NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

k ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: k
Bulunan Sonuç: 344

k

kıs. kilo.

k

kıs. karat: elek. capacity.

k

kim. potasyum işareti.

k , k

i. İngiliz alfabesinin on birinci harfi; K sesi.

k.,k

kıs. king, knight.

k2

i. Keşmir'de yüksek bir dağ, Everest' ten sonra en yüksek dağ.

kaaba

i. Kâbe.

kabob

i. kebap.

kabuki

i., (tiyatro) Japonya'ya has müzikli ve danslı bir çeşit sahne oyunu.

kabul

i. Afganistan'da Kâbil şehri.

kabyle

i. Cezayir Berberilerinin bir kabilesi.

kadi

bak. cadi.

kaffir

i. Afganistan'da Kâfiristan halkından biri; Güney Afrika'da kuvvetli bir Bantu kabilesinden olan kimse.

kaffir

i., kaffir corn Güney Afrika'ya has bir çeşit darı, bot. Sorghum vulgare caffrorum.

kaffir cat

Afrika ve Anadolu'da yaşayan ve evcil kedinin atası sayılan bir yaban kedisi, zool. Felis ocreata.

kaiak

bak. kayak.

kail

bak. kale.

kainite

i., mad. magnezyum ve potasyum sulfatları ile magnezyum kloritten meydana gelen dogal bir tuz.

kaiser

i. imparator; bilhassa Kutsal Roma Germen imparatoru ile Avusturya veya Alman imparatoru, kayser.

kakotopia

i. bireylere mutsuzluk getirecek şekilde yönetilen toplum kale.

kale,kail

i. lahana familyasından kıvırcık yapraklı bir sebze; İskoç lahana çorbası; (A.B.D.),( argo) para. sea kale yabani lahana, bot. Crambe maritima.

kalei doscopic

s kaleydoskopa ait; çok değişen.

kaleidoscope

i. çiçek dürbünü, kaleydoskop; çok değişen manzara

kalends

bak. calends.

kali

i. Hinduizmde dört kollu tanrıça.

kalmuck

i. Kalmuk kabilesi, Batı Çin'le Volga nehri arasında kalan bölgede yaşayan Budist bir Moğol kabilesi ferdi; bu kabilenin dili, Kalmukça.

kalpak

bak. calpac.

kalsomine

bak. calcimine.

kamerad

i., (ünlem), Al. arkadaş; ( ünlem )Alman askerinin teslim sözü.

kamikaze

i. ikinci Dünya Savaşında Japonların uyguladıkları intihar hücumları; bu saldırılarda kullanılan araç; intihar saldırısı yapan pilot.

kampong

i. duvarlarla çevrili ve içinde evler de olan arazi .

kanaka

i. Hawaii Adalarının yerlisi; Büyük Okyanus adalısı.

kangaroo

i .kanguru kangaroo. court (A.B.D.) kanunların horlandığı ve yanlış uygulandığı usulsüz ve yetkisiz mahkeme. kangaroo rat Avustralya ve Kuzey Ameri ka'da bulunan keseli fare.

kans

kıs. Kansas.

kantian

s., i. Alman filozofu Kant'a veya felsefesine ait; i. Kant felsefesi taraftarı.

kaolin

i. arıkil, kaolin kaolinite i.,min. arıkilin çok saf şekli.

kaolinize

İng. (-ise) f. arıkile dönüştürmek.

kapok

i. sıcak memleketlere özgü bir ağacın tohumlarını kaplayan pamuğa benzer lif .

kappa

i. Grek alfabesinin onuncu harfi.

kaput

s., (argo) mahvolmuş.

karakul

i., zool. karagül; karagül kuzusunun kıvırcık kürkü.

karat

i. ayar, altın ayarı.

karate

i. göğüs göğüse mücadelede özellikle el kenarı ve parmaklarla ani ve keskin vuruşlar yapılan bir doğu saldırı yöntemi; (spor) karate. karate-chop i. kara- tede uygulanan yanlamasına keskin vuruş.

karbala

i. Kerbelâ .

karlovci

i. 1699'da Osmanlı imparatorluğunun Karlofça antlaşmasını imzaladığı Yugoslav şehri, Karlofça.

karma

i. Budizm ve Hinduizmde insanın iyi veya kötü kaderinin dünyaya daha önce gelişinde yaptığı iyi veya kötü hareketlerinin sonucu olduğunu savunan öğreti;kader, talih.

kaross

i. kare şeklinde dikilmiş derilerden yapılan bir Afrika giysisi.

karroo

i. Guney Afrika'nın kurak yaylalarından biri.

kasher

bak. kosher.

katabolism

bak. catabolism.

katalysis, katalytic

bak. catalysis, catalytic.

kathode

bak. cathode.

katmandu

i. Katmandu, Nepal'in başkenti.

katydid

i. Amerika'da çok bulunan yeşil çekirgeler familyasından ve on ayakları ile tiz bir ses çıkaran böcek.

kauri

i. Yeni Zeland adalarına özgü büyük bir çam türü; bu ağaçtan alınan kereste.

kava

i. kava biberi, Polinezya'ya özgu biber familyasından bir bitki; bu bitkiden çıkarılan içki ve narkoz.

kavass

i. kavas.

kayak , kaiak

i. Eskimo balıkçı kayığı.

kayo

f., i.,( argo )boksta nakavt yapmak, oyundışı etmek; i., (argo) boksta nakavt.

kb

kıs. King's Bench, Knight of Bath, Knight Bachelor.

kcb

kıs .Knight Commander of the Bath.

kcmg

kıs. Knight Commander of the Order of St Michael and St George.

kea

i. mavi ve yeşilleri olan zeytuni renkli, leş ve meyva yiyen iri bir Yeni Zeland papağanı, zool. Nestor notabilis.

keck

f. öğürmek, kusmaya çalışmak; iğrenmek, igrendiğini göstermek.

keckle

f., den. halat veya zinciri sürtünmeye karşı ip veya yelken bezi ile sarmak.

kedge

f., i., den. tonoz çapasına bağlı yoma ile istikamet değiştirmek; böyle çekilerek yürümek veya çekip yürütmek; i. tonoz çapası. kedge anchor tonoz demiri.

keel

i. altı düz mavna, kömür mavnası; (İng )yirmi bir tonluk kömür ölçüsü.

keel

i., f. gemi omurgası; gemi; omurga şeklinde olan veya omurga işini gören şey; f., den. gemiyi karina etmek, alabora etmek. keel over alabora olmak; birden devrilip düşmek. false keel kontra omurga. on an even keel başta ve kıçta çektiği su aynı, dengede (gemi); herşey yolunda. keelage i. liman resmi.

keeler

i. ufak çamaşır teknesi.

keelhaul

f. ceza olarak birini geminin altından geçirmek; şiddetle azarlamak.

keelson , kelson

i., den. geminin iç omurgası.

keen

s. keskin, sivri; acı; sert, şiddetli, keskin; kuvvetli, canlı, yoğun; gözü açık,zeki, akıllı;( A.B.D.),( argo) şahane. keen on çok hevesli, meraklı, düşkün. keen on acting aktörlüğe hevesli. keenly z. şiddetle; şevk ile. keenness i. keskinlik; düşkünlük; akıllılık.

keen

i., f. ölü peşinden feryat, ağıt; f ölü peşinden ağlayıp feryat etmek. keener i. ağıtçı.

keep

f. (kept) tutmak, saklamak, hıfzetmek, elde tutmak, muhafaza etmek; yedirip içirmek, ücretle maiyetinde tutmak; metres olarak tutmak; sahibi olmak, işletmek (dükkân); beslemek; idame etmek, sürdürmek, devam ettirmek; himaye etmek; kalmak, durmak, mevkiini muhafaza etmek; surüp gitmek, devam etmek. keep away uzak durmak; uzak tutmak. keep company yalnız bırakmamak, refakat etmek; with (ile) arkadaşlık etmek; geri kalmamak. keep dark saklamak, sır vermemek. keep down, keep under baş kaldırtmamak; yükselmesine müsaade etmemek. keep early (veya good) hours eve erken dönmek, erken yatmak. keep going devam etmek; ilerlemek; devam ettirmek. keep house ev idare etmek. keep in içeride kalmak; içeride alıkoymak, saklamak. keep in mind akılda tutmak, unutmamak . keep in with teveccühünü muhafaza etmek, dost kalmak. keep on devam etmek. keep off yaklaştırmamak, uzak tutmak; uzak kalmak keep one's balance kendine hâkim olmak, dengesini kaybetmemek. keep one's counsel slr saklamak. keep open house her misafire kapısını açıktutmak. keep out dışında kalmak. Keep out! Girilmez Yaklaşma ! keep silence susmak. keep step ayak uydurmak. keep the ball rolling iyi bir işi devam ettirmek. keep time tempo tutmak. keep the peace huk. sulhu bozmamak. keep touch with munasebeti devam ettirmek, devamlı ilişkisi olmak keep track of takip etmek izlemek. keep up with geri kalmamak. keep watch bekçilik etmek, nöbet beklemek, gözetlemek. keep one's word sözünün eri olmak, sözünden dönmemek.

keep

i. geçim; himaye; kale; kale zindanı. for keeps her zaman için, temelli olarak, sonuna kadar. He earns his keep Geçimini sağlıyor. He's not worth his keep Masrafına değmez.

keeper

i. saklayan veya koruyan kimse; bekçi; gardiyan; bakıcı; uzun zaman dayanan şey. keeper of the King's conscience İngiltere'de başhakim.

keeping

i. tutma, koruma, muhafaza etme; geçim, geçimini temin etme; himaye. in keeping with uygun olarak.

keepsake

i. andaç, anmalık, hatıra, yadigar.

kef, kief

i. keyif, uykulu memnunluk hali; haşiş.

keg

i. küçük fıçı, varil.

kelp

i., bot. kahve renkli kaba ve büyük deniz algl, varek; ecza. bu yosunun tentürdiyot yapımında kullanllan külü .

kelpie , kelpy

i, İskoç, mit. boğulma tehlikesini simgeleyen at şeklinde deniz perisi.

kelson

bak. keelson.

kelt

bak. Celt.

keltic

bak. Celtic.

ken

f. (-ned, -ning) İskoç, i. bilmek, anlamak, tanımak, tefrik etmek; iskoç, huk. mirasçı olarak tamnmak; i. görüş sahası, bilgi alanı, görüş açısı. beyond one's ken akıl almaz. within my ken gözumün seçebildiği yerde; bildiklerim arasında.

kennel

i., f. köpek kulübesi; gen. çoğ. köpek yetiştirilen yer; köpek sürüsü; tilki ini; izbe, virane; f .köpek kulübesinde oturmak veya yatmak; köpek kulübesine kapamak .

kenning

i., İskoç çok küçük miktar, iz; işaret; farketme.

kenning

i. eski Germen şiirinde her hangi bir şeyin yerine kullanılan metafor: deniz'' yerine balina yolu'' gibi .

kentledge

i., den. safra olarak gemide daimi duran demir külçe.

kentucky boat , kentucky ark, kentucky flat

geniş ve düz dipli nehir salı. Kentucky coffee tohumlan kahve yerine kullanllan uzun bir agaç, bot. Gymnocladusdioicus; bu agacın tohumu.

kenya

i. Kenya.

kepi

i. Fransız askerlerinin giydiği düz tepeli kasket.

kept

bak. keep.

keratin

i., biyokim. keratin (boynuz, tırnak ve pençenin esas maddesi).

keratoid

s. boynuza veya boynuz maddesine benzer.

keratose

s. boynuz maddesinden, boynuz maddesine benzer yapıda.

keratosis

i., tıb. boynuz maddesine benzer teşekkülleri olan cilt hastalığı, keratoz.

kerb

i., İng. yaya kaldırımının kenar taşı, bak. curb.

kerchief

i. başörtüsü, eşarp; boyun atkısı; mendil. kerchiefed s. başörtülü.

kerf

i. çentik, çentik yapma; kesme; kesilmiş parça.

kermes

i. boyası çıkanlan kurutulmuş kırmızböceği dişisi, zool. Kermes ilices kermes mineral kestaneye çalan kırmızı renkte ve eskiden terletici ilâç olarak kullanılan bir toz. kermes oak kırmızböceğinin uzerinde beslendiği bir çeşit meşe ağacı, kırmız meşesi, bot. Quercus coccifera.

kermess , kermis

i. Hollanda'da yılda bir yapılan açıkhava festivali; kermes, panayır, şenlik.

kernel

i. tahıl tanesi; çekirdek içi; iç; öz, cevher, esas, ruh kernel(l)ed s. içli,özlü. kernelly s. içle dolu, içe benzer, iç ile ilgili.

kerosene

i. gazyağı, gaz, colloq. petrol. kerosene lamp gaz lambası.

kersey

i. kalın bir çeşit yünlü kumaş; bu kumaştan yapılmış pantolon.

kerseymere

i. kaşmir.

kestrel

i. kerkenez, zool. Falco tinnunculus.

ketch

i., den. iki direkli bir çeşit yat, çift direkli kotra .

ketchup , catchup, catsup

i. keçap, baharatll domates sosu.

ketone

i., kim. keton.

kettle

i. tencere; çaydanlık; kazan; güğüm; kayada veya buzulda kazan biçimindeki oyuk. That's a fine kettle of fish Ayvayı yedik iş iyice karıştı.

kettledrum

i. altı bakır veya pirinç, kazan şeklindeki büyük orkestra davulu.

key

f. kilitlemek; mak. tutturmak; kilit taşını yerleştirip kemeri tamamlamak; kitapta bakılması gereken yeri gösteren not koymak, böyle bir not sistemi kullanmak; soruların çözüm cetvelini vermek. key up heyecanlan dırmak, coşturmak; müz. perdesini yükseltmek.

key

i. kıyı boyunca uzanan alçak mercandan ada.

key

i., s. anahtar, açar, açkı; kurgu; çözümyolu; cevap cetveli, şifre cetveli; yazı makinalarında tuş; maniple, telgraf maniplesi; müz. tuş; müz. anahtar, anahtar işareti; müzik aletlerinde tuş; ses perdesi; mak. kama, dil; mim. anahtar taşı; s. baş, ana, en önemli .key club (A.B.D.) üyelerinde anahtar bulunan gece kulübü. key position yetkili mevki. key ring anahtar halkası. key punch kompütörlerde kullamlan kart veya bantları delip bilgi aktaran klavyeli makina. key signature müz. armatür. key word sözlük veya ansiklopedide sayfa başına gelen kelime. master key aynı cinsten birtaklm kilitleri açan anahtar.

keyboard

i. klavye .

keyhole

i. anahtar deliği. keyhole saw çok ince el testeresi.

keynote

i., f., müz. esas nota; temel düşünce, ilke, dayanak; f. temel düşünceleri söylemek. keynote address toplan- tıyı açış konuşması. keynoter i. toplantıyl açmak için konuşan spiker.

keystone

i. anahtar taşı, kilit taşı; esas madde, temel.

keyway

i., mak. kama yatağı.

kg

kıs. Knight of the Garter.

kg

kıs. keg(s), kilogram(s).

khaddar

i. Hindistan'da evde imal edilen pamuklu kumaş.

khaki

s., i. sarıya bakan kahverengi, toprak rengi, hâki; i. bu renk kumaş; çoğ. bu kumaştan üniforma.

khamsin

i. hamsin.

khan

i .han, emir, kaan: Tatar ve Moğol veya Türk kabileleri reisinin eski ünvanı. khanate i. hanlık.

khan

i. kervansaray, han.

khartoum

i. Hartum, Sudan'ın başkenti.

khedive

i. hıdiv, 1867'de Mısır valisi ismail Paşaya Osmanlı hükümeti tarafından verilen ünvan. khedivial s. hıdive ait.

khmer

i. Kamboçya yerlisi; Kmerlerin konuştukları dil.

kibbutz

i. (çoğ. -butzim) israil'de kolektif çiftlik .

kibe

i. el ve ayakta soğuktan meydana gelen çatlak, yarık. tread on ones kibes damarına basmak, sıkıp sinirlendirmek .

kibitzer

i., k.dili iskambil oynayanların arkasında durup ellerindeki oyun kağıtlarını gören seyirci; istenmedik öğüt veren kimse, başkalarının işine burnunu sokan kimse. kibitz f. böyle hareket etmek.

kiblah

i. kıble.

kibosh

i.,( argo), eski saçma, manasız şey. put the kibosh on boşa çıkarmak, bozmak, alt üst etmek.

kick

f. tekmelemek, tekme atmak, tekme vurmak, çifte atmak; tepmek (tüfek), seğirdim yapmak; (A.B.D.), k.dili karşı durmak, yakınmak; tekmeleyerek kovmak. kick a goal topa vurup gol atmak. kick against the pricks kendi zararına olarak karşı gelmek. kick around (A.B.D.), k.dili kötüye kullanmak, suiistimal etmek; ihmal etmek; diyar diyar dolaşmak; düşünup taşınmak. kick at tekme vurmak. kick back geriye tepmek (tüfek); (A.B.D.),( argo) rüşvet vermek, rüşvet olarak pay vermek. kick off Amerikan futbolunda topu tekmeleyerek oyuna başlamak; (A.B.D.), (argo) ölmek. kick the bucket (argo) nalları dikmek, ölmek. kick the habit( A.B.D.),( argo) uyuşturucu madde tiryakiliğinden vazgeçmek. kick up (A.B.D.), (argo) kışkırtmak. kick up one's heels kendini zevke vermek, eğlenceye dalmak. kick up a row (argo) kavga çıkarmak.

kick

i. tekme;(A.B.D.), k.dili karşı gelme, yakınma, şikayet;(A.B.D.), (argo) kuvvet, sertlik (içki), kamçılama etkisi (uyuşturucu madde); (A.B.D.), (argo) heyecan, zevk; (A.B.D.),(argo) kuvvet, enerji çeviklik, şevk; (A.B.D.),( argo) merak, heves; seğirdim, tüfeğin geri tepmesi; topa vurma. free kick frikik, serbest vuruş. get a kick out of zevk almak. It gives me a kick Hoşuma gidiyor.

kickback

i., k.dili ters tepki gösterme;(A.B.D.),( argo) baskı veya anlaşma sonucunda bir ücret veya komisyon üzerinden başkasına verilen pay.

kicker

i. vuran şey veya kimse;( A.B.D.), k.dili şikâyetçi, yakınan kimse; (A.B.D.), (argo) meseleyi veya tartışmayı etkileyecek gizli nokta; (A.B.D.), Kanada, k.dili takma motor.

kickoff

i.,( futbol )oyuna başlama vuruşu, ilk vuruş; başlama.

kickshaw

i. değersiz şey, ıvır zıvır; hafif ve çerez türünden yiyecek, abur cubur.

kid

i., f. (-ded, -ding) keçi yavrusu, oğlak; oğlak derisinden yapılan kösele; oğlak eti; k.dili çocuk; f., k.dili takılmak, şakadan aldatmak; oğlak doğurmak. kid glove, kid gloved, with kid gloves fazla nazik. kiddy i., (argo) çocukcağız, yavrucak. the kids ço cuklar, bizimkiler, arkadaşlar.

kid

i. denizcilerin azıklarını koydukları ufak tahta tekne; balıkçı gemilerinde içine balık konulan ufak tahta tekne.

kidnap

f .(-ed,- ing veya -ped,- ping) birini zorla veya hile ile kaçırıp götürmek, fidye almak için insan kaldırmak.

kidney

i. böbrek; böbrek şeklinde şey; soy, tip, huy. kidney bean fasulye kidney machine böbrek makinası.

kidneywort

i. saksıgüzeli, bot. Cotyledon umbelicus.

kief

bak. kef .

kier

i. çamaşır kazanı, çamaşır teknesi.

kigali

i. Kigali, Ruanda'nın başkenti .

kilderkin

i. seksen litrelik varil; on sekiz galonluk ölçü.

kill

f. öIdürmek, katletmek; mahvetmek, yok etmek; (A.B.D.),( argo) çok heyecanlandırmak,(slang) yemek; matb. silmek, çıkarmak; etkisiz hale getirmek; (zamanı) boşa geçirmek; veto etmek, reddetmek. kill off hepsini öldürmek, kılıçtan geçirmek. kill time zaman öldürmek. kill two birds with one stone bir taşla iki kuş vurmak, iki işi birden görmek. dressed up fit to kill herkesin dikkatini çekecek şekilde giyinmiş. kill with kindness fazla iltifatla canını sıkmak.

kill

i. öldürme; avda öldurülmüş hayvan, av.

killdeer

i. Kuzey Amerika'ya mahsus bir çeşit yağmurkuşu, zool. Charadrius vociferus.

killer

i. ölduren şey veya kimse; ( A.B.D.), ( argo) çok cazibeli kimse. killer whale yunus ballğı cinsinden ve sekiz on metre boyunda tehlikeli bir balina.

killick

i., den. küçük çapa, özellikle tahta bir kutu içinde çapa yerine denize atılan büyukçe taş.

killing

i., s .öldürme, katil; vurgun (av): k.dili vurgun, büyük kazanç; s. öldürücu; k.dili çok güldürücü, katıltıcı; çok, kuvvetli, pek sıkı. killingly z. gülmekten katıltacak derecede.

killjoy

i. neşe bozan kimse.

kiln

i. tuğla veya kireç ocağı, fırın. kilndry f. ocakta kurutmak.

kilo

(önek) bin.

kilo

i. kilogram; kilometre..

kilocalorie

i .bin kalori.

kilocycle , kilohertz

i. radyo dalgalarının ölçü birimi, saniyede bin devir.

kilogram

i. kilogram, kilo .

kiloliter

i. kilolitre.

kilometer

i. kilometre.

kilowatt

i. kilovat.

kilt

i., f. İskoç erkeklerinin giydiği bir çeşit kısa eteklik, İskoçya etekliği; f. İskoçya etekliği haline sokmak, pli yapmak. kiltie i., İskoç böyle eteklik giyen asker.

kimono

i. uzun Japon entarisi, kimono.

kin

(sonek) ufak, küçuk (kuçültme eki,-cik).

kin

i., s. akraba, hısım; eski soy, nesep; akrabalık; s. akrabalığı olan, aynı soydan; benzer. near of kin yakın akraba. next of kin huk. en yakın akraba.

kinaesthetic

s., psik. devinduyumsal.

kind

i. çeşit, cins, tür nevi; eskitabiat, mizaç. a kind of millionaire milyoner gibi bir şey, âdeta milyoner. coffee of a kind kahveye benzer bir şey. I kind of expected it Biraz da bunu bekliyordum. Nothing of the kind Hiç de öyle değil. of a different kind başka çeşitten. pay in kind eşya ile borç ödemek, aynıyle ödemek. They differ in kind Ceşitleri aynı.

kind

s. müşfik, iyi kalpli, nazik, iyi, iyi huylu; başkalarını seven, sevgi besleyen; uysal, yumuşak başlı. kindhearted s. iyi kalpli kindliness, kindness i. şefkat, şef katlilik, yumuşakllk kindly s, z müşfik; z şefkatle; içten, gönülden. take it kindly iyi niyetli olduğunu kabul etmek, kızmamak.

kindergarten

i. ana mektebi, anaokulu. kindergartner i. anaokulu öğretmeni veya öğrencisi.

kindle

f. tutuşturmak, yakmak; alev lendirmek, uyandırmak; alev gibi aydınlatmak; tutuşmak, yanıp tutuşmak; yanmak, ateş almak; parlamak; uyanmak, canlanmak. kindling wood sobayı tutuşturmak için ufak odun, çıra.

kindred

i., s. akraba; soy; akrabalık; s. akraba olan; birbirine benzer, aynı soy veya tabiattan.

kine

i., çoğ., eski inekler, büyükbaşlar.

kinematic , ical

s. harekete ait. kinematics i., fiz. hareket ilmi, kinematik.

kinematograph

bak. cinematograph.

kinesis

(sonek) devim, devinim., hareket; bölünme.

kinesthetic

bak. kinaesthetic.

kinetic

s. devimsel, kinetik. kinetic energy kinetik enerji. kinetics i. cisimlerde hareket meydana getirme veya değiştirmede kuvvetlerin etkisiyle uğraşan fizik dalı, kinetik bilimi. kine'toscope i. sinema makinasınm eski ismi.

king

i. kral; başta olan kimse; bir konuda en usta kimse; satranç şahı; iskambil papazı; dama olan taş; çoğ., b.h. Eski Ahit'te Krallar kitapları. King's Bench İngiltere'de vaktiyle kralın bizzat başkanllk ettiği yüksek mahkeme heyeti. king crab yengece benzer kabuklu nal şeklinde bir deniz hayvanı king post çatının orta direği, baba. king row dama oyununda dama yapılan sıra. King's Counsel ing., huk. kralın hukuk müşaviri. King's English bak. English. king's evil eski sıraca illeti. king snake Güney Amerika'da yaşayan ve diger yılanları öldürüp fare yiyerek geçinen büyük vezararsız bir yılan, zool. Lampropeltis getulus. kingship i. krallık, hükümdarlık.

king

f. kralllk etmek. king it krallık etmek; krallık taslamak.

kingbird

i. kral kuş, bir tür sinekçil.

kingbolt

i. ana kilit, ana sürgü.

kingcraft

i. krallık hüneri.

kingdom

i. krallık, hükümdarlık; hükümet; saltanat; krallık ülkesi; biyol. âlem. kingdom come öteki dünya, cennet, ahret.kingdom of heaven Allahın hâkim oldugu ülke. the United Kingdom Büyük Britanya ile Kuzey İrlanda.

kingfish

i. büyük uskumru; (A.B.D.), k.dili kodaman, bir mahalle veya partinin kuvvetli adamı.

kingfisher

i. yalıçapkını, iskele kuşu, emircik, zool. Alcedo atthis.

kinglet

i .küçük kral; çalıbülbülüne benzeyen bir çeşit ufak kuş.

kinglike

s. kral gibi, krala yaraşır.

kingly

s. krala ait; krala yaraşır; şahane, azametli, muhteşem, kral gibi. king liness i. kral heybeti ve azameti, haşmet.

kingpin

i. bowling oyununda en önde bulunan çomak; k.dili baş, elebaşı .

kingsize

s., k.dili normal ölçülerden büyük (sigara).

kink

i., f. halat, tel veya ipin dolaşması; garip fikir, kapris; ağrılı kas kasıncı, tutulma; f., den. halat gibi dolaşmak; dolaştırmak. kinky s. dolaşık, girift; (argo) müstehcen; garip.

kinkajou

i. Güney Amerika'ya mahsus et yiyen, ağaçlarda yaşayan ve kediden büyük memeli bir hayvan, zool. Po tos flavus.

kino , kino gum

bazı tropikal ağaçlardan çıkan, ilâç ve tabaklıkta kullanılan, kurutulmuş, kırmızı, sıkıştırıcı usare veya zamk; bu zamkı veren ağaç.

kinsfolk

i., çoğ. akraba, hısım.

kinshasa

i. Kinşasa, Kongo Cumhuriyetinin başkenti.

kinship

i. akrabalık, yakınlık, hısımlık; birbirine benzerlik. kinship family akrabalarıyle beraber oturan geniş aile.

kinsman

(çoğ. -men) i. erkek akraba.

kinswoman

(çoğ .-women) i. kadın akraba.

kiosk

i. köşk, sayfiye; gazete satılan kulübe; çalgılara mahsus kameriye.

kip

i. hayvan yavrusu derisi.

kipper

i., f. çiroz; f. balığl tuzlayıp tütsülemek veya kurutmak.

kirghiz

i. Kırgız; Kırge d.ili, Kırgeca.

kirk

i., İskoç., ing., leh. kilise. the Kirk İskoçya kilisesi. Kirkman i. İskoçya kilise papazı veya üyesi. kirkyard i. kilise avlusu veya mezarlık.

kirman

i. bir çeşit İran halısı.

kirschwasser

i., Al. vişne rakısı.

kirtle

i., (eski) kadın fistanı; (eski)erkek ceketi veya paltosu.

kismet

i. kısmet, kader, nasip.

kiss

f., i. öpmek; hafifçe dokunmak; bilardoda hafifçe dokunacak surette bilyelere vurmak; i. öpuş öpücük, buse; hafif temas; çok hafif bir çeşit bonbon. kiss and be friends barışmak. kiss away the hurt ağrıyı öpücükle geçirmek. kiss the book Kitabl Mukaddesi öperek ant içmek, kitaba el basmak. kiss the dust boyun eğmek, mağlup olmak; vurulup ölmek. kissable s. öpülmeye değer, öpülür. kissing bug insanın yanak veya dudağını ısıran zehirli bir böcek, zool. Reduvius personatus; kan emen böcek.

kit

i. yavru kedi encik enik.

kit

eskiden dans hocalannln kullandığı üç telli küçük keman.

kit

i. tahin; alet takımı, avadanlık; monte edilmemiş takım; takım çantası. the whole kit and caboodle k.dili takım taklavat, topu, hepsi birden .

kitchen

i. mutfak. kitchen cabinet mutfak dolabı; başbakanın özel danışmanlar grubu. kitchen garden sebze bahçesi. kitchen stuff yemek için pişirilecek malzeme, nevale; yemeklerden artan yaglar.

kitchenette

i. ufak mutfak.

kitchenmaid

i. aşçı yamağl kız.

kite

i. uçurtma; çaylak, zool. Milvus; kell çaylak, zool. Milvus milvus; sıçancıl, zool. Milvus regalis; tic. sahte bono; den. hafif rüzgârda yelken direinin tepesine çekilen en ufak yelken. Arabian kite kocalak, zool. Milvus arabicus blackwinged kite kara sungur, zool. Elanus caeruleus fly a kite uçurtma uçurmak; dolandırıcılık için sahte bono çıkarmak. Go fly a kitel Çek arabanı. I kite balloon uçurtma yardımı ile uçurulan ve yere bağlı bulunan balon. kite flying i. uçurtma uçurma; sahte bono ile para toplama; tecrübe balonu uçurma.

kith

i., (eski) dostlar kith and kin dostlar ve akrabalar; hısım akraba.

kitsch

i. ucuz edebiyat veya sanat, sanat değeri çok düşük edebiyat; dolmuş edebiyatı.

kitten

i., f. yavru kedi; tavşan yavrusu; f. yavrulamak (kedi). kittenish s. kedi yavrusu gibi; oyuncu, civelek.

kittiwake

i. bir çeşit martı.

kitty

i. yavru kedi, kedicik; bazı iskambil oyunlarında el dağıtıldıktan sonra ortaya konan kâğıtlar; bazı kâğıt oyunlarında belirli bir amaç için ayrılan para.

kittycornered

s., bak. cater cornered .

kiwi

i. Yeni Zeland'a mahsus bir kuş, kivi, bak. apteryx; ask, (argo) uçuş yapma yan havacı.

klaxon

i .çok yüksek sesli otomobil kornası, klakson.

kleptomania

i. hırsızlık illeti, kleptomani kleptomaniac i. hırsızlık hastası, kleptoman.

klutz

i., (ABD),( argo )hantal kimse.

km.

kıs. kilometer(s).

knack

i. ustallk, marifet, hüner; ustalıklı iş .

knacker

i. sakat at alıp kesen ve hayvan maması olarak satan kasap; eski ev veya gemileri malzemesi için satın alan kimse; yıkıcı, yıkmacı.

knag

i., eski budak. knaggy s. budaklı.

knap

f., Ieh. tık tık vurmak; kırmak, yarmak, parça parça etmek; sinirli konuşmak; dişlerle koparmak.

knapsack

i. sırt çantası.

knapweed

i. peygamberçiçeği, bot. Centaurea nigra.

knar

i. budak .

knave

(i.) hilekâr kimse; iskambil oyununda bacak; eski uşak. knavery (i.) hilekârlık. knavish (s.) hilekâr. knavishly (z.) hileyle, düzenbazca. knavishness (i.) hilekarlık, düzenbazlık.

knead

(f.) yoğurmak, hamur haline getirmek, yoğurarak topak haline getirmek; masaj yapmak. kneader (i.) hamurkâr. kneading trough hamur teknesi.

knee

(f.) diz ile vurmak.

knee

(i.) diz; dize benzer veya diz şeklinde şey; elbisenin diz üzerine gelen kısmı, diz yeri; hürmet veya selâm makamında diz bükme. knee breeches kısa pantolon. knee jerk diz adalesine vurulunca meydana gelen geri atma hareketi. knee joint diz mafsalı. bring one to his knees yola getirmek, boyun eğdirmek, diz çöktürmek. be on the knee of the gods daha belli olmamak, Allaha kalmak. kneed (s.) dizli; dizi bollaşmış, diz yapmış (pantolon).

kneecap

(i.) dizkapağı kemiği, diz ağırşağı.

kneedeep

(s.) diz boyu derinliğinde.

kneehigh

(s.) dize kadar yükselen, diz boyunda. kneehigh to a grasshopper (k.dili) çok kısa boylu.

kneejerk

(s.) düşünmeden yapılan, tepke olarak yapılan.

kneel

(f.) (knelt veya kneeled) diz çökmek; diz üstü oturmak; diz büküp selamlamak .

kneepan

(i.) dizkapağı kemiği.

kneeroom

(i.) rahatça oturacak mesafe.

knell

(i.), (f.) matem çanı sesi; sala; ölüm haberi, kara haber; herhangi bir şeyin yok olacağı haberi; (f.) matem çanı ile ilan veya davet etmek; salâ vermek; matem çanı gibi ağır ağır çalmak.

knew

(bak.) know.

knickerbocker

(i.) New York'un en eski Hollanda yerlileri soyundan olan kimse; New York şehri yerlisi.

knickerbockers

(i.), (çoğ.) diz altından büzgülü bol pantolon, golf pantolonu.

knickers

(i.) golf pantolonu; (İng.) dizde büzülen kadın donu.

knicknack

(i.) ufak süslü veya önemsiz şey, biblo.

knife

(i.) (çoğ. knives) (f.) bıçak, çakı; makina bıçağı; (f.) bıçakla kesmek; bıçakla karıştırıp hazırlamak (boya); bıçaklamak; ABD, argo, slang arkadan vurmak. knife grinder bıçak bileyici. knife rest sofrada üzerine et bıçağı konulan koyacak. knife sharpener bıçak bileyici alet. carving knife sofrada et kesmeye mahsus iri bıçak. pock et knife çakı.

knifeboard

(i.) bıçak temizlemeye mahsus tahta.

knifeedge

(i.) bıçağın keskin yanı, bıçak ağzı; bıçak gibi keskin herhangi bir şey; terazi kolu veya saat rakkası için destek vazifesi gören sert çelikten kama şeklinde çıkıntı.

knight

(i.), (f.) silâhşör, şövalye, sir unvanını kazanan kimse; asılzade; satranç oyununda at; kendini bir şeye adayan kimse; (f.) birine şövalyelik payesi vermek, sir unvanını törenle vermek. knight errant kahramanlık ve cömertlik göstermek için dolaşan seyyar silâhşör. knighterrantry (i.) seyyar silâhşorluk, şövalyelik; donkişotluk. knighthood (i.) silâhşorluk payesi, şövalyelik; şövalyeler. Knights of the Round Table Kral Arthur'un sarayındaki şövalyeler. knightly (s.) şövalyeye ait; şövalyeye yakışır; şövalyece.

knighthead

(i.), (den.) ahşap gemilerde baş bodoslamasındaki iki yelpazeden biri.

knit

(f.) (ted veya knit) örmek; sıkı sıkıya bağlamak, birleştirmek; çatmak (kaşları); birbirine düğümlemek; birbirine yapışmak; kaynaşmak, kaynamak (kemik). a wellknit frame iyi yapılı vücut .He knit his brows. Kaşlarını çattı. The bone has knit. Kemik kaynayıp bitişmiş.

knitting

(i.) örme; örgü. knitting machine örgü makinası. knitting needle örgü şişi. knitting work örgü işi.

knob

(i.), (f.) (bed, bing) top, yumru; topuz, tokmak; tepecik, yuvarlak tepe; argo kafa, kelle; (f.) yumrulaştırmak. knobbiness (i.) yumru yumru olma. knobby (s.) yumrulu, yumru yumru olan; tokmak gibi.

knobkerrie

(i.) Güney Afrika yerlilerinin mızrak veya ok yerine kullandıkları topuzlu değnek.

knock

(f.), (i.) vurmak, çarpmak; tokuşmak; at veya on ile çalmak, vurmak (kapı); (mak.) vurmak (benzin); çarpışmak; ABD, argo kusur bulmak, tenkit etmek, titizlik etmek; (i.) vurma, vuruş, darbe; kapı çalınması. knock ebout tekrar tekrar vurmak, şiddetle sarsmak, tartaklamak; (k.dili) oradan oraya dolaşmak. knock against çarpışmak; rast gelmek. knock down yumrukla yere devirmek; mezatta çekici vurup malı son fiyatı verenin üzerine bırakmak. knock off (k.dili) işi bırakmak, tatil etmek; (colloq.) şıpınişi yapıvermek; ABD, argo öldürmek; ABD, argo soymak. knock on the head tepesine vurmak, işini bozmak. knock out vurup yıkmak, nakavt yapmak, oyun dışı etmek. knock out of the box beysbol atıcıyı zayıflığından dolayı yerinden çıkmaya mecbur etmek. knock over devirmek. knock together birbirine çarpmak; acele bir araya getirmek. knock up bir araya toplamak; kriket puan yapmak; (İng.) kapıya vurup uyandırmak; ABD, argo hamile bırakmak. engine knock benzin fazlalığı yüzünden makinada meydana gelen vuruş sesi.

knockabout

(s.), (i.) her işe gelir; kaba ve dayanıklı (eşya); (i.), (den.) iki yelkenli hafif yat.

knockdown

(s.), (i.) yere serici (darbe), mat edici; portatif, taşınmak için sökülür kurulur (eşya); (i.) yere serme; portatif eşya.

knocker

(i.) çalan veya vuran şey veya kimse; kapı tokmağı; (İng.) kapı kapı dolaşan satıcı.

knockkneed

(s.) çarpık bacaklı, yürürken dizleri birbirine dokunan.

knoll

(i.) tepecik.

knoll

(bak.) knell.

knop

(i.) topuz, yumru; tomurcuk.

knot

(f.) (ted, ting) düğümlemek, düğüm halinde bağlamak; karmakanşık etmek; budaklanmak; saçaklık düğüm yapmak; düğümlenmek, düğüm olmak.

knot

(i.) düğüm; müşkül; rabıta, bağ; küme; güç durum; (bot.) nod; birkaç hat veya sinirin birleştiği nokta, yumru; (den.) halat cevizi, parakete savlasında mil taksimatlı işaret; geminin deniz mili hesabıyle hızı; (den.) deniz mili. Gordian knot (bak.) Gordian. twenty knots (den.) saatte yirmi mil. tie the knot (k.dili) nikâhla bağlanmak. wed ding knot evlilik bağı.

knotgrass

(i.) çobandeğneği, (bot.) Polygonum aviculare.

knothole

(i.) budak yeri, budak deliği.

knotty

(s.) düğümlü, düğüm düğüm; karışık; güç; dolaşık; sert ve budaklı. knottiness (i.) karışıklık.

knotwork

(i.) örülmüş veya düğümlenmiş şeritten esvap süsü, bir çeşit dantela.

knout

(i.), (f.) Rusya'da adam dövmek için kullanılan bir kamçı; (f.) bu kamçı ile cezalandırmak.

know

(f.) (knew, known) bilmek, tanımak; seçmek, farketmek; iyi bilmek, malumatı olmak, malumat edinmek; haberi olmak, haberdar olmak; ezberlemek; tecrübeyle bilmek; eski cinsi münasebette bulunmak. He should have known better than to do it. O işi yapmayacak kadar aklı olmalıydı. know how usulünü bilmek. know ones own mind emin olmak, tereddüt etmemek, kararlı olmak. know the ropes usulunu bilmek, çaresini bilmek. know whats what uyanık fikirli olmak, dünyada olup bitenleri bilmek. Not that l know of. Bildiğime göre, değil (yok). the known (mat.) bilinen, malum. knowable (s.) bilinmesi mümkün, bilinir.

know

(i.) bilgi, malumat. be in the know malumatı olmak, gizli bir şeyden haberi olmak.

knowing

(s.) bilgisi olan, malumatı olan; çok bilmiş, şeytan, kurnaz, açıkgöz. knowingly (z.) bilerek, bile bile, kasten.

knowledge

(i.) bilgi, malumat, vukuf; ilim; kanaat; eski cinsi münasebet. intuitive knowledge hisle edinilen bilgi. take knowledge of biri hakkında (bir şey) anlamak. this branch of knowledge ilmin bu dalı. to my knowledge bildiğim kadar, bildiğime göre. knowledgeable (s.) bilgili, zeki.

known

(bak.) know.

knownothing

(i.) cahil kimse.

knuckle

(i.), (f.) parmağın oynak yeri boğum; koyun budunun diz tarafı; dört ayaklı hayvanlarda ayak mafsalı; (çoğ.) muşta; (f.) parmağın oynak yerleri ile vurmak. knuckle down işe koyulmak. knuckle under teslim olmak, boyun eğmek. knucklebones (i.), (çoğ.) aşık oyunu. knuckledusters (i.) demir muşta. knuckle joint parmağın oynak yeri. brass knuckles tunç muşta.

knur

(i.) ağaç gövdesindeki iri budak; (İng.), (leh.) hokey oyununda kullanılan ağaç top.

knurl

(i.) budak, yumru; kertik, diş. knurled (s.) budaklı, yumrulu. knurly (s.) budaklı, yumru yumru.

koala

(i.) keseli ayı, (zool.) Phascolarctos cinereus.

kobold

(i.) Almanya'da yerin altındaki kıymetli madenleri korumakla görevli olduğu sanılan bir cin.

kodak

(i.), (tic.) (mark.), (f.) küçük fotoğraf makinası; bu makina ile çekilen fotoğraf; (f.) Kodak makinası ile fotoğraf çekmek.

kodiakbear

Kodiak adasında bulunan iri boz ayı, (zool.) Ursus middendorffi.

kohinoor

(i.) 1849'da İngiltere kral tacına konulan meşhur Hint elması; pek kymetli şey .

kohl

(i.) göz sürmesi, rastık.

kohlrabi

(i.) yerlahanası, şalgam gibi köklü lahana.

koksaghyz

(i.) kök sakız, (bot.) Taraxacum koksaghyz.

kola

(bak.) cola.

kolkhoz

(i.) Sovyetler Birliğinde ortak çiftlik, kolhoz.

komododragon

Sunda adalarında yaşayan ve üç metre boyundaki dünyanın en iri kertenkelesi, (zool.) Varanus komodensis.

konakri

(i.) Konakri, Guinea'nın başkenti.

koodoo, kudu

(i.) Güney Afrika'ya özgü beyaz çizgili iri ceylan.

kook

(i.), argo, slang antika kimse. kooky (s.) antika.

kop

(i.) Güney Afrika'da tepe, dağ.

kopeck, copeck

(i.) Rusya'da rublenin yüzde biri değerinde ufak para, kapik.

kopje

(i.) Güney Afrika'da ufak tepe.

koran

(i.) Kur'an.

korea

(i.) Kore. Korean (s.) Koreli; Korece; Koreyle ilgili.

koruna

(i.) (çogny) Çekoslovakya' da para birimi, koruna.

kosher , kasher

(s.), (i.), (ibr.) Musevi şeriatına göre temiz sayılan (et), turfa olmayan (yemek), kaşer; (i.) şeriat hükümlerine göre kesilmiş hayvanın eti.

kotow, kowtow

(i.), (f.) Çinlilerde diz çöküp alnı yere vurmak suretiyle ibadet veya hürmet; (f.) bu suretle ibadet etmek ve hürmet göstermek.

kraal

(i.) Güney Afrika'da etrafı kazık ve sırıklarla çevrili kulübelerden meydana gelen koy; ağıl.

krait

(i.) zehirli bir Asya yılanı.

kraken

(i.) Norveç sahillerinde gözüktüğü söylenen efsanevi bir deniz canavarı.

kremlin

(i.) Kremlin, içinde Sovyetler Birliği devlet dairelerinin bulunduğu Moskova'daki yüksek duvarlı kale; Sovyet Hükümeti.

kremlinology

(i.), (k.dili) Rus yöneticilerinin davranışlarını inceleme.

kreutzer

(i.) eskiden Almanya ve Avusturya'da kullanılan gümüş veya bakır ufak para.

krona

(i.) (çoğ. nor) İsveç ve İslanda'da para birimi, krona.

krone

(i.) (çoğ. nen) eski bir Alman ve Avusturya Macaristan parası.

krone

(i.) (çoğ. ner) Danimarka ve Norveç'te kullanılan gümüş para, kuron.

kronstadt

(i.) Finlandiya körfezindeki bir adada bulunan Rus deniz üssü ve limanı.

krypton

(i.), (kim.) kripton.

ks

(kıs.) Kansas.

kt.

(kıs.) knight.

kt.

(kıs.) karat, carat.

kualalumpur

Kuala Lumpur, Malezya'nın başkenti.

kudos

(i.) şöhret, şan, şeref.

kudu

(bak) koodoo.

kufic

(s.), (i.) Küfi (yazı), (bak.) Cufic.

kukluxklan

Birleşik Amerika'da iç savaştan sonra güney eyaletlerinde zencilerin siyasi hakları olması aleyhinde kurulan gizli cemiyet; 1914'ten sonra kurulup Katoliklere, zencilere ve yabancı etkilere karşı çalışan gizli cemiyet.

kultur

(i.), (Al.) kültür, hars, ekin, ekinç.

kumiss, kumys

(i.) kımız, Tatarlarca pek makbul olan mayalanmış kısrak sütü; inek sütünden yapılan kımıza benzer içki.

kümmel

(i.) anason ve kimyonla tatlandırılmış Alman veya Rus likörü.

kurbash

(i.), (f.) kırbaç; (f.) kırbaçlamak.

kurd

(i.) Kürt. Kurdish (s.), (i.) Kürt; Kürtçe. Kurdistan (i.) Kürdistan.

kuwait

(i.) Kuveyt.

kvetch

(i.), ABD, argo mızmız kimse.

kw

(kıs.) kilowatt(s).

kwh

(kıs.) kilowatthours.

ky

(kıs.) Kentucky.

kyanize

(f.) çürümesini engellemek.

kymograph

(i.), (tıb.) insan vücudunda kan dolaşımı ve solunum hareketleri gibi dalgalı titreşimleri ölçme aleti, kimograf.

kyrie eleison

(Yu.) bazı kiliselerin ayinlerinde söylenen ve Ya Rabbi merhamet et', anlamına gelen dua; bu duanın bestesi.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL