NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

ex ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: ex
Bulunan Sonuç: 276

ex

ex, eski, bir önceki, ex-husband, eski koca. ex-president, eski başkan. (edat) (Lat.), (iktidar) kullanma hakkı olmadan; ABD belirli bir senenin öğrencisi olup mezun olmamış kimse: ex '54. ex dividend (ekon.) kar hissesi ödenmiş vaziyette. ex quay (ticaret) rıhtıma çıkarıldıktan sonraki harçları alıcıya düşen alım satım. ex ön ek -den dışarı, -den fazla; tamamen; -sız, olmadan; sabık, eski, önceki: ex (kıs.) examination, example, except.

exacerbate

(f.) şiddetlendirmek, kızıştırmak; kızdırmak, sinirlendirmek. exacerba'tion (i.) şiddetlendirme, kızıştırma, şiddetlenme; hiddet.

exact

(f.) cebren almak; mecbur tutmak, icbar etmek; talep etmek; huk (birisini) mahkemeye celbetmek. exacting (s.) titiz, çok kuvvet ve enerji sarfettiren; her şeyin harfiyen yapılmasını isteyen.

exact

(s.) tam, doğru, tamam; kati, kesin; tamamen doğru; pek ince. exactscience matematik gibi kesin sonuçlar elde edilebilen bilim, pozitif ilim.

exaction

(i.) cebren alma; cebren ifa ve icra ettirme; cebren alınan para veya yaptırılan iş.

exactitude

(i.) tam ve doğru olma, her işi yolunda, vaktinde ve doğru olarak yapma, hatasızlık, kusursuzluk.

exactly

(z.) tam, tamam, tamamen, aynen, kesin olarak.

exactness

(i.) doğruluk, sıhhat, hatasızlık, kusursuzluk.

exaggerate

(f.) mübalâğa etmek, abartmak, büyütmek, izam etmek. exaggerated (s.) mübalâğalı, büyütülmüş, şişirilmiş. exaggeratedly (z.) mübalâğalı olarak. exaggera'tion (i.) mübalâğa, abartma, aşırılık, büyütme, izam. exag'gerator (i.) mübalâğacı, büyüten kimse.

exalt

(f.) yükseltmek, yüceltmek, paye vermek; övmek, methetmek, göklere çıkarmak; sevindirmek, aşka getirmek, gururlandırmak, heyecanlandırmak; kuvvetlendirmek .

exaltation

(i.) heyecan, aşkagelme, vecit; yükseklik, yücelik, ululuk; yükseğe çıkarma veya çıkarılma.

exalted

(s.) yüceltilmiş, yükseltilmiş; yüksek, ulu, yüce, büyük; asil, soylu, haşmetli.

exam

(i.), (k.dili); sınav, imtihan.

examination

(i.) sınav, imtihan, yoklama, muayene, teftiş, tetkik; (huk.) sorgu. examination paper imtihan kâğıdı. give an examination imtihan etmek, sınav yapmak. pass an examination imtihan vermek, sınavı geçmek. postmortem examination otopsi. take an examination imtihana girmek. sit for an examination (ing.) imtihana girmek.

examine

(f.) bakmak, dikkatle gözden geçirmek; muayene etmek; teftiş etmek; sınava tabi tutmak, imtihan etmek, yoklamak; sorguya çekmek. examinee' (i.) imtihana giren kimse, imtihan olan kimse. exam'iner (i.) imtihan eden kimse, mümeyyiz, ayırtman; muayene eden kimse; sorgu hakimi; müfettiş.

example

(i.) örnek, misal, numune, ibret. for example örneğin, meselâ. make an example of ibret olsun diye cezalandırmak. set a good example iyi örnek olmak.

exanthema

(i.) (çog mata) (tıb.) eksantem, çiçek ve kızamık gibi hastalıklarda ciltte hasıl olan kızartı, leke ve kabarcıklar.

exarch

(i.), (tar.) Bizans İmparatorluğu devrinde Afrika veya İtalya'da genel vali; Ortodoks kilisesinde yüksek rütbeli piskopos. exarchate (i.) böyle bir valilik, il veya piskoposluk.

exasperate

(f.) kızdırmak, öfkelendirmek, sinirlendirmek, çileden çıkarmak; şiddetlendirmek. exasperated (s.) darılmış,öfkeli, kızgm. exasperatingly (z.) kızdıracak surette. exaspera tion (i.) dargınlık, öfke, hiddet, sinirlenme.

excathedra

(Lat.) yetkili olarak, salâhiyetle.

excavate

(f.) kazı yapmak, kazmak, hafriyat yapmak, kazıp çıkarmak, kazıp açmak. excava'tion (i.) kazı, hafriyat, çukur. ex'-cavator (i.) ekskavatör, kazma makinası.

exceed

(f.) geçmek, aşmak; üstün olmak, başkalarını geçmek; haddini aşmak, ifrata kaçmak, ileri gitmek. exceeding (s.), (z.) olağanüstü, fevkalâde. exceedingly (z.) fazlasıyla, ziyadesiyle.

excel

(f.) (led, ling) geçmek, üstün olmak; mümtaz olmak, ileride olmak.

excellence

(i.) fazilet, üstünlük, faikıyet, seçkinlik, mümtaz oluş.

excellency

(i.) Ekselans, sefir veya vekile verilen unvan. His Excellency Ekselansları. Your Excellency Ekselans, zatı âliniz.

excellent

(s.) mükemmel, kusursuz; üstün, faziletli, mümtaz, faik. excellently (z.). peka1â, mükemmelen.

excelsior

(i.) talaş, ince yonga.

except

(f.) saymamak, hariç tutmak, ayrı tutmak; karşı çıkmak, itiraz etmek.

except,- ing

(edat), (bağ.) -den gayri, -den başka, hariç; (bağ.) yoksa, meğerki, olmadıkça, etmezse. not excepting dahil. always excepting -den gayri, hariç. exceptfor olmasaydı; hariç.

exception

(i.) istisna; (huk.) mahkemenin ara kararlarına itiraz. take exceptionto itiraz etmek, kabul etmemek; gücenmek. The exception proves the rule. istisna kuralı bozmaz. (Asıl anlamı: istisna kuralı bozar). without exception ayrım yapmaksızın, istisnasız with the exception of hariç tutulursa, istisnasıyla.

exceptionable

(s.) itiraz olunabilir, yakışık almaz, makbul olmayan.

exceptional

(s.) müstesna, istisnai, ender, fevkalade. exceptionally (z.) müstesna olarak, fevkalade.

excerpt

(i.), (f.) (bir kitap veya yazıdan) seçme parça, pasaj; (f.) almak, seçmek, iktibas etmek.

excess

(i.), (s.) aşırılık, ifrat, fazlalık; (s.) fazla, ziyade, artan. excess fare bilet ücret farkı, mevki farkı, zam. excessluggage fazla bagaj. excess profits tax fazla kazanç vergisi. drink to excess içkiyi fazla kaçırmak. in excess of -den fazla, (onu) geçen. excessive (s.) fazla, ifrat, aşırı. exces'sively (z.) aşırı olarak, ziyadesiyle.

exchange

(i.) değiş mübadele, değişme, trampa; yerini alma; kambiyo, borsa:telefon santralı, merkez. exchange broker borsa simsarı, sarraf, borsacı. exchange rate kambiyo kuru, döviz kuru; değişim oranı. exchange value mübadele kıymeti. bill of exchange poliçe, tahvil. commercial exchange ticaret borsası foreign exchange döviz. produce exchange zahire borsası. stock exchange borsa, esham ve tahvilat borsası.

exchange

(f.) mübadele etmek, değiş tokuş etmek, değiştirmek, trampa etmek. exchange positions yer değiştirmek, birbirinin yerini almak. exchangeable (s.) mübadele edilebilir, değiştirilebilir.

exchequer

(i.), (lng.) maliye; kraliyet veya devlet hazinesi; servet, para; (k.dili) bir kimsenin kişisel gelirinin tümü. Chancellor of the Exchequer (ing.) Maliye Bakanı.

excipient

(i.) hazırlanacak olan ilaçlara uygun bir şekil veya güzel bir tat vermesi için katılan madde.

excise

(i.), (tic.) bir memlekette uygulanan istihsal, satış veya istihlâk vergi sistemi; bu vergiyi tahsil eden hükümet dairesi. excise duty bu vergi. exciseman (i.) bu verginin tahsildarı.

excise

(f.) kesmek, kesip çıkarmak, atmak; oymak, temizlemek (ur). exci'sion (i.) kesme, kesip çıkarma, kesip atma.

excitable

(s.) kolay heyecanlanır, kolay telâşa kapılır, tahriki kolay. excitabil'ity, excit'ableness (i.) kolay heyecana kapılma; (fizyol.) uyarılma kabiliyeti.

excite

(f.) heyecanlandırmak, kışkırtmak, tahrik etmek, kızıştırmak, telâşa vermek; (fizyol.), (biyol.) harekete geçirmek; uyandırmak, tembih etmek. excita'ti on (i.) tahrik, tembih. exci'tant (s.) tahrik edici, harekete geçirici, muharrik. excited (s.) heyecanlı. excitedly (z.) heyecanla. exciting (s.) heyecan verici, ilgi çekici. excitingly (z.) heyecanla, tahrik edici surette.

excitement

(i.) heyecan, telâş, galeyan, tahrik.

exciter

(i.), (elek.) dinamonun sabit sarmalarına cereyan veren yardımcı dinamo; (elek.) indüksiyonlu kıvılcımla radyo sinyali veren tertibat.

excitor

(i.), fizyol adaleyi harekete geçiren sinir, uyarıcı sinir.

exclaim

(f.) ansızın bağırıp çağırmak, hayretini ifade etmek, hiddetle söylemek.

exclamation

(i.) ünlem, nida, ani olarak söylenen söz; bağırma, telâşla itiraz etme. exclamation mark, exclamationpoint ünlem işareti (!). exclam'ative (s.) ünlem ifade eden. exclam'atory (s.) sevinç, hayret veya keder belirten; gürültülü.

exclave

(i.) bir memleketin başka bir devlette bulunan küçük toprak parçası.

exclude

(f.) hariç tutmak, dışarıda bırakmak, dahil etmemek, engel olmak, yoksun bırakmak, mahrum etmek.

exclusion

(i.) ihraç, kabul etmeyiş,tart, ret, yoksun bırakma, mahrum etme. to the exclusion of hariç tutarak, dışında bırakarak, mahrum ederek, meydan vermeyerek.

exclusive

(s.), (i.) umuma açık olmayan; bir kimse veya zümreye has; tek, eşi olmayan; hariç tutan; of ile müstesna, -den gayri, hesaba katmadan; (i.) yalnız bir gazete veya mecmuanın temin edebildiği mülâkat. exclusively (z.) yalnız, münhasıran.

excogitate

(f.) düşünüp bulmak, çıkarmak, icat etmek, düşünmek.

excommunicate

(f.) kiliseden aforoz etmek, mahrum etmek, cemaatten tardetmek, Hıristiyan ayinlerine kabul etmemek. excommunica'tion (i.) aforoz.

excoriate

(f.) deriyi sıyırmak, deriyi yüzmek; şiddetle suçlamak, itham etmek. excoria'tion (i.) deriyi sıyırma, sıyrılma; şiddetle suçlama.

excrement

(i.) pislik, dışkı. excremen'tal (s.) pislik kabilinden.

excrescence

(i.) nasır ve ur gibi hayvan ve bitki gövdelerinde hâsıl olan fazla cisim; fazlalık, normal dışı çoğalma. excrescent (s.) normalden fazla büyüyen, fazla, gereksiz.

excreta

(i.), (çoğ.) ifrazat, salgı; pislik.

excrete

(f.) ifraz etmek, çıkarmak (vücuttan). excretion (i.) salgı, ifrazat; ifraz etme,boşaltım. excre'tive, ex'cretory (s.) ifraz eden, salgı çıkaran.

excruciate

(f.) eza etmek, üzmek, ıstırap vermek, işkence etmek, acıtmak. excruciating (s.) eza verici, işkence edici. excrucia'tion (i.) ıstırap, işkence, eza, keder,elem.

exculpate

(f.) suçsuz çıkarmak, temize çıkarmak, tebriye etmek. exculpa'tion (i.) beraat, temize çıkma, tebriye.

excurrent

(s.) dışarı akan; (bot.) ana gövdesi uzamış olan; fizyol kalpten akan (kan ).

excursion

(i.) gezinti, yolculuk, kısa süreli seyahat; (mak.) yarım titreşim veya devir hareketi; bu harekette alınan mesafe. excursion ticket özel bir tur için indirimli gidiş dönüş bileti. excursion train özel indirimli tren.

excursive

(s.) dolaşan, belirli bir çizgi takip etmeyen, kararsız.

excursus

(i.) arasöz; konu dışına çıkma, konudan ayrılma.

excuse

(i.) özür, mazeret, bahane, sebep; özür dileme; izin verme, izin, hâk verme.

excuse

(f.) affetmek, mazur görmek, göz yummak, kusura bakmamak; suçsuz çıkarmak, haklı çıkarmak; from ile izin vermek, müsaade etmek. Excuse me özür dilerim, affedersiniz, kusuruma bakmayın. excuse oneself özür dilemek, izin istemek. excusable (s.) affedilebilir. excusably (z.) affolunacak şekilde.

execrable

(s.) alçak, melun, Lânete lâyık, murdar, tiksindirici, iğrenç; berbat, kötü, süfli. execrably (z.) kötü bir şekilde; alçakça, murdarca.

execrate

(f.) Iânet etmek, belâ okumak, nefret etmek. execra'tion (i.) lânet, nefret; melun şey.

executant

(i.) icra eden kimse; konser veren kimse.

execute

(f.) icra etmek, tatbik mevkiine koymak, yürürlüğe koymak; başarmak, üstesinden gelmek, yapmak, etmek; idam etmek, hükmü infaz etmek.

execution

(i.), (huk.) infaz, idam; yerine getirme, ifa, icra, tatbik etme, uygu lama, yapma; (güz.) (san.) yapış veya yapılış tarzı, icra usulü. executioner (i.) cellât, idam hükmünü tatbik eden kimse.

executive

(i.), (s.) idareci, yetkili şâhıs; (s.) idareci durumunda olan, yetki sahibi, icra salâhiyeti olan, kanunları yapan. executive officer (den.) ikinci kaptan, (çoğ.) güverte subayları. executive power icra kuvveti, yürütme yetkisi. executive session gizli celse.

executor

(i.) icra eden kimse; (huk.) vasiyet hükümlerini yerine getiren kimse. exec'utory (s.) icrai.; (huk.) ileride veya belirli şartlar altında yürürlüğe girecek olan. exec'utrix (i.), (huk.) vasiyet hükümlerini yerine getiren kadın.

exedra

(çoğ.) (drae) (i.) eski mimarîde kapalı toplantı yeri; kavisli bank.

exegesis

(i.) yorum, tefsir, şerh, kutsal kitapların tenkitli yorumu. ex'egete (i.) yorumlayan kimse; tefsir eden kimse.

exegetics

(i.) tefsir ilmi. exegetical (s.) yorumlama ile ilgili, tefsire ait.

exemplar

(i.) örnek, numune, sembol, timsal, misal; suret, kopya, nüsha.

exemplary

(s.) örnek alınacak, tavsiyeye şayan, ibret teşkil eden.

exemplification

(i.) örnek, misal, numune, sembol, timsal; (huk.) resmi mührü taşıyan bir senedin resmî kopyası.

exemplify

(f.) örnek olmak, misal teşkil etmek; örnek olarak göstermek, misal göstermek; kopya etmek, (huk.) tasdikli suretini çıkarmak, resmi suretini göstererek ispat etmek .

exempligratia

(Lat.) (kıs eq) örneğin, meselâ.

exempt

(s.), (i.), (f.) bağışık, muaf, ayrı tutulan, müstesna; (i.) muaf olan kimse, mükellef olmayan kimse: (f.) muaf tutmak, bağışıklık tanımak; hariç tutmak, istisna etmek. exemption (i.) muafiyet, bağışıklık, ayrı tutma,ayrılık, istisna etme.

exenterate

(f.), (tıb.) bir uzvu kesip çıkarmak.

exequatur

(i.) bir devletin diğer bir devletin konsolosunu tanıdığını gösterir belge.

exequy

(i.) cenaze alayı; (çoğ.) cenaze merasimi.

exercise

(i.), (f.) uygulama, tatbik, icra, yürütme, ifa, yerine getirme, kullanma;talim, alıştırma egzersiz; beden terbiyesi, jimnastik, idman; deney, tecrübe; (çoğ.) tören; (f.) icra etmek, ifa etmek, ettirmek, yaptırmak;idman yapmak, egzersiz yapmak; hareket etmek, gezmek; hareket ettirmek, çalıştırmak, idman yaptırmak, idmanla geliştirmek; meşgul etmek. exercised (s.) sinirli, heyecanlı, kızgın.

exercitation

(i.) egzersiz, pratik, işletme (bedeni veya zihni) talim yetiştirme,eğitim; edebi kabiliyet gösterisi.

exergue

(i.) sikke veya madalyanın arka yüzünün alt tarafındaki yazı yeri veya yazı.

exert

(f.) (gayret, hak, güç) kullanmak, sarfetmek. exert oneself çabalamak, uğraşmak, gayret sarfetmek. exertion (i.) gayret,çaba, emek. exertive (s.) gayret sarfeden.

exeunt

(Lat.), tiyatro sahneden çıkarlar. exeunt omnes hepsi sahneden çıkarlar.

exfoliate

(f.) pul pul olup dökmek veya dökülmek; kabuğu ince pullar hâlinde dökülmek (ağaç). exfoliation (i.) böyle dökme veya dökülme. exfoliative (s.) böyle dökülmeye sebebiyet veren.

exhalation

(i.) soluk alıp verme, nefes verme; soluk, nefes; herhangi bir şeyden çıkan koku veya buhar.

exhale

(f.) nefes vermek, buhar çıkarmak, koku saçmak, buhar ve koku hâlinde çıkmak, nefes alıp vermek. exhalant (s.) dışarı veren.

exhaust

(i.), (mak.) egzos, egzos borusu; vakumla tozu dışarı atan alet. exhaustchamber (oto.) çürük gaz kutusu. exhaust pipe egzos borusu.

exhaust

(f.) tüketmek, bitirmek; boşaltmak; boşluk meydana getirmek; kuvvetini tüketmek; (bütün imkânları) denemek; bitap düşürmek, yormak; teferruatıyla incelemek,inceden inceye tetkik etmek; (kim.) eriyebilen maddeleri içinden çıkarmak. exhausted (s.) tükenmiş; yorgun, bitkin. exhaustible (s.) tükenir, biter. exhaustion (i.) yorgunluk, bitkinlik; tüketme, tükenme; boşluk .

exhaustive

(s.) etraflı, geniş, teferruatlı, ayrıntılı, bütün imkânlar sağlanmış. exhaustively (z.) etraflıca, ayrıntılı olarak, teferruatıyle. exhaustiveness (i.) genişlik,etraflı oluş.

exhibit

(i.), (f.) sergi; (huk.) mahkemeye veya hakemlere ibraz olunan vesika veya delil; vesika gösterme; (f.) teshir etmek, sergilemek; göstermek, arz etmek; resimle göstermek; (tıb.). ilâç olarak vermek; (huk.) dava esnasında vesika veya delil ibraz etmek. exhibitor (i.) sergi açan kimse, teşhir eden kimse.

exhibition

(i.) sergi; gösterme, teşhir, izhar, ibraz, arz; (ing.) üniversiteden verilen burs; (tıb.) ilaç olarak verme. make an exhibition of oneself kendini teşhir etmek, kendini gülünç duruma düşürmek. exhibitionism (i.) kendini teşhir merakı,teşhir hastalığı.

exhilarate

(f.) neşelendirmek,coşturmak, canlandırmak, hayat vermek, renk katmak exhilarant (s.), (i.) neşelendirici, canlandırıcı (şey). exhilara'tion (i.) neşe, canlılık, hayatiyet. exhil'arative (s.) neşelendiren,canlandıran.

exhort

(f.) teşvik etmek; öğüt vermek,akıl öğretmek, nasihat etmek; uyarmak, ikaz etmek, ihtar etmek. exhortation (i.) teşvik; nasihat, öğüt, vaız. exhortative, exhor'tatory (s.) teşvik veya öğüt niteliğinde.

exhume

(f.) toprağı kazıp çıkarmak; mezardan çıkarmak; açığa çıkarmak. exhuma'tion (i.) mezardan çıkarma.

exigency

(i.) ihtiyaç; zorunluluk, zaruret, derhal tedbir almayı icap ettiren olay; lüzum. exigent (s.) hemen tedbir almayı icap ettiren; icbar edici, zorlayıcı, çok acele, acil; buhranlı; çok şey isteyen, fazla kuvvet ve enerji sarf ettiren.

exigible

(s.) istenilir, talep edilir.

exiguity

(i.) azlık, kıtlık, yoksunluk.

exile

(i.), (f.) sürgün, sürülme; sürgün edilen kimse; (f.) sürmek, sürgüne yollamak. the Exile İ.Ö. VL yüzyılda Musevîlerin Babil'e sürülmesi.

exilic

(s.) sürgüne ait, menfaya ait.

exisluous

(s.) ufak, cüzi, az.

exist

(f.) var olmak, mevcut olmak; bulunmak, olmak; kalmak, baki olmak; yaşamak, geçinmek.

existence

(i.) varlık, mevcudiyet, var oluş; hayat, ömür; bulunma, tezahür. existent (s.) mevcut, mevcut olan, var olan, bulunan. existen'tial (s.) var olan, mevcudiyeti olan. existen'tialism (i.),(fels.) egzistansiyalizm, varoluşçuluk.

exit

(i.), (f.) çıkış, gidiş, çıkılacak yer, çıkış kapısı; sahneden çıkış; f çıkmak, gitmek; tiyatro çıkar (sahneden).

exlibris

(Lat.).....'nın kitaplığından (üzerinde kitap sahibinin ismi bulunan ve kitabın başına yapıştırılan etikete yazılan ibare). exo önek dış, harici: exoskeleton.

exocarp

(i.), (bot.) meyvanın dış kabuğu.

exoderm

(bak.) ectoderm.

exodus

(i.) çıkış, özellikle Musa Peygamber zamanında Musevilerin Mısır'dan çıkışları; Eski Ahit'te ikinci kitabın ismi

exofficio

(Lat.) memuriyetle, memuriyetinden dolayı, memuriyet veya mevkiden ileri gelen (üyelik).

exogamy

(i.), (sosyol.) egzogami, dışarıdan evlenme. exogamic, exog'amous (s.) dışarıdan evlenme ile ilgili.

exogen

(i.) (bot.) dıştan büyüyen bitki; sapı her sene dış halkalarla büyüyen bitki. exo'genous (s.), (biyol.) dıştan doğan, dış etkilere bağlı olarak büyüyen.

exonarthex

(i.), (mim.) bir kilisenin dış dehlizi.

exonerate

(f.) beraat ettirmek, temize çıkarmak, suçlamalardan kurtarmak; muaf tutmak, hizmetten affetmek exoneration (i.) beraat, temize çıkarma. exonerative (s.) beraat ettiren, temize çıkaran.

exophthalmic

(s.), (tıb.) egzoftalmiye ait, göz küresinin fırlamasına ait exophthalmic goiter guatrdan meydana gelmiş egzoftalmi.

exophthalmos - mus

(i.), (tıb.) hastalık sebebiyle gözün ileriye fırlaması hali, egzoftalmi.

exorbitant

(s.) aşırı, had derecede, fahiş (fiyat), çok fazla, ifrata kaçan; (huk.) kanun dışında kalan. exorbitance, cy (i.) fazlalık, aşırılık, ileri gitme, haddini aşma. exorbitantly (z). aşırı olarak, had derecede.

exorcise

(f). dualarla defetmek,okumakla çıkarmak (cinleri); cinlerden kurtarmak; (nad). çağırmak (cinleri). exorcismi dualarla defetme (cinleri); böyle dua.

exordium

(i). başlangıç; nutuk veya yazının giriş kısmı, mukaddeme, önsöz.

exoskeleton

(i)., (anat). hayvanın dış kabuğu.

exosmosis

(bak). osmosis.

exosphere

(i). atmosferin basıncı en az olan en yüksek tabakası.

exostosis

(i)., (anat). kemik şişi.

exoteric, ical

(s). harici,zâhiri; genel, umumi; kolay anlaşılır; (fels). dışrak.

exothermic

(s)., (kim). ısı veren,hararet neşredici.

exotic

(s). dışarıdan gelme, ecnebi,harici, yerli olmayan; garip, tuhaf, alışılmamış, dikkati çeken, ekzotik. exoticism (i). dışarımalı, dışarıdan gelme; başka ülkelere ait olanları benimseme eğilimi.

exp

(kıs.) export, express.

expand

(f). büyütmek; geliştirmek,inkişaf ettirmek; şişirmek; genişletmek, tevsi etmek; açmak, yaymak; büyümek, gelişmek,inkişaf etmek; genişlemek, şişmek.

expanse

(i). geniş saha veya meydan;açılma, yayılma; genişlik.

expansible

(s). yayılıp büyümesi mümkün.

expansile

(s). açılıp yayılan.

expansion

(i). açılıp yayılma, büyüme, genişleme; genişleyen kısım, ek. coefficient of expansion (mat). genişleme katsayısı. expansion bolt sıkıştırma cıvatası,kurtağzı cıvata.

expansive

(s). yayılan, genişleyen,geniş, engin, yayılıp genişlemeye elverişli; şümullü, yaygın; coşkun, ateşli, açık sözlü. expansively (z). yayılarak, genişleyerek; coşkunlukla. expansiveness (i). yayılma, genişleme;coşma.

exparte

(Lat). yalnız bir tarafın yararına, tek taraflı.

expatiate

(f). etraflıca yazmak veya söylemek. expatia'tion (i). etraflıca yazma veya söyleme.

expatriate

(f)., (i). memleket dışına çıkmak, göç etmek;memleket dışına sürmek; (i). kendi vatanından başka bir memlekete yerleşen kimse.

expect

(f). beklemek, intizar etmek,ümit etmek, ummak; (k).dili zannetmek, tahmin etmek.

expectancy

(i). bekleme, bekleyiş,intizar, ümit; (huk). beklenen haklar. Iife ex pectancy ortalama ömür.

expectant

(s)., (i). bekleyen, ümit eden, uman (kimse). expectant mother hamile kadın. expectantly (z). bekleyerek,ümitle.

expectation

(i). bekleme, intizar, ümit; beklenilme. contrary to expectations beklenilenin aksine.

expectative

(s). muhtemel, beklenilen; ümit eden.

expectorant

(s)., (i)., (tıb). balgam söktüren: (i). balgam söktürücü ilaç.

expectorate

(f). balgam çıkarmak, tükürmek. expectora'tion (i). tükürme; tükürük, balgam.

expedient

(s), (i). doğru yolu aramadan istenilen sonucu elde etmek için en kolay yolu teşkil eden; uygun, münasip, muvafık, kestirme; (i). yol, çare, tedbir. expediency (i). yarar veya amaca erişmek için başvurulan çare; politika, bir işi doğru veya haklı olup olmadığına bakmadan yürütme. expediently (z). münasip şekilde, uygun olarak.

expedite

(f). çabuklaştırmak, hızlandırmak, kolaylaştırmak; çabuk icra etmek;(nad). göndermek, sevk etmek.

expediter

(i). güçlük ve eksiklere çare bulan kimse, bir iş için lüzumlu malzemenin vaktinde gelmesini temin eden memur.

expedition

(i). sefer, kesif heyeti veya seferi; zor yolculuk; sürat, acele; gönderme, sevk.

expeditious

(s). süratli ve becerikli; iş bilir. expeditiously (z). süratle, acele olarak, vakit kaybetmeden.

expel

(f). (led, ling) kovmak, azletmek, defetmek, tardetmek, çıkarmak; sürmek. expellant, lent (s)., (i). çıkaran; (i). defeden ilaç.

expend

(f). sarf etmek, harcamak. expendable (s). harcanabilen; (ask). feda edilebilen.

expenditure

(i). masraf, harcama.

expense

(i). masraf, fiyat, paha, harcama, sarf etme, verme; masraflı kimse veya şey. a Iaugh at his expense bir kimse ile alay etme. at the expense of pahasına, hesabıma; zararına. pay his expenses masraflarını ödemek. with no expense to you bedava, size masraf ettirmeden.

expensive

(s). pahalı, masraflı.

experience

(i). tecrübe, deney,görgü, vukuf; bir kimsenin geçirdiği tecrübeler, yaşantı; hayat. in all my experience bütün hayatım boyunca.

experience

(f). görmek, başından geçmek, çekmek, maruz kalmak, tecrübe etmek, denemek, tatmak, hissetmek. experienced (s). görgülü, tecrübeli, bilgili, irfan sahibi, marifetli.

experiential

(s). deneysel, tecrubi, tecrübeye dayanan, ampirik.

experiment

(i)., (f). deney, tecrübe, deneme; (f). deney yapmak, tecrübe etmek. experimen,tal (s). deneysel, tecrübeye dayanan, tecrübe. experimen'talism (i). deneyselcilik. experimen'tally (z). deneysel metotla,tecrübe ederek. experimenta'tion (i). deneme, deneyim, tecrübe.

expert

(s)., (i). usta, mahir, becerikli,uzman, mütehassıs, ehil; (i). uzman, mütehassıs,eksper, bilgi ve tecrübe sahibi kimse; bilirkişi. expertly (z). ustalıkla, mahirane.

expertise

(i). bilirkişi raporu; ehliyet,hüner.

expiate

(f). kefaret etmek, yapılan kötülüğü affettirecek bir harekette bulunmak,cezasını çekerek ödemek (suç). expiable (s). kefaret edilebilir. expiation (i). kefaret. ex'piatory (s). kefaret kabilinden.

expiore

(f). keşfetmek; incelemek, tetkik etmek, araştırmak; (tıb.) inceden inceye muayene etmek, ameliyatla araştırmak. explora'tion (i). keşif, araştırma, inceleme. explor'atory, explorative (s). keşif kabilinden,tetkik mahiyetinde. explorer (i). kâşif, keşfeden kimse veya araç.

expiration

(i). hitam, son, nihayet; nefes verme.

expire

(f). bitmek, sona ermek, müddeti hitama ermek; nefes vermek; ölmek, son nefesini vermek. expiratory (s). nefes vermekle ilgili.

expiry

(i). hitam, son, bitim.

explain

(f). anlatmak, açıklamak, izah etmek, beyan etmek, belirtmek, tasrih etmek,aydınlatmak, tenvir etmek, tarif etmek; açıklamada bulunmak, izahat vermek. explainaway örtbas etmek tevil etmek, sözü çevirmek. explain oneself kendisi hakkında izahat vermek; meramını anlatmak, anlatmak.

explanation

(i). açıklama, izah,izahat; anlam, mana; tanımlama, tarif; yorum,tefsir; uzlaşma.

explanatory

(s). açıklayıcı, izahat kabilinden.

expletive

(i)., (s). heyecan ifade eden söz; gereği olmayan harf,hece, kelime; anlamı kuvvetlendirici söz; küfür; (s). fazla, boşluğu dolduran, tamamlayan (kelime).

explicate

(f). yorumlamak, tefsir etmek; açıklamak, izah etmek, anlatmak. explic'able (s). anlatılabilir; anlaşılabilir. explication (i). açıklama, izah, izahat; ayrıntılı tasvir. explicative. explicatory (s). açıkalayıcı, izah edici; tahlili.

explicit

(s). sarih, apaçık, aşikar; kesin, katî. explicitly (z). açıkça, sarahatle.

explode

(f). patlatmak, infilak ettirmek;patlamak, infilâk etmek, patlak vermek; boşa çıkarmak, yanlış olduğunu ispat etmek, çürütmek. explode a theory bir kuramı çürütmek.

exploit

(i). kahramanlık, yiğitlik; sergüzeşt, macera.

exploit

(f). sömürmek, istismar etmek,istifade etmek; kullanmak, işletmek. exploita'tion (i). kendi çıkarına kullanma, sömürme, istismar. exploiter (i). sömüren veya istismar eden kimse; işleten kimse.

explosion

(i). infilak, patlama; galeyan, parlama, hiddetlenme. population explosion hızlı nüfus artışı. explosion oflaughter kahkaha tufanı.

explosive

(s)., (i). patlayıcı; (i). infilak maddesi, patlayıcı madde. high explosive yüksek patlamalı madde. explosively (z). patlayarak. explosiveness (i). patlama kabiliyeti.

exponent

(s)., (i). beyan ve ifade eden; temsil eden; (i). örnek, misal, sembol; (mat). üs exponen'tial (s)., (mat). üsse ait, üs rakamı cinsinden olan. exponentially (z). üs rakamlarına dayanarak.

export

(i). ihraç etme, ihracat; ihraç malı. export duty ihracat resmi. export license ihracat lisansı.

export

(f). ihraç etmek, dışarıya mal göndermek, ihracat yapmak. exporta'tion (i). ihraç etme, ihracat; ihraç edilen mal. ex'porter (i). ihraç eden kimse, ihracatçı.

expose

(i). suçu ortaya koyma, gizli bir şeyi açığa vurma; gizli kusurları meydana çıkaran makale veya kitap.

expose

(f). maruz bırakmak, karşı karşıya getirmek; göstermek, arz etmek; terk etmek, bırakmak (çocuk); teşhir etmek; keşfetmek, açmak, meydana koymak, açığa vurmak, alenen göstermek; (coltoq). kirli çamaşırları ortaya dökmek; (foto). almak, çıkarmak(filim üzerine).

exposed

(s). açıkça, meydanda; açık,maruz, korunmasız, muhafazasız; (foto). çekilmiş.

exposition

(i). ifade, izah, açıklama, şerh, yorumlama, tefsir; teşhir, sergileme; sergi.

expositor

(i). şerh eden kimse,yorum yapan veya tefsir eden kimse. expository (s). şerh ve izah eden, açıklayan.

expostfacto

(Lat). sonradan yapılmış olup öncekileride kapsayan; (huk). karar veya kanun yürürlüğe girmeden öncesi için geçerli olan.

expostulate

(f)., with ile dostça tenkit etmek, uyarmak, ikaz etmek, nasihat etmek. expostula'tion (i). dostça tenkit,uyarma. expos'tula'tor (i). nasihat eden kimse. expos'tulator'y (s). tenkit veya ikaz kabilinden.

exposure

(i). açma, keşfetme, teşhir;muhafazasız olma, maruz olma, açık olma;açığa çıkarma; (huk). mahrem yerlerini gösterme suçu; (foto). alma, çıkarma, poz (filim üzerine). The house has a southern exposure. Evin cephesi güneye bakar. exposure meter (foto). ışıkölçer, pozometre.

expound

(f). açıklamak, izah etmek,şerh etmek, yorumlamak, tefsir etmek.

express

(f). tarif etmek; ifade etmek, beyan etmek, anlatmak: yüz ifadesi veya mimiklerle anlatmak, belli etmek; sıkıp çıkarmak, sıkıp içini boşaltmak. express oneself maksadını anlatmak, meramını ifade etmek. express in other terms başka sözlerle anlatmak.

express

(s)., (z)., (i)., (f). açık, belli, sarih;kesin, katî; özel, hususi, mahsus; tam, tıpkı; gayesine uygun; sürat sağlayan; (z). sürat postası ile, ekspresle; (i). nakliye şirketi, ambar; sürat postası, ekspres; (f). ambarla göndermek. express company nakliye şirketi, ambar. express train surat postası, ekspres.

expressage

(i). ekspresle paket gönderme; bu iş için ödenen ücret.

expression

(i). ifade, deyim, ibare,söz, tabir; eda, yüzdeki ifade veya anlam;sıkıp içini boşaltma; (mat). ifade, ifade işareti. expressionism (i)., (güz san). ekspresyonizm. expressionless (s). ifadesiz, anlamsız, manasız.

expressive

(s). anlamlı, manalı, dokunaklı, tesir edici, etkileyici; canlı. expressively (z). anlamlı olarak, tesir edici bir şekilde.

expressly

(z). kesinlikle, katiyetle;belirli olarak, açıkça, sarahatle; özellikle, bilhassa.

expressman

(i). nakliyat şirketi memuru; nakliyat arabacısı.

expressway

(i). ekspres yol, otoban.

expropriate

(f). istimlak etmek, kamulaştırmak. expropria'tion (i). istimlak, kamulaştırma.

expulsion

(i). kovma, kovulma, tard, ihraç. expulsive (s). ihraç edici, ihraç kuvvetini haiz.

expunge

(f). silmek, bozmak, çıkarmak.

expurgate

(f). sansürden geçirmek(kitap); arıtmak, ıslah etmek, temizlemek. expurga'tion (i). ıslah etme, arıtma, temizleme. ex'purgator (i). ıslah eden veya arıtan kimse. expur'gatory (s). ıslah edici, ıslah kabilinden.

exquisite

(s)., (i). ince,zarif, nefis, enfes, çok güzel; mükemmel; keskin; şiddetli; (i). züppe adam. exquisitepain şiddetli ağrı. exquisite taste ince zevk. exquisitely (z). zarif bir şekilde; şiddetle.

exsanguine

(s). kansız.

exscind

(f). kesmek, kesip çıkarmak.

exsert

(f). dışarı çıkarmak. exserted (s)., (bot)., (zool). dışarı çıkmış (uzuv veya kısım).

exsiccate

(f). kurutmak, suyunu çektirmek. exsicca'tion (i). kurutma, kuruma, kuruluk. ex'siccative (s). kurutucu.

extant

(s). halâ mevcut, baki,günümüze kadar gelen.

extemporaneous

(s). irticali, önceden yapılan bir hazırlığa dayanmayan. extemporaneously (z). doğaçtan, irticalen.

extemporary

(s). irticalen yapılan veya söylenen, evvelce düşünülüp hazırlanmamış. extemporar'ily (z). irticalen.

extempore

(z)., (s). irticalen, hazırlıksız olarak, ani olarak; (s). hazırlıksız.

extemporize

(f). irticalen söylemek, hazırlıksız söz söylemek. extemporiza'tion (i). ani olarak tertipleme. extemporizer (i). irticalen söyleyen kimse.

extend

(f). uzatmak, yaymak; genişletmek, büyütmek, tevsi etmek; kapsamına almak, teşmil etmek; uzamak, büyümek, sürmek; yetişmek, varmak; (ing)., (huk). kıymet takdir etmek. extended insurance (sig). müddeti uzatılan sigorta. extended order (ask). (den). açılma nizamı. extended type (matb). alışılmıştan geniş matbaa harfi. extendible,extensible (s). uzatılabilir. extensibil'ity (i). uzatılma veya uzama kabiliyeti.

extensile

(s). uzatılabilir, uzatılması mümkün.

extension

(i). uzatma, uzama, genişletme, büyütme, uzatılma, genişleme; (tıb.) kemik veya kasları yerine oturtmak için çıkık bir uzvu çekip uzatma; (tic). vadenin uzatılması. extension course öğrenci olmayanlar için açılan yardımcı kurs, dinleyici öğrenciler için açılan kurs.

extensive

(s). geniş, yaygın, şümullü, vâsi, uzatılmış. extensively (z). geniş bir şekilde, yaygın olarak, ziyadesiyle, çok.

extensor

(i)., (anat). bir uzvu çekip uzatan kas, açıcı, ekstensor.

extent

(i). boy, uzunluk, mesafe, saha,büyüklük; kapsam, şümul; derece, mertebe,had; (huk). musadere emirnamesi, müsadere; (mat). uzanma. to a great extent büyük çapta. to the full extent of his power elinden geldiği kadar.

extenuate

(f). azaltmak, eksiltmek, hafifletmek, mazur göstermek; ciddîye almamak, hafiften almak. extenuating circumstances (huk). hafifletici sebepler. extenua'tion (i). azaltma, hafifletme; ciddiye almama, hafiften alma. exten'uator (i). hafifletici sebep. exten'uatory (s). hafifletici; ciddiye almayan.

exterior

(s)., (i). dış, harici, zahiri; hariçten gelen; yabancı memleketlere ait; (i). hariç, dış taraf dış, gösteriş, görünüş. exterior angle dış açı. exterior planets (astr). dünyanın yörüngesi dışında kalan gezegenler.

exterminate

(f). imha etmek,yok etmek kökünü kazımak, bitirmek. extermina'tion (i). imha, izale. exter'minator (i). (fare böcek) imha eden ilâç veya şâhıs.

extern

(s)., (i). çalıştığı kurumda geceleri yatmayan; (i). gündüzlü öğrenci: asistan veya stajyer doktor.

external

(s)., (i). harici, dış, zahiri; gözle görülen, maddi; dıştan gelen arızi, yüzeysel; yabancı, ecnebi; (anat). vücudun dış kısmını ilgilendiren; (fels). dış dünyaya, algılanan dünyaya ait. externals (i). dışta veya yüzeyde kalan olaylar, durumlar, dış görünüş. external affairs harici iş1er. external'ity (i). harici olma,dışta kalma; dış görünüşe önem verme. exter'nally (z). harici olarak, dıştan.

externalize

(f). maddileştirmek, haricileştirmek, cismanileştirmek.

exterritorial

(bak). extraterritorial.

extinct

(s). sönmüş, sönük; nesli tükenmiş, varisi olmayan; battal, ilga edilmiş,kaldırılmış yok edilmiş. extinct animal nesli tükenmiş hayvan. extinct volcano sönmüş yanardağ.

extinction

(i). söndürme, sönme, imha; bir neslin tükenmesi; ortadan kaldırma; (fiz). ekstinksiyon.

extinguish

(f). söndürmek, bastırmak, ortadan kaldırmak, bitirmek, yok etmek, imha etmek, izale etmek; (huk). feshetmek. extinguisher (i). yangın söndürme aleti, mum söndürmeye mahsus şamdan külâhı.

extirpate

(f). kökünden sökmek, kökünü kazımak; izale etmek, yok etmek, imha etmek.

extoll

(f). (Ied, ling) övmek, yüceltmek, lehinde konuşmak.

extort

(f)., (huk). zorla almak, koparmak,gaspetmek, slang sızdırmak (para); zorla yaptırmak. extortion (i). zorla alma, zorbalık,kanunsuz şekilde baskı yaparak alma; zorla alınan şey; şantaj. extortioner, extortionist (i). zorla alan kimse, zorba kimse, görevini kötüye kullanan kimse.

extortionaryate

(s). zorbalığa ait, zalim, insafsız, görevini kötüye kullanan.

extra

önek dışarı, hariç; extra-legal kanun dışında kalan.

extra

(s)., (z)., (i). fazla, gereksiz, zait, ayrı; üstün, âlâ, fevkalade; (z). fevkalade surette, ilâve olarak, ayrıca; (i). ekstra, zam, fazladan olan şey; ikinci, üçüncü v.s. baskı (gazete);(sin). ufak rollerde oynayan kimse. Dancingis an extra. Dans dersleri için ayrıca ücret ödenir.

extract

(i). özet, hulâsa, öz, ruh; esans; seçilmiş parça, iktibas edilmiş kısım. beef extract et suyu özü. lemon extract limon özü.

extract

(f). çıkarmak, çekmek; söyletmek, itiraf ettirmek; özetini veya özünü çıkarmak; seçmek; (bir kitap vb'nden bir parçayı) almak, iktibas etmek; suretini almak. extractable (s). çıkarılabilir. extractor (i). sökücü, çıkarıcı.

extraction

(i). çıkarma, istihraç,çekme (diş); nesil, sülâle, nesep; özet, öz, hulâsa.

extractive

(s). çıkarılabilir; çıkarıcı; doğal maddeleri işlemeye ait. extractive industries doğal maddeleri işleme endüstrisi.

extracurricular

(s). ders programı dışında kalan.

extradite

(f). suçluları iade etmek veya ettirmek. extraditable (s). iade edilebilir(suçlu). extradition (i). suçluları iade.

extrados

(i)., (mim). bir kemerin dış çevresi; kemer sırtı, kubbe sırtı, bir kemerin tümsekli yüzeyi.

extragalactic

(s)., (astr). Samanyolu'nun dışında olan.

extrajudicial

(s). mahkeme veya dava dışı.

extramundane

(s). maddesel evrenin dışında olan.

extramural

(s). şehir veya okul duvarları dışında, okullar arası (karşılaşma).

extraneous

(s). konu dışı mevzu haricî; dıştan gelen, yabancı, ecnebi. extraneously (z). konu dışı olarak; dıştan gelerek.

extraordinary

(s). olağan üstü, fevkalade, nadir, garip,müstesna, özel bir durum için görevlendirilmiş. extraordinar'ily (z). fevkalade bir şekilde.

extrapolate

(f). (mat). bir seride bilinen rakamları veya miktarları esas alarak bilinmeyenleri tahmin etmek, mana çıkarmak. extrapola'tion (i). bilinene dayanan tahmin.

extrasensory

(s). bilinen duygulara dayanmayan. extrasensory perception altıncı his.

extraterritorial

(s). bulunduğu memleketin kanunları dışında.

extrauterine

(s)., (tıb.) rahmin dışında olan veya oluşan.

extravagance, cy

(i). israf,aşırılık, ifrat, taşkınlık, delilik, saçmalık.

extravagant

(s). tutumsuz, müsrif, aşırı, müfrit, çok pahalı, mübalâğalı, fazla. extravagantly (z). tutumsuzca, aşırı olarak,mubalâğa ile.

extravaganza

(i). fantezi, zarif ve hayal gücüne dayanan müzik veya piyes.

extravagate

(f). başıboş dolaşmak; müsrif olmak, haddi aşmak, ileri gitmek.

extravasate

(f)., (tıb.) damarlardan dışarıya kan akıtmak veya akmak. extravasa'tion (i). bu çeşit akma; böyle akan kan.

extreme

(s)., (i). son derece; müfrit, aşırı; en uçta veya kenarda olan; son; (i). sınır, bitiş noktası veya çizgisi, kenar, uç; son derece; (mat). denklem ve seride başlangıç veya bitiş noktası. extreme case olağan üstü bir örnek. go to extremes ifrata kaçmak, aşırı gitmek. extremely (z). ziyadesiyle, aşırı derecede. extremeness (i). ifrat, aşırılık.

extremist

(i). ifrata kaçan kimse,aşırı giden kimse.

extremity

(i). uç, nihayet, son, zirve; hudut, sınır; son derece; aşırı sıkıntı veya tehlike; aşırı davranış veya fikir. extremities el ve ayaklar. resort to extremities aşırı gitmek.

extricate

(f). kurtarmak, çıkarmak,açmak, ayırmak. extricables kurtarılabilir, çıkarılabilir. extrica'tion (i). kurtarma, kurtulma, çıkarma, ayırma.

extrinsic

(s). harici, dıştan gelen,arızi, esaslı olmayan, geçici; (fels). dışınlı, özdışlı. extrinsically (z). dıştan, hariçten, arızî olarak.

extrorse

(s)., (bot). dışa bakan, dışa dönen.

extroversion

(i)., (psik). ilginin içten dışa dönmesi, çevreyle ilgi kurma.

extrovert

(i)., (psik). dışa dönük karakter, başkalarıyla ilgilenen kimse.

extrude

(f). itip çıkarmak, ihraç etmek; suyunu çıkarmak, sıkmak. extruded rods yumuşak halde iken deliklerden geçirilen demir çubuklar. extrusion (i)., (mad). ihraç etme, çıkarma. extrusive (s). ihraç eden; fırlatan, püskürten; (jeol). püskürük (volkanik kaya).

exuberance

(i). coşkunluk, taşkınlık; bolluk.

exuberant

(s). coşkun, taşkın; bol, mebzul, bereketli, çok. exuberantly (z). coşkunlukla; bollukla, mebzulen.

exuberate

(f). coşmak, taşkınlık yapmak; taşmak, bereketli olmak, bol bol bulunmak.

exude

(f). ter gibi dışarı vermek veya çıkmak, sızmak. exuda'tion (i). dışarı sızan şey, ter.

exult

(f). (bir zafer sonucu) coşmak,övünmek, sevinç izhar etmek. exulta'tion (i).. sevinç, sevinme, övünme.

exurbanite

(i). şehrin herkesin oturduğu banliyösünden daha uzak ve daha muteber yerinde oturan kimse.

exurbia

(i). şehirden uzak ve zenginlere göre düzenlenmiş banliyölerin topu.

exuviae

(i)., (çoğ.) böcek ve yılan gibi hayvanların dökülmüş kabuk veya derileri.

exuviate

(f). kabuk dökmek, deri veya tüy dökmek.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL