NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

fr ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: fr
Bulunan Sonuç: 209

fr

(kıs). fragment, franc, from.

fr

(kıs). Father, France, Frau, French, Friar, Friday.

fra

(i). kardeş (rahip unvanı).

fracas

(i). gürültü, velvele, kavga.

fraction

(i). parça, kısım; (kim). damıtık madde; (mat). kesir. common fraction adi kesir, bayağı kesir. compound fraction bileşik kesir. decimal fraction ondalık kesir.

fractional

(s). kesri; cüzi. fractional currency ufaklık, bozuk para. fractional distillation (kim). uçucu sıvıları tedrici hararetle kısımlara ayırma, fraksiyonlu distilasyon.

fractionate

(f). kısımlara ayırmak (imbikten çekilen sıvılar), damıtmak.

fractionize

(f)., (mat). kesirlere ayırmak, kesre çevirmek; kısımlara ayırmak.

fractious

(s). ters, aksi, huysuz, kavgacı. fractiously (z). ters ters. fractiousness (i). huysuzluk, aksilik, çocuk terbiyesizliği.

fracture

(i)., (f). kırma, kırılma; kırık; (tıb). kemik veya kıkırdağın kırılması, kırık; yarık; çekiçle kırılınca madenin meydana çıkan yüzeyi; (f). kırmak çatlatmak, yarmak; kırılmak. compound fracture (tıb). kırılan kemik uçlarının deriyi delerek dışarı çıkması hali. greenstick fracture (tıb). küçük çocuklarda kemiğin iki parçaya ayrılmadan kırılması. simple fracture (tıb). basit kırık.

fragile

(s). kolay kırılır, kırılabilir; nazik, narin, ince. fragil'ity (i). kolay kırılma, narinlik.

fragment

(i)., (f). kırılmış parça, kısım; (f). parçalara ayırmak.

fragmentary

(s). kısım kısım, parça parça, parça halinde; eksik kalmış, ikmal edilmemiş.

fragmentation

(i). parçalanma. fragmentation bomb (ask). patlayınca şarapnel gibi parçalar saçan bomba.

fragrance

(i). güzel koku, rayiha.

fragrant

(s). güzel kokulu, rayihalı, mis kokulu. fragrantly (z). güzel kokarak, mis gibi.

frail

(s). kolay kırılır; kolay bozulur; zayıf; zayıf ahlâklı, kolayca günah işleyebilir. frailly (z). kolay kırılabilir şekilde; zayıf ahlâklı olarak. frailty (i). zayıflık, manevi zaaf. human frailty kolayca günah işleyebilme eğilimi, beşer zafiyetleri.

frail

(i). kuru yemiş küfesi; bir küfelik kuru yemiş.

fraise

(i). bilhassa Kraliçe 1. Elizabeth zamanında giyilen kırmalı yakalık; istihkâma konan uçları sivri kazıklar, şarampol.

fraktur

(i). Alman kitaplarında daha çok eskiden kullanılan harf şekli.

frame

(f). şekil vermek, uydurmak; tasarlamak; düzenlemek, tertip etmek, yapmak; çerçevelemek; çatmak, kurmak; argo yalan yere suç yüklemek; ilerlemek; becermek, uydurmak.

frame

(i). çerçeve, bina iskeleti, kafes, çatı; beden, vücut; gergef, tezgâh; hal. frame house ahşap ev. frame of mind düşünüş tarzı; mizaç, hal. frame of reference bir hüküm veya karar vermeden önce bilinmesi gereken şartlar ve değer hükümleri. frameup (i)., argo hileli düzen, kumpas; yalan yere suç yükleme, iftira, karacılık. framework (i). kafes, çatı, iskelet; çevre.

franc

(i). (Fransa, Belçika, isviçre) para birimi, frank; eskiden altın sonradan gümüş olarak basılan Fransız parası, frank.

france

(i). Fransa.

franchise

(i). oy verme hakkı; hükümet tarafından tanınan imtiyaz veya muafiyet, bu imtiyaz veya muafiyetin geçerli olduğu yer, melce; imtiyaz, hak: imalâtçı tarafından bayi veya perakendeciye tanınan mallarını satma yetkisi, acentelik. electoral franchise oy kullanma hakkı.

franciscan

(s)., (i). Fransiskan mezhebine veya rahiplerine ait; (i). bu mezhebe mensup rahip.

franco

önek Fransız.

francolin

(i). Afrika ve Asya'da bulunan keklik, çil, turaç, (zool). Francolinus.

franctireur

(i)., (ask). Fransız akıncı neferi, çeteci asker.

frangible

(s). kırılabilir. frangibil'ity (i). kırılma özelliği.

frangipane

, frangipani (i). bir çeşit yasemin ıtırı; alyasemin kokusu; (ahçı). badem ve krema ile yapılan bir çeşit pasta.

frank

(i)., (k).dili sosis.

frank

(i). ortaçağda Cermen kavimlerinden birine mensup kimse, Frank; Avrupalı, Frenk.

frank

(f)., (i). postada ücretsiz gitmesi için mektubun üzerine imza atmak, (mektup, telgraf) parasız göndermek; muaf tutmak, istisna etmek; (i). (mektup) posta ile parasız gönderme hakkı; ücretsiz gitmesi için mektupların üstüne atılan imza; ücretsiz giden mektup.

frank

(s). açık sözlü, serbest, samimi, içi dışı bir; açık, aşikâr. frankly (z). açıkça, dobra dobra; samimi olarak. frankness (i). açık sözIülük, samimiyet.

frankenstein

(i). Frankeştayn; kendi yaptığı bir iş sonucunda mahvolan kimse; yaratıcısının kontrolundan çıkıp mahvına sebep olan herhangi bir şey.

frankfurter

, frankfort(er) (i). bir çeşit baharatlı sosis.

frankincense

(i). günlük, buhur, tütsü.

frankish

(s)., (i). ortaçağdaki Frank kavmine ait; (i). bu kavmin dili; Frenkçe.

franklin

(i). eski devirlerde ingiltere'de orta halli arazi sahibi.

franklinstove

Benjamin Franklin tarafından icat edilen önü kapaklı bir çeşit soba.

frankpledge

(i)., eski (ing). (huk). bir semtte her erkeğin bütün semt halkının davranışlarından mesul olması.

frantic

(s). çıIgın, kendinden geçmiş, çileden çıkmış. frantic(al)ly (z). çıIgınca, kendini kaybetmişcesine.

frap

(f). (ped, ping) (den). sıkı bağlamak. frap a rope halatı sarmak, strangola etmek.

frappe

(s)., (i). buzlu, dondurulmuş; (i). meyvalı dondurma, buzlu şerbet frape.

frater

(i). erkek kardeş, arkadaş.

frater

(i)., eski manastır yemekhanesi.

fraternal

(s). kardeşlere ait; kardeş gibi, kardeşçe; kardeşlik cemiyetine ait. fraternally (z). kardeşçe.

fraternity

(i). kardeşlik; kardeşlik cemiyeti; dinsel veya toplumsal gaye ile kurulan birlik; erkek talebe kuruluşu; aynı sınıf veya meslekten olan erkekler.

fraternize

(f). birbiriyle kardeş gibi olmak, arkadaşlık etmek; düşmanla kardeş gibi samimi olmak. fraterniza'tion (i). arkadaşlık etme

fratricide

(i). kendi kardeşini öldürme; kendi kardeşlerini öIdüren kimse. fratrici'dal (s). kendi kardeşini öldüren, kardeş katli kabilinden.

frau

(i). (çoğ. -en) evli veya dul Alman kadını; Bayan (evli), Madam.

fraud

(i). hile, dolandırıcılık, sahtekarlık; dolandırıcı ve hilekar kimse, sahtekar kimse.

fraudulent

(s). hileli, sahte; hilekar, dolandırıcı; hile ile ele geçirilen. fraudulence (i). hilekarlık. fraud ulently (z). hile ile, sahtekarIıkla.

fraught

(s). dolu, yüklü. fraught with danger çok tehlikeli.

fraulein

(i). evli olmayan Alman kadını, Bayan (bekar), Matmazel.

fraxinella

(i). geyikotu, (bot). Dictamnus fraxinella.

fray

(i). kavga, karışıklık.

fray

(f). (kumaş) yıpratmak; yıpranmak.

frazzle

(i)., (f). yıpranma; (f). yıpratmak; yıpranmak, eskimek. beat to a frazzle, worn to a frazzle bitkin, çok yıpranmış.

freak

(i).garabet; acayiplik, hilkat garibesi, acibe; kapris, gelip geçen fikir veya arzu, maymun iştahlılık.

freakish

(s). acayip, garip; hilkat garibesi kabilinden; kaprisli. freakishly (z). beklenmedik bir şekilde. freakishness (i). acayiplik; kaprisli oluş, maymun iştahlılık.

freckle

(i)., (f). çil, leke, benek; (f). çillenmek; çil basmak. freckled, freckly (s). çilli.

free

(f). azat etmek, serbest bırakmak, çözmek; hapisten kurtarmak, tahliye etmek.

free

(s)., (z), özgür, hür, azat; serbest, kurtulmuş, baymsız; açık; bedava, parasız; (bot). ayrı; (kim). serbest terkipsiz; eli açık, cömert; teklifsiz, arsız; from ile azade, muaf, beri; of ile ari, kurtulmuş, serbest; (z). bedava, parasız. free alongside geminin bordasında teslim. free board parasız yemek. Free Church devletle ilişkisi olmayan kilise. free enterprise (ikt). serbest teşebbüs. free flight roketin enerjisiz uçuşu. freefrom pain ağrıdan kurtulmuş. free gift karşılıksız hediye. free kick spor serbest vuruş, frikik. free lance serbest yazar veya fotoğrafçı. free list (ikt). gümrüksüz giren eşya listesi; bir yere parasız girenlerin listesi, parasız dergi alanların listesi. free liver her şeyden bol bol yiyip içen kimse. free love bir erkekle bir kadının nikâhsız olarak birlikte yaşaması. free on board (tic). gemide teslim, fob. free port (tic). serbest liman. free thought (özellikle on sekizinci yüzyılda) serbest düşünce. free trade (tic). serbest ticaret, yüksek gümrük resminden muaf milletlerarası ticaret. free verse siir serbest nazım. free wheel (oto). rnotorun hızı arabanın hızından az olduğu zaman tekerleklerin serbest dönmesini sağlayan tertibat; bisiklette pedallar kullanılmayınca arka tekerleği serbest bırakan kenet. free with his money eli açık, cömert. make free with lâubali olmak, yüzgöz olmak. set free serbest bırakmak, azat etmek. freely (z). serbestçe.

freeandeasy

(s)., (z). teklifsiz, laubali.

freeboard

(i)., (den). fribord.

freebooter

(i). korsan, haydut.

freeborn

(s). hür doğmuş.

freedman

(i). (çoğ. -men) azatlı köle.

freedom

(i). özgürlük, hürriyet, serbestlik, azatllı; ihtiyar, irade; açık sözlülük; laubalilik, aşırı samimiyet; serbest düşünüş; muafiyet; fahri hemşehrilik veya üyelik sıfatı; bir şeyi serbestçe kullanma hakkı.

freeforall

(i), herkese açık yarış veya karşılaşma; herkesin katıldığı kavga.

freeform

(dilb). bağımsız kalabilen söz.

freeform

(s)., (güz.san). serbest eğrilerle şekillendirilmiş.

freehand

(s)., (güz.san). öIçü ve araç kullanmaksızın elle yapılmış (resim).

freehanded

(s). cömert, eli açık.

freehearted

(s). samimi; cömert; serbest, kayıtsız.

freehold

(i)., (huk). mülk; iyelik hakkı, mülkiyet. freeholder (i). mülk sahibi.

freelance

(f). kendi hesabına çalışmak (yazar, fotoğrafçı).

freeload

(f)., argo, slang otlamak, otIakçılık etmek. freeloader (i). bedavacı kimse, otlakçı kimse.

freeman

(i). köle olmayan kimse; hür adam.

freemartin

(i)., (bayt). erkek buzağı ile ikiz doğan cinsi yapısı kusurlu dişi buzağı.

freemason

(i). mason.

freesia

(i). frezya, bir tür süsen.

freespoken

(s). açık sözlu, sözünü esirgemeyen, düşündüğünü söyleyen.

freestone

(i). kolay yontulan taş, Malta taşı; yarma şeftali.

freestyle

(s). serbest yüzme stili.

freethinker

(i). (özellikle dinsel konularda) serbest düşünür.

freeway

(i). geniş çevre yolu.

freewheeling

(s). tekerlekleri serbest dönen; (k). dili fazla serbest davranan.

freewill

(fels). elindelik, ihtiyar, hür irade.

freewill

(s). gönüllü, kendiliğinden yapılan.

freeze

(f). (froze, frozen) (i). donmak, buz kesilmek; çok üşümek; buz tutmak; dondurmak, buz haline getirmek, buz bağlamak; fiyatları dondurmak, narh koymak; (ikt). dış üIkelere ait banka mevduatını dondurmak; (i). donma, don. freeze out (A.B.D)., (k).dili işten veya toplumdan uzaklaşmaya mecbur etmek. freeze over üstü buz tutmak (su). freeze up tamamen donmak, buz kesilmek; bir kenara çekilip ağzını açmamak. freeze one's blood kanını dondurmak, çok korkutmak. freeze to death soğuktan ölmek, donarak ölmek.

freezer

(i). donduran şey, dondurma makinası; yemekleri dondurarak uzun bir süre muhafaza eden dolap, dondurucu dolap.

freezing

(s). donmakta; dondurucu, çok soğuk. freezing point donma noktası.

freight

(i)., (f). navlun, nakliye ücreti; yük, hamule; yük katarı, marşandiz; (f). yüklemek; nakletmek. freight car yük vagonu. freight train marşandiz, yük treni.

freightage

(i). navlun, nakliye ücreti: yük, eşya; yük nakletme.

freighter

(i). şilep; yük sevkeden firma; ambarcı.

french

(s)., (i). Fransa'ya, Fransızlara veya Fransızcaya ait; (i). Fransızlar; Fransızca. French chalk terzi tebeşiri. French curve (müh). eğri çizmede kullanılan plastik şekil. French doors çift kanatlı camlı kapı. French dressing sirke ve çiçek yağından yapılan salata sosu. French fried yağda kızartılmış. French horn (müz). pistonlu korno, Fransız kornosu. French knot duğüm işi. French leave (bak). Ieave. Frenchman (i). Fransız. French toast yumurtaya batırılıp tavada kızartılmış ekmek. French window kapı gibi açılan uzun pencere.

frenchify

(f). Fransızlaştırmak; Fransızlaşmak.

frenetic

(s). coşkun, çok heyecanlı.

frenum

(i)., (Lat). (çoğ. nums, na) (anat). bir organın hareketini sınırlayan gışa kıvrımı.

frenzy

(i)., (f). çılgınlık, cinnet,coşkunluk, taşkınlık; (f). çıldırtmak, kudurtmak. frenzied (s). çıIgın.

frequency

(i). sık sık vuku bulma, çok tekerrür etme; belirli bir zaman içinde tekerrür etme sayısı; (fiz). frekans. frequency modulation radyo frekans modülasyonu.

frequent

(f). sık sık gitmek, çok uğramak.

frequent

(s). sık sık vuku bulan. frequently (z). sık sık. frequentness (i). sık sık vuku bulma.

frequentation

(i). bir yere sık gitme.

frequentative

(s)., (i)., (gram). tekrarlama bildiren; (i). tekrarlama gösteren fiil.

fresco

(i). (çoğ. coes, cos) (f)., (güz. san). yaş sıva üzerine yapılmış duvar resmi, fresk; (f). fresk yapmak.

fresh

(s)., (z)., (i). taze, yeni; tatlı (su); temiz, serin (hava); canlı; dinlenmiş, taravetli; acemi; (A.B.D)., (k).dili küstah, cüretkâr; yeniden süt vermeye başlayan (inek); (z). taze taze; (i). serinlik. fresh air camp açık hava kampı. fresh breeze serin ve orta hızda rüzgâr. fresh complexion tazelik, körpelik, taravet. freshwater (s). tatlı suya ait, tatlı suda yaşayan; acemi; (A.B.D). tanınmayan. begin a fresh chapter yeniden başlamak, yeni bir sayfa açmak. break fresh ground önemli bir hamlede bulunmak. fresh out of (k).dili yeni tükenmiş. freshly (z). taze olarak, dipdiri. freshness (i). tazelik, dirilik, taravet; acemilik.

freshen

(f). tazeleştirmek, tazelik vermek; artmak (rüzgar), sertleşmek; doğurmak (inek); (den). bir halatın yerini değiştirmek veya başka türlü tazelemek; tuzunu çıkarmak; tazelenmek; serinlemek.

freshet

(i). denize dökülen akarsu; bir akarsuyun birdenbire kabarması veya taşması.

freshman

(i). bir işe yeni başlayan kimse; kolej veya üniversitenin birinci sınıf öğrencisi.

fret

(f). (ted, ting) (i). üzülmek, sıkılmak, söylenmek; üzmek, kızdırmak, sinirlendirmek, rahatsız etmek; aşındırmak, yıpratmak, yemek; aşınmak, yenmek, yıpranmak; çalkalandırmak, dalgalandırmak; çalkalanmak;(i). üzüntü, sıkıntı, öfke; aşınma; yenmiş yer. fret and fume mırıldanmak, söylenmek. in a fret sinirli, asabi.

fret

(i)., (f). (ted, ting) (müz). sazın parmak basacak taksimi, perde; kenar süsü; (f). kenarını süslemek; (mim). kabartma yapmak; sazın perde taksimlerini takmak. fret saw kıl testere. fretwork (i). bazı yeri kabartma bazı yeri oyma olan iş.

fretful

(s). sinirli, huysuz, aksi, ters. fretfully (z). terslenerek, söylenerek. fretful ness (i). huysuzluk, terslik.

freudian

(i)., (s). Freud tarafından bulunan psikanaliz usulünün taraftarı, Freudyen; (s). Freud kuramlarına ait.

frgs

(kıs). Fellow of the Royal Geograph ical Society.

friable

(s). kolay ufalanabilir, kolay ezilir, gevrek. friabil'ity, fri'ableness (i). gevreklik, çabuk ufalanma.

friar

(i). bazı Katolik örgütlerinde rahip, frer. friary (s)., (i). frerlere ait; (i). manastır.

fribble

(f)., (s). eğlenmek, oynamak; away ile boşa harcamak; (s). hafifmeşrep, hoppa.

fricandeau

(i)., (Fr)., (ahçı). dana kızartması veya yahnisi.

fricassee

(i)., (f). salçalı et, yahni; (f). yahni pişirmek.

fricative

(s)., (i)., (gram). frikatit, (f)., (v), (s), (z) gibi sürtme sesi çıkaran sızıcı harflere benzer; (i). frikatif harf.

friction

(i). sürtme, delk, sürtünme; (tıb). ovma, friksiyon; anlaşmazlık, ihtilâf. friction clutch (mak). sürtünme kavramı. friction tape (elek). tecrit şeridi, izole bant. friction al (s). sürtme kabilinden.

friday

(i). cuma. Good Friday Paskalya yortusundan önceki cuma.

fridge

(i)., (k). dili buzdolabu.

fried

(s). yağda pişirilmiş; kızartılmış; argo sarhoş. fried eggs sahanda yumurta.

friend

(i). dost, arkadaş, ahbap; koruyan kimse, hami; yardımcı; (b.h). Kuveykır mezhebine mensup kimse. be friends with ahbap olmak. have a friend at court mahkemede dayısı olmak, arkası olmak. make friends dost kazanmak. make friends with someone bir kimse ile tanışmak, dost olmak. friendless (s). dostu olmayan.

friendly

(s). dost, dostça; uygun, dosta yakışır; eğlence kabilinden (oyun); müsait.

frier

(bak). fryer.

frieze

(i). kaba çuha, şayak.

frieze

(i)., (mim). saçaklıklarda baştabanla korniş arasmdaki tezyinat,efriz; buna benzer duvar süsü.

frigate

(i)., (den). firkateyn, eski tipte bir savaş gemisi; 1400 tonluk modern savaş gemisi. frigate bird çok uzun kanatlı bir deniz kuşu.

fright

(i). korku, dehşet; korkutucu şey, korkunç kimse; (k).dili çirkin şey. Iook a fright gülünç olmak, fena giyinmiş olmak.

frighten

(f). korkutmak, dehşete düşürmek; korkutup kaçırmak; ürkütmek.

frightened

(s). ürkmüş, korkmuş, dehşet içinde.

frightening

(s). korkutucu, dehşet verici.

frightful

(s). korkunç, müthiş; (k).dili berbat; iğrenç. frightfully (z). korkunç bir şekilde. frightfulness (i). korkunçluk, dehşet, iğrençlik.

frigid

(s). soğuk, buz gibi; cansız, duygusuz; cinsel bakımdan soğuk (kadın). Frigid Zone kutup bölgesi. frigid'ity (i). soğukluk, duygusuzluk, cansızlık. frig'idly (z). soğuk bir şekilde, duygusuzca. frig'idness (i). soğukluk, duygusuzluk.

frigidarium

(i). eski Roma hamamlarında serinleme yeri, soğukluk.

frijol

(i). Meksika'da çok beğenilen bir cins kuru fasulye.

frill

(i)., (f). farbala, fırfır, volan; (A.B.D). (k).dili gereksiz sus, gösterişli tavır, yapmacık; kuş veya hayvanların özellikle boyunlarında bulunan saçak gibi tüyler; fotoğraf filminin ucundaki kırışıklık; (f). farbala yapmak; kırıştırmak frilly (s). farbalalı, süslü.

fringe

(i)., (f). saçak, püsküllü saçak; saçak gibi şey, perçem, kakül; kenar; (fiz). ışın kırılmasından meydana gelen koyu çizgilerden biri; (f). saçak veya kenar takmak. fringe benefit işçiye ücreti dışında sağlanan her hangi bir şey (sosyal sigorta, emeklilik planı).

frippery

(i). özellikle elbisede gereksiz süs; yapmacık, gösterişli söz; cici bici şeyler, değersiz süsler.

frisette

(i). dalgalı saç Iülesi, frize.

friseur

(i)., (Fr). kadın berberi, kuvaför.

frisian

(s)., (i). Frizye'ye ait, Frizye'li; (i). kuzey Felemenk halkından biri; bu memleketin dili.

frisk

(f)., (i). sıçrayıp oynamak; oynatmak; (A.B.D)., argo bir kimsenin üstünü aramak, silah aramak; arama yaparken kıymetli şeyler çalmak: (i). sıçrama; oyun, neşe;arama, yoklama. friskily (z). neşeyle, canlılıkla. friskiness (i). neşe, canlılık. frisky (s). neşeli, oynak, yerinde duramayan.

frit

(i)., (f). (ted, ting) cam haline gelmeden önceki hammadde karışımı; (f). cam karışımını belirli derecede ısıtmak.

fritfly

buğday yiyen ufak sinek.

fritillary

(i). zambağa benzer bir çiçek; benekli kelebek.

fritter

(i). gözlemeye benzer bir çeşit börek.

fritter

(i)., (f). parça, ufak parça; (f). parça parça kesmek, dağıtmak. fritter away boşuna sarfetmek, ziyan etmek, israf etmek.

frivol

(f). (ed veya led, ing veya ling) (k).dili vakit öIdürmek, eğlenmek.

frivolity

(i). hoppalık; saçmalık, manasızlık.

frivolous

(s). önemsiz, ehemmiyetsiz; anlamsız, manasız, saçma, boş uçarı, sathi. frivolously (z). hafiflikle, ehemmiyetsiz bir şekilde. frivolousness (i). uçarılık; önemsizlik.

frizz

, frizzle (f)., (i). kıvırmak, kıvrılmak, kıvrım kıvrım olmak; (i) kıvrım, bukle. frizzy, frizzly (s). kıvırcık, kıvrım kıvrım.

frizz

, frizzle (f). cızırdatarak kızartmak, cızırdayarak kızarmak.

fro

(z)., sadece to and fro şeklinde öteye beriye, aşağı yukarı.

frock

(i)., (f). rahip cüppesi; cüppe; iş gömleği, iş elbisesi; redingot; frak; redingota benzer asker ceketi; kadın elbisesi, rop; (f). cüppe giydirmek, papaz tayin etmek. frock coat redingot, frak.

frog

(i). kurbağa; at tırnağının içi; (d.y). rayların çaprazvari kavuştukları noktadaki X şeklinde ray tertibatı, makas göbeği; kordonla kumaş kenarına yapılmış olan düğme iliği; çiçekleri dik tutmak için vazo içine konan ağır bir tutucu. frog in the throat ses kısılması. trae frog yeşilbağa, (zool). Hyla arborea. frog kick spor kurbağalama yüzüş. frogman (i). kurbağa adam.

frolic

(i)., (f). (icked, icking) (s). eğlence; coşma, neşe; (f). gülüp eğlenmek, (başkasına) oyun oynamak; (s). neşeli, şen, canlı, hayat dolu. frolicsome (s). eğlenceyi seven, şen.

from

edat den, dan, den dolayı. from above yukarıdan, gökten. from childhood çocukluktan beri. from ten to twenty ondan yirmiye kadar, on ile yirmi arasında. as from -dan başlayarak, itibaren.

frond

(i). eğreltiotu yaprağı; hurma yaprağı; bileşik yaprak.

front

(i)., (s)., (f). ön, baş; ön taraf, ön saf; (bir arsanın) yol kenarı; birleşik hareket grubu, cephe; hareket sahası, mücadele alanı; başkan, sözcü; gizli maksatları örtmek için kullanılan kurum veya şahıs; cüret; takdir; (otelde) sıra kendisinde olan vale; (meteor). (soğuk veya sıcak) hava bölgesinin ön cephesi; kolalı gömlek göğüslüğü; (s). öndeki; (f). yönelmek; karşı gelmek; karşılamak.front bench (ing). (pol). (Parlamentoda) ön sıralar, parti liderleri. front line (ask). cephe. front matter (matb). kitabın asıl metinden önceki sayfaları. front office başmüdürlük. front page baş sayfa. go to the front cepheye gitmek. present a bold front cesaret göstermek.

frontage

(i). binanın cephesi, arsanın sokağa bakan tarafı, cephe.

frontal

(i)., (s),, (anat). alın çatkısı; alın kemiği; (kil). mihrap örtüsü; (s). alna ait, alında olan. frontal attack cepheden taarruz.

frontier

(i). hudut, sınır, hudut bölgesi; yerleşilmemiş bölge, boş bölge; ilimde keşif sahası.

frontisoiece

(i). kitabın basındaki resimli veya süslü sayfa; yapı cephesi binanın yüzü.

frontlet

(i). alın bağı; hayvan alnı.

frosh

(i)., (A.B.D). argo Lirıiversitede birinci sınıf örencisi.

frostbite

(i). (parmak, yüz, kulak) soğuk ısırması.

frostbitten

(s). donmuş, soğuktan çürümüş.

frosting

(i). keklerin üzerine konan şekerli karışım.

frostwork

(i). cam üstünde buz tutmasından meydana gelen çiçek şekilleri, buz çiçekleri; buz çiçeklerinin taklidi olarak maden üzerine yapılan süsler.

frosty

(s). don ve ayaz gibi soğuk; buz tutmuş, don yemiş, kırağı düşmüş; soğuk, mesafeli, cana yakın olmayan; saçı ağarmış, kır saçlı. frostily (z). çok soğuk bir şekilde. frostiness (i). soğuk, don.

frot

(i)., (f). donma; ayaz, don, kırağı; soğuk davranış; argo başarısızlık, muvaffakıyetsizlik; (f). dondurmak, kırağı tutmak; şekerli bir karışımla kaplamak (pasta); donmak; buz tutmak. frost line toprağın azami buz tutma derinliği.

froth

(i)., (f). köpük; boş laf, saçma; (f). köpürtmek; köpük püskürtmek; köpürmek, köpük bağlamak. frothy (s). köpüklü.

froufrou

(i). hışırtı; (k).dili şıklık taslama.

froward

(s). ters, aksi, inatçı, asi, serkeş. frowardly (z). terslikle. frowardness (i). terslik.

frown

(f)., (i). kaşlarını çatmak; hiddetle bakmak; (i). kaş çatma, hiddetli bakış. frown on uygun görmemek; menetmek. frowningly (z). kaşlarını çatarak, memnun olmadığını belirterek; hiddetle.

frowsy

(s). dağınık, şapşal, pasaklı, kirli; çirkin; küf kokulu.

froze

(bak). freeze.

frozen

(s). donmuş, buz kesilmiş; kalpsiz, soğuk; dondurulup konserve edilmiş. frozen assets donmuş mevduat. frozen credits donmuş krediler. frozen prices donmuş fiyatlar.

fructiferous

(s). meyva veren, verimli, semereli.

fructify

(f). meyva vermek; meyva verir hale getirmek, mümbitleştirmek.

fructose

(i). meyva şekeri, früktoz.

fructuous

(s). meyva veren, verimli, semereli, faydalı, yararlı, karlı, kazançlı.

frugal

(s). idareli, tutumlu; sade. frugal'ity (i). tutumluluk. fru'gally (z). tutumlu olarak.

frugivorous

(s). meyva ile beslenen.

fruit

(i)., (f). meyva, yemiş; semere, mahsul, verim; tohum; (bot). bir bitkinin tohumlu kısmı; netice; sonuç; (A.B.D)., argo, slang ibne; (f). meyva verdirmek veya vermek; verimli kılmak veya olmak. fruit cake meyvalı kek. fruit cup bardak veya kadeh içinde verilen meyva salatası. fruit knife meyva bıçağı. fruit salad meyva salatası. fruit sugar früktoz.

fruitage

(i). meyva; meyva verme; sonuç, netice.

fruiter

(i). meyva taşıyan gemi; meyva ağacı.

fruiterer

(i)., (ing). yemiş satan kimse, meyvacı, manav.

fruitful

(s). meyva veren, yemişveren, verimli, mahsuldar. fruitfully (z). verimli olarak. fruitfulness (i). verimlilik, bereket.

fruition

(i). muradına erme, tahakkuk, gerçekleşme.

fruitless

(s). semeresiz, meyvasız; faydasız, nafile; kısır. fruitlessly (z). nafile olarak, boş yere. fruitlessness (i). semeresizlik, faydasızlık.

fruity

(s). meyva gibi; meyvalı; dalkavuk olan; argo ibne olan; argo çatlak.

frumentaceous

(s). buğday türünden, bugday veya diğer tahıllara benzer.

frumenty

, furmenty furmety (i)., (ing). bulgur sütlacı.

frump

(i). acayip kılıklı ve huysuz kadın, rüküş. frumpish, frumpy (s). böyle bir kadını andıran.

frustrate

(f). işini bozmak, boşa çıkarmak, hayal kırıklığına uğratmak: amacına engel olmak. frustrated (s). boşuna didinmiş, hedefine ulaşamamış; sinirli. frustra'tion (i). aksiliğe çatma hissi, boşuna uğraşma; asabiyet. frus'trating (s). boşa çıkaran, engelleyen; asap bozucu, sinirlendirici.

frustum

(çoğ. tums, ta) (i)., (geom). kesik koni veya piramit.

frutescent

(s)., (bot). çalı gibi, çalıya benzer.

fruticose

(s)., (bot). çalıya benzer.

fry

(f),, (i). tavada kızartmak veya kızarmak; (i). kızartılmış yemek; kızartılmış yemeklerin yendiği piknik. frying pan tava. jump out of the frying pan into the fire bir belâdan kurtulayım derken daha kötüsüne çatmak, yağmurdan kaçıp doluya tutulmak.

fry

(i). (çoğ. fry) yavru balık; çok sayıda doğan her türlü hayvan yavrusu; (çoğ). sürü halinde giden ufak balıklar. small fry çocuklar, ufaklıklar; değersiz kimse veya şey.

fryerfrier

(i). piliç kızartıcısı; tava; Piliç.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL