NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

do ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: do
Bulunan Sonuç: 202

do

(i)., (müz). bir gamın birinci ve son notası.

do

(i)., (k.dili), eğlenti, toplantı. do's and don'ts yapılması ve yapılmaması gereken şeyler.

do

(f). (did, done) etmek, yapmak, eylemek; icra etmek, kılmak, ifa etmek; başa çıkmak, başarmak; tamamlamak; hazırlamak, tertip etmek; hareket etmek, davranmak; bir halde olmak; işini becermek; kafi gelmek, yetişmek; tercüme etmek; oynamak (piyes); belirli bir mesafe katetmek; fiilin anlamını ve emir cümlesini kuvvetlendirmede. I do believe you Do be quiet: soru cümlelerinde: Do you hear? olumsuz cümlelerde: I do not know do away with atmak, kaldırmak; öldürmek. do badly işini becerememek. do battle uğraşmak, mücadele etmek. do by davranmak .do for bakmak .do in argo öldürmek. do one's best elinden geleni yap- mak. do one's hair saçlarını düzeltmek veya şekil vermek. do to death öldürmek. do over again yeni baştan yapmak. do up sarmak, paket etmek; çok yormak; konserve yapmak; tamir etmek. Do tell ! Öyle mi ? Sahi mi ? do well işi iyi gitmek; iyi para kazanmak. do well by him ona iyilik etmek. do without muhtaç olmamak, -sız olmak. done to a turn olmuş, tam pişmiş. done in (A.B.D.)., k.dili yorgun, bitkin; öldürülmüş. all done up bitkin bir halde, çok yorulmuş; hepsi hazır, hepsi sanlmış. (paket vb) make do idare etmek It is not done. Yapılmaz. Yakışık almaz. have nothing to do with hiç bir ilişkisi olmamak How do you do? Nasılsınız? Nothing doing ! k.dili Asla! That will do Kafi. Yetişir. well to do zengin, hali vakti yerinde.

dobbin

(i). çiftlik atı, beygir, uysal at.

docent

(i). bazı (A.B.D.). üniversitelerinde okutman.

docile

(s). uysal, halim selim, yumuşak başlı. docil'ity (i). yumuşak başlılık, uysalık.

dock

(i). karabuğdaya benzer bir ot. patience dock labada, (bot). Rumex patientia sour dock kuzukulağı, (bot). Rumex acetosa.

dock

(i). mahkemede sanık yeri.

dock

(i)., (f)., (den). havuz, gemi havuzu, dok: iskele, rıhtım; (f). rıhtıma yanaşmak, havuza çekmek, havuza girmek. dockage (i). havuz veya rıhtım ücreti. docker (i). havuz veya tersane işçisi. dockmaster (i). tersane müdürü. dockyards (i). tersane. floating dock yüzer havuz.

dock

(i)., (f)., (zool). hayvan kuyruğunun etli kısmı; (f). kuyruğunu kesmek; ücret, indirmek.

docket

(i)., (f)., (huk). özet, hulasa; (huk). karar defteri; (huk). bekleyen davalar listesi; gündem, yapılacak işler listesi; paket etiketi; (f). özetlemek, hulasa etmek, listeye kaydetmek; etiket yapıştırmak. on the docket yapılacak işler listesinde, gündemde.

doctor

(i)., (f). doktor, tabip, hekim, veteriner, diş doktoru; herhangi bir bilim dalmda doktora yapmış olan kimse; makinalarda birtakım kolaylıklar sağlayan kısımlar; (f)., k.dili doktorluk etmek, tedavi etmek; ilaç içmek, tedavi edilmek; tamir etmek; düzeltmek; tahrif etmek, üzerinde oynamak, değiştirmek hile karıştırmak; elden geçirmek, ıslah etmek. doctoral (s). doktor payesine ait. doctorate (i). doktora, doktor payesi.

doctrinaire

(i)., (s). kurama, nazariyeci; (s). kuramsal, nazari.

doctrinal

(s). kuram veya doktrine ait.

doctrine

(i). akide, öğreti, doktrin, düstur.

document,documentary

(i)., (f). belge, vesika; senet, delil; (f). tevsik etmek, belgelerle ispat etmek. documenta'tion (i). tevsik, belgelerle ispatlama.

documental

(s). dökümanter, belgelere dayanan, belgesel, yazılı. documentary bills vesikalı poliçeler. documentary credit (tic). vesikalı kredi. documentary film belgesel filim, dökümanter filim.

dodder

(f). yaşlılık nedeniyle titremek, sendelemek. doddering (s). titrek, halsiz, zayıf.

dodder

(i). bağboğan, küsküt, (bot). Cuscuta.

dodecagon

(i)., (geom). on iki açılı şekil,

dodecahedron

(i)., (geom). on iki yüzlü şekil.

dodecanese

(i). Oniki Ada.

dodge

(f)., (i)., bir yana kaçmak; kaçamak yapmak, atlatmak, bertaraf etmek; hile ile sıvışmak; -den bir yana kaçıp kurtulmak, atlatmak; (i). bir yana kaçış, çevik bir hareketle kurtulma; atlatma, hile, oyun, düzenbazlık. dodger (i). hilekâr kimse, savuşturan veya geçiştiren kimse; (A.B.D.). küçük el ilânı.

dodo

(i). (çoğ oes, os) şimdi nesli tükenmiş olan güvercin cinsinden uçamayan büyük bir cins kuş, (zool). Rapheco; k.dili dünyadan habersiz kimse, budala kimse, aptal kimse.

doe

(i). geyik ve tavşan gibi hayvanların dişisi. doeskin (i). dişi geyik derisi, karaca derisi, buna benzeyen ince deri veya bez.

doer

(i). yapan kimse.

does

do'nın 3'üncü tekil şahsı.

doff

(f). çıkarmak (elbise); şapkayı çıkararak selâm vermek; atmak, başından savmak. doffer (i). çıkaran kimse; şapkası ile selâm veren kimse; başından savan kimse.

dog

(i). köpek, it; kurt, tilki ve çakal gibi hayvan; bu hayvanların erkeği; k.dili herif, adam; (argo). değersiz ve kötü olan herhangi bir şey; kütükleri tutmak veya kaldırmak için kullanılan demir alet; (argo). çirkin ve sıkıcı kadın; mandal; den palamar gözü; ocagm demir ayağı dogs (i)., (argo). ayaklar. dog collar köpek tasması; dik ve yüksek yaka. dog days yazın en rutubetli ve sıcak sayılı günleri, eyyamı bahur. dog in the manger kendisine yaramayan şeylerin başkaları tarafından alınmasına engel olan bencil kimse. dog Latin uydurma ve hatalı Latince. dog license köpeğin tasma numarası veya kayıt vesikası. dog rose köpek gülü, yabani gül, (bot). Rosa canina dog's life k.dili tasalı hayat. Dog Star Büyük Köpek burcunda en parlak yıldız, Sirius. dog tag köpeğe takılan madeni kimlik; (A.B.D.)., k.dili askerlerin boyunlarına taktıkları madeni kimlik belgesi. dog tired, dog weary çok yorgun, bitkin. dogs of war harbin kan dökücü ve yıkıcı tarafları. a dead dog köpek leşi; değersiz kimse veya şey. creeping dog's tooth grass büyük ayrık otu, domuz ayrığı, (bot). Cynodon dactylon die like a dog gebermek, sefil bir şekilde ölmek (dog). eatdog (s). çıkar gözeten. Every dog has his day bak. day go to the dogs mahvol mak, bozulmak, kötü yola düşmek. hot dog sosis Iet sleeping dogs lie işi kurcalamamak, işi oluruna bırakmak. put on the dog (A.B.D.)., k.dili çalım satmak, poz takınmak. rain cats and dogs sel gibi yağmur yağ mak, gökler boşanmak. sea dog fok; gemici throw to the dogs itin önüne atmak, ziyan etmek, israf etmek.

dog

(f). (ged, ging) peşini bırakmamak, takip etmek (özellikle kötü bir niyetle); tazı gibi av peşinden gitmek; kütükleri aletle tutup kaldırmak. dog one's steps birinin peşini bırakmamak, takip etmek.

dog-ear

(f)., (i). kitap sayfası köşesini kıvırmak; (i). kıvrık sayfa köşesi.

dogape

(i). insana benzer kuyruksuz maymun.

dogbane

(i). itboğan, (bot). Apocynum erectum; buna benzer birkaç ot.

dogberry

(i). bir tür kızılcık.

dogcart

(i). çift oturacak yeri olan tek atlı ufak araba; köpeklerin koşulduğu hafif araba.

dogcatcher

(i)., (A.B.D.). başıboş köpekleri toplayan kimse.

doge

(i)., eski Venedik ve Cenova Dükası.

dogface

(i)., (A.B.D.), (argo). er.

dogfennel

(i). it papatyası, fena kokulu papatya, (bot). Athemus cotula.

dogfight

(i). köpek kavgası; savaş uçakları arasındaki çatışma.

dogfish

(i). birkaç çeşit köpekbalığı, (zool). Mustelus.

dogged

(s). inatçı, bildiğinden şaşmaz, sebatkâr, doggedly (z). sebatla. doggedness (i). sebat, inat, bildiğinden şaşmazlık.

dogger

(i). Kuzey Denizinde kullanılan ,çift direkli bir çeşit balıkçı gemisi.

doggerel

(i). edebi değeri olmayan komik şiir.

doggish

(s). köpek gibi; ters, aksi, huysuz; (A.B.D.)., k.dili gösterişli, fiyakalı.

doggone

ünlem, (A.B.D.)., k.dili Hay Allah !

doggy,doggie

(i). küçük köpek, süs köpeği.

doghouse

(i). köpek kulübesi. in the doghouse (A.B.D.)., k.dili gözden düşmüş.

dogie

(i)., (A.B.D.). annesiz buzağı.

dogma

(i). dogma, inak, doktrin, akide, dini inanç, kaide; kesin söz veya fikir.

dogmatic

(s). dogmatik, kesin, iman ve itikada ait, kesin kurallarla ilgili; kestirip atan, tartışma kabul etmeyen; kesin. dogmatics (i). dini dogmaların sistematik olarak incelenmesi. dogmatically (z). kesinlikle, katiyetle, tartışma kabul etmez surette.

dogmatism

(i). dogmatizm, inakçıIık, fikir beyan etmede kesinlik. dogmatist (i). dogmatik kimse, kesin fikir beyan eden kimse.

dogmatize

(f). kesin olarak fikrini söylemek veya yazmak; kestirip atmak, tartışmaya meydan vermemek.

dogooder

(i)., (k.dili). iyi niyetli fakat başarısız toplumsal reformcu.

dogtired

(s)., (k.dili). çok yorgun, bitkin.

dogtooth

(i). köpekdişi; (mim). yaprak şeklinde bir çeşit süs. dogtooth violet zambakgillerden Alp lalesi, (bot). Erythronium denscanis.

dogtrot

(i). yavaş koşma.

dogwatch

(i)., den öksüz vardiya, gemide kısa akşam nöbeti.

dogwood

(i). kızılcığa benzer bir ağaç, (bot). Cornus.

doily

(i). dantel veya işlemeli masa örtüsü.

doings

(i). işler, vakalar; hareket, tavır.

doityourself

(s)., (A.B.D.)., (k.dili). yardımsız yapılabilecek şekilde hazırlanmış.

dolce

(s)., (z)., (müz). tatlı, aheste, hoş, dolçe. dolce far niente tatlı rehavet. dolce vita tatlı hayat. dolcis'simo (s)., (z)., (müz). çok tatlı, çok hoş.

doldrums

(i). okyanusun rüzgârların hafif ve sakin olduğu ekvatora yakın kısımları; iş ve sanat gibi çevrelerde durgunluk, sükunet; kasvet, keder, bezginlik, sıktntı. be in the doldrums canı çok sıkkın olmak.

dole

(i)., (f). kısım, hisse, pay, nasip; muhtaç kimselere yiyecek, giyecek v.b dağıtımı, yardım, iane, sadaka verme; hükümetin işsizlere yardım olarak verdiği para; (f)., out ile iane olarak dağıtmak; ufak miktarda giyecek, yiyecek v.b yardımı yapmak. go veya be on the dole hükümetin işsizlere yaptığı para yardımı listesine katılmak.

doleful

(s). kasvetli, sıkıntılı, kederli, hüzünlü, mahzun. dolefully (z). sıkıntıyla, kasvetle, hüzünle.

dolerite

(i)., (jeol). dolerit, dolantaşı, koyu renk birkaç çeşit volkanik taş.

dolichocephalic

(s). doliko sefal, uzunkafalı.

doll

(i)., (f). oyuncak bebek, kukla; yalnız dış güzelliği olan kadın; güzel ve sevimli çocuk; (f)., k.dili up ile süslemek, süslenmek, şık giyinmek, giydirmek. dollhouse (i). oyuncak bebek evi.

dollar

(i). dolar, 100 sent karşılığı olan Amerikan para birimi; Kanada, ,Çin ve bazı İngiliz sömürgelerinin para birimleri.

dollop

(i)., k.dili topak, ufak parça.

dolly

(i).,(ç).dili bebek, kukla; (mak). tekerlekli kriko; iki tekerlekli yük taşıyıcısı; filim veya televizyon kamerasını taşıyan tekerlekli araç; dekovil lokomotifi; şahmerdan başlık takozu; çoğ, (argo). dolofin, sentetik uyuşturucu bir madde.

dolman

(i). bir çeşit giysi, dolama; bir çeşit kadın paltosu.

dolmen

(i). tarih öncesi devirde büyük taşlardan yapılmış olan lahit şeklinde abide, dolmen.

dolomite

(i)., (jeol). kalsiyum, magnezyum ve karbonattan ibaret bir çeşit beyaz mermer, dolomi Dolomites Tirol,da bu kayadan oluşmuş dağlar, dolomitler.

dolor

(i)., ,şiir keder, gam, elem, azap. dolorous (s). acıklı, kederli, elem veren.

dolphin

(i). Delphinidae familyasmdan yunusbalığı ve ona benzeyen başka birkaç çeşit balık, (zool). Delphinus delphis; den palamarlık baba veya şamandıra.

dolphin

(i)., (astr). Delfin takımyıldızı.

dolt

(i). ahmak, budala, kalınkafalı kimse. doltish (s). kafasız, budala, ahmak dom sonek lik, -Iık veya ''yeri anlamın da kullanılır.

domain

(i). mülk, mal, arazi; memleket, üIke; nüfuz sahası, nüfuz bölgesi; saha, alan, ihtisas; (huk). yüce hakimiyet. right of eminent domain istimlâk hakkı.

dome

(i)., (f)., (mim). kubbe; kubbe biçimindeki tabii oluşum; (argo). başın üst kısmı, tepe; (f). kubbe ile örtmek; kubbe şekli vermek.

domesday

(i). hüküm günü, kıyamet günü. Domesday Book 1086'da Ingiltere'de Kral William'ın emri ile yapılan araştırmada arazi sahipleri ile bu kişilerin mal ve mülklerinin sayımını kapsayan kitap.

domestic

(s)., (i). eve ait, evcimen, ev işlerine bağlı; ehli, evcil; kendi memleketine ait; (i). hizmetçi. domestic animals evcil hayvanlar. domestic industries yerli sanayi. domestic science ev bakımı, ev idaresi .

domesticate

(f). evcilleştirmek, ehlileştirmek; medenileştirmek; evcilleşmek. domestica'tion (i). ehlileşme, ehlileştirme.

domesticity

(i). eve ve aileye bağlılık, evcimenlik; ev hayatı, aile hayatı.

domicile

(i)., (f). ev, konut, mesken, ikametgah; (huk). daimi ikamet yeri; (f). yerleştirmek, iskân etmek; yerleşmek, oturmak.

dominance

(i). hakimiyet, salahiyet, tahakküm, üstünlük.

dominant

(i)., biyol başat özellik; (müz). sol notası.

dominant

(s)., hakim, mütehakkim, idare eden, yöneten, galip, tesirli, nüfuzlu; (müz). bir gamda sol notasına ait, dominant; (biyol). başat.

dominate

(f). hakim olmak, tahakküm etmek, idaresi altına almak; üstün olmak.

domination

(i). hükmetme, istibdat, idaresi altına alma; idaresi altında olma.

domineer

(f). despotça hükmetmek, hâkim durumda olmak. domineering (s). oto riter, tahakküm eden; küstah. domineer ingly (z). otoriterce, tahakküm ederek.

dominican

(s)., (i). Dominikan tari katı ile ilgili; (i). bu tarikata bağlı kimse.

dominie

(i)., iskoç öğretmen; (A.B.D.)., k.dili papaz.

dominion

(i). hüküm, hâkimiyet, idare; dominyon.

dominium

(i)., (huk). malikiyet, idare, salahiyet, yetki.

domino

(i). bir çeşit maske veya yarım maske; domino taşı dominoes (i). do mino oyunu.

don

(i). ''Bay'' anlamına gelen ispanyolca bir söz; ispanya'nın ileri gelenlerinden, Don; (ing)., k.dili üniversite öğretmeni.

don

(f). (ned, ning) giymek, giyinmek.

dona

(i)., (isp). hanım, bayan; ispanyol hanımı.

donate

(f). hediye etmek, bağışlamak, iane vermek.

donation

(i). iane verme; iane, hediye, bağış, hibe.

done

(bak). do; (s). tamamlanmış, bitmiş; iyi pişmiş (yemek). done brown iyi kızarmış (et, ekmek). done for mahvolmuş, bitkin, öIüm döşeğinde. done in çok yorgun, bitkin.

donee

(i)., (huk). bağışta bulunulan kimse veya kurum.

donjon

(i). eski zaman şatolarında en yüksek kule, burç.

donkey

(i). eşek, merkep; eşek adam, akılsız veya inatçı kimse. donkey engine (mak). donki makinası, küçük yardımcı buhar makinası.

donna

(i)., it hanım.

donnybrook

(i). herkesin katıldığı kavga.

donor

(i). veren veya hediye eden kimse; bağışta bulunan kimse; (tıb). kan veren kimse, verici.

donothing

(i). tembel ve haylaz kimse; colloq boş gezenin boş kalfası. don't kıs donot.

doodad

(i)., k.dili küçük süs eşyası, incik boncuk.

doodle

(i)., (f). karalama, gelişigüzel yazma veya çizme; (f). karalamak doodlebug (i). maden damarlarını aramakta kullanılan herhangi bir cihaz; uçan bomba.

doohickey

(i)., (A.B.D.)., k.dili şey, asıl ismi bilinmeyen veya hatırlanmayan bir şey.

doom

(i). kötü kader, kör talih; hüküm, mahkumiyet; ölüm, zeval, yok olma; son hüküm, kıyamet günü. crack of doom kıyamet kopması, dünyanın sonu.

doom

(f). hüküm vermek, aleyhinde karar almak, mahkum etmek; kötü bir talihi olmak. doomsday bak. domesday.

door

(i). kapı. doorbell (i). kapı zili. door keeper (i). kapıcı. doorknob (i). kapı tokmağı. doorman (i). kapıyı açıp kapamakla görevli kimse. door (mat). paspas doornail (i). eski zamanda kullanılan iri başlı kapı çivisi. door plate isim yazılı kapı tabelası. doorstep (i). eşik. doorstop (i). kapı tamponu. doorway (i). kapı aralığı, giriş, antre. have a foot in the door mec postu sermek; adımını atmak. at death's door ölmek üzere, bir ayağı çukurda darken the door birisinin evine gitmek, uğramak dead as a doornail olmuş gitmiş. deaf as a doorpost duvar gibi sağır. Iay at the door of suçlamak, kabahat yüklemek next door kapı komşu, yakın out of doors dışarıya, dışarıda; açık havada show one the door kovmak, kapıyı göstermek three doors off üç ev ötede.

doordie

(s). isteğini bütün şartlar karşısında yapmaya kararlı; öIüm kalım.

dope

(i)., (f). herhangi koyu bir sıvı veya hamurumsu preparat; (hav). uçak kanatlarının yapımında kullanılan bez cilâsı; dinamit yapımında kullanılan madde; (argo). uyuşturucu madde, narkotik; (argo)., spor doping, uyarıcı ilâç; (argo). budala kimse; (argo). malumat; (f). sıvı veya hamurumsu preparatı sürmek; karışımın içine başka şey karıştırmak; uyarıcı ilâç vermek; uyuşturucu madde ile tedavi etmek veya bayıltmak; out ile, (argo). çözüm yolu bulmak, halletmek; önceden tahmin etmek, kestirmek doper (i)., (argo). esrarkeş. dope sheet (argo)., spor at yarışlarında yarış listesi. dopester (i). yarış ve seçim gibi olayların sonuçlarını önceden tahmin etmeye çalışan kimse. dopey (s)., (argo). esrarın tesiri altında olan; k.dili uyuşuk; ahmak, budala.

doppelganger

(i)., (Al). hayatta olan bir kimsenin eşruhunu taşıdığı tasavvur edilen ve yalnız o kimseye görünen hayalet.

dor,dorbeetle

(i). pis yerlerde yaşayan bir cins böcek, (zool). Geotrupes ster corarius.

doric

(s)., (i). Dorlara ait; (i)., (mim). en eski ve sade Yunan mimari üslubu, Dorik.

dorking

(i). ayaklarında beşer tane parmak bulunan İngiliz tavuğu.

dorm

(i)., k.dili yatakhane.

dormant

(s). uykuda olan, uyuşuk, cansız; colloq rafa kalkmış; keşfedilmemiş. (kabiliyet); (bot)., (zool). geçici bir süre için uykuya yatmış, hareketsiz. dormancy (i). uyku hali.

dormer

(i)., dormer window çatı penceresi.

dormitory

(i). yatakhane, kouş; örenci yurdu.

dormouse

(i)., (zool). Gliridae familyasından ufak sincaba benzer fare, kakırca, (zool). Muscardinus avel lanarius.

dorsal

(s)., (anat). sırta ait; (bot). arka tarafa ait.

dory

(i). yassı bir çeşit kayık; (zool). Zeidae familyasından bir çeşit yassı balık. John Dory dikenli dülger balığı, (zool). Zeus faber.

dosàdos

(i)., (z). halk oyunlarında bir dans figürü; (z). sırt sırta.

dosage

(i)., (tıb). ilâcın belirli miktarda verilmesi, dozaj, düzem, yaşa göre miktar tayini; kuvvet veya lezzet vermek için şaraba şeker, alkol v.b katılması.

dose

(i)., (f). bir defada alınan ilâç miktarı, doz; (f). belirli miktarda ilâç vermek; tatsız bir şey vermek; ilâç almak.

dosser

(i). ipekten yapılmış duvar halısı; küfe.

dossier

(i). evrak dosyası.

dost

eski do'nun ikinci şahıs tekili.

dot

(i). nokta, ufak leke, benek; Mors alfabesinde nokta; (mat). çarpma işareti; (mat). ondalık nokta; (müz). noktadan sonra konan ve uzatma ifade eden nokta. dot the i's and cross the t's bir şeyi doğru olarak ifade etmek. on the dot k.dili dakikası dakikasına, tam vaktinde.

dot

(f). (ted, ting) noktalamak, benek benek dağıtmak; sık olarak yayılmak.

dotage

(i). bunaklık; düşkünlük, iptila, aşırı sevg.i dotard (i). bunak kimse.

dote

(f)., on veya upon ile aşırı sevmek, düşkün olmak; bunamak. dotingly (z). düşkünlükle; bunakçasına.

doth

eski do'nun üçüncü şahıs tekili .

dotterel

(i). Charadriidae familyasından bir cins kuş, dağ yağmur kuşu, (zool). Eudromias morinellus.

dottle

(i). içtikten sonra piponun içinde kalan tütün kalıntısı.

dotty

(s). noktalı, benek benek; k.dili sarsak, aptal, budala.

double

(i)., (s)., (z). iki kat, çift, iki misli;eş, aynı; kat; hile, oyun; tiyatro, (sin). dublör; briç kontr; (s). iki kat, iki kere, iki misli; çift; bükülmüş, katlı; iki kişilik; iki yüzlü; (müz). bir oktav daha alçak ses veren; (z). çift çift, iki kat, iki misli. doubleacting (s). iki taraflı çalışan, iki misli tesiri olan. double agent iki taraflı çalışan casus. doublebanked (s)., den kürekçileri çift çift oturan, iki sıra kürekçisi olan (gemi, kayık). double bass kontrbas. double bed iki kişilik karyola veya yatak. double boiler benmari. double bottom den. çifte karina doublebreasted (s). kruvaze (ceket), çift düğmeli. double check (f). tekrar kontrol etmek, çifte kontrol yapmak, emniyet tedbiri olarak tekrar gözden geçirmek. double chinned çifte gerdanlı, katmerli gerdanı olan. doublecross (f)., (i)., (argo). verdiği sözden dönerek aldatmak; aldatmak, kazık atmak; (i). aldatma, kazık atma. doubledate (f). iki çiftin birlikte gezmesi. doubledealer (i). iki yüzlü kimse, dolandırıcı, sahtekar kimse. doubledecker (i). iki katlı otobüs veya yatak; den su hattının üzerinde iki güvertesi bulunan gemi. doubleedged (s). iki tarafı keskin; hem lehte hem aleyhte olan. doubleended (s). iki ucu bir olan. doubleender (i). iki yönde aynı kolaylıkla gidebilen lokomotif veya gemi. double, entendre (i)., (Fr). iki tarafa çekilebilecek söz, lastikli söz. double entry muhasebede her işlemi iki defa gösteren defter tutma usulu. double exposure foto (yanlışlıkla) bir negatifte çekilen iki ayrı poz. doublefaced (s): iki yüzlü; iki taraflı (kumaş). double featuresin iki filim bir arada. doublehanded (s). iki eli olan, iki elli; hilekâr; iki elle kullanılmaya mahsus. doubleheaded (s). çift başlı. doubleheader (i). iki lokomotifle çekilen tren; iki takım arasında üst üste yapılan iki karşılaşma. double jeopardy (huk). aynı suçtan ikinci defa yargılama doublejointed (s)., (tıb). çok oynak mafsallı. doublepark (f). arabayı yolun ortasında bırakmak; kaldırıma paralel park etmiş bir arabanın yanına park etmek. doublequick (s)., (i)., (f). çok çabuk; (i). çabuk yürüyüş; (f). çok çabuk yürümek. doublereed (s)., (müz). çift dilli (obua ve zurna gibi). double room otelde çift yataklı oda. doubles (i)., tenis çiftler, dabıl doublespace (f). yazı makinasında çift aralıkla yazmak. double standard erkeklere kadınlardan daha fazla serbestlik tanıyan toplum kuralı double star. (astr). yan yana duran ve tek yıldız olarak görünen iki yıldız dou ble take bir durumun veya şakanın anlamını sonradan kavrama. double talk lastikli söz, çeşitli anlamlar verilebilecek söz; aslında hiçbir anlamı olmayan kelimeler uydurarak konuşma. doubletime (f). hızlı yürümek. double time hızlı yürüyüş; fazla çalışılan saatler için yapılan iki misli ödeme. doubleton (i)., briç ikili, çift kağıt. double tongue (f)., (müz). üflemeli müzik aleti kullanırken çabuk çalmak için dili diş ve damak arasında hızla oynatmak. doubletongued (s).özü sözü bir olmayan, hilekâr, murai doub letree (i). çift atlı arabada terazi. see double çift görmek sleep double bir yatakta iki kişi yatmak.

double

(f). iki misli yapmak; iki ile çarpmak; bukmek, iki kat yapmak; sıkmak (yumruk); iki mislini ihtiva etmek, iki misli kıymeti olmak; bir burunu dolaşmak (gemi); (müz).bir oktav daha yüksek veya daha alçak ses vermek; iki misli olmak; aynı yoldan geri dönmek; bükülmek, katlanmak; tiyatro aynı piyeste iki rol almak; for ile dublorluk etmek; briç kontr yapmak double up eğilmek, vu cudunu kıvırmak, iki buklum etmek veya olmak, bukülmek; (A.B.D.)., (k.dili). paylaşmak doubling i iki kat etme veya olma

doublet

(i). Rönesans devrinde erkek lerin giydiği bir çeşit yelek; iki parçadan meydana gelen sahte taş; eş, aynı; (matb). yanlışlıkla tekrar dizilen satır veya kelime. doublets (i). atılınca çift gelen zarlar.

doubloon

(i). eski bir ispanyol altın parası.

doubly

(z). çift çift, iki kat olarak, iki misli olarak.

doubt

(i). şüphe, tereddüt, güvensizlik, itimatsızlık; şüpheli husus. beyond doubt şüphesiz. in doubt şüpheli, henüz belli olmayan. no doubt hiç şüphesiz, elbette. give the benefit of the doubt şüphe edildiği halde delil yetersizliğinden suçsuz olduğunu kabul etmek. without doubt şüphesiz.

doubt

(f). şüphe etmek, şüphelenmek, kuşkulanmak; ikna olmamak, itimat etmemek; çekinmek, tereddüt etmek, kararsız olmak. I doubt whether şüphe ediyorum, acaba. I don't doubt that Hiç şüphem yok ki. doubting (s)., (i). şüphe eden; (i). şüphelenme. doubting Thomas şüpheci kimse.

doubtful

(s). şüpheli, karanlık, muğlak, belirsiz, müphem; kararsız; sonucu şüpheli.

doubtless

(z). şüphesiz, muhakkak; herhalde.

douce

(s)., (iskoç). ağır başlı, sakin.

douche

(i)., (f)., (tıb). şırınga; (f). şırınga etmek.

dough

(i). hamur; hamur gibi herhangi bir şey; (argo). para. doughy (s). hamur gibi, hamur kıvamında olan.

doughboy

(i). mayalı çörek; (A.B.D)., (k.dili). 1. Dünya Savaşında piyade.

doughnut

(i). yağda kızarmış bazen ortası delikli, bazen mayalı ufak ve yuvarlak şekerli çörek, gözleme.

doughty

(s)., (şaka). kuvvetli, yiğit, cesur. doughtily (z). cesaretle, kuvvetle. doughti ness (i). cesaret, kuvvet, yiğitlik.

dour

(s). asık yüzlu, ters, haşin, aksi.

douse

(f). suya dalmak, daldırmak, batırmak; ıslatmak; (k.dili). su ile söndürmek.

dove

(i)., (zool). Columbidae familyasından güvercin ve kumru gibi kuş; masumiyet ve barış sembolu; (A.B.D). barışçı kimse; yumuşak başlı kimse, uysal kimse. ring dove kumru, (zool). Columba palumbus rock dove kaya güvercini, (zool). Columba livia stock dove mavi güvercin, (zool). Co lumba oenas dovecote (i). güvercinlik.

dovetail

(i)., (f). sandık ve çekme. cede koşe bağının dişleri, kırlangıç, geçme, kurtağzı; (f). tam uymak; köşe bağı kesmek; köşe bağı dişleriyle bitiştirmek.

dowager

(i)., (ing)., (huk). eşinden miras kalan malı veya ünvanı olan dul kadın; (k.dili). ağır başlı yaşlı kadın. queen dowager vefat etmis olan kralın dul eşi.

dowdy

(s)., (i). derbeder, üstü başı dökülen; (i). acayip kıyafetli kimse, modaya aldırış etmeyen kadın; meyvalı pasta.

dowel

(i)., (f). tahta çivi, ince yuvarlak tahta; (f). tahta çivi ile tutturmak.

dower

(i)., (f)., (huk). dul kadına hayatı boyunca kocasının gayri menkullerinden tahsis olunan irat; drahoma, çeyiz parası, ağırlık, başlık; kabiliyet, istidat, vergi; (f) . çeyiz veya ağırlık vermek.

down

(i). ince kuş tüyü, yonda; ince tüy, ayva tüyü, hav.

down

(f). aşağı indirmek, alaşağı etmek, yere yıkmak, devirmek, düşürmek; (k.dili). yenmek (sporda); bir yudumda içmek, slang mideye indirmek.

down

(z). aşağı, aşağıya; güneye doğru; tiyatro sahneye doğru, ileride. down and out hayatta yenilgiye uğramış, bezgin, bitkin. down at the heels perişan bir halde. down at the mouth, down in the dumps üzüntülü, hayal kırıklığına uğramış, meyus, cesareti kırılmış. down on his luck talihsiz; hayal kırıklığına uğramış, ümitsiz. Down with I Kahrolsun. I The house burned down Ev yanıp yerle bir oldu. The pressure is down Basınç azaldı. The wind is down Rüzgâr hafifledi. fall down düşmek. get down to work ciddi olarak işe başlamak. He is down with fever Ateşten yatağa düşmüş. knock down vurup devirmek, yere yıkmak; tenzilâtlı fiyatla satış yapmak, ucuza vermek. track down araştırıp bulmak. shout down bağırarak susturmak. shut down kapatmak (fabrika, iş yeri). wster down hafifletmek, su katmak. turn down reddetmek; (radyoyu) kısmak. shoot down ateş açıp düşürmek. get down to cases sadede gelmek. pay down peşin vermek. put the helm down gemiyi rüzgâr yönüne çevirmek. The sun is going down Güneş batıyor. write down yazmak, kâğıda dökmek.

down

(s). aşağıya yönelen; (k.dili). üzgün, argın. be down on kızgın olmak, karşı olmak, garez bağlamak.

down

(i). iniş; talihin ters dönmesi. ups and downs hayattaki iniş çıkışlar, iyi ve kötü günler.

down east

(A.B.D). New England; Maine eyaleti.

down under

(k.dili). Avustralya, Yeni Zelanda.

downbeat

(i)., (s)., (müz). öIçünün birinci vuruşu; (s). kötümser, bedbin.

downcast

(s)., (i). aşağıya yönelmiş; üzgün, kederli; (i). aşağıya yönelme; maden ocağına hava veren boru.

downers

(i)., (çoğ)., (argo). müsekkin, yatıştırıcı maddeler.

downfall

(i). düşüş, yıkılış, sükut, gerileme, çökme, inkıraz; yağmur boşanması. downfallen (s). düşmüş, yıkılmış.

downhearted

(s). meyus, kederli, morali bozuk, maneviyatı kırılmış, mahzun.

downhill

(z)., (s). yokuş aşağı, aşağıya; (s). inişli, meyilli. go downhill düşüş göstermek, bozulmak (başarı, sıhhat).

downingstreet

İngiliz Başvekili 'nin ikamet ettiği sokak; (k.dili). ingiliz hükümeti. down payment taksitle alışverişte peşin ödenen para.

downpour

(i). şiddetli yağmur, sağanak.

downright

(s)., (z). tamam; kesin, kati; çok; (z). tamamen, büsbütün; doğrudan doğruya, açıkça, dobra dobra, sözunu esirgemeden.

downs

(i). Güney ingiltere'de yüksek meralar.

downspout

(i). yağmur suyunu çatıdan yere akıtan oluk.

downstage

(i). sahnenin onu.

downstairs

(z)., (s)., (i). aşağı kata, aşağı katta, aşağıya, aşağıda; (s). aşağıda olan; (i). aşağı kat.

downstream

(z). akıntı yonünde.

downthrow

(i). yıkma, devirme, yıkılma, devrilme.

downtoearth

(s). makul, gerçekçi; uygulanabilir, gerçekleştirilebilir.

downtown

(i)., (z)., (s). şehrin merkezi, çarşının bulunduğu taraf; (z). çarşı istikametinde, çarşı tarafında; (s). şehrin merkezinde

downtrod

(den)., (s). ayaklar altında çiğnenmiş; mazlum, haksızlığa uğramış, mağdur.

downward,downwards

(z)., (s). aşağı doğru; (s). geçmişe ait, maziden intikal eden, kendinden önce gelenlerle ilgili.

downwind

(z)., (s). rüzgâr yönu ne, rüzgârla birlikte; (s). rüzgâr yönünde olan.

downy

s ince tuylu, havlı; tuy gibi yumuşak

dowry

(i). çeyiz; kabiliyet, istidat.

dowse

(f). çubukla yeraltında su veya maden damarı araştırmak. dowsing rod yer altında su aramak için kullanılan çatal şeklinde çubuk.

doxology

(i). hamt ve şükran duası, hamt ilahisi.

doxy

(i)., (eski)., (argo). fahişe, orospu, hafif kadın; metres.

doxy

(i). doktrin, fikir, dini görüşler.

doyen

(i). bir grubun en yaşlı veya en kıdemli üyesi.

doze

(i)., (f). hafif uyku tavşan uykusu, şekerleme, kestirme, uyuklama; (f). uyuklamak, kestirmek, şekerleme yapmak. doze off uyuklamak, uykuya dalmak.

dozen

(i). düzine, on iki tane. dozenth (s). on ikinci. baker's dozen on üç tane

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL