NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

si ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: si
Bulunan Sonuç: 255

si

i., müz. si notası, gamın yedinci notası (bu notaya ti de denilir).

sialogogue

i., tıb. salya akıtıcı ilâç veya madde.

siamese

s., i. (çoğ. Siamese) Siyamlı; Siyam diline ait; i. Siyam halkı veya dili. Siamese cat Siyam kedisi. Siamese twins yapışık doğan ikizler.

siberia

i. Sibirya.

sibilant

s., i. ıslıklı, ıslık gibi ses çıkaran; i. ıslığa benzer ses veren harf (s., z., ş., j. gibi). sibilation i. ıslık sesi: ıslık çalar gibi söyleme.

sibling

i. kardeş.

sibyl

i. eski zamanda kadın kâhin, falcı kadın. sibylline s. kahineye ait; kehanet veya fala ait: saklı, gizli. Sibylline Books eski Roma tarihinde meşhur olan kehanet kitapları.

sic

z. böyle (aktarılan parçadan sonra aynen alınmıştır', anlamında kullanılır). sic passim her yerde böyle. Sic semperty rannis Gaddarlara her vakit böyle yapılsın. Sic transit gloria mundi Dünya izzet ve şerefi böyle fanidir.

siccative

s, i. kurutucu; i. kurutucu madde .

sicily

i. Sicilya Sicilian s., i. Sicilyalı.

sick

s. hasta, keyifsiz; bulantılı, midesi bulanan; bezgin; hasret çeken, özleyen; of ile tiksinmiş, usanmış, bıkmış; bozuk; hastalıklı, mariz; hastaya mahsus; meşum, iğrenç. sick headache tıb. mide bulantısı ile gelen şiddetli baş ağrısı; yarım baş ağrısı. sick joke iğrenç ve ürpertici şaka. sick leave hastalık izni, tebdili hava.

sick , sic

f. saldırmak (köpek); gen. on ile saldırtmak, kışkırtmak (köpek). Sick'em ! Fırla, haydi !

sickabed

i. yatalak hasta.

sickbay

i., den. gemi reviri.

sickbed

i. hasta yatağı.

sicken

f. hastalanmak; hasta etmek, bıktırıp vaz geçirmek, tiksindirmek.

sickening

s. hastalık getiren; tiksindirici, iğrenç; kusturucu. sickeningly z. tiksindirici surette.

sickish

s. hasta gibi, rahatsız; rahatsız edici, gönül bulandırıcı. sickishly z. bulantı hissederek. sickishness i. bulantı hissetme, hastalanır gibi olma.

sickle

i., f. orak; f. orakla biçmek.

sickly

s. hastaca, daima keyifsiz, hastalıklı, hasta mizaçlı; hastalık getiren; gönül bulandırıcı; marazi, tiksindirici, hasta yüzlü. sickliness i. hastalıklı hal.

sickness

i. hastalık; mide bulantısı, kusma.

sickroom

i. hasta odası.

side

i., s. yan; taraf; kenar; cihet; etek (dağ); taraftarlar, fırka; den. kenar, yan, yan taraf; ing., (argo). yüksekten atıp tutma; bilardoda bilyeye vurmak suretiyle hasıl olan dönerek gitme kuvveti; s. yan, yanda veya yandan olan; ikincil, ikinci derecede olan. side arms kılıç veya tabanca gibi yana takılan silâhlar. side by side yan yana. side effect yan tesir. side show asıl temsil veya programa ilâve olarak gösterilen oyun. side street yan sokak, tali yol. side stroke spor. yan kulaç. side table servis masası. on the side (argo). fazladan, ayrıca, bundan başka. split one's sides gülmekten katılmak. take sides taraf tutmak.

side

f., gen. with ile taraf tutmak, desteklemek.

sideboard

i. büfe, kontrbüfe (yemek odasında).

sideburns

i., çoğ., A.B.D. favori (saçlarda).

sidecar

i. motosikletin yolcu taşıyacak yeri, sepet; bir çeşit kokteyl.

sided

s. cepheli, taraflı, çevrili.

sidekick

i., A.B.D., (argo). arkadaş.

sidelight

i. meseleyi dolaylı olarak aydınlatan şey; den. borda feneri.

sideline

i., f. asıl mesleğinden ayrı meşguliyet sahası; tali hat; sporda kenar çizgisi; sorumlu olmayan bir kimsenin görüşü; f. oyun dışı edilmek.

sideling

s., z. yana yatmış, eğri; z. yana yatmış şekilde.

sidelong

s. yan, yandan; s. meyilli.

sidereal

s. yıldızlara ait; yıldızların hareketlerine göre hesaplanmış (gün). sidereal clock yıldızların hareketine göre işleyen saat. sidereal day bir yıldızın meridyen dairesinden ayrılıp tekrar varması arasındaki müddet. sidereal time yıldızların hareketlerine göre hesap edilen zaman. sidereal year güneşin sabit bir yıldızdan iki kere geçtiği yıl.

siderite

i., min. siderit. (önek).

sidero-

demir, çelik; yıldız.

siderolite

i. içinde demir bulunan göktaşı.

sidesaddle

i. kadınlara mahsus ve yan binilen eyer.

sideslip

f. (-ped, -ping) i. yan kaymak; hav. yan inişi yapmak; i. yana kayma; yan iniş; ağaç filizi.

sidesman

i. Anglikan kilisesinde mütevelli muavini.

sidesplitting

s. candan, içten; kahkaha yaratan.

sidestep

f. kenara çekilmek; yan çizmek, sorumluluktan kaçınmak; bertaraf etmek; uzatmak, sallantıda bırakmak.

sideswipe

i., f. yan tarafa indirilen şiddetli darbe; f. yandan çarpmak.

sidetrack

i., f. yan hat; f. yan hatta geçirmek; bir kimsenin işini veya planını geriye bıraktırmak

sidewalk

i. yaya kaldırımı.

sideward

s., z. yana doğru olan; z. yandan; yana doğru.

sidewash

i. uçağın yan tarafından esen hava cereyanı.

sideways , sidewise

s., z. yan; z. yandan, yan taraftan.

sidewheeler

i. yandan çarklı vapur.

siding

i. yan hat, demiryolunda ana hattan ayrılan şube hattı.

sidle

f. yan yan gitmek. sidle up to one birine sokulmak.

sidon

i. Lübnan'da Sayda şehri.

siecle

i, Fr. asır, yüzyıl.

siege

i., f. kuşatma, muhasara; ısrarla ele geçirmeye uğraşma; (eski). ikamet yeri; (eski). rütbe, mertebe; uzun hastalık devresi; f., nad. kuşatmak, muhasara etmek. state of siege kuşatma durumu.

sienna

i. boz renkli toprak boya. burnt sienna kırmızıya çalan kahverengi.

sierra

i. zirveleri çok olan dağ silsilesi; bir çeşit palamut.

sierra leone

Sierra Leone.

siesta

i. öğle uykusu, öğle istira hati.

sieve

i, f. kalbur, kevgir, elek; boşboğaz kimse; f. kalburdan geçirmek, elemek.

sift

f. kalburdan geçirmek, elemek; incelemek, soruşturmak; ayırmak. sift out kalburdan geçirip ayırmak. siftings i., çoğ. kalbur içinde kalan çerçöp.

sig

kıs. signature, signor.

sigh

f., i. iç çekmek, ah etmek; uğuldamak; for ile hasret çekmek; ah çeker gibi ses çıkarmak; i. iç çekme, ah etme.

sight

i. görme; gözlem, müşahede; muayene; görüş kuvveti; görülen şey, manzara; görülecek şey; göz erimi; inceleme fırsatı; fikir; nişangah; leh. çok miktar; k.dili. çirkin bir şey. sight draft ibrazında tediye olunacak poliçe. sight unseen görmeden(satın almak). a sight for sore eyes bir içim su; hoş bir rastlantı. at sight ibrazında, gösterilince .catch sight of görüvermek, gözüne ilişmek. find favor in someone's sight birinin gözüne girmek. in sight göz önünde, görünürde, gözle görülür, yakın. know by sight yüzünden tanımak, göz aşinalığı olmak. not by a long sight hiç, asla. on sight görülünce, görüldüğü anda. out of sight gözden uzak; k.dili. son derece yüksek, fahiş (fiyat). Out of sight, out of mind, Gözden ırak olan gönülden de ırak olur. take a sight yerini belli etmek. You are a sight for sore eyes. Yüzünüzü gören cennetlik olur.

sight

f. görmek; bakıp keşfetmek; nişan almak; nişangâhım ayarlamak; gözlemek; belirli bir yere dikkatle bakmak.

sight-reading

i. hazırlıksız okuma veya çalma.

sightless

s. kör, ama, görmez; görünmez. sightlessly z. görmeden, kör olarak. sightlessness i. körlük.

sightly

s. güzel, hoş; güzel manzara arzeden, göze hitap eden. sightliness i. güzellik; göze hitap etme.

sightseeing

i. gezme; ilginç yerleri ziyaret etme.

sigil

i. mühür.

sigma

i. Yunan alfabesinin s sesi veren on sekizinci harfi, sigma; mat. sigma işareti.

sigmate

s. sigma şeklindeki.

sigmoid

s., anat. s harfi şeklindeki, sigmoit, sigmamsı. sigmoid artery anat. kalınbağırsağa kan getiren damarın bir kolu. sigmoid flexure anat. makattan kalınbağırsağa çıkan s şeklindeki kısım. sigmoit kolon, kalça leğen kolonu.

sign

i. işaret, alâmet, nişan, belirti, iz, remiz; tabela, levha; astr. on iki burçtan biri; tıb. araz. sign language sağır ve dilsizlerin işaretlerle konuştuklan dil. sign manual el yazısı imza (bilhassa hükümdarın). sign painter tabela ressamı. I had a sign içime doğdu.

sign

f. imzalamak; işaretlerle ifade etmek; işaret etmek; imza ile kontrata bağlamak; away, off veya over ile resmen başkasına devretmek. sign off k.dili. radyo yayınına son vermek. sign on askerliğe kaydolunmak. sign out ayrıldığını imza ile belli etmek; kütüphaneden kitap alındığını imza ile belirtmek. sign up kaydetmek, kaydolmak.

signal

i., f. (-ed, -ing veya -led, -ling) işaret; belirten herhangi bir şey; işaretle verilen emir; parola; saik: f. işaret vermek; işaretlerle bildirmek. signal box d.y. içinde işaret cihazı bulunan kulübe. Signal Corps ask. işaret alayı. storm signal fırtına çıkacağını bildiren işaret.

signal

s. dikkate şayan, belli, açık, vazıh, aşikâr, dikkati çeken, işaret veren. signally z. dikkate şayan derecede.

signalize

f. mümtaz hale getirmek, şöhret kazandırmak; dikkatle göstermek.

signalman

i. işaret memuru, işaretçi.

signatory

s., i. imza eden; i. imza sahibi; kayıt veya imza eden kimse, özellikle anlaşma veya mukavele imza eden kimse.

signature

i. imza; müz. işaret, nota imi; matb. kitap formasının ilk sayfasına konulan işaret; forma; ecza. reçetede ilacın kullanılış şeklini belirten kısım.

signboard

i. tabela, yafta, afiş.

signet

i. mühür, özellikle hükümdarın şahsi mührü. signet ring mühür yüzüğü.

significance ,-cancy

i. manalı olma; anlam, mana; önem, ehemmiyet.

significant

s. manidar, anlam taşıyan, manalı; önemli, mühim. significantly z. manalı bir şekilde.

signification

i. anlam, mana, meal.

significative

s. anlamlı, manalı, bir kavram belirten. significatively z. bir mana ifade ederek. significativeness i. bir anlam veya kavram belirtme. significatory s. manalı.

signify

f. işaretle anlatmak, belirtmek, ifade etmek; delalet etmek; anlam vermek; anlamı olmak.

signniment

i. bir suçlunun parmak izlerinin ve diğer özelliklerinin kaydı.

signor

i. efendi, bay, İtalyan asılzadelerine verilen unvan.

signora

i., it. bayan, hanım (evli).

signore

i., it. bey, bay.

signorina

i., it. genç kızlara verilen unvan, matmazel.

signorino

i, it. küçük bey.

signpost

i. işaret direği, işaret gönderi; kılavuz.

sikh

i, s. Hindistan mezheplerinden birinin üyesi, Sih; s. bu mezhepten olan.

sikkim

i. Sikkim.

silage

i. siloda muhafaza olunan hayvan yemi, yeşillik.

silence

i., f. sessizlik, sükut; zikretmeyiş, bahsetmeyiş; ketumiyet, sır saklama; sükunet, huzur; müz. es; f. susturmak, sesini kestirmek, sükut ettirmek; ask. bastırmak, ateş kesmeye mecbur etmek; yatıştırmak. Silence gives consent Sükut ikrardan gelir.

silencer

i. susturucu adam veya şey; ses kesici araç, amortisör; ing. susturucu.

silent

s. sessiz, sakin; suskun; söylenmeyen. silent letter okunmayan harf. silent partner işlerin yürütülmesine karışmayan ortak. silent system mahpusların birbiri ile konuşmalarını yasak eden sistem. silently z. sessizce. silentness i. sessizlik.

silentiary

i. sükut ve düzeni korumakla görevli kimse, mübaşir; Roma imparatorluğu'nda devlet sırlarını saklamaya ant içmiş memur veya müşavir.

silenus

i, Yu. mit. Baküs'ün üvey babası; ihtiyar sarhoş; k.h. yarısı insan yarısı keçi şeklinde olan tanrı, satir.

silesia

i. Silezya; k.h. aslında Silezya'da dokunmuş pamuklu astarlık kumaş.

silex

i. silis; sıcağa dayanan cam.

silhouette

i., f. gölge resim, siluet; f. gölge şeklinde resim yapmak, siluet çizmek.

silica

i. silis silicate i., kim. asit silisit tuzu veya esteri. siliceous, silicic s. silisli

silicify

f. taşlaştırarak çakmaktaş haline getirmek.

silicle

i., bot. kısa ve enli bir meyva tipi, silikül. siliculose s., bot. silikül meyvalı

silicon

i., kim. silisyum.

silicosis

i., tıb. kuvars tozunun ciğerlere girmesinden ötürü taş kesicilerde görülen akciğer hastalığı.

silique

i., bot. uzun ve dar bir meyva tipi, hardalsı meyva.

silk

i. ipek; ipekli kumaş; ipeğe benzer örümcek ağı teli; ipeğe benzer mısır püskülü. silk cocoon ipek kozası. silk hat silindir şapka. silk mill ipek imalâthanesi veya tezgâhı. silk vine ipek fidanı, bot. Periploca graeca. artificial silk suni ipek. raw silk ham ipek. spun silk ibrişim.

silken

s. ipek gibi, ipekli; parlak ve yumuşacık; nazik; ipekler giymiş, lüks.

silkscreenprocess

ipek kumaşla yapılan bir çeşit basma tarzı.

silkstocking

s., i. ipek çorap giymiş; ağır giyinmiş, aristokratça, kibar, lüks; i. zengin kimse.

silkworm

i. ipekböceği.

silky

i. ipek gibi, ipekli; bot. atlas gibi (yaprak); davranışlarda riyakârlık gösteren.

sill

i. eşik, kapı veya pencere eşiği, denizlik.

sillabub

i. şarap ve sütle karıştırılmış bir çeşit yemek.

siller

i., s., iskoç para; s. gümüş.

silly

s. sersem, şaşkın, budala, akılsız; divane, ahmak; ahmakça, gülünç; sersemlik kabilinden; budalaca, saçma. sillily z. ahmakça. silliness i. ahmaklık; saçmalık.

silo

i., f. silo; f. siloya doldurmak.

silt

i., f. suyun getirip biriktirdiği kum veya çamur, mil; f., up ile böyle kum ve çamurla doldurmak veya dolmak.

silurian

s., i., jeol Silüryen; i. Silür.

silurid

i., s. yayınbalığıgillerden bir balık; s. bu balıklara ait.

silvan

bak. sylvan.

silver

i., s. gümüş; gümüş para; gümüş eşya; gümüş kaplama eşya; gümüşe benzer şey; gümüş rengi; s. gümüşten yapılmış; gümüşe benzer, gümüş gibi, beyaz ve parlak; berrak (ses). silver anniversary yirmibeşinci evlenme yıldönümü. silver fir beyaz çam ağacı, gümüş köknar. silver gray gümüş rengi. silverhaired s. ak saçlı silver plate gümüş kaplama. silver poplar akkavak ağacı. silvertongued s. belagatli. be born with a silver swon in one's mouth zengin bir ailede doğmuş olmak.

silver

f. gümüş kaplamak; gümüşlü civa ile sırlamak (ayna); gümüş gibi parlatmak; foto. gümüş nitratla kaplamak; gümüş gibi beyaz ve parlak olmak.

silverfish

i. beyaz mercanbalığı; gümüşbalığı; gümüş renkli birkaç çeşit balık; kitaplara zarar veren küçük ve parlak bir böcek.

silversmith

i. gümüş üzerine çalışan kuyumcu.

silverware

i. gümüş eşya, gümüş sofra takımı; kaşık ve çatal takımı.

silverweed

i. beşparmakotu, bot. Potentilla anserina.

silvery

s. gümüşe benzer, gümüş gibi; berrak. silveriness i. gümüş gibi oluş; berraklık.

silviculture

i. ağaçlandırma, ormancılık.

simian

s, i. maymuna benzer; i. maymun, özellikle insana benzeyen maymun.

similar

s, i. benzer, müşabih, bir birine yakın; geom. şekilde aynı olan; i. benzeyen şey. similarity i. benzeyiş, benzerlik. similarly z. bunun gibi, aynı, aynı şekilde.

simile

i., kon., san. teşbih, temsil.

similitude

i. benzerlik, müşabehet; teşbih, mesel, suret.

simmer

f, i. ateşte ağır ağır kaynamak; kaynar hale gelmek; hafif heyecan içinde bulunmak; kaynama derecesinin birkaç derece altında pişirmek; i. öfke veya coşkunluktan patlar hale gelme; hiddeti zapt etme hali. simmer down k.dili. yavaş yavaş hafiflemek, yatışmak; ağır ağır kaynayarak azalmak.

simnel

i, ing. bayram pastası.

simoleon

i., A.B.D., (argo). birdolar.

simoniac

i. papazlık gibi kutsal değerleri satan veya satın alan adam. simoniacal s. böyle iğrenç bir alım satım kabilinden veya buna ait.

simonpure

s. halis, saf; gerçek; alın açık yüzü ak, lekesiz.

simony

i. papazlık rütbesi veya makamı alım satımı; kutsal tutulan şeylerden kar çıkarma.

simoom , simoon

i. samyeli.

simpatico

s., ABD., kdili. çekici, sempatik.

simper

f., i. aptal aptal sırıtmak, colloq. pişmiş kelle gibi sırıtmak; i. aptalca sırıtma . simperingly z. aptalca sırıtarak.

simple

s., i. basit, bileşik olmayan; sade, süssüz; bot. yalın (yaprak); zool. münferit, tek; adi, bayağı; kolay; saf, halis; tabii, suni olmayan, yapmacıksız; budala, alık, ahmak; ahmakça; önemsiz, ehemmiyetsiz; kolay anlaşılır; ancak yeterli; i. basit şey; ilâç yapılan ot; budala kimse. simple fraction bayağı kesir. simple fracture basit kırık. simple hearted s. saf yürekli, temiz kalpli. simple interest basit faiz. simple machine basit makina. simpleminded s. cahil; basit; kendi halinde; akıl noksan; aptal. Simple Simon saf ve aptal kimse. simpleness i. sadelik, basitlik; saflık, bönlük.

simpleton

i. ahmak veya budala kimse.

simplex

s. basit; bir seferde tek haber gönderilebilen telgraf sistemine ait.

simplicity

i. basitlik, sadelik; kolaylık; budalalık, saflık; samimiyet.

simplification

i. sadeleştirme, basitleştirme; basitleşme

simplify

f. basitleştirmek, sadeleştirmek, kolaylaştırmak.

simply

z. ancak, sadece; basit olarak; budalaca; k.dili. tamamen.

simulacrum

i. (çoğ. -cra) suret, hayal; hafif benzeyiş, taklit.

simulate

f. taklit etmek, taklidini yapmak. simulation i. taklit.

simultaneous

s. aynı zamanda vaki olan, eşzamanlı. simultaneously z. aynı zamanda, birlikte, bir arada . simultaneousness i. aynı zamanda vaki olma, eşzamanlılık.

sin

i. günah; suç; günah işleme; kusur. sin offering günahların affedilmesi için sunulan şey. besetting sin insanların daima işlemeye meyilli oldukları günah. deadly sin büyük günah, affolunmaz günah. live in sin nikahsız olarak karı koca hayatı yaşamak. original sin Hıristiyanlarca insanların doğuştan işlemeye meyilli olduklan günah. venial sin hafif günah, affolunur günah.

sin

f. (-ned, -ning) günah işlemek, günaha girmek, günahkar olmak; suç işlemek.

sinai

i. Sina yarımadası Sinai, Mount Sina dağı, Turu Sina. Sinaitic s. Sina dağına ait, Sina dağında verilen.

sinapism

i., tıb. hardal yakısı.

since

z., (edat)., (bağlaç) o zamandan beri; ondan sonra; sonradan; çok evvel, çoktan beri; (edat). -den beri, olalı, edeli; -den sonra; (bağlaç). -den beri; -dan dolayı; çünkü, mademki.

sincere

s. içten, samimi, sadık, gerçek, hakiki; sahte olmayan. sincereness, sincerity i. içtenlik, samimiyet, hulüs, hüsnüniyet

sincerely

z. içtenlikle, samimiyetle. Yours sincerely Saygılarımla.

sinciput

i., anat. önkafa; kafatasının üst kısmı, tepe.

sindbad

i. Sinbad.

sine

i., mat. sinüs.

sine

(edat)., Lat. -siz. sine die gün kararlaştırmadan (meclisin dağılması münasebetiyle kullanılan tabir). sine qua non mutlaka aranılan (şart).

sinecure

i. ağır çalışma gerektirmeyen memuriyet; arpalık. sinecurist i. böyle bir işte çalışan memur.

sinew

i., f. veter, kiriş; gen. çoğ. kuvvet, enerji; kuvvet ve kudret verici şey; f. kirişle kuvvetlendirmek. the sinews of war harp için gerekli olan para ve sair levazım.

sinewy

s. yeter gibi; kuvvetli, adaleli; dinç.

sinfonia

i. Barok devrinde yazılmış küçük senfoni; senfoni.

sinful

s. günahkâr, günah kabilinden; ahlâk dışı; habis, şerir. sinfully z. günahkarca, günah işleyerek, haince. sinfulness i. günahkarlık, günah, hainlik.

sing

f. (sang, sung) i. şarkı söylemek, terennüm etmek; çağlamak; ıslık gibi ses çıkarmak, uğuldamak (rüzgar); çınlamak (kulak); şiir okumak; ötmek, şakımak; (argo). suçu açığa vurmak; i., k.dili. şarkı söyleme; terennüm, özellikle birçok kimsenin bir arada şarkı söylemesi; kurşun vızıltısı. sing ones praises birini hararetle methetmek. sing out bağırmak, seslenmek. singable s. şarkı gibi söylenebilir, terennüm edilebilir.

singapore

i. Singapur.

singe

f. (singeing) i. azıcık yakmak, ütülemek, alazlamak, hafifçe yakmak; i. hafif yanık.

singer

i. şarkı söyleyen kimse, şarkıcı; muganni, hanende; ozan, şair, aşık; ötücü kuş.

singhalese

s., i. Seylan'a ait; i. Seylanlı; Seylan dili.

single

s., i. tek, bir, yalnız, ayrı, münferit; bekar, evlenmemiş; özel, hususi, tek kişilik; iki tarafta yalnız birer rakip bulunan (oyun); sağlam; sade, basit, saf; bir kat, yalın kat; çiçekleri yalın kat olan; i. bir, tek; gen. çoğ. teniste tekler, single; golfta iki oyuncu ile oynanan oyun; beysbolda vurucuyu birinci kaleye ulaştıran vuruş; krikette bir sayı kazandıran vuruş; tek kişilik oda. single barrel tek namlulu (tüfek) . single entry tic. basit defter tutma. usulü, ana deftere bir kere kaydetme; bir kerelik giriş. single file birbiri arkasına dizilen sıra; tek sıra. single tax tic. tek dereceli vergi. singletrack s. tek hatlı, tek yönlü; tek açıdan değerlendiren.

single

f., gen. out ile seçmek, ayırmak; birer birer almak; beysbol. vurucuyu birinci kaleye ulaştıran vuruşu vurmak.

singleacting

s. tek yönde çalışan.

singlebreasted

s. tek sıra düğmeli (ceket).

singlehanded

s. tek kişi ile işletilen; tek el ile çalışan.

singlehearted

s. temiz kalpli, sadık.

singleminded

s. tek amaçlı; sade; samimi; hilesiz.

singlenuss

i. birlik, yalnızlık; bekarlık; samimiyet, dürüstlük, sadakat.

singlestick

i. eskrim değneği; değneklerle oynanılan eskrim; kısa kalın sopa.

singleton

i., iskambil bazı oyunların başlangıcında oyuncunun elinde bulunan bir renkten tek kağıt; tek bir şey.

singly

z. yalnız, tek başına.

singsong

i., s. aynı tempoda ve cansız bir makamla okuma; s. aynı tempoda ve cansız.

singular

s., i. yalnız, tek, ayrı, münferit; eşsiz, müstesna; gram. tekil, müfret; bambaşka, görülmemiş, tuhaf, garip; i., gram. tekil kelime; tek şey .singularity i. tuhaflık, garabet; özellik, hususiyet, dikkati çeken şey. singularly z. müstesna olarak, fevkalade bir şekilde.

singularize

f. özelliğini belirtmek.

sinicism

i. Sinlilere özgü adet.

sinister

s. uğursuz, meşum; netameli; bozuk, kötü, fesat; kötülük saçan; nad. sol; hane. kalkanın solundaki. a sinister design kötü fikir, meşum plan.

sinistral

s. sola ait, sola meyilli; solak. sinistrally z. sola doğru, sola meylederek.

sink

f. (sank, sunk veya sunken) batmak, garkolmak; yıkılmak, halsizlikten düşmek; irtifa kaybetmek, düşmek: dalmak, derinliğine gitmek: ağır ağır inmek: girmek: etkilemek, tesir etmek, içine işleyip girmek: çukurlaşmak: yavaş yavaş ölmek: gurup etmek: batırmak, daldırmak: indirmek: gururunu kırmak; azaltmak, eksiltmek: para yatırmak: kazıp açmak. sinking fund itfa sermayesi, amortisman sandığı.

sink

i. lavabo: geriz, lağım: jeol. çukur, havza: batakhane.

sinker

i. olta veya ağ kurşunu.

sinkhole

i. kaya veya kayalık arazide bulunan ve içindeki suyun sızmasıyle kuruyan çukur.

sinless

s. günahsız, suçsuz, masum. sinlessly z. günah işlemeden, suçsuz olarak. sinlessness i. günahsızlık, suçsuzluk.

sinner

i. günahkâr kimse. sin, günah. to sin (fiil) günah işlemek.

sinologue

i. Sinolog, Çin dili ve kültürü uzmanı Sinology i. Çin dili ve kültürü ilmi, Sinoloji.

sinter

i., f. memba etrafında biriken kireçli veya silisli tortu: ısı ve basınçla yapıştırılmış maden parçaları: f. maden tozu veya parçalarını yarı yarıya eriterek yapıştırmak: böyle yapıştırılmak.

sinuate

s. yılankavi, zikzak, dalgalı; bot. körfezli, sinuat (yaprak).

sinuosity

i. yılankavilik, yılan kavi dönemeç, dolambaç.

sinuous

s. yılankavi, dalgalı, dolambaçlı: bof. körfezli, sinuat sinuously z. yılankavi bir şekilde sinuousness i. yılan kavilik, dolambaçlık

sinus

i. boşluk, kovuk; anat. sinüs: anat. beyinde kara kan kanalı; tıb. içinde cerahat toplanan boşluk sinusitis i., tıb. sinus iltihabı, sinüzit.

sinusoid

i. sinüsoit .

sip

f. (-ped, -ping) i. yudum yudum içmek, yudumlamak; i. yudum yudum içme yudum.

siphon

i., f. sifon; zool. sifonluların içine su çektiği veya dışarıya su verdiği boru şeklinde organ: f. sifon ile su çekmek, sifondan geçirmek veya geçmek. siphonage i. sifonun işlemesi.

sipper

i. yudumlayan kimse veya şey: cam veya plastikten yapılmış eğri kamış.

sippet

i. süte veya et suyuna batırılmış ekmek parçası, tirit: garnitür için kullanılan kızarmış ufak ekmek parçası.

sir

i. efendim, beyefendi: b.h. bir asalet ünvanı, sör.

sirdar

i. serdar, başkan, kumandan; Mısır'da ordu başkumandanı.

sire

i., f. baba, ata; efendimiz (eskiden herhangi büyük bir kimseye şimdi ise yalnız hükümdarlara hitaben kullanılan bir tabir); memelilerde baba hayvan; f. baba olmak (özellikle atlarda).

siren

i., Yu. mit. güzel şarkı söyleyerek denizcileri aldatan deniz perisi; çok cazip ve tehlikeli kadın; siren, canavar düdüğü; bir çeşit su kertenkelesi; denizkızı.

sirenian

s., i. ot yiyen memeli deniz hayvanları takımına ait; i. denizkızı semendergillerden bir hayvan.

sirius

i, astr. Siryüs, Suarayı Yemani yıldızı, Büyükköpek (Kelbülekber) takımyıdızında en parlak yıldız, Akyıldız.

sirloin

i. sığır filetosu.

sirocco

i. İtalya ve İspanya'ya doğru güneyden esen sıcak bir rüzgâr, siroko.

sirrah

i., (eski). herif.

sirup

bak. syrup.

sisal

i. sisal keneviri, dayanıklı bir çeşit kenevir.

siskin

i. karabaşlı iskete, zool. Carduelis spinus.

sissy

i., A.B.D., k.dili. korkak ve kız gibi oğlan, hanım evlâdı. sissified s. kız gibi.

sister

i., s. kızkardeş, hemşire, bacı, abla, kardeş (kız); aynı cinsten olan kimse veya şey; rahibe; s. hemcins; kızkardeş gibi. sisterinlaw i. görümce, yenge, baldız. elder sister abla. half sister üvey kızkardeş . lay sister rahibe namzedi. sisterly s. kız kardeş gibi, kızkardeşe yakışır.

sisterhood

i. kızkardeşlik, kızkardeşlik görevi; rahibeler birliği.

sistine

s. papa Sixtus'a ait. Sistine Chapel Vatikan'da bulunan Sistine kilisesi. Sistine Madonna Rafael'in meşhur Hazreti Meryem tablosu.

sistrum

i. (çoğ. -trums, -tra) (eski). den. Mısır'da ibadet esnasında kullanılan ve ortasından geçirilmiş madeni çubuklar sarsılınca ses çıkaran saplı kasnak şeklinde bir çalgı.

sit

f. (sat, -ting) oturmak, çömelmek; tünemek; kuluçkaya yatmak; filanca tarafta bulunmak; toplantıda üye sıfatı ile oturmak: toplantı yapmak, toplanmak; ressam veya heykeltıraşa modellik etmek; resim çektirmek için poz vermek; binip oturmak (ata); oturtmak. sit at ones feet talebesi olmak . sit by ilgilenmemek sit down oturmak . sit in on misafir sıfatıyle toplantıya katılmak . sit on toplantıda ele almak; k.dili. susturmak, ağzını kapatmak. sit on the fence tarafsız kalmak. sit on the lid meseleyi örtbas etmeye çalışmak. sit on the throne hükümdarlık tahtına oturmak; kral olmak. sit out sonuna kadar oturmak; baloda bir dans esnasında oturmak. sit over (argo). sıkışıp başkasına da yer vermek. sit pretty A.B.D., (argo). kârlı durumda bulunmak. sit tight k.dili. sonuç elde edilinceye kadar harekete geçmemek. sit up dik oturmak; yolunu beklemek; ilgi göstermek. The wind sits in the east Rüzgar doğudan esiyor.

sitdown strike

oturma grevi.

site

i. yer, mevki, mahal, mevzi.

sith

z., (bağlaç), (edat), eskiden beri.

sitin

i. medeni hakları elde etmek için oturma gösterisi.

sito-

(önek). yemek.

sitology

i. yemek bilgisi; pehriz ihtisası.

sitter

i. oturan kimse. baby sitter ana babası evde yokken çocuğun yanında oturan ücretli bakıcı.

sitting

i., s. celse, oturum; kuluçkalık yumurta sayısı; kuluçka müddeti; s. oturmaya mahsus. sitting duck k.dili. kolay vurulan hedef. sitting room salon, oturma odası.

situate

f. yerleştirmek, yerini tayin etmek. situated s. kain, vaki, mukim, bulunan.

situation

i. yer, mevki, mahal; hal; vaziyet, durum; görev, vazife, memuriyet.

sitz bath

oturularak yıkanılan küvet.

siva , shiva

i. Hindu dininde en büyük üç tanrıdan biri.

six

s., i. altı; i. altı rakamı veya sayısı (6,VI); tavlada şeş. sixfold s., z. altı kat, altı misli. sixfooter i. altı ayak boyunda kimse, uzun boylu kimse. six of one, half a dozen of another ya bu, ya öbürü. at sixes and sevens tam bir düzensizlik içinde, keşmekeş halinde. double sixes düşes.

sixpence

i. altı peni; altı penilik para.

sixshooter

i., k.dili. altı atar, altıpatlar.

sixteen

s., i. on altı; i. on altı sayısı veya rakamı. sixteenth s., i. on altıncı; on altıda bir. sixteenth note müz. on altılık nota, iki çengelli nota. sixteenth rest müz. on altılık es. sweet sixteen genç kızın en şirin ve tatlı yaşı.

sixth

s., i. altıncı; altıda bir; i. bir şeyin altıda bir oranındaki kısmı; müz. altı nota yukarı veya aşağıda bulunan nota; altı notalık ara; gamda la notası. Sixth day cuma. sixth sense altıncı his. sixthly z. altıncı olarak.

sixty

s., i. altmış; i. altmış sayısı veya rakamı. like sixty (argo). çok hızlı. the sixties 1960 ile 1969 arasındaki yıllar; 60-69 arası yaş sixtieth s., i. altmışıncı (şey); altmışta bir (kısım).

sizable

s. büyücek, oldukça iri, hacimli.

size

i., f. büyüklük, hacim, cesamet; beden (elbise), numara (ayakkabı); k.dili. hal, durum; f. istenilen ebatta kesip biçmek; büyüklüklerine göre ayırmak; büyüklüğünü tahmin etmek. size up ABD. kdili. karşısındakini tartmak, hakkında hüküm vermek, fikir yürütmek. a size too big bir numara büyük. just my size tam benim ölçüme göre, tam benim bedenim, istediğim büyüklükte.

size

i., f. ahar; haşıl; f. aharlamak (kâğıt); haşıllamak (kumaş); (badanadan önce) tutkallamak. sized s. çirişli (kumaş). sizeable bak. sizable.

sizing

i. ahar (kâğıt); haşıl (kumaş), helme.

sizy

s. yapışkan, helmeli.

sizzle

f., i. cızırdamak; sıcaktan bunalmak; i. cızırdama.

sizzler

i., k.dili. çok sıcak bir şey.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL