s)., (i). ayıran, bölen; (i). ayırıcı nitelikte herhangi bir şey; (gram). iki ayrı fikri birleştiren bağlaç; (man). ayrık önerme.

disk, disc

(i). yassı dairesel cisim, disk, kurs, ağırşak; gramofon plağı. disk harrow keskin çarklarla işleyen çiftçi tırmığı. disk jockey radyoda plak takdimciliği yapan kimse, diskcokey.

dislike

(f)., (i). sevmemek, hoşlanmamak, hazzetmemek; (i). nefret, hoşlanmayış. take a dislike to soğumak.

dislocate

(f). yerinden çıkarmak; (tıb).. mafsaldan çıkarmak; bozmak. disloca'tion (i)., (tıb). çıkık.

dislodge

(f). yerinden çıkarmak, siper gibi bir yerden çıkarmak; bir evden çıkmak, taşınmak. dislodg(e)ment (i). yerinden çıkarma veya çıkarılma.

disloyal

(s). vefasız, sadakatsiz, hain. disloyally (s). vefasızca, haince. disloyalty (i). vefasızlık, hıyanet.

dismal

(s). kederli, neşesiz, kasvetli; sönük. dismally (z). kederle, kasvetle. dismalness (i). keder, kasvet.

dismantle

(f). sökmek, parçalara ayırmak, kaldırmak; eşyasını boşaltmak (ev), silâhtan tecrit etmek, arma veya silâhlarını almak. dismantlement (i). boşaltma, sökme, parçalara ayırma.

dismast

(f). geminin direğini kırmak veya çıkarmak.

dismay

(f)., (i). korkutmak, dehşete düşürmek, yıldırmak cesaretini kırmak; (i). yeis, keder, ümitsizlik, dehşet içinde kalma.

dismember

(f). parçalamak, uzuvları bedenden ayırmak. dismemberment (i). parçalama, parçalanma.

dismiss

(f). işten çıkarmak; yol vermek, gitmesine müsaade etmek; azletmek; bertaraf etmek, defetmek bırakmak; (huk). davayı reddetmek. dismiss from mind aklından çıkarmak, düşünmemek. dismissal (i). yol verme, azledilme; izin, müsaade. dismissible (s). bertaraf edilebilir, bırakılabilir.

dismount

(f). binek hayvanı veya bisikletten inmek veya indirmek; (mak). sökmek.

disobedience

(i). itaatsizlik, baş kaldırma, serkeşlik. disobedient (s). itaatsiz, asi, serkeş. disobediently (z). itaatsizce, serkeşçe.

disobey

(f). itaatsizlik etmek, boyun eğmemek, serkeşlik etmek, emre karşı gelmek, söz dinlememek.

disoblige

(f). hatırını kırmak, hatırını saymamak, ricasını kabul etmemek, gücendirmek. disobliging (s). habr kırıcı, ricasını kabul etmeyen, kaba, nezaketsiz. disobligingly (z). hatır kırarak.

disorder

(i)., (f). düzensizlik, intizamsızlık, nizamsızlık; karışıklık, gürültü; hastalık, illet; (f). düzenini bozmak, karıştırmak; (sağIığını) bozmak. disordered (s). düzensiz, nizamsız, bozuk, karışık; kaçık, çatlak.

disorderly

(s). düzensiz, nizamsız, sistemsiz; yolsuz, uygunsuz; açık saçık, ahlâksız; başıboş, gürültülü, velveleli. disorderly conduct (huk). genel ahlâka aykırı davranış. disorderly house umumhane, genelev. disorderliness (i). intizamsızlık, düzensizlik, karışıklık; uygunsuzluk, terbiyesizlik.

disorganize

(f). düzenini bozmak, nizamını bozmak, karmakarışık etmek, altüst etmek, karıştırmak. disorganiza'tion (i). düzensizlik, nizamsızlık, karışıklık.

disorient

(f). (bir kimsenin) yolunu şaşırtmak; zihnini karıştırmak.

disown

(f). reddetmek, inkâr etmek, tanımamak, kabul etmemek, sahip çıkmamak.

disparage

(f). aleyhinde bulunmak, kötülemek, itibarını sarsmaya çalışmak, küçük görmek, küçük düşürmek, takdir etmemek. make disparaging remarks küçük düşürücü sözler söylemek, bozmak. disparagement (i). aleyhinde bulunma, kötüleme. disparagingly (z). tenkit edercesine, aleyhinde bulunarak.

disparate

(s). eşit olmayan, birbirine benzemeyen, tamamen ayrı, farklı.

disparity

(i). eşitsizlik, müsavatsızlık, fark, nispetsizlik.

dispassionate

(s). tarafsız, hislerine kapılmayan, serinkanlı, sakin. dispassionately (z). tarafsızlıkla, hislerine mağlup olmadan. dispassionateness (i). tarafsızlık; serinkanlılık.

dispatch

(i)., (f). gönderme, sevketme, çekme (telgraf); öldürme, idam etme; acele, sürat; yazışma, mektup; telgraf; (f). göndermek (kurye veya mektup), çekmek (telgraf); sevk etmek; idam etmek; süratle bitirmek. dispatch boat resmi mektupları taşıyan devlet gemisi. dispatch rider (ask). posta. dispatcher (i). hareket memuru (tren, uçak).

dispel

(f). (pelled pelling) dağıtmak, defetmek, gidermek.

dispensable

(s). elzem olmayan, vaz geçilebilir; mazur görülebilir. dispensability (i). vazgeçilebilir olma hali.

dispensary

(i). dispanser, bakım evi; eczane.

dispensation

(i). dağıtma, bölme; idare, tertip; takdiri ilâhi; bağışıklık, muafiyet; af, hariç tutma, dışında bırakma, istisna.

dispensatory

(i). ilâçların ter kibini izah eden kitap, kodeks; eski dispanser.

dispense

(f). dağıtmak, tevzi etmek, vermek; üstesinden gelmek, başarmak; yap- mak, hazırlamak (ilâç reçetesini) dispense with vaz geçmek, yol vermek. dispenser (i). dağıtan kimse; yöneten veya idare eden kimse.

dispersal

(i). dağılma, dağıtılma.

disperse

(f). dağıtmak, yaymak, ayırmak, saçmak; ayrılmak, yayılmak, dağılmak. dispersion (i). dağıtma, dağıtım, dağılma; (fiz). dağılım, saçılma, inhilâl (ışın) dispersive (s). dağıtmaya meyilli.

dispirited

(s). keyifsiz, neşesiz. dispiritedly (z). keyifsiz olarak. dispirited ness (i). keyifsizlik.

displace

(f). yerinden çıkarmak, yerini değiştirmektirmek; yerini zaptetmek; azletmek, işten çıkarmak. displaced person harp sebebiyle memleketini terketmeye mecbur kalan kimse.

displacement

(i). yerinden çıkarma veya çıkarılma; (fiz). bir geminin ihraç ettiği suyun ağırlığı.

display

(i)., (f). gösterme, teşhir, sergileme, arz, izhar, gösteriş; (f). göstermek, teşhir etmek, göz önüne sermek, izhar etmek, arz etmek; (matb). iri harflerle teşhir etmek. make a display gösteriş yapmak.

displease

(f). darıltmak, gücendirmek, canını sıkmak, sinirlendirmek.

displeasure

(i). memnuniyetsizlik, hoşnutsuzluk, kırılma, gücenme, öfke.

disport

(i)., (f). oynama, oyalanma, eğlenme; (f). oynamak, oyalanmak, eğlenmek.

disposable

(s). elden çıkarılabilir, verilebilir; icabına göre kullanılabilir; kullanıl dıktan sonra atılabilir.

disposal

(i). düzen, tertip, tanzim; idare, tasarruf; satma, satış, başkasına verme, elden çıkarma; iktidar. at one's disposal emrine amade, hizmetinde.

dispose

(f). niyetlendirmek; dağıtmak; düzenlemek, tanzim etmek; idare etmek, kullanmak, tasarruf etmek; uydurmak, kandırmak; son şeklini vermek; of ile satmak, vermek, elden çıkarmak. Man proposes, God dis poses Muratinsandan,takdir Allahtan Takdir tedbiri bozar.

disposition

(i). düzen, tertip, idare, nizam, tanzim; eğilim, temayul; mizaç, tabiat, huy; istidat, hal.

dispossess

(f). mal ve mülküne el koymak, evinden çıkarmak, (huk). tahliye etmek; yoksun bırakmak, mahrum etmek. dispossession (i). mal ve mülke el konulması, evden çıkarma veya çıkarılma.

dispraise

(f)., (i). kötülemek, ayıplamak, kıymetini takdir etmemek; (i). kötüleme, ayıplama. dispraisingly (z). kötüleyerek, ayıplayarak.

disproof

(i). cerh, ret, aksini ispatlama.

disproportion

(i). nispetsizlik, fark. disproportional (s). nispetsiz olan disproportionally (z). nispetsiz olarak.

disproportionate

(s). nispetsiz, gereğinden fazla, aşırı, ifrata kaçan, uymayan. disproportionately (z). nispetsizce. disproportionateness (i). nispetsizlik.

disprove

(f). yanlış olduğunu göstermek, aksini ispat etmek, çürütmek (fikir, iddia); reddetmek. disprovable (s). çürütülelir.

disputable

(s). inkâr edilebilir, itiraz kaldırır, tartışılabilir; şüpheli. disputably (z). tartışılabilecek surette, inkâr edilebilecek şekilde.

disputant

(i). münakaşacı, tartışmacı, münakaşada bir tarafı savunan.

disputation

(i). tartışma, münakaşa, münazara. disputatious, dispu'tative (s). münakaşacı, tartışmacı.

dispute

(i). kavga, tartışma, münakaşa, mücadele; (f). tartışmak, münakaşa etmek; bir şeyin doğruluğundan şüphe etmek; karşı koy mak, reddetmek, kabul etmemek, itiraz etmek, mücadele etmek. beyond dispute münakaşa kabul etmez, herkesçe kabul edilmiş.

disqualification

(i). yetkisiz kılma, yetkisizlik, salâhiyetsizlik, ehliyetsizlik; oyundan çıkarma cezası.

disqualify

(f). yetkisini elinden almak (ceza olarak); oyun oynama hakkını elinden almak; ödul alma hakkını iptal etmek.

disquiet

(f)., (i). rahatsız etmek, endişe vermek, huzurunu kaçırmak, üzmek; (i). merak, endişe, huzursuzluk, üzüntü. disqui eting (s). merak verici, rahatsız edici, huzur kaçırıcı. disquietude (i). rahatsızlık, huzursuzluk, üzüntü.

disquisition

(i). tez, tetkik, çaIışma, travay; nutuk, söylev.

disregard

(f)., (i). ehemmiyet vermemek, önemsememek, aldırmamak, saymamak, itibar etmemek, ihmal etmek; (i). ihmal, kayıt sızlık, itibar etmeyiş, saymayış.

disrelish

(i)., (f). tiksinme, hoşlanmayış; (f). hoşlanmamak, beğenmemek, tiksinmek.

disrepair

(i). tamire muhtaç olma; bakımsızlık. in disrepair tamire muhtaç, harap halde.

disreputable

(s). itibarsız, kötü şöhreti olan, haysiyetsiz, namussuz, rezil.

disrepute

(i). itibarsızlık, kötü şöhret. fall into disrepute şöhreti lekelenmek, ismi kötüye çıkmak, itibardan düşmek.

disrespect

(i)., (f). hürmetsizlik, saygısızlık, adam yerine koymayış, kabalık; (f). hürmet etmemek, saymamak. show disre spect for saygısızlıkta bulunmak. disre spectable (s). saygısız.

disrobe

(f). soymak, elbisesini çıkarmak; soyunmak. disrobing room soyunma odası.

disrupt

(f). karışıklık içine itmek; engel olmak; yarmak, kesmek, çatlatmak, kırıp ayırmak. disruption (i). karışıklık içine itme; engel olma; kesilme, çatlama, bozulma, yarık. disruptive (s). yıkıcı, bozucu.

dissatisfy

(f). memnun etmemek, hoşnut etmemek, tatmin edememek. dissatisfac'tion (i). memnuniyetsizlik, hoşnutsuzluk, tatminsizlik.

dissect

(f). parçalara ayırmak, teşrih etmek, tahlil etmek; inceden inceye tetkik etmek. dissecting (i). teşrih, tahlil. dissection (i). teşrih, teşrih edilen şey. dissector (i). teşrihçi.

disseize disseise

(f)., (huk). mal ve mülkünü elinden almak (bilhassa haksızca) disseizin, disseisin (i). emlâki zaptetme, emlâki zaptedilme.

dissemble

(f). gizlemek, saklamak, örtbas etmek; başka şekilde göstermek; gör- mezlikten gelmek, anlamazlıktan gelmek; iki yüzlülük etmek, mürailik etmek .dissemblance (i). mürailik.

disseminate

(f). saçmak, yaymak, neşretmek; geçirmek, sirayet ettirmek dis- semina'tion (i). neşir, saçma, saçılma; geçme, sirayet..

dissension

(i). anlaşmazlık, kavga, çekişme.

dissent

(f)., (i). karşı koymak, muhalif olmak, kabul etmemek; ayrılmak; (i). kabul etmeyiş, ihtilâf, ayrılık.

dissepiment

(i)., (biyol). bölme, ayıran zar.

dissertation

(i). tez, travay, risale: nutuk, söylev.

disservice

(i). zarar, ziyan. do dis serviceto bir kimseye zarar vermek.disserve (f). bir kimseye kötülük etmek, incitmek, kırmak.

dissever

(f). tamamen ayırmak, bir birinden ayırmak, kesip ayırmak; ayrılmak.

dissidence

(i). fikir ayrılığı, ihtilâf, karşı koyma, muhalefet.

dissident

(s)., (i). muhalif, karşı koyan (kimse).

dissimilar

(s). birbirine benzemeyen, farklı, başka, muhtelif. dissimilar'ity (i). baş- kalık, farklılık, benzemeyiş.

dissimilation

(i). farklı yapma veya olma (ses).

dissimilitude

(i). benzemeyiş, başkalık, fark.

dissimulate

(f). başka türlü göstermek, hislerini gizlemek, ikiyüzlüluk etmek. dissimulation (i). mürailik, ikiyüzlülük.

dissipate

(f). dağıtmak, israf etmek, ziyan etmek, har vurup harman savurmak; dağılmak; müsrif olmak; ziyan olmak, harcanmak; sefahate dalmak. dissipated (s). müsrif, sefih; ayyaş; dağılmış, israf olunmuş. dissipa'tion (i). dağıtma, dağılma, zihin dağınıklığı; israf; sefahat.

dissociate

(f). ayırmak, tefrik etmek; kim ayrıştırmak, bir cismi terkip eden unsurları birbirinden ayırmak. dissocia'tion (i). ayırma, ayrılma, tefrik; (kim). çözüşme; (psik). şahsiyetin çözülmesi.

dissoluble

(s). erir, eritilebilir, hallolunur; çözülür; fesholunabilir.

dissolute

(s). ahlaksız, çapkın, sefih. dissolutely (z). ahlaksızca, sefihçe disso- luteness (i). ahlaksızlık, sefahat.

dissolution

(i). eritme, erime; ayırma; tatil etme; sona erme; ölüm, zeval.

dissolve

(f). eritmek, erimek, halletmek, hallolmak; ,çözmek, açmak; feshetmek, dağıtmak; izale etmek, yok etmek; zeval bulmak; televizyon veya filimde iki görüntüyü karıştırarak değiştirmek. dissolve into tears gözyaşları boşanmak. dissolvable (s). erir,eritilebilir, çözülebilir; fesholunabilir dissol vent (i)., (s). eritici, muhallil (madde).

dissonance

(i). ahenksizlik, uyumsuzluk, seslerin birbirine uymaması; (müz)., (fiz). akortsuzluk.

dissonant

(s). ahenksiz, uyumsuz, uygun olmayan.

dissuade

(f). aksine ikna etmek, caydırmak, vazgeçirmek. dissuasion (i). vazgeçirme, caydırma.

dissyllable

(i). iki heceli kelime.

dissymmetry

(i). simetrik olmayış, bakışımsızlık; (mat). simetrisizlik. dist kıs. distance, distinguish, district.

distaff

(i). öreke; kadın işi, kadın veya kadınlar. distaff side ailenin kadın kısmı.

distal

(s)., (bot)., (anat). merkez veya mafsaldan uzak.

distance

(i)., (f). mesafe, uzaklık, ara, menzil; müddet, fasıla; aralık; (güz). (san). buut, perspektif; (f). geride bırakmak. a good distance off epeyce uzakta. at a distance uzakta, uzak bir yerde; belirli bir mesafede. from a distance uzaktan. keep one's distance haddini bilmek, sokulmamak, 1üzumlu olan mesafeyi muhafaza etmek. middle distance orta buutta. within striking distance vurulabilecek mesafede.

distant

(s). uzak, ırak (yer veya zaman); soğuk, ağır, mesafeli (kimse); belirsiz, hafif. distant relative uzak akraba. distantly (z). uzaktan, soğuk bir tavırla.

distaste

(i)., (f). sevmeyiş, hoşlanmayış; (f). tadını beğenmemek, zevk almamak, hazzetmemek.

distasteful

(s). tatsız, nahoş, sevilmeyen, makbul olmayan. diststefully (z). tatsız bir şekilde.

distemper

(i)., (f). huysuzluk, aksilik, terslik; rahatsızlık; karışıklık; bir çeşit köpek hastalığı; (f). rahatsız etmek, hasta etmek,keyfini kaçırmak,sirlendirmek.

distemper

(i)., (f). yumurta karıştırılmış bir çeşit boya; bu boyayı kullanma usulu; (f). boyaya yumurta karıştırmak; bu boya ile sahne veya duvar boyamak.

distend

(f). şişirmek, yaymak, germek; şişmek, yayılmak, gerilmek. distention (i).şişme, gerilme, germe, yayılma, yayma.

distich

(i). beyit, iki mısra.

distichous

(s)., (bot). dikey iki sıra halinde düzenlenmiş.

distil

(f). (tilled, tilling) imbikten çekmek, taktir etmek, damıtmak; damlamak, süzülmek, imbikten çekilmek; bir fikrin özünü bulup çıkarmak. distillate (i). imbikten geçmiş sıvı, öz. distilled (s). imbikten geçmiş distilla'tion (i). taktir, damıtma: öz. distiller (i). imbikten çekici; rakı v.b. imal eden kimse. distillery (i). taktirhane, içki imal eden fabrika.

distinct

(s). ayrı, farklı, başka; bağımsız, müstakil; açık, vazıh, belli. distinctly (z). açıkça, vuzuhla; şüphesiz, muhakkak, kesin olarak. distinctness (i). vuzuh, açıklık, farkIıIık.

distinction

(i). ayırt etme, tefrik, temyiz; fark, idrak; açıklık, vuzuh; nişan, rütbe, paye; sivrilme, yukselme, temayüz; üstünlük. distinction without a differ ence hak olunmayan sivrilme, suni fark.

distinctive

(s). ayıran, ayırt eden, tefrik ve temyiz eden; özellik belirten. disnctively (z). ayırt ederek, farklı bir şekilde. distinctiveness (i). ayırt edici özellik.

distingue

(s)., (Fr). sivrilmiş, üstün, mükemmel, zarif, kibar, nazik.

distinguish

(f). ayırt etmek, ayırmak, tefrik etmek; anlamak, idrak etmek; sivrilmek, temayüz etmek; değer kazandırmak. distinguishable (s). görülebilir, fark edilebilir. distinguishably (z). farkedilecek surette. distinguished (s). üstün, mükemmel, kibar, sivrilmiş, mütemayiz.

distort

(f). eğri büğrü etmek, çarpıtmak, biçimini bozmak, kırmak, bükmek; tahrif etmek, olduğundan başka anlam vermek; azdırmak. distortion (i).çarpıklık, bükülme; tahrif.

distract

(f). zihni veya ilgiyi başka tarafa çekmek; rahatsız etmek,şaşırtmak; çıldırtmak.distracted (s). şaşırmış, aklı başında olmayan

distrain

(f)., (huk). borç yüzünden bir kimsenin eşyasına el koymak veya hac- zetmek. distrainable (s). haczolunabilir. distrainor (i). haciz veya el koyan kimse. distraint (i). haciz veya el koyma.

distraught

(s). şaşırmış, aklı başından gitmiş, üzülmüş; çılgın.

distress

(i)., (f). dert, sıkıntı, üzüntü, keder, ıstırap, tehlike; (huk). borca karşllık eşyaya el konulması, haciz; (f). keder vermek, ıstırap çektirmek, sıkıntı vermek, sıkmak, felakete sürüklemek; (huk). borca karşılık bir kim senin eşyasına el koymak. distressing (s). keder verici, acıklı.

distributary

(i). asıl nehirden dışarı akan kol.

distribute

(f). dağıtmak, tevzi etmek, yaymak, taksim etmek, bölmek; düzenlemek, tasnif etmek, sınıflama yapmak; (matb). tertip olunmuş harfleri yerlerine dağıtmak.

distribution

(i). dağıtım, tevzi, dağıtma; bölme, taksim; tertip, tanzim; dağılma, yayılma.

distributive

(s). dağıtan, tevzi eden, taksim eden; (man). üleştirimli, tevzii; ferdl; (gram). ''her bir, ''her'', gibi sıfat ların anlamınl ifade eden. distributive jus tice herkesin hakkını verme, adalet dağıtımı, üleştirimli tüze.

district

(i)., (f). mıntıka, bölge, havali, nahiye, mahalle, kaza, sancak, seçim bölgesi; (f). mıntıkalara ayırmak. district attorney bir mıntıkanın başsavcısı (kıs DA) district court hukuki bir mıntıka içinde yetki sahibi olan mahkeme.

districtofcolumbia

(kıs DC) Washington mıntıkası.

distrust

(f)., (i). şüphe etmek, itimat etmemek, güvenmemek, emniyet etmemek, inanmamak; (i). şüphe, güvensizlik, emniyetsizlik, itimatsızlık. distrulltful (s). şüpheci, vesveseli, kuşkulu, başkalarına güveni olmayan.

disturb

(f). kanştırmak, altüst etmek, düzenini bozmak; rahatsız etmek, taciz etmek, tedirgin etmek; endişelendirmek, müteessir etmek, üzmek; telâşa düşürmek.

disturbance

(i). karışıklık, kargaşalık, fesat;rahatsızlık, sıkıntı.

disulphate

(i)., (kim). bisulfat.

disulphide

(i)., (kim). disülfür bir eleman ile iki kükürt atomundan meydana gelen bir madde.

disulphuric

(s)., (kim). disulfürik.

disunion

(i). aynlma; nifak, ihtilaf.

disunite

(f). ayırmak, aralarını bozmak; ayrılmak.

disunity

(i). ayrılık, ahenksizlik, uyumsuzluk.

disuse

(i). kullanılmama, kullanılmazlık; terk. fall into disuse kullanılmaz olmak, terkedilmiş olmak.

disuse

(f). kullanmaz olmak, kullanmamak, terketmek.

disutility

(i). kullanışsızlık, faydasız oluş; zararlı oluş.

disyllable

(i). iki heceli kelime.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL