NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

em ne demek Türkçe anlamı

Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.


A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W Y Z
Aranan Kelime: em
Bulunan Sonuç: 106

em

i. M'' harfi; matb. katrat.

emaciate

f. çok zayıflatmak, bir deri bir kemik hale getirmek. emaciated s. (açlıktan veya hastalıktan) çok zayıflamış, sıska. emacia'tion i. anormal derecede zaylflatma, bir deri bir kemik hale gelme.

emanate

f. çıkmak, hâsıl olmak; yayılmak, fışkırmak. emana'tion i. çıkma, dışan akma; çıkan şey.

emancipate

f. özgür kılmak, azat etmek, serbest bırakmak; huk. aile hakimiyetinden kurtarmak. emancipa'tion i. azat etme, özgür kılma, serbest bırakma; aile hakimiyetinden kurtarma. emancipa'tionist i. koleleri azat etme taraftan. eman'cipator i. azat eden veya özgür kılan kimse.

emarginate , emarginated

s., bot. kenarı veya tepesi çentikli, dişli (yaprak).

emasculate

f., s. hadım etmek, enemek, burmak; kuvvetten düşürmek; (bazı kısımları çıkarmak veya sansür etme yoluyla) edebi bir yazıyı hafifletmek; s. kuvvetten kesilmiş; efemine, erkekliği olmayan. emascula'tion i. hadım etme veya edilme; kuvvetten düşürme, kuvveti kesilme.

embalm

f. tahnitetmek, mumyalamak; hatırında tutmak, anmak; (şiir) rayiha vermek, koku vermek. embalmer i. tahnit eden, mumyalayan kimse. embalmment i. tahnit, mumyalama.

embank

f. etrafına veya yanına toprak set yapmak embankment i. set yapma; toprak set.

embargo

i. (çoğ. -goes) f. ambargo; ticareti sınırlama; yasaklama, men etme; f. ambargo koymak, müsadere etmek.

embark

f. gemiye binmek veya bindirmek; sokmak sevketmek, girişmek, başlamak. embarka'tion i. gemiye binme veya bindirme.

embarrasdechoix

Fr. şıkların fazla oluşu. embarras desriches şaşırtıcı fazlalık.

embarrass

f. sıkmak, sıkıntı vermek, şaşırtmak, mahcup etmek, utandırmak; engellemek, mâni olmak; tic. paraca sıkıntı vermek, güçlük çıkarmak. embarrassingly z. mahcubane, sıkıntı vermek suretiyle. embarrassment i. sıkıntı, sıkılma, utanma, mahcubiyet.

embassy

i. sefarethane; sefaret, elçilik; sefir ve maiyeti, sefaret erkânı.

embattle

f. meydan savaşına hazırlamak; mazgal yapmak. embattled s. meydan savaşına hazır durumda; savaş halinde; güç durumda, sıkışmış.

embed

f. (-ded, -ding) içine koymak, gömmek.

embellish

f. süslemek, tezyin etmek, güzelleştirmek; (hikâyeye) aslında olmayan hayal ürünü şeyler ilave ederek ilgiyi artırmak. embellishment i. süsleme, güzelleştirme; süs.

ember

i. kor, koz; ,coğ. sönmekte olan ateş.

embezzle

f. (emanet para veya mülkü) zimmetine gecirmek. embezzlement i. zimmete geçirme. embezzler i. zimmetine para geçiren kimse., emarginated.

embitter

f. acılaştırmak; gücendirmek, acı hisler uyandırmak. embitterment i. acılaştırma; gücendirme darıltma.

emblaze

f. aydınlatmak; alevlendirmek, tutuşturmak.

emblazon

f. arma süsleri ile temsil etmek; süslemek tezyin etmek, tezyinatla göstermek; kutlamak, tesit etmek. emblazonment, emblazonry i. süsleme, tezyin etme; kutlama.

emblem

i., f. amblem simge, remiz, işaret, arma; temsili resim; f. amblemle temsil etmek.

emblematic

s. temsil eden, temsil edici sembolik.

emblements

i., çoğ., huk. ürün, mahsul; huk. araziden elde edilen ürün veya bu üründen elde edilen karın hakkı.

embody

f. cisimlendirmek, şekillendirmek, somutlaştırmak, belirtmek temsil etmek; bir butun halinde toplamak, düzenlemek, tertip etmek. embodiment i. cisim haline gelme, şekil alma; düzenleme.

embolden

f. cesaret vermek, teşvik etmek.

embolism

i., tıb. amboli kan pıhtısının bir kan damarı veya arterini tıkaması; takvimler arasında uygunluk sağlamak amacıyla sene, ay veya gün ilâvesi, ay ve güneş senelerinin uzlaştırılması. embolus i., tıb. damar tıkanmasına yol açan kan pıhtısı.

embonpoint

i., Fr. vucutça toplu oluş, dolgunluk, şişmanlık.

embosom

f. kucaklamak, bağrına basmak; beslemek, büyütmek, bakmak; sığındırmak, sarmak, muhafaza etmek.

emboss

f. kıymetli tezyinatla süslemek; kakmak, kabartmak; üzerine kabartma işi yapmak, kabartma işi ile süslemek. embossment i. kakma, kabartma .

embouchure

i. nehir ağzı, vadinin ovaya açılan ağzı, top ağzı; müz. nefesli sazlann ağızlığı; nefesli sazın ağıza yerleştirilme sekli.

embower , imbower

f. ağaçlık veya kameriye gibi gölgeli bir yere koymak, muhafaza etmek gizlemek, gölgelemek.

embrace

f., i. kucaklamak, bağrına basmak, sevmek; sarmak, içine almak, kapsamak, ihtiva etmek; benimsemek, kabul etmek, almak; i. kucaklama, sarılma, bağrına basma. embracement i. kabul etme, benimseme.

embrace

f., huk. mahkemeyi tesir altında bırakmaya çalışmak.

embracery

i., huk. hâkime, jüriye veya yeminli kimselere rüşvet vererek veya nüfuz kullanarak tesir etmeye çalışma. embracer i., huk. bu işi yapmaya çalışan kimse.

embranchment

i. dallanma, kollara ayrılma (nehir gibi); dal, kol.

embrangle

f. şaşırtmak, karıştırmak, dolaştırmak. embranglement i. şaşırtma; birbirine dolaşma, karışma.

embrasure

i. bir kapı veya pencerenin meyilli pervazı, ask. mazgal şevi.

embrocate

f., tıb. hasta bir uzvu ilâçlı bir sıvı veya yağla ovmak. embroca'tion i. bu çekilde ovma; bu işte kullanılan yağ.

embroider

f. üzerine nakış işlemek; süslemek; mübalâğaya kaçmak (hikâyede). embroidery i. nakış, işleme; süs embroidery frame kasnak.

embroil

f. karışıklık içine girmek; karmakarışık etmek, bozmak, karıştırmak; bozuşturmak, aralarını açmak. embroilment i. bozuşma, kavga, anlaşmazlık, karışıklık.

embryo

i. (çoğ. -os) s., biyol. embriyon, cenin, oğulcuk, bir organizmanın ilk oluşumu; başlangıç, iptida; s. ilkel, olgunlaşmamış. in embryo tasarı halinde, gelişmemiş halde. embryonic (embriyan'ik) s. embriyona ait; ilkel, gelişmemiş, olgunlaşmamış.

embryology

i., biyot. embriyoloji. embryologist i. embriyoloji bilgini.

emcee

i., k.dili teşrifatçı, protokol müdürü.

emend

f. düzeltmek, tashih etmek, ıslah etmek, üzerinde oynamak, değişiklik yapmak, tadil etmek. emen'date f. düzeltmek, tashih etmek (bir metni), değişiklik yapmak, tadil etmek. emenda'tion i. bir metni düzeltme, metin tashihi. emen'dator i. tashihçi, tadil eden kimse. emen'datory s. düzeltme kabilinden.

emerald

i., s. zümrüt, zümrüt yeşili; matb. altı ile yedi punto arasındaki ufak harfler; s. zümrüt gibi yeşil. Emerald Isle Irlanda.

emerge

f. çıkmak, zuhur etmek, meydana çıkmak, hâsıl olmak, doğmak. emergence i. çıkma, zuhur. emergent s. çıkan, zuhur eden. emergent evolution fels., biyol. evrim veya gelişme sürecinin bazı safhalarında önceden bilinmeyen yeni birtakım özelliklerin ortaya çıkması.

emergency

i. ani olarak ortaya çıkan güç durum, âcil ihtiyaç veya vaka; icap. emergency door, emergency exit tehlike zamanında kullanılan çıkış kapısı. emergency ration olağanüstü zamanlara mahsus yemek paketi. in case of emergency icabında, âcil bir durumda. state of emergency olağanustü tehlike hali; sıkı yönetim, örfi idare.

emeritus

s. memuriyet unvanını muhafaza eden emekli (profesor).

emersion

i., astr. tam veya yarım tutulmadan sonra bir gök cisminin yeniden görölmesi.

emery

i. zımpara emery board zımparalı tırnak törpüsü. emery cloth zımpara bezi. emery paper zımpara kâğıdı emery powder zımpara tozu. emery wheel zımpara çarkı.

emetic

s., i. küstürücü, istifrağ ettirici (ilâç)

emf, emf

kıs. electromotive force.

emigrant

i. göçmen, muhacir, bir yerden göç eden kimse.

emigrate

f. göçmek, hicret etmek. emigra'tion i. göç, hicret; göçmen topluluğu.

emigre

i. göçmen, muhacir, özellikle Rus veya Fransız ihtilâlinden kaçan kimse.

eminencecy

i. yüksek yer, tepe, doruk; yüksek mevki veya rütbe, itibar; b.h. Katolik kilisesinde Kardinal unvanı.

eminent

s. yüksek rutbe sahibi, seçkin, üstün, ünlü, mümtaz, güzide. eminent domain huk. kamulaştırma yetkisi, istimlâk hakkı. eminently z. ziyadesiyle, gayet, pek.

emir

i. reis, emir emirate (emir'it) i. bir emrin hüküm sürdüğü memleket, emirlik.

emissary

i. hükümet temsilcisi, özel bir görevle gönderilen memur, gizli ajan.

emission

i. dışarı verme, çıkarma, yayma, neşretme, ihraç; ihraç veya neşrolunan şey; radyo emisyon; tic. tahvilât çıkarma . nocturnal emission bel suyunun uykuda akması.

emit

f. (-ted, -ting) dışarı vermek, çıkarmak, ihraç etmek, fıskırtmak, atmak; yaymak, yayımlamak, neşretmek; ifade etmek, söylemek (fikir, düşünce). emissive s. yayan, neşreden. emitter i. çıkaran şey, fışkırtan şey; elek. emitor.

emmenagogue

i., tıb. kadınlarda âdetleri kolaylaştıran ilâç.

emmer

i. düşük kaliteli bir cins buğday, bot. Triticum dicoccum.

emmetropia

i., tıb. göz merceğinin normal oluşu.

emmy

i., A.B.D. bir televizyon ödülü.

emollient

s., i. yumuşatan, yumuşatıcı; i. deriyi yumuşatan merhem, acıyı yatıştıran ilâç.

emolument

i. aylık, ücret, bir hizmet karşılığında alınan para.

emote

f., k.dili fazla duygulu davranmak.

emotion

i. heyecan, duygu, his.

emotional

s. duygulu, hassas, hisli; heyecanlı, heyecan veren. emotionalism i. duygululuk, çabuk heyecana kapılma . emotionalist i. fazla heyecana kapılan kimse; heyecan uyandırmaya çalışan kimse. emotional'ity i. heyecana kapılma, duygun luk, duyarlık, hassasiyet. emo'tionalize f. duygusal yönünü uyandırmak. emo'tionally z. heyecanlı olarak, heyecanla; duygusal yönden.

emotive

s. heyecana ait, hissi emotively z. hissi olarak.

empale

bak. impale.

empanel

bak. impanel.

empathize

f. karşısındakinin duygularını anlayıp paylaşmak.

empathy

i., psik. bir başkasının duygularını anlayabilme

empennage

i. uçağın kuyruk kısmı.

emperor

i. imparator. emperor butterfly iri ve mor bir çesit kelebek, zool Apatura iris veya Asterocampa clyton. emperor goose Alaska kıyılarına mahsus bir çeşit renkli kaz, zool. Philacte canagica. emperor penguin Güney Buz Denizine mahsus penguenin en büyük çeşidi, zool. Aptenody tesfosteri.

emphasis

i. önem, ehemmiyet; şiddet, kuvvet; vurgu; üzerinde durulan nokta, önem verilen husus.

emphasize

f. üzerinde durmak, vurgulamak, önemini belirtmek, ısrarla söylemek.

emphaticical

s. üzerinde durulmuş, kuvvetle ifade olunmuş, etkili; önemli, dikkati çeken; vurgulu, kuvvetli ifa desi olan, kesinlikle hareket eden. emphatically z. üzerinde durarak, belirterek; kesin olarak, muhakkak.

emphysema

i., tıb. doku ve organlar arasında hava kalması, anfizem.

empire

i. imparatorluk; imparatorlukla idare sistemi; çok geniş topraklar üzerinde kurulan hâkimiyet.

empiric

i. bilginin tecrübe ile edinildiğine inanan kimse; şarlatan.

empirical

s. deneysel, tecrübi, tecrübeye dayanan. empirically z. deneysel olarak.

empiricism

i., fels. her türlü bilginin esasının tecrübeye dayandığını ileri süren felsefi görüş; şarlatanlık.

emplacement

i., ask. istihkâmda top yeri, topa mahsus platform; tabya; yerleşme, belirli bir yere koyma.

employ

f., i. kullanmak, bir hizmet veya işte kullanmak, istihdam etmek; meşgul etmek, iş vermek, görevlendirmek, memur etmek; sarfetmek, vermek (vakit, enerji); i. görev, hizmet, memuriyet. employable s. kullanılabilir, istihdam olunabilir. employer i. patron, işveren.

employee

i. memur, işçi, bir başkası hesabına ücret karşılığında çalışan kimse.

employment

i. iş verme, istihdam; işi olma; iş, görev, vazife, hizmet, memuriyet, meşguliyet. employment agency iş bulma bürosu, iş ve işçi bulma kurumu.

emporium

i. ticaret yeri, ticaret merkezi, dükkân, mağaza. empoverish bak. impoverish.

empower

f. yetki vermek, salâhiyet tanımak; izin vermek, müsaade etmek.

empress

i. imparatorice.

empressement

i., Fr. samimiyet, yakınlık gösterme.

empty

s., i. boş; yoksun, mahrum; k.dili aç; önemsiz, değersiz, anlamsız, yararsız, nafile, beyhude; verimsiz, meyvasız, semeresiz; bilgisiz, kof; i. boş olan herhangi bir sey. emptyhanded s. eli boş. emptyheaded s. boş kafalı, kuş beyinli. empty word sözlük anlamından çok gramer bakımından anlamı olan kelime. empty words boş laf. emptiness i. boşluk.

empty

f. boşaltmak, tahliye etmek; akıtmak, dökmek; boşalmak, dökülmek.

empurple

f. mor renge boyamak, morartmak.

empyema

i., tıb. göğüste ve özellikle akciğerin dış tarafında cerahat toplanması, ampiyem.

empyreal

s. semavi, göksel; yüce, ulu; ateşten yapılmıs, ateş gibi.

empyrean

i., s. mitolojiye göre ateşten olduğu farzedilen en yüksek gök tabakası; gökler, sema; s. semavi; ateşten yapılmış, ateş gibi.

emu , emeu

i. Avustralya'ya mahsus devekuşuna benzer iri bir kuş, zool. Dromi ceius.

emulate

f. rekabet etmek, geçmeye çalışmak; gıpta etmek, taklit etmek. emula'tion i. rekabet, benzemeye çalışma, gayret. em'ulator i. benzemeye gayret eden kimse.

emulous

s. birine benzemeye veya birini geçmeye gayret eden; rakip, gıpta eden.

emulsify

f. bir maddeden. emulsiyon yapmak.

emulsion

i. emülsiyon. emulsive s. emulsiyon hâsıl eden.

emunctory

i., s. bedenin ifrazatını dışarı atan uzuv; s. bu gibi fazlalıkları atan.

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL