NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

fore ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: fore
Bulunan Sonuç: 71

fore

(s)., (i). ön taraftaki, öndeki; ilk; daha evvelki; (i). ön; önde olan şey; (den). baş taraf, pruva. come to the fore başa geçmek, öne geçmek. the fore part ön taraf, baş taraf.

fore

(z)., ünlem ön tarafta, baş tarafta önde; ünlem Dikkat ! (golf oyununda önde bulunanlara tehlikeyi ihtar için bağırma). fore and aft (den). bas ve kıç istikametinde (gemi).

fore

önek önde veya önceden.

forearm

(i)., (anat). önkol,kolun dirsekle bilek arasındaki kısmı.

forearm

(f). önceden silâhlandırmak.

forebear

(i)., (gen). (çoğ). ata cet.

forebode

(f). önceden haber vermek; (özellikle uğursuz bir şeyi) önceden hissetmek. foreboding (i). kötü bir şeyin vuku bulacağını önceden hissetme, önsezi.

forecast

(i). tahmin, hava tahmini.

forecast

(f). (cast veya casted) önceden tahmin etmek; belirtisi olmak: tasarlamak.

forecastle

(i)., (den). baş kasarası.

foreclose

(f). (huk). parayı ödemediği için ipotekli malı sahibinin elinden almak; imkânsızlaştırmak, engellemek; önceden halletmek.

foreclosure

(i)., (huk). ipotekli malı sahibinin kaybetmesi, hakkın düşmesi.

forecourt

(i). ön avlu ön bahçe.

foredeck

(i)., (den). güvertenin ön tarafı, bilhassa palavranın ön tarafı.

foredoom

(f). önceden mahkum etmek.

forefather

(i). ata, cet.

forefinger

(i). işaret parmağı.

forefoot

(i). ön ayak.

forefront

(i). en öndeki yer, ön taraf, ön sıra.

foregather

(bak). forgather.

forego

(bak). forgo.

forego

(f). (went, gone) önce gitmek.

foregone

(s). önceden gitmiş, geçmiş; bitmiş. foregone conclusion kaçınılmaz sonuç, mukadder olan şey.

foreground

(i). ön plan. in the foreground ön planda, ön tarafta, göze çarpacak yerde.

forehand

(i)., (s)., tenis sağ vuruş, forhend; atın boynu ve omuzları; menfaatli mevki; (s). sağ vuruşla yapılan; önderlik eden; önceden yapılan.

forehanded

(s)., (A.B.D). ihtiyatlı, tedbirli.

forehead

(i). alın; herhangi bir şeyin ön tarafı veya cephesi.

foreign

(s). yabancı, ecnebi; harici, dış; ilgisi olmayan. foreign accent yabancı aksanı. foreign affairs dışışleri. foreign-born (s). ikamet ettiği memleketten başka bir memlekette doğmuş. foreign exchange döviz; döviz alım satımı. foreign minister dış işleri bakanı. foreign office dışişleri bakanlığı. foreign to one's nature kendi tabiatına aykırı. foreign trade dış ticaret. foreigner (i). yabancı, ecnebi. foreignness (i).ecnebilik, yabancılık; uygunsuzluk, münasebetsizlik.

forejudge

(bak). forjudge.

forejudge

(f). önceden hüküm vermek.

foreknow

(f). (knew, known) önceden bilmek. foreknow'ledge (i). önceden bilme, önceden alınan haber.

foreland

(i). burun, çıkıntı; bir şeyin önündeki arazi parçası.

foreleg

(i). (hayvanlarda) ön ayak.

forelock

(i). alın üzerine sarkan saç demeti perçem; (mak). başlık çivisi, kilit pini. take time by the forelock fırsatı yakalamak, fırsatı kaçırmamak.

foreman

(i). ustabaşı, baş kalfa; reis, başkan, özellikle jüri başkanı.

foremast

(i)., (den). baş direği, pruva direği.

foremost

(s)., (z). başta gelen, en öndeki; (z). başta. first and foremost en başta, evvelâ. head foremost başı önde; çekinmeden.

forename

(i). birinci isim, küçük isim, şahıs ismi, vaftiz ismi. forenamed (s). yukarıda ismi geçen, mezkur.

forenoon

(i). öğleden evvel, sabah.

forensic

(s). mahkeme veya munazaraya ait, munazara kabilinden. forensic medicine adli tıp.

foreordain

(f). evvelden takdir etmek, önceden tayin ve tertip etmek. foreordination (i). kader, takdir, kısmet.

forepart

(i). ön taraf, ilk kısım.

forequarters

(i)., (kasap). ön ayak ve yanındaki kısımlar.

forerun

(f). (ran, run) önden koşmak, koşup geçmek, önünden gitmek; müjdelemek. forerunner (i). selef; cet, ata; müjdeci, haberci.

foresail

(i)., (den). trinketa yelkeni.

foresee

(f). (saw seen) önceden görmek ileriyi görmek, önceden bilmek.

foreshadow

(f). önceden ima etmek, (colloq). dokundurmak.

foresheet

(i)., (den). trinketa yelkeninin bir kısmı; (çoğ). kayığın ön tarafı.

foreshore

(i). inme sırasında suların çekildiği kıyı.

foreshorten

(f). (güz. san). resimde yandan görülen bir şeyin boyunu kısa göstermek.

foreshow

(f). (showed, shown) önceden göstermek, önceden söylemek.

foresight

(i). ihtiyat, tedbir, önceden görme, basiret.

foreskin

(i)., (anat). sünnet derisi, gulfe.

forest

(i)., (f). orman; (f). ağaç dikip orman haline getirmek, ağaçlandırmak.

forestay

(i)., (den). pruva ana istralyası.

forester

(i). ormancı; siyah bir cins pervane, (zool). Ageristus; bir çeşit büyük kanguru, (zool). Macropus giganteus.

forestry

(i). ormancılık; orman, ormanlık.

foretaste

(i). önceden alınan tat; önceden tadına varma.

foretell

(f). (told telling) önceden haber vermek; kehanette bulunmak.

forethought

(i). ihtiyat, tedbir; basiret; evvelden düşünme.

foretime

(i). geçmiş zaman.

foretoken

(i)., (f). ihtar, bir şeyin olacağına dair belirti; (f). evvelden uyarmak, ikaz etmek.

foretop

(i). (den). pruva çanaklığı.

foretopgallantsail

pruva babafingo yelkeni.

foretopmast

(i). pruva gabya çubuğu.

foretopsail

(i). pruva gabya yelkeni.

forever

(z)., (ing). for ever ebediyen daima: mütemadiyen, durmadan. forevermore (z). ebediyen, ilelebet.

forewarn

(f). önceden ikaz etmek, uyarmak.

forewoman

(i). başkalfa kadın: jurinin kadın başkanı.

foreword

(i). önsöz mukaddeme.

foreyard

(i)., (den). trinketa.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL