NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

en ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: en
Bulunan Sonuç: 266

en

(sonek) kelimeleri sıfat, fiil, isim yapan ek.

en

i. N harfi; matb. basılan yazıların büyüklüğünü tayin için kullanılan ölçü, em ölçüsünün yarısı, yarım katrat.

en passant

Fr. geçerken, sırası gelmişken, akla gelmişken. take the pawn en passant (satranç) piyadeyi an pasan vurmak.

en-

(önek) e, içine (çok defa şiddet ifade eder).

enable

f. muktedir kılmak, kuvvet vermek; yetki vermek, salâhiyet tanımak; imkân vermek, mümkün kılmak, kolaylaştırmak.

enact

f. kanunlaştırmak; harekete geçirmek; karar vermek, hükmetmek; temsil etmek, canlandırmak, oynamak (rol). enactive s. yasama yetkisi olan, yapan, icra eden. enactment i. kanunlaştırma, kabul; kanun, kararname.

enamel

i. emay, mine; emay gibi şey; diş minesi; emay işi. enamelware i. emay işi.

enamel

f. (-led, -ling) minelemek, mine ile kaplamak; değişik renklerle süslemek; parlaklık vermek. enamelling i. mine işi.

enamor

f. âşık etmek, meftun etmek, büyülemek, teshir etmek, kendine bağlamak; k.dili aklını başından almak. enamored of someone birine âşık, tutkun, meftun.

enarthrosis

i., anat. enartros, oynak eklemlerin bir cinsi, mafsal.

enate

s. anne tarafından akraba, anne soyundan gelen.

enbloc

Fr. toptan, bir bütün halinde, hep birden

encaenia

i., çoğ. bir şehrin kuruluşu veya bir kilisenin takdisi hatırasına düzenlenen tören.

encage

f. kafese kapamak, kafese koymak.

encamp

f. ordugâh kurmak, kamp kurmak. encampment i. ordugâh, kamp, karargah.

encase

f. sandığa koymak, sandıklamak; kapamak, örtmek.

encaustic

s., i., güz. san. tahta veya çömlek üzerine yakmak suretiyle tezyinat yapılmış olan; i. sıcak balmumu ile resim yapma, ısı vasıtasıyla renkleri sabitleştirme; bu gibi işler, çini, fayans.

enceinte

s. gebe, hamile.

enceinte

i. istihkâm muhiti; çevresi surla kuşatılmış saha veya şehir.

encephalic

s., anat. beyne ait, dimaği. enceph'aloid s. beyin maddesine benzer.

encephalitis

i., tıb. beyin iltihabı, ansefalit.

encephalon

i. beyin, dimağ, ansefal.

enchain

f. zincir ile bağlamak, zincire vurmak; kendine bağlamak, meftun etmek.

enchant

f. büyülemek, teshir etmek, meftun etmek; kendinden geçirmek; k.dili aklını başından almak, çıldırtmak. enchanter i. büyüleyen kimse, büyücü. enchantress i. büyüleyen kadın, büyücü kadın. enchanting s. meftun edici, büyüleyici. enchantment i. sihir, büyü, meftun olma.

enchase

f. süslü çerçeve geçirmek, oturtmak, süslemek; kakma, kabartma veya oyma işiyle tezyin etmek.

enchilada

i. Meksika'da yapılan çok biberli bir börek.

enchiridion

i. el kitabı.

enchondroma

i., tıb. kıkırdaklı ur.

enchorial

s. yerli; halka ait.

encipher

f. şifre etmek, kapamak.

encircle

f. etrafını çevirmek, kuşatmak, sarmak, ihata etmek; etrafını dolaşmak, devretmek.

encirclement

i. kuşatma, ihata. policy of encirclement kuşatma politikası

encl.

kıs. enclosed, enclosure.

enclasp , inclasp

f. kucaklamak, sarmak.

enclave

i. yabancı topraklarla kuşatılmış bölge; bir memleket veya şehirde yabancı ırka mensup kimselere mahsus yerleşme bölgesi; özel bir amaçla ayrılmış bölge; tıb. organ veya dokunun içine sarılmış şey.

enclitic

i., s., gram. kendisinden önce gelen kelime ile birleşip bir kelime gibi okunan kelime, ekleme; s. mustenit. enclitically z. bitişik veya ekli olarak.

enclose , inclose

f. kapamak, hapsetmek, sarmak, kuşatmak, çevirmek; zarf içine koymak, ilişikte göndermek; ihtiva etmek.

enclosure,inclosure

i. kapama, kuşatma, çevirme; kapanma, çevrilme; kapanıp çevrilen şey, etrafı çit veya duvarla çevrili yer, zarf içine konulan şey, ilişikte gönderilen şey; mânia, çit.

encode

f. sifre etmek, kapamak.

encomiast

i. methiye yazan kimse, kaside yazarı.

encomium

i. methiye, kaside.

encompass

f. kuşatmak, etrafını sarmak, çevirmek; içine almak, ihtiva etmek . encompassment i. kuşatma, sarma, sarılma.

encore

(ünlem), i., f., Fr. Bir daha ! Tekrar ! Bravo !; i. bir şarkının tekrar edilmesi isteği; bis parçası, ankor; f. bir şarkının tekrar edilmesini istemek. He had an encore Tekrar sahneye çağrıldı.

encounter

f, i karşı karşıya gel mek; çarpışmak; karşılamak; rast gelmek; i. karşılaşma, rast gelme, tesadüf; dövüş.

encourage

f. cesaret vermek, teşci etmek, teşvik etmek; himaye etmek. encouragement i. cesaret verme, teşvik etme, himaye etme.

encouraging

s. ümit verici, cesaret verici, teşvik edici. encouragingly z. cesaret verici bir surette, teşvik ederek.

encrimson

f. kırmızılaştırmak, kızıla boyamak.

encroach

f. tedricen veya gizlice tecavüz etmek (hak, toprak, mülk vb'ne), el uzatmak. encroachment i. tecavüz, geçme, aşma.

encrust , incrust

f. üstüne katıca bir kabuk çekmek, kabuk bağlamak, sert bir tabaka teskil etmek, kabuk tutmak.

encumber

, incumber f. engel olmak, mani olmak; yüklemek, zorunluluk veya sorumluluk altında bırakmak. encumbrance i. yük, engel, mâni; çocuk, bakımından sorumlu olunan kişi; huk. borç, ipotek . without encumbrances çocuksuz; ipoteksiz, ilişiksiz. encumbrancer i., huk. bir başkasının mülkü üzerinde hakkı veya alacağı olan kimse.

encyclical

s., i. tamim edilmiş; i. genelge, tamim, özellikle Papanın Katolik piskoposlara gönderdiği tamim.

encyclopedia , paedia

i. ansiklopedi. encyclopedic s. ansiklopedik.

encyclopedist

i. ansiklopediyi yazan veya derleyen veya bu işe katılan kimse; ansiklopedik bilgisi olan kimse. the Encyclopedists on sekizinci yüzyılın büyük Fransız Ansiklopedisini yazmış olan âlimler.

encyst

f. kese teşkil etmek, kese içine almak veya alınmak. encysted tumor kese içinde bulunan ur.

end

i. uç, son, nihayet, baş; akıbet, encam; gaye, amaç, niyet, maksat, meram; sonuç netice. end for end uçları ters çevrilmiş. end on den. baş başa, tam pruvada; tos vuruşu gibi baş başa. end to end s. sıra ile veya uç uca dizilmiş. at loose ends. boşlukta, gayesiz; işsiz, ortalıkta. at ones wit's end aklı başından gitmiş, şaşırıp kalmış. from beginning to end baştan sona. from end to end bir uçtan bir. uca go off the deep end k.dili kendini zor duruma sokmak, düşünmeden ileri atılmak; çok sinirlenmek, duygusal kontrolu kaybetmek; intihar etmek. in the end sonunda, nihayetinde. He is at the end of his tether çaresizlikten kıvranıyor. Bütün imkânlarını kullanmış. keep one's end up sorumluluğunu çok iyi bilmek; kendini gayet iyi savunmak. make an end of bitirmek, son vermek; mahvetmek, işini bitirmek, öldürmek. make both ends meet geçinebilmek, geliri giderine denk gelmek, ayağını yorganına göre uzatmak. no end sonsuz, pek çok. odds and ends ufak tefek şeyler. on end dik, dikine; mütemadiyen, üst üste put an end to son vermek to the end that gayesi ile. world without end ebediyen.

end

f. bitirmek, son vermek, nihayete erdirmek; sonuna gelmek; ortadan kaldırmak, imha etmek; öldürmek; bitmek, tamam olmak, nihayete ermek; ölmek. end up bitirmek, son vermek; sonunda olmak.

end product

istihsal edilen şeyler.

end table

A.B.D. küçük masa, sehpa.

endall

i. her şeyin sonu.

endamage

f. bozmak, zarar vermek, hasara uğratmak.

endanger

f. tehlikeye atmak.

endear

f. sevdirmek. endearment i. okşama, sevgi ifade eden söz veya hareket.

endeavor

f., i. yapmaya çalışmak; gayret etmek, çalışmak; i. emek, çaba, gayret.

endemic

s., i. bir bölge veya zümreye mahsus, mahalli, her zaman görülen; i. böyle bir hastalık. endemical s. mahalli, yerli, yöresel; tıb. bölgesel ve devamlı.

endermic

s., tıb. cilt içine işleyen, cilde surülen (ilâç).

ending

i. son, nihayet, hitam; uç, baş; gram. takı, sonek.

endive

i. hindiba, Frenk salatası, bot. Cichorium endivia.

endless

s. sonsuz, ölümsüz, ebedi; namütenahi, bitmez tükenmez, sonu olmayan endlessly z. durmadan, bitmek tükenmek bilmeksizin. endlessness i. sonsuzluk, devamlılık.

endlong

z. uzunluğuna; dik, dikine. end man (eski), A.B.D., tiyatro komedyen.

endmost

s. uçtaki, en uzaktaki.

endo-

(önek) içinde.

endocardium

i., anat. kalbin iç zarı, endokard. endocardial s. kalbin içinde; kalbin iç zarına ait.

endocarp

i., bot. meyvanın iç. dokusu, endokarp.

endocrine

s., fizyol iç ifrazata ait .endocrine glands iç salgı bezleri, iç ifrazat guddeleri.

endoderm

i., zool. iç deri, bağırsağın iç tabakası.

endogamy

i. yalnız kabile veya zümre içinde evlenme. endogamous s. kabile içinde evlenen.

endolymph

i., anat. endolenfa, iç kulakta bulunan bir sıvı.

endomorph

i., mad. bir cins maden billuru içindeki diğer bir cins maden billuru; fizyol. nispeten kısa boylu, iri yapılı ve adaleli kimse, endomorfik tipte kimse.

endoparasite

i., zool. bir hayvanın iç organlarında yaşayan asalak.

endoplasm

i., biyol. protoplazmanın yumuşak iç tabakası, iç plazma.

endorse, indorse

f. çek veya poliçenin arakasına imza etmek, ciro etmek, vesika arkasına bir şey yazmak; onaylamak, uygun bulmak. endorsee' i. poliçeyi hamil, poliçeyi elinde bulunduran kimse. endor'ser i. ciranta, bir senedi ciro eden kimse.

endorsement

i. vesika arkasına atılan imza, ciro; tasdik. endorsement in full tam ciro. blank endorsement açık ciro, beyaz ciro.

endoscope

i., tıb. endoskop, vucut içi boşluklarını aydınlatarak görülmesini sağlayan alet.

endoskeleton

i., anat., zool. iç iskelet .

endosmosis

bak. osmosis.

endosperm

i., bot. endosperm, besidoku.

endospore

i., bot. (spor) zarının iç tabakası; bakt. hücre içinde yetişen cinsiyetsiz spor; iç spor.

endothermic

s., kim. endotermik, ısı alan, hararet alıcı

endow

f., with ile irat bağlamak; bahşetmek, ihsan etmek, vakfetmek. endowed with malik, haiz. endowment i. Allah vergisi, doğuştan gelen özel kabiliyetler; bağış, teberru, vakıf, okul ve hastane gibi kurumların iane olarak toplanmış sermayesi. endowment insurance belirli bir sürenin bitiminde belirli bir meblâğın ödenmesini on gören sigorta.

endpapers

i., matb. kitaplar; baş ve sonlarındaki boş yapraklar.

endpiece

i. uçtaki parça, uç, baş.

endue , indue

f. giymek; giydirmek, teçhiz etmek; vermek, tevdi etmek.

endurance

i. tahammül, sabır, dayanma, kaldırma, tahammül gücü.

endure

f. dayanmak, tahammül etmek, çekmek, kaldırmak, katlanmak; devam etmek, sürmek. endurable s. katlanılabilir, dayanılabilir.

enduring

s. dayanıklı, sabırlı, tahammüllü; ebedi, devamlı.

endways , -wise

z. dik, dikine; ucu ileriye doğru; uzunluğuna.

enema

i., tıb. lavman, tenkıye, şırınga.

enemy

i., s. düşman, hasım (olan).

energetic

s. faal, enerjik, çalışkan, yorulmaz; kuvvetli, şiddetli. energetic measures şiddetli veya etkili tedbirler. energeti cally z. enerjik olarak.

energize

f. enerji, güç veya kudret vermek; kudret sarfetmek, harekete geçmek.

energumen

i. cinli, cin çarpmış kimse; herhangi bir şeye aşırı düşkünlüğü olan kimse.

energy

i. enerji, erke, güre; kudret, kuvvet; faaliyet, gayret. Devote your energies to this Gayretinizi buna hasrediniz .

enervate

f. zayıflatmak, gevşeklik vermek, kuvvet veya cesaretini kırmak, moralini bozmak. enerva'tion i. zayıflatma, kuvvetten düşürme, zayıflık. en'ervate(d) s. zayıflamış, gevşemiş, kuvvetten düşmüş.

enface

f. yüz tarafına yazmak veya basmak (poliçe, fatura).

enfamille

Fr. ailece, aile fertleri ile.

enfant terrible

Fr. yaramaz çocuk, soru veya sözleriyle büyükleri güç durumda bırakan çocuk.

enfeeble

f. zayıf düşürmek, dermansız bırakmak, mecalsiz bırakmak. enfeeblement i. zayıflatma, zayıflatılma.

enfeoff

f., huk. tımar veya zeamet vermek, tımar şeklinde vermek. enfeoffment i. zeamet verme, tımar veya zeamet fermanı.

enfetter

f. zincire vurmak .

enfilade

i., f., ask. bir siper veya asker saffı boyunca ateş; f. bu şekilde ateş etmek.

enfold , infold

f. katlamak, sarmak; kucaklamak, bağrına basmak.

enforce

f. mecbur etmek, icbar etmek; zorla almak veya yaptırmak; uygulamak, tatbik etmek, yerine getirmek, yürütmek; kuvvetlendirmek. enforceable s. uygulanabilir, tatbik edilebilir. enforcement i. uygulama, tatbik. law enforcement officer polis.

enfranchise

f. imtiyaz vermek, ayrıcalık tanımak; vatandaşlığa kabul etmek, oy kullanma hakkı tanımak; azat etmek, serbest bırakmak. enfranchisement i. vatandaşlık haklarının tanınması; azat etme, özgür kılma.

engage

f. işe almak, tutmak, angaje etmek; işgal etmek, yer tutmak; söz almak, vaat ettirmek; dövüşmek, birbirine girmek, çarpışmak; ilgisini çekmek; meşgul etmek; nişanlanmak; vaat etmek, söz vermek, bağlanmak, taahhüt etmek; mak. birbirine geçmek, birbirine geçirmek, birbirine tutturmak. engage in ile meşgul olmak.

engage

s., Fr. kendini adamış, ilgili.

engaged

s. meşgul, tutulmuş; nişanlı; dövüşmekte; birbirine geçmiş. engaged column mim. yarısı duvarda yarısı meydanda olan direk.

engagement

i. meşguliyet; nişanlanma; randevu; rehin; söz; vaat, taahhüt; çarpışma, dövüşme; belirli bir süre için ücretli iş; mülâkat; çoğ. borçlar. engagement ring nişan yüzüğü, alyans.

engaging

s. çekici, cazip, hoşa giden.

engarde

Fr. (eskrimde) kendini savunmaya hazır.

engarland

f. çelenkle süslemek, çelenk takmak.

engender

f. hâsıl etmek, vucuda getirmek, meydana çıkarmak; doğurmak, tevlit etmek.

engine

i. makina, cihaz, lokomotif: tertibat. engine driver ing. makinist. engine house itfaiye merkezi; lokomotif deposu. engine room makina dairesi, makina odası . fire engine itfaiye arabası, yangın tulumbası.

engineer

i., f. muhendis; makinist; den. çarkçı; f. mühendis sıfatıyla inşa etmek; idare etmek, yönetmek. chief engineer baş muhendis; den. çarkçı başı. civil engineer insaat mühendisi. electrical engineer elektrik mühendisi. mechanical engineer makina mühendisi. mining engineer maden mühendisi. electronical engineering elektronik mühendisliği. aeronautics engineering uçak mühendisliği. engineering i. mühendislik; makinistlik.

enginery

i. makinalar; savaş araçları.

engird , engirdle

f. kuşatmak, kemer gibi sarmak, ihata etmek.

england

i. ingiltere .

english

s., i. ingiliz, ingilizce; i. ingilizce; the ile ingiltere halkı, ingilizler; ingilizce tercüme; matb. ondört puntoluk harf; bilardo oyununda bilyeyi çok döndüren vuruş. English daisy ingiliz papatyası, bot. Bellis perennis. English sparrow serçe kuşu. English walnut ceviz. in plain English açık ingilizcesi, açıkçası. Middle English 1500 tarihinden evvelki ingilizce. Old English 1050 tarihinden evvelki ingilizce. the King's English temiz ingilizce. Modern English 1500 tarihinden sonraki ingilizce . Englishman i. ingiliz erkeği, ingiltereli erkek. Englishwoman i. ingiliz kadını.

engorge

f. tıkanmak, kan hucum etmek; oburca yemek, informal silip süpürmek, yutmak, tıka basa yemek. engorgement i. tıkanma, kan hücumu; oburca yeme, tıkınma .

engraft , ingraft

f. asılamak; dikmek.

engrail

f. kenarını tırtıl veya kabartmalarla süslemek.

engrain

f. boyayı iyice emdirmek; iliğine geçirmek; odun gibi görünmesini sağlamak.

engram

i., biyol. hücre protoplazmasındaki devamlı değişme hali.

engrave

f. hakketmek, kazmak, kalemle işlemek, kabartma işi yapmak. engraved on the mind hafızaya yer etmiş, zihne nakşolunmuş. engraver i. hakkak, oymacı.

engraving

i. oyma klişeden çıkarılan resim; hakkâklık, oymacılık; hakkâk işi.

engross

f. tutmak, zaptetmek, işgal etmek; iri yazı ile kopya etmek, (yazıyı) temize çekmek; tekel maksadıyla piyasayı tutmak, piyasada bulunan bir malı kapatmak. engross one's thoughts zihnini tamamen işgal etmek. engrosser i. piyasadaki malı kapatan veya istifeden kimse; yazıları temize çeken kimse. engrossing s. zihni tamamen meşgul eden, düşünmeye sevkeden. engrossment i. bir şeyle tamamen meşgul olma durumu; temize çekilmiş yazı; bir malı kapatma.

engulf , ingulf

f. içinde kaybolmak; yutmak, girdap içine çekip yutmak. engulfment i. bu suretle yutma veya yutulma.

enhance

f. (kıymet veya fiyatı) artırmak, ziyadeleştirmek, fazlalaştırmak, çoğaltmak. enhancement i. artma, çoğalma; artırma.

enharmonic

s., müz. ikilik notalardan daha küçük entervallere ait.

enigma

i. bilmece, muamma.

enigmatic

s.bilmece kabilinden, karışık, anlasıaz, saşırtıcı. enigmat'ically z. anlaşılması zor bir surette.

enjambment

i., (siir) bir cümle veya fikrin mısra sonunda bitmeyip birkaç mısrada devam etmesi.

enjoin

f., to ve herhangi bir mastar ile emretmek, tembih etmek; hareket tarzını tayin etmek. I enjoined him to leave Ona gitmesini emrettim. from ve bağfiil ile menetmek, yasaklamak. I enjoined him from leaving Onun gitmesini menettim. enjoinment i. emir, yasaklama.

enjoy

f. zevk almak, beğenmek, hoşlanmak, sevmek; kullanabilme yeteneğine sahip olmak. enjoy oneself zevk almak, keyfine bakmak, hoşça vakit geçirmek. enjoyable s. hoş, tatlı, zevkli, eğlenceli. enjoyably z. zevk alacak surette. enjoyment i. zevk, hoşlanma; bir şeyden zevk alabilme ve bu zevki kullanabilme yeteneği.

enkindle

f. tutuşturmak, alevlendirmek, yakmak.

enlace

f. sıkı sıkı sarmak, birbirine geçirmek, dolaştırmak.

enlarge

f. büyültmek, genişletmek, çoğaltmak; büyümek genişlemek; huk. muhleti uzatmak; serbest bırakmak; upon ile tafsilâta girişmek. enlargement i. büyültme; büyüme; foto. agrandisman. enlarger i., foto. fotoğrafları büyültmeye mahsus cihaz.

enlighten

f. ögretmek, bilgi vermek, içyüzünü anlatmak, aydınlatmak. enlightened s. bilgi edinmiş, aydın, münevver. enlightenment i. ilim, irfan, aydınlatma.

enlist

f. kaydetmek; askere almak; yardımını temin etmek; gönüllü olarak askere gitmek; bir işe atılmak. enlistment i. kaydetme, kaydedilme, gönüllü asker yazma veya yazılma.

enliven

f. canlandırmak, neşelendirmek, ferahlatmak.

enmasse

toptan, hepsi birden.

enmesh

f. ağa düşürmek, ağ gibi sarmak.

enmity

i. düşmanlık, husumet kötü niyet besleme.

ennead

i. dokuz taneden ibaret her hangi bir şey dokuz kişilik grup.

ennoble

f. yükseltmek, ulvileştirmek, asalet vermek.

ennous

Fr. söz aramızda.

ennui

i. can sıkıntısı.

enormity

i. alçaklık, habislik, iğrençlik, büyük kötülük.

enormous

s. çok iri, pek büyük, müthiş, aşırı. enormously z. aşırı derecede.

enosis

i. enosis.

enough

i., s., z., (ünlem) yeter miktar; s. kâfi, yetişir, elverir; z. kâfi derecede: (ünlem) Yeter! .enough and to spare yeter de artar bile. I have had enough of him. Artık ondan bıktım Burama kadar geldi. oddly enough işin tuhaf tarafı şu ki. sure enough gerçekten. This is good enough for me Bu bana yeter. I have had enough excuses Yeteri kadar mazeretlerine göz yumdum. Let well enough alone üzerine varma. Enough's enough Yeter artık1

enounce

f. resmen ilân etmek, beyan etmek, bildirmek; telaffuz etmek, söylemek.

enplane

f. uçağa binmek.

enquire

bak. inquire.

enrage

f. kızdırmak, öfkelendirmek.

enrapport

Fr. muvafık, uygun, mutabakat halinde, uyuşan.

enrapt

s. vecit halinde, kendinden geçmiş.

enrapture

f. kendinden geçirmek, vecit haline getirmek çok memnun etmek sevincinden çıldırtmak.

enravish

f. vecit haline getirmek, zevkten çıldırtmak.

enregister

f. deftere kaydetmek.

enregle

Fr. usule göre, sırasında, yolunda.

enrich

f. zenginleştirmek, zengin etmek; süslemek tezyin etmek; gübrelemek, toprağı daha bereketli hale getirmek: koyulaştırmak, lezzet vermek; besin değerini artırmak, kuvvetlendirmek. enrichment i. zenginleştirme, zenginleşme.

enrobe

f. giydirmek (elbise).

enroll

f. isim defterine kaydetmek, üyeliğe kabul etmek; sicile kaydetmek, kütüğe kaydetmek. enrollment i. kayıtlar; kaydedilenlerin sayısı; kaydetme.

enroot

f. kökleştirmek.

enroute

yolda, yolu üzerinde giderken.

ens

(çoğ. -entia) i., fels. soyut varlık kavramı, var olma.

ensanguine

f. kanla kaplamak veya lekelemek.

ensconce

f. yerleştirmek, yataklık etmek; yerleşmek, rahat bir şekilde oturmak.

ensemble

i. genel tesir, parçaların tümünün bir bütün teşkil edercesine bir arada algılanması; iki veya daha fazla parçadan ibaret kadın kostümü, takım, döpiyes; müz. bir müzik topluluğunun birlik, denge ve başarı derecesi; topluluk, orkestra, koro; piyesteki oyuncuların bütünü.

enshrine

f. mabede koymak; kutsal olarak kabul etmek.

enshroud

f. kefenlemek; örtmek, gizlemek.

ensiform

s. bot. kılıç şeklinde kılıçsı (yaprak).

ensign

i. bayrak sancak, bandıra, alem; alâmet, nisan. ensign bearer alemdar, bayraktar.

ensign

i., den. asteğmen.

ensilage

i. mısırı saplarıyla hayvan yemi olarak kesip siloya doldurma; siloda saklanan bu çeşit yem.

enslave

f. köle yapmak, esir etmek. enslavement i. esir etme ve edilme, esaret, kölelik.

ensnare

f. tuzağa düşürmek.

ensoul , insoul

f. ruh vermek, canlandırmak; kalbinde saklamak.

ensphere

f. küre içine almak; küre şekli vermek.

ensue

f. birbirini takip etmek, ardından gelmek; sonuç olmak, çıkmak, meydana gelmek. the ensuing year ertesi sene. Silence ensued Onu sessizlik izledi.

ensure

f. sağlamak,temin etmek,garanti etmek, emniyete almak; sigorta etmek.

enswathe, inswathe

f. kundağa sarmak, sargılamak, sarmak.

entablature

i., mim. saçaklık, direk üstü tabanı, sütun pervaz.

entablement

i., mim. saçaklık, bak. entablature: dört köşeli temelin üzerindeki heykele destek olan taban.

entail

i., huk. ingiltere'de bir mülkün vâris tarafından ferağ veya satışını meneden miras usulu; miras yoluyla intikal eden ve satılması yasak olan gayri menkuller, meşruta.

entail

f. icap ettirmek; huk. belirli bir veraset usulüne göre vermek; meşruten vakfetmek. entailment i. icap ettirme; meşruten vakfetme; bu suretle vakfedilen mülk.

entangle

f. dolaştırmak, karmakarışık etmek; bir kimsenin başım derde sokmak, şaşırtmak. entanglement i. karışıklık, dolaşıklık; engel, mânia.

entelechy

i., fels. şekil veren neden veya kuvvetin gerçekleşmesi, entelekya; bireysel olgunluğa erişme.

entente

i., Fr. anlaşma, uyuşma, itilâf, antant.

enter

f. girmek, içine girmek; dahil olmak, nüfuz etmek; delmek; girişmek, başlamak; üye olmak, yazılmak, katılmak; sokmak, koymak; yazmak, kaydetmek, deftere yazmak; huk. usulen mahkeme huzuruna getirmek; tasarruf etmek üzere bir mülke girmek; gümrüğe mal beyannamesi vermek; telif hakkı almak için gereken malumatı vermek; sahneye çıkmak. enter into başlamak, girişmek; katılmak, iştirak etmek; ilgilenmek; (bütünün) bir unsuru olmak: tartışmak, görüşmek. enter into an agreement anlaşmaya varmak. enter on, enter upon başlamak, girişmek.

enteric

s. bağırsaklara ait. enteric fever bağırsak humması, tifo.

enteritis

i., tıb. bağırsak iltihabı, anterit.

entero-

(önek) bağırsak.

enterostomy

i., tıb. karın çeperinden bağırsağa doğru suni delik açma.

enterotomy

i., tıb. bağırsak ameliyatı.

enterprise

i. teşebbüs, yatırım, iş: uyanıklık, açıkgözlülük, girişkenlik; sonucu şüpheli olan önemli ve zor iş.

enterprising

s uyanık, açık goz, girişken, muteşebbis

entertain

f. eğlendirmek, avutmak, meşgul etmek; misafir etmek, ağırlamak, ikram etmek; misafir kabul etmek; hatırda tutmak; göz önünde bulundurmak. entertain a motion bir teklifi kabul edip kurula arzetmek (başkan). They entertain a great deal çok misafirleri gelir.

entertaining

s. eğlenceli, hoş. entertainingly z. eğlenceli bir surette.

entertainment

i. eğlence, toplantı; misafir etme, davet, ziyafet, ağırlama.

enthrall

f. büyülemek, teshir etmek; esir etmek, kendine bağlamak. enthrallment i. büyülenme; esirlik.

enthrone

f. tahta çıkartmak; kalbinde veya zihninde bir kimseye yuksek yervermek. enthronement i. tahta oturtma, tahta çıkma, cülus.

enthuse

f., A.B.D., k.dili şevk vermek, şevke gelmek; gayret vermek, gayrete gelmek.

enthusiasm

i. şevk, gayret, istek, heves; sanat aşkı; kuvvetli ilham. enthusiasy i. şevkli kimse, taşkın ve hararetli kimse; aşırı taraftar. enthusias'tic s. şevkli, hararetli, gayretli, hevesli. enthusias'tically z şevkle, gayretle.

enthymeme

i., man. kısaltılmış tasım, öncüllerden biri ifade edilmemiş tasım.

entice

f. ayartmak. enticement i. kandırma, baştan çıkarma, ayartma. enticing s. ayartan, baştan çıkaran.

entire

s., i. tam, tamam, bütün, parçalanmamış; iğdiş edilmemiş (hayvan); bot. tek parçadan ibaret, yekpare; kenarı dişli olmayan (yaprak); i. bütün.

entirely

z. büsbütün, tamamen.

entirety

i. tamamlık, mükemmellik, bütünlük; yekparelik; tüm, bütün. in its entirety bütünü ile, tamamen.

entitle

f. hak kazandırmak, yetki vermek, salâhiyet vermek; ünvan vermek, ad takmak.

entity

i. varoluş, varlık, mevcudiyet, vücut, şey, zat; fels. öz, kendilik, mahiyet.

entoderm

bak. endoderm.

entomb

f. mezara koymak, gömmek, defnetmek; mezar olmak. entombment i. mezara koyma. (önek)

entomo-

böceklerle ilgili.

entomology

i. zoolojinin böcekler ilmi. entomolog'ical s. böcekler ilmine ait. entomol'ogist i. böcekler bilgini.

entourage

i. maiyet, arkadaşlar; etraf, çevre, muhit.

entozoan

i. bağırsak kurdu.

entr'acte

i. perde arası, antrakt; müz. fasıl arası.

entrails

i. bağırsaklar, iç uzuvlar; iç, iç kıslmlar.

entrain

f. trene bindirmek veya binmek; arkadan çekmek.

entrance

f. vecit haline koymak, kendinden geçirmek; büyülemek, teshir etmek. entrancement i. vecit hali.

entrance

i. giriş, girme; giriş yeri, giriş kapısı, methal; giriş müsaadesi; giriş ücreti, duhuliye.

entrant

i. başlayan kimse,girenkimse, kaydolan kimse.

entrap

f. (-ped, -ping) tuzağa düşürmek, yakalamak: şaşırtmak. entrapment i. hile, tuzak.

entreat

f. yalvarmak, yakarmak, rica etmek, niyaz etmek. entreaty i. rica, niyaz, dilek, temenni.

entree

i. giriş, giriş müsaadesi, giriş hakkı; esas yemek; ziyafetlerde balık ile et arasında verilen yemek.

entremets

i. sıcak veya soğuk tatlı, garnitur, esas yemeğin yanında veya arasında verilen ek yiyecekler.

entrench , intrench

f. hendek veya siper kazmak; sağlamlaştırmak, yerleştirmek, emniyete almak. entrench on tecavüz etmek, bir başkasının hakkını çiğnemek. entrenched s. sabit, kolay degişmez.

entrepot

i. ambar, antrepo.

entrepreneur

i. işadamı, müessese sahibi; müteşebbis kimse.

entresol

i., mim. zemin katı ile birinci kat arasındaki kat, asma kat.

entropy

i., fiz. termodinamik bir sistemde elde edilemeyen enerji miktarı; her hangi bir sistemin evrenle birlikte düzensizlik ve tesirsizliğe doğru olan eğilimi.

entrust , intrust

f. emniyet etmek, emanet etmek; tevdi etmek, havale etmek.

entry

i. giriş, girilecek yer, antre, methal; girme, giriş; kayıt; huk. tasarruf, tesellüm, sahip olarak mülke girme; geminin manifestosunu verip gümrüğe giriş kaydı yaptırma . entryway i. methal, girilecek yer. double entry çifte kayıt usulu.

entwine , intwine

f. etrafım sarmak, örmek, tırmanmak (sarmaşık), bükmek, dolaştırmak.

entwist , intwist

f. sarmak, dolaştırmak, bükmek, örmek.

enucleate

f. nüvesini çıkarmak; içini kesmeden çıkarmak (ur); aydınlatmak, izah etmek. enuclea'tion i. nüvesini alma; izah, aydınlatma, aydınlanma.

enumerate

f. saymak, birer birer saymak veya söylemek. enumera'tion i. sayma, sayım; ayrıntılı liste, katalog. enu'merative s. birer birer sayan veya söyleyen, sayıma ait.

enunciate

f. telaffuz etmek; ilân etmek, bildirmek, beyan etmek. enunciate well kelimeleri açık olarak telaffuz etmek. enuncia'tion i. telaffuz; ilân, ihbar, tasrih.

enure

bak. inure.

enuresis

i., tıb. istemeyerek idrar kaçırma (özellikle uyurken).

envelop

f. sarmak; kuşatmak,örtmek. envelopment i. sarma; örtme; ask. kuşatma.

envelope

i. zarf, mektup zarfı; biyol. zar, torba; bot. örtü

envenom

f. zehirlemek, zehir katmak; acılık vermek; kin aşılamak, bozmak.

enviable

s. gıpta edilen, istenilen, güzel, iyi, başarılı. enviably z. gıpta edilecek kadar.

envious

s. kıskanç, hasut, günücü, gıpta eden. enviously z. gıpta ile. enviousness i. haset, kıskançlık.

environ

f. etrafını çevirmek, kuşatmak, ihata etmek, içine almak, şamil olmak. environment i. çevre, muhit, etraf, içinde bulunulan şartlar. environmen'tal s. çevresel, etrafındaki.

environs

i., çoğ. dolay, civar, havali, etraf.

envisage

f. tasavvur etmek, tahayyul etmek; zihninde canlandırmak, planlamak.

envision

f. tahayyül etmek, planlamak.

envoy

i. elçi, sefir, murahhas, özel görevi olan memur; düzyazı veya şiirde yazar veya şairin özellikle ithaf şeklindeki son sözü. envoy extraordinary and minister plenipotentiary fevkalade murahhas ve ortaelçi, büyükelçiden bir alt derecedeki diplomat.

envy

f. gıpta etmek, haset etmek, kıskanmak.

envy

i. gıpta, imrenme; kıskançlık, haset; gıpta edilen kimse veya şey. be green with envy aşırı derecede kıskanmak.

enwind

f. (wound) dolaşmak, a sarılmak.

enzootic

s. belirli bir bölgede görülen (hayvan hastalığı).

enzyme

i., biyokim. organizmada kimyasal reaksiyonları hızlandıran madde, enzim, ferment.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL