NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

de ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: de
Bulunan Sonuç: 616

de

önek -den, -dan, aşağı, tamamen, mahrum.

deacon

(i)., (f). diyakoz, kilise veya cemaat işlerinde gönüllü olarak papaza yardım eden kimse; (f)., (k). dili ilâhileri satır satır okumak; göz boyamak.

deactivate

(f). çalışamaz duruma getirmek.

dead

(s). ölü, öImüş, müteveffa; sönük; cansız, hareketsiz, ölü gibi; renksiz, solgun, tadı kaçmış, soğuk. dead ahead dosdoğru. dead and gone öImüş gitmiş. dead as a doornail öImüş, cansız. dead ball spor saha dışına çıkmış top, ölü top. dead beat çok yorgun, bitkin. dead center ölü nokta. dead end çıkmaz sokak; çıkmaz. dead hand (bak). mortmain. dead heat spor berabere biten yarış. dead language ölü dil. dead letter hükmü kalmamış kanun; sahibi bulunamayıp postanede kalan mektup. dead march (müz). cenaze marşı. dead nettle ısırganotu , ballıbaba, (bot). Lamium. dead reckoning (den). kaba kompas hesabı, parakete hesabı, pusula ile seyrüsefer hesabı. dead right tamamen haklı. dead set (k).dili kararlı. dead set against tamamen karşı, muhalif. dead tired bitkin, yorgun. dead water durgun su ; dümen suyu. dead weight geminin darası. come to a dead stop tamamen durmak. the dead ,(çoğ). ölüler. the dead of night gece karanlığı. the dead of winter kışın ortası. deadness (i). hissizlik, duygusuzluk.

deadbeat

(i)., (A.B.D)., argo borçlarını ödemekten kaçınan kimse; bedavacı, başkalarının sırtından geçinen kimse.

deaden

(f). kuvvetini kırmak hafifletmek, boğmak uyuşturmak (ağrı) kesmek (ses, ağrı); tatsızlaştırmak; parlaklığını gidermek, donuklaştırmak; ses geçmesini önlemek.

deadeye

(s). keskin nişancı.

deadeye

(i)., (den). boğata.

deadhead

(i)., (k).dili ücretsiz olarak kartla seyahat eden veya tiyatro v.b yerlere giden kimse; boş olarak kalkan tren, otobüs v.b; sıkıcı kimse.

deadlight

(i)., (den). Iomboz kapağı; lomboz.

deadline

(i). son teslim tarihi: cezaevlerinde hükümlülerin geçmemesi gereken yasak bölge sınırı.

deadlock

(i)., (f). çıkmaz iki taraflı karşı koymanın sonucu olarak her iki tarafın hareketsiz kalışı ; (f). çıkmaza sokmak, çıkmaza girmek.

deadly

(s). öldürücü; zehirli; ölüm derecesinde; ölüm gibi. deadly enemy can düşmanı. deadly nightshade güzelavratotu, (bot). Atropa belladonna. deadly sin ağır günah. the seven deadly sins yedi büyük günah.

deadpan

(i)., (s). (z)., (f)., (A.B.D)., argo anlamsız bir yüz; (s). boş ve anlamsız yüz ifadesi olan; (z). duygularını açığa vurmadan, anlamsızca; (f). duygularını belli etmeden hareketetmek veya konuşmak.

deadsea

Lut gölü.

deadwood

(i). ağacın kuru dalları, kurumuş dallar veya ağaçlar; (A.B.D). değersiz malzeme, faydasız kişi veya şey.

deaf

(s(. sağır; kulak asmayan. deaf-and -dumb alphabet sağır ve dilsizlere mahsus işaret alfabesi. deaf-mute (i). sağır ve dilsiz kimse. turn a deaf ear to dinlememek, kulak asmamak, aldırmamak.

deafen

(f). kulağını sağır etmek; kulağını tıkamak.

deal

(i). çam tahtası, çam kerestesi.

deal

(i). pazarlık, anlaşma, mukavele; iş; miktar; iskambil kâğıtlarını dağıtma. a good deal a great deal bir çok, bir hayli.

deal

(f). (dealt) alâkadar olmak, ilgilenmek, iş yapmak, davranmak; iskambil kâğıtlarını dagıtmak. deal in tüccarı olmak. deal with temas etmek, deginmek bahsetmek; işini görmek, icabına bakmak; müşterisi olmak ... ile alışveriş etmek. dealer (i). satıcı, tacir, tüccar; iş gören kimse; oyunda iskambil kâğıdını dağıtan kimse; argo esrar satıcısı. double-dealer (i). ikiyüzlü kimse, dalavereci kimse. plain dealer dürüst adam.

dealings

(i). iş, alışveriş; muamele, alaka.

dealt

(bak). deal.

deaminate

(f)., (kim). bir bileşikten amino gurubunu çıkarmak.

dean

(i). dekan; bir üniversite veya yüksek okulda idari görevi olan kimse; ingiliz kilisesinde bir papaz rütbesi; bir başkentte bulunan kordiplomatiğin en kıdemli üyesi. dean of students talebe meseleleriyle ilgili üniversite memuru. deanery (i). dekanın oturduğu ev, dekanın görevi; başpapazın evi.

dear

(i)., (s). sevgili; (s). aziz; sevgili; samimi; pahalı. dear John azizim John; bir kızın nişanlısına yazdığı ayrılma mektubu. Dear me I Aman I Canım I Yarabbi I Deme I for dear life canını kurtaracakmış gibi. dearly (z). sevgi ile, samimi olarak; pahalıya. deary (k).dili sevgili.

dearth

(i). yokluk, kıtlık.

death

(i). öIüm, öIme, vefat; katil, ölüme sebebiyet veren şey. deathbed (i). ölüm döşeği. deathblow (i). öIdürücü darbe. death certificate ölüm ilmuhaberi, defin ruhsatı. deathcup (i). çok zehirli bir çeşit mantar, (bot). Amanita. death duty (ing). veraset vergisi. deathless (s). baki, öIümsüz. deathlike (s). ölüm gibi. deathly (s). öIüm gibi, öldürücü. death mask ölmüş bir adamın yüzünden alçı ile alınmış maske. death rate vefiyat, bir senede ölenlerin binde nispeti. death rattle can çekişme hırıltısı. death's-head (i). fanilik sembolü olarak kullanılan kafatası şekli. death sentence idam hükmü. death stroke ölüm darbesi. death struggle can çekişme, ölüm kalım mücadelesi; can havliyle çabalama. deathtrap (i ).ölum tehlikesi olan yer (çürük bir bina gibi). death warrant (huk). idam hükmü. deathwatch (i). idam mahkumunu bekleyen gardiyan; (zool). Anobiidae familyasından bir böcek. at death's door öIümün eşiğinde, bir ayağı çukurda. be in at the death herhangi bir teşebbüsü sonuçlandırmak. be the death of öIümüne sebep olmak. catch one's death of cold fena halde nezle olmak. do to death öIdürmek. put to death öldürmek. the Black Death 14 yüzyılda Avrupa'yı kasıp kavuran büyük veba salgını. war to the death son nefesine kadar savaşma.

debacle

(i). birden çökme, kötü bir yenilgi; nehri tıkayan buz v.b,nin birden çözülmesi.

debar

(f). mâni olmak, engel olmak, menetmek, mahrum etmek, yoksun bırakmak. debar from menetmek.

debark

(f). gemiden çıkmak, karaya, çıkmak debarka tion (i). karaya çıkma, çıkarma.

debase

(f). kıymetini düşürmek, ayarını bozmak; şeref ve itibarına halel getirmek, tezlil etmek, alçaltmak, indirmek; bozmak. debased coinage içindeki gümüş veya altın miktarı azaltılmış madeni paralar.

debatable

(s). soruşturulması gereken, munakaşa edilebilir; şüpheli.

debate

(f)., (i). tartışmak, münakaşa etmek, müzakere etmek; çok düşünmek; (i). tartışma, münakaşa, müzakere, fikir mücadelesi. debating society münazaralar tertip eden kurum.

debauch

(f)., (i). ayartmak, baştan çıkarmak; (i). sefahat, sefahat âlemi.

debauchee

(i). sefih kimse, ayyaş kimse, zampara; (fig). çöplük horozu.

debauchery

(i). sefahat, ayyaşlık, uçarılık.

debenture

(i)., (tic). tahvil, senet, pusula. debenture bonds tahvilât.

debilitate

(f). takatini kesmek, kuvvetten düşürmek , zayıflatmak. debility (i). zayıflık, takatsizlik, kuvvetsizlik; anormal derecede halsizlik.

debit

(i)., (f). zimmet, borç; (f). zimmet kaydetmek; birinin zimmetine kaydetmek. debit an account bir hesabı zimmetine kaydetmek. debit balance zimmet bakıyesi. debit a person with a sum, debit a sum against a person, debit a sum to a person bir meblağı bir kimsenin hesabına zimmet olarak kaydetmek.

debonair

(s). nazik, tatlı, güler yüzlü, şirin, zarif, hoş.

debouch

(f)., (ask). dar ve kapalı bir yerden meydana çıkmak, çıkmak; açık bir yere çıkarmak.

debrief

(f). (bir asker, astronot v.b'ni) dönüşünde sorguya çekmek. debriefing (i). dönüşte yapılan soruşturma.

debris

(i). döküntü, yıkıntı, enkaz; (jeol). birikmiş parçalar.

debt

(i)., (tic). borç, alacak, matlup; suç, kabahat. debt of honor namus borcu. bad debt tahsil olunmayacak borç, tahsili kabil olmayan alacak. balance of a debt borç bakiyesi. be in anyone's debt bir kimseye borçlu olmak. consolidated debts muntazam borçlar. contract a debt borca girmek.discharge veya pay a debt borç vermek, tediye etmek. doubtful debts meşkuk matlubat, tahsili şüpheli borçlar. floating debt vadeli borçlar. funded debt senetlere bağlanmış borç. get out of debt borçtan kurtulmak. good debt sağlam borç, tahsili kati borç. national debt public debt devlet borcu. outstanding debt halen tahsili veya verilmesi lâzım gelen borç. run into debt borca girmek. transfer a debt alacağını başka birine havale etmek.

debtor

(i). borçlu kimse.

debug

(f). (bir odadan) gizli işitme cihazlarını sökmek; bir makina veya sistemin kusurlarını gidermek.

debunk

(f)., (k).dili. kirli çamaşırlarını ortaya çıkarmak.

debut

(i). başlangıç; (sahneye) ilk çıkış bir genç kızın sosyeteye ilk defa takdim olunması. make one's debut ilk defa olarak çıkmak, ilk konser v.b.'ni vermek; sosyeteye ilk defa takdim olunmak.

debutante

(i). sosyeteye ilk defa takdim olunan genç kız.

decade

(i). on sene, on senelik müddet, onlu grup veya takım.

decadence

(i). zeval, batma, çökme, çöküş, yıkılış, inkıraz, inhitat. decadent (s). inkıraz bulmuş, zeval bulmuş, batmış, çökmüş.

decaffeinate

(f). içinden kafeini çıkarmak.

decagon

(i)., (geom). on köşeli şekil.

decagonal

(s). on köşeli.

decagram

(i). dekagram.

decahedron

(i)., (geom). on yüzlü şekil. decahedral (s). on yüzlü.

decal

(i)., (güz). (san). kâğıttan cama veya tahtaya resim çıkarma sanatı, çıkartma.

decalcify

(f). kireçten mahrum etmek,(kemik v.b.'ni) kirecini çıkarmak.

decaliter

(i). dekalitre.

decalogue

(i). On Emir, Evamir-i Aşere.

decameter

(i). dekametre.

decamp

(f). ordu veya karargâhı kaldırmak, kampı bozup çekilmek: kaçmak, firar etmek, sıvışmak, ayrılıp gitmek.

decant

(f). sulu bir şeyi tortusundan ayırmak için dikkatlice dökmek, şarap v.b.'ni şişeden sürahiye boşaltmak. decanta'tion (i). bir kaptan bir kaba aktarma, boşaltma, dökme.

decanter

(i). sürahi.

decapitate

(f). başını kesmek, boynunu vurmak .decapita'tion (i). boynunu vurma.

decarbonize

(f). bir maddedeki karbonu ,çıkarmak.

decare

(i). dekar.

decasyllable

(i). on heceli kelime veya satır. decasyllab'ic (s). on heceli.

decathlon

(i). spor Olimpiyatlarda on çeşit oyundan ibaret bir müsabaka.

decay

(f). çürümek, zeval bulmak, inkıraz bulmak; azalmak, eksilmek; sıhhatçe düşmek, zayıflamak, bozulmak; çürütmek; (i). sıhhatçe düşme, zayıflama, bozulma; azalma, eksilme; harap olma.

decease

(f). öIüm, öIme, vefat; (f). öImek. the deceased merhum, rahmetli.

decedent

(i)., (huk). öImüş kimse, ölen kimse.

deceit

(i). hile, yalan; hilekarlık, dolandırıcılık, düzenbazlık. deceitful (s). hilekar, aldatıcı. deceitfully (s). hilekarlıkla, yalancılıkla. deceitfulness (i). hilekarlık, yalancılık.

deceive

(f). aldatmak, yalan söylemek. deceiver (i). aldatıcı kimse, hilekâr kimse.

decelerate

(f). yavaşlamak; sürati kesmek.

december

(i). aralık, birinci kânun, kânunuevvel. Decembrist (i). 1825 tarihinde Rusya'da meşrutiyet hükümeti kurmak isteyenlerden biri.

decemvir

(i). eski Roma'da on üyesi olan hükümet meclisi azalarından her biri; yetkili makamda bulunan on kişiden her biri.

decency

(i). terbiye, edep, nezaket; ıIımlılık, itidal; kanunlara uyma; iffet, namus; bu şekilde yapılan herhangi bir iş veya davranış.

decennial

(s)., (i). on senede bir olan; (i). onuncu yıldönümü.

decent

(s). terbiyeli, nazik, nezih, temiz, iyi. decently (z). terbiye ölçüsünde; nezih bir şekilde; yeteri kadar.

decentralization

(i). sorumluluğun dağıtılması,bir merkezden idare edilmeyiş.

decentralize

(f). sorumluluğu dağıtmak, bir merkezden idare etmemek.

deception

(i). aldatma, aldanma; yalancılık; hile, düzen, dolap. deceptive (s). aldatan, aldatıcı. deceptively (z). aldatarak, aldatıcı bir surette. deceptiveness (i). aldatıcılık, düzenbazlık, hilekarlık.

decerebrate

(f)., (tıb). beynini çıkartmak.

decertify

(f). bir belgeyi iptal etmek.

deciare

(i). bir arın onda biri, desiar.

decibel

(i)., (fiz). sesin şiddetini öIçme birimi, desibel.

decide

(f). karar vermek, kararlaştırmak, hüküm vermek. decide against (a). thing bir şeyin aleyhinde karar vermek. decide for a thing, decide in favor of a thing bir şeyin lehinde karar vermek.

decided

(s). kesin, kati, şüphesiz; kararlaştırılmış, mukarrer, muhakkak; sebatkar, inatçı. decidedly (z). kesinlikle, katiyetle.

deciduous

(s). belirli mevsimlerde dökülen, geçici.

decigram

(i). desigram.

deciliter

(i). desilitre.

decillion

(i)., (mat)., (A.B.D.). 33 sıfırla yazılan bir rakam; (ing). 60 sıfırla yazılan bir rakam; desilyon.

decimal

(i)., (s)., (mat). ondalık. decimal fraction ondalık kesir. decimal notation ondalık işaretleme veya notlama .decimal place ondalık hanesi. decimal point ondalık nokta. decimal system ondalık sistemi.

decimate

(f). büyük bir kısmını yok etmek; bir grup içinden her on kişide birini alıp öIdürmek. decima'tion (i). imha, katliam.

decimeter

(i). desimetre.

decipher

(f). şifre çözmek; yorumlamak . decipherable (s). halledilebilir, okunabilir; anlaşılır.

decision

(i). karar, hüküm; ilâm, emir, irade; sebat tereddütsüzlük. come to veya make a decision karar vermek, karar almak.

decisive

(s). kesin, kati. decisively (z). kesin olarak, katiyetle. decisiveness (i). kesinlik, katiyet.

deck

(i)., den. güverte; güverte gibi yer; iskambil kâğıt takımı, bir paket oyun kâğıdı; (argo). esrar paketi. deck chair şezlong. deck hand güverte tayfası. deck house üst güvertede yapılan kamara veya salon. below decks (den). palavra altına, ambarda, ambara. clear the decks gemiyi harbe hazırlamak, güvertenin kalabalığını boşaltmak; bir işe hazırlanmak. hit the deck (argo). yataktan kalkmak; yere çökmek; harekete geçmek. Iower deck (den). tavlun. main deck (den). palavra poop deck (den). kıç kasarası promenadedeck (den). gezinti güvertesi. quarterdeck (den). kıç güvertesi, kıç taraf .tape deck hoparlor ve amplifikatorü olmayan. teyp watch on deck (den). güverte nöbetçisi.

deck

(f). donatmak, süslemek. deck out donatmak, süslemek.

deckle

(i). kâğıt imalâtında kullanılan el kalıbı çerçevesi. deckle edge kâğıdın tırtıklı kenarı.

declaim

(f). belâgatle söz söylemek, inşat etmek; nutuk çekmek. declaim against şiddetle karşı koymak, bağırıp çağırmak.

declamation

(i). sööz söyleme, sanatı, hitabet, belâgat.

declamatory

( s). hitabete ait; tantanalı, heyecanlandırıcı (konuşma tarzı).

declaration

(i). ilân, takrir; demeç; ihbarname, tebliğ; beyanname; (huk). ifade; briç karar verilen oyun. Declaration of Independence Amerika Birleşik Devletlerinin istiklal beyannamesi. declaration of rights haklar beyannamesi.

declarativetory

(s). beyan eden, ifade eden.

declare

(f). ilân etmek, beyan etmek, ifade etmek, ortadan söylemek, alenen söylemek; bildirmek, haber vermek; iddia etmek; ispat etmek. Well, I declare I Aman I Acayip !

declension

(i)., gram isim çekimi, tasrif; çökme.

declination

(i). kuzey kutbu ile pusulanın kuzey yönu arasındaki açı; (astr). inhiraf, meyil; menfi cevap.

decline

(f). sapmak, meyletmek, inhirafetmek ; zevalbulmak; eksilmek, azalmak, düşmek; eğilmek, sarkmak; reddetmek, çekilmek, istememek; (astr). meyletmek; eğmek, saptırmak, eğdirmek, çevirmek, inhiraf ettirmek; -den çekilmek veya kaçınmak; (gram). çekmek, tasrif etmek declinable (s). çekilebilir.

decline

(i). meyil, iniş; gerileme; batma, zeval, inhitat, inkıraz, sapma, inhiraf; (tıb). hastalık ârazının zeval bulma devresi; (tıb). maddi ve manevi kuvvetten düşme. go into a decline kuvvetten düşmek. on the decline çökmekte, inkıraz bulmakta.

declivity

(i). iniş, meyil.

declutch

(f). debreyaj pedalına basmak, debreyaj yapmak.

decoct

(f). kaynatarak özünü elde etmek. decoction (i). kaynatma; bir şeyi kaynatarak elde edilen öz.

decode

(f). şifre çözmek, şifreli yazıyı okumak.

decolletage

(i). dekolte elbisenin yakası; açık elbise.

decolorant

(i). beyazlatıcı madde.

decolorize

(f). rengini açmak, soldurmak, ağartmak.

decommission

(f). (gemi v.b.'ni) yedeğe çekmek.

decompose

(f). ayrıştırmak, halletmek; çürütmek; çürümek. decomposi'tioni ayrışma, ayrışım; çürüklük, bozukluk, tefessüh.

decompress

(f). yeraltı işçisini hava basıncından kurtarmak. decompression chamber uçuşa hazırlık için normal basıncı azaltan kapalı hücre.

decongestant

(i)., (tıb). burundaki nemi azaltarak soluk almayı kolaylaştıran ilaç.

decontaminate

(f). bir cisim veya bölgeyi zararlı kimyasal maddelerden arıtmak.

decontrol

(f). kontrol altından çıkarmak, kontrolu kaldırmak.

decor

(i). dekor.

decorate

(f). süslemek, tezyin etmek; nişan vermek.

decoration

(i). süslemek; ziynet, tezyinat, süs; nişan, madalya.

decorative

(s). süsleyici, süslü, tezyini.

decorator

(i). dekoratör, tezyin eden kimse. interior decorator iç mimar.

decorous

(s). âdetlere uygun, alışılagelmiş,terbiyeli , rabıtalı decorously (z). alışılagelmiş şekilde.

decorticate

(f). kabuğunu soymak.

decorum

(i). edebe uygun olma, terbiyeli olma, rabıtalı olma; münasip surette hareket.

decoy

(f). tehlikeye atmak, tuzağa düşürmek.

decoy

(i). av hayvanlarını tuzağa düşürmekte kullanılan herhangi bir şey, yem; teşvikçi kimse, tuzakçı kimse.

decrease

(f). azalmak, eksilmek, küçülmek, çekilmek; azaltmak, eksiltmek decreasingly (z). gittikçe azalarak.

decrease

(i). eksilme, azalma, çekilme; küçülme; eksiklik, noksan on the decrease azalmakta.

decree

(i). resmi emir, irade, karar, hüküm, kararname. decree nisi huk altı ay zarfında aksi sabit olmadığı takdirde icra mevkiine giren boşanma kararı.

decree

(f). emretmek, buyurmak; hüküm vermek, karar vermek.

decrement

(i). eksilme, azalma; zayiat; eksiklik.

decrepit

(s). eskimiş, yıpranmış, hemenhemen işlemez hale gelmiş, ihtiyarlıktan zayıflamış, eli ayağı tutmaz.

decrepitate

(f). çatırdatarak ateşte kavurmak (tuz, maden vb)', ateşte çatırdamak .

decrepitude

(i). ihtiyarlıktan ileri gelen elden ayaktan kesilme, düşkünlük.

decrescendo

(s)., (z)., (müz). dekreşendo, diminuendo.

decrescent

(s). azalan, küçülen.

decretal

(i). resmi karar, Papa tarafından verilen emir ve hüküm.

decretory

(s). hüküm veya iradeye ait.

decrial

(i). kınama, takbih.

decry

(f). kötulemek, zemmetmek, kınamak, takbih etmek, batırmak.

decumbent

(s)., (bot). yatık; eğilmiş, uzanmış.

decurion

(i). eski Roma'da onbaşı.

decussate

(f)., (s). çaprazvari geçmek; X şeklinde geçmek; (s). X şeklinde, çaprazvari .

dedicate

(f). adamak, tahsis etmek, takdis etmek, vakfetmek; vermek, ithaf etmek. dedicated (s). ithaf olunmuş, verilmiş; tahsis edilmiş. dedica'tion (i). adama, tahsis veya takdis etme, tahsis olunma, ithaf .ded'icato'ry (s). ithaf kabilinden.

deduce

(f). anlamak, mantıki olarak sonuç çıkarmak, istihraç etmek, istintaç etmek.

deduct

(f). çıkarmak, tenzil etmek; istintaç etmek , sonuç çıkarmak deduction (i). istintaç, netice çıkarma; (man)., tümdengelim; sonuç, netice, istidlâl; hesaptan düşme, tenzil. deductive (s). istintaç ve istidlâl yolunda olan; tümdengelimli.

deed

(i)., (f). iş, fiil, amel, hareket; (huk). senet, tapu senedi, hüccet; (f). senetle devretmek. draw up a deed senet yazmak. in deed aslında, hakikatte title deed tapu senedi. witness a deed tanık olarak senede imza koymak; bir işe şahit olmak.

deem

(f). saymak, farz etmek, addetmek, zannetmek, kıyas etmek.

deemphasize

(f). önemini azaltmak, dikkati üzerinden çekmeye uğraşmak.

deep

(z). derin derin, derinde. deep laid schemes enine boyuna düşünülmüş. planlar, gizli ve geniş planlar.

deep

(i). derinlik, engin, deniz. the deep ,şiir enginler, deniz, derya. the deep of winter karakış.

deep

(s). derin; anlaşılmaz; şiddetli, ağır; koyu (renk) ; kalın, boğuk, pes (ses). deep -dyed (s). hakiki, tam. deep in debt borca batmış, gırtlağa kadar borç içinde. deep in thought derin düşünceye dalmış. deep -rooted (s). uzun köklü; kökleşmiş (inanç vb), sabit. deep sea okyanuslarda suyun en derin olduğu kısımlar. deep-seated (s). kaldırılması zor veya imkânsız, sabit. deep-set (s). derinde olan. deep sigh derin iç çekiş. Deep South Güney Carolina, Louisiana, Alabama, Georgia ve Mississippi eyaletleri. deep tone kalın perdeli ses, boğuk ses .deep trouble derin sıkıntılar. drawn up six deep altı sıra halinde, altı sıraya dizilmiş. go off the deep end (k).dili düşünmeden ve telaşla hareket etmek. in deep water başı dertte; şaşkınlık içinde.

deepen

(f). derinleşmek, derinleştirmek; artırmak; koyulaştırmak (renk); kalınlaşmak (ses).

deepfreeze

(i)., (f). dondurulmuş yemekleri muhafaza eden buzdolabı, dipfriz; dondurup saklama ; (f). dondurup saklamak.

deepfry

(f). bol miktar yağda kızartmak.

deer

(i). (çoğ. deer) geyik, karaca, (zool). Cervus. deer fly ufak yeşilimsi birkaç çeşit atsineği. deerhound (i). büyük cins tazı. deer park içinde geyik beslenilen koru. fallow deer alageyik, sığn, (zool). Dama dama musk deer misk keçisi, (zool). Moschus moschiferous red deer kızıl geyik, (zool). Cervus elaphus roe deer karaca, (zool). Capreolus capreolus.

deescalate

(f). (bilhassa harbin) kuvvetini azaltmak; azalmak, ehemmiyetini yavaş yavaş kaybetmek.

deface

(f). resim v.b'ni bozmak, tahrif etmek, şeklini bozmak, güzelliğine halel getirmek, silmek. defacement (i). bozma, tahrif.

defacto

(Lat). bilfiil, fiilen, hakikatte, edimli olarak.

defalcate

(f). emanet paradan çalmak, zimmetine geçirmek. defalca'tion (i). emanet paradan çalma, zimmetine geçirme, suiistimal.

defame

(f). zem ve iftira ile bir kimsenin itibarını zedelemeye çalışmak; namusuna leke sürmek. defamation (i). iftira; lekeleme. defamatory ri)( s) iftira olan, lekeleme kabilinden.

default

(i). ihmal; mahkeme, maç v.b.'ne gelmekten kaçınma; hazır bulunmayış, yokluk. in default of payment ödenmediği takdirde.

default

(f). emanet paranın açığını ödemekten kaçınmak, taahhütlerini yerine getirmemek; mahkemede ispatı vücut etmemek; spor karşılaşmasına zamanında gelmeyip hakkını kaybetmek ; ifa etmemek, ödememek;ispatı vücut etmediğinden mahkum etmek.

defaulter

(i). mahkemede ispatı vücut etmeyen kimse, gaip kimse; yiyici kimse, irtikâp yapan kimse, emanet edilen paranın hesabını vermeyen kimse, borçlarını ödemeyen kimse.

defeasance

(i)., (huk). iptal, lağvetme.

defeasible

(s). iptali mümkün, lağvolunabilir, feshedilebilir.

defeat

(f)., (i). yenmek, mağlup etmek; hezimete uğratmak; bozmak, iptal etmek, ıskat etmek; (i). bozgun, yenilgi, mağlubiyet, hezimet. defeatism (i). bozgunculuk. defeatist (i)., (s). bozguncu kimse; (s). bozguncu.

defecate

(f). dışkı boşaltmak; tortusunu çıkarmak. defeca'tion (i). dışkı boşaltma.

defect

(i)., (f). kusur, noksan, eksiklik; (f). terketmek; karşı tarafa iltica etmek.

defection

(f). bulunduğu veya mensup olduğu zümre, parti, taraf v.b.'nden çekilme, terketme.

defective

(s). kusurlu, sakat, eksik, noksan; (gram). bazı çekim şekilleri kullanılmayan. defectively (z). kusurlu olarak, noksan olarak. defectiveness (i). kusurluluk, noksanlık.

defector

(i). karşı tarafa kaçan kimse. defence (ing)., (bak). defense.

defend

(f). savunmak müdafaa etmek, muhafaza etmek, korumak, saklamak, himaye etmek.

defendant

(i)., (huk). müddeialeyh, davalı.

defender

(i). koruyucu kimse, savunucu veya müdafaa eden kimse, himaye eden kimse.

defenestration

(i). pencereden fırlatılma.

defense

(ing). defence (i). savunma, müdafaa, korunma, vikaye, himaye; muhafaza eden herhangi bir şey, koruyan şey. defenseIess (s). müdafaasız, korunmasız, muhafazasız, biçare.

defensible

(s). savunulabilir, müdafaa edilebilir , müdafaası kabil, hak verilir.

defer

(f). (-red, -ring) sonraya bırakmak, ertelemek, tehir etmek, tecil etmek.

defer

(f). (-red, -ring) to ile kararı başkasına bırakmak, başkasının fikrine uymak.

deference

(i). riayet, uyma; hürmet, ihtiram. out of deference to -e riayeten, -e uyarak.

deferent

(s)., (i). nakleden, taşıyan; (anat). ersuyu (sperma). kanalına ait; (i) yörünge.

deferential

(s). riayetkârane, hürmetkar. deferentially (z). hürmetkârca.

deferment

(i). erteleme, tehir; mecburi askerlik hizmetinin ertelenmesi.

deferred

(s). ertelenmiş; kâr hisseleri ertelenmiş; mecburi askerliği ertelenmiş.

defiance

(i). meydan okuma; karşı koyma, muhalefet mukavemet. in defiance of hiç bırakmayarak, zorluklara rağmen gözüne alarak.

defiant

(s). muhalif, karşı gelen; cüretkâr, küstah. defiantly (z). cüretle, küstahça.

deficiency

(i). eksiklik, noksanlık, kusur, yetersizlik, kifayetsiz!ik; hesap açığı. deficiency disease (tıb). gıda eksikliğinden ileri gelen hastalık.

deficient

(s). eksik, noksan; yetersiz, kifayetsiz, zayıf, açık (hesap). be deficient in -de eksik olmak. deficiently (z). yetersizce, kifayet etmeyerek.

deficit

(i). hesap açığı, zarar.

defier

(i). karşı gelen kimse; meydan okuyan kimse.

defilade

(f)., (i)., (ask). havale siperi yapmak; (i). havale siperi yapma.

defile

(f)., (i). sıra halinde yürümek; (i). sıra halinde yürüyüş; dağlar arasındaki uzun ve dar geçit.

defile

(f). kirletmek, pisletmek, bulaştırmak, bozmak. defilement (i). kirletme, bozma, pisletme.

define

(f). tarif etmek, tavsif etmek; sınırlamak, tahdit etmek, tayin etmek, ayırmak, tefrik etmek. definable (s). tarifi mümkün; ayırt edilebilir.

definite

(s). sınırlı, mahdut, belirli, muayyen, kararlaştırılmış, mukarrer; kesin, kati. definite article İngilizcede isimden önce kullanılan ve nitelediği ismi belirleyen kelime, yani the. definitely (z). kesinlikle, tamamen, kati surette. definiteness (i). kesinlik, katiyet.

definition

(i). tarif, tanımlama, izah, tavsif; berraklık, vuzuh.

definitive

(s). kesin, kati, nihai, son, tam ve eksiksiz; tayin eden, sınırlandıran, tahdit eden, mukarrer. definitively (z). kesinlikle; nihai olarak.

definitude

(i). kesinlik.

deflagrate

(f). ateş alıp birden parlamak. deflagra'tion (i). birden ateş alma.

deflate

(f). hava veya gazı boşaltmak; gururunu kırmak, informal burnunu sürtmek; fiyatları duşürmek. deflation (i). hava veya gazı boşaltma; fiyatların düşmesi, deflasyon. deflationary (s). fiyatların düşmesine sebep olan.

deflect

(f). yoldan saptırmak, inhiraf etmek veya ettirmek, çevirmek; dönmek. deflector (i). yana saptıran alet.

deflection

(i). yoldan sapma, inhiraf, dönme.

defloration

(i). kızlığını bozma, bikrini izale etme; bir şeyin tazeliğini ve taravetini bozma.

deflower

(f). kızlığını bozmak, bikrini izale etmek; çiçeğinden mahrum etmek.

defluxion

(i)., (tıb). sıvıların boşalması (nezle).

defoliate

(f). yapraklarını dökmek veya düşürmek; düşmanın mevzilenmesini önlemek için bitkileri tahrip etmek. defolia'tion (i). , (bot). yaprakların dökülmesi veya düşürülmesi. defoliator, defoliant (i). yaprakları döken ilâç veya zehir.

deforce

(f)., (huk). zorla alıkoymak (başkasının malını), zorla geri tutmak.

deforest

(f). ormandan mahrum etmek.

deform

(f). şeklini bozmak, biçimini bozmak; sakat etmek; çirkinleştirmek.

deformation

(i). şeklini veya biçimini bozma, çirkinleştirme; sakatlık; (fiz). tazyik altında şekil değişimi.

deformity

(i). biçimsizlik, sakatlık, çirkinlik; sakat kimse veya şey.

defraud

(f). dolandırmak, aldatmak, hakkını yemek, gadretmek; (slang). üç kâgıda getirmek.

defray

(f). ödemek, tediye etmek, vermek, tesviye etmek. defrayment (i). ödeme tediye.

defrock

(f). (papaz) rütbesinden mahrum etmek ; cüppesini çıkartmak.

defrost

(f). buzlarını çözmek veya eritmek. defroster (i). buzdolabı v.b.'nde buzları çözme veya eritme tertibatı.

deft

(s). becerikli, eli işe yatkın, marifetli. deftly (z). beceriklilikle. deftness (i). beceriklilik, yatkınlık.

defunct

(s). öIü; feshedilmiş, ilga edilmiş, yürürlükten kaldırılmış. the defunct kaba ölü, ölmüş.

defuse, defuze

(f). (bombadan) fitili sökmek.

defy

(f). meydan okumak, karşı gelmek, karşı koymak.

degas

(f). (-sed, -sing) zehirli gazlardan arıtmak; (radyo tüplerini) bütün gazlardan arıtmak.

degauss

(f). bir şilebin manyetik alanını siper edip manyetik mayınlardan korumak.

degeneracy

(i). yozlaşma, soysuzlaşma, bozulma, dejenere olma.

degenerate

(s). yozlaşmış, soysuzlaşmış,alçalmış, dejenere. degenerately (z). (z). yozlaşarak, soysuzlaşarak. degenerateness (i). yozlaşma, soysuzlaşma, bozulma.

degenerate

(f). bozulmak, yozlaşmak, soysuzlaşmak, dejenere olmak; düşmek sukut etmek; (biyol). cinsi bozulmak, daha alçak bir duruma düşmek . degenera'tion (i). yozlaşma, soysuzlaşma, bo

deglutition

(i)., (biyol). yutma.

degradation

(i). tenzil, indirim, indirme; rütbe tenzili; rezalet; düşme, sukut; (güz). (san). uzak görünmesi için tonu hafifletme.

degrade

(f). alçaltmak, rezil etmek; rütbesini indirmek; derece itibariyle alçalmak, bozulmak. degrading (s). alçaltıcı, haysiyet kırıcı.

degree

(i). derece, mertebe; paye; tabaka, sınıf; rütbe, mevki, seviye .degree of latitudeparalel derecesi degree of longitude meridyen derecesi. by degrees yavaş yavaş, derece derece, gittikçe. comparative degree (gram). mukayese derecesi, üstünlük derecesi. murder in the first degree (huk). kasıtlı öIdürme, taammüden adam öIdürme. positive degree (gram). eşitlik derecesi. superlative degree (gram). mübalâğa derecesi, enüstünlük derecesi. third degree (k).dili; suçluyu konuşturmakiçin işkence yapma. to a degree bir dereceye kadar, biraz. to the last degree son dereceye kadar. university degree yüksekö ğrenim diploması.

dehisce

(f)., (bot). (bitki tohumları kabuğu) kendi kendine açılmak, yarılıp açılmak, çatlamak.

dehumanize

(f). insanlıktan çıkarmak, canavarlaştırmak; şahsiyetsizleştirmek, makinalaştırmak, robot yapmak.

dehumidify

(f). rutubetini gidermek. dehumidifier (i). rutubeti gideren alet.

dehydrate

(f). suyunu çıkarmak; suyu çıkmak.

deice

(f). buz tutmasına engel olmak, buzlarını temizlemek, eritmek. deicer (i). buz eritici tertibat, buz çözücü.

deictic

(s). işaret eden, gösteren; (man). aracısız ispat eden.

deification

(i). ilah derecesine çıkarma, tanrılaştırma, yüceltme.

deify

(f). tanrılaştırmak, ilah derecesine çıkarmak; Allah gibi tapmak.

deign

(f). tenezzül etmek, inayet etmek, Iütfetmek.

deigratia

(Lat). Allahın inayeti ile ; (kıs). D.G.

deism

(i). vahyi inkar etmekle beraber Allahın varlığına inanma, deizm; bu itikadın mezhebi felsefesi; dinitabii deist (i). bu itikadı kabul eden kimse. deistic (s). bu itikada ait.

deity

(i). tanrı, ilah, mabut; ilahi varlık. the Deity Allah, Cenabı Hak, Ulu Tanrı.

dejàvu

bayat konu; bunu evvelden görmüştüm duygusu.

deject

(f). meyus etmek, mahzun etmek, kederlendirmek; hevesini kırmak. dejected (s). meyus, kederli, mahzun. dejection (i). neşesizlik, keder, can sıkıntısı, yeis; (çoğ)., (tıb). defi tabii, dışkı.

dejecta

(i)., (çoğ) dışkı.

dejure

(Lat). haklı olarak, meşru olarak, kanunen.

dekagram

(i). dekagram.

dekaliter

(i). dekalitre.

dekameter

(i). dekametre.

delaine

(i). yünlü veya yün ile pamuk karışık ince elbiselik kumaş.

delate

(f). yaymak. delator (i). iftiracı.

delay

(f)., (i). ertelemek, tehir etmek, sonraya bırakmak, alıkoymak, geciktirmek, maniolmak; gecikmek, geç kalmak; (i). tehir, gecikme, geç kalma; muhlet, vade.

dele

(f)., (matb). ,Çıkarınız.

delectable

(s). hoş, latif, nefis, leziz.

delectation

(i). Iezzet, haz, büyük zevk.

delegacy

(i). elçilik, murahhaslık; murahhaslar heyeti; delegasyon; delegasyona verilen yetki.

delegate

(i)., (f). (del'ıgeyt) temsilci, murahhas, delege, mümessil, elçi, vekil; (f). delege göndermek; delegeye yetki vermek; havale etmek, emanet etmek. delega'tioni delegasyon, mümessil heyeti; veka1et verme, yetki verme; murahhaslık.

delete

(f). silmek, bozmak, çizmek, çıkarmak. deletion (i). silme, bozma; yazıdan çıkarılan parça.

deleterious

(s). sağlıga zararlı, muzır, fena.

delft, delfware

(i). Hollanda'nın Delft şehrinde yapılan çini işi.

delhi

(i). Delhi.

deliberate

(s). kasti, önceden düşünülmüş,mahsus ; düşünceli, ihtiyatlı, tedbirli, telaşsız, aklı başında, ağır. deliberately (z). kasten, düşünerek, mahsus.

deliberate

(f). düşünmek, ölçünmek, üzerinde durmak, tartmak, mütalaa etmek, istişare etmek. delibera'tion (i). üzerinde düşünme, kafa yorma, mütalaa; müzakere; tartışma; karar vermekte ihtiyat. deliberative (s). düşünceli, ihtiyatlı; düşünen, müzakere eden, karar vermede acele etmeyen.

delicacy

(i). Iezzetli şey; incelik, nezaket, zarafet, hassasiyet, kibarlık.

delicate

(s). nazik, narin, ince, zayıf, kolay kırılır; hassas,(aletler) dakik, titiz; en ufak değişiklikleri kaydeden , hassas; nefis, leziz; güzel, zarif, kibar; açık (renk). delicately (z). nazikane, zarif bir şekilde, incelikle delicateness (i). incelik, zarafet, nezaket.

delicatessen

(i). mezeci dükkânı,şarküteri.

delicious

(s). Ieziz, lezzetli, nefis, güzel, tatlı. deliciously (z). nefis bir şekilde.

delict

(i)., (huk). haksız fiil, suç.

delight

(f)., (i). memnun etmek, sevindirmek; memnun olmak, sevinmek; hazzetmek, zevk almak, eğlenmek; (i). sevinç, zevk, keyif, haz; sevinç verme hassası; füsun, sihir. be delighted with -den memnun olmak. delightful (s). hoş, latif, güzel, şirin. delightfully (z). zevkle, hazla, memnuniyetle.

delimit

(f). tahdit etmek, sınırlamak, hudut tayin etmek.

delineate

(f). şeklini çizmek, resmetmek, portresini çizmek, tasvir etmek, tarif etmek. delinea'tion (i). resmetme, çizme; resim, şekil, kroki; tarif, vasıflandırma, nitelendirme.

delinquent

(s)., (i). kabahatli, vazifede ihmalkâr olan, suçlu, mücrim; zamanı geldi- ği halde ödenmemiş; (i). görevini ihmal eden kimse, kabahatli kimse, suçlu kimse. juvenile delinquent (huk). çocuk suçlu. delinquency (i). kabahat, kusur, hata; ihmalcilik.

deliquesce

(f). kendi kendine havadan rutubet kapıp yavaş yavaş erimek. deliquescent (s). havadan çektiği su ile eriyebilen. deliquescence (i). havadan çektiğisu ile eriyebilme.

delirium

(i). hezeyan, sayıklama; çılgınlık; taşkınlık. delirium tremens içki iptilâsından gelen titremeli hezeyan.

deliver

(f). tevdi etmek, teslim etmek, bırakmak, vermek; kurtarmak, serbest bırakmak; çocuğu almak, doğurtmak; irat etmek, söylemek (nutuk); atmak (tokat); hüküm vermek. deliver oneself of konuşma haline dökmek. be delivered of doğurmak.

deliverance

(i). teslim etme, verme; kurtarma, kurtuluş; fikrini açıklama.

deliverer

(i). kurtaran kimse, kur tancıkimse ; teslim eden kimse; dağıtıcı,evlere tevzi eden kimse.

delivery

(i). kurtarma, kurtuluş; teslim, postadan mektupların dağıtılması, tevzi; doğum; konuşma tarzı; topa vuruş, servis (beysbol). deliveryman (i). satılan malı eve kadar götüren kimse.

dell

(i). kuytu yer, küçük vadi, korulu vadi.

delouse

(f). bitlerini ayıklamak.

delphic

(s). eski Yunanistan'daki Delfi'yle ilgili; Delfi mabedinin gaipten haber veren kâhinine ait; muğlak, meçhul, anlaşılmaz.

delphinine

(i)., (kim). birkaç çeşit hezaren çiçeğinden çıkarılan zehirli billursu bir alkaloit.

delphinium

(i). hezaren, (bot). Delphinium.

delta

(i). Yunan alfabesinin dördüncu harfi; delta şeklinde herhangi bir şey; üçgen; (coğr). delta; (elek). trifaze akımda üçgen bağlantı .delta -wing (airplane) kanatları üçgen şeklinde olan jet uçağı.

deltoid

(s)., (i). delta şeklinde, üçgen, üç köşeli; (i)., (tıb). deltakası.

delude

(f). aldatmak, yanlış yola sevketmek.

deluge

(i)., (f). tufan, büyük sel, çok şiddetli yağmur; (f). suya boğmak, su basmak. the Deluge Hazreti Nuh tufanı.

delusion

(i). hile, oyun; hayal, hulya, vehim, kuruntu; bir çeşit delilik. Iabor under a delusion bir durumu yanlış anlayarak hareket etmek. delusive, delusory (s). aldatıcı,asılsız, hayale dayanan, hayali.

deluxe

(s)., (Fr). Iüks, ihtişamlı.

delve

(f). araştırmak, bellemek.

demagnetize

(f)., (elek). mıknatıs hassasını gidermek.

demagogue

(i). demagog, halk avcısı. demagogic (s). demagojiye dayanan.

demand

(f). talep etmek, istemek; emretmek, ısrar etmek, icbar etmek; sormak, zorla istemek; muhtaç olmak; (huk). mahkemeye celbetmek , bir hak talep etmek.

demand

(i). talep, istek; ihtiyaç; (huk). talep, dava. in great demand çok revaçta, çok aranan, büyük rağbet gören, tutulan. Iaw of supply and demand arz ve talep kanunu. on demand talep vukuunda, istenilince.

demarcate

(f). hudut çizmek; ayırmak.

demarcation

(i). hudut tayini, sınır çekme. Iine of demarcation sınır çizgisi.

demarche

(i)., (Fr). diplomatik hareket, siyaseti değiştiren adım.

deme

(i). eski Atina'da ve bugünkü Yunanistan'da nahiye.

demean

(f). alçaltmak, küçültmek. demean oneself kendini küçültmek.

demeanor

(i).davranışlar, hal, tavır.

demented

(s). deli, kaçık, çıldırmış.

dementia

(i)., (tıb). bir çeşit akıl hastalığı,şahsiyetin bölünmesi, had derecede bunaklık. dementia praecox erken bunama, demans prekos.

demerit

(i). ihtar, tembih (okullarda).

demesne

(i)., (Fr). mülk, emlâk; malikâne; bir malikâneye ait bölge, mıntıka, havali. royal demesne hükümdara ait mülk, miri arazi.

demigod

(i). yan ilâh yan insan bir varlık; tanrısal özellikleri olan insan.

demijohn

(i). etrafına hasır örülmüş büyük şişe, damacana.

demilitarize

(f). askeri teşkilâtı ilga etmek, ordu teşkiline müsaade etmemek. demilitarized zone askeri donanmadan tecrit edilmiş mıntıka.

demimonde

(i). toplumca lekelenmiş kadınlar ve bunların mensup oldukları alem.

demise

(i)., (f). irtihal, vefat, öIüm; (huk). terk, feragat; intikal; hükümdar tacının halefe intikali; (f). mülkü vasiyetle ferağ etmek, icar etmek, bilhassa hükümdarlığı vârise veya halefe intikal ettirmek.

demission

(i). tahttan feragat.

demitasse

(i). küçük kahve fincanı; küçük bir fincan kahve.

demiurge

(i). demiurgos, Eflatun felsefesinde dünyayı yaratan etmen, kainatın yaratıcısı.

demobiliza,tion

(i). seferberliğin bitmesi, asker terhisi.

demobilize

(f)., (ask). terhis etmek.

democracy

(i). demokrasi, elerki; demokrasi rejimi.

democrat

(i). demokrat kimse. democrat'ic (s). demokrasiye ait, demokratik, halkçı. Democratic Party Demokratik Parti. democrat'ically (z). demokratik olarak.

demode

(s)., (Fr). modası geçmiş, demode.

demography

(i). demografi, nüfus sayımı ve toplumsal istatistik bilgisi. demograph'ics bu bilgiye ait.

demoiselle

(i). evlenmemiş kadın, kız; telli turna, (zool). Anthropoides virgo; yusufçuk.

demolish

(f). yıkmak, tahrip etmek. demoli'tion (i). yıkma, tahrip; yıkılma, harap olma.

demon

(i). cin, kötü ruh, şeytan, ifrit; kötü adam, iblis herif; (k).dili çok enerjik kimse.

demonetize

(f). paranın değerini düşürmek; parayı tedavülden kaldırmak. demonetiza'tion (i). paramn değerini düşürme; tedavülden kaldırma.

demoniac

(i)., (s). kötü ruhların etkisi altında olan kimse; deli kimse; (s). mecnun, deli, cinli, kötü ruhların etkisi altında olan.

demonic

(s). cin veya şeytanlara ait.

demonism

(i). cin ve şeytanların varlığına inanış; şeytanlara olan itikadı tetkik eden ilim.

demonology

(i). cin ve şeytanların varlığına olan itikadı tetkik eden ilim dalı, demonoloji.

demonstrable

(s). gösterilebilir, ispatı mümkün.

demonstrate

(f). ispat etmek, göstermek, açımlamak, tatbikatla izah etmek; nümayiş yapmak, gövde gösterisinde bulunmak; göstererek ders vermek. demonstra'tioni ispat, delil; nümayiş, gösteri; sergi, tatbikat dersi. demonstrative (diman'strıtiv) (s)., i ispat eden, gösteren, izhar eden, tasrih eden; (i)., (gram). işaret zamiri. demonstrative adjective (gram). işaret sıfatı. demonstrative pronoun (gram). işaret zamiri. dem'onstrator (i). ispat eden şey veya kimse, tatbikat öretmeni; nümayişçi.

demoralize

(f). ahlakını bozmak, ifsat etmek; cesaretini kırmak, moralini bozmak, maneviyatını bozmak, gözünü korkutmak, yıldırmak. demoraliza'tion (i). maneviyatın bozulması, ahlakın bozulması.

demos

(i). eski Yunanistan'da halk.

demote

(f). aşağı dereceye indirmek, rütbesini indirmek. demotion (i). indirme.

demotic

(s). halka ait; ammeye ait. demotic characters hiyeroglifin el yazısı şekli. demotics (i). geniş anlamda sosyoloji.

demount

(f). parçalara ayırmak, yerinden çıkarmak, sökmek; dağıtmak. demountables kolayca takılıp çıkarılabilir.

demulcent

(s)., (i). teskin edici, yatıştırıcı, müsekkin; (i)., (tıb). teskin edici veya koruyucu ilâç .

demur

(f). (-red, -ring) (i). kabul etmemek, itiraz etmek, karşı koymak; tereddüt etmek; (huk). davada bir maddeye itiraz etmek; (i). itiraz, tereddüt. without demur tereddüt etmeden.

demure

(s). uslu, yumuşak başlı, kuzu gibi; alçak gönüllü, mütevazı; ağır başlı, ciddi; cilveli; sahte vakarlı. demurely (z). ağır başlılıkla alçak gönüllülükle. demureness (i). ciddiyet, vakar; alçak gönüllülük, tevazu .

demurrage

(i)., den. kuntra istalya; gemi veya vagonun yük almak veya boşaltmak için tayin olunan müddetten sonra alıkonulması;bunun için verilen para, tazminat.

demurrer

(i)., (huk). davada resmen yapılan itiraz; davada itiraz eden kimse.

demy

(i). bir kâğıt boyutu (İng 44,5 cm x 57 cm; A.B.D. 406 cm x 53,3 cm).

den

(i). in, mağara; sığınak; küçük oda; çalışma odası. den of thieves haydut yatağı. den of vice batakhane Iion's den aslan ini.

denarius

(i). (çoğ. denarii) eski Roma'da gümüş para veya para birimi, dinar.

denationalize

(f). ulusal haklardan mahrum etmek; milli vasıflarını yitirmek; devlet kontrolundan çıkarmak.

denaturalize

(f). tabii halinden çıkarmak.

denature

(f). tabii özelliklerinden uzaklaştırmak; diğer hassalarına dokunmak sızın içilmez hale koymak (alkol). denaturedalcohol mavi ispirto.

dendrite

(i)., (jeol). taş veya maden üstünde bulunan ağaç veya yosun şekli; üzerinde ağaç veya yosun şekli olan taş veya maden parçası; (tıb). sinir hücresine giden ince bir lif.

dendrology

(i). ağaçlar ve çalılar ile uğraşan biyoloji dalı.

dene

(i)., (ing). deniz kenarında bulunan kumlu yol veya tepe.

denegation

(i). inkâr, yadsıma, tekzip.

dengue

(i)., (tıb). dang, şiddetli mafsal ve adale ağrıları veren bulaşıcı bir humma.

deniable

(s). yadsınabilir, inkârı mümkün, inkâr olunabilir.

denial

(i). inkâr, yalanlama ret, tekzip; feragat. a flat denial tam inkâr, katiyetle reddetme. self-denial (i). nefsinden feragat etme.

denier

(i). inkâr eden kimse, yalanlayan kimse.

denier

(i). ipek, rayon, naylon gibi ipliklerin kalitesini göstermek için kullanılan bir ağırlık ölçü birimi.

denigrate

(f). iftira etmek, leke sürmek; informal çamur atmak. denigra'tion (i). iftira.

denim

(i). pamuklu döşemelik kumaş; işçi tulumu yapımında kullanılan kaba pamuklu kumaş, blucin kumaşı.

denizen

(i)., (f). ikamet eden kimse, oturan kimse; vatandaş; (ing). muayyen vatandaşlık haklarına sahip olarak bir memlekette ikamet eden yabancı; yeni şartlara veya bir yere intibak etmiş hayvan veya bitki; bir yeri devamlı ziyaret eden kimse; (f)., (ing). yurttaşlık haklarını kabul etmek.

denmark

(i). Danimarka.

denominate

(f). isim koymak, ad vermek, demek, nam vermek; tefrik etmek, ayırmak, belirtmek, göstermek.

denomination

(i). isimlenlendirme, ad verme; isim, unvan; sınıf, mezhep; belli bir öIçü birimi. denominational (s). isme ait; mezheplere ait.

denominative

(s). (i). ad veren, tesmiye eden; (gram). isim veya sıfattan türemiş; (i)., (gram). isim veya sıfattan türemiş fiil.

denominator

(i)., (mat). payda, bir sayının kaça bölündüğünü gösteren rakam. Ieast common denominator (bak). Ieast.

denotation

(i). bir kelimenin sözlük anlamı, anlam, mana; tarif, tefrik etme, belirtme, ayırma; işaret, alâmet. deno'tative (s). işaret ve delil teşkil eden, tefrik eden, ayırt eden, gösteren.

denote

(f). delâlet etmek, göstermek, belirtmek, iş'ar etmek, ifade etmek.

denouement

(i). sonuç, netice, akıbet, son.

denounce

(f). ihbar etmek, haber vermek, ifşa etmek; mukavele veya anlaşmanın fesholunacağını haber vermek; suçlamak, itham etmek, bir kimsenin kusurlarını açığa vurmak.

denovo

(Lat). baştan, yeniden.

dense

(s). sık, ağır, koyu, kesif, kalın, kalabalık; kalın kafalı, ahmak; (fiz). kırılma kuvveti çok olan (mercekcamı); şeffaf olma; kesif densely (z). kesif bir surette.

density

(i). yoğunluk, kesafet, koyuluk, sıkılık; aptalık; foto şeffaf olmama derecesi kesafet; (elek). alan birimine göre elektrik miktarı, kesafet.

dent

(i)., (f). bir yere çarpmaktan meydana gelen ufak çukur veya çentik, çöküntü, girinti, ufak oyuk; (f). çentmek, çöküntü yapmak, göçmek.

dent

(i). tarak veya vites dişi.

dental

(s)., (i). dişlere veya diş hekimliğine ait ; (dilb). dişsel; (i). (t, d gibi) dişsel ünsuz. dental arch diş kavsi. dental nerve (anat). diş siniri. dental plate takma diş. dental surgery diş cerrahisi.

dentate

(s). dişli, tarak şeklinde.

dentex

(i). sinarit ballğı, (zool). Dentex vulgaris.

denticle

(i). ufak diş.

denticular

(s). dişleri olan. denticulated (s). diş1i.

dentifrice

(i). diş macunu veya tozu, dişleri temizlemekte kullanılan herhangibir preparat.

dentil

(i)., (mim). dendane, pervaz altındaki dişlerin her biri.

dentine

(i). dişi meydana getiren kemikten daha sert madde, diş kemiği, dentin.

dentist

(i). diş tabibi, diş hekimi. dentistry (i). diş hekimliği.

dentition

(i). diş çıkarma, diş bitmesi; bir insan veya hayvanın bütün dişleri veya bu dişlerin cinsi, sayışı ve tertibi.

denture

(i). takma diş, damak, protez.

denude

(f). soymak, açmak; (jeol). aşındırarak çıplak bırakmak; tamamen mahrum etmek. denuda-tion (i). soyulma, çıplak kalma, açılma.

denunciate

(f). açıklamak, ifşa etmek, suçlamak itham etmek; bir kimsenin kusurlarını açığa vurmak. denuncia'tion (i). açıklama, ifşa ihbar, itham uyarma, ikaz. denunciative, denunciatory (s)., ihbar kabilinden. denunciator (i). ihbar eden kimse muhbir kimse; itham eden kimse, suçlayan kimse.

deny

(f). inkâr etmek; tekzip etmek, reddetmek; mahrum etmek; esirgemek, vermemek; yalanlamak; kaçınmak, imtina etmek kırmak. deny oneself feragat etmek.

deodar

(i). Himalaya dağlarına mahsus bir çeşit sedir ağacı, cin ağacı, (bot). Cedrus deodara.

deodorant

(i). koku giderici madde; deodoran.

deodorize

(f ).kokusunu gidermek. deodorizer (i). koku giderici şey.

deontology

(i). deontoloji, ahlak bilgisi.

deoxidize

(f). bir bileşimdeki oksijeni çıkarmak. deoxida'tion (i). deoksidasyon.

depart

(f). ayrılmak, gitmek; hareket etmek; ölmek, göçmek vefat etmek; from ile sapmak, inhiraf etmek ayrılmak; bir yeri terketmek.

departed

(s). geçmiş, müteveffa, vefat etmiş. the departed ölmüşler. ölmüş kimse.

department

(i). kısım bölüm şube, daire, kol; vekâlet, bakanlık .departmentstore her şeyi satan büyük mağaza, bonmarşe. departmen'tal (s). kısımlara ait; bölüme ait, daireye ait. departmen'talize (f). şubelendirmek.

departure

(i). hareket, gidiş ayrılış, terk; kalkış (vapur, tren); yenilik; dönüşme; sapma, ayrılma, inhiraf; vazgeçme, feragat; den bir geminin doğuya veya batıya doğru kestiği mesafe; bir geminin yola çıkmadan evvelki boylam ve enlem derecesi.

depend

(f). on veya upon ile güvenmek, itimat etmek; bağlı olmak, tabi olmak, mütevakkıf olmak; ihtiyacı olmak; from ile asılmak, sarkmak; sallantıda kalmak mualIâkta kalmak. Depend upon it Emin olunuz. dependable (s). güvenilir, emniyet edilir, itimada layık.

dependence

(i). bağlı olma; taalluk; itimat, güven; bir kimsenin eline bakma; dayanma; muallâkıyet, sarkma, asılma; tabi oluş, bağlılık, emir kulluğu.

dependency

(i). bağlı olma, tabi olma; sömürge, müstemleke; müştemilat, ek bina.

dependent

(s). asılı sarkan; bağlı, tabi; ait; (gram). bağlı, merbut dependent variable (mat). bağlı değişken dependently (z). bağlı olarak, tabi olarak.

dependent

(i). başkasının yardım veya desteğine ihtiyacı olan kimse; bir kimsenin bakmakla yükümlü olduğu şahıs.

depersonalize

(f). kişisel ilişkilerini kesmek.

depict

(f). resmetmek, çizmek portresini çizmek; anlatmak tasvir etmek tanımlamak; tarif etmek. depiction (i). çizme; tarif, tasvir, tanımlama.

depilate

(f). tüylerini veya kıllarını almak; tüylerini veya kıllarını yok etmek. depilatory (s)., (i).kıl döken (ilaç).

deplete

(f). tüketmek bitirmek; boşaltmak; (tıb). kan almak suretiyle beden dolgunluğunu izale etmek. depletion (i). tüketme, azaltma.

deplore

(f). den dolayı kederlenmek, teessüf etmek, acımak; beğenmemek, taraftar olmamak. deplorable (s). müessif, acınacak halde, acıklı. deplorably (z). acınacak surette.

deploy

(f). plana göre yerleştirmek; sağa sola yaymak veya yayılmak. deployment (i). acılma, yayılma.

deplume

(f). tüylerini yolmak; soymak.

depolarize

(f). depolarize etmek, kutbiyeti izale etmek. depolariza'tion (i). kutuplarını yoketme, kutupengellik.

deponent

(s)., (i). yeminle şahitlik eden; (i). tanık.

depopulate

(f). nüfusunu azaltmakveya boşaltmak. depopula'tion (i). halkın başka yere gitmesi veya afet sonucu nüfusun azalması veya tükenmesi.

deport

(t). hudut harici etmek. deport oneself davranmak, hareket etmek. deporta'tion (i). hudut harici etme. deportee' (i). hudut harici edilen kimse.

deportment

(i). tavır, davranış hareket.

depose

(f). tahttan indirmek, hal'etmek, azletmek; yeminle yazılı ifade vermek.

deposit

(i). emanet; depozito; pey, rehin; mevduat; teminat akçesi; tabaka,tortu; döküntü, birikinti, sel kumu; (mad). birikinti, maden yatağı; depo. deposit account mevduat hesabı. demand deposits vadesiz mevduat money on deposit bankadaki para, mevduat. time deposits vadeli mevduat.

deposit

(f). koymak; dibine çökmek, tortu bırakmak döküntu bırakmak; emanet etmek, depozito etmek tevdi etmek; bankaya yatırmak; paranın bir kısmını vermek.

depositarytory

(i). emanetçi, depo, ambar.

deposition

(i). tahttan indirme, hal', azil; yeminle yazılı ifade, ifade, delil; depozito verme; tortu veya dökuntü bırakma; tortu, döküntü, sel kumu. make one's deposition yeminle yazılı ifade vermek.

depositor

(i). tevdi eden kimse, mudi, para yatıran kimse; tortu bırakan şey, birikinti bırakan şey.

depot

(i). depo, ambar; (A.B.D.). istasyon; (ask). cephanelik.

deprave

(f). baştan çıkarmak, bozmak, ayartmak.

depravity

(i). ahlak bozukluğu azgınlık; fesat, doğru yoldan ayrılma dalalet; günahkar olma.

deprecate

(f). karşı koymak, şiddetle itiraz etmek, protesto etmek: küçümsemek, yukarıdan bakmak; eski kötülüklerden korunmak için dua etmek. depreca'tion (i). karşı koyma protesto, itiraz. deprecatory (s). küçümseyen, karşı koyan, itiraz eden.

depreciate

(f). fiyatını kırmak, kıymetten düşürmek, (paranın) satın alma gücünü düşürmek; ucuzlatmak; amortize etmek. deprecia'tion (i). kıymetten düşme veya düşürme; aşınma payı, amortisman.

depredation

(i). soygunculuk, yağma; hasara uğratma, tahribat.

depress

(f). üzmek, kasvet vermek, canını sıkmak, moralini bozmak; kuvvetten düşürmek, zayıflatmak; k.dili kolunu kanadını kırmak; değerini veya miktarını azaltmak; mevki veya rütbesini indirmek; bastırmak; meyus etmek. depressible (s). şevki kırılır, bastırılabilir. depressingly (z). can sıkıntısı vererek; üzerek.

depressant

(s)., (tıb). faaliyeti azaltan, müsekkin, yatıştırıcı.

depressed

(s). basılmış, bastırılmış, indirilmiş; canı sıkılmış, kederli, üzüntülü; miktarı azaltılmış, değeri düşürülmüş.

depression

(i). kasvet, keder, hüzun, can sıkıntısı; piyasada durgunluk, buhran, buhran devresi; (tıb). düşkünlük, dermansızlık; alçak basınç alanı.

depressive

(s). kasvet verici, kasvetli; durgunluk sebebi olan.

depressor

(i). sıkan şey veya kimse; indiren şey; (anat). aşağı çeken (kas). tongue depressor (tıb). dili aşağıda tutan pens.

deprivation

(i). yoksunluk, mahrumiyet, mahrum olma, ihtiyaç; kayıp.

deprive

(f)., (gen). of ile mahrum etmek, yoksun bırakmak, kaybettirmek. deprivali yoksunluk, mahrumiyet.

deprofundis

(Lat). içten gelen (feryat), bazı Hıristiyan mezheplerinde cenaze merasiminde okunan bir mezmur dept. (kıs). department.

depth

(i). derinlik, derin yer, engin. depth charge su altındaki herhangi bir hedefe özellikle denizaltılara atılan patlayıcı madde. depth of winter kışın ortası, karakış. depths (i). denizin derinlikleri, umman; öz nüve depths of degradation. rezalet, kepazelik beyond veya out of one-s depth boyunu aşan, bilgi ve kabiliyet dışında.

depurate

(f). tasfiye etmek, arıtmak, temizlemek, temizlenmek.

deputation

(i). temsilciler heyeti, murahhas heyet; bir kimse veva heyeti temsilcitayin etme.

depute

(f). vekil tayin etmek, temsilci olarak atamak, yerine seçmek; vekile yetki vermek.

deputize

(f). vekil olarak tayin etmek; for ile bir kimsenin yerini doldurmak.

deputy

(i). vekil; yardımcı, muavin; bir polis rütbesi; mebus, milletvekili. deputychief asbaşkan, başkan yardımcısı.

deracinate

(f). kökünden çıkarmak, (bir kimseyi veya toplumu) çevresinden yoksun bırakmak; ayırmak.

derail

(f). treni raydan çıkarmak. derailingswitch raydan çıkarmaya mahsus makas derailment (i). raydan çıkma (tren).

derange

(f). düzenini bozmak, karıştırmak, ihlâl etmek; ifsat etmek; çıldırtmak, delirtmek; rahatsız etmek, işine engel olmak. derangement (i). düzensizlik; delilik, akli muvazenesizlik.

derby

(i). İngiltere'de her yıl tekrarlanan geleneksel at yarışı; (k).(h). melon şapka.

derelict

(s)., (i). terkedilmiş, metruk, sahipsiz; kayıtsız, ilgisiz, ihmalkâr; (i)., (huk). sahipsiz mal, emvali metruke; toplumca terkedilmiş kimse; den tayfası tarafından terkedilmiş harap gemi.

dereliction

(i). terk, terkediliş; ihmal, görevi yerine getirmede kusur; (huk). deniz veya suyun çekilmesiyle toprak kazanma.

deride

(f). istihza etmek, sakalına gülmek, alay etmek.

derigueur

(Fr). mecburi, toplumun öngördüğü.

derision

(i). istihza, alay. hold in derision alay etmek. derisive, -sory (diray'siv, -sıri) (s). alaylı, istihza kabilinden. derisively (s). alay edercesine.

derivation

(i). asıl, memba, köken, menşe; türetme, iştikak.

derivative

(s)., (i). türemiş, iştikak etmiş, müştak; (i). türev.

derive

(f). çıkarmak, almak; istihraç etmek; gram türemek, müştak olmak; kökünü araştırmak; sâdır olmak, hâsıl olmak.

derma

(i)., (anat). cildin ikinci tabakası, derma, altderi.

dermal, dermic

(s).deriye ait, cildi, bilhassa dermaya ait, derisel.

dermatitis

(i)., (tıb). deri iltihabı.

dermatology

(i). cildiye, dermatoloji, ciltten ve deri hastalıklarından bahseden ilim. dermatologist (i). cilt hastalıkları mütehassısı dermatolog.

dermatophyte

(i)., (bot). cilt hastalığına sebep olan mantar.

dermatoplasty

(i)., (tıb). tahrip olmuş cildi düzeltmek için vücudun başka bir yerinden deri parçası kesip bu yere yapıştırma ameliyatı, dermatoplasti.

dermatosis

(i)., (tıb). herhangi bir cilt hastalığı.

dernier

(s). son, nihai.

derogate

(f)., from ile azaltmak, eksiltmek, almak; alçalmak, aykırı bir davranışta bulunmak ; dejenere olmak. derogative (s). aykırı, karşı, zıt, ihlâl eden; küçültücü.

derogation

(i). küçültme, azaltma, zillet, zarar.

derogatory

(s). küçültücü, aykırı, karşı, zıt.

derrick

(i)., (mak). maçuna, vinç, dikme; petrol kuyusu açma işinde kullanılan makina takımını tutan iskele.

derringdo

(i). maceraperestlik; cüretkârlık, gözüpek oluş.

derringer

(i). kısa namlulu eski tip cep tabancası.

dervish

(i). derviş.

desalinization, desalination

(i). deniz suyunun tuzunu çıkarıp kullanılır hale getirme.

desalt

(f). (deniz suyundan) tuzu çıkararak içilebilir hale getirmek.

descant

(i). hararetli konuşma; (müz). melodi, beste; birkaç sesle söylenen bestede en yüksek ses, asıl melodinin yanısıra söylenen üst ses.

descant

(f). hararetli konuşmak: en yüksek sesle şarkı söylemek.

descend

(f). inmek, alçalmak, çökmek; kendini küçültmek, düşmek; baskın yapmak, çullanmak; üşüşmek, başına toplanmak; genelden özele geçmek; ( bir tartışmada); intikal etmek, soyundan gelmek.

descendant

(i)., (s). torun; (s). neslinden olan , ahfadlndan.

descendent

(s).inen, düşen;neslinden olan.

descent

(i). iniş, çökme, düşüş, sukut; çullanma, baskın; nesil, zürriyet, nesep, soy, asll, ahfat, evlât; (huk). tevarüs, miras kalma; bayır, yokuş aşağı yer.

describe

(f). tarif etmek, tanımlamak, vasıflandırmak, tavsif etmek, tasvir etmek, resmetmek. describable (s). tarif edilebilir, tavsifi mümkün.

description

(i). tarif, tanımlama, tavsif, vasıflandırma, beyan; cins, nevi, çeşit. answer to the description tavsif edilmiş olan özelliklere sahip olmak, tarif edildiği gibi olmak. be beyond description veya beggar description kelimelerle tarif edilemez olmak.

descriptive

(s). tanımlayıcı, tanıtımsal, tavsif edici, resmedici. descriptive geometry tasarı geometri.

descry

(f). uzaktan görüp seçmek, çıkarmak, keşfetmek.

desecrate

(f). kutsal bir şeye karşı hürmetsizlikte bulunmak, kutsal bir gayeden çevirmek, uzaklaştırmak. desecra'tion (i). mukaddesata hürmetsizlik , tecavüz.

desegregate

(f). ırk ayrımını kaldırmak. desegrega'tion (i). ırk ayrımının kaldırılması.

desensitize

(f). hassasiyetini azaltmak; (tıb). hassaslığını azaltmak veya ortadan kaldırmak.

desert

(i)., (s). çö1, sahra, bozkır; (s): çöl halinde olan, boş, ıssız. desert fauna çöl direyi. desert flora çöl biteyi.

desert

(f). terketmek, ayrılmak, bırakmak; (ask). vazifeden kaçmak; kaçmak, firar etmek. deserter (i). firari, kaçak. desertion (i). firar, terk; terkedilmişlik.

desert

(i). liyakat, istihkak, pay, hisse; mükafatı hak etme. He got his deserts. Hak ettiğini buldu.

deserve

(f). müstahak olmak,layık olmak; hak kazanmak, mükafata 1ayık olmak. deservedly (z). hakkıyla, haklı olarak.

deserving

(s). mükafata 1ayık, değerli. deserving of praise övülmeye layık değerli deservingly (z). övülmeye lâyık olarak.

deshabille

(bak). dishabille.

desiccate

(f). kurutmak, kurumak. desicca'tion (i). kuruluk, kurutma, kuruma. desiccative (s). kurutucu. desiccator (i). kurutucu şey, kurutucu araç.

desiderate

(f). arzulamak, istemek, özlemek; eksikliğini duymak, yokluğunu hissetmek.

desiderative

(s)., (i). istek belirten, arzu ifade eden; (i). dilek, istek; (gram). istek belirten fiil.

desideratum

(i)., (Lat). (çog -ata) aranılan vasıf.

design

(i). plan, taslak, proje; gaye, amaç, maksat, hedef; fikir; entrika, desise; (güz). (san). resim taslağı, kompozisyon, model, motif. have designs on someone veya something birisinde veya bir şeyde gözü olmak.

design

(f). zihninde kurmak niyet etmek, kastetmek; resmetmek, çizmek; plan yapmak, proje yapmak, tertip etmek, icat etmek; yaratmak. designedly (z). kasten, mahsus. de signeri tertip eden kimse, icat eden kimse,plan kuran kimse; modacı. designing (i)., (s). plan yapma, çizme, yaratma; (s). entrikacı, düzenbaz, kurnaz; düşünceli.

designate

(f). göstermek, işaret etmek, belirtmek, tasrih etmek; isimlendirmek, ad vermek, demek; to veya for ile tayin etmek; seçmek, uygulamak, tatbik etmek, düzenlemek, tertip etmek.

designate

(s). (gen nitelendirdiğiisimden sonra) atanmış, tayin edilmiş veya seçilmiş (fakat henüz memuriyete başlamamış).

designation

(i). atama, tayin, tahsis; atanma, tayin edilme, seçilme; isim, ünvan, lakap.

desirable

(s). arzu edilen, istek uyandıran, çekici, cazip. desirabil ity (i). cazibe, arzu edilir olma, hoşa gitme. desirably (z). arzu edilir şekilde, cazip olarak.

desire

(f). arzu etmek, istemek, özlemek; rica etmek, talep etmek, arzulamak.

desire

(i). arzu, istek, emel, iştiyak, rağbet, eğilim, meyil; rica, dilek, temenni; hırs, heves, şehvet.

desirous

(s). istekli, arzu eden, talip.

desist

(f). (gen). from ile vaz geçmek, çekilmek, bırakmak, ayrılmak.

desk

(i). yazı masası, yazıhane; daire, şube, masa.

desolate

(f). boş bırakmak, harap etmek, viran etmek, perişan etmek; yalnız bırakmak, kimsesiz bırakmak; kederlendirmek, meyus etmek.

desolate

(s). terkedilmiş, metruk, ıssız, tenha, boş, perişan, harap; kimsesiz, yalnız. desolately (z). terkedilmiş olarak.

desolation

(i). haraplık, perişanlık, viranlık; virane, harabe; kimsesizlik, yalnızlık; keder, yeis.

despair

(i)., (f). yeis, üzuntü, keder, ümitsizlik; (f)., sık sık of ile ümitsiz olmak, meyus olmak. despairingly (z). üzüntüyle, kederle.

desperado

(i). gözü dönmüş haydut.

desperate

(s). ümitsiz; çaresizlikten deliye dönmüş; vahim, müthiş, korkunç, tehlikeli; dehşetli; aşırı despera'tion (i),. yeis, ümitsizlikten ileri gelen akıl dengesizliği.

despicable

(s). adi, alçak, değersiz, küçümsenen. despicably (z). alçakça.

despise

(f). hakir görmek, küçümsemek, yukarıdan bakmak, adam yerine koymamak, hor görmek; nefret etmek.

despite

(i)., edat nefret, kin, garez; edat -e rağmen. in despite of -e rağmen, bununla beraber, yine de; karşı koyarak.

despoil

(f). soymak, malını yağma etmek, mahrum etmek. despolia'tion (i). yağma, soygun, soygunculuk.

despond

(f). ümidini kaybetmek, morali bozulmak. despondency (i). yeis, keder, ümitsizlik. despondent (s). ümitsiz, kederli, bedbin, meyus. despondently (z). ümitsizce.

despot

(i). despot, müstebit hükümdar. despotical (s). despotça, müstebitçe despot'ically (z) despotlukla.

despotism

(i). mutlakiyet, hakimiyete dayanan idare; despotizm, istibdat.

desquamate

(f)., (tıb). pulları dökülmek, pul pul olup dokülmek.

dessert

(i). yemeğin sonunda yenen tatlı, yemiş soğukluk. dessert spoon tatlı kaşığı.

destination

(i). gidilecek yer; gönderilen yer; hedef.

destine

(f)., to veya for ile nasip etmek, tahsis etmek, tayin etmek, ayırmak; belirli bir gayeye doğru yöneltmek.

destiny

(i). kader, nasip, kısmet, mukadderat, alın yazısı.

destitute

(s)., gen of ile yoksul, yoksun, mahrum, muhtaç, fakir. destitu'tion (i). yoksulluk, mahrumiyet.

destroy

(f). harap etmek, mahvetmek, yıkmak; yok etmek, imha etmek, vücudunu ortadan kaldırmak, öIdürmek; iptal etmek, bertaraf etmek.

destroyer

(i). yok edici şey veya kimse, telef edici şey veya kimse; den torpido muhribi; muhrip, destroyer.

destruct

(f). (fırlatılan roket veya bombayı) hedefe ulaşmadan imha etmek. destructor (i). roket imha cihazı; (ing)., çöp fırını.

destructible

(s). yok edilebilir, imhası mümkün.

destruction

(i). harap etme, mahvetme, yok etme, helâk, yıkılma; yıkım; belâ; afet.

destructive

(s). yıkıcı, zararlı, tahrip edici. destructive criticism yıkıcı eleştiri. (edebiyatta)

desuetude

(i). kullanılmayış, yürürIükten kalkma.

desultory

(s). devamslı, istikrarsız, birbirini tutmayan; tertipsiz, düzensiz, aralannda bağlann olmayan, rabıtasız, dağmık rasgele.

detach

(f). ayırmak, çözmek, çıkarmak, koparmak, sökmek; çıkmak, kopmak, ayrılmak. detachable (s). çıkarılabilir, yerinden sökülebilir detachment (i). ayırma, aynlma, çıkarma; müfreze; ayrılık; dalgınlık; tarafsızlık; (ask). kol.

detail

(i)., (f)., (çoğ). teferruat, ayrıntılar; tafsilât; ayrıntılı plan; (ask). müfreze, hususi bir işe ayrılan asker takımı; (f). tafsilatıyla anlatmak; hususi bir işe tahsis etmek. in detail tafsilatıyla, teferruatıyla, mufassalan, ayrı ayrı, ayrıntılarıyla.go into detail teferruata girmek.

detain

(f). alıkoymak; engellemek, mani olmak, durdurmak; geciktirmek; gözaltma almak. detainment (i). engelleme, alıkoyma; geciktirme.

detainer

(i)., (huk). başkasının malına alıkoyma; mevkufiyetin uzatılması emri.

detect

(f). meydana çıkarmak; keşfetmek, sezmek, tutmak. detectable (s). keşfi mümkün. detection (i). keşif, meydana ,çıkarma, bulma.

detective

(i)., (s). dedektif, polis hafiyesi, sivil polis; (s). dedektiflikle ilgili. private detective özel dedektif. detective story polis romanı.

detector

(i). bulan şey veya kimse; (elek). dedektör.

detensive

(s)., (i). müdafaa eden; (i). saldırıya uğrayanın durumu, kendini koruyucu harekette bulunma. defensive alliance (ask). savunma anlaşması. on the defensive kendini savunma lüzumunu duyan. defensively (z). savunarak.

detent

(i)., (mak). çalar saatin tetiği, tetik, kol, düğme.

detente

(i)., (pol). uluslararası gergin havanın yumuşaması.

detention

(i). alıkoyma, engelleme, tutma, mani olma; gecikme; tevkif, hapis. detention camp tevkif kampı. place of detention hapishane.

deter

(f). (-red, -ring) niyetinden vazgeçirmek, caydırmak; yıldırmak. determent (i). engel, mani; menolunma.

detergent

(i). deterjan, temizleyici madde.

deteriorate

(f). fenalaşmak, bozulmak, alçalmak, gerilemek. deteriora'tion (i). fenalaşma, gerileme, bozulma, çürüklük, çürüme.

determinant

(s)., (i). tayin eden, tarif eden; hükmeden, galebe çalan; (i). etkileyen veya tayin eden şey; (mat). determinant.

determinate

(s). belirli, muayyen, hudutlu, mahdut, kesin, kati; kararlaşmış, mukarrer.

determination

(i). azim, sebat, metanet, inat, kararlı oluş; hüküm, tespit, tayin; niyet, kasıt; sınırlama, tahdit.

determinative

(s)., (i). tahdit eden, tayin eden, tahsis eden; (i). tayin eden şey.

determine

(f). karar vermek, azmetmek; niyetlenmek, kesmek; tayin etmek, kararlaştırmak, belirlemek; bitirmek; belirtmek; sınırlamak, tahdit etmek; tanımlamak, tarif etmek; yön vermek.

determined

(s). kesin, kati, azimkâr, metin, niyetinden şaşmaz. determinedly (z). metanetle, azimle.

determinism

(i)., (fels). determinizm, gerekircilik. determinist (i). determinist, gerekirci.

deterrent

(s)., (i). engel olan, mâni olan, meneden, caydıran; (i). engel olan şey veya kimse, caydıran şey veya kimse. deterrence (i). engel oluş; caydırma.

detest

(f). nefret etmek, iğrenmek, tiksinmek. detestable (s). nefret uyandıran, iğrenç, tiksindirici. detestably (z). iğrenilecek bir şekilde, tiksindirerek.

detestation

(i). nefret, tiksinme, iğrenme.

dethrone

(f). tahttan indirmek, halletmek. dethronement (i). tahttan indirilme.

detonate

(f). patlamak, patlatmak, infilâk etmek. detona'tion (i). patlama, infilak.

detonator

(i). kapsül, fitil, patlayıcı maddeyi ateşleyen şey, funya.

detour

(i)., (f). sapma, dolambaçlı yol, geçici yol; (f). dolambaçlı yoldan gitmek veya göndermek. make a detour dolambaçlı yoldan gitmek.

detract

(f). eksiltmek, kıymetten düşürmek; itibarını zedelemek; kötülemek, aleyhinde bulunmak. detraction (i). eksiltme; itibarını zedeleme, kötüleme.

detrain

(f)., (ing). trenden inmek.

detriment

(i). zarar, ziyan, hasar. detrimen'tal (s). zarar veren, zararlı, muzır.

detrition

(i). molozların aşınması.

detritus

(i)., (jeol). aşıntı, kum ve moloz gibi birikim. detrital (s)., (jeol). aşıntıya ait.

detrop

(Fr). lüzumundan fazla, fazla.

detruncate

(f). ucunu keserek kısaltmak, budamak, kesmek. detrunca'tion (i). ucunu kesme.

deuce

(i)., iskambil ikili; zarda dü; teniste düs, berabere; (k).dili kör talih, kör şeytan. deuce of a time sıkıntılı zaman. deuce point tavlada dü hanesi. the deuce melun; şeytan; aman, deme! Who the deuce is he? Bu herif de kim ?

deusexmachina

(Lat). klasik dramda zor bir durumu halletmek için mekanik bir yolla sahneye indirilen tanrı; (edeb). buhranlı bir anda beklenilmeyen şekilde yetişen yardım.

deuterocanonical

(s). kilisece sonradan veya ikinci derecede muteber sayılan mukaddes kitaplara ait.

deuterogamy

(i). ikinci evlilik.

devaluate

(f). değerini düşürmek.

devaluation

(i)., (ikt). devalüasyon, para değerinin düşürülmesi.

devastate

(f). harap etmek, viran etmek, mahvetmek; (k).dili utandırmak. devasta'tion (i). harap etme, viran olma.

develop

(f). geliştirmek, tekâmül ettirmek, inkişaf ettirmek; genişletmek, açmak; harekete geçirmek, husule getirmek; (foto). develope etmek, banyo etmek, yıkamak; gelişmek, tekâmül etmek, inkişaf etmek; genişlemek; olgunlaşmak; hâsıl olmak, meydana çıkmak; peyda etmek, kespetmek (alışkanlık).

developer

(i). geliştiren şey veya kimse, tekâmül ettiren şey veya kimse; (foto). develope eden ilaç, revelatör.

development

(i). gelişme, inkişaf, tekâmül, ilerleme, terakki; meydana çıkma, zuhur; (biyol). açılma, gelişme; (A.B.D). site. developmen'tal (s). gelişim ile ilgili.

devest

(f)., (huk). mahrum etmek, elinden almak.

deviant devıate

(i). toplum düzenine aykırı olarak düşünen ve hareket eden kimse; cinsel sapık.

deviate

(f). sapmak, yoldan çıkmak, şaşırmak, dönmek, yanılmak.

deviation

(i). sapma, inhiraf, yoldan çıkma; (den). pusulanın şaşması. deviation clause (den). geminin boşaltma limanından başka yerlere uğramasına izin veren anlaşma maddesi. deviationist (i). komünist öğretilerini ayrı bir şekilde tefsir eden kimse.

device

(i). cihaz, aygıt, alet; icat; tertip: hile, oyun, desise; resim, nisan, işaret (arma). Ieft to his own devices kendi haline bırakılmış.

devil

(i). şeytan, iblis; cin, ifrit; habis kimse; delicesine cesur veya öfkeli kimse; Allah'ın belâsı; kör şeytan; zavallı kimse; matbaacı çırağı. devil's advocate Katolik Kilisesinde aziz adayı aleyhinde münakaşa eden savcı; karşı tarafı tutarak münakaşa eden kimse. devilfish (i). ahtapot; (zool). Mobulidae familyasından yassı ve kuyruklu çok büyük tropikal bir balık. devil's-food cake çikolatalı pasta. devil-may-care (s). pervasız; başıboş. between the devil and the deep blue sea iki tehlike arasında. give the devil his due kötü veya sevilmeyen bir adama bile hakça muamele etmek. Go to the devil ! Kahrol ! Cehenneme kadar git! like the devil şeytan gibi; çok çabuk, ayağına tez. raise the devil argo kıyameti koparmak. she-devil (i). şirret kadın, cadaloz kadın. The devil ! Aman ! Vay canına ! Hay kör şeytan ! the devil's own time kötü günler. The devil take the hindmost. Altta kalanın canı çıksın. There will be the devil to pay. Kıyamet kopacak.

devil

(f). yemeği çok biber ve baharatla hazırlamak veya kızartmak; makinada ezip parçalamak (paçavra); (k).dili canını sıkmak, üzmek. deviled ham bir çeşit ezme jambon, krakova.

devilish

(s). şeytanî, şeytan gibi; melun; pervasız; (k).dili çok, fazla, aşırı. devilishly (z). şeytanca. devilishness (i). şeytanlık.

devilment

(i). şeytanlık, yaramazlık, kurnazlık.

devilry

(bak). deviltry.

deviltry

(ing). devilry (i). şeytanlık; sihirbazlık; kötülük, zalimlik; yaramazlık, haylazlık.

devious

(s). dolaşık, eğri büğrü, dolambaçlı; çapraşık, sapa; sapmış, avare, başıboş. deviously (z). çapraşık olarak, dolambaçlı. deviousness (i). çapraşıklık, dolambaçlı oluş.

devise

(f)., (i). tasarlamak, plan yapmak; akıl etmek, tertip etmek; kurmak, icat etmek; (huk). bilhassa gayri menkul mülkü vasiyet etmek; (i). vasiyet, vasiyet yoluyla bırakılan mülk. devisable s vasiyet olunabilir; tertip edilebilir devisee' i vasiyetle kendisine emlak bırakılan kimse, mirasçı, vâris

devitalize

(f). cansızlaştırmak; hevesini kırmak.

devoid

(s)., of ile boş, hali; yoksun, mahrum.

devolution

(i). nakil, devir, intikal, hak intikali, havale, terk; gerileme.

devolve

(f). intikal ettirmek, devretmek, havale etmek, bırakmak, terk etmek; (gen). on, upon veya to ile geçmek, intikal etmek, kalmak.

devonian

(s)., (jeol). devonik devre ait, balıklar çağına ait.

devote

(f). adamak, tahsis etmek, hasretmek, vakfetmek; oneself ile kendini adamak.

devoted

(s). sadık, bağlı, merbut, vakfedilmiş. devotedly (z). fedakârcasına, sadakatle.

devotee

(i). düşkün kimse, müptelâ kimse; sofu kimse, dindar kimse.

devotion

(i). bağlılık, düşkünlük, iptila; (gen). (çoğ). ibadet, dua; tahsis, adama, vakfetme. devotional (s). bağlılıkla ilgili; ibadete ait.

devour

(f). hırsla yemek, yutmak, informal gövdeye indirmek; yok etmek, bitirmek; hırs ve istekle bir nefeste okumak, informal yutmak (kitap). devoured by fear korkudan bitmiş, eli ayağı titrer vaziyette.

devout

(s). dindar, sofu; samimi, ciddi. devoutly (z). imanla. devoutness (i). dindarlık.

dew

(i)., (f). çiy, şebnem; gençliğin baharı ; (f). çiyle ıslatmak. dewberry (i). böğürtlen, (bot). Rubus caesius. dewdrop (i). çiy damlası. dew point çiy düşmesi için gerekli ısı derecesi. dewworm (i). solucan. mountain dew kaçak imal edilen viski, alkollü içki.

dew line

Kuzey Amerika'da 70 paralelde bulunan radar istasyonları.

dewarflask

termos.

dewlap

(i). özellikle büyükbaş hayvanların boynu altındaki sarkık deri gerdan.

dewy

(s). çiye ait, çiyle ıslanmış, rutubetli, nemli. dewiness (i). Islaklık, nem.

dexedrine

(i). bir cins amfetamin.

dexterity

(i). hüner, maharet, el çabukluğu, beceriklilik, ustalık.

dexterous

(s). eli çabuk, eline iş yakışır, usta, marifetli, hünerli. dexterously (z). hünerle, ustalıkla, el çabukluğu ile. dexterousness (i). hüner, ustalık, marifet, el çabukluğu.

dextrin

(i). dekstrin, nişastadan yapılmış yapışkan bir madde.

dextrose

(i). üzüm şekeri.

dey

(i). Cezayir dayısı; 16 yüzyılda Trablusgarp veya Tunus hükümdarı.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL