NE ARAMIŞTINIZ?

Limasollu Naci İngilizce Eğitim Setleri ve Online İngilizce Kursu Bir Arada

Günlük konuşmalarda en sık kullanılan T harfi ile başlayan Phrasal Verbs sayfamızda verilmektedir.


Take a break: istirahat etmek, mola vermek, dinlenmek
You are so tired why don’t you take a break?
Çok yorgunsunuz, niçin dinlenmiyorsunuz?

Take a chance: Şansını denemek
Take a chance in this new game.
Bu yeni oyunda şansınızı deneyin.

Take an interest in: ilgi göstermek, ilgilenmek
He takes a great interest in painting.
O, resim yapmaya büyük ilgi gösteriyor.

Take a look at: Gözatmak
Take a look at the dress, you don’t have to buy it.
Elbiseye bir gözatın, almak zorunda değilsiniz.

Take a joke: Şakadan anlamak
Why can’t you take a joke?
Niçin şakadan anlamıyorsun?

Take a seat: Oturmak, birine oturmasını önermek
He told me to take a seat.
Oturmamı söyledi.

Take a step: Adım atmak, ilerlemek
Take a step forward then you will be able to see it.
Öne doğru bir adım daha atın, o zaman görebilirsiniz.

Take a trip: Yolculuk etmek
I am planning taking a trip to Italy.
italya’ya yolculuk etmeyi tasarlıyorum.

Take a walk: Yürüyüşe çıkmak
I shall take a walk in the park today.
Bugün parkta yürüyüşe çıkacağım.

Take advantage of: Yararlanmak, faydalanmak
I took advantage of my two weeks holiday and went to Bodrum.
iki haftalık tatilimden yararlanarak Bodrum’a gittim.

Take after: Benzemek
He takes after his father.
O, babasına benziyor.

Take apart: Sökmek, parçalara ayırmak
It is an old clock, there is no need to take it apart.
Çok eski bir saattir, sökmenize hiç gerek yok.

Take away: Alıp götürmek, uzaklaştırmak, kaldırmak, çıkarmak
Take away that old car from here.
Şu eski arabayı buradan götürün.

Take one’s breath: Nefesini kesmek, şaşırtmak
The horror film took my breath away.
Korku filmi nefesimi kesti.

Take by surprise: Boş bulunmak, hayrete düşürmek, baskınla almak
I was taken by surprise.
Boş bulundum.

Take care of: Dikkat etmek, özen göstermek
I’m sure you will take care of my house.
Evime dikkat edeceğinizden eminim.

Take charge of: Bir görevi üstüne almak, üstlenmek
Can you take charge of the foods for the picnic?
Piknik için yiyecek işini üstlenebilir misiniz?

Take down:
1) Not etmek
2) indirmek
3) Sökmek

1- Take down everything he says.
Söylediklerinin hepsini not edin.
2- Help me to take down that big box.
Şu büyük kutuyu indirmeme yardım edin.
3- Children like to take down their new toys.
Çocuklar yeni oyuncaklarını sökmekten hoşlanırlar.

Take for granted: Öyle olmadığı halde öyle olduğu varsayımında bulunmak, bir şeyi olmuş gibi farzetmek
You take too much for granted.
Her şeyi olmuş bitmiş gibi farzediyorsunuz.

Take hold of: Tutmak, kavramak
Take hold of my arm.
Kolumu tut.

Take in:
1) Anlamını kavramak
2) Aldatmak

1- You must take in what teachers say.
Öğretmenlerin söylediklerinin anlamını kavramalısın.
2- I was taken in, when I bought that second hand car.
Şu ikinci el arabayı aldığım zaman aldandım.

Take it easy:
1) Aldırmamak, boş vermek
2) Kendini yormamak

1- Don’t worry about that girl, just take it easy.
O, kız için endişelenme, boş ver (aldırma).
2- Take it easy, you are working very hard.
Kendinizi yormayın, çok fazla çalışıyorsunuz.

Take into account: Hesaba katmak
Taking into account that he is very clever, you can’t win the
competition.
Onun çok akıllı olduğunu hesaba katarsak, yarışmayı kazanamazsın.

Take into consideration: Gözönüne almak, dikkate almak
Take into consideration that he is very young.
Çok genç olduğunu dikkate alınız.

Take on:
1) işe almak
2) Alınmak, kırılmak
3) Sorumluluk yüklenmek

1- My boss is taking on some new secretaries.
Patronum işe yeni sekreterler alıyor.
2- He took on terribly but I was only joking.
O, çok kötü alındı, fakat ben sadece şaka yapıyordum.
3- I can’t take on this serious job.
Bu ciddi işin sorumluluğunu yüklenemem.

Take off:
1) Çıkarmak
2) Uçağın havalanması, kalkması

1- Take off your shoes and come in.
Ayakkabılarınızı çıkarın ve içeri girin.
2- Please fasten your seat belt, the plane is taking off.
Lütfen kemerlerinizi bağlayın, uçak kalkıyor.

Take one’s eyes off: Gözünü ayırmak
I can’t take my eyes off her.
Gözlerimi ondan ayıramıyorum.

Take one’s advice: Öğüt almak, nasihatını dinlemek
If you had taken my advice, you would have entered to the
univercity.

Eğer, benim öğüdümü tutsaydın, şimdi üniversiteye girmiş olacaktın.

Take one’s time: Acele etmemek, işi aceleye getirmemek
You shall take your time while you are playing chess.
Satranç oynarken acele etmemelisiniz.

Take my word: inanmak, sözüne güvenmek
Take my word you will pass your exams.
inan bana, sınavlarını vereceksin.

Take on trust: itimat etmek, güvenmek
You must take it on trust.
Güvenmelisiniz.

Take out of:
1) Diş, leke, bıçak ..... v.b. çıkarmak
2) ...... den, ...... dan çıkarmak

1- I have to wash your shirt to take out that pen mark.
Kalem lekesini çıkarmak için gömleğini yıkamam gerek.
2- He took out a pen from his bag.
O, çantasından bir kalem çıkardı.

Take over: Görev, sorumluluk, yönetim üstlenmek, üzerine almak
You will take over my job, won’t you?
Görevimi sen alacaksın, değil mi?

Take part in: Katılmak
Did you take part in the festival?
Festivale katıldınız mı?

Take pity on: Acımak
She took pity on him gave him some money.
O, ona acıdı ve biraz para verdi.

Take place: Vuku bulmak, yer almak, olmak
Where did your marriage take place?
Evliliğiniz nerede oldu? (Nerede evlendiniz?)

Take for: Benzetmek, biriyle karıştırmak
From behind I took you for Filiz.
Arkadan sizi Filiz’e benzettim.

Take steps: Önlem almak
You should take steps about the future.
Gelecek için önlem almalısınız.

Take the lead: Önden gitmek, yol göstermek
As you know the place, take the lead.
Yeri bildiğinize göre önden gidin.

Take some one under one’s wing: Birini koruma altına almak, himaye etmek
He took his younger brother under his wing as he was very small.
Çok küçük olduğu için kardeşini himayesine aldı.

Take turns: Nöbetleşe yapmak, sırayla yapmak
We took turns to lay out the table.
Masayı nöbetleşe kurduk.

Take in turns: Sıra ile
Let’s take in turns to do this work.
Bu işi sıra ile yapalım.

Take up: Öğrenim yapmak, başlamak
I will take up typing next year.
Gelecek yıl daktilo öğrenimi yapacağım.

Talk about: Hakkında konuşmak, tartışmak
What are you talking about?
Ne hakkında konuşuyorsunuz?

Talk back to: Kaba biçimde konuşmak, saygısızca cevap vermek
I never talked back to my parents.
Anneme ve babama hiç bir zaman kaba biçimde konuşmadım.

Talk over with: Bir konu üzerinde konuşmak, tartışmak, görüşmek
Let’s talk this subject over before you decide.
Karar vermeden önce bu konu üzerinde tartışalım.

Talk to: Birine hitaben konuşmak
I am going to talk to your teacher.
Öğretmeninle konuşacağım.

 
Taste like:  ........ tadında olmak
This drink tastes like apple.
Bu içki elma tadında.

Tear down up:
1) Yıkmak
2) Yırtıp parçalara ayırmak

1- They are going to tear down the old bus stops.
Eski otobüs duraklarını yıkacaklar.
2- I tore up the paper.
Kâğıdı yırtıp parçaladım.

 
Tell about : Bahsetmek, sözünü etmek
Tell me about your job.
Bana işinizden bahsedin.

 
Tell apart:  Ayırt etmek
One of you is Metin and the other is Çetin but I can’t tell you apart.
Biriniz Metin, diğeriniz Çetin’siniz, fakat ben sizi ayırt edemiyorum.

 
Tell lie:  Yalan söylemek
I don’t want to listen to you because you are telling me lies.
Sizi dinlemek istemiyorum, çünkü bana yalan söylüyorsunuz.

 
Tell off:  Azarlamak
Poor little child was told off.
Zavallı küçük çocuk azar işitti.

 
T ell stories:  Öykü söylemek, masal anlatmak, uydurmak
Before going to bed I tell stories to my brother.
Yatmadan önce kardeşime masal anlatıyorum.

Tell time: Zamanı (saati) söylemek
Can you tell me the time please?
Lütfen saati söyler misiniz?

Tell truth: Gerçeği söylemek
Tell me the truth.
Bana gerçeği söyleyin.

Tell the world: Herkese söylemek
You don’t have to tell the world about our marriage.
Evliliğimizi herkese söylemek zorunda değilsiniz.

Tell you what: Bak ne diyeceğim
Tell you what, we shall go for a picnic tomorrov.
Bak ne diyeceğim, yarın pikniğe gideceğiz.

Thank someone for something: Birine bir şey için teşekkür etmek
Thank you for helping me.
Bana yardım ettiğiniz için teşekkür ederim.

Think about: Üzerinde düşünmek, hakkında düşünmek
I have thought about the problem.
Problem hakkında düşündüm.

Think much well:
 Beğenmek, gözü tutmak
I didn’t think much well of your friend.
Arkadaşını gözüm tutmadı.

Think of:
1) Hakkında düşünmek
2) Anımsamak, hatırlamak

1- What did you think of the film?
Film hakkında ne düşünüyorsunuz?
2- I can’t think of that word.
O kelimeyi anımsayamadım.

Think over: Karar vermeden önce iyice düşünmek, düşünüp tartışmak
Think over my offer once again.
Karar vermeden, teklifimi bir kez daha düşünün.

Think out: Tasarlamak
The architect was thinking out his new plan.
Mimar, yeni planını tasarlıyordu.

Think so: Öyle olduğunu düşünmek, zannetmek
— Can you come to us tonight?
— I think so.
— Bu gece bize gelebilir misiniz?
— Zannederim.

Think twice before: Enine boyuna düşünmek, derinliğine düşünmek
Think twice before you go to Australia.
Avustralya’ya gitmeden önce enine boyuna düşünün.

Think up: Uydurmak
You better think up a reason.
Bir neden uydursan iyi olur.

Throw about: Dağıtmak, etrafa atıp saçmak
Will you stop throwing papers about?
Etrafa kâğıt atıp, saçmayı bırakır mısın?
 
 
Trow at:  Bir şeyi fırlatarak birine atmak
He kept throwing snowballs at me.
O, bana kartopu fırlatıp durdu.

 
Throw away:  işe yaramayan bir şeyi atmak
Throw away those old papers.
Şu eski kâğıtları atın.

 
Throw away money:  Boş yere para harcamak
If you keep throwing your money away, you will have no money left at the end of the month.
Eğer boş yere para harcamaya devam ederseniz, ay sonunda hiç paranız kalmayacak.

 
Throw back:  Geri atmak, başarısızlık, gerileme
 Throw back the ball.
Topu geri atın.

Throw cold water on:  Cesaretini, isteğini kırmak
My father threw cold water on my idea of going to the university.
Babam üniversiteye gitme isteğimi kırdı.

 
Throw off:  Kurtulmak, çıkartıp atmak
Throw off your jacket, it’s too hot.
Hava çok sıcak, ceketinizi çıkarıp atın.

 
Throw out of:  Kovmak, çıkarıp atmak
He was thrown out of the restaurant.
O, restorandan dışarı atıldı.

 
Th row to: B irine atmak
Let see if you can throw the ball to him?
Haydi bakalım, ona topu atabilecek misiniz?

Throw up:
1) Yukarı atmak
2) Kusmak

1- He was so happy that he started throwing up everything.
O, o kadar mutluydu ki her şeyi havaya atmaya başladı.
2- As I was so ill, I kept throwing up.
Hasta olduğum için devamlı kustum.

Through thick and thin: Yılmadan her güçlüğe katlanmak
To reach this place he has been through thick and thin.
Bu yere gelinceye kadar yılmadan her güçlüğe katlandı.

Tie up: Bağlamak, bir şeye bağlamak
Tie up your shoe laces.
Ayakkabı bağlarınızı bağlayın.

Time is up: Vakit tamam
Time is up, please leave the room.
Vakit tamam, lütfen odayı terkedin.

Tire of: Bıkmak, ilgisini kaybetmek
I am tired of doing the same work everyday.
Her gün aynı işi yapmaktan bıktım.

Tire out: Tamamıyla yorgun düşmek
I’m tired out because of cleaning so many windows.
O kadar çok pencere temizlemekten tamamıyla yorgun düştüm.

Topsy turvy: Alt üst, darmadağınık, başaşağı
The house is so topsy turvy, I can’t find anything.
Ev o kadar dağınık ki, hiç bir şey bulamıyorum.

Trust in: Birisine güvenmek, inanmak
I haven’t much trust in his promises.
Ben, onun sözüne pek inanmam.

Trust to: Güven beslemek
He trusts to his memory.
O, hafızasına güveniyor.

Try on: Giysi denemek
Try on this green dress.
Şu yeşil elbiseyi deneyin.

Try out: Sınamak, denemeye tâbi tutmak
Did you try out your new T.V.?
Yeni televizyonunuzu denediniz mi?

The other day: Bir kaç gün önce
The other day I saw Yaşar.
Bir kaç gün önce Yaşar’ı gördüm.

Turn against: Düşman ya da karşı görüşlü olmak
Why did you turn against your friend?
Niçin arkadaşına düşman oldun?

Turn around: Arkasına dönmek, dönmek
Turn around so I can see your face when talking.
Dön ki konuşurken yüzünü göreyim.

Turn away from: Sırtını dönmek, geri çevirmek, defetmek
Out of hundred people they have to turn away ninety people.
Yüz kişinin içinden doksanını geri çevirecekler.

Turn back: Geri dönmek
As he wasn’t at home, we had to turn back.
O, evde olmadığı için geri dönmek zorunda kaldık.

Turn inside out: içini dışına çevirmek, ters yüz etmek
I turned the pillows inside out.
Yastıkların içini dışına çevirdim.

Turn into: Dönüştürmek
Some worms turn into butterflies.
Bazı kurtlar kelebeğe dönüşür.

Turn off: Kapamak, ışık radyo, T.V. ...... v.b., kesmek
Turn off the T.V. please.
Lütfen televizyonu kapatın.

Turn on: Açmak, ışık, radyo, T.V. ..... v.b.
Turn on the radio please.
Lütfen radyoyu açın.

Turn out: Sonuç vermek, yataktan kalkmak
I told you, everything will turn out fine.
Her şeyin iyi sonuçlanacağını size söylemiştim.

Turn out to be: Olmak
Yesterday was a rainy day, but today it turned out to be a lovely day.
Dün yağmurluydu, fakat bugün güzel bir gün oldu.

Turn over: Ters dönmek, devrilmek, devirmek, çevirmek
Turn over the cups.
Fincanları ters çevirin.

Turn up: Gelmek, çıkıvermek
It’s six o’clock but he hasn’t turned up yet.
Saat altı, fakat o hâlâ gelmedi.
 

 

Tüm diğer konularımızı  İngilizce Konu Listesi  sayfamızda bulabilirsiniz.

 

 

 

Faydalı olabilecek diğer bazı konu başlıklarımız

İngilizce Türkçe Çeviri

Mektup Arkadaşı

Direct-Indirect

Yorum Yazabilirsiniz

Lütfen değerlendirmenizi yapınız!

Alışveriş Sepetiniz

Sepetiniz henüz boş

Taksit seçeneklerini ödeme sayfamızda görebilirsiniz.

ALIŞVERİŞE DEVAM ET

HESABINIZA GİRİŞ YAPIN

Parolanızı mı unuttunuz?
ÜYE DEĞİLSENÜYE OL