NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

sur ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: sur
Bulunan Sonuç: 61

sur-

(önek) üstünde, ötesinde.

sura,surah

i. Kuran suresi.

surah

i. bir cins yumuşak ipekli kumaş.

sural

s., anat. baldıra ait.

surbase

i., mim. temel üzerine yapılan pervaz. surbase'ment i. böyle pervaz bulunma.

surcease

i., f., (eski) bitme, ardı arkası kesilme; f. bitmek, ardı arkası kesilmek; nefes almak, ara vermek.

surcharge

f., i. taşıyabileceğinden fazla yüklemek, fazla doldurmak; fazla fiyat istemek; bir krediyi deftere kaydetmemek; posta pulunun üzerine yeni fiyat bastırmak; i. fazla ağır yük; d.y. fazla navlun alma; krediyi deftere kaydetmeyiş; posta pulları üzerine bastırılan yeni fiyat, sürşarj; yeni fiyatlı posta pulu, sürşarj.

surcingle

i., f. palan kolanı; kil. papaz cüppesinin kuşağı, zünnar; f. kolan veya kuşakla bağlamak.

surcoat

i. cüppe; ortaçağda zırh üstüne giyilen cüppe.

surd

s., i., mat. asam, (karekök 2) gibi tam miktarı ifade edilemeyen (kemiyet); dilb. f, p, s, k gibi sessiz (harf).

sure

s., z., (ünlem) muhakkak, şüphesiz; olumlu, müspet; kesin, kati; emin, sağlam, güvenilir; sabit, metin; nad. sıkı, sıkı bağlayan; z., k.dili. şüphesiz; (ünlem) tabii, elbette. sure enough muhakkak, sahiden. be sure dikkat etmek. for sure elbette, muhakkak, kati olarak. make sure temin etmek; tahkik etmek, soruşturmak; işin aslını anlamak. to be sure elbette, muhakkak. sure'ness katiyet, kesinlik; emin olma.

sure-enough

s., z., A.B.D., k.dili. hakiki; z. muhakkak.

sure-fire

s., k.dili başaracağı şüphe götürmeyen.

sure-footed

s. ayağını sıkı basan, düşmez, kaymaz.

surely

z. elbette, muhakkak; emniyette olarak; tehlikesizce.

surety

i. kefil, rehine; teminat, emniyet. stand surety kefil olmak. surety ship i. kefalet.

surf

i., f. kıyıda kırılan köpüklü dalgalar, çatlayan dalgalar; f., (spor)dalgalar üstünde tahta ile kıyıya doğru kaymak.

surface

i., f., s. yüz, düzey, satıh, dış, zahir, dış taraf, dış görünüş; mat. yüzey; f. bir şeyle kaplamak; dua yapmak; cilâlamak; üstündeki toprağı kaldırıp maden ocağı işletmek; su dibinden yüzeye çıkmak; s. yüzeysel; görünüşteki. surface current düzey akıntısı. surface impressions dış izlenimler, sathi intıbalar. surface mail adi posta. surface noise gramofon plağında sürtünme ve tozdan ileri gelen parazit veya cızırtı. surface plate mak. ayar olarak kullanılan düz çelik parça. surface tension fiz. üst yüzey gerilimi. surface water toprağın üstünden akan yağmur suyu. on the surface yüzeyde; görünüşte.

surface-active

s., kim. bir sıvının yüz gerilmesini azaltan.

surfactant

i., kim. bir sıvının yüz gerilmesini azaltan madde.

surfboard

i. surfing denilen sporda kullanılan uzun tahta.

surfboat

i. dalgaları aşabilmeye elverişli kayık.

surfcasting

i. sahilden dalgaların arasına olta atarak balık avlama.

surfeit

i., f. yiyip içmede aşırılık; çatlayacak derecede yemek yeme hastalığı; tokluk; aşırı derecede yemek yemekten ileri gelen bulantı, bıkkınlık; f. çatlayacak derecede yedirmek veya yemek.

surfer

i. dalgalar üzerinde surfing yapan sporcu.

surfing, surfrıdıng

i. dalgalar üzerinde tahta ile kayarak yapılan bir cins su kayağı.

surge

f., i. kabarıp yuvarlanmak; dalgalanmak; elek. kabarmak, taşmak; den. birden kayıvermek; den. çok baş kıç vurmak (demirli gemi); akın etmek; birden kabarıvermek; i. büyük dalga; büyük dalga gibi sürükleme; elektrik akım veya gücünün süratle artması veya yükselip düşmesi; den. ırgatın daralan kısmı.

surgeon

i. cerrah, operatör. Surgeon General A.B.D. Umumi Sağlık Servisinde baş doktor. surgeoncy i. cerrahlık.

surgery

i. operatörlük, cerrahlık, cerrahlık ilmi; ameliyathane; İng. muayenehane.

surgical

s. cerraha veya cerrahlığa ait, cerrahi; cerrahlıkta kullanılan veya yapılan. surgical operation ameliyat. surgical ward hariciye koğuşu. surgically z. ameliyat suretiyle, cerrahi müdahale ile.

suricate

i. gelinciğe benzer ve Güney Afrika'da yaşayan bir cins hayvan, zool. Suricata suricata.

surinam

i. Surinam.

surly

s. ters, haşin, aksi, kaba, asık yüzlü. surlily z. kabaca, terslikle. surliness i. terslik, aksilik, kabalık.

surmise

i., f. zan, kanaat, şüphe; f. sanmak, zannetmek, tahmin etmek; ipucu çıkarmak.

surmount

f. üstün gelmek, baskın çıkmak, galebe çalmak, hakkından gelmek.

surmullet

i. barbunya balığı, tekir balığı, zool. Mullus barbatus.

surname

i., f. soyadı; aile ismi; lakap; f. soyadı koymak; soyadı ile tanınmak.

surpass

f. geçmek, baskın çıkmak, üstün olmak, faik olmak. surpassing s., z. en üstün olan, âlâ; z., (şiir) fevkalade. surpassingly z. hepsinden üstün surette, fevkalade.

surplice

i. papaz ve koro mensuplarının giydiği beyaz keten cüppe.

surplus

i., s. artan miktar, herhangi bir şeyin fazlası; ihtiyat akçesi; şirketin bütün masraflar ve tediyatından sonra elinde kalan para; s. fazla, artık, baki. surplusage i. fazla olan meblâğ; huk. aşan şey, mübalağa.

surprisal

i. sürpriz, hayret verici şey.

surprise

i., f. sürpriz; birden karşısına çıkış; hayret, beklenilmedik şey, şaşkınlık, ansızın vaki olan şey, hayret verici şey; f. hayrete düşürmek, şaşırtmak; birden karşısına çıkarmak; beklenilmedik bir anda yakalamak. surprise package içinden umulmadık bir şey çıkan paket. surprise party sürpriz partisi. surprise visit habersiz ziyaret. be surprised by one birisi tarafından gafil avlanmak, bir kimsenin hazırladığı bir sürprizle karşılaşmak. take by surprise gafil avlamak; şaşırtmak, hayret ettirmek. They surprised me into telling my secret. Beni üç kâğıda alıp sırrımı öğrendiler. I'm surprised at you. Yaptığın harekete şaştım.

surprising

s. hayret verici, şaşırtıcı. surprisingly z. hayret uyandıracak şekilde.

surrealism

i., fels. sürrealizm, gerçeküstücülük. sürrealist i., s. sürrealist, gerçeküstücü (kimse).

surrebuttal

i., huk. davacının iddiasını ispatlayan delil.

surrejoinder

i., huk. davalının ikinci cevabına karşı davacının cevabı.

surrender

f., i. teslim etmek veya olmak, haklarından feragat etmek; kendini bırakmak, ümidini kesmek; herhangi bir duygu ve fikrin esiri olmak; i. teslim, feragat. surrender value sigorta poliçesi iptal edildiği takdirde poliçe sahibine verilecek para miktarı. unconditional surrender kayıtsız şartsız teslim.

surreptitious

s. gizli, el altından, hile kabilinden; sahtekarca; gizlice yapılmış. surreptitiously z. gizlice, al altından, hileli olarak.

surrey

i., A.B.D, (eski) dört tekerlekli ve iki sıralı hafif gezinti arabası.

surrogate

i., f. naip, vekil; yerine geçen kimse veya şey; özellikle evlenme izinnamelerini veren memur; huk. vasiyetname şartlarını yerine getirmeye memur kimse; f. vekil tayin etmek.

surround

f. kuşatmak ihata etmek, çevirmek, etrafını sarmak; ask. muhasara etmek, çember içine almak. surroundings i., çoğ. çevre, muhit, çevredeki bütün şeyler, etraf.

sursum corda

Lat. teşvik edici sesleniş.

surtax

i., f. ek vergi; f. ek vergi koymak.

surveillance

i. nezaret, gözetme, gözaltında tutma; teftiş. under surveillance gözaltında, nezaret altında. surveillant i. nezaretçi; göz hapsinde tutan kimse; nöbetçi öğretmen.

survey

f. bakmak, dikkatle her şeye göz gezdirmek, muayene etmek; yoklamak, yoklama yapmak; düşünmek, mülâhaza etmek, mütalaa etmek; teftiş etmek; haritasını çıkarmak, mesaha etmek. surveyor i. mesahacı, mesaha memuru; gümrük müfettişi.

survey

i. mesaha, yüzölçümü, teftiş, tetkik, yoklama, muayene; mülâhaza, mütalaa; harita veya plan yapma.

surveying

i. mesaha ilmi, yer ölçmesi; mesaha etme. aerial surveying havadan mesaha etme, uçakla harita çıkarma. hydrographic surveying bir bölgenin idrografik haritasını çıkarma. photographic surveying fotoğraf çekmek suretiyle mesaha etme. surveyor's level

surveyor'slevel

ölçü terazisi.

survival

i. kalım, beka; başkasının ölümünden sonra hayatta kalma, diğerlerinden fazla yaşama; bir tehlikeyi atlatıp yaşama; modası geçmiş bir inanç veya geleneğin baki kalması. survival kit havacılara verilen, mecburi iniş veya uçak kazasından sonra gerekli ihtiyaç maddelerini temin edecek çanta. survival of the fittest zool., bot. en güçlü olanın yaşamakta devam etme prensibi.

survive

f. baki kalmak, başkasından fazla yaşamak, daha uzun ömrü olmak.

survivor

i. Hayatta kalan kişi; bir kazadan sağ olarak kurtulan kimse; başkasının ölümünden sonra sağ kalan kimse, en son olarak hayatta kalan kimse veya şey. survivorship i. sağ kalma; huk. ölenlerin mal hissesini alma hakkı.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL